|
|
Konu Araçları |
anlamlar, hastalarının, hastalıklarına, kanser, yüklediği |
Kanser Hastalarının Hastalıklarına Yüklediği Anlamlar |
11-04-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Kanser Hastalarının Hastalıklarına Yüklediği AnlamlarKanser hastalarının hastalıklarına yüklediği anlamlar İstanbul Bilim Üniversitesinde yapılan araştırma, hastaların kanseri nasıl algıladıklarını ortaya koydu Kendilerine, Ben neden kanser oldum? diye soran hastaların yüzde 47si hastalığı alın yazısı olarak nitelendirdi, yüzde 45i bunun haklı bir ceza olduğunu söyledi Dünyada yapılan araştırmalar, kanser hastalarının hastalığa yüklediği anlamların, hastanın tedaviye uyumunu ve psikolojik yapısını etkilediğini gösteriyor Bu nedenle kanser hastasının, kanseri algılama şekli, hastalığına ne anlam yüklediği, ailesinin ve yakınlarının ona ne söyledikleri önem taşıyor Hasta, ailesi ve hekimler arasında büyük çelişkilerin yaşanması ise ciddi bir stres kaynağı oluşturuyor İstanbul Bilim Üniversitesi Avrupa Florence Nightingale Hastanesi Araştırma ve Uygulama Merkezi Medikal Onkoloji Bölümü de böyle bir çalışmaya imza attı Çalışma, 39u kadın, 23ü erkek olmak üzere toplam 62 hastadan toplanan verilerle gerçekleştirildi İstanbul Bilim Üniversitesi Onkoloji Bölüm Başkanı Prof Dr Gökhan Demir, Öğretim Görevlisi Dr Kerem Okutur ve Klinik Psikolog Enil Afşaroğlu tarafından yapılan araştırma, Türkiyedeki hastaların, kanser algılarını saptamak amacıyla yapıldı Çalışmaya katılan hastaların yüzde 47si kanser olmalarını alın yazısı, yüzde 45i haklı ceza, yüzde 45i hava kirliliği ve besinlerdeki zehir, yüzde 42si sevilen bir kişinin kaybı ve yüzde 42si yanlış beslenme, sigara ve alkol tüketimine bağlıyor Araştırmanın başında bulunan Prof Dr Gökhan Demir, yaptıkları çalışmanın kanserle mücadelede ne anlama geldiğini ntvmsnbcye anlattı Prof Demir, “Toplumumuzun bir resmini çekmiş, hastalarımızın, hastalıklarını nasıl algıladıklarını görmüş olduk Bu algılama şeklinin aslında çok sağlıklı olmadığını ve bu konuda çaba harcamamız gerektiğini de tespit ettik Bu alanda yapılmış benzer araştırmalar olabilir ancak uluslararası literatürde Türkiyeden ilk kez böyle bir çalışma yayınlandı” diye konuştu Prof Demir ve ekibinin yaptığı araştırmaya ilişkin makale, Eylül 2010da Balkan Uluslararası Onkoloji Dergisi Journal of BUONda yayınlandı Araştırmanın en dikkat çeken noktalarından biri; hastaların önemli kısmının kaderci bir tutum sergilemeleri Prof Demir, bunun tedavi başarısında olumsuz etki yaptığını söylüyor Çünkü Demire göre, kanser hastasının hastalığını kader olarak nitelendirmesi değişmezliği simgeleyebilir Bu da benim elimden hiçbir şey gelmez, ben bir şey yapamam düşüncesini doğurur ve tedaviye uyumu güçleştirebilir: KADER ALGISI MÜCADELE YETENEĞİNİ DEĞİŞTİRİR “Kansere objektif şekilde bir hastalık olarak bakmakla, cezalandırılma yolu ve kader olarak algılama birbirinden çok farklı Bu durum, hastanın mücadele azmini veya mücadele yeteneğini değiştiriyor Siz hastalığı, kader olarak algılarsanız, o zaman kadere boyun eğmek gibi bir sonuç çıkıyor ortaya Bu bizim pek çok kanser hastasında yaşadığımız bir süreçtir, aslında bu, bütün dünyada böyledir, yani sadece Türkiyeye özgü bir durum değildir Önce inkâr, arkasından, Neden ben? sorusu, arkasından da kader