İstanbul Kaleleri |
07-16-2009 | #1 |
Şengül Şirin
|
İstanbul Kaleleriİstanbul Kaleleri Marmara’dan Karadeniz’e çıkışta önemli nokta olan Boğaziçi’nin savunmasına her devirde büyük bir önem verilmiş, bu bölgeye yerleşimden itibaren boğazın girişi ve çıkışını kontrol amacı ile buraya kaleler yapılmıştır İlkçağ’da denizcilerin “İlahların koruyuculuğuna sığınmaları” için Boğaziçi’ne bir takım mabetler ve kaleler yapıldığı bilinmektedir Boğazın iki yakasına kule inşa ederek buraya bağladıkları zincir ile Marmara’ya girişi önlemeye çalıştıkları da bilinmektedir Bu zincir belli aralıklarla ağaç kütüklere bağlanıyor ve suyolunu kapatıyordu Bu sayede buradan geçen gemiler durdurulup gerekli vergiler alındıktan sonra yollarına devam etmeleri için izin veriliyordu Eski tarihçilerin yazdıklarına göre boğazın iki yakasında bulunan eski kaleler Bizanslılar döneminde eski önemini kaybederek harabe haline gelmişlerdir Galata’ya yerleşen Cenevizliler boğazdan gelecek korsan tehlikelerine karşı Anadolu Kavağı’nın girişindeki kaleye önem vermişlerdir Boğaziçi’nin orta kısmında ise Bizanslılar döneminde korunmak amacıyla hiçbir kale yapılmamıştır Boğazın yukarı kısmındaki kalelerin 1350’de Cenevizliler tarafından ele geçirilmesiyle, boğazın korunması sağlanmıştır Osmanlıların Boğaziçi kıyılarına gelmesi ile bu savunma sisteminde değişiklik yapılmış ve XIV yüzyılda Yıldırım Beyazıd Asya’dan Avrupa’ya geçmek için Anadoluhisarı’nı Fatih Sultan Mehmed de Bizans’ı ele geçirmek için Rumelihisarı’nı yaptırarak boğazın giriş ve çıkışını kontrol altına almışlardır Bu arada kuzeydeki Ceneviz kaleleri de kullanılmıştır XV ve XVI yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu iyice kuvvetlendiğinden Karadeniz’den herhangi bir tehlike söz konusu olmamış, bu nedenle Anadoluhisarı ve Rumelihisarı askeri önemini yitirmiştir Daha sonraları ise sadece topçu bataryaları ile boğazların korunması düşünülmüştür Yoros (Ceneviz) Kalesi (Sarıyer) İstanbul Boğazı’nın Karadeniz girişinde, Anadolu Kavağı’na hâkim bir tepenin üzerinde bulunan bu kale, karşısındaki Rumeli Kavağı’nın üzerindeki kale ile birlikte boğazın kontrolünü sağlamak amacıyla yapılmış kalelerden biridir Kalenin adının Grekçe “dağ” anlamına gelen “oros” kelimesinden veya “uygun rüzgârlar” anlamındaki “ourios” kelimesinden geldiği ileri sürülmüştür Burada bulunan antik mimari parçalara dayanarak burada 12 Tanrıya atanmış bir mabet bulunduğu da iddia edilmiştir Kulelerden birindeki Grekçe kitabeden ilk inşaatın Bizans döneminde olduğunu anlaşılmaktadır Kale 1305’de Şile Kalesi ile birlikte Osmanlıların eline geçmişse de 1348’den itibaren Karadeniz ticaret yolunu ellerinde tutan Cenevizlilerin yönetimine geçmiş ve birtakım ekler yapılarak genişletilmiştir Bu yüzden bu kale Ceneviz Kalesi olarak tanımlanmaktadır Ceneviz dönemine ait, kale kapısı üzerindeki tarihi okunamayan Latince bir kitabede: “ Tarihinde Cenevizli Vincenzo Lercari kutsal burun üzerindeki bu kaleyi tamir ettirdi” yazılıdır Ayrıca kale bedenindeki birtakım Ceneviz armalarının da bulunması buranın bir süre Cenevizlilerin elinde bulunduğuna işaret etmektedir Yıldırım Beyazıd 1391’de karayolu ile İzmit’ten yola çıkarak Yoros Kalesi’ni almış ve burasını bir üs gibi kullanarak İstanbul’u fetih hazırlıkları için Anadoluhisarı’nı yaptırmıştır İstanbul’un fethi sırasında şehit düşen askerlere ait mezarların kalenin biraz ilerisindeki ağaçlık alanda bulunduğunu İnciciyan yazmaktadır Fransız Mareşali Boucicaut 1399’da Karadeniz Boğazı girişine yaptığı akında bu kaleyi almak istemişse de başarılı olamamış sadece kalenin eteğindeki köyü yakarak geri çekilmiştir Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde, Yıldırım Beyazıd’ın oğlu Çelebi Mehmet kardeşi Musa Çelebi ile yaptığı taht savaşı sırasında 1414’de Gebze kadısı Fazlullah’ı Bizans İmparatoru II Manuel Palaiologos’a göndererek yardım istemiş, Trakya’ya geçmek için Bursa’dan hareket ederek Yoros’a gelmiş ve bir müddet burada konaklamıştır Daha sonra da İmparatorun gönderdiği gemiye binerek buradan