Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
osmanlı, tarihi

'Osmanlı Tarihi'

Eski 10-07-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

'Osmanlı Tarihi'



Osmanlı Beyliğinin Kuruluşu

Osman Bey, Oğuz aşiretlerinin ittifakıyla başa geçtikten sonra, siyasî ve dinî bakımdan Anadolu'nun en itibarlı ve nüfuzlu tarikatlerinden Ahilerin mühim bir şahsiyeti olan Şeyh Edebali'nin kızı ile evlenerek, gücünü artırmış idi Bundan sonra Osman Gazi, Bizans'a karşı genişleme politikasını uygulayarak, İnegöl, Karacahisar ve Yarhisar'ı ele geçirdi ve bölgenin mühim merkezlerinden olan Bilecik'i alarak, burayı beyliğin merkezi yaptı (1299) Bu tarih devletin kuruluş tarihi olarak kabul edilir Selçuklu Sultanı III Alaaddin Keykubad'ın İlhanlı Hükümdarı Gazan Han'ın kuvvetleri tarafından tutulup, İran'a götürülmesi üzerine Selçuklu ümerasından bazıları ve bölgedeki Türkmen beyleri Osman Bey'e teveccüh göstermiş; Oğuz an'anesine göre onun hâkimiyetini tanımayı kabul etmişlerdir Nitekim Oğuz beyleri Oğuz Han töresine göre tertip edilen bir törende Osman Bey'in önünde diz çökerek, onun verdiği kımızı içmek suretiyle tâbiyetlerini sunmuşlardır Ancak henüz küçük bir beylik durumundaki Osmanoğullarının, şeklen de olsa bu dönemde, İlhanlı hâkimiyetini tanıdıkları bilinmektedir Osman Gazi, beyliğini ilân ettikten sonra idaresi altındaki bölgeleri beş kısma ayırarak buraları güvendiği ve savaşlarda yararlık gösteren kimselere tevcih etti Oğlu Orhan'a Sultanönü, büyük kardeşi Gündüz Bey'e Eskişehir'i, Aykut Alp'e İn-önü'yü, Hasan Alp'e Yarhisar'ı ve Turgut Alp'e de İnegöl'ü verdi Diğer oğlu Alaaddin'e ise şeyh Edebali'nin emin ve nazırlığında, ailenin geçimi için, Bilecik ve havalisinin gelirleri tahsis edildi1302'de Bursa tekfurunun liderliğinde birleşen Rum tekfurlarının Koyunhisar (Bafeon) savaşında ağır bir mağlûbiyet tatmaları, Osman Bey'in Bursa ve Kocaeli taraflarına akınlar yapmasını oldukça kolaylaştırmıştı Bir taraftan Bursa öte taraftan İznik Türk kuşatması altında tutuluyordu Ancak yaşlılık sebebiyle Osman Bey, fetihler için oğlu Orhan'ı görevlendirmişti Nitekim 1324 yılında Osman Bey vefat etti ve oğlu Orhan Bey Osmanlı tahtına çıktı










Orhan Bey, 1326 yılında Bursa'yı, uzun süren kuşatmanın ardından, ele geçirince babasının vasiyetini yerine getirerek, Osman Gazi'nin naaşını Bursa'ya nakletti ve burayı devletin yeni merkezi yaptı Orhan Bey'in komutanlarından Akçakoca ve Karamürsel ise İstanbul kıyılarına kadar akınlarda bulunuyorlardı Bu fetih ve akınlardan telâşlanan Bizans İmparatoru Andranikos büyük bir ordunun başında Osmanlılara karşı harekete geçtiyse de Maltepe (Palekanon) Savaşı'nda ağır bir yenilgi aldı (1329) Bu zafer, İznik ve İzmit'in ele geçirilmesini kolaylaştırmıştır Rumeliye Geçiş; Karasi Beyliğinde başlayan taht mücadelelerinden istifade eden Orhan Bey, Balıkesir ve civarını topraklarına katarak, ileride gerçekleşecek olan Rumeli fetihleri için mühim bir mevkiye sahip olmuştur Nitekim Karasi Beyliğinin deniz gücü ve Hacı İl Bey, Evrenos Bey gibi değerli komutanlar artık Osmanlıların emrine girmişlerdir Bizans içindeki taht kavgaları ve Bulgar-Sırp saldırıları karşısında, gittikçe güçlenen Osmanoğullarından yardım isteyen Kantakuzen'in talebi üzerine Orhan Bey'in oğlu Süleyman, bir orduyla Rumeli'ye geçti (1345) Edirne'yi kuşatan Bulgar-Sırp kuvvetlerini bozan Süleyman Paşa bu zaferin karşılığında Gelibolu'daki Çimpe Kalesi'ni Bizans'tan aldı Böylece Osmanlılar ilk kez Rumeli yakasında bir üs elde etmiş oluyordu (1356) Süleyman paşa Gelibolu'nun ardından Tekirdağ'a kadar olan bölgeleri de ele geçirerek buralara Anadolu'dan getirilen Türkmenleri yerleştirdi Böylece Rumeli'de de Türkleşme hareketi başlamıştır Süleyman Paşa'nın ölümünden sonra Rumeli'deki fetihler için kardeşi Murat Bey görevlendirildi (1359) Ancak 1362'de babası Orhan Bey'in de ölümü üzerine Murat Bey, Bursa'ya döndü ve Osmanlıların 3 hükümdarı olarak tahta çıktı (1362)





Rumeli ve Balkanlarda Fetihler; IMurat (Hüdavendigar) önce tahtta hak iddia eden kardeşlerini bertaraf etmekle işe başladı ve bu arada elden çıkan Ankara'yı yeniden aldı Anadolu'da birliğin sağlanmasının ardından Murat Hüdavendigar, inkitaya uğrayan Rumeli ve Balkanların fethine yöneldi Bu sırada Balkanlar karşıklık içindeydi Bir taraftan Sırp Hükümdarı Düşan'ın ölümü ile Sırplar arasında iç mücadeleler şiddetlenmiş, öte yandan Macar Kralı Layoş, Balkanlarda Ortadokslara olan baskıları artırmıştı Evrenos ve Hacı İl Bey komutasındaki kuvvetler bu durumdan da yararlanarak Keşan'dan Dimetoka'ya kadar olan yerleri fazla bir mukavemet görmeden ele geçirmişlerdi Sazlıdere Zaferi ile Edirne ve Filibe, Lala Şahin Paşa tarafından fethedildi (1363/4) Bu savaşlarda Bulgarların yanında yer alan Bizans barış yapmak zorunda kaldı Türk ilerleyişini durdurmak isteyen Macar, Bulgar,Sırp ve Ulahlardan müteşekkil bir Haçlı ordusu Macar Kralı Layoş'un liderliğinde Edirne üzerine yürüdü Ancak Meriç sahilindeki Sırp Sındığı denilen mevkiide, kalabalık Haçlı ordusunu hazırlıksız yakalayan 10 bin kişilik kuvvetiyle Hacı İl Bey, büyük bir bozguna uğrattı (1364) Sırp Sındığı zaferiyle Osmanlılar, Balkanlardaki fetihlerine hız verdiler ve bunu kolaylaştıracağı için Osmanlı başkenti Bursa'dan Edirne'ye nakledildi Fetihler karşısında çaresiz kalan Bulgarlar Türk himayesini kabul etmek zorunda kaldılar (1369) Çirmen Zaferi ile (1372) Batı Trakya ve Makedonya'nın bir kısmı Osmanlı hâkimiyetine girdi ve Selanik ile Köstendil'in de ele geçirilmesinin ardından Sırp Kralı Lazar, vergi verip, gerektiğinde asker göndermek şartıyla Osmanlılarla barış anlaşması imzaladı(1374) Yaklaşık on yıl süren mücadelede, Rumeli ve Balkanlarda fethedilen bölgelere Anadolu'dan mütemadiyen Türk nüfus kaydırılarak bölgede demografik dengeler Osmanlılar lehine değiştirilmeye başlanmıştı Bu tarihten sonra bir müddet Balkanlardaki fetihlere ara verilmiş ve Anadolu'da Türk birliğini sağlamlaştırmaya yönelik düzenlemelere geçilmiştir Bu maksatla I Murat, oğlu Bâyezid'i Germiyan beyinin kızı ile evlendirmiş; Tavşanlı, Emet ve Simav gelinin çeyizi olarak Osmanlılara verilmiştir Aynı şekilde Akşehir, Yalvaç, Beyşehri gibi bazı şehir ve kasabalar Hamidoğulları'ndan para karşılığı satın alınmış, Candaroğullar da Osmanlı hâkimiyetine girmişti Artık Osmanlıların karşısında tek bir güç kalmıştı; Karamanoğulları
Alaaddin Ali Bey, Osmanlıların yeniden Balkanlara yönelmesini de fırsat bilerek, harekete geçmiş ancak I Murat Konya önlerinde Karamanoğullarını yendiğinde Karaman beyi af dilemek zorunda kalmıştır(1387)





Murat Hüdavendigar'ın yeniden Rumeli'ye yönelmesiyle birlikte Niş ve Sofya da dahil olmak üzere bütün Bulgaristan fethedildi(1385/88) Timurtaş Paşa'nın Sırp kuvvetleri tarafından baskına uğratılıp, yenilmesi üzerine cesaretlenen Bulgar, Leh, Çek ve Macar kralları da Sırpların yanında yer aldılar Fakat Çandarlı Ali Paşa, Bulgar Kralı Şişman'ı esir alarak Bulgarları bu ittifakın dışına attı Buna rağmen Haçlı ordusu ilerleyişini sürdürünce, I Murat ordusunun başına geçerek düşmanı Kosova'da karşıladı IMurat'ın oğulları Bâyezid ve Yakup'un da yer aldığı Osmanlı birlikleri büyük bir zafer kazandı Sırp Kralı Lazar ve oğlu esir edilmiş, düşman kuvvetlerinin büyük bir kısmı imha olmuştu (20 haziran 1389) Fakat IMurat savaş meydanını gezerken bir Sırp tarafından hançerlenerek şehit düştü Bunun üzerine Sırp kralı da Osmanlı askerleri tarafından öldürüldü Osmanlılar için Balkanlarda tutunabilmek yolunda ölüm kalım savaşı olarak görülen IKosova Zaferi Sırplar tarafından asla unutulmamıştır Günümüzde dahi masum Müslüman halka yönelik vahşetin arkasında bu mağlûbiyetin ezikliği ve intikam hissi yatmaktadır

Anadolu'da Türk Birliği'nin Sağlanması; I Murat'ın şehit edilmesinin ardından oğlu Bâyezid, devlet adamlarının ittifakıyla hükümdar ilân edildi Babasının ölümünü fırsat bilen Anadolu'daki beyliklerin Osmanlılar'a bıraktığı toprakları yeniden ele geçirmek maksadıyla harekete geçtiklerini haber alan Bâyezid, süratle Anadolu'ya döndü 1390 yılında Germiyan, Aydın, Menteşe ve Saruhan beylikleri ortadan kaldırıldı Ertesi yıl Hamidoğulları Beyliği toprakları ele geçirildi ve bu beyliklerin yer aldığı topraklarda Anadolu beylerbeyliği adıyla idarî bir ünite oluşturuldu Ardından Osmanlıların en önemli rakip olarak gördüğü Karaman Beyliğine yönelen Yıldırım Bâyezid, Konya'yı kuşattı Alaaddin Ali Bey'in barış talebi, Beyşehir ve çevresinin Osmanlılara bırakılmasıyla kabul edildi(1391) Fakat Yıldırım Bâyezid'in Mora ile ilgilenmesini fırsat bilerek Ankara Sancak Beyi Sarı Timurtaş Paşa'yı esir alması üzerine, Yıldırım Bâyezid, Alaaddin Bey'e kesin bir darbe vurmaya karar verdi Anadolu'ya geçen Yıldırım, üç gün süren savaşın ardından ele geçirilen Alaaddin Bey'i ortadan kaldırdı ve toprakları Osmanlılara ülkesine dahil edildi(1397) Karamanoğlu tehlikesinin bertaraf edilmesiyle, Anadolu'da Osmanlılara direnebilecek en güçlü devlet olarak Kadı Burhaneddin devleti kalmış idi Daha 1392 yılında, Kadı Burhaneddin'in müttefiki durumundaki Candaroğlu Süleyman anî bir baskınla öldürülüp beyliğin Kastamonu şubesi ortadan kaldırılmıştı (1392) Ardından, ertesi yıl Amasya ve Merzifon civarı Osmanlı hâkimiyetine alınmıştı Kadı Burhaneddin'in 1398'de Kara Yülük tarafından öldürülmesi üzerine, ona bağlı Sivas, Tokat, Kayseri, Malatya gibi şehirler birer birer ele geçirildi Böylece Fırat'ın batısında kalan Anadolu toprakları Osmanlı sancağı altında birleştirilmiş oluyordu










Yıldırım Bâyezid'in İstanbul Kuşatması ve Balkanlardaki Fetihleri Yıldırım Bâyezid'in Karaman seferine anlaşma gereği katılan Bizans İmparatoru VYuannis'in oğlu Manuel'in, babasının ölümü üzerine anlaşmayı çiğneyerek İstanbul'a kaçması sebebiyle Yıldırım, İstanbul'u kuşatmaya karar verdi 1391'de başlayan ilk muhasara 1396 yılına kadar sürdürüldü Bu maksatla İstanbul Boğazı'nda Anadolu Hisarı inşa edildi Şehre dış yardımların gelmesini önlemeyi ve iaşe zorluğu altında savunmayı kırmayı hedefleyen bu muhasara Timur'un Anadolu'ya ulaşmasına kadar fasılalarla devam ettirilmiştir Bu kuşatma sürerken bir yandan da Yıldırım, Bulgaristan, Arnavutluk ve Bosna taraflarında fetih hareketlerine devam etmekteydi Kuşatma altındaki Bizans'ın da talebi ile Türklere karşı yeni bir Haçlı ittifakı oluşturan Macar Kralı Sigismund, İngiltere dahil bütün Avrupa devletlerinden topladığı 120 bin kişilik bir orduyla harekete geçti Yıldırım Bâyezid düşmanı şaşırtan bir hızla Niğbolu Ovası'nda düşmanı karşıladı 50-60 bin kişilik Osmanlı ordusu, sayıca çok üstün olan Haçlı ordusunu büyük bir bozguna uğrattı Savaş meydanından kurtulabilenler, kaçarken Tuna'da boğuldular(1396) Haçlılardan geriye sadece muazzam bir ganimet kalmıştı Bu ganimetle, Edirne ve Bursa'da pek çok cami, medrese ve imaret inşa edilmiştir Zaferin ardından, Eflâk, Bosna, Macaristan ve Mora üzerine seferler düzenlendi İtibarı bu zaferle bir kat daha artan Yıldırım, Niğbolu dönüşünde Anadolu birliğini kurmaya yönelik nihaî adımları atmaya başlayacaktır

Ankara Savaşı ve Fetret Devri: Yıldırım Bâyezid, Fırat boylarına kadar topraklarını genişlettiği sırada, Timur da İran, Azerbaycan ve Irak'ı ele geçirmişti Bazı Anadolu beyleri Timur'a sığınırken, ülkeleri istilâ edilen Celayirli Ahmet ve Karakoyunlu Kara Yusuf da Yıldırım Bâyezid'in yanına kaçmıştı Böylece her iki devlet biribirine sınır komşusu olmuş, ancak bu durum iki hükümdarın da Türk dünyasının liderliğine oynamaları sebebiyle olumsuz neticeler doğurmuştur Timur, Osmanlılara sığınan Celayirli Ahmet ve Kara Yusuf'un iade edilmemesini bahane edip Sivas'ı kuşatmış ve kendisine teslim edilmesine rağmen şehiri tahrip etmişti(1400) Bu olaydan sonra da her iki hükümdar arasında mektuplaşmalar devam etti Fakat Timur'un, Anadolu beyliklerine topraklarının geri verilmesi ve bazı şehirlerin kendine bırakılması gibi talepleri Yıldırım tarafından reddedildi Dolayısıyla iki fatih için savaş artık kaçınılmaz hâle gelmişti 160 binlik Timur'un ordusunu, 70 bin kişiyle Çubuk Ovası'nda karşılayan Yıldırım Bâyezid, savaşın başlarında üstünlüğü ele geçirdi Ancak Timur'un safında eski beylerini gören bazı askerlerin saf değiştirmesi ve Kara Tatarların Osmanlı ordusunun arkasını çevirmesi savaşın talihini değiştirdi Bir avuç askerle direnmeye çalışan Yıldırım Bâyezid sonunda esir edildi (26 Temmuz 1402) Ankara Savaşı'nı kazanan Timur, Anadolu beyliklerini tekrar ihya etti ve böylece Anadolu Türk birliği parçalandı Balkanlardaki Türk ilerleyişi durduğu gibi bir kısım topraklar da elden çıktı Yıldırım'ın oğulları arasındaki taht mücadeleleri Osmanlı devletinin "Fetret Devri" boyunca 12 yıl müddetle devam etti Şayet bu savaş gerçekleşmemiş olsaydı, hiçbir direnme gücü kalmayan İstanbul büyük bir ihtimalle Yıldırım Bâyezid zamanında Türklerin eline geçecekti Dolayısıyla Ankara Savaşı Osmanlıları en az 50 yıl geriye götürmüştürEsir düşen Yıldırım Bâyezid, yedi ay boyunca Timur'un yanında şehir şehir dolaştırıldıktan sonra üzüntüsünden ecele yenik düştü Osmanlı şehzadeleri tahtın sahibi olabilmek için kıyasıya birbirleriyle mücadele etmeye başladılar Bu mücadele Çelebi Mehmet'in tek başına devlet idaresine hâkim oluşuna kadar devam etti (1413) Çelebi Mehmet kardeşleri Süleyman, İsa ve Musa Çelebi'yi bertaraf ettikten sonra Anadolu Türk birliğini yeniden tesis etmek için çaba sarf etti Güçlenen Karamaoğullarının nüfuzunu kırdı, Karamanoğlu Mehmet Bey'in eline geçen Osmanlı topraklarını geri aldı Candaroğulları beyliğinden Çankırı'yı ve ardından Canik (Samsun) bölgesini yeniden Osmanlı ülkesine kattı Fakat Şehzade Mustafa ve Simavna Kadısı oğlu Şeyh Bedreddin'in isyanları ülkeyi karıştırmaktaydı(1419) Şehzade Murat Rumeli ve Manisa'da ortaya çıkan bu isyanı bastırdı, Şeyh Bedreddin ve adamları yakalanarak idam edildi Timur'un beraberinde götürdüğü Mustafa Çelebi de Anadolu'ya döndüğünde tahtta hak iddia etmişti Şehzade Mustafa'nın Selânik'te başlattığı isyan bastırıldı Asi şehzade Bizans'a sığınmak zorunda kaldı Çelebi Mehmet öldüğü zaman Osmanlı ülkesinde sükûnet büyük oranda tesis edilmeye başlanmıştı (1421)





Babasının en büyük yardımcısı olan şehzade Murat tahta çıktığı zaman Bizans tarafından karşısına çıkarılan amcası Mustafa Çelebi'nin isyanını bir kez daha bastırdı ve Bizans'ı cezalandırmak için İstanbul'u kuşattı(1422) Bu defa küçük kardeşi Şehzade Mustafa'nın isyan haberini alan IIMurat, kuşatmayı kaldırarak kardeşini cezalandırmak zorunda kaldı İsyancıların yanında yer alan Anadolu beyliklerine karşı harekete geçen IIMurat, Candaroğlu İsfendiyar Bey'i itaat altına aldı İzmir Beyi Cüneyd'i ortadan kaldırıp, İzmir, Aydın ve Menteşe civarını ele geçirdi Germiyanoğlu Yakub Bey'in çocuğu olmadığından, topraklarını Osmanlılara bırakmayı vasiyet etmişti Onun ölümüyle Germiyan ili de Osmanlılara katılmış oldu(1428) Balkanlarda da durum Osmanlılar lehine düzelmeye başladı Nitekim Fetret devri sırasında elden çıkan topraklar geri alındığı gibi, 1440'a kadar Belgrat hariç bütün Sırp toprakları Osmanlı hâkimiyetine girmişti Fakat Erdel ve Eflâk'ta üst üste gelen bazı küçük bozgunlar Avrupa'da büyük bir sevinçle karşılanarak, Osmanlılara karşı yeni bir Haçlı seferinin tertip edilmesine cesaret vermişti II Murat, Balkanlardaki Osmanlı varlığını tehlikeye atmamak için Macarlarla Segedin Antlaşmasını imzaladı (1444) ve bu anlaşmadan sonra tahttan feragat etti Küçük yaştaki oğlu II Mehmet'in hükümdar olmasını fırsat bilen Macarlar anlaşmayı bozdu ve yeni bir Haçlı ittifakı oluşturuldu II Murat yeniden ordunun başına geçerek düşmanı Varna Savaşı'nda karşıladı Macar kralı öldürüldü Haçlıların lideri durumundaki Jan Hünyad güçlükle kaçabildi(1444) Çandarlı Halil Paşa'nın ısrarıyla ikinci kez tahta çıkan II Murat, Mora ve Arnavutluk'a sefer düzenledi Varna'nın intikamını almak isteyen Jan Hünyad yeniden harekete geçti Fakat II Kosova Muharebesi'nde bir kez daha Sırplar büyük bir yenilgiye uğratıldı (1448) Varna ve Kosova savaşlarıyla Osmanlılar Balkanlardaki durumunu iyice güçlendirmiş, Bizans'ın batıdan yardım alma umutları ise tamamen ortadan kaldırılmıştır II Murat 48 yaşında ölünce II Mehmet yeniden Osmanlı tahtının sahibi olmuş (1451) ve Osmanlı Devleti artık bu dönemde tam bir cihan devleti hâline gelmiştir