diyerek bir kabulleniş süreci yaşanır Ama bütün bu süreçlerde tabii ki biz hekimlere de pay düşüyor Çünkü bu bir travma ve hasta bu süreçleri yaşarken bizim, hastaya profesyonel bir psikolojik destek sağlamamız gerekir Sonuçta bunu kadere bağlamak yerine, bunun herkesin başına gelebilecek yüksek tansiyon, kalp hastalığı veya diyabet gibi bir hastalık olduğunu anlatmamız lazım Çünkü bütün hastalıklar aynı kategoridedir, hiçbiri ceza veya kader değildir Bunun, algılamamızla ilişkili bir durum olduğunu bilmek, bunu bir hastalık olarak görerek onunla mücadele etmek veya birlikte yaşamayı öğrenmek gibi bir algı geliştirmemiz çok önemli” İLK SORU: NEDEN BEN? Kansere yakalanan her insanın genellikle sorduğu ilk soru; neden ben? oluyor Kanser hastaları, hastalıklarını anlamlandırma ve nedenleri ile ilgili kuramlar öne sürme eğilimi gösteriyor Hastalar genellikle hastalıklarını algılayış biçimleri hakkında konuşmaktan çekiniyor Araştırmadaki kadercilik oranının yüksek olmasının, Türkiyenin psiko-onkoloji açısından yetersizliğinin de bir göstergesi olduğunu belirten Prof Demir, kanserde destekleyici ve tamamlayıcı tedavilerin gerekliliğine ise şöyle vurgu yapıyor: TÜRKİYE, PSİKO-ONKOLOJİDE YETERLİ DÜZEYDE DEĞİL “Buradan çıkan sonuç; psiko-onkolojik olarak yeterli düzeyde olmadığımızdır Çünkü bizim hastalarımızı o algıdan uzaklaştırmamız gerekiyor Bu sadece onkoloğa düşen bir rol değil, destekleyici onkolojinin de bu konuda çok büyük önemi var Bir takım grup tedavileri, psikolojik destek gibi unsurlar da bu işin içinde mutlaka olmalı Çünkü kanseri algılayış biçimi, hastanın tedaviye uyumunu ve cevabını önemli ölçüde etkileyebiliyor Bu konudaki çok önemli parametrelerden bir tanesidir Bizim bu iki spektrumda hastamızı değerlendirmemiz, hastalıkla ilgili daha gerçekçi algılamaya ve daha objektif mücadele etmeye yönelik motivasyon sağlamamız gerekir Bizim de hekim olarak görevimiz bu olmalı DESTEKLEYİCİ TIP SADECE BİTKİ ÇAYI DEMEK DEĞİL Ayrıca biz destekleyici, tamamlayıcı tıp dediğimiz zaman herkes sadece bitki çaylarından, bitkilerden söz ettiğimizi zannediyor Oysa meditasyon, yoga, reiki, sanat tedavisi gibi yöntemlerin hepsi destekleyici ve tamamlayıcı tıbbın öğeleridir Ama o alanlar bomboş, hiç kimse bunlarla uğraşmıyor Herkes daha çok hangi bitkiyi kaynatırsam, neyi yersem ve içersem bağışıklık sistemim güçlenirle uğraşıyor Hâlbuki diğer yöntemler de en az yeme–içme kadar önemli “ Araştırmaya katılan kadın hastalardaki en sık inanış yüzde 51 ile alın yazısı iken, erkeklerde hava kirliliği ve besinlerdeki zehir yüzde 52 ile ön plana çıkıyor Eğitim düzeylerine göre incelendiğinde ise en sık bildirilen inanışlar, ilkokul mezunu olanlarda, yüzde 62 ile haklı ceza, üniversite mezunu olanlarda ise yüzde 63 ile yanlış beslenme, sigara ve alkol tüketimi şeklinde Araştırmaya katılan hastaların yüzde 19u 65 ve üzeri, yüzde 51i 45–64 yaş grubunda, yüzde 19u 35–44 yaş grubunda, yüzde 9u ise 25–34 yaş grubunda bulunuyor Hastaların yüzde 43ü ilkokul mezunu, yüzde 25i ortaokul ve lise mezunu, yüzde 30u ise üniversite mezunu KANSER BİR BİLİNMEYENE VERİLEN SAVAŞTIR Kanser hastalarının bir bilinmeyene karşı savaş verdiklerini belirten uzmanlara göre, araştırmadan çıkan en önemli sonuçlardan biri de kanser hastaları ile kurulan iletişim Araştırmanın