Rumeli’ye geçmiştir İspanya Kralı’nın elçisi olan Ruy Gonzales de Clavijo Timur’un yanına gitmek için boğazdan bir yelkenli gemi ile geçerken burada gördüğü kalenin son derece bakımlı olduğunu, içerisinde askeri bir garnizonun bulunduğunu seyahat notlarında yazmaktadır Clavijo da kalenin eteğinde bir duvar bulunduğunu buradan muhtemelen karşı kıyıda bulunan harap olmuş kaleye bir zincir çekilme olasılığından da bahsetmektedir II Bayezıd (1481–1512) zamanında bu kaleyi onartmış, içine “Yoros Kalesi Mescidi” denilen bir ibadethane yaptırmıştır Bu sırada kale dizdarı olan Mehmet Ağa da bir hamam yaptırmıştır Başbakanlık Osmanlı Arşivindeki 28 Recep 984 (1576) tarihli bir belgede kale ile beraber buradaki cami, çeşme ve hamamın tamir edildiği yazmaktadır Alman gezgin MHeberer 1580’li yıllarda çıktığı gezisinde İstanbul’a da uğramış ve kitabında bu kalenin çok iyi bir durumda olduğunu yazmış ayrıca bir de gravürünü eklemiştir İnciciyan XVIII yüzyılın sonları ile XIX yüzyılın başlarında bu kalenin içinde 25 evlik bir mahalle bulunduğunu, muhafız olarak da bir dizdar ile 20 kişilik bir askerin burada görev yaptığını yazmaktadır Doğudan batıya doğru 500 m uzunluğundaki bu kale Karadeniz’e paralel bir arazi üzerinde yapılmıştır Kalenin genişliği 60–130 m arasında değişmektedir Kale aralarında tuğla hatılların bulunduğu kaba taş dizilerinden yapılmıştır Burada kullanılan taşların bir kısmı antik parçalar ve Bizans dönemine ait devşirme malzemedir Kalenin giriş kapısı tepenin üstünde, doğu tarafında yükseklikleri 20 m olan iki büyük burcun ortasındadır Kapının devşirme malzemeden mermerden bir çerçevesi vardır Üzerindeki tuğladan yapılmış olan hafifletme kemeri ise yıkılmıştır Bu kapı girişi Anadolu tarafından gelecek tehlikelere karşı hem dıştan, hem de içten örülerek kapatılmış ve kapı geçidi de kapalı bir mekân haline getirilmiştir Laurens’in 1847’de çizdiği bir resimde kapı geçidi üzerindeki mekânın burçlarla aynı seviyede olduğu, cephesinin yukarı kısmında da bir dizi halinde üç kemerin bulunduğu görülmektedir 1930’da çekilmiş bir fotoğrafta buradaki odanın kale içine iki pencere ile açıldığı görülmektedir Bu girişteki çifte kulelerin içleri dört kolu birbirine eşit olan haç şeklinde mekânlar bulunmaktadır Bu mekânların üzerlerine, farklı duvar yapısından anlaşıldığına göre daha geç bir devirde yükseltilerek birer kat ilave edilmiştir Doğuya birer pencere ile açılan bu üst katlar günümüzde yıkık bir durumdadır İki kule arasında kalan kapı geçidi üzerinde de bir katın bulunduğu ve buradan aşağıya “herse” denilen bir kafes kapının indiği anlaşılmaktadır Bu çifte burcun kapıya dönen yüzlerinde mermer işlenmiş bir haçı çevreleyen dairenin içinde “İesos Hristos Nika “ kelimelerinin baş harflerinden meydana gelen birer monogram bulunmaktadır Sonradan örülmüş olan büyük girişin iç tarafında, kapı kemerinin üst tarafına yerleştirilmiş mermer levhada “Hükümdarlara hükmeden hükümdarların hükümdarı” cümlesinin kısaltılması olan dört harfli bir monogram bulunmaktadır Bu cümle VIII Mikhael Palaiologos için söylenen bir söz olduğu düşünülürse, bu kalenin Onun tarafından Lâtin istilasının hemen arkasından bir daha böyle bir işgale uğramamak için yapılmış olduğu anlaşılmaktadır Güney duvarındaki siperli (kazamatlı) kısmın sonundaki kapı açıklığı gibi görünen kısım aslında küçük bir burcun kalıntısıdır İç mekânı, girişteki kuleler gibi haç biçimli dört kemerli ve üzeri tonoz örtülü olan bu küçük burç bilinmeyen bir tarihte yarısına kadar yıkılmıştır Kalenin yukarı kesimi bir duvarla bölünerek bir iç kale meydana getirilmiştir Bu duvarın iki ucunda birer kare burç, orta kısmında ise yarım yuvarlak bir kule vardır Bu yuvarlak kulenin üzerinde tuğladan harflerle meydana getirilmiş, çok harap durumda olduğu için okunamayan iki satırlık Grekçe bir yazıt bulunmaktadır Bu duvar ve burçlardaki duvar tekniği tamamen Bizans üslubundadır Allom’un gravürlerinde kulelerin üzerleri sivri külahlı çatı ile kaplı olarak yapılmıştır Kalenin güney cephesinin arka tarafındaki duvar siperler halinde