Alıntı Yaparak Cevapla

'Osmanlı Tarihi'

Eski 10-07-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

'Osmanlı Tarihi'



Fatih Sultan Mehmed ve İmparatorluk Dönemi

İstanbul'un Fethi: II Mehmet, babasının ölümü üzerine ikinci kez Osmanlı tahtına oturduğunda, devletin ortasında bir şer adacığı hâlinde kalmış köhne Bizans'ı ortadan kaldırmayı öncelikle hedef olarak belirlemişti Böylelikle Osmanlı devleti tam bir cihan devleti haline gelebilecekti Hedefini gerçekleştirmek için ilkin Sırbistan ve Eflâk ile anlaşma imzalayan Fatih, Karamanoğlu tehlikesini de geçici de olsa bertaraf etti Bizans'a ulaşabilecek muhtemel yardımı önlemek için Boğaz'ın Avrupa yakasına Rumeli Hisar'ını yaptırarak kuşatma hazırlıklarını tamamladı Nihayet kuşatılan İstanbul'a karşı 6 Nisan 1453'te kara ve denizden saldırı başlatıldı II Mehmet, Edirne'de döktürdüğü çağının en güçlü toplarıyla İstanbul surlarını karadan sarsarken 18 Nisan'da donanma bütün İstanbul adalarını ele geçiriyordu Fakat, Haliç'in zincirle kapatılması sebebiyle kara ve deniz birlikleri müşterek bir harekâta geçemiyor ve bu durum da kuşatmanın başarısına gölge düşürüyordu Nihayet 22 Nisan'da Osmanlı donanmasının karadan Haliç'e indirilmesi gibi müthiş bir plânın gerçekleştirilmesi, kuşatmanın seyrini değiştirmeye başlamıştı Seksen parçalık donanmayı bir anda karşılarında gören Bizans'ın direnme gücü artık kırılmıştı 29 Mayıs 1453'teki nihaî harekâtla İstanbul fethedildiğinde, II Mehmet, Peygamberimizin müjdesine mazhar oluyor ve "feth-i mübin" ile "Fatih"lik şerefini elde ediyorduBizans'ın ortadan kaldırılması hem Türk tarihi hem de dünya tarihi açısından büyük bir öneme sahiptir Bu fetihle Osmanlı Devleti, artık tam bir cihan devleti hâline gelmiş, İslâm dünyası ve Avrupa içinde büyük bir prestij ve güç kazanmıştır Avrupa için bu fetih çağ açıp, çağ kapayan bir fetihtir Katolik Avrupa'nın, Ortodoks dünyasıyla bütünleşme çabaları, İstanbul'un fethiyle önlenmiş, aksine Balkanları da tamamen ele geçirmek suretiyle Fatih, kısa zamanda Ortodoksları himayesi altına almıştır Nitekim Papa VNikola'nın Türklere karşı harekete geçilmesi fikri pek taraftar bulamamış, aksine, Ege adalarındaki halk, Balkanlardaki bazı despotluklar ve prensler Fatih'i İstanbul'un fethinden dolayı kutlayan mektuplar yazmışlardır Papa'nın isteğine sadece Almanya, Napoli ve Venedik olumlu cevap vermiş fakat onlar da kendilerinden ziyade Sırp, Macar ve Arnavutları kışkırtarak sonuç almaya çalışmışlardır
Fatih'in Batı Politikaları
Sırbistan Seferleri: İstanbul'un fethinden sonra Osmanlılara bağlılığını bildiren ve ele geçirdiği bazı kaleleri geri veren Sırplar Macarlar ile iş birliği yaparak yeniden düşmanlıklarını göstermeye başlamışlardı Bunun üzerine 1454-1457 arasında üç kez peşpeşe Sırbistan'a sefer düzenlendi Belgrat dışındaki bütün Sırp toprakları ele geçirildi Sırp Kralı Bronkoviç'in ölümüyle başlayan taht mücadelelerinden faydalanan Osmanlılar, Sırpları vergiye bağladılar Taht kavgalarının yeniden alevlenmesi üzerine, Mora seferinde bulunan Fatih, Sırp meselesine son verilmesini emretti Mahmut Paşa, 1459'da başkentleri Semendire'yi ele geçirilerek Semendire Sancakbeyliğini oluşturdu Böylece Sırbistan'da 350 yıl sürecek Osmanlı hâkimiyeti başlamış oluyordu
Arnavutluk Seferleri: Papalık ve Napoli krallığının desteği ve kışkırtmasıyla harekete geçen Arnavutluk hâkimi İskender Bey, vurkaç taktiği ile Osmanlı kuvvetlerine baskınlar düzenlemekteydi Bunun üzerine Fatih, bizzat sefere çıkmaya karar verdi 1465 yılında gerçekleşen Iseferde, İlbasan Kalesi'ni yaptırıp, içine asker yerleştiren Fatih, Balaban Paşa'yı bölge için görevlendirerek, geri döndü Ancak, Papa ve diğer devletlerden aldığı kuvvetlerle Türklere saldıran İskender Bey, Balaban Paşa'yı şehit etti ve İlbasan kalesi'ni kuşattı Bunun üzerine Fatih II Arnavutluk Seferi'ne çıktı (1467) Ele geçirilen topraklarda yeni garnizonlar oluşturuldu Bu sırada İskender Bey ölmüş ve yerine oğlu Jean geçmişti Arnavutlukta başlayan kargaşa sebebiyle Fatih 3 kez Arnavutluk seferini başlattı Arnavutların elinde kalmış olan Kroya ve İşkodra kuşatıldı Nihayet 1479'da Arnavutluk da bir Osmanlı vilayeti haline gelmiş oluyordu
Mora Seferleri: İstanbul'un fethinden sonra Bizans İmparatoru XII Konstantin'in oğulları, rakipleri Kantakuzen ailesine karşı Mora'da, Osmanlıların yardımını istemişlerdi Turahanoğlu Ömer Bey, akıncıları ile duruma müdahale etti ve muhalifler bertaraf edildi Fakat bu sefer iki kardeş arasında mücadele başlamıştı Bölge ülkelerinin Mora'yı istilâ niyetlerini bilen Fatih 1458'de harekete geçti Korent'i ele geçiren Fatih, Mora'nın bir kısmını merkeze bağlayarak, burada bir sancak oluşturdu Atina ve diğer bölgeler ise Osmanlı yönetimini kabul etti Kardeşi Dimitrios'a karşı Arnavutların desteğini alan Tomas'ın Osmanlılarla yapılan anlaşmayı bozması üzerine 2kez Mora'ya sefer düzenlendi Tomas, Papa'nın yanına kaçmak zorunda kaldı Bölgeye çok sayıda Türk yerleştirildi Venedikliler bölge halkını Osmanlılara karşı ayaklandırmaya çalışıyorlardı Ancak bunda başarı kazanamayan Venedik, Osmanlı kuvvetleri tarafından bozguna uğratıldı (1465)
Eflâk ve Boğdan Seferleri; Yıldırım zamanında vergiye bağlanan Eflâk Prensliği'nin başına Fatih tarafından Vlad (Kazıklı Voyvoda) getirilmişti(1456) Osmanlılara bağlı görünen Vlad aslında gizliden gizliye düşmanlık ediyordu Vlad'ın Fatih'in elçilerini kazığa oturtarak öldürmesi üzerine 1462 yılında Fatih, Eflâk'a bir sefer düzenledi Boğdan'dan da yardım alan Osmanlı kuvvetleri voyvodayı uzun süre takip etti Neticede, sığındığı Macarların, Osmanlılarla yaptığı anlaşma üzerine Vlad'ı esir etmeleri ile mesele çözüldü Fatih voyvodalığa Radul'u getirdi ve Eflâk bir Osmanlı eyaleti hâline geldi 1455'ten itibaren Osmanlı Hâkimiyetini tanıyan Boğdan Prensliği'nin Kefe'nin fethinden sonra izlediği düşmanca siyaset üzerine Osmanlı kuvvetleri 1476'da Boğdan'a girdi Fatih'in bizzat başında olduğu Osmanlı kuvvetleri Boğdan ordusunu büyük bir bozguna uğrattı Böylece Boğdan da yeniden Osmanlı hâkimiyetini tanımış oluyordu



Bosna-Hersek Seferleri: Osmanlılara vergi yoluyla bağlı olan Bosna Kralının, anlaşmalara riayet etmemesi üzerine Üsküp'ten harekete geçen Fatih, Sadrazam Mahmut Paşa ve Turahanoğlu Ömer Bey'e Bosna'nın tamamen fethedilmesi emrini vermişti 1463 yılındaki seferle Bosna Kralı Osmanlı hâkimiyetini yeniden tanıdı Ancak şeyhülislamın da fetvasıyla sonra öldürüldü ve bu topraklarda Bosna Sancakbeyliği oluşturuldu Fakat ordunun İstanbul'a dönmesi üzerine aynı yıl, Macar kralı Bosna'ya girdi İkinci kez düzenlenen seferle Osmanlılar, Yayçe dışındaki bütün kale ve şehirleri yeniden ele geçirdiler Bosna seferleri esnasında Hersek Kralı Stefan da ülkesinin bir kısım toprağının Osmanlılara doğrudan bağlanması şartıyla tahtında bırakılmıştı Ancak 1483 yılında Hersek tamamen Osmanlı toprağı hâline gelecektirFatih, Bosna'yı Osmanlı topraklarına kattığı zaman "Bogomil" mezhebindeki Bosnalılara çok iyi davranmıştı Hem Katolik hem de Ortadoksların kendi kiliselerine almak için baskı yaptıkları Bogomiller bu sebeple Osmanlı yönetimine sıcak bakmışlar ve kendilerine sağlanan din ve vicdan hürriyetinden etkilenerek zamanla Müslüman olmuşlardı İşte bu Müslüman Bosnalılara "Boşnak" denilmektedir
Fatih devrinde Osmanlıların karada en güçlü komşusu ve rakibi Macarlar, denizde ise Venedik idi Macarlar bu dönemde tek başlarına Osmanlılarla baş edemeyeceklerini bildiğinden, doğrudan bir savaşı göze alamamış, Fatih de tabiî sınır olan Tuna'yı geçmeyi düşünmemiştir Ancak akıncılar vasıtasıyla, Macaristan'a güvenliğin sağlanmasına yönelik yüzlerce başarılı akın düzenlenmiştir Keza Venedik Cumhuriyeti de Osmanlılarla doğrudan karşılaşmaktansa Balkanlardaki diğer devletleri kışkırtmayı yeğ tutmuştur Güçlü donanmasıyla Mora ve Ege'deki adalara sahip olmak isteyen Venedik, Osmanlılar karşısında istediği sonucu alamamış, aksine pek çok ada ve kıyı kaleleri Osmanlıların eline geçmiştir
Ege Adalarının Fethi:İstanbul'u ele geçiren Fatih, Bizans'a ait bütün toprakları hâkimiyeti altında birleştirmek istiyordu Böylece Bizans'ın yeniden dirilmesini önleyeceği gibi, iktisadî ve siyasî açıdan da nüfuz alanını genişletebilecekti Öncelikle Anadolu kıyısına yakın adaları hedef alan Fatih, Bizans, Venedik ve Cenevizlilerin elindeki bu adalardan Anadolu'ya yapılan korsan akınlarının önünü kesmiş olacaktı İkinci olarak Orta ve Doğu Akdenizdeki adalar hedef alınmıştı ki, bu adalar Fatih'in İtalya'ya yani eski Roma'ya geçişini kolaylaştıracaktı Nitekim Gedik Ahmet Paşa komutasındaki bir Osmanlı donanması Napoli Krallığının elindeki Otranto'yu fethetmiş ve buradan Güney İtalya'ya akınlar düzenlenmiştir(1480) Fakat Fatih'in ölümünden sonra başa geçen II Bâyezid, Gedik Ahmet Paşa'yı geri çağırınca, şehir savunmasız kalmış ve İtalyanlar kaleyi tekrar ele geçirmişlerdir)1456 yılında öncelikle Çanakkale Boğazı'na hâkim olan adalardan Gökçeada (İmroz), Taşoz Enez ve Semendirek adaları ele geçirildi Aynı tarihlerde Limni ve Midilli halkı Türk yönetimine girmek için Osmanlılara başvurmuştu Önce Limni, ardından, uzun süren kuşatmayı müteakip Midilli (1467) ele geçirildi Venedikliler 264 yıldır ellerinde tuttukları Ağrıboz Adası'ndan Mora ve Ege adalarındaki Türk birliklerine karşı saldırılarını yoğunlaştırmaktaydılar Bunu önlemek maksadıyla Ağrıboz'un fethine karar veren Osmanlılar neticede 17 gün süren kuşatmadan sonra amaçlarına ulaştılar Epir despotunun elindeki Zanta, Kefalonya ve Ayamavra gibi adalar da Fatih'in saltanatının son zamanlarında Osmanlı topraklarına dahil edilmiştir Ancak St Jean şovalyelerinin elindeki Rodos'a karşı girişilen birkaç muhasara neticesiz kalmıştır
Fatih'in Doğu Politikası



Karadeniz Politikası: Osmanlılar, Anadolu'nun büyük bir kısmını hâkimiyetleri altına almalarına rağmen kuzeyde, Karadeniz kıyısındaki bazı yerler Trabzon Rumları, Cenevizliler ve Candaroğullarının elinde bulunuyordu Anadolu Türk birliğinin sağlanması ve ticaret güvenliği açısından bu bölgelerin ele geçirilmesi şarttı İşte bu sebeplerle, Fatih karadan ve denizden kuvvetlerini harekete geçirdi 1461 yılında Cenevizlilerin elindeki önemli bir üs olan Amasra teslim olmak zorunda kaldı Seferin kendisine karşı yapıldığını sanan Candaroğlu İsmail Bey, Kastamonu'yu terk ederek Sinop'a çekildi Bursa'ya dönerek birliklerini takviye eden Fatih, Trabzon seferine çıkarken, Sinop da dahil Candaroğullarının topraklarını savaşmaksızın ele geçirdi Fatih'in asıl amacı 1204 yılında Lâtinlerin İstanbul'u işgal etmesi üzerine Bizans hanedanına mensup Komnenlerin ayrı bir devlet oluşturdukları Trabzon idi Osmanlılara vergi vermeyi kabul eden Trabzon Rumları bir taraftan Fatih'in rakibi olan Uzun Hasan ile ittifak içine girmişti Nihayet Fatih, karadan birliklerini Trabzon'a gönderirken, bir donanma da Sinop'tan kalkarak bölgeye yöneldi Bu sırada Uzun Hasan'ın Osmanlı ordusunu arkadan çevirebileceği ihtimaline karşı Fatih, ordusunu Sivas'ın güneyinden Yassıçemen'e çevirdi Uzun Hasan'ın annesi Sara Hatun'un ricası üzerine Akkoyunlularla bir anlaşma yapıldı Anlaşmaya göre Akkoyunlular, Trabzon Rumlarına yardım etmemeyi vaat etmişlerdir Anlaşmanın akabinde kara ve denizden Trabzon yeniden kuşatıldı Çaresiz kalan Trabzon Hâkimi David Komnen şehri teslim etmeyi kabul etti (26 Ekim 1461) Böylece 258 yıl devam eden Trabzon Rum İmparatorluğu da tarihe karışmış oldu
Karadeniz'in Anadolu kıyılarını tamamen hâkimiyetine alan Fatih'in bundan sonraki hedefi, önemli ticaret limanları olan Ceneviz kolonilerini ortadan kaldırarak, Karadeniz'i tam bir Türk gölü yapmak idi
Gedik Ahmet Paşa komutasındaki donanma 1475 yılında Kefe, Azak ve Menkup iskele ve kalelerini ele geçirdi Böylece Osmanlılar, Altınorda Hanlığı'nın zayıflamasıyla ortaya çıkan Kırım Hanlığı ile komşu oldu Azak Kalesi'nin düşürülmesi sonucunda bazı Cenevizliler ile birlikte Kırım hanlarından Mengli Giray Han da esir edilmişti Mengli Giray Han'ın İstanbul'a getirilmesiyle Kırım Hanlığı Osmanlı hâkimiyetine girmiş oldu (1478) Kırım hanları 350 yıl boyunca Osmanlıların batıya karşı en güçlü müttefikleri olarak hizmet vermişlerdirAnadolu'da Türk Birliğinin Gerçekleşmesi; Osmanlıların kuruluş devrinden beri en ciddî rakipleri durumundaki Karamanoğulları, Fatih'in politikalarına karşı, Akkoyunlu ve Memlûklu devletlerinin desteğini sağladığı gibi, Venediklilerle de bir ittifak kurmakta sakınca görmemişlerdi Bu düşmanca tavır üzerine Fatih 1466 yılında Karamanoğulları üzerine yürümeye karar verdi Beylik topraklarının büyük kısmı Osmanlıların eline geçmesine rağmen Fatih, Larende ve Silifke yörelerine çekilen Karamanoğullarına karşı mücadeleyi, Otlukbeli Savaşı'nın sonrasında da sürdürmüştür Fakat Karaman Beyi Kasım'ın ölümünden sonra (1483) beylik tamamen oradan kalkmış olacaktır Akkoyunlu Beyi Uzun Hasan, 1467 yılında Karakoyunlu topraklarına sahip olunca Osmanlılar aleyhine hâkimiyetini genişletmeye başlamıştı Anadolu birliği yönündeki bu tehlike üzerine Fatih, 1473'te harekete geçti Otlukbeli mevkiinde yapılan savaşta Osmanlılar büyük bir zafer kazandılar Artık Akkoyunlular Osmanlılar için bir tehlike olmaktan çıkmıştı
Yavuz Sultan Selim Devri:Henüz Trabzon'da vali iken Doğu'da Safavilerin nasıl güçlendiğini gören ve onlarla başarılı bir mücadeleye giren Selim, tahta çıktıktan sonra, Anadolu'daki mezhep mücadelesine bir son vermek için Safavilerle doğrudan savaşa girmeyi kaçınılmaz görmekteydi Nihayet ordusunun başında Doğu seferine çıkan Yavuz Selim, Çaldıran Ovası'nda Şah İsmail'in ordusuyla büyük bir meydan muharebesi yaptı İki Türk hükümdarının mücadelesinden Selim üstün çıktı (23 Ağustos 1514) Doğu Anadolu toprakları Osmanlıların eline geçti Yavuz, Tebriz'e kadar Şah İsmail'i takip etti Dulkadiroğulları beyliği Osmanlı yönetimine alındı ve sonra ilhak edildi (1515)Babası döneminde Memlûklara karşı yapılan seferlerin çoğu kez başarısızlıkla neticelenmesi, Osmanlıların doğu'da ve İslâm dünyasında üstünlük kurmaları önündeki en büyük engel idi Bu sebeple, Safavi tehlikesini bertaraf ettikten sonra Yavuz, Memlûklara karşı büyük bir ordu hazırladı Mısır Memlûk Sultanı Kansu Gavri, Osmanlı ordusunu Halep'in kuzeyinde karşıladı Ancak Mercidabık Savaşı Osmanlıların zaferiyle son buldu (24 Ağustos 1516) Kansu Gavri savaş sırasında öldü Malatya'dan Sina yarımadasına kadar olan topraklar Osmanlıların eline geçti Kışı Şam'da geçiren Yavuz, tekrar Mısır'a yöneldi Yeni Memlûk Sultanı Tomanbay ile Kahire'nin kuzeyindeki Ridaniye mevkiinde yapılan savaşı da Osmanlılar kazandı (22 Ocak 1517) Bu savaş Memlûk Devleti'nin sonu oldu Suriye, Filistin, Mısır ve Hicaz Osmanlı hâkimiyetine girdi Hülagû'nun Bağdat'ı işgal etmesiyle Memlûk himayesine giren halifelik müessesesi de böylece Osmanlılara geçmiş oluyordu Nitekim Mekke şerifi şehrin anahtarını Yavuz Sultan Selim'e sunarak itaatini bildirmişti Yavuz dönemi Osmanlıların doğu'da ve İslâm dünyası'nda en büyük güç haline geldiği bir dönemdir
Yükseliş Döneminin Zirvesi



