Hiç Solmayan Bir Gül Olabilmek |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Hiç Solmayan Bir Gül OlabilmekHiç Solmayan Bir Gül Olabilmek Ana kucağı gibi Ramazan’ın huzûru bizleri kuşatmaya hazırlanıyor Ramazan… Gelişi gibi gidişi de rahmet Güzel olan şeyler fânî olsa da güzelliği eskimiyor… Sâlih insanlar vefat etseler de fânî cesetlerinden sonra hayırları ve eserleriyle hayatları devam ediyor Öyle insanlar vardır ki, bir gül zarafetiyle yaşarlar, hiç solmadan kokularını yayarlar her an… Rasûlullâh bu zarafetin zirvesi, O’na uyanlar da onun birer yansıması şeklinde yaşar ve arkalarında cennet râyihaları bırakarak aramızdan ayrılırlar Evet, Ramazan kalplerimizi kirlerinden arıtmak için gelmeye hazırlanıyor Gökler hazırlanıyor… Melekler ayrı bir heyecan içinde… Öyleyse ruhlar da hazırlanmalı… Siz, çok sevdiğiniz birine kavuşmak heyecanıyla Ramazan’ın gelişine sevinip, onu uğurlarken gidiyor diye çocuklar gibi ağladınız mı hiç? Öyle insanlar şereflendirdi ki dünya zeminini, onların ağlayışları yağmurdan daha büyük bir rahmet olmuştur… Öyle bir insan tanıdım ki, Rabbinin huzurunda ağlaması, ölü kalplerimizi uyandıran… Öyle bir insan tanıdım ki, ilâhî aşk nazarlarıyla kâinâtı mektup gibi okuyan… Öyle bir insan tanıdım ki, seherlerde Mecnûn’un Leylâ’sıyla buluşmak gayretiyle Allâh’a koşan… Rahmet-i Rahmân’a kavuşan mübarek Aynur Teyzemi, -kelimelerimin kifayet edemeyeceğini bilsem de gönüllerde bir aks-i sedâ uyandırır ümidiyle- anlatmaya çalışacağım * * * Bir gün, telefonu açar açmaz gözyaşları sanki avuçlarımıza akmıştı Öyle içli ağlıyordu ki, büyük bir acısı var zannettik Neden bu hâlde olduğunu sorduğumuzda: “-Ramazan’ın gidişine ağlıyorum…” demişti Sâlih kullar, muhabbetin merkezine Allah ve Rasûlü’nü koyarlar Üzüntüleri ve sevinçleri de ona göredir Ramazan geliyor… Sağanak sağanak rahmet var Cenâb-ı Hak, kullarının kendine doğru yol alması için çeşitli vesîleler takdir etmiştir Kimi zaman o vesileler, Latîf, Vedûd isminin tecellîgâhı, çok özel lütuflara mazhar olan kullar olur Onların nazarları, kelâmları, oturuş, kalkışları, yürüyüşleri dahî herkesi cezbeder Çünkü Allah Teâlâ, onların kalbine kendine ait bir câzibe koymuştur Rasûlullâh’ı ilk defa gören yahudi âlim Abdullah bin Selam: “-Bu yüz asla yalan söylemez” diyerek müslüman olmuştu Mübarek Aynur Teyzem de, her hâliyle etrafındakileri cezbeden bir insandı İlk gördüğüm anda çok özel biri olduğunu düşünmüştüm Heybet uyandıran görüntüsünün ardında pamuktan yumuşak bir kalbe ve öteleri seyreden bir derinliğe sahipti Dağlara bakmaya doyamazsınız değil mi? Allâh’ın yalnızca kendine boyun eğen kullarında da dağları hatırlatan bir heybet vardır Onların yanında kendinizi güvende hissedersiniz Çünkü îmanları ile Allâh’a her ân sımsıkı bağlıdırlar Kimse alıkoyamaz onları bu sevgiden Mecnûn’un kalbi, her ân nasıl Leylâ’ya rabtolmuşsa; damarlarından akan kan, nasıl “Leylâ” olmuşsa, her an Allâh’a boyun eğen kullar da Hakk’a Mecnûn olmuşlardır 25-30 yıl önce onu tanıyanlar, ateşli sohbetleriyle gönülleri aydınlananlar, heyecanlı bir İslâm âşığıyla karşılaşmışlardı Bundan sonra başlayan beraberlik, onları seneler boyu nice güzel günlerde birleştirdi Herkesi öyle sevip, sahiplenmişti ki, 70 yaşında bir teyze bile, dizlerindeki ağrılara aldırış etmeden onu görebilmek heyecanını taşırdı Allah’a kulluğa çağıran coşkun sohbetleri, sevgi ve muhabbet çağlayanı hâlinde akıp durdu Onu bir gören bir daha bırakamıyor, dost meclislerinde hep onun Allâh’a aşk ve hasret dolu nasihatlerinden bahsediliyordu Bilhassa 13 ilâ 20 yaşları arasındaki gençlerin ilgi merkezi oluyordu Hizmet heyecanıyla dopdolu bir hâlde: “-Ben on sekiz yaşındayım” derdi Gençlerle özel ilgilenirdi Onun sıcacık muhabbeti herkesin gönlünü fethederdi Yalnızca “ben” merkezli sevgilerin var olduğu şu dünyada, onun insanları kucaklarken âdeta sınırsızlığa açılan kollarını, sımsıcak kuşatan merhametini tanımanızı ne çok isterdim… * * * Hanımları her hususta yetiştirmeye gayret eder, bir annenin evladına gösterdiği özeni gösterirdi Ev hanımlığından, annelikten iyi bir zevce olmanın öneminden, hayata dair her şeyden bahsederdi Herkesten kendini mes’ûl hisseder, hâlini düzeltmeyenler için üzülür: “-Ben eğri olduğum için böyle oluyor!” derdi Hatayı hep kendinde arardı Bir gün: “-Anneciğim, bize başkalarına ayırdığın kadar vakit ayırmıyorsun, onları daha mı çok seviyorsun?” sorusunu soran kızına: “-Kim Allâh’ı daha çok severse, onu daha çok severim” demişti Onun tarafından sevilmek günün en büyük ikramıydı Sevenlerinin kulaklarında hep onun nasihatleri çınlardı Onu tanıyıp da sevmemek ne mümkün! Diyorum ya, Allah bazı kullarını hem cismi, hem rûhuyla çok özel yaratıyor İhsan duygusu içinde yaşardı “-Rabbim’i özledim, Rasûl’ümü özledim…” diye ağlardı Onun öyle bir namaz kılışı vardı ki, sahâbîleri görür gibi olurduk Secdeleri uzundu Hele bir tesbih namazı kılışı vardı ki, namaz boyunca ağlardı Âdeta gıdası, aşk olmuştu Aşktan besleniyor, beslendikçe yanıyordu Sevenlerinden biri: “-Sanki onun göğsünden dumanlar çıktığını hissediyorum” derdi Yakıcı bir aşk alevi almak için onun sohbetlerini çok uzaklardan dinlemeye gelenler olurdu Rasûlullâh muhabbeti öyle rûhuna sinmiş, öyle bağrını yakmıştı ki, her hâli O’na benziyordu Hep şunları söylerdi: “-Dersimize Rasûlullâh giriyor, O’na teslim olacağız… Her gün vakit ayırıp Rasulullâh’ın nûr cemâlini hayal edin!” derdi Kendisi de, O’nu görmüşçesine mübarek şemaillerini anlatırdı Biz de dünyadan gözlerimizi yumup o Güzeller Güzeli’ni hayal edelim En çok üzerinde durduğu “kul olabilmek”ti O kulluğu aşkla yaşardı… O gecelere, seher vaktine âşıktı Çünkü biricik Mahbûb’uyla buluştuğu çok özel vakitlerdi, seher vakitleri… “-Ben bir buçukta Rabbimi buldum derdi” Kim geceyi ihyâ etmediyse, onu hemen anlar, güzel bir üslûpla uyarırdı Kimi zaman da yüzlere bakar: “-Sen bu aralar çok kaliteli ibadet etmişsin!” diyerek taltif eder, severdi Gece seher vaktinin önemi üzerinde çokça dururdu Onun her hâli, sünnet üzereydi Allah Rasûlü’nün etrafında ihtiyaç sahiplerinin halkalandığı gibi, o da fakirlerin annesiydi Herkes hiç çekinmeden ona derdini anlatırdı Kimin sıkıntısı varsa yardımcı olmaya çalışırdı: “-Aaah kuzum, ben o fakirlerin altına serilecek yorgan olsam” derdi Çünkü o, Hazret-i Rasûl’ün; “Ümmetin derdiyle dertlenmeyen bizden değildir” hadîs-i şerîfine gönülden bağlıydı Kışa girerken onu ayrı bir telaş kaplardı Kömür, gaz gibi yakıtı olmayanların ihtiyaçlarını, gönüllüler bularak muhakkak temin ederdi Öyle ki, çok kimselerin derdi, sıkıntısına ortak olacağım derken beli bükülmüştü Aaah teyzeciğim! Onun bayramları da başka idi Hiç unutmadığı ihtiyaç sahiplerini, bayramlarda sevindirmeyi çok severdi Bir kurban bayramı gününde, fakir bir âileye canlı kurban götürmüştü Onların sevincini anlatırken ağlıyordu: “-İşte şimdi karnım doydu” diyordu Hele ki, Ramazanlarda rahmet saçan el olurdu * * * Her şey onun nazarında farklı bir mâhiyet kazanırdı Abdest almak, onun için ayrı bir tefekkür alanıydı “-Suyun ne kadar mübârek olduğunu, onun da Allâh’ı zikrettiğini düşünerek abdest alacağız Suyun temiz, berrak oluşundan utana utana, Allah’la beraber abdest almalı… Abdestsiz basmadığımız yerler, kıyamet günü bize şehâdet edecek…” derdi Namazı aşkla kılmaya çağırır: “-İnsan, namaz