sonuç bölümünde, “Hastalara, hastalıkları ve tedavileri hakkında doğru eğitilmeleri için yol gösterilmeli, duygularını ve düşüncelerini rahatça dile getirebilmeleri için fırsat verilmeli, yeterli zaman ayrılmalıdır Ayrıca hastanın hastalığını nasıl anlamlandırdığı öğrenilip, yanlış ve tedavi sürecini olumsuz etkileyen inançları değiştirilmeli, bu aşamada destek alabilecekleri kaynaklar hakkında bilgi verilmelidir Ancak bu şekilde hastanın tedaviye olan uyumu arttırılıp hastalıkla daha efektif şekilde mücadele edebilmesi sağlanabilir” ifadesi yer alıyor ve kanser hastaları ile kurulan iletişimde hastalar, tedavileri ile ilgili soru sormaya teşvik edilmelidir deniyor HASTALAR DOKTORLARINA SORU SORMUYOR Araştırmanın sonuç bölümündeki bu ifadeyi değerlendiren Prof Demire, “Türkiyede hastalar doktorlarına soru sorabiliyor mu, soruyorsa cevabını yeterince alabiliyor mu? diyoruz Demir, “Bu konuda kuşkusuz bir iletişim eksikliği var” diyor ve şöyle devam ediyor: “Maalesef Türkiyede hastalar doktorlarına yeterince soru sormuyor, yani bir iletişim eksikliği olduğu kesin Burada iki tarafa da önemli görevler düşüyor Birincisi hasta bazen öğrenmek istemiyor Bu hastanın hastalığa karşı geliştirdiği savunma mekanizmalarından biridir Hastaların bir kısmı, tedavisini ve neler yaşayacağını öğrenmekten uzak duruyor Bir diğer neden de hekimlerin hastaya yüzde yüz bilgi vermemeleri Çünkü bu bir travma Yani hastaya kanser teşhisini söyleyerek travma yarattıktan sonra sizin ona bir psikolojik destek sağlamanız lazım ki hasta o travmayla baş edebilsin Türkiyede böyle bir şey olmadığı için doktorlar da bazen tanıyı yumuşatarak söylüyorlar Burada aileler de hekime çok büyük baskı yapıyor Sakın teşhisi söylemeyin, O, bu teşhisi kaldıramaz gibi şeyler söylüyorlar, bu bir sosyal baskı Bizim kültürümüzle ve geleneklerimizle de alakalı bir şey ama bunların hepsi yeterli bilgi, eğitim ve altyapı ile halledilebilir Aileler de böyle bir teşhis konulduğu zaman yoğun bir psikolojik destek alınması ve hastanın yalnız bırakılmaması gerektiğinin farkında olurlarsa, olaya daha gerçekçi yaklaşabilirler Bu altyapının oluşmasında ve bilinç düzeyinin artmasında medyanın katkısı çok önemli Toplumun duyarlı olması ve devletin de bu konuya önem vermesi gerekiyor” DOKTORLAR HASTALARINA YETERİNCE ZAMAN AYIRMIYOR Hastaların doktorlarına soru sormadığını söyleyen Demire Türkiyede genellikle hastaların doktorlarına ulaşmakta zorlandıklarını, sordukları sorulara bile cevap alamadıklarını, yani doktorların hastalarına yeterince zaman ayırmadıklarını hatırlatıyoruz Prof Demirin yorumu şöyle oluyor: “Çok haklısınız, kesinlikle doktorlar hem hastalarına yeterince zaman ayıramıyor hem de psiko-onkoloji konusunda yeterli donanıma sahip değiller Ama bu, tüm dünyada böyledir aslında Çünkü kanser tedavisi multidisipliner bir iştir ve hastanın aslında tek bir hekimi olmamalıdır Her kanser hastasının nasıl bir medikal onkoloğu oluyorsa aynı zamanda bir de klinik psikoloğunun olması gerekir Böyle bir ekibin oluşması şart, bu olmadığı için ne yazık ki bu tür iletişimsizlikler yaşanıyor“ KANSERİN HAKLI BİR CEZA OLARAK ALGILANMASI Araştırmaya katılan hastaların yüzde 45i hastalığın oluşma nedenini “haklı ceza” olarak bildirmiş Uzmanlar, hastaların hastalıklarını bir ceza olarak algılamalarının