Kanuni Sultan Süleyman Yavuz Sultan Selim'in sekiz yıl süren hâkimiyet devrinden sonra Osmanlı tahtına oğlu ISüleyman geçti (1520) ISüleyman'ın 46 yıllık saltanatında Osmanlı Devleti siyasî, askerî ve iktisadî açılardan zirveye ulaşmıştır Bu sebeple dost düşman ona Kanuni, Muhteşem, Büyük Türk gibi lâkaplarla hitap etmiş ve tarihe de böyle geçmiştir
Avrupa'daki Gelişmeler; Kanuni döneminde özellikle Avrupa'da önemli dinî ve siyasî değişiklikler söz konusudur Güçlü Macar krallığının Osmanlı hâkimiyetine girmesinden sonra, Kutsal Roma-Cermen İmparatoru Şarlken en ciddî rakip hâline gelmiş, onun oluşturduğu imparatorluğun uzantısı durumundaki Avusturya Arşidükalığı Osmanlılara sınırdaş olmuştur Bu devlet ile Avrupa'nın en güçlü hanedanı olacak olan Habsburglar Avrupa'yı âdeta parselleyeceklerdir Bu dönemde güçlenmeye başlayan Protestanlık, Avrupa'da mezhep çatışmalarının şiddetlenmesine sebep olmuştu Doğu Avrupa'da da Lehistan ve Ortadoks Rusya güçlenmeye başlamıştı Kanuni, Avrupa'daki siyasî ve dinî çekişmelerden faydalanarak, onların birleşmemesine özen göstermiş ve bunu bir devlet politikası hâline getirmiştir Yine bu dönemde Akdeniz'de ve Okyanuslarda güçlü bir ticarî ve iktisadî filo oluşturan İspanyol ve Portekiz donanmaları Venedik'in yerini almış görünüyordu
Belgrat'ın Fethi ve Macaristan Seferi:Fatih'in Sırbistan seferinde ele geçirilemeyen Belgrat, Avrupa içlerine yapılacak akınlar için bir sıçrama noktası idi Bu sebeple Kanuni, Macaristan seferine çıktığında ilkin Belgrat'ı kuşattı ve ele geçirdi(1521) Burayı bir üs olarak kullanan Osmanlılar artık rahatlıkla Avrupa içlerine sefer yapabilecekti Nitekim Şarlken'e tutsak olan Fransa Kralı Fransuva'yı, kendisinden yardım talep etmesi üzerine, kurtarmayı amaçlayan Kanuni, 1526 yılında karşısındaki ittifakı parçalamak amacıyla yeniden Macaristan üzerine bir sefer düzenledi 29 Ağustos 1526'da Mohaç Meydan Muharebesi ile Macar ordularını imha eden Kanuni, Budin'i (Budapeşte) ele geçirdi Macaristan'ın bir bölümü ilhak edildi ve kalan kısmı Erdel Krallığı oluşturularak Osmanlı hâkimiyetine alındı
Avusturya Seferleri:Macaristan'ın ele geçirilmesi üzerine, ölen Macar kralı ile akrabalığını öne süren Avusturya Arşidükü Ferdinand, Macar topraklarında hak iddia etmiş ve Budin'i işgal etmişti Bunun üzerine Kanuni, yeniden Macaristan'a sefer düzenledi Budin kurtarıldı Ancak Kanuni'nin asıl maksadı Viyana idi Osmanlı ordusu şehri kuşattı ise de ele geçirmeye muvaffak olamadı(1529) IViyana Kuşatması'nın sonuçsuz kalmasından cesaretlenen Ferdinand, Budin'i tekrar işgal etti Kanuni ünlü "Alman Seferi" ile mukabele ederek işgal edilen yerleri geri aldı Ferdinand ile İstanbul'da bir anlaşma yapıldı Bu anlaşmaya göre Ferdinand, Macaristan üzerinde hak talep etmeyecek ve Osmanlı hâkimiyetini tanıyacak ve elinde bulundurduğu Macaristan'a ait topraklar için de Osmanlılara vergi verecekti(1533)
Ferdinand'ın Macar kralının ölümünü fırsat bilerek anlaşmayı bozması üzerine Kanuni yeniden sefere çıktı 1562'deki bu sefer sonucunda Macaristan'da Erdel Beylerbeyliği oluşturuldu Avusturyalılar fırsat buldukça Macar topraklarına tecavüz etmişler ve her seferinde de Osmanlılardan gerekli cevabı almışlardır Nitekim Kanuni'nin son seferi de Avusturya'ya karşı olmuş ve Zigetvar Kalesi kuşatılmıştır (1566)
Fransa ile Münasebetler ve İlk Kapitülâsyon: Avrupa birliğini sağlamak isteyen Roma-Cermen İmparatoru Şarlken, bu maksatla Fransız Kralı Fransuva'yı esir etmişti Kendisinden yardım isteyen kral ile iyi ilişkiler kuran Kanuni böylece Şarlken'e karşı bir müttefik kazanmış oluyordu 1535 yılında iki ülke arasında ticaret ve dostluk anlaşması imzalandı Anlaşma ile her iki ülke serbest ticaret hakkı elde edecek ve bu haklar iki hükümdarın yaşadığı sürece geçerli olacaktı Lâkin kapitülasyon adıyla tarihe geçecek olan bu ticarî imtiyazlar sürekli hâle getirilmiş, sonraki devlet adamlarının basiretsizliği sebebiyle tek taraflı işlemeye başlamış ve başka devletlere de imtiyazların tanınmasıyla Osmanlı ekonomisi giderek dışa bağımlı hâle gelmiştir
İranla Münasebetler: Şah İsmail'in yerine geçen oğlu IŞah Tahmasp, babası gibi, Osmanlıların düşmanı olan Venedik ve Avusturya ile ittifak kurmakta bir beis görmüyordu
Osmanlı ordusu, Avrupa'ya sefere çıktığında Safaviler, Doğu Anadolu topraklarına karşı saldırıya geçiyordu Bu sebeple, Kanuni, Irakeyn (iki Irak; Irak-ı Acem ve Irak-ı Arap) seferi diye bilinen bir sefere çıktı (1534-35) Tebriz ve Bağdat Osmanlı topraklarına katıldı Osmanlının Avrupa ile ilgilenmesinden yararlanan Safaviler fırsat buldukça yeniden harekete geçtiklerinde, bölgeye 1555 yılına kadar Nahcivan ve Tebriz üzerine birkaç kez sefer düzenlenmiştir Osmanlılar karşısında fazla bir varlık gösteremeyen Şah Tahmasp nihayet barış anlaşması imzalamayı kabul etmek zorunda kalmış ve Amasya Antlaşması (1555) ile Osmanlı üstünlüğünü kabul ederek Bağdat, Tebriz ve Doğu Anadolu'nun Osmanlı hâkimiyetinde olduğunu tasdik etmiştir
Deniz Seferleri ve Fetihler: Kanuni devri karada olduğu gibi denizlerde de büyük bir üstünlüğün sağlandığı bir devirdir Fatih'in alamadığı, StJean şövalyelerinin elindeki Rodos ve çevresindeki adacıklar, başarılı bir kuşatma sonunda ele geçirilmiş(1522), II Bâyezid zamanından beri Akdeniz'de serbestçe faaliyet gösteren Barbaros kardeşlerin devlet hizmetine alınmasıyla deniz ve kıyılarda pek çok yer Osmanlı hâkimiyetine dahil olmuştur Cezayir'i ellerinde bulunduran ve Osmanlılar adına, 1492 yılında İspanya'da soy kırıma uğrayan Musevîleri İstanbul'a gemilerle nakleden Barbaros kardeşler haklı bir üne sahip olmuşlardı 1533 yılında Cezayir'i Osmanlılara bırakarak kaptan-ı deryalık görevini kabul eden Barbaros Hayrettin Paşa (Hızır Reis), 1538 yılında Andrea Doria komutasındaki Haçlı donanmasını Preveze'de büyük bir bozguna uğratarak, Osmanlılardan Akdeniz'in tek hâkimi olduğunu bütün dünyaya kabul ettirdi
Barbaros'un ölümünden sonra yerine geçen Turgut Reis de fetihlere devam ettiNitekim St Jean şövalyelerinin elinde bulunan Trablusgarp onun tarafından fethedilmiş (1551), Preveze'den sonraki en büyük deniz zaferi sayılan Cerbe Savaşı sonunda Haçlı donanması bir kez daha hezimeti tatmıştır Sadece Akdeniz'de değil Kızıl Deniz ve Hint Okyanusunda da Osmanlı donanması faaliyette bulunmuştur Uzak denizlerde istenilen sonuçlar elde edilememişse de bu dönemde Yemen ve Arabistan'ın güney kıyıları ile Habeşistan ele geçirilmiştir
Kanuni'nin Ölümü ve Sonrası: Zigetvar Muhasarası esnasında hastalanan Kanuni kalenin fethini göremeden 66 yaşında öldü (1566) Siyasî, askerî ve iktisadî bakımlardan Osmanlıyı zirveye çıkaran bu büyük hükümdarın yerine geçen ne II Selim (1566-1574) ne de III Murat (1574-1595) aynı evsafta kişiler değillerdi Ancak Kanuni devrinde başlayan fetih rüzgârları o derece şiddetliydi ki, bu hükümdarlar devrinde de hızını devam ettirebildi Şüphesiz bu başarılarda sadrazam Sokullu Mehmet Paşa'nın dirayetli siyasetinin de rolü büyüktür Anadolu'nun Akdeniz'e bakan kıyılarında bir çıban başı gibi duran Venedik'in elindeki Kıbrıs bu fetih rüzgârıyla kuşatıldı Lala Mustafa Paşa komutasındaki Osmanlı donanması adayı ele geçirir geçirmez (1571), buraya Anadolu'nun çeşitli sancaklarından Türkler yerleştirildi Artık Kıbrıs da Türk olmuştu Bu durumu hazmedemeyen Venedik, İspanyol, Malta donanmaları papa ve diğer bazı Avrupa devletlerinin de desteği ile harekete geçerek büyük bir savaş filosu oluşturdular Korent Körfezi yakınlarında, İnebahtı önlerinde yapılan deniz savaşını Osmanlılar kaybetti (1571)

Ancak kendileri de oldukça fazla zaiyat verdiğinden, Haçlı donanması Osmanlı kadırgalarını takip edecek durumda değildi Sokullu kısa zamanda donanmayı yenileyerek yeniden Akdeniz'e indirdi Venedik bu durum karşısında yeni bir savaşı göze alamadı ve Osmanlılara vergi vermeyi kabul etti Kılıç Ali Paşa komutasındaki donanma Tunus'u yeniden Osmanlı topraklarına kattı (1574) Bu esnada IISelim ölmüş ve yerine III Murat geçmişti Bu padişah devrinde, Şah Tahmasp'ın ölümüyle çalkanan İran'a savaş açıldı (1576) Gürcistan ve Azerbaycan'ın büyük bir kısmının ele geçirilmesiyle neticelenen ilk seferden sonra savaş 15 yıl sürdü Bu uzun savaş ile daha fazla yıpranmak istemeyen Osmanlı Devleti ile İran arasında 1590'da bir barış anlaşması yapıldı Yine bu dönemde başlayan Türk-Macar Savaşı IAhmet devrine kadar devam etti Don ve Volga nehirlerini birleştirmeyi amaçlayan kanal projesi ile Süveyş kanalı teşebbüsünün mimarı olan Sokullu'nun 1579'daki ölümü ile Osmanlı Devleti büyük bir yara almıştır Özellikle IIIMurat'ın oğlu IIIMehmet'in (1595-1604), hükümet işlerini annesine bırakıp, bir köşeye çekilmesi Osmanlı'yı XVII yüzyılda daha kötü yılların bekleyeceğinin âdeta habercisi idi


Alıntı Yaparak Cevapla

'Osmanlı Tarihi'

Eski 10-07-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

'Osmanlı Tarihi'



Ekonomik ve Politik Duraklama Dönemi ve Son Başarılar






II Mustafa (1695-1703), Viyana bozgunu ve ardından gelen toprak kayıplarını önlemek amacıyla üç kez Avusturya'ya sefer düzenledi, ilk iki seferde kısmen başarı sağlandıysa da son seferde Osmanlı ordusu Zenta denilen yerde bozguna uğradı Bunun üzerine İngiltere'nin araya girmesiyle Osmanlılar, ittifak güçleriyle Karlofça Antlaşması'nı imzalamak zorunda kaldı (26 Ocak 1699) 25 yıl için geçerli olacak bu anlaşma sonunda, Avusturya'ya Macaristan'ın büyük bir bölümü ve Erdel, Venediklilere Dalmaçya kıyıları ve Mora, Lehistan'a ise Podolya ve Ukrayna bırakılıyordu Rusya ile yapılan üç yıllık ayrı bir anlaşma ile de Azak Kalesi Ruslara terk ediliyor ve onların İstanbul'da daimî bir elçi bulundurmaları kabul ediliyordu Karlofça Antlaşması, Osmanlıların toprak kaybıyla neticelen şimdiye kadar imzaladıkları en ağır anlaşma idi
IEdirne Vakası adı verilen bir ayaklanma ile Osmanlı tahtına III Ahmet geçirildi (1703-1730) Rusya bu dönemde hem Doğu Avrupa hem de Karadeniz istikametinde topraklarını genişletme gayesini gütmekteydi Poltova yenilgisinden sonra Osmanlılara sığınan İsveç Kralı XII Şarl, iki ülke arasında yeniden bir savaşın başlaması için bir vesile oldu Bu savaş ile Osmanlılar, Karlofça'da kaybettikleri toprakları tekrar kazanma fırsatını bulacaktı Nitekim Prut'ta sıkıştırılan Ruslar (1711), anlaşma yaparak, Azak'ı terk etmek zorunda kaldılar Karadağ'da isyan çıkartan Venedik'e karşı açılan savaşlarda ise işgal altındaki Mora kurtarıldı (1715) Bu başarılar üzerine, sıranın kendisine geldiğini düşünerek harekete geçen Avusturya, Osmanlıları yenilgiye uğrattılar
Temeşvar ve Belgrat düştü Osmanlılar Pasarofça Antlaşmasını imzalayarak (1718), Temeşvar ve Belgrad ile birlikte Küçük Eflâk ve Kuzey Sırbistan'ı Avusturya'ya bıraktı Dalmaçya kıyılarındaki bazı kalelerin Venedik'e terki mukabilinde Mora muhafaza edildi Osmanlılardın Balkanlar ve Orta Avrupa seferleri için staratejik bir mevkiide olan Belgrat'ın düşmesi, ağır sonuçlar doğurmuştur Avusturya, Belgrat'tan Balkan içlerine sarkmakta daha başarılı olacaktır






Lâle Devri

Pasarofça Antlaşması neticesinde ortaya çıkan barışı iyi kullanmak isteyen Osmanlılar, artık Avrupa karşısında savunma durumunda kalacağını anladığından, Balkanlardaki sınır kalelerini tahkim etme, bölge halkını yanında tutmak için vergileri azaltma siyaseti uygulamaya ağırlık vermekteydi Damat İbrahim Paşa, Osmanlılara üstünlük kurmuş olan Avrupa'yı her yönüyle tanımak için Avrupa başkentlerine elçiler göndertti 1718-1730 yılları arasındaki bu dönem, sanatta lâle motifinin işlenmesi sebebiyle "Lâle Devri" adıyla anılmaktadır Bu dönemde matbaa açılması, çini ve kumaş fabrikası kurulması gibi bazı müspet yenilikler yapılmışsa da, III Ahmet ve saray çevresinin şaşalı eğlenceleri ve harcamaları huzursuzluğu artırmaktaydı Damat İbrahim Paşa'nın, İran'a karşı başlatılan savaşta (1722) kesin netice alamaması ve uzayan savaş esnasında Tebriz'in sadrazamın gizli emriyle İran'a terk edildiği haberi, muhalefetin harekete geçmesine yetti

Patrona Halil Ayaklanması'nın patlak vermesiyle bu dönem sona eriyordu Damat İbrahim Paşa ve yakınlarıyla Sultan III Ahmet asiler tarafından katledildiler (1730)Bu olayın ardından III Ahmet'in yeğeni IMustafa hükümdarlığa getirildi (1730-1754) Kafkaslardaki sınır olaylarını bahane eden Rusya, Kırım Tatarlarına karşı büyük bir saldırı başlattı Azak ve Bahçesaray Rusların eline geçti (1739) Fransa'nın da teşvikiyle Osmanlılar, Rusya'ya karşı savaş ilân etti Rusya'nın yanında savaşa katılan Avusturya da, Eflâk ve Boğdan'a girmişti Osmanlılar iki cephede de büyük başarılar kazandılar Prusya, Fransa ve İsveç'in Osmanlılara yakınlaşması, Osmanlılar karşısında ummadıkları bir yenilgi tadan Rusya ve Avusturya'yı barış yapmaya zorladı Bu savaş sırasında tekrar Osmanlıların eline geçen Belgrat'ta bir anlaşma imzalandı (18 Eylül 1739) Belgrat Anlaşmasıyla, Avusturya, Pasarofça barışıyla elde ettikleri tüm topraklardan geri çekildiler Ruslar da Azak'ı terkederek bölgedeki kıyı ve deniz ticaretinin Osmanlı gemileriyle yapılmasını kabul etti Bu anlaşma geçici de olsa Osmanlıların toparlanmasını sağlamıştır Savaşta Türklerin tarafını tutan Fransa'yla, Kanuni döneminde tanınan imtiyazları genişleten ve süre tahdidi koymayan yeni bir kapitülâsyon antlaşması imzalanmıştır (1740) Damat İbrahim Paşa zamanında başlayan İran savaşları Lâle Devri'nden sonra da devam etmekteydi Ruslar, çöküş dönemine giren Safavilerin elindeki Azerbaycan ve Dağıstan'ı işgal etmişlerdi

Şirvan halkının talebi üzerine Osmanlılar duruma müdahale etmiş, iki ülke arasında çıkabilecek savaş Fransa'nın araya girmesiyle önlenmişti Rusya'nın kuzeydeki işgaline karşın Osmanlılar da Güney Azerbaycan'ı topraklarına kattılar Şah Tahmasp 1732'de Osmanlılar ile barış yaptı Bu durumu kabullenemeyen Afşar Nadir Bey, Şah Tahmasp'ı devirerek kendi hâkimiyetini ilan etti (1736) Osmanlılar bazı toprakları Nadir Han'a bırakmaya razı oldu Her iki taraf için de yıpratıcı olan bu uzun savaşlar, Kasr-ı Şirin antlaşmasıyla çizilen sınırların aynen kabul edildiği 1746 anlaşmasıyla son bulmuştur
IMahmut döneminde, başarılı savaşların yanı sıra, ordu içinde de yeni düzenlemelere gidilmiştir Aslen Fransız olup Osmanlı hizmetine girerek beylerbeyi olan Ahmet Paşa, Humbaracı Ocağı'nı kurarak (1734), batı savaş tekniklerini burada hayata geçirmiş idi IMahmut'un üvey kardeşi IIIOsman'ın (1754-1757) yerine geçen, amcaoğlu III Mustafa (1757-1773) zamanında da ordu içerisinde bazı ıslahatlar devam ettirilmiştir Nitekim onun döneminde Tophane ıslah edilerek yeni ve güçlü toplar dökülmüş, donanma yenilenmiştir Ancak, Rusya ile başlayan harpler bu yeniliklerin yeterli olmadığını gösterecektir