inşa edilmiştir Bu duvarlar büyük olasılıkla kıyıya kadar iniyor ve bir liman ile birleşiyordu Kavak Kalesi (Beykoz) Sultan IV Murat’ın Anadolukavağı sahilinde yaptırdığı bu kaleden günümüzde hiçbir iz gelememiştir Anadolukavağı tarih boyunca Yoros ve Kavak kaleleri yüzünden önem kazanmış, ayrıca gümrük ve sınır kontrol noktası olarak ekonomik bakımdan bölgenin gelişmesini sağlamıştır Bazı yabancı tarihçiler tarafından Kavak Kalesi ile Yoros Kalesi karıştırılmaktadır Sahildeki Kavak Kalesi’ni Sultan IV Murat, Karadeniz’den 150 Şayka (birkaç top ve 40–50 savaşçı taşıyan, altı düz bir çeşit kazak kayığı) ile gelip Boğaziçi’nin Rumeli kesimini Yeniköy’e kadar yağmalayan Kazakların ani baskınından sonra 1624’de yaptırmıştır Evliya Çelebi’nin “Anadolu Kilidü’l-bahir kalesi” olarak söz ettiği sahildeki bu kalenin içerisinde dizdar dairesi, 80 civarında asker odası, 2 buğday ambarı ve bir mescidinin bulunduğunu yazmaktadır Yine Evliya Çelebi’ye göre kalenin kıbleye bakan tarafında demir giriş kapısının olduğu ve içinde 300 kadar asker ile 100 adet top bulunmakta idi Hüseyin Ayvansarayi’nin Hadîkatü’l Cevâmi isimli eserinde Sultan IV Murad’ın annesi Kösem Mahpeyker Valide Sultan’ın bu kalenin içine bir mescit yaptırdığı yazılıdır Sultan IAhmed döneminde bu kale yakın köylerdeki soyguncuların geceleri ateş yakarak Boğaz’a giren gemileri şaşırtıp karaya oturanları soydukları da bilinmektedir Bu nedenle de Sultan I Ahmet (1603–1617) bu tür olayları önlemek için kıyı boyunca yeni mahalleler kurdurmuştur Kıyıya yeni istihkâmlar yaptırdığı için de Kavak Kalesi önemini yitirmiş ve XIX yüzyılda ise tamamen ortadan kalkmış ve yerini sivil yerleşimler almıştır Anadoluhisarı Kalesi (Beykoz) İstanbul Boğazı ile Göksu (Aretas) Deresi’nin Boğaz’a karıştığı yedi dönümlük, denize doğru uzanan alanda bulunan bu kale çevreye ismini vermiştir Anadoluhisarı, ileri bir karakol olarak Yıldırım Beyazıt tarafından 1395 yılında yaptırılmıştır Kalenin bulunduğu alanda yapılan araştırmalarda daha eskiye yönelik kalıntılara rastlanmamıştır Yıldırım Beyazıt’ın bu kaleyi yaptırmasındaki amaç Boğaz geçişlerini kontrol altına almak ve Göksu Vadisi’ne girişi de önlemek idi Nişancı Mehmet Paşa tarihinde Güzelcehisar olarak ismi geçen bu kaleye Gözlücehisar ismi de yakıştırılmıştır Nişancı Mehmet Paşa tarihinde kalenin yapım tarihi 1394–1395 olarak belirtilmiştir Fatih Sultan Mehmet dönemi tarihçilerinden Tursun Bey buradan Yenihisar veya Yenicehisar olarak söz etmiştir Hoca Sadettin Efendi de buraya Akçahisar olarak değinmiştir Aşıkpaşazâde tarihinde bu kalenin yapılışı ile ilgili bilgiler bulunmaktadır: “Yıldırım Beyazıt, Kocaeli’nden geçerek, İstanbul’a doğru geldi (1390–91) ve Şile Kalesini alan Yahşi Bey’i gönderdi Sultan Boğazkesen üzerinde Güzelce Hisar adlı bir şato yaptırdı” Yıldırım Beyazıt ile Timur arasında 1402’de yapılan Ankara Savaşı’ndan sonra kale Osmanlı yönetiminde kalmıştır Bu dönemde Osmanlı Beyliği dağılma aşamasına geldiğinden Süleyman Çelebi Bizans’ın desteğini sağlamak amacı ile İstanbul’a yakın olan Kartal, Pendik gibi yerler Bizans’a geri verilmiş, ancak kalenin bu dönemdeki durumu bilinmemektedir Bazı kaynaklarda Süleyman Çelebi’nin bir süre burada kaldığı da belirtilmektedir Fatih Sultan Mehmet Rumelihisarı’nı yaptırırken Anadoluhisarı’nın çevresini de bir Hisarpeçe ile çevirmiştir Bu duvarın arkasına yerleştirilen toplar ile de Boğaz’dan geçen gemilere gerektiğinde ateş açılması sağlanmıştır İstanbul’un fethinden sonra bu kalenin işlevi bitmiş ve bir süre suçlu Yeniçeriler için hapishane olarak kullanılmıştır XVII-XVIII yüzyıllarda bir süre Boğaz’a yönelik kazak akınlarının önlenmesinde kullanılmış, daha sonra Boğaz girişindeki kale ve istihkâmların yapılması ile de önemini yitirmiştir XVI yüzyılda hisar ve çevresinde görevli askerlerin ve ailelerin yerleşmesi ile burası küçük bir mahalle konumuna gelmiştir Fatih Sultan Mehmet döneminde hisarın önüne küçük bir mescit yapılmış ve burası Anadoluhisarı Mescidi Mahallesi ismi ile eski kayıtlara geçmiştir Evliya