nedenini, geçmişteki bazı davranışlarından dolayı kendilerini suçlu ve sorumlu hissetmeleri şeklinde açıklıyor Araştırmaya göre, bazı hastalar da kanser olmalarından kendilerini sorumlu tutuyor "Kendime yeteri kadar değer vermedim", "çoğu zaman olumlu bir insan olmadım", "çok stresliydim", "eşimden boşanmasaydım kanser olmayacaktım" gibi inanışlar hastanın kanser olmasından kendisini sorumlu tutmasına ve daha fazla öfkelenmesine neden oluyor Hastanın kendisine duyduğu bu öfke ise tedaviyi olumsuz etkileyen önemli faktörlerden biri olarak görülüyor Bu konuda araştırmanın sonuç bölümünde şu ifadelere yer veriliyor: OLUMLU OLMALISIN BASKISI KAYGIYI ARTIRABİLİR “Ne hastalıktan önce ne de hastalık sürecinde kişilerden sürekli olumlu olmaları beklenemez Hastalara sürekli olarak “moralini yüksek tutmalısın, hiçbir şeyi dert etmemelisin” gibi yaklaşımlarda bulunulması onlarda daha fazla kaygıya neden olabilir “Bugün istemeden hep kötü şeyler düşündüm, acaba hastalığım nüks edecek mi?”, “Moralimi yüksek tutamıyorum, ben hiç iyi olamayacağım”, “Kendimi kötü hissettiğimde tümör hızla büyüyebilir ve bu benim suçum” Hastalardan sürekli beklenen olumlu düşünme, bu örneklerde de görüldüğü gibi hastalarda hastalıklarının tüm sorumluluğunu kendilerinin üstlenmesi gerektiği düşüncesi ve beklentisini doğurur, böylece hastalardaki anksiyete durumu artabilir Özellikle doktorlar tarafından hastaya hastalığı ile ilgili uygun bir açıklama yapılması, bu "hak edilmiş ceza" inanışını azaltabilir SEVİLEN KİŞİNİN KAYBI ALGISI “Sevilen bir yakının yitirilmesi depresyona yatkınlığı artıran etkenlerdendir” denilen araştırmada, bu durumun kanser hastalarını nasıl etkilediği ise şu şekilde açıklanıyor: “Çalışmamızda hastaların yüzde 42si sevdikleri bir yakınlarını kaybettikten sonra kanser olduklarını belirtmişlerdir Dolayısıyla hastalıklarının ortaya çıkmasını yaşadıkları bu kayba bağlamaktadırlar Depresyon, yas ve keder kişiyi kansere karşı daha korumasız yapabilir, fakat literatürde şu anda bu görüşü destekleyen yeterince veri yoktur Daha önceki çalışmalarda, her kaybın insanları kaçınılmaz bir kederin içine sürüklediği, tüm geçmiş kayıpları uyandırdığı ileri sürülmüştür Kanser hastaları da tanılarını öğrendiklerinde bir yas süreci içerisine girerler Eski hayatlarının, sağlıklı yaşamlarının ve bazen de cerrahi müdahale ile alınan bir organlarının kaybını yaşarlar Bu kayıp ve yas süreci onlara geçmiş kayıpları tekrar yaşatabilir Bu yüzden de hastalarda hastalığın ortaya çıkma nedeni olarak sevilen kişinin kaybı algısını doğurabilir ŞİMDİ VE BURADANIN KEYFİ… Eğer kişi geçmiş kayıplarının yasını tam olarak tutabilirse, her yas kişinin büyümesi ve yenilenmesi için bir araç olabilir Bu teori kanser hastaları için düşünülürse; eğer hastalar geçmiş yaslarını tutmuşlarsa ve hastalık süreçlerini bir değişim fırsatı olarak yaşayabilirlerse kendi farkındalıklarını artırabilirler, hayata yeni bir pencereden bakabilirler, şimdi ve burada yı barındıran içgörünün keyfini çıkarabilirler "Şimdi" kaliteli yaşamak için (ya da "mutlu olmak" için) tüm potansiyellerini kullanmayı seçebilirler William Niederlandın da belirttiği gibi “beden parçalarının yitimi ya da yitim tehdidi, kişileri başka beceriler ve yetenekler geliştirmeye ve incinmeyi tamir etmeye yöneltir” |
|