kılarken harflerden oluşan bir âyet hâline gelir Duâ edin de güzel ahlâklı olayım” derdi Kur’ân-ı Kerîm okumak üzerinde de çok durur: “-Okurken öpüp koklayın, «Rabbimin bana hitabı nedir?» diyerek okuyun!” derdi Bir çok mânevî kaybımızı, televizyon izlemeye bağlar; onun mânevî zararları üzerinde her seferinde bıkmadan usanmadan konuşurdu “-Televizyon, bizim aşk ve muhabbetimizi aldı Televizyon izleyen, huşûlu namaz kılamaz O gözlere yazık değil mi?! O gözler Cenab-ı Hakk’ı görecek!” derdi Televizyon olan yerde asla oturmazdı * * * Çocukların içli içli nasıl ağladığını bilirsiniz İşte öyle bir insan tanıdım ki, kulluğuna dair her şey için yanık muhabbet demlerinde böyle ağlardı, etrafındakileri de ağlatırdı Öyle bir Allah deyişi vardı ki, sanki yer-gök Allah demekteydi Çok etkileyici ve güzel bir konuşma üslûbu vardı Mânevî hâl ve nefsânî duyguları müşahhaslaştırarak (somutlaştırarak) anlatırdı Çünkü Allâh’ın sâlih kulları, yalnızca eşyanın zâhirine nazar etmezler, eşya onların gözünde konuşan bir vasfa bürünür İşte bu nasihatlerinden birkaçı: “-Nefsin yüz tane elbisesi vardır Her gün birini giydirmeye çalışır Nefs; en güzel giyinmeyi, en iyisini yemeyi çok sever Ona her istediğini vermeyeceğiz Biz bu tasavvuf yolunda nefsi ve şeytanı, kalbimizden sürmek için mahkemeye verdik Kelime-i tevhîd, «kalbe havâtır girmemeli» mânasında, «buraya park yapılmaz» levhasına benzer Kalp asfalt gibidir, oradan tır da geçer, kamyon da… Kalbimizi fânî sevgilere, evlât ve çocuklara çiğnetmeyelim… Kalbi, misafir ağırlayacağımız bir hâne gibi özenle temizlemeli, tertipli nizamlı tutmalıyız İçi dolu ve kirli bir evde misafir ağırlanmaz!” der, kendisi titiz bir ev hanımı olarak kalbini korumaya çok dikkat ederdi * * * Hayatının son senelerinde tamamen dünyadan kopmuş bir hâl içindeydi Devamlı hikmetli konuşmalar çağıldıyordu dilinden… Dikkatleri ölüm, kabir ve mahşere çekiyordu Bir şeyin hangi kıymette olduğu, zor zamanda belli olur, değil mi? İşte onun hep tevekkül ve teslîmiyete çağıran sözlerindeki samimiyet, o en zor hastalık anlarında bizzat müşâhede ediliyordu Ameliyattan sonra, takdîr-i İlâhî, akciğerlerine bir pıhtı atmış, nefes almakta oldukça zorlanıyordu Fakat ondan duyulan sözler, hayatı boyunca hasretle kavuşmayı beklediği Rabb’ine öyle tevekkül doluydu ki… Onun için kefen Allâh’a kavuşacağı gelinliği idi Şöyle söylerdi mübarek teyzeciğim: “-Eğer o gelinliği giyeceksem, kimse çıkaramaz Giymeyeceksem de kimse giydiremez” Hastalık için şifâ duâsında bulunanlara, Mevlâna Hazretleri gibi: “-Hastalık; Rabb’imin hediyesidir, benim için şifa dilemeyiniz” derdi Düğün gecesi gibi bahtiyar ve mesud olacağı ölüm anında rûhunu teslim edeceği Azrail -aleyhisselâm- için: “-Sağdıcım olacak! O sağdıç olacak, Rasûlullâh da kuşağımı bağlayacak” derdi Bir taraftan bu kavuşma gününü arzularken, bir taraftan da korku ve ümit arasında yaşardı Hastanede öyle ağlıyordu ki, acı içinde kıvranıyordu sanki… Neden ağladığını sorduğumuzda: “-Kul olamadım, kulluk çok zor! Nasıl öleceğim?!” demişti… Ameliyattan sonra yoğun bakımda: “-Rasûlullâh geldi, al al yanakları ne güzel!” demişti * * * Hasretimiz bitmez, ama biliyoruz ki, ebedî selâmet yurdunda sevdiklerimize kavuşacağız Ölüm seninle bir başka güzel teyzeciğim Onu ansızın aramızdan alan ilâhî takdir, büyük bir muammâ oldu bizim için Henüz altmış bir yaşındaydı Bir sırlı gidişle ukbâya göçtü Bir gece, bir buçuk civarında: “-Çok özledim!” dediği Rabbine kavuştu Yakıcı bir hasretle her an buhurdan gibi tüten bir gönül insanı olan, ulaştığı her gönülde çerağ yakan mübarek Aynur Teyzemin rûhu için el-Fâtiha… Kaynak:Şebnem dergisi |
|