Çelebi burada 1080 ev, 7 mektep, 20 dükkân, namazgâh ve mescitten oluşan bir mahalle olduğunu ve Üsküdar Subaşılığı’nın kontrolünde bulunduğunu yazmıştır Osmanlı İmparatorluğu’nun sonlarına doğru hisarın etrafı yalı ve saraylarla doldurulmuştur Anadoluhisarı Osmanlı mimarisinde kale mimarisine göre yapılmıştır İlk yapımında kare planlı bir kule ve bunu çevreleyen duvarlardan meydana gelmiştir O dönemde kalenin bulunduğu yer kayalık bir burun olduğundan denizin sur duvarlarına kadar geldiği sanılmaktadır Göksu Deresi’nin getirdiği alüvyonlar daha sonra arazi konumunu değiştirmiş, kalenin duvarlarının çevresi dolmuş ve kale iç kısımda kalmıştır Anadoluhisarı dört ayrı bölümden meydana gelmiştir Bunlar Asıl Kale (İç Kale), İç Kale duvarı, Dış Kale duvarı ve Dış Kale duvarındaki kulelerdir Asıl Kale bazı yerlerde toprakla düzleştirilerek kayalık üzerine oturtulmuştur Kare planlı ve oldukça yüksek bir yapıya sahiptir Duvarların üzerindeki kirişlere ait çukurlardan kalenin üç katlı bir şato görünümünde olduğu anlaşılmaktadır Üst örtüsünün ne şekilde olduğu tam olarak anlaşılamamıştır Melling’in gravürleri ile Pertusier Atlası’nda kurşun örtülü sivri külahlı olduğu görülmektedir İstanbul’a 1830 yılında gelen Thomas Allom’un gravürlerinde ise hisar çatısız olarak görülmektedir Bu da gösteriyor ki, kalenin külahı 1830 yılından önce yıkılmıştır Kalenin taş blok ve tuğlalardan oluşmuş duvar kalınlığı 2–3 m arasında değişmektedir Buraya yapılacak muhtemel bir saldırının kuzeyden gelme olasılığı göz önünde bulundurularak bu yöndeki duvarlar daha kalın tutulmuştur Giriş İç Kale duvarından birinci kata atılan asma bir köprü ile sağlanmıştır Ayrıca batı duvarlarına oyulan taş merdivenlerle zemine, ahşap merdivenlerle de üst katlara geçiş sağlanmıştır Sonraki yıllarda bu giriş değiştirilmiş, kalenin güney-batı duvarlarına yeni bir kapı açılmıştır Kalenin üst katında mazgallar ve istihkâm siperleri bulunmaktadır Sur duvarlarını içeriden 1,5 m genişliğinde bir yol çepeçevre dolaşmaktadır İç Kale duvarları 2–3 m kalınlığında olup, kuzey-batı ve kuzey-doğu köşelerinden Asıl Kale’ye bağlanmaktadır Ayrıca mazgallı duvarların köşelerine de dörder nöbetçi kulesi yerleştirilmiştir İç Kale’den sonra yapılmış olan Dış Kale duvarları tamamen kesme ve moloz taştan yapılmıştır Duvar örgü sistemini büyük taş dizilerinin aralarına dizilen küçük taşlar oluşturmuştur İç Kale duvarlarına göre daha ince olan Dış Kale duvarları İç Kale’ye güney-doğu ve kuzey-doğu köşelerinden bağlanmıştır Mazgallı korkuluklarla sonuçlanan Dış Kale duvarlarının üç köşesine de silindirik, yarım yuvarlak ve at nalı biçiminde üç kule yerleştirilmiştir Dış Kale duvarlarında bulunan kuleler kendi aralarında at nalı, yarım yuvarlak ve silindirik olmak üzere üç tanedir At nalı şeklindeki kulelerin çapı 475 m olup, kalınlığı 2 m dir Büyük olasılıkla denizi kontrol altında tuttuğundan ötürü de bu duvarlara mazgallar yerleştirilmiştir Buna benzer olan yarım yuvarlak kule 7,5 m çapında olup, ahşap kirişlerle dört kata ayrılmıştır Ahşap merdivenlerin birbirine bağladığı katlarda mazgal delikleri, iç kısımlarda ise dikdörtgen ve yarım daire şeklinde kapı ve pencere izleri görülmektedir Bu kulelerin eteklerinde taş tuğla sıraları ile aralarındaki balık kılçığı biçiminde tuğla örgüler dikkati çekmektedir Surun kuzey köşesinde kayalık tepe üzerinde bulunan mazgallı, silindirik kule ise 6 m çapında ve üç katlıdır Cumhuriyetin ilanından sonra Anadoluhisarı İstanbul Belediyesi tarafından onarılmış, bu arada ortasından geçirilen Üsküdar-Beykoz karayolu kalenin bir bölümünün yıkılmasına ve özelliğini kısmen de olsa yitirmesine neden olmuştur Bu yol yapımı sırasında çevresindeki kaleye bitişik evler kamulaştırılarak yıkılmış ve kalenin kalan kısımlarının orta Günümüzde Kültür ve Turizm Bakanlığı yönetimindeki Hisarlar Müzesi Müdürlüğü’ne bağlıdır Bakanlık tarafından 1992–1993 yıllarında acil onarımları yapılmıştır Boğazkesen Kalesi (Rumeli Hisarı) (Sarıyer) İstanbul Sarıyer ilçesinde, Boğaz’ın en dar ve akıntılı yerinde