Gerileme Dönemi ve Gerilemeyi Durdurdurma Çabaları

1764 yılında Rusya, Osmanlıların toprak bütünlüğünü garanti ettiği Lehistan'ı işgal etmiş ve kaçan mülteciler Osmanlı sınırını geçen Ruslar tarafından katledilmiştir Bu olay üzerine Osmanlı Devleti Rusya'ya savaş ilân etmiştir(1768) Ruslar, Baserabya ve Kırım'ı işgal ettikleri gibi, İngilizlerin de yardımıyla, Baltık filosonu Akdeniz'e göndererek, Mora Rumlarını isyana teşvik etmişler ve Çeşme'de demirli Osmanlı donanmasını gafil avlayarak, gemileri yakmışlardır Bu arada Mısır'da da bir isyan hareketi başlamıştır Ruscuk ve Silistre önlerinde Osmanlı kuvvetlerinin mevzii başarılar kazanmasının ardından II Katerina, Lehistan işini halletmeyi plânladığından Osmanlılarla anlaşma yapmayı kabul etmiştir IAbdulhamit'in (1773-1789) başa geçmesinden sonra imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile (21 Temmuz 1774) Kırım Hanlığı Osmanlıdan kopartılarak sözde bağımsız bir devlet olmuş, Baserabya, Eflâk, Boğdan Osmanlılarda kalmış, ancak Azak ve Kabartay bölgesi Rus hâkimiyetine geçmiştir Ruslar bu anlaşmayla İngiltere ve Fransa'ya tanınan kapitülâsyonları da kazanmış ve her yerde konsolosluk açma hakkını elde ederek, Osmanlının iç işlerine karışabileceği bir ortamı kendine hazırlamıştır Nitekim 1783'te Kırım'ı işgal ve ilhak eden Rusya, Karadeniz'e hâkim olarak, sıcak denizlere inme politikasını gerçekleştirme yönünde büyük bir adım atmış, Ortadoksları himaye bahanesiyle de Balkanlardaki nüfuzunu kuvvetlendirmiştir
Rusya'nın nihaî amacı, İstanbul'u ele geçirerek Bizans'ı yeniden diriltmek idi İşte bu maksatla, Osmanlı Devleti'ni taksim etmek üzere Avusturya ile gizli bir anlaşma yapıldı Bu anlaşmayı haber alan Osmanlı Devleti, Prusya ve İngiltere'nin de tahrikiyle Rusya'ya karşı savaş açtı Halkın infialine neden olan Kırım'ı geri almak Osmanlının en büyük arzusuydu Ancak bu savaşa Rusya'nın müttefiki olan Avusturya'nın da katılmasıyla, Osmanlılar iki cephede birden mücadele etmek zorunda kaldılar(1788) Avusturya'ya karşı iki kez savaş kazanıldı Belgrat ve Banat ele geçirildi Ancak Rusya'ya karşı doğu cephesinde başarı sağlanamadı Bu tarihlerde Osmanlı tahtına III Selim çıkmıştı (1789-1807) III Selim İsveç ile bir anlaşma yaparak Rusya'ya karşı bir müttefik kazanmıştı Ancak Rusya Bükreş ile Küçük Eflâk'ı almış, ardından da Belgrat ve Bender düşmüştü 1790'da Avusturya İmparatoru IIJoseph ölünce iç ayaklanmalar baş göstermiş ve Fransız ihtilalinin etkileri bu ülkede de hissedilmeye başlanmıştı Bunun üzerine yeni İmparator IILeopold, Ziştovi anlaşmasını imzalayarak Osmanlılarla olan savaşı sona erdirdi (1791) Bu anlaşma mevcut statükoyu muhafaza eden maddelerden ibaretti Rusya ile de, İspanya'nın aracılığıyla Yaş Barış Antlaşması imzalandı (1792) Rusya'nın savaş sırasında işgal ettiği yerlerden sadece Özi, anlaşmayla verilmiş oluyordu Hem Avusturya hem de Rusya bu anlaşmalarla, Fransa ve Lehistan'daki gelişmelere dikkatlerini verirken, Osmanlı Devleti de gerekli ıslahatları yapmak için bir soluklanma zamanı bulabilecekti






19 yy Osmanlı Devleti'nde Islahat Çabaları
Nizam-ı Cedit

İyi bir eğitim görmüş olan III Selim bu barış döneminden faydalanarak, devlet içinde, özellikle askerî alanda, ıslahatlar yapmak istiyordu Bu maksatla, Nizâm-ı Cedit adı verilen ilk ıslahat hareketiyle, yeni bir ordu kurdu(1793) Yeniçeri Ocağı'nı kaldıramayacağını bildiğinden, öncelikle Nizâm-ı Cedid denilen bu orduyu batılı tarzda düzenleyip, başarısını kanıtlamak gerekliydi Ancak bundan sonra Yeniçeri Ocağı lağvedilebilirdi Fakat kendileri aleyhine ortaya çıkan gelişmelerden endişe duyan Yeniçeriler, bazı devlet adamlarını da yanlarına çekerek yeniliklere karşı çıktılar ve isyan ettiler Üstelik bu arada Napolyon Bonapart, bir orduyla Mısır'ı işgale başlamıştı (1798) Osmanlılar, Rusya, İngiltere ve Sicilya'nın da menfaatlerine dokunan Fransız işgaline karşı harekete geçti Ehramlar savaşıyla, Mısır'ı ele geçirip, kuzeye yönelen Bonapart, Akka'da Osmanlı savunmasını geçemedi (1799) Kuşatmayı kaldıran Napolyon geri dönerken, yerine bıraktığı ordu komutanları da mağlûp edildiler Neticede Fransızlar Mısır'ı terk etmek zorunda kaldı(1801) Fransa'yı barışa zorlayan önemli bir sebeplerden birisi de, Akdeniz'de Rus ve Türk donanmalarının iş birliği yapmaları, İngiltere'nin Fransız savaş ve ticaret gemilerini taciz etmesiydi Fransa'nın Akdeniz ve Orta Doğu'daki ticarî menfaatlerinin zedelenmesi onları barışa zorlamaktaydı

1802'de imzalanan anlaşmayla Fransa bölgede yine ticaret yapma güvencesi almış ve kapitülâsyon hakkını elde etmiştir Bu olayı bahane ederek Akdeniz'e inen Rus donanması, Osmanlı donanmasıyla birlikte Fransa'nın elindeki bazı adaları ele geçirmiş idi Fakat halk, ebedî düşman olarak gördüğü Rusya ile iş birliği yapılmasına büyük tepki göstermiş ve bunun sonunda III Selim'e ve ıslahatlarına karşı cephe genişlemişti Üstelik Napolyon'un, Orta Doğu'da Araplara yönelik propagandasının da etkisiyle bölgede bazı isyanlar çıkmıştı Böylece Bulgaristan ve Sırbistan'da çıkan isyanlara bir de Suriye'de ve Hicaz'da çıkan isyanlar eklenmiş oluyordu Vehhabiler ayaklanarak, 1803-1804'te Mekke ve Medine'yi ele geçirmişlerdi Osmanlıların tekrar Fransa ile yakınlaşmaları, İngiliz ve Rusları harekete geçirmiş ve sonunda Rusya Eflak ve Boğdan'ı işgal etmişti Bu savaş sürerken Nizâm-ı Cedit'in Rumeli''ye de kaydırılmasından memnun olmayan isyancılar Şehzade Mustafa'nın tahrik ve teşvikiyle birleşerek İkinci Edirne Vak'ası denilen büyük bir ayaklanma başlatmışlardı (1806) Neticede İstanbul'da patlak veren Kabakçı Mustafa İsyanı III Selim'in sonunu hazırladı Saraya giren isyancılar III Selim'i tahttan indirerek yerine IV Mustafa'yı tahta geçirdiler (29 Mayıs 1807) Nizâm-ı Cedid lağvedildi Fakat IIISelim'e bağlı olan Ruscuk bayraktarı Mustafa, yenilik taraftarlarıyla birleşerek, karşı darbede bulundu Amacı III Selim'i yeniden tahta çıkarmaktı IV Mustafa'nın, sabık padişahı öldürttüğünün öğrenilmesi üzerine, kardeşi IIMahmut başa geçirildi (28 Temmuz 1808)






Alemdar Mustafa Paşa sadareti üslenerek, III Selim'in başlattığı ıslahatları devam ettirmeye çalıştı Nizâm-ı Cedit'i, Sekbân-ı Cedit adı ile yeniden canlandırdı Ancak ulemayı ve yeniçerileri memnun edemeyen Alemdar Mustafa Paşa, 1809'da çıkan bir isyanda öldü
IIMahmut ve Islahat Hareketleri; II Mahmut devri (1808-1839), hem gerçekleştirilen yenilik hareketleri ile hem de etnik ve siyasî isyanlarıyla Osmanlı Devleti'nin yol ayrımına girdiği bir dönemi ifade eder IIMahmut, öncelikle orduyu baştan aşağı düzenlemek ile işe başladı Yeniliklere karşı çıkan Yeniçeri Ocağı bir nizamname ile ortadan kaldırıldı Vak'a-yı Hayriye olarak adlandırılan bu köklü değişiklikle (15-16 Haziran 1826), yeni bir ordu oluşturuldu Ancak yeniçeriler bu düzenlemeye boyun eğmeyerek isyan ettiler Sadrazam'ın sarayını basan yeniçeriler sadrazamın ve ıslahatçıların başlarını istediler Ancak At Meydanı'nda toplanan yeniçeriler dağıtıldı, ocakları bombalandı Böylece Avrupa tarzında yeni bir ordunun kurulması yönündeki en büyük engel ortadan kaldırılmış oluyordu II Mahmut hükûmet teşkilâtında da değişikliklere giderek kabine ve nezaret (bakanlık) usulünü benimsedi 1836 yılında Dahiliye ve Hariciye Nazırlıkları kuruldu Avrupa devletleri ile ABD ile ticarî anlaşmalar yapıldı İktisadî ve adlî sistemde değişikliklere gidildi Avrupa tarzında eğitim veren rüştiyeler, Harbiye ve Tıbbiye okullarının açılması vb gibi eğitim alanında da ıslahatlar gerçekleştirildi
Fakat, kimi şeklî, kimi öze yönelik bu yenilikler devletin içinde bulunduğu zorlukları aşmasına yetmediği gibi, Osmanlı coğrafyasındaki parçalanma IIMahmut döneminde daha da hissedilir hale geldi
Sırp ve Yunan İsyanları; Fransız İhtilâli'nin getirdiği milliyetçi fikirlerle temellendirilen ancak, daha ziyade arkasında Rusya ve diğer Avrupa devletlerinin teşvik ve tahriki olan etnik ve mahallî isyanlar bu dönemde alevlendi IIISelim zamanında isyan eden Sırplar, 1812 Bükreş Antlaşması ile bazı imtiyazlar almalarına rağmen, yeniden ayaklandılar Yeniçeri Ocağının kaldırıldığı tarihlerde Sırplarla kısmî bir anlaşmaya varıldı Ancak 1830'da bir hatt-ı şerif ile Sırbistan'ın Osmanlı hâkimiyetinde bir prenslik olarak varlığı kabul edildi Rusya'nın XIX yüzyıla girerken Osmanlıya karşı sürdürdüğü savaşların altında Balkanları ve özellikle Rumları Osmanlı Devleti'nden koparmak yatıyordu Nitekim Odessa'da yeniden örgütlendirilen Etnik-i Eterya adlı cemiyetin başkanlığına Yunan İsyanı sırasında Çar IAlexsandre'ın yaveri Prens İpsilanti getirilmişti Yapılan plana göre Yunanistan, Yanya ve Tuna civarında isyanlar çıkarılacaktı İpsilanti 1821'de Romanya'ya geçerek Ortodoksları ayaklandırmaya çalıştı fakat başarılı olamadı Çar, Türklere yenilerek Macaristan'a kaçacak olan İpsilanti'yi desteklemekten vazgeçti Bu sırada Mora'da da Patras başpiskoposu isyan etmişti (25 Mart 1821) 1822'de Yunanlılar bağımsız olduklarını ilân ettiler, Mora'da ve adalarda çok sayıda Türk'ü katlettiler Rusya ve Avrupa bu isyanı gayriresmî yollardan desteklemekteydiler



Girit ve Mora valiliğinin kendisine verilmesini IIMahmut'a kabul ettiren Mehmet Ali Paşa bu isyanı bastırmakla görevlendirildi 1822'de Girit'e, 1824-25'te Mora'ya girildi Bu gelişme karşısında Rusya, Fransa ve İngiltere aralarında anlaşarak (1827), Yunanistan'ın özerk bir prenslik olarak kabul edilmesi hususunda Osmanlıları sıkıştırmak istediler Türkler bu olayı iç işlerine müdahale olarak kabul edip, teklifi reddetti Bunun üzerine Osmanlı ve Mısır donanması Navarin'de, bir kaza sonucu(!), yok edildi Üç ülkeyle ilişkiler kesildi ve 1828'de Rusya, müttefiklerinin desteğiyle Osmanlı Devleti'ne savaş ilân etti Rus ordusu doğuda Erzurum'u ele geçirdi Batıda ise Edirne işgal edildi Padişah, Prusya, Fransa ve İngiltere elçilerini araya sokarak, Londra Protokolünü kabul edeceğini bildirdi Böylece Edirne Antlaşması(1829) ve ardından Londra Konferansı (1830) imzalandı Antlaşma ile Prut iki ülke arasında sınır oluyor, Eflâk, Boğdan ile Sırbistan'ın özerkliği kabul ediliyordu Girit'in Osmanlılarda kalması şartıyla Yunanistan'ın bağımsızlığı da tasdik ediliyordu
Mehmet Ali Paşa İsyanı ve Mısır Meselesi; Mora'nın elden çıkmasıyla, oğlu İbrahim'in Mora valisi olma ümidini kaybeden Mısır Valisi MAli Paşa, IIMahmut'tan, yardımlarına karşılık, Suriye'nin idaresini istedi Bu isteğin reddedilmesi üzerine MAli Paşa harekete geçti ve Filistin ile Suriye'ye girdi (1831) Akka ve Şam, oğlu İbrahim tarafından ele geçirildi İbrahim Paşa, kısa zamanda Anadolu'ya kadar ilerledi

Konya yakınlarındaki savaşta Osmanlı ordusunu yenilgiye uğrattı Her birinin ayrı hesabı olduğu büyük devletler, telâşlanarak araya girmek istediler Fransa ve İngiltere'nin anlaşamaması üzerine, Rusya durumdan faydalandı Zor durumdaki IIMahmut, Rus ordusunun ve donanmasının İstanbul yakınlarına gelmesine müsaade etti Rusya'nın kârlı çıkmasından endişelenen Fransa ve İngiltere, IIMahmut ile anlaşma yapması için MAli Paşa'ya baskı yaptılar Neticede Kütahya Antlaşması imzalandı (1833) Bu anlaşmayla, Mehmet Ali Paşa, Mısır ve Girit'ten başka Şam ve oğlu İbrahim de, Cidde valiliği yanı sıra Adana'yı uhdelerine alacaklardı Rusya, yardımlarına karşılık IIMahmut ile Hünkar İskelesi Antlaşması diye bilinen bir anlaşma yaparak, İstanbul'daki durumunu kuvvetlendirmeyi başardı (1833) Anlaşmaya göre Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünün garantisi ve gereğinde Osmanlının yardımına koşulması karşılığında Rusya, Boğazların bütün yabancı savaş gemilerine kapatılmasını kabul ettiriyordu IIMahmut, Kütahya anlaşmasından memnun değildi Bu sebeple MAli Paşa'ya karşı yeniden harekete geçti Fakat Osmanlı ordusu Nizip'te bir kez daha yenildi (1839) Üstelik Kaptan Paşa, Osmanlı donanmasını Mısır'a teslim etmişti Bu arada II Mahmut ölmüş ve yerine IAbdulmecit geçmişti (1839-1861) Mısır Meselesi'nin Çözümü ve Boğazlar Meselesi; Rusya'nın Hünkar İskelesi Antlaşmasına dayanarak duruma tek başına müdahale etmesini uygun bulmayan İngiltere ve Fransa yeniden devreye girdiler Avusturya ve Prusya'nın da katılmasıyla Londra'da bir konferans toplandı (1840)
Toplantıda Mehmet Ali Paşa'nın veraset yoluyla Mısır valiliğine sahip olması karşılığında, Suriye'den ve elinde tuttuğu Osmanlı donanmasından vazgeçmesi istendi Konferans kararlarını MAli Paşa'nın tanımaması üzerine İngiltere Suriye limanlarını donanması ile topa tuttu Nihayet MAli Paşa durumu kabul etti IAbdulmecit de iki ferman yayımlayarak onun valiliğini onayladı Ardından İngiltere kendileri aleyhine olan Hünkar İskelesi Antlaşması'nın yürürlükten kaldırılmasını öngören uluslararası bir konferansa ev sahipliği yaptı Londra Antlaşması ile (Temmuz 1841), İstanbul ve Çanakkale boğazları'nın barış zamanında savaş gemilerine kapalı tutulmasının kararlaştırıldığı bir Boğazlar Sözleşmesi imzalandı Böylece İngiltere, Rusya'nın elinden inisiyatifi almış oluyordu

Alıntı Yaparak Cevapla

'Osmanlı Tarihi'

Eski 10-07-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

'Osmanlı Tarihi'



Tanzimat Dönemi






Tanzimat Dönemi

Daha önceleri gerçekleştirilmeye çalışılan Islahat Hareketleri, Osmanlı Devleti'nin kendi iradesiyle uygulamaya çalıştığı, içte ve dıştaki başarısızlıklarını önlemeye yönelik yenilikleri ifade etmekteydi Ancak Avrupa ve Rusya'nın mütemadiyen iç işlerine müdahale etmesi, Osmanlı Devleti'ni, kendi inisiyatifi dışında, yeni tedbirler almaya zorlamaktaydı Özellikle gayrimüslim unsurları bahane eden devletlerin müdahalelerine fırsat vermemek için idarî ve hukukî düzenlemelere gidilmesi düşünülmekteydi Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa'nın hazırladığı düzenlemeler, IAbdülmecit tarafından tasdik edilmişti 3 Kasım 1839'da IAbdülmecit "Gülhane Hatt-ı Hümayunu"nu ilan ettirdi

Bu fermanda, dini ve ırkı ne olursa olsun Osmanlı tebaasından olan herkesin eşit olması, herkesin yasalara göre yargılanması, varlığı ölçüsünde vergilendirilmesi ve askerlik süresinin 4-5 yılı geçmemesi gibi hükümler yer alıyordu Ayrıca Osmanlı Devleti bu dönemde Avrupa tarzına öykünen idarî düzenlemelerde de bulundu Bu şekilde Avrupa devletlerinin en azından bazılarının, Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğüne saygısının kazanılması hedeflenmekteydi Fakat gelişen siyasî olaylar, bunun o kadar kolay olmayacağını gösterecektir

Şark Meselesi ve Kırım Savaşı; Tanzimat döneminde nispeten sağlanan barış ortamı, Rusya'nın müdahalesiyle tekrar bozulmaya başladı Balkanlarda panislavist bir politika izleyen Rusya, aynı zamanda "Kutsal yerler sorunu"nu ortaya atarak, doğrudan doğruya Osmanlı Devletinin varlığını hedef almaktaydı Avrupalılar tarafından "Şark Meselesi", önceleri Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünün sağlanması şeklinde düşünülürken, daha sonra bu toprakların paylaşımı sorunu hâline dönüştürüldü Çünkü Osmanlı Devleti artık bir "hasta adam" idi Ancak RMantran'ın da ifade ettiği gibi, hasta, kendisini iyileştirmeyi amaçlamayan doktorların insafına kalmıştı Onlar, Avrupa'nın hasta adamının mirasını paylaşma telâşındaydı






Küçük Kaynarca antlaşması'ndan sonra Osmanlı topraklarındaki Ortodokslar'ın haklarını koruma rolünü üstlenen Rusya, Kudüs merkezli "kutsal yerler"in korunması ve idaresi hususunu da gündeme getirdi Fransızlarla imzalanan kapitülâsyonlarda, Lâtin din adamlarına Kudüs Kilisesi üzerinde bazı haklar tanınmıştı

1808'den itibaren Rusya'nın baskıları neticesinde onların yerini Ortodoks papazlar almaya başladı Fransa'nın ve Rusya'nın 1850-51'de Bab-ı Ali'ye bu durum hakkında yaptıkları müracaatlar, kurulan komisyonlarda değerlendirildi ve bazı kararlar alındıysa da hiçbirini memnun edemedi Bunun üzerine Çar INikola, İngiltere'ye Osmanlı Devleti'ni aralarında paylaşmayı teklif etti ve İngilizlerin sessizliğini koruması üzerine de askerlerini Baserebya ve Lehistan'a çıkarttı Rus elçisi Mençikof'un aşırı tavizler içeren teklifini reddeden IAbdülmecit, İngilizlere yakın olan Mustafa Reşit Paşa'yı sadrazamlığa getirdi Ruslar 26 Haziran 1853'te, Prut'u geçerek, Eflâk ve Boğdan'ı istilâ ettiler Osmanlı Devleti, Fransa ve İngiltere ile ittifak anlaşması imzaladı Bu ittifaka Avusturya ve İtalyan birliğini kurmaya çalışan Piyemento hükûmeti de katıldı İttifak donanması Çanakkale'de mevzilenmişti Durumdan endişelenen Rusya, askerlerini geri çekmeye başladı Müttefikler, Rusya'nın Karadeniz'deki gücünü ortadan kaldırmak için, Kırım'a yöneldiler Rusların en büyük üssü olan Sivastopol, bir yıl süren bir kuşatmanın ardından ele geçirildi (1855) Bu sırada tahta oturan IIAlexandre, barış yapmayı kabul etti Müttefiklerin yanı sıra Prusya'nın da katıldığı Paris Antlaşması ile (30 Mart 1856), taraflar işgal ettikleri bölgelerden çekilecek, Osmanlıların toprak bütünlüğü ve Boğazların statüsü, Avrupa'nın "kefilliği" altında korunacaktı Osmanlıların Avrupa Konseyi'ne dahil edilmesi karşılığında ise, sultan yeni bir ıslahat fermanı irat edecekti Bu madde ve Karadeniz'in tarafsızlığının kabulü, savaşın galibi durumundaki Osmanlılardın aleyhine idi Nitekim, Eflâk ve Boğdan'ın birleşmesi ve Sırbistan'a yönelik yeni haklar da Paris Antlaşmasıyla tescil edilmişti