Anadoluhisarı’nın tam karşısında bulunan bu kale Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un fethinden önce, 30000 m2’lik bir alana yapılmıştır Hisarın yapımına 1451–1452 yıllarında başlanmıştır Rumeli Hisarı Boğaz’ın en dar ve akıntılı yerinde Yıldırım Beyazıt’ın yaptırmış olduğu Anadolu Hisarı’nın tam karşısında yapılmıştır Kalenin yapılmasındaki amaç, İstanbul kuşatması sırasında Karadeniz’den gelecek yardımları önlemek idi Nitekim 1452 yılında buradan geçen ve yapılan ikazlara aldırmayan Kaptan Antonio Rizo kumandasındaki bir Venedik kalyonu batırılmıştır Fatih Sultan Mehmet bu kaleyi yaptırarak kuşatma sırasında arkasını da emniyete almayı düşünmüştür Fatih Sultan Mehmet’in vakfiyesinde bu hisarın ismi Kule-i Cedide, Neşri tarihinde Yenice Hisar, Aşıkpaşa ve Nişancı tarihlerinde de Boğazkesen Hisarı olarak geçmiştir Tarihçi Dukas’tan öğrenildiğine göre; Fatih Sultan Mehmet 1451 kışının başında egemenliği altındaki yöneticilere gönderdiği emir ile bölgelerindeki bütün usta ve işçilerin burada toplanmasını istemiştir Hisarın yapımına 1452 yılı Mart ayının sonunda başlanmış ve 139 gün gibi çok kısa bir sürede bitirilmiştir Kalenin yapılmasına başlanması üzerine Bizanslılar kaleyi ele geçirmeyi düşünmüşlerse de Fatih Sultan Mehmet onlara gönderdiği haberle kaleyi Karadeniz ile Akdeniz arasındaki korsanlara karşı yaptırdığını belirtmiştir Bizans askeri yönden de zayıf olduğundan kalenin yapılmasına göz yummuştur Kalenin yapımda kullanılan keresteler İzmit ve Karadeniz Ereğlisi'nden; taşlar Anadolu'nun değişik yerlerinden ve devşirme mimari parçalar çevredeki harap Bizans yapılarından elde edilmiştir Rumeli Hisarı üçü büyük biri küçük dört kule ve bunları birbirlerine bağlayan sur duvarlarından meydana gelmiştir Kulelerden deniz kıyısında olanı Çandarlı Halil Paşa, kuzeydeki Saruca Paşa, güneydeki de Zağanos Paşa tarafından yaptırılmıştır XVIII yüzyılda İstanbul’a gelen gezgin Tournefort bu kulelerin üzerlerinin kurşun külahlarla kaplı olduğunu belirtmiştir Ayrıca Melling’in yapmış olduğu gravürlerde de aynı şekilde kulelerin üzerinin sivri birer külahla örtülü olduğu gösterilmiştir Sonraki yıllarda yapılan Allom’un gravürlerinde ve Miss Pardoe’nin gravürlerinde bu külahlara değinilmemiştir Rumeli Hisarı’nın Dağ Kapısı, Hisarpeçe Kapısı, Dizdar Kapısı ve Sel Kapısı denilen dışarıya açılan dört ana kapısı bulunmakta olup, bir de Meyyit Kapısı (Cenaze Kapısı) bulunmaktadır Kuleleri birleştiren surlardaki seğirdim yollarına on sekiz yerden merdivenlerle çıkılmaktadır Çandarlı Halil Paşa Kulesi on iki köşeli, içeriden sekiz katlıdır Kulenin içerisi yuvarlak olup, dış çapı 2380 m duvar kalınlığı 7 m yüksekliği de 35 m dir Kulenin giriş kapısı iç avluya açılmaktadır Kulenin dışarısında satrançlı kufi yazı ile Allah ve Muhammed yazılıdır Bu kulenin önünde Hisarpeçe denilen ayrı bir sur duvarı ve bir de kapısı bulunmaktadır İlk yapımında Hisarpeçe önünde bir iskele olduğu sanılmaktadır Kıyıdan bakıldığında sol tarafta, deniz seviyesinden 57 m yüksekliğindeki Zağanos Paşa Kulesi bulunmaktadır Kesme taştan yuvarlak olan bu kulenin çapı 2670 m dir Kule ortasındaki yuvarlak ve boş alan 1470 m çapında 25 m yüksekliğinde, duvar kalınlığı da 7 m dir İçten dokuz katlı olan kulenin katları ahşap olduğundan günümüze gelememiştir Her katta duvarların içerisine beşik tonozlu hücreler yerleştirilmiştir Üst kısımda ise burcu çevreleyen bir devriye yolu bulunmaktadır Kulenin korkulukları mazgallıdır Kuleye ilk girişte helezoni bir merdivenle doğrudan doğruya dördüncü kata çıkılmaktadır Kulenin kuzeyinde Dağ Kapısı, doğusunda da Sel Kapısı bulunmaktadır Kulenin ana duvarında Arapça yapım tarihlerini belirten iki kitabe bulunmaktadır Kitabelerde kuleyi yaptıran Zağanos Paşa’nın ismi yazılıdır Kitabe: ”Bu sarp ve yüksek kalenin inşaasını Sultanü’azâm ve Hakan el-muazzam Muhammed bin Murad Han emretti: O’nun memleketi ve kulu ve mükerrem veziri Zağanos Paşa bin Abdullah hakkındaki lûtfu ilânihaye payidar olsun856 senesi Recep ayında tamam oldu h 856 (1452)” Deniz kıyısından bakıldığında sağ tarafta bulunan Saruca Paşa Kulesi denizden 43 m yüksekliktedir Kulenin dıştan çapı 2380 m orta boşluğunun çapı 980 m duvar kalınlığı da 7 m dir Kulenin tüm yüksekliği 28 m dir Kule içerisinde bulunan ahşap katlar günümüze gelememiş, ancak duvarlar üzerindeki izlerden her katta bir ocak bulunduğu anlaşılmaktadır İçerisindeki katları belirten izler Zağanos Paşa Kulesinde olduğu gibi burada da görülmektedir Kulenin yapımından sonra buraya bir kitabelik konulmuş ancak kitabe yazılmamıştır Saruca Paşa Kulesi ile Zağanos Kulesi ve Halil Paşa kuleleri arasındaki arazi eğimli ve inişli çıkışlı olduğundan sur duvarları da buna uydurulmuştur Ayrıca Saruca Paşa ile Zağanos Paşa kuleleri arasında beş küçük burç bulunmaktadır Kale, İstanbul’un fethinden sonra Boğaz’ın kontrolünü üstlenmiş, sonra da hapishane olarak kullanılmıştır İşkodra Seferi sonrasında gözden düşen Vezir Gedik Ahmet Paşa bir süre burada hapsedilmiştir Rumeli Hisarı 1509 depreminde zarar görmüş ve sonra onarılmıştır XVIII yüzyılın ikinci yarısında yangın geçirmiş, Sultan III Selim zamanında (1789–1807) onarılmış ve kendi haline bırakılmıştır Bundan sonra halkın kale içerisine yerleşmesine izin verilmiştir Önceleri yalnızca kale dizdarı ve muhafızların oturduğu avludaki evlere yeni ilaveler yapılmış ve burası yerleşime açılmıştır Fatih Sultan Mehmet devrinde küçük bir mescit yapılmış, ancak zamanla harap olmuştur Günümüzde bu mescidin bulunduğu yerde sahne platformu bulunmaktadır Yalnızca mescidin minaresi ayaktadır Caminin bulunduğu yerin altında ise büyük bir su sarnıcı, avlunun çeşitli yerlerinde de üç ayrı çeşmesi vardır Evliya Çelebi biraz abartılı olarak burada 150 ev olduğundan bahsetmiştir XIX yüzyılın ikinci yarısında kale içerisinde “Hisariçi Mahallesi” kurulmuştur Bu mahalle 1953 yılında yapılan kalenin restorasyonu sırasında kamulaştırılarak yıkılmıştır Yedikule Hisarı (Fatih) İstanbul Fatih ilçesinde bulunan Yedikule Hisarı Bizans İmparatoru IITheodosios (408-450) döneminde yapılan Bizans kara surlarının en önemli giriş kapısı olan Porta Aurea (Altın Kapı) arkasında İstanbul’un fethinden dört yıl sonra 1457-1458 yıllarında Fatih Sultan Mehmet tarafından İç Kale olarak yaptırılmıştır Altın Kapı’nın iki pilonu ve aynı sıradaki iki burcundan yararlanılarak üç kulesi olan bir sur eklenmiş ve beşgen şeklinde yedi kuleli bir kale meydana getirilmiştir Kalenin yapımı sırasında Bizans surlarının üç geçidi kapatılmış ve önündeki köprü de yıkılmıştır Buradaki Altın Kapı önünde bulunan kabartma plakalardan 12 tanesinin 1620 yılına kadar yerinde durduğu İngiliz Elçisi Sir ThRoe’den öğrenilmektedir Bir süre sonra da kaybolan bu plakaların ne olduğu bilinmemektedir Semte ismini veren Yedikule Hisarı düz bir arazide beşgen bir kale olarak yapılmış, üç köşesine üzerleri yüksek pramidal külahlarla örtülü üç büyük kule eklenmiştir Bu kulelerin arası yarım yuvarlak ve biri de köşeli altı küçük burç ile takviye edilmiştir Ayrıca Altın Kapı’nın dışında kule ile korunan bir kapı ve onun kuzeyine de küçük bir kapı daha eklenmiştir Bu küçük kapının üzeri sonradan örülerek kapatılmıştır Büyük kulelerden kuzeydoğudaki yuvarlak olanı ”Hazine veya Darı”, güneydoğudaki “ Kız (Top) Kulesi”, ortadaki prizma şeklindeki ise “Zından Kulesi” olarak isimlendirilmiştir Bu kule bir süre hapishane olarak kullanıldığından buradaki tutukluların duvarlara yazdığı yazılardan ötürü de “Kitabeler Kulesi” olarak anılmıştır Kule içten 13 m çapında, dıştan sekiz kenarlı poligonal şekildedir İçerisi ahşap kirişlere tutturulmuş katlara ayrılmıştır En üst katta mazgallı bir devriye yolu vardır Dik bir merdivenle çıkılan kulenin üzerinde bir sahanlık, buradan da ayrı bir merdivenle diğer katlara inilmektedir Bu kulenin yapımına Sultan III Ahmet (1703–1730) zamanında başlanmış ve Sultan III Osman (1754–1757) zamanında tamamlanmıştır Kulenin dış duvarlarındaki onarım kitabesinde h 1163 (1749) tarihi ile “Mâşâllâhı te’âlâ-Yüce Tanrının izniyle” yazılıdır Güneydeki “Küçük Kule” adı ile tanınan burç 1766 depreminde