Islahat Fermanı

Henüz Kırım Savaşı sürerken, Viyana'da bir araya gelen İngiltere, Fransa ve Avusturya, Hristiyanlarla Müslümanlar arasındaki farklılıkların her alanda ortadan kaldırılmasını öngören bir fermanı sultanın yayımlamasını, barış için ön şart koşmuşlardı Paris Antlaşması müzakere edilirken, müttefiklerin bu istekleri IAbdülmecit tarafından yerine getirildi ve Islahat Fermanı ilân edildi (18 Şubat 1856) Tanzimat'la kabul edilen hususların esas alındığı bu fermanla, Müslümanlarla Hristiyanlar arasında eşitlik sağlandığı Avrupa'ya garanti edilmiş oluyordu Ayrıca iç hukuk alanında ve ticaret hukukunda da yenilikler getiriliyor, Ceza ve medenî hukukun bir bölümü, dinî esaslardan arındırılıyordu Aslında Tanzimat süreciyle başlayan bu değişiklikler, idari yapılanmada da kendisini hissettirmiştir 1868'de Şura-yı Devlet ve Divan-ı Ahkam-ı Adliye kurularak buralarda hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar görevlendirilmiştir Islahat Fermanı ile getirilen düzenlemelerin uygulanması daha çok IAbdülaziz'in tahta çıkması (1861-1876) ile gerçekleşebilmiştir

Paris Antlaşmasına imza koyan devletler, anlaşma maddesinde de yer aldığı için Islahat Fermanı'nı, Osmanlı Devleti'ne müdahale etmede bir koz olarak kullanmışlardır Nitekim Fransa, Dürzilerin Katolik Marunilere saldırmasını bahane ederek Lübnan'a asker çıkarmış ve 1871'e kadar orada kalmıştır Karadağ'da çıkan bir anlaşmazlık yine büyük devletlerin aracılığı ile halledilmiştir (1862) Güçlü devletler tarafından teşvik ve tahrik edilen Balkanlardaki Hristiyan toplulukları, çıkardıkları isyanlar bastırılsa dahi, Osmanlı Devleti'nden yeni haklar elde etmeyi başaracaklardır Örneğin Sırplar ve Bulgarlar yeni haklar elde etmiş, Eflâk ve Boğdan'ın Romanya adı altında birleşmeleri kabul edilmiştir Muhtariyet hakları genişletilen Mısır'da, İngiliz-Fransız nüfuz mücadelesi kızışmış, III Napolyon'un teşebbüsü üzerine, Abdülaziz istemediği hâlde Süveyş Kanalı projesini kabul etmek zorunda kalmış ve kanal 1869'da büyük bir törenle açılmıştır





IMeşrutiyet Dönemi

Avrupa devletleri ve özellikle Rusya'nın kışkırttığı topluluklar, bağımsızlıklarını ilân etmek için harekete geçmekteydiler 1866'da Girit İsyanı çıktı Yunanistan'a bağlanmak amacıyla başlayan isyan bastırılmasına rağmen, Avrupa devletleri araya girerek sultanın Girit'e yeni bir statü vermesini sağladılar (1868) Rusya tarafından oluşturulan komitalar vasıtasıyla Bulgarlar ayaklandırıldı Onlara da geniş haklar verildi (1870) Fakat bununla yetinmeyen Bulgarlar, Bosna ve Hersek'teki karışıklıkların ardından yeniden ayaklandılar (1875-76)

Bulgar isyanı sert biçimde bastırıldı Fakat bu sırada Genç Osmanlılar, Abdülaziz'e başlattıkları muhalefeti, mücadeleye dönüştürdüler Nihayet Mithat Paşa'nın öncülüğündeki yenilikçi idareciler Abdülaziz'i tahttan indirerek yeğeni VMurat'ı başa geçirdiler(30 Mayıs 1876) Ancak hastalığı sebebiyle üç ay sonra o da tahttan indirilerek, Kanun-ı Esasi'yi ilân edeceğini beyan eden kardeşi IIAbdülhamit Osmanlı tahtına çıkarıldı

Bu arada Rusya'nın Osmanlı Devleti'ne baskı kurmasını kendi menfaatine aykırı gören İngiltere, Balkanlardaki bunalımı görüşmesi için İstanbul'da uluslar arası bir konferans toplanmasını sağlamıştı İstanbul Konferans çalışmalarını sürdürürken IIAbdülhamit Meşrutiyet'i ilân etti (23 Aralık 1876) Kurulacak Meclis-i Mebusan'da bütün topluluklar temsil edilebilecekti Parlâmenter monarşi, İstanbul Konferansı'nın toplanış sebebini tamamen ortadan kaldırmasına rağmen, konferansa katılan devletler, Balkan topluluklarının bağımsızlıklarını istediklerinden bir sonuca varılamadı Osmanlı Devleti'nin çağrılmadığı Londra'da toplanan bir başka konferansta, büyük devletler isteklerini tekrarladılar Rusya, Osmanlı Devleti'ne alınan kararları kabul ettirmek için savaş ilân etti(Nisan 1877) Tarihimizde "93 Harbi" diye bilinen 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi, askerî ve siyasî bakımdan önemli sonuçlar doğurmuştur










Kanun-ı Esasi'nin kabulü ile açılan Genel Meclis, padişah tarafından seçilen Ayan Meclisi ve halk tarafından seçilen Mebusan Meclisi'nden ibaretti Londra Konferansı'ndan önce çalışmaya başlayan bu meclis, hükûmet tarafından sunulan teklif ve kanun tasarıların karara bağlayarak ilk dönem çalışmalarını tamamlamıştı Ancak 93 Harbi'nin sürdüğü sıkıntılı zamanlarda meclisteki azınlık mebusları çalışmaları sekteye uğrattığı gibi, bunalımın artmasını da sağlıyorlardı Nitekim Gazi Osman Paşa'nın büyük bir kahramanlık göstererek 5 ay savunduğu Plevne'yi aşan Ruslar, Yeşilköy'e kadar ilerlemişlerdi Doğu'da ise ancak Erzurum önlerinde durdurulmuşlardı Meclis savaşın gidişatından hükûmeti ve padişahı sorumlu tutarak, siyasî tansiyonu yükseltmekteydi II Abdülhamit, devletin ileri gelenleri ve bazı mebuslarla yaptığı toplantıdan bir sonuç alamayınca, Kanun-ı Esasi'nin kendisine verdiği yetkiyi kullanarak, etnik yapısının karışıklığı sebebiyle çalışmaları aksayan meclisi kapattı (14 Şubat 1878) Bu IMeşrutiyet'in sonu demekti

Berlin Kongresi ve Balkanlardaki Gelişmeler; İstanbul önlerine kadar gelmiş olan Rusya ile Yeşilköy (Ayastefanos) Antlaşması imzalandı (3 Mart 1878) Bu anlaşmayla, sözde Osmanlı'ya bağlı Dobruca, Doğu Makedonya ve Trakya'yı içine alan Büyük Bulgaristan Prensliği kuruluyor; Romanya, Sırbistan ve Karadağ bağımsızlıklarına kavuşuyordu Ancak, Rusya'nın genişlemesinden rahatsızlık duyan Avrupa devletlerinin araya girmesiyle bu anlaşma hükümleri yürürlüğe giremedi

İngiltere donanmasını harekete geçirdi Osmanlı Devleti ile yaptığı bir anlaşmayla Kıbrıs'a yerleşti ( 4 Haziran 1878) Araya giren Bismark, ülkesinde bir konferansa ev sahipliği yaparak hem muhtemel bir savaşı önlemek hem de Almanya'nın menfaatlerini korumak istiyordu Nitekim Osmanlı Devleti, İngiltere, Fransa, Avusturya, Almanya, İtalya ve Rusya'nın da katıldığı Berlin Kongresi 13 Temmuz 1878'de imzalanan bir anlaşmayla son buldu Bu anlaşma, artık Rusya'nın yanı sıra, diğer devletlerin de parçalamaya çalıştıkları Osmanlı'dan, kendi paylarını alma anlaşmasıydı Berlin ve Ayestafanos antlaşmalarında öngörüldüğü gibi, Sırbistan, Karadağ ve Romanya'nın bağımsızlığı onaylandı Bulgaristan üç bölüme ayrıldı Bulgaristan Prensliği haricinde müstakil bir Doğu Rumeli eyaleti oluşturuldu Girit'in statüsüne benzer bir statüyle Makedonya, Osmanlı Devleti'nin elinde kaldı Yunanistan Tesalya ve Epir'in bir bölümünü aldı Bosna-Hersek, Avusturya tarafından işgal edildi Rusya, Kars, Ardahan ve Batum'a sahip oldu Berlin Kongresi, büyük devletlerin Osmanlı Devleti'ni paylaşma ve ortadan kaldırma arzularının bir neticesi idi Balkanlarda büyük devletlerin inisiyatifiyle ortaya çıkan küçük devletçikler, bölgede o dönemden günümüze kadar ulaşan siyasî ve etnik çatışmaların piyonları olmaktan öteye gidemediler Nitekim Avusturya'nın ve Rusya'nın Balkanlarda nüfuzlarını artırmaları, Balkan Savaşları ve IDünya Savaşı'nın çıkmasına yol açacaktır






Berlin Kongresi'nin sonuçları kısa zamanda ortaya çıkmaya başlamıştı

Balkanlardan bir pay alamayan Fransa, önceden nüfuz sahasına dahil ettiği Cezayir ile Tunus arasındaki sınır problemini bahane ederek, Tunus'u işgal etti (1881) Fransa ile İngiltere arasında çekişmeye sahne olan Mısır'da, Hidiv İsmail Paşa'ya karşı başlatılan bir askerî ayaklanma ile ortaya çıkan durum İstanbul'da görüşülürken, İngilizler İskenderiye'yi topa tuttu Osmanlıların karşı çıkmalarına rağmen İngilizler Mısır'ı ele geçirdiler(1882) Bulgaristan Prensliği, Doğu Rumeli'de çıkan isyanı değerlendirerek (1885), bölgeyi kontrolü altına aldı Osmanlı Devleti Rusya'nın baskısı sonunda, Kırcaali ve Rodop dışındaki Doğu Rumeli Valiliği'nin Bulgar Prensliği'nin idaresine geçmesini kabul etmek zorunda kaldı (1886) İkinci Meşrutiyet'in ilânı sırasında ise Bulgarlar bağımsızlıklarını ilân ettiler (1908) Bulgar, Yunan ve Arnavutların hak iddia ettiği Makedonya'da çıkan olaylar Osmanlı kuvvetleri tarafından bastırıldı Fakat, Rusya ve Avusturya devreye girerek Osmanlı hâkimiyetindeki Makedonya'da, ülkelerinden iki gözlemcinin görev yapmasını sağladılar (1893) Megalo İdea adını verdiği Bizans'ı diriltme çabasındaki küçük Yunanistan, 1896'da çıkan isyanı bahane ederek Girit'i ilhaka yeltendi (1896) Osmanlılar Dömeke Meydan Savaşı ile Yunanlıları büyük bir bozguna uğrattılar (1897) Fakat Rusya ve Avrupa devletlerinin müdahalesi ile İstanbul'da toplanan bir konferans ile Girit'te valiliğine Yunan kralının oğlunun getirildiği özerk bir yönetim kurulması, adanın fiilen Yunanistan'a bırakılması anlamına geliyordu

93 Harbi'nden sonra sun'i bir Ermeni Meselesi ortaya çıkarılmıştı Osmanlı Devleti'ne bağlılıkları sebebiyle "millet-i sadıka" olarak adlandırılan Ermeniler, önceleri Doğu Anadolu'yu ele geçirmek isteyen Rusya ve ardından İngiltere tarafından kullanılmaya başladılar Hınçak ve Taşnak tedhiş örgütlerini kurarak, İstanbul ve taşrada terör yaratan bazı Ermeniler özellikle İngilizler tarafından destekleniyorlardı Doğu'da hiçbir zaman çoğunluk olamayan Ermenilere kurdurulacak bir devlet ile Rusya Akdeniz ve Orta Doğu'ya sızabilecekti İngiliz himayesindeki bir Ermeni devleti ise aksine bunu önleyebilirdi Her iki tarafında kullandığı Ermeniler 1889'dan itibaren tedhişe başladılar Van, Erzurum ve Bitlis'te çıkan olaylar bastırıldı Ardından başkentte Osmanlı Bankası'na kanlı bir baskın yaparak bankayı işgal ettiler IIAbdülhamit'e yönelik bir suikast teşebbüsünde bulundular IDünya Savaşı ve İstiklal Harbi yıllarında da Ermeniler devlet aleyhine faaliyetlerini devam ettirmişlerdir






Alıntı Yaparak Cevapla

'Osmanlı Tarihi'

Eski 10-07-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

'Osmanlı Tarihi'



IIMeşrutiyet Dönemi

IMeşrutiyet'in kaldırılmasından sonra IIAbdülhamit içte ve dışta meydana gelen olumsuz gelişmelerin de etkisiyle, katı bir yönetim sergilemeye başlamıştı Meşrutiyet taraftarları da buna karşılık muhalefetlerinin dozunu artırmışlardı Osmanlılık fikrinin temsilcisi olan Sadrazam Midhat Paşa 1881'de ölüm cezasına çarptırılmış, sonra affedilerek, Arabistan'a sürgüne gönderilmiş ve 1883'te öldürülmüştü

Ali Suavi, Ziya Paşa ve Namık Kemal gibi kişiler de sultan tarafından bertaraf edilmişlerdi Ancak devletin içinde bulunduğu güç durum onların başlattığı muhalefetin güçlenerek büyümesine zemin hazırlamaktaydı Balkanlardaki çalkantıların yanı sıra Osmanlı Devleti iktisadî açıdan da çok zor durumda idi Devlet iç ve dış borçlarını kapatabilmek için batılıların elindeki Osmanlı Bankası ile malî bir anlaşma imzalamak zorunda kalmıştı (1879 ve 1881) Buna göre banka mali yardımları karşılığında, devletin bazı gelirlerini devralıyordu İngiliz ve Fransızların kontrolünde bu maksatla kurulan Düyun-ı Umumîye İdaresi Osmanlı ülkesini âdeta bir sömürge hâline getirecektir






Genç Türkler veya Jön Türkler adı verilen ve yurt dışında ve içinde faaliyet gösteren Meşrutiyet taraftarları, İstanbul'da İttihad-ı Osmani derneğini kurmuşlar ve bu dernek 1894/95'te İttihat ve Terakki Cemiyeti adını almıştı Selanik'te Enver ve Niyazi Paşalar gibi subayların da katılmasıyla güçlenen İttihatçılar, Osmanlı devletini ancak Kanun-ı Esasî'nin yeniden kabulünün kurtarabileceğini düşünüyorlardı Kolağası Niyazi Bey ve ona katılan Enver Bey'in Resne'de isyan ederek dağa çıkmaları ve Rumeli'de halk tarafından büyük bir destek bulmaları üzerine IIAbdülhamit anayasayı yürürlüğe koyarak IIMeşrutiyet'i ilân etti ((23 Temmuz 1908)

17 Aralık 1908'de meclis yeniden açıldı Yapılan seçimlerde İttihat ve Terakki Fırkası büyük bir başarı sağlamıştı Ancak bu gelişmeler esnasında Bulgaristan bağımsızlığını elde etmiş ve Girit meclisi Yunanistan'a ilhak kararı almıştı
İşgal altındaki Bosna Hersek ise Avusturya tarafından fiilen ilhak edilmişti (5 Ekim 1908) Millî bir politika izlemeyi amaçlayan İttihatçılar, olumsuz gelişmelerin de etkisiyle gittikçe otoriter bir idare oluşturmaya başlamışlardı Bundan faydalanmak isteyen Meşrutiyet aleyhtarları, bazı Avrupa devletlerinin de kışkırtmasıyla isyan ettiler İstanbul'daki Avcı Taburları'nın 13 Nisan 1909'da başlattıkları isyan sırasında pek çok İttihatçı öldürüldü IIAbdülhamit olayları önleyemedi Bunun üzerine Mahmut Şevket Paşa komutasındaki ordu Selanik'ten yola çıktı Harekat Ordusu adı verilen bu ordunun kurmay başkanı Mustafa Kemal idi Harekat Ordusu, kısa sürede duruma hâkim olarak isyanı bastırdı İsyandan sorumlu tutulan IIAbdülhamit, şeyhülislâmdan alınan fetva ile meclis tarafından tahttan indirildi (27 Nisan 1909) ve kardeşi V Mehmet Reşat yerine getirildi VMehmed (1909-1918) devlet idaresinde inisiyatifi İttihatçı hükûmete bırakmıştı Yeni iktidar zamanında da felâketler birbirini takip etti Osmanlı Devleti hızla dağılma devrine girmekteydi






Trablusgarp Savaşları

Osmanlıların iç işleri ve Balkanlardaki gelişmelerle uğraşmasını fırsat bilen İtalyanlar, Avusturya'nın Bosna-Hersek'i ilhak etmesi (1908), Arnavutların isyanı (1910) gibi olaylardan da cesaretlenerek, pastadan pay alabilmek için Trablusgarp'a asker çıkardı (Eylül 1911) İtalyan donanması denizden, İngilizler ise Mısır'ı ellerinde bulundurduğundan karadan, Osmanlıların bölgeye asker göndermesini imkânsız hâle getirmişti Bu sebeple Osmanlı hükûmeti gizlice Türk subaylarını bölgeye göndererek mahallî bir direnişi örgütleme yolunu seçmişti Derne ve Tobruk'da Mustafa Kemal, Bingazi'de ise Enver Paşa İtalyanlara karşı büyük başarılar kazandı Savaşı kazanamayacağını anlayan İtalya, Osmanlıları barışa zorlamak için Oniki Ada'yı işgal etti Ancak bundan ziyade Balkanlarda başlayan savaş Osmanlıların barışı imzalamaya zorladı Uşi Antlaşması ile İtalyanlar işgal ettikleri yerleri muhafaza ettiler (1912)






Balkan Savaşları

Türk-İtalyan Savaşı'nın başladığı sırada Balkan devletleri aralarındaki anlaşmazlıkları bir tarafa bırakarak, Osmanlı Devleti'ne karşı bir ittifak oluşturdular Rusya'nın mimarlığında gerçekleşen Bulgar-Sırp ittifakına daha sonra Yunanistan ve Karadağ da katıldı (1912) Karadağ ile başlayan savaşa 18 Ekimde diğer Balkan devletleri de iştirak etti Bu sırada Osmanlı askerleri, subayların bir kısmının politik çekişmelerle meşgul olmasından dolayı dağınık bir hâldeydi Bunun sonucunda Balkan devletleri, Osmanlılar karşısında kendilerinin de beklemediği bir zafer kazandılar Yunanlılar Ege adalarını ele geçirdiler Sırplar Kumanova'da üstünlük sağladılar Sırpların denize çıkmalarını önlemek için Avusturya'nın desteği ile Arnavutluk bağımsızlığını ilan etti (28 Kasım 1912)
Bulgarlar ise Edirne'yi ele geçirerek Çatalca'ya kadar ilerlediler (19 Kasım 1912) 16 Aralıkta Londra'da başlayan görüşmeler bir ara iktidardan düşen İttihatçıların yeniden iş başına gelmesi üzerine kesilmişti Nihayet Mayıs ayında Londra Antlaşması imzalanarak IBalkan Savaşı sona erdi Gelibolu Yarımadası hariç Trakya, Bulgaristan'a verildi Makedonya'nın büyük bir kısmı Yunanistan ve Sırbistan arasında paylaşıldı Özellikle Makedonya'nın paylaşımı Bulgarları rahatsız etmekteydi Sırbistan ve Yunanistan, Bulgarlara karşı ittifak oluşturdu Bu ittifaka Romanya da katıldı Bulgaristan ile bu ittifak savaşa girince, durumdan faydalanmak isteyen Osmanlı Devleti de Bulgar işgalindeki toprakları geri almak için harekete geçti Kırklareli ve Edirne kurtarıldı IIBalkan Savaşı, tarafların imzaladığı Bükreş Antlaşması ile sona erdi (1913) Bulgaristan ile imzalanan İstanbul Antlaşması ile, Meriç nehri iki ülke arasında sınır oldu Bulgaristan'daki Türklerin hakları belirlendi (29 Eylül 1913) Yunanistan ile imzalanan Atina Antlaşması ile ise Girit'in Yunanistan'a bırakılması kabul edildi (14 Kasım 1913) Büyük devletler bu anlaşmalardan sonra Çanakkale Boğazı yakınlarındaki Bozcaada ve İmroz'u Osmanlılara geri verdiler Balkan Savaşları, Balkanlardaki Türk varlığının büyük bir kıyıma uğramasına sebep olmuştur Yüz binlerce Türk savaşlar sırasında ve sonrasında aç ve yokluk içinde buradan göç etmek zorunda kalmıştır






Alıntı Yaparak Cevapla

'Osmanlı Tarihi'

Eski 10-07-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

'Osmanlı Tarihi'



IDünya Savaşı ve Cumhuriyete Geçiş Dönemi

Sadrazam Mahmut Şevket Paşa'nın öldürülmesi ile (21 Haziran 1913), İttihat ve Terakki Fırkası, hükûmetin idaresini tamamen ellerine geçirmişti Enver, Talat ve Cemal Paşalar, Osmanlı Devleti'nin iç ve dış politikasını belirlemede en etkili nazırlardı Balkan savaşlarından sonra, ordu ve donanmayı güçlendirmek isteyen hükûmet, Avrupa devletlerinden mühendisler ve askerî uzmanlar getirtmekteydi Osmanlı Devleti, dış siyasetini de, dengeleri gözeterek yeniden belirlemek ihtiyacını hissetmekteydi Emperyalist devletler, nüfuz alanlarını korumak veya genişletmek maksadıyla siyasî, askeriî ve iktisadî açıdan ittifaklar oluşturmaktaydı İngiltere ve Fransa'ya nazaran sömürgeciliğe geç başlayan Almanya, Afrika, Avrupa ve Orta Doğu'da nüfuz sahasını genişletmek istiyor ve Osmanlı Devleti'ne bu maksatla yakın durmayı yeğliyordu Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da, Balkanlarda Panislâvizmi gerçekleştirmeye çalışan Rusya'ya karşı Almanlarla iş birliği içindeydi İngiltere ve Fransa tarafından pay edilmiş Kuzey Afrika'da gözü olan İtalya da bu ittifaka yakındı Dolayısıyla Almanya önderliğindeki Üçlü İttifak'ın (Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya) doğal rakibi, İngiltere'nin öncülüğündeki Fransa ve Rusya'dan oluşan Üçlü İtilâf (Anlaşma) devletleri idi Avusturya-Macaristan Veliahtı Ferdinand'ın, Sırbistan ziyareti esnasında bir Sırp tarafından öldürülmesi (28 Haziran 1914), bu iki cepheyi sıcak savaşa sokmaya yetti

Daha sonra Romanya, Japonya ve ABD İtilaf Devletleri, Bulgaristan ve Osmanlı Devleti ise İttifak devletleri safında bu savaşa girdiler
Osmanlı Devleti savaştan önce İngiltere ve Fransa'ya yakın bir politika izlemek istedi Ancak hem hükûmet ve halk içerisindeki tepkiler hem de İtilaf Devletleri'nin buna sıcak bakmaması, Osmanlıları Almanya'ya yanaştırmaktaydı Özellikle Enver ve Talat Paşalar, Osmanlı Devleti'nin yeniden silkinmesi ve kaybettikleri toprakları kazanabilmesi için Almanya'nın yanında yer almayı uygun buluyorlardı Hükûmet başlangıçta tarafsız kalmayı tercih etmişti Almanların IIAbdülhamit devrinden itibaren Osmanlı Devleti'nin yenileşme çabalarına katkıda bulunması ve bu maksatla gönderdikleri askerî ve sivil uzmanların varlığı, İtilaf Devletleri'nin, Osmanlı Devleti'nin tarafsız kalamayacağı şüphesini artırıyordu Bu tutum, dolayısıyla Almanya yanlılarının tezini kuvvetlendirmekteydi Enver ve Talat Paşa'nın öncülük ettiği bu grup, Almanların yanında savaşa girmekle, Kafkaslar, Balkanlar ve Ege'de kaybedilen toprakların geri alınabileceği ve Osmanlı Devleti'ni nefes alamaz hâle getiren kapitülâsyonlar ve düyun-ı umumîden kurtulunabileceğini öne sürmekteydiler Nitekim Almanya'ya ait Goben ve Breslav zırhlılarının Türk bayrağı çekilerek, Rus limanlarını bombalaması, Osmanlı Devleti'nin Almanya safında savaşa girmesine vesile olacaktır (1 Kasım 1914)

Osmanlı Devleti IDünya Savaşı'nda tam yedi cephede mücadele etti; Kafkasya, Kanal, Hicaz ve Yemen, Irak, Suriye ve Filistin, Galiçya ve Çanakkale Bütün cephelerde Osmanlı askerleri büyük bir kahramanlık örneği gösterdiler Ancak, yedi cephede birden savaşı sürdürmek, zor şartlar içerisinde bulunan Osmanlı Devleti için çok güçtü Enver Paşa'nın kumanda ettiği Kafkas Cephesi'nde Osmanlılar büyük zayiat verdiler Doğu Anadolu ve Trabzon düştü Kanal (Süveyş) cephesinde ise Cemal Paşa, Fransız ve İngilizlere başarıyla direndi Hicaz ve Yemen'deki Osmanlı birlikleri, destek görmemelerine rağmen, kutsal yerleri korumak uğruna, harbin sonuna kadar Şerif Hüseyin ve İngilizlere karşı koydular Basra'ya çıkan İngilizler Kuttü'l-Amare'de büyük bir bozguna uğradılar Komutanları General Townshend esir edildi (29 Nisan 1916) Ancak, 1918'de yeni birliklerle saldıran İngilizler, ihanet eden Arap kabilelerinin de yardımıyla Basra'da olduğu gibi, Suriye'de de saldırılarını artırdılar MKemal, Halep'te bir savunma hattı oluşturdu Galiçya, Makedonya ve Romanya'da Osmanlı birlikleri, Avusturya ve Bulgaristan'a yardımcı olmak için büyük bir özveriyle savaştılar Türkler, en büyük direnmeyi Çanakkale'de gösterdiler İtilaf Devletleri 19 Şubat 1915'den itibaren muazzam bir donanma ve yüz binlerce askerle saldırıya geçtiler 18 Mart'ta İtilaf donanmasına ait pek çok gemi batırıldı Ardından Gelibolu Yarımadası'ndaki Settü'l-Bahir ve Arıburnu'na asker çıkararak, karadan da saldırıya geçtiler Anzak ve Hint birliklerinin de katıldığı kara savaşları, tam bir ölüm kalım savaşı oldu MKemal'in de büyük bir askerî deha olarak ortaya çıktığı bu savunma karşısında İtilaf Devletleri geri çekilmek zorunda kaldı

Bütün dünyaya öğretilen "Çanakkale Geçilmez" sözü, 250 bin Türk evlâdının şehit kanıyla yazılan bir büyük destan oldu İtilaf Devletlerinin Çanakkale bozgunu, Rusya'nın yardım alma ümitlerini suya düşürmüş ve bunun neticesinde gerçekleşen Bolşevik İhtilâli, Çarlık Rusyası'nın sonu olmuştur Rusya'nın savaştan çekilmesi üzerine 7 Aralık 1917'de imzalanan anlaşmayla Doğu cephesinde Türk-Rus Savaşı sona ermiştir






Osmanlı Devleti, IDünya Savaşı'nda yedi düvele karşı muhteşem bir mücadele sergilemiştir Ancak 29 Eylül 1918'de Bulgaristan'ın teslim olması Osmanlılar ile Almanya arasındaki irtibatın kesilmesine yol açmıştır Müttefiklerinin savaştan yenik ayrılmasıyla birlikte Osmanlılar da ateşkes anlaşmasını imzalamak durumunda kalmışlardır İttihat ve Terakki Fırkası'nın hükûmetten çekilmesinin ardından kurulan Ahmet İzzet Paşa başkanlığındaki hükûmet, Bahriye Nazırı Rauf Bey başkanlığındaki bir heyeti Limni'nin Mondros limanına göndermiş ve Mondros Ateşkes Anlaşması'nın imzalanmasıyla (30 Ekim 1918), Osmanlılar resmen savaştan çekilmişlerdir Ateşkes anlaşmasıyla İtilaf Devletleri, Osmanlı ülkesini işgal etme hakkını elde etmişlerdir Bu durum, Osmanlı Devleti'nin fiilen paylaşılması demekti

Nitekim, İngiliz, Fransız, İtalyan birlikleri bu anlaşmaya dayanarak Anadolu'da işgallere başlamışlar, Asırlarca Osmanlının hâkimiyetinde yaşayan Yunanlılar da, ağabeylerinin müsaadesiyle İzmir'e asker çıkarmışlardır (15 Mayıs 1919) İşgallere karşı Anadolu Türk'ünde büyük bir infial yaratmış ve 19 Mayıs 1919'da Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkmasıyla, düşmana karşı "Milli Mücadele" başlamıştır İtilaf Devletlerinin Sevr Anlaşması'nı İstanbul hükûmetine imzalatması (10 Ağustos 1920), Milli Mücadele'nin güçlenmesinden endişe eden düşmanların bir an önce Türk millî varlığını ortadan kaldırmayı amaçlamalarından başka bir şey değildi Fakat bu anlaşma hükümleri hiçbir zaman uygulanamadı Ankara'da açılan Milli Meclis'in iradesi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının büyük ve onurlu mücadelesi bu oyunları bozdu İstiklâl Harbi'ni kazanılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuş oldu Yeni Türk devleti "Millî Hâkimiyet" ilkesinin tabii bir neticesi olarak 1 Kasım 1922'de saltanatı kaldırdı Dolayısıyla bu tarih 622 yıl devam eden Osmanlı Devleti'nin de resmen uluslar arası politika sahnesinden silinmesi demekti




Alıntı Yaparak Cevapla

'Osmanlı Tarihi'

Eski 10-07-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

'Osmanlı Tarihi'



Fetret Devri

Yıldırım Bayezid’in, Ankara Meydan Savaşı'nda Timur Han'a esir düşmesinden sonra dağılan Osmanlı birliğinin, 1413 yılında, Birinci Mehmed Han tarafından yeniden sağlanıncaya kadar geçen devresi

Yıldırım Bayezid’in ölümünden sonra, geriye altı oğlu kaldı Bunlar Emir Süleyman ile, İsa, Mehmed, Mustafa, Musa ve Kasım Çelebiler idi Ankara Savaşı'ndan, yanında büyük kuvvetlerle ayrılan Emir Süleyman, süratle Bursa’ya geldi ve ailesi ile çocuklarını yanına alarak Gelibolu’ya gitti Burada İmparator Manuel ile bir antlaşma yaptı Anadolu sahilindeki bazı adalar ile Silivri, Selânik ve Teselya’yı Bizanslılara terk ediyordu Bu suretle Rumeli'ye geçen Emir Süleyman, Edirne’de hükümdar ilan edildi Aynı zamanda Venedik ve Cenevizlilerle de ticarî antlaşmalar yaptı

Timur Han, Emir Süleyman’a taç ve hil’at göndererek, onu kendisine bağlamaya muvaffak oldu Emir Süleyman, ince ruhlu, ilim ve sanat erbabının hâmisi olan bir zattı Ancak babasının azim, irade ve enerjisine malik değildi Bu itibarla devleti bir idare altında toplamak suretiyle Osmanlı birliğini kuramadı

Ankara Savaşından sonra Balıkesir taraflarında gizlenen İsa Çelebi, Timur Han'ın İzmir’e doğru gittiği sırada, Bursa’ya geldi Daha sonra Timur Han'ın muvafakatini da alarak, burada bir müddet oturdu Ancak, Timur Han Semerkand’a dönerken, Yıldırım Bayezid’in tabutunu Musa Çelebi’ye vererek türbesine defnedilmek üzere gönderdi Böylece büyük bir kuvvetle Bursa’ya gelen Musa Çelebi, İsa’yı kaçırdı ve hükümdarlığını ilan etti Ancak, kuvvet toplayan İsa Çelebi’nin yeniden gelerek Bursa’ya hakim olmasından sonra, Musa Çelebi, Germiyanoğlu’nun yanına kaçtı

Ankara Savaşında ihtiyat kumandanı olarak görev yapan Mehmed Çelebi ise, savaşın kaybedileceğini anlayınca, bin kadar askeriyle Amasya’ya doğru çekilmişti O sırada Amasya’da, Timur Hanın tayin ettiği Kara Devletşah bulunuyordu Şehre ani bir baskın yapan Mehmed Çelebi, Kara Devletşah’ı öldürttü ve eski sancağına yeniden hakim oldu Çelebi Mehmed Amasya’da bulunduğu sırada Canik, Tokat, Niksar ve Sivas taraflarına hakim olmaya çalıştı ve buna da muvaffak oldu Bu havâlideki isyancı beylerden Kubadoğlu, Gözleroğlu, Köpekoğlu ve Mezid Beyi ortadan kaldırdı Bu arada Mehmed Çelebi, babasını esaretten kurtarmak gayesiyle Kütahya’ya casuslar göndermişti Timur Hanın esirleri arasında bulunan Firuz Paşa da onlara yardım etmekteydi Yer altında tünel kazarak Yıldırım Bayezid’in yanına varmak isteyen fedaîler, planlarının görülmesi üzerine yakalandılar ve öldürüldüler Çelebi Mehmed, bir kez daha aynı gaye ile faaliyete geçti ise de, Timur Hanın güvenlik kuvvetlerini arttırması ve bu arada Firuz Beyi de öldürtmesi ile bir netice alamadı

Mehmed Çelebi, aynı zamanda Osmanlı birliğini sağlamak yolunda ilk teşebbüslere girişti İsa Çelebi’ye haber göndererek birleşmelerini istedi Ancak red cevabı aldı Bu durum üzerine, iki kardeşin kuvvetleri, Ulubat önlerinde karşılaştı Sert geçen muharebeden sonra, İsa Beyin kuvvetleri dağıldı Böylece, Bursa ile İznik’i ele geçiren Mehmed Çelebi, hükümdarlığını ilan etti Bundan sonra Germiyanoğlu’na haber gönderen Mehmed Çelebi, ondan, Musa Çelebi’yi kendisine göndermesini istedi ve bu isteği derhal yerine getirildi Bu sırada kardeşi Süleyman’ın yanına kaçan İsa Çelebi, ondan aldığı yardımlarla yeniden Bursa üzerine yürüdü Bu arada Çelebi Mehmed’le anlaştığını söyleyerek Bursa’ya kolayca girmeyi düşündü ise de, Bursa halkı müdafaa tertibatı aldı Bu durum üzerine Bursa’yı yakmaya kalkışan İsa Çelebi, Çelebi Mehmed’in gelmesi üzerine, karşısına çıktı Yine muvaffak olamadı ve İsfendiyar Beyin yanına kaçtı Daha sonra, Çelebi Mehmed’in elinde bulunan Ankara’yı almak isteyen İsa Çelebi, Gerede Muharebesinde üçüncü defa mağlup oldu ve Kastamonu’ya sığındı İsa Çelebi, ardı ardına gelen mağlubiyetlere rağmen, taht iddiasından vazgeçmedi Aydınoğlu Cüneyd Bey'in yanına giderek, böylece bir defa daha şansını denemeğe karar veren İsa Çelebi, Eskişehir’e kadar geldi Ancak, yapılan muharebeyi kaybederek, savaş meydanında öldürüldü

Edirne’de bulunan Emir Süleyman, Çelebi Mehmed’in faaliyetlerini yakından takip etmekteydi İsa Çelebi’nin son hareketinde başarılı olamayarak öldürülmesinden sonra, Çelebi Mehmed’e daha fazla hazırlanmak imkânı vermek istemediğinden, süratle Anadolu’ya geçti ve Bursa’yı rahatlıkla aldı Çelebi Mehmed ise, Süleyman’a karşı koyamayacağını anlayarak, Amasya’ya çekildi Daha sonra Ankara’ya gelen Emir Süleyman, burasını da kendisine bağladı ve bütün Osmanlı ülkesine hakim olmuş bir hükümdar gibi davranmaya başladı

Bu sırada Çelebi Mehmed, diğer Anadolu beylikleri ile ittifak kurma arzusundaydı Lâkin bu teşebbüsünde tam bir başarıya ulaşamayınca, biraderi Musa Çelebi ile anlaştı ve ona kuvvet vererek Rumeli'ye geçirtti Böylece Musa Çelebi ile Emir Süleyman’ı karşı karşıya getirmiş oluyordu Musa Çelebi’nin Rumeli'ye geçmesinden endişelenen Emir Süleyman, süratle Edirne’ye döndü Mehmed ile Musa Çelebi arasındaki antlaşmaya göre, eğer Musa, mücadeleden galip çıkarsa, Çelebi Mehmed’in hükümdarlığını tanıyacaktı Mehmed Çelebi ise onu askerî bakımdan destekleyecekti Bu sırada Anadolu’da serbest kalan Mehmed Bey, rahatlıkla Ankara, Bursa havâlisine, yani Anadolu’da Osmanlıların elinde kalan topraklara sahip oldu

Karadeniz yoluyla Eflak’a gelen Musa Çelebi, kendisine burada da müttefikler bulmakta gecikmedi Eflâk Prensi Mirça, Sırp despotunun kardeşi Vuk Brankoiç ve Bulgar Boyarları, kendisine kuvvet verdiler Buna karşılık Emir Süleyman da Bizans İmparatoru tarafından destek görüyordu Çatalca yakınlarında yapılan iki kardeşin mücadelesinden galip çıkan Emir Süleyman oldu Savaş esnasında komutanlarından Vuk’un Emir Süleyman tarafına geçmesi, sonucu büyük ölçüde etkiledi Bu ihaneti cezasız bırakmayan Musa Çelebi, ilk fırsatta Vuk’u ortadan kaldırdı Savaştan mağlup çıkan Musa Çelebi, azim ve cesaretini kaybetmeyerek, yeniden güçlü bir birlik kurmaya çalıştı Bu arada ağabeysinin gafletinden de faydalanarak, kuvvetlerini arttırdı Musa Çelebi'nin bir daha karşısına çıkamayacağını zanneden Emir Süleyman, büyük bir rahatlık içerisindeydi Bu vaziyetten en iyi şekilde faydalanmaya bakan Musa Çelebi, Edirne üzerine âni bir baskın yaparak, şehri ele geçirdi Emir Süleyman, kaçmaya muvaffak oldu ise de, Musa Çelebi’nin peşine taktığı adamlar tarafından yakalanarak öldürüldü (1410) Cesedi Bursa’ya gönderilerek, Çekirge’de büyük babası Murad Hüdâvendigâr’ın yanına gömüldü Hükümdarlığı sekiz sene yedi ay kadardır Emir Süleyman, muharebelerde fevkalâde şecaatiyle ve cömertliği, ilim adamlarını himayesiyle meşhur olmuştu Edirne Sarayı, onun zamanında âlim, şair ve sanatkârlarla dolmuştu Ahmedî ve Mevlid yazarı Süleyman Çelebi bunlardandır

Musa Çelebi, Edirne’ye sahip olduktan sonra, daha önce Mehmed Çelebi ile yapmış olduğu antlaşmaya riayet etmeyerek hükümdarlığını ilan etti Adına akçe kestirdi Böylece, mücadele sahnesinde yalnız iki kardeş kalmıştı Bunlardan Mehmed Çelebi Anadolu’ya, Musa Çelebi ise Rumeli'ye hakim ve sahip idiler Bu arada, hayatta olan diğer Şehzade Mustafa Çelebi’yi Timur Han, Anadolu’dan ayrılışı sırasında yanında götürmüştü