yıkılmış ve daha sonra yenilenmemiştir Günümüzde bu burca ait kalıntılar hendek seviyesinde görülmektedir Giriş kapısının üzerindeki “Bayrak Kulesi”nin iki tarafında muhafız odaları bulunmaktadır Bu kulenin duvar kalınlığı 5 m olup, yuvarlak mekânın çapı ise 950 m dir Kulelerin içerisine kapılardan girilmektedir Buradaki geçitlerden rampa ve merdivenlerle kulenin katlarına çıkılmaktadır Fatih Sultan Mehmet’in vakfiyesinden öğrenildiğine göre; kalenin yapımını bitirdikten sonra içerisine dikdörtgen planlı, ahşap çatılı küçük bir mescit eklemiştir Mescit 1813 yılında onarılmış, 1905 yılında yıkılmış, yakın tarihlere kadar da minare kaidesi gelebilmiştir Darüssaade Ağası Beşir Ağa bu mescidin yanına bir sıbyan mektebi yaptırmıştır Mescidin yanındaki kitabesiz çeşme de yakın tarihlerde onarılmıştır Sonraki yıllarda buraya yapılan evlerle Yedikule Hisarı bir mahalle konumuna gelmiştir Yedikule Hisarı 1700’lü yıllarda onarılmış, 1754 depreminde poligonal kule yıkılmış ve yeni baştan yapılmışsa da 1766 depreminde yine zarar görmüştür Yedikule zindan olarak kullanılmış, Aksaray ile Yedikule’yi de kapsayan 1782 yangınında çevresindeki yapılarla birlikte yanmış ve içerisindeki tutuklular da yanarak ölmüştür Beşgen plân şemasıyla Bizans üslûbundan tamamen uzaklaşan bu kale Osmanlı askeri mimarisinin bir örneğidir Kuleler arasında düz satıhtaki duvarlar burada geçecek bir savaşta savunma gücünü kolaylaştırmayı sağlamakta olup devriye yollarını kesintiye uğratmamaktadır Üçgen şeklindeki ara kulelerin sivri uçları dışarıya doğru olup devriye yollarından üç metre yüksekliktedir Devriye yolları dışa doğru 080 m kalınlığında ve 220 m yüksekliğinde mazgallı bir siper ile korunmakta idi Bu mazgallı siperler Osmanlı devrinde zaman- zaman tamir ve takviye edilmişlerdir Yedikule hisarı Fatih Sultan Mehmet döneminden itibaren uzun süre Osmanlı hazinesinin muhafazası için de kullanılmıştır III Murad’ın hekimbaşısı olan Dominico’nun hatıratında 250 asker tarafından korunan kulelerden birinde külçe altın para, diğerinde silah, zırhlar, kıymetli eyer ve at koşumları, öbür kulelerde ise eski armalar, antika eşya resmi devlet evrakı korunuyordu Yavuz Sultan Selim’in İran seferinden getirip burada muhafaza ettiği ganimetler ise daha sonra III Murad zamanında Topkapı Sarayı’na taşınmıştır Yedikule hisarının içindeki garnizonda bir dizdar (kale muhafızı),dizdar yardımcısı,6 komutan ve 50 askerlik bir yönetim kadrosu bulunuyordu Bu personelin ikamet etmesi için de hisarın içinde bir dizdar evi ile 12 asker evi vardı Günümüze bu barınaklardan ve askeri depolardan hiçbir kalıntı gelmemiştir Bizans devrinde Altın Kapı’nın yanındaki Pilon zindan olarak kullanıldığında birçok siyasi mahkûm burada hapsedildiği gibi öldürülmüştür de Burası Fatih tarafından kaleye döndürüldüğünde de bu işlev devam etmiştir II Mahmut zamanında (1808–1839) kalenin hapishane olarak kullanımına son verilmiştir Yapılışından 9 gün sonra Çandarlı Halil Paşa ve oğulları Zaganos Paşa ve bazı ulemanın onun fethe karşı olduğu ve gizlice Rumlarla mektuplaştığı iddiasıyla Fatih Sultan Mehmet tarafından önce görevinden azledilmiş sonra burada kırk gün kadar hapsedilmişlerdir Fatih Sultan Mehmet’in, babası II Murad’ın kendisi lehine tahttan feragat etmesinden sonra, Çandarlı Halil Paşa’nın II Murad’ı tekrar tahta geçmesi için ikna etmesinden dolayı Halil Paşa’ya bir kırgınlığı vardı Ayrıca Lalası olan diğer vezirlerden Zagonos Paşa’da henüz çocuk yaşta olan Fatih’in ilk iktidar senelerinde oldukça nüfuzlu idi Bu da Çandarlı’nın son derece rahatsız olduğu bir konu idi Çandarlı İstanbul’un fethine de fikren karşı olmasına rağmen fetihte Fatih’in yanında yer almış ve ona büyük destek sağlamıştır Çandarlı’nın Yadikule’de idam edildiği iddiası ise açıklık kazanmamıştır Bir kısım tarihçiler bu idamın Edirne’de gerçekleştiğini ileri sürmektedirler Çandarlı’nın oğulları ise daha sonra serbest bırakılmıştır Cesedi daha sonra oğlu İbrahim Paşa tarafından İznik’e getirilir ve İmaretinin karşısındaki türbesine gömülür Çandarlı Halil Paşa Osmanlı tarihinde ilk idam edilen sadrazamdır Paşa’nın idamından sonra bütün servetine el konulmuşsa da II Bayezid devrinde malları çocuklarına iade edilmiştir 1461’de Osmanlı topraklarına katılan Trabzon Rum İmparatorluğu’nun son imparatoru olan David Komnenos ve oğulları 1463’de burada idam edilmişlerdir Fatih Sultan Mehmet’in vezirlerinden Mahmut Paşa görevinden 1474’de alındığında bu kalede bir süre tutuklu olarak kalmıştır 1474’de Yavuz Sultan Selim’in hilâfeti devralarak İstanbul’a getirdiği son Abbasi Halifesi III Mütevekkil de burada hapsedilmiştir Kalenin orta yerinde bulunan kuyu birçok idama sahne olduğu ve ölümlerin bu kuyunun yanında gerçekleşmesinden ötürü “Kanlı Kuyu “ adı ile anılmaktadır Burada meydana gelen en acı olay ise 1622’de tahtından indirilen Genç Osman’ın öldürülmesidir Kapıkulu askerleri ile Yeniçerilerin başlattıkları isyanda, isyancıların istediği ulemanın başlarını onlara vermeyen Genç Osman dört gün süren bu isyanı bastıramamış, sarayı basan yeniçeriler önce I Mustafa’yı Harem’deki dairesinden çıkarıp divanhaneye götürmüşler ve arabuluculuk yapmak isteyen Dilaver Paşa ile Süleyman Ağayı parçalayarak orada öldürmüşlerdir Genç Osman I Mustafa’nın tahta çıkarıldığını öğrenince ilk önce askere para dağıtarak onları ikiye bölmek istemiş, bu iş için de Ohrili Hüseyin Paşa ile Yeniçeri Ağası Kara Ali’yi görevlendirdi ise de isyancıları durduramamıştır Ali Ağa genç padişahı Ağa Kapısı’ndaki kendi dairesinde sakladı ise de isyancılar 20 Mayıs sabahı burayı basan isyancılar Genç Osman’ı avluya çıkartarak Sadrazam Ohrili Hüseyin Paşa’yı parçalayarak öldürmüşlerdir Bu arada II Mustafa’nın alelacele cülus töreni yapılmış, Genç Osman bir pazar arabasına bindirilerek Yedikule’ye götürülerek orada idam edilmiştir Daha sonra cenazesi saraya götürülmüş ve I Ahmet türbesine gömülmüştür Yedikulehisarı hapishane olarak kullanıldığı dönemde bir takım yabancı uyruklu elçi ve prenslere de ev sahipliği yapmıştır Bunların içinde en önemlileri Venedik asilzadesi Stephanus Alberti (1607),Julius Ardrea Virasina (1600), Fransız Konsolosu Jean de la Haye (1660), Elçi Ruffin, İstanbul Ermeni Patriği Avedik (1703), Eflâk Prensi Constantin Brancoveanu (1714), Rus Elçisi Kont Aleksi Oberskov (1787) , Sadrazam Kara Davud Paşa (1622), Baş Mimar Kasım Ağa (1651), Girit Fatihi Deli Hüseyin Paşa’dır Deli Hüseyin Paşa’nın Altın Kapı önünde 1660’daki idamından sonra kendisi ve ailesinin buraya gömüldüğü iddia edilirse Yedikule’nin restorasyonu sırasında bu mezarlara rastlanmamıştır Yabancı elçiler burada geçirdikleri tutukluluk süresinde avluda dolaşmak izinleri vardı hatta kale içinde yapılmış evlerde bile kalabiliyorlardı XVIII yüzyılda İstanbul’a gelen gezgin JGrelot gezi notlarında buradaki Hıristiyan tutukluların ibadetleri için dışarıdan rahip getirildiğini ve bir de küçük şapel inşa edildiğini yazmaktadır Bu şapelden XIX yüzyıl başlarında Yanya’da Fransız Konsolosu iken tutuklanarak buraya getirilen Poucqueville de bahsetmektedir Ayrıca bu konsolos hatıratında tutukluların savaş esiri değil de rehin muamelesi gördüklerini yazmaktadır Yedikule’nin 1831’de zindan olarak kullanılmasına son verilmiş, Topkapı Sarayı önündeki Aslanhane’ye ait heykeller buraya getirilmiştir Bundan sonra kale ve Altın Kapı bir kez daha onarılarak Baruthane olarak kullanılmıştır 1878’de Maarif Nezaretine tahsis edilmiş ve içerisine kız okulu yapılmış ancak, buradaki eğitim fazla sürmemiş ve 1895’te Müze-i Hümayun’a bağlanmıştır Kale içerisindeki toplar da Askeri Müze olarak kullanılan Aya İrini’nin bahçesine götürülmüştür Harbiye’deki Askeri Müze açıldıktan sonra bu toplar oraya taşınmıştır Yedikule Hisarı ve Altın Kapı’nın son onarım ve restorasyonu YMimar Cahide Tamer tarafından 1958–1970 yılları arasında yapılmıştır Bundan sonra Hisarlar Müzesi Müdürlüğü’ne bağlı olarak 1985’te ziyarete açılmıştır Günümüzde Yedikule kültür ve sanat merkezi olarak kullanılmakta olup, STİ Vakfı’na tahsis edilmiştir __________________
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|
|