Biraderi Mehmed Çelebi’nin, Anadolu’da ne derece bir kuvvete sahip bulunduğunu iyi bilen Musa Çelebi, onunla mücadeleye girişmekten çekindi Fakat, vakit geçirmeden, Rumeli bölgesinde fütuhat hareketine başladı Gönderdiği kuvvetler, Sitirya Yarımadasına kadar geldiler Yine Emir Süleyman’la olan mücadelesinde kendisine cephe alan Sırp Despotu Stefan’ın üzerine yürüyerek, Noveberda şehrini ele geçirdi İsyan eden Vidin Bulgar Prensine baş eğdirdi Nihayet, biraderi Süleyman’ın Bizanslılara terk ettiği Karadeniz sahilindeki şehirleri ve Teselya’yı aldıktan sonra, İstanbul’u kuşattı (1411) Endişeye düşen İmparator, kendi yanında bulunan Emir Süleyman’ın oğlu Orhan Çelebi’yi serbest bıraktı Selânik ve Teselya taraflarına giden Orhan Çelebi’nin hükümdarlık iddiasına kalkması üzerine İstanbul kuşatmasını muvakkaten (geçici) kaldıran Musa Çelebi, hızla Selânik üzerine yürüyerek, Orhan’ın kuvvetlerini dağıttı ve Selanik’i kuşattı Bu arada İstanbul’a yapılan tazyiki de sıklaştırdı Bu durum üzerine İmparator Manuel, Çelebi Mehmed’le ittifak etmekten başka çare bulamadı Mehmed Çelebi’ye kuvvet vermeyi vâdeden ve onu koruyacağına söz veren İmparator, onun Rumeli'ye geçmesini sağladı Mehmed Çelebi, gelişinin dördüncü günü, Çatalca’nın İnceğiz köyü mevkiinde Musa Çelebi ile yaptığı muharebeyi kaybetti ve yaralı olarak az bir kuvvetle Anadolu’ya geçti

Musa Çelebi, bu muvaffakiyetlerine rağmen, Rumeli’deki beyleri tarafından, gün geçtikçe yalnız bırakılıyordu Çünkü onun, daha önce Emir Süleyman tarafında bulunan Üsküp Sancakbeyi Paşa Yiğit ve meşhur akıncı kumandanı Evrenos Bey'le diğer komutanlara karşı soğuk ve itimatsız davranışı, bu beyleri aleyhine çevirdiği gibi, bazı ehliyetsiz kimseleri iş başına getirmesi de memnuniyetsizliklere yol açmıştı Onun için bu beyler, el altından Çelebi Mehmed’e haberler göndermeye başladılar Rumeli’deki durumun, lehine döndüğünü anlayan Çelebi Mehmed, Dulkadirliler'den de yardım alarak, otuz bin kişilik bir kuvvetle tekrar Rumeli'ye geçti (1413) Çelebi Mehmed, Edirne’ye yaklaştıkça Rumeli beylerinin kuvvetleri, ordusuna ekleniyordu Bu defa Mehmed Çelebi’ye karşı koyamayacağını anlayan Musa Çelebi, Bulgaristan’a çekildi Yanında Beylerbeyi Mihaloğlu Mehmed Beyle Umur Bey'den başka büyük beylerden kimse kalmamıştı Vize tarafında, Musa Çelebi’nin öncü kuvvetleri mağlup edildi İki ordu, Filibe yakınında karşı karşıya geldi ise de, Mehmed Çelebi, müttefiklerin tamamını beklediğinden geri çekildi Nihayet Paşa Yiğit, Barak Bey, Tırhala Beyi Sinan Bey ile Evrenos Bey’in de kendisine katılmasıyla, Tuna’ya doğru çekilmekte olan Musa Çelebi’nin karşısına geçtiler Sofya’nın güneyinde Çamurlu Derbend denilen mevkide meydana gelen muharebede Musa Çelebi, fevkalâde cesaretle harp etti ise de, zaten az olan kuvvetleri dağıldılar Yaralı olarak kaçan Musa Çelebi, bir bataklığa düştü ve yakalanarak öldürüldü Cenazesini Bursa’ya göndererek, babasının yanına defnettiler

Musa Çelebi’nin Rumeli’de hükümdarlığı, üç seneden azdır Artık Mehmed Çelebi, Osmanlı Devleti'nin başında yalnız kalmıştı Böylece Fetret Devri denilen ve hemen hemen on bir yıl süren kardeşler mücadelesi bitmiş, parçalanan birlik yeniden sağlanmıştı Çelebi Mehmed, tahta geçtiğinde yirmi dört yaşında bulunuyordu Her şeye rağmen, Osmanlı Devleti'nin prestiji ve gücü, Fetret devrinde de kendisini gösterdi İstanbul, Yıldırım Bayezid devrinden daha şiddetli bir biçimde muhasara edildi Bu arada diğer Anadolu Beylikleri ise, Timur sayesinde varlıklarına kavuştular Ancak her biri, bu güçlü Osmanlı Şehzadesinin tarafını tutarak varlıklarını sürdürmeye çalıştılar

Alıntı Yaparak Cevapla

'Osmanlı Tarihi'

Eski 10-07-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

'Osmanlı Tarihi'



Osmanlı Tarihinde Bir Dönüm Noktası

1909 yılı, Nisan ayının 27’nci günü, çift atlı saray arabaları Yıldız Sarayı’nın önünde sıra sıra dizilmiş, yolcularını bekliyorlardı Akşam karanlığında koşuşturan subaylar, askerler ve içinde mum yanan fanuslu lambaların ışığında güçlükle fark edilen sürücülerdeki telâş ve tedirginlik, atlara da sirayet etmişti Huysuzlanıyor, başlarını aşağı yukarı sallıyor, ayaklarıyla toprağı eşeliyorlardı Sanki, felâketlerle geçecek yılların işaretlerini şimdiden veriyorlardı

600 yılı geride bırakarak yedinci asrını süren Osmanlı İmparatorluğu tarihinde, kırılma noktası denilebilecek çok önemli bir gün yaşanıyordu 32 yıl, 7 ay ve 27 gün süren bir saltanattan sonra 34’üncü padişah Sultan İkinci Abdülhamid Han, o gün tahttan indirilmiş, yerine kardeşi geçirilmişti

Otuz sene bir karış toprak vermedi

Sultan İkinci Abdülhamid Han, saltanatının başında ve sonunda, yönetimin kendi elinde olmadığı Birinci ve İkinci Meşrutiyet dönemlerindeki toprak kayıplarının dışında, kendisine amcası Sultan Abdülaziz Handan devreden, yine üç kıt’a üzerindeki 7 milyon 3 yüz bin kilometrekarelik imparatorluk topraklarını 30 sene aynen muhafaza etmişti

Takip ettiği ince siyasetle, Balkan devletlerinin birleşmesini önlemiş, kendisinden sonra çıkacak Balkan Savaşı’nı, dolayısıyla da Birinci Dünya Savaşı’nı 30 sene geciktirmişti Balkanlar üzerinde Rusya ile Avusturya-Macaristan’ın anlaşmasına imkân vermemiş, ikinci devlet Almanya’yı kazanarak, birinci devlet İngiltere tarafından yutulmayı önleyebilmişti Memleketi savaştan uzak tutarak, bütün gücüyle eğitim ve bayındırlık faaliyetlerine yüklenmişti Zamanında sadece Yunan Savaşı çıkmış, o da 32 gün sürmüş ve zaferle sonuçlanmıştı

O tarihte, dünyanın büyük bölümünü ele geçiren sömürgeci Hıristiyan devletler, zirveye yaklaşmışlardı Zirveye varınca, tabiî olarak iniş başlayacaktı Bu inişe kadara Osmanlı Devleti mevcut durumunu muhafaza edebilirse, daha sonra sömürgeci devletlerle hesaplaşma başlayabilirdi Önemli olan, o an geldiğinde her bakımdan güçlü olmaktı İşte Sultan İkinci Abdülhamid Hanın siyaseti bu idi

Hanedandan olmak zor iş

Sultan İkinci Abdülhamid Han tahttan indirildiği o gün, 66 yaşını 7 ay ve 7 gün geçiyordu Zaten İkinci Meşrutiyet’in 9 ay ve 5 gün önce ilânından beri yönetim kendi elinde değildi İki haftadan beri de payitaht karışmış, kargaşa her yerde hakim olmuştu Böyle durumlarda ne olacağını kestirmek çok zordu Bunu tecrübesiyle biliyordu Vaktiyle amcasının ve ağabeyinin 3 ay içinde tahttan indirilmelerine ve amcasının bilek damarları kesilerek şehit edilmesine bizzat şahit olmuştu

Şehzadeliğinde, Osmanlı tarihi hocası olan Vak’anüvis Lutfi Efendiden çok şey öğrenmişti Tam 287 yıl önce ceddi Sultan Genç Osman Han, asiler tarafından boğularak şehit edilmişti Bundan 26 sene sonra Sultan İbrahim Han, tahtından indirildiğinin 10’uncu günü katledilmişti Bu tarihten 160 sene sonra, Sultan Üçüncü Selim Han tahttan indirilmiş, 14 ay sonra palayla şehit edilmişti Bundan 4 ay sonra, yerine geçen Sultan Dördüncü Mustafa Han boğularak öldürülmüştü Ve nihayet daha 33 yıl önce sevgili amcası Sultan Abdülaziz Hanın başına gelenler, hafızasında canlılığını hâlâ koruyordu

Kendisine verilen kısa mühlet içinde, bu kadere karşı durmanın, saltanat ve hilâfet makamlarının gücünü kullanarak milleti birbirine kırdırmanın kendisine yakışmayacağına karar vermişti

Eski padişah nihayet görünüyor

Dışarıda bekleyen İkinci Ordu Kumandanı Hüseyin Hüsnü Paşa, İstanbul Merkez Kumandanı Albay Galip Bey ve eski padişahı Selanik’e götürmek üzere muhafız tayin edilen Kurmay Binbaşı Ali Fethi Bey, duydukları ses üzerine başlarını çevirdiler Elinde sadece küçük bir çanta olan Sultan İkinci Abdülhamid Han, kapıda görünmüştü

Binbaşı Fethi Bey hemen ilerledi Selâm verdikten sonra, en öndeki arabanın kapısını açtı Padişahın karşısına iki sultan hanım oturdu Yanına Şehzade Abdürrahim Efendiyi almıştı Küçük oğlu Şehzade Abid Efendi, herşeyden habersiz annesinin kucağında uyuyordu Diğer arabalara da diğer haremleri, kızları, hazinedarlar, musahip, bendegân ve hademeler bindiler Bütün arabalar dolunca, eski padişaha, Selanik’te geçirilen günlerde de, tahtta imiş gibi hürmetkâr davranan muhafız Fethi Bey, atını padişahın arabasına doğru yaklaştırdı:

- Hareket ediyoruz efendimiz, ferman-ı şahaneleri olacak mı? diye sordu Hakan-ı sabık, içeriyi aydınlatan fanuslu mumun solgun ışığında binbaşının yüzüne baktı Sakin ve vakur bir şekilde, Osmanlı Devleti tarihindeki bu önemli devreyi, kalın ve tesirli sesiyle, şu sözlerle başlattı:

- Cenab-ı Hak yolumuzda muînimiz olsun

Tren yolculuğu başlıyor

Kırbaçlar şakladı Arabalar karanlığa doğru hamle yaptılar Serencebey Yokuşu’ndan rıhtıma inen yolun iki tarafında silâhlı askerler, aralıklı olarak sıralanmışlardı Rıhtıma varıp Karaköy’e yönelen arabalar, insandan eser görülmeyen İstanbul caddelerinde âdeta uçuyorlardı Sanki herkes, Osmanlı Devleti için baş aşağı düşüşün başlangıcı olacak bu uğursuz anın, bir an önce bitmesini istiyordu

Sirkeci’ye varıldığında 6 vagonlu katar hazır bekliyordu İstasyonun müdüriyet bölümünde bekleyen Talat Paşa, Fethi Beye son talimatları da verdi Selanik’e kadar hiç durulmadan yol alınacaktı Ortadaki 3 vagon, eski padişah ve yanındakilere ayrılmıştı Vagonlardan birine Fethi Bey ve yardımcısı 9 subay yerleşmişti En ön ve en arkadaki 2 vagonda da 40 kişilik jandarma müfrezesi vardı

Nihayet tren hareket etti Saatler, gece yarısından sonra biri gösteriyordu Sultan İkinci Abdülhamid Han, bütün memleketi demiryolları ile donatmıştı Öyle ki, İstanbul-Eskişehir-Ankara, Eskişehir-Adana-Bağdat ve Adana-Şam-Medine demiryollarını yaptırdığı zaman, başka memleketlerde bu kadar demiryolu yoktu İşte şimdi 1893-1896 yılları arasında, bir Fransız şirketine yaptırdığı İstanbul-Selanik hattında, kendisi sürgüne gidiyordu

Bütün gece ve ertesi gün yola devam edildi Edirne’den sonra Dedeağaç, Gümülcine, İskeçe, Drama ve Serez istasyonları geçildi Verilen talimat gereği, Selanik’ten bir önceki Kılkış istasyonunda duruldu Fethi Bey, eski padişahın vagonuna giderek, Alâtini Köşkü’ne arabalarla gidileceğini arz etti Vagondan inen eski padişah, bütün aile fertleri arabalara bininceye kadar ayakta bekledi, en son olarak baştaki arabaya bindi Atlı askerlerin refakatinde, gece karanlığında yola düşüldü

Yalnızlık köşkü

Padişah ve ailesini taşıyan arabalar, Alâtini Köşkü’nün havagazı lâmbalarıyla aydınlatılmış bahçesine girdiler 3 Ordu Kumandan Vekili Hadi Paşa ve diğer eşraf orada idi Eski hakan arabadan inmeden herkesin köşke girmesini bekledi Küçük şehzade Abid Efendi kucağında idi Fethi Bey, arabadan inmeye hazırlandığını görünce yaklaştı ve “Müsaade buyurunuz şevketmeab” diyerek şehzadeyi kucağına aldı Köşkün merdivenlerini çıkarlarken, Selanik’te yatsı ezanları okunmaya başladı Sultan “Aziz Allah celle şanüh” dedi, dönerek eliyle dışarıdakileri selâmladı ve içeri girdi Pencereleri tahta kepenklerle sıkı sıkıya kapalı köşkün kapıları da üstlerine kapanarak kilitlendi

Odalarda eşya yoktu

Alâtini Köşkü, Selanik’te Yalılar semtinde, İtalyan uyruklu un tüccarı Yahudi Giorgio Allatini’ye ait dört katlı bir bina idi En son kiracısı İtalyan generali Robilan Paşa, Osmanlı jandarma teşkilâtını düzenlemek için getirtilmişti Sultan ve ailesi, salonun ortasında ne yapacaklarına karar vermeye çalışıyorlardı Hepsi yorgun ve bitkindiler Odalarda eşya yoktu Salonun ortasında, büyük bir masa ile iki koltuk vardı Bu iki koltuğu el birliğiyle soldaki odaya sokup yan yana getirerek, yaşlı padişaha, dinlenmesi için hazırladılar Uzun yolculuktan sonra ellerini yıkayacak su ve sabun yoktu Yukarı katlara çıkacak mum yoktu Musahip ağaların talebi üzerine Fethi Bey, kovalarla su, sabun ve mum gönderdi Yemek olarak gönderilen soğuk et, ekmek ve yoğurdun yanında çatal, kaşık ve bardak yoktu Elleriyle yediler Havlu bulunmadığı için, yırttıkları bir gömleği bu iş için kullandılar

Kuru tahtalar üzerinde

O sırada Fethi Bey bir otelden yorgan, yastık gibi şeyler bulup musahiplerle göndermişti Çoğu kirli olan bu eşyadan en temizlerini seçip sultanın yatağını yaptılar Koca köşkte bir tane bile halı, kilim bulunmadığından herkes yorganlara sarınıp kuru tahtaların üzerinde birer köşeye kıvrıldı Yaşlı sultan yatsı namazını kılıp koltuktan bozma yatağına uzanırken, 3,5 yıl kalacağı bu yerde geçecek hayatının nasıl olacağını anlamış bulunuyordu Tek bir mumun aydınlattığı odada, için için ağlıyordu Ama kendine değil, ülkesinin içine düştüğü karanlığa Alâtini’de, gazete bile okumasına izin verilmeden geçecek, uzun hapis günleri başlamıştı

Padişah tahttan indiriliyor

Eski telgraf memuru, yeni dâhiliye nazırı 35 yaşındaki Talat Bey, İttihat ve Terakkî Partisi’nin başı olarak, Meclis’e tamamen hakimdi Pek çok milletvekili ve senatörün tereddüt içinde bulunmasına rağmen, Meclis’i tehdit ederek hal’ kararını aldırmıştı Ülke yönetimini ele geçirme hırsıyla akılları örtülmüş bulunan İttihatçılar, 33 sene tahtta kalmış bir padişaha hal’ kararının bildirilmesinde de büyük bir gaf yapmışlar, devletin şerefine ağır bir darbe indirmişlerdi Aynı zamanda, yeryüzündeki bütün Müslümanların halifesi unvanını da taşıyan padişaha hal’ kararını tebliğ için, 275 kişilik meclisten seçtikleri dört kişilik heyete, biri Yahudi diğeri Ermeni iki gayrimüslim sokmuşlardı

İş, sandıklarından da kolay olmuştu Eski padişahın, ağabeyi gibi, ailesiyle Çırağan Sarayı’nda oturma isteğini reddetmişler, kendisini Selanik’e götürecekleri konusunda ısrarcı olmuşlardı Onu öldürmeye cesaret edememişler, ancak İstanbul’da bulunmasını da tehlikeli görmüşlerdi Osmanlı tarihinde ilk defa olarak, tahtından indirilen bir padişah, İstanbul dışına çıkarılıyordu

Alıntı Yaparak Cevapla

'Osmanlı Tarihi'

Eski 10-07-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

'Osmanlı Tarihi'



Birinci Dünya Savaşı'ndan Önce Arabistan

Osmanlı'ya Karşı Arap-İngiliz Tezgâhı

Harem-i Nebevî müderrislerinden Abdurrahman b İlyas tarafından kaleme alınıp, Sadaret'e takdim edilen raporda, İngilizlerle işbirliği yapan İbn-i Suud ailesi ve Kuveyt Emîri Mubarek el-Sabah'ın faaliyetleri ve onlara karşı İbn-i Reşid ailesinin mücadeleleri anlatılmaktadır Binbir gâileyle uğraşan Osmanlı Devleti ise, bu gelişmeler karşısında denge politikası takip etmek zorundaydı

Bugün dünyanın hemen hemen en sıcak çekişmelere açık bölgelerinden birisi olan Basra Körfezi ve civarı, geçen (Yirminci) yüzyılın başında da hayli hareketliydi Bir taraftan, Osmanlı hakimiyetini yıkıp kendi nüfuzunu arttırma çabasındaki İngilizlerin faaliyetleri, diğer taraftan birbirlerine üstünlük sağlamak üzere çeşitli entrikalar çeviren mahallî güçlerin ve kabilelerin çıkar kavgaları, Basra Körfezi'ni, Orta Arabistan'ı, hattâ Hicaz'ı cadı kazanına çevirmişti

Osmanlı Devleti, son yüzyılında yaşadığı binbir türlü gâileye paralel olarak, buralarda da güç ve nüfuz kaybına uğramıştı Ve durumun farkında olan II Abdülhamid, hattâ ondan sonraki II Meşrutiyet dönemi yöneticileri, bölgenin bir oldu bittiyle elden çıkmaması için, daimî teyakkuz halinde bulunuyorlardı Gerçi, takip edilen politikalar, doğurdukları sonuçlar itibariyle tartışılır olmakla birlikte biz, konunun bu yönünü anlatmak değil, bölgenin o günkü durumunu özetleyen bir raporu sunmak istiyoruz

Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde bulunan söz konusu rapor (BOA, DH-MUİ 17/4-22, Lef 5/1), 21 Aralık 1909'da, Medine'de Harem-i Nebevî müderrislerinden Abdurrahman b İlyas tarafından kaleme alınarak Sadaret'e takdim edilmiştir Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde bölge ile ilgili, benzeri binlerce belge olmasına rağmen, bu belgenin önemi, eksikleri de olsa, adeta o coğrafyanın 19 yüzyıl tarihini özetlemesinden kaynaklanmaktadır

Kutsal mekânlar yağmalanıyor

Basra Körfezi ve Orta Arabistan tarihinde önemli rol oynayan dış faktörlerin yanısıra, burada, oldukça güçlü ve bedevî Arap kabileleri üzerinde hayli etkili olan Suud, İbn-i Reşid, ve Kuveyt'teki el-Sabah aileleri ve özellikle bunlardan Suud ailesiyle özdeşleşmiş bulunan Vehhabîlik mezhebi de ayrı bir ağırlık taşımaktaydı

İşte Abdurrahman b İlyas, bu hususları dikkate alarak, raporunda önce İbn-i Suud ailesinin Vehhabîlik ile ilişkilerini dile getirmektedir:

"İbn Suud (Muhammed b Suud), köklü bir Arap kabilesi olan Aneze urbanından olup, Benî Temîm diyarı denilen Necid kıtasında Dır'iyye namıyla bir köyün emîri idi ve yaygın bir nüfuza sahip değildi Şeyh Muhammed b Abdilvehhab, Mısır'da öğrenim gördükten sonra (genelde bu kanaat yanlıştır; onun, her ne kadar Mısır'a gitmiş ise de burada tahsil gördüğüne dair pek bilgi bulunmamaktadır) kendi adına ihdas ettiği mezhebi, Hicaz'da neşretmek [yaymak] istemiştir Ancak, orada emeline ulaşamayınca, Necd içlerindeki Dır'iyye'ye giderek, buradaki ahalinin dinî konulardaki cehaletinden de istifadeyle, Vehhabî mezhebini neşretmeye muvaffak olmuştur Bir süre sonra Emîr İbn Suud'a bu mezhebi kabul ettirmiştir İttifakları akabinde bu ikili, çevredeki Bedevî kabileleri arasında da mezheblerini yaymağa başlamışlardır 1785 senesinde Muhammed b Abdilvehhab, İbn Suud ile birlikte, Vehhabîlik sayesinde Hicaz, Şam ve Irak havalisindeki bir hayli halkı idareleri altına almışlardır"

İbn Suud - Muhammed b Abdilvehhab işbirliğiyle bölgede gerçekleştirilen ve özellikle gerek Sünnî ve gerekse Şiî Müslümanların kıymet vermedikleri, ancak Vehhabîler'in bunları şirk alâmeti saydıkları kutsal mekânların yağmalanması ve soyulmasından bahseden rapor şöyle devam etmektedir:

"O esnâda Necef ve Kerbelâ'ya tecavüz ile Vehhabîler, mübarek makamların kubbelerini yıkarak, buralarda mevcud olan kutsal emanetler ile kıymetli eşyaları gasb eylemişlerdir Haremeyn'e (Mekke ve Medine'ye) tecavüz ederek, kısa bir muhasaradan sonra Mekke'yi ve Medine'yi zaptetmiş ve Hz Peygamber'in kabrini yağma ve Ashâb-ı Kirâm hazretlerinin kabirlerini yerle bir etmişlerdir Vehhabîler, Mekke ve Medine'yi istilâları sırasında, mahmel-i şerîfin ve hacıların da Hicaz'a girmesine engel olmuşlardır

İbn Suud'un, kendilerine uymayan Mekke ve Medine ahalisini "mezhebi muktezasınca şirk ile ittiham ederek tecdid-i imana davet ettiğini" kaydeden Harem-i Nebevî müderrisi Abdurrahman, daha sonra "Yapılan münazara ve görüşmelerden elde edilen bilgilere göre; Vehhabîler, bu mezhebe mensub olmayan diğer ehl-i İslâm'a müşrik nazarıyla bakmakta ve bunların mezheblerine girmeleri için zorlanmalarını kendilerine vacib görmektedirler Ayrıca, davetlerine uymayanların katlinin de gerekliliğine inanmaktadırlar"demektedir

Osmanlı Devleti ve Vehhabîlik

Bilindiği gibi, Vehhabîlik hareketi başlar başlamaz, Osmanlı Devleti bölgedeki idarecilerini uyarmıştı Ancak, maalesef güçlü bir merkezî kontrolden uzak olan bu idareciler, zamanında gerekli tedbirleri alamadıkları için, tehlike Mekke ve Medine'ye kadar uzandı Osmanlı Devleti, o sıralarda pek çok iç ve dış gâile ile boğuştuğundan, doğrudan müdahale edemeyecek ve meseleyi Bağdat ve Şam valilerinin birlikte çözmelerini isteyecekti Ne var ki, bundan da netice alınamayınca, Mısır üzerinden yapılacak müdahale, tek çıkar yol olarak kalacaktı Raporda bu husus şöyle aktarılmaktadır:

"Medine-i Münevvere ahalisinin sürekli şikâyetleri ve Bâbıâlî'ye müracaatları üzerine Vehhabîler'in te'dib ve terbiyesi, Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa'ya havale olundu Mehmed Ali Paşa'nın Mısır'dan gönderdiği kuvvetler, Vehhabîler'i, merkezleri olan Dır'iyye'ye kadar takib etmiş ve burayı tahribden sonra Vehhabî emîrinin oğlu Faysal ve Abdullah b Suud yakalanarak Mısır'a götürülmüş ve orada haps olunmuşlardır" (Abdullah b Suud, bilâhare İstanbul'a getirilerek idam edilmiştir)

Bâbıâlî'nin kerhen görev verdiği Mehmed Ali Paşa, elde etiği başarıyla hem Mısır'daki itibarını pekiştiriyor, hem Mısır dışında söz sahibi olacak duruma geliyordu Devlet ise, hizmetlerine muhtaç bulunmakla birlikte, onun özellikle Hicaz'da nüfuz kazanmasını istemiyordu Bu sebeple, Abdurrahman b İlyas'ın haklı olarak yaptığı tesbite göre, "Hicaz bölgesinin Mısır'a bağlı ve Mehmed Ali Paşa'nın idaresi altında bulunduğu müddet zarfında dahî, kadı ve şeyhu'l-haremin İstanbul'dan tayinine devam edilmiştir"

Osmanlı Devleti ile Mehmed Ali Paşa arasındaki hâdiselerin 1841 Londra Protokolüyle bir neticeye bağlanması üzerine, Mısır kuvvetleri, Hicaz ve Suriye'den geri çekilmişlerdi Ancak, durumu hazmedemeyen Mehmed Ali Paşa, Mısır'da hapiste bulunan Faysal b Suud'u serbest bırakmıştır Raporda bu gelişmeler de şöyle aktarılmaktadır:

"Bölgenin geri alınmasından muğber olan Mehmed Ali Paşa tarafından, Faysal salıverilmişti O da Dır'iyye'nin tahrib edilmiş olmasından dolayı, Riyad denen mevkie giderek, burayı kendisine idare merkezi yapmıştır Faysal'ın Necid'e dönmesinden sonra, Vehhabî mezhebinde bulunanlar, yeniden kendisine bağlılıklarını arz etmişlerdir O da güç kazanarak Ahsa ile sair birtakım bölgeleri idaresine alarak gittikçe güç kazanmağa başlamıştır ki, Ahsa, ancak merhum Midhat Paşa'nın Irak valiliği sırasında Vehhabîler'in elinden geri alınabilmiştir (1871)

Faysal, üç evlâd bırakarak vefat etmiştir Büyüğü Abdullah, ortancası Suud ve en küçükleri Abdurrahman'dır (Faysal'ın ayrı eşten Muhammed isminde bir oğlu daha vardı) Faysal'dan sonra, kendilerine tâbi kabilelerin idaresi, 1873 senesine kadar Abdullah'ın elinde kalmıştı Ancak, aynı sıralarda iki kardeş arasında meydana gelen muhalefet yüzünden, Abdullah ve Suud birbiriyle savaşmaya başladılar Yine de idare bir süre daha Abdullah'ın uhdesinde ve idare merkezi de Riyad'da kalmıştır"

İbn Reşid sahneye çıkıyor

Rapor, bundan sonra aile içi çekişmelere dikkati çekmekte, bölgede önemli bir güç olarak ortaya çıkan diğer bir aileden, yani İbn Reşid'den söz etmektedir:

"Faysal'ın ikinci oğlu Suud'un vefatından sonra, oğulları, amcaları aleyhine ayaklanırlar ve onu yenip azlettikten sonra da hapsederler O sıralarda İbn Suud'un nüfuzu zaafa dûçar olmasına paralel, Reşidîler ailesinden Muhammed b Reşid, bölgede kuvvet ve nüfuz sahibi olmuştu İşte Faysal'ın oğlu Abdullah, ona müracaat ederek, yeğenlerine karşı yardım istemiştir Muhammed İbn Reşid de onu bu gailelerden kurtarıp, Riyad emîri olarak kalmasını sağlamıştır Ancak Abdullah, yeğenlerinin tekrar kendisine karşı ayaklanması üzerine, artık mukavemet edemeyeceğini anlayarak, hâmîsi olan İbn Reşid'e sığınmıştır Bunun üzerine Muhammed İbn Reşid, büyük kuvvetler ile hareket ederek, Riyad ve etrafını zaptetmiş ve söz konusu Suud'un oğullarını da ortadan kaldırmak suretiyle bölgede Suud ailesinin nüfuzuna son vermiştir (1881)"

Abdurrahman b İlyas'ın ifadesine göre, Necid'den çıkarılan Abdurrahman b Faysal'ın maiyetindeki Suud ailesi perişan vaziyette, Kuveyt Emîrine sığınmıştır "Abdurrahman dahî (o sıralarda Suud ailesinin reisi) Kuveyt'e Emîr Muhammed el-Sabah nezdine iltica etmiştir Osmanlı Devleti ise Muhammed el-Sabah'ın delaletiyle, sürgündeki Abdurrahman b Faysal ve maiyetindekilere beş bin kuruş maaş bağlamıştır"

Kuveyt Emîrinden ve Kuveyt'in stratejik öneminden de bahsedilen raporda, bu konuda şu bilgilere yer verilmektedir:

"Kuveyt Emîri Muhammed el-Sabah'ın üç kardeşi bulunmaktaydı Bunlardan Mübarek, diğer kardeşleri ile işbirliği halinde, Muhammed el-Sabah'ı öldürerek Kuveyt emirliğini ele geçirir

Kuveyt, Basra vilâyetinin güneyinde ve Umman sahilinde, Basra'ya yakın ufak bir iskele ise de, mevki bakımından haiz-i ehemiyettir Bir kaç sene evvel, Necd Kıtası ahalisinin ayaklanıp anarşi meydana getirdikleri sıralarda, Hindistan'dan gelen ticarî eşya; Kuveyt'ten ithal edilmeye başlanmıştır Bu ithalattan gümrük resmi alınmıyordu Öte yandan Kuveyt'in Necd'e yakın olması münasebetiyle herkes buradan gelen mallara, ucuz olduğu için rağbet etmeğe başlamış ve bu yüzden de Kuveyt kasabası, günden güne gelişerek Necd'in iskelesi makamında fevkalade büyümüş ve her yönüyle önem kazanmıştır Diğer taraftan Necd, Irak ve Şam taraflarındaki Bedevî Arap kabile ve aşiretlerinin ellerindeki yasak silahlar da buradan ithal ve tevzi edildiğinden, bölge ayrı bir önem kazanmıştır

İngilizler'in entrikaları

Mubarek el-Sabah ise, ithal edilen her tüfekten 2 riyal vergi alarak geçişine müsaade etmektedir Mubarek el-Sabah'ın, büyük biraderi Muhammed'i ve diğer kardeşini öldürmekten maksadı, yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere, Necd kıtasında nüfuz kazanarak bu yolla servetini arttırmaktı Hattâ kardeşini öldürmesinden evvel, İngiliz gemileriyle bazı yabancılar Kuveyt'e gelerek Mubarek ile görüşmüştür"

Raporda, Kuveyt Emîri Mubarek'in, siyasî cinayetlerini, İngilizlerin teşvikiyle işlediği, yukarıdaki ifadelerle ima edildikten sonra, Mubarek el-Sabah'ın, esas hedefine varabilmek için Necd içlerinde giriştiği diğer faaliyetleri anlatılmaktadır:

"Mubarek, arzularına ulaşmak maksadıyla tedarik eylediği kuvvetler ile karadan onbeş gün yolculuk yaparak Kasîm yakınlarına ulaşmış ve o sıralarda bölgede nüfuz sahibi olan İbn Reşid ile çatışmaya girmiştir İbn Reşid, kendisine mensup Şammar ve diğer kabileler ile birlikte Mubarek'in üzerine hücum ederek onları yenmiş ve Kuveyt'e kadar takip eylemiştir Akabinde de Kuveyt'i istilâ etmek için devlete müracaat etmiştir Nedense, Basra Valisi Muhsin, kumandan Feyzi Paşalar ile Basra Nakîbi ve Ebu'l-Huda'nın aracılığıyla bu iş önlenmiş ve nihayet Mubarek el-Sabah da İngiliz himayesine müracaat ederek kurtulmuştur" Raporda bahsedilmemekle birlikte, İbn Reşid'in bu arzusunun, bölgede özellikle İngilizlerle daha büyük problemlerin doğmaması için, II Abdülhamid tarafından önlendiği, başka belgelerde zikredilmektedir

İşte, Mubarek ile Necd Emîri bulunan İbn Reşid'in bu çekişmeleri sırasında, Kuveyt'te babası Abdurrahman ile birlikte mülteci durumunda bulunan, bugünkü Suudî Arabistan'ın kurucusu Abdülaziz İbn Suud yeniden siyaset sahnesine çıkmıştır Rapora göre, Mubarek, Osmanlı Devleti'nin kararlılığından ve siyasî şartların elvermemesinden dolayı, gerçek niyetlerini açığa vuramıyor, her vesileyle Abdülaziz İbn Suud'u kullanmayı tercih ediyordu Nitekim, onu teçhiz ederek, atalarının geldiği yer olan Necd içlerine gazvelere göndermiş ve birkaç yıl içinde Riyad, Kasîm, Uneyze ve civarını ele geçirmesini sağlamıştır Böylece, düşmanı olan İbn Reşid'in nüfuz sahasını daraltmıştır

Suud-İbn Reşid çekişmesi

Bundan sonra bölgede yeniden başgösteren Suud-İbn Reşid çekişmeleri de şöyle özetlenmektedir:

"Abdülaziz İbn Reşid, Suud ile her ne kadar uğraşmış ise de muvaffak olamamış, hattâ savaş sırasında Suud'un adamları tarafından öldürülmüştü (1906) Onu müteakib, büyük oğlu Mut'ab, Emîr-i Necd namıyle yerine geçmiştir Bir sene icra-yı nüfuzdan sonra, aynı aileden Ubeyd'in oğlu, bazı tarafların teşvikleri üzerine Mut'ab'ı ve iki kardeşini katletmiştir Bunun üzerine Abdülaziz'in küçük oğlunu, dayıları olan Essubhan kabilesi, Medine'ye kaçırarak, muhtemel bir ölümden kurtarmışlardır

Bir müddet sonra da, topladıkları birtakım kabileler ile Necd içlerine giderek, eski idare merkezleri olan Hail'i ele geçirirler Dayılarının teşebbüsleriyle, küçük yaştaki Suud İbn Reşid, geleneksel gücü de dikkate alınarak, Osmanlı Devleti tarafından kaymakam tayin edilerek, kendine ve etbaına maaş tahsis edilir Anca, idare onun adına dayıları tarafından yürütülür Hattâ bunlar devlete müracaat ederek, Muhammed ve Abdülaziz b Reşid zamanlarında kendilerine verilmiş olan silahların kaybolmasından dolayı İbn Suud'a karşı mukavemet etmek için, 2000 tüfek isterler Devlet, bu isteklerine olumlu yaklaşmakla birlikte, arzu ettikleri tüfekleri verememiştir"

Bütün yukarıdaki ifadelerden sonra şu neticelere varılmaktadır:

"Hulasa-i kelâm, İbn Suud, İngilizlerin nüfuzu altında, Kuveyt Şeyhi Mubarek el-Sabah'ın bir icra vasıtasıdır Serveti bütün bu teşebbüslerine müsait olmadığı halde, İbn Reşid'e karşı kendi güvenliğini sağlamak isteyen Mubarek el-Sabah'ın serveti, İbn Suud'un faaliyetlerine kaynak teşkil etmektedir Onun bu faaliyetlerinden maalesef Osmanlı Devleti değil, İngilizler istifade edecektir Öte yandan, bağlı bulunduğu mezhebin mahiyeti itibariyle de İslamlar ve belki Osmanlı hükümeti aleyhinde bulunmasının sebebi pek aşikârdır Çünkü, İslam olmak, ancak kendilerinin mezhebinde bulunmakla olur Kendi mezhepleri dışındakiler, İslam sayılmamaktadır Kendi itikadlarına göre, bu gibilerin katli bile vacibdir"

Bölgede sürdürülen bu faaliyetleri yakından takip eden birisi olduğu anlaşılan Harem-i Nebevî müderrisinin, dönen dolapların sonuçlarını da iyi kestirdiği anlaşılmaktadır Nitekim, ileriki yıllarda -raporda da belirtildiği gibi- bütün bu entrikalardan İngilizler istifade etmişlerdir Raporun müteakip satırlarında, İbn Reşid'in, İbn Suud'a karşı desteklenmesi gerektiği vurgulanmaktaydı "Zîra, İbn Reşid, hiçbir zaman hükûmet-i İslamiye aleyhinde faaliyetlerde bulunmadığı gibi, İbn Suud gibi de imamet iddiası gütmemişti Ayrıca, yabancı bir hükûmete de temayül etmemiş ve taraftar olmamıştı

Bu ifadelerden, rapor sahibinin İbn Reşid taraftarı olduğu anlamı da çıkabilir, Ancak, gerçekte de, 19 yüzyılın ikinci yarısından sonra Osmanlı Devleti, Necd'de zaman zaman, İbn Suud'a karşı, siyasî bir iddiası bulunmayan İbn Reşid'i desteklemiştir İlk anda, bu siyasetin birçok mahzurları olduğu akla gelse bile, yine raporda idia edildiği gibi: "şayet, İbn Reşid ve ona bağlı kabileler olmasaydı, Necd bölgesi ile birlikte Mekke ve Medine'nin, tıpkı 19 yüzyılın başında olduğu gibi, tekrar İbn Suud'un eline geçmesi muhakkaktı"

Denge politikası

Öte yandan, Osmanlı Devleti, hiçbir zaman iki tarafın da büyük bir güç haline gelmesini istememiş ve daima birbirlerini dengeleyecek şekilde kalmalarını sağlamıştır Bunun en bariz örneklerinden biri, daha önce zikredildiği gibi, İbn Reşid ailesi Suud ailesini Necd'en çıkardığı zaman, Osmanlı Devleti'nin bu ailenin tamamen ortadan kalkmasına rıza göstermemesi ve Kuveyt'te yaşamalarına izi vererek, sefalete düşmemeleri için de ayrıca maaş tahsis etmesiydi

Abdurrahman b İlyas, zamanın nezaketinden bahsederek, devletin bölgede gücünü iyice göstereceği güne kadar iki tarafı da idare edecek politikaların güdülmesini tavsiye ettikten sonra, bu işte en büyük rolü Mekke Emîrinin oynayabileceğini söylemektedir:

"İşte bu noktada da nazar-ı dikkate alınacak zat, Mekke Emîri hazretleridir Emîr'in iyi idaresi ve defalarca Bedevîlere karşı icra eylediği gazvelerin neticesinde, Necd bölgesinde hükûmetin nüfuzu vücud bulmuştur Aynı şekilde bunun gelecekte de görülmesi tabiîdir Birkaç sene evveline gelinceye kadar, Vehhabî mezhebinin Mekke-i Mükerreme yakınlarına kadar sirayet eylediği görülmüştü Mekke Emîri, geçenlerde üzerlerine yaptığı gazvesinde, bunlar müzmahil olmuşlardır Öte yandan, Mekke Emîri, bu hususa yetkili kılınması halinde, hükûmetce de masraf yapmaya ve bölgeye asker sevkine gerek kalmayacaktır"

Raporda, öteden beri birbirlerine karşı gazve suretiyle elde ettikleri malları aralarında paylaşarak geçinmekte olan kabilelerin bağlı olduğu İbn Suud'a, hükümetin emaret namıyla bir nüfuz vermesi de tehlikeli bulunmakta ve bunun hükümet aleyhinde onun silâhlandırılması anlamına geleceği zikredilmektedir Zîra, İbn Suud'un, İngiliz taraftarı ve Osmanlı hükümetinin düşmanı olduğu ısrarla vurgulanmaktadır

Esasında Osmanlı Devleti, 1904 yılında, Abdülaziz'in babası Abdurrahman'ı Riyad kaymakamı olarak tayin etmişti Ancak, işler fiilen, oğlu Abdülaziz'in elinde idi Anlaşılan, raporun sahibi, Abdülaziz'in de tıpkı babası gibi, bir devlet makamını işgal etmemesini istiyordu Raporun ne kadar etkili olduğu bilinmemekle birlikte, II Meşrutiyet'in başlarında, gerçekten de İbn Suud'a karşı takınılan tavrın aynı çerçevede olduğu, diğer belgelerde görülmektedir

1909 yılında kaleme alınan bu raporda dile getirilen hususların haklılığı, kısa bir zaman sonra ortaya çıkmıştır Önce, İbn Suud, Necd içlerinde teşkilatlanmasını tamamlayarak, 1913'te, Osmanlı hükümet merkezi olan Ahsa'yı ele geçirmiştir Osmanlı Devleti, kendisini bölgenin vali ve kumandanı olarak ilan etmesine rağmen, o, I Dünya Savaşı sırasında, İbn Reşid'i bahane ederek, tarafsız kalıp devlete yardım etmemekle, İngilizlerin arzularına yardımcı olmuştur Aynı şekilde Kuveyt Şeyhi Mubarek de İngilizlerle dostluğunu sürdürmüş ve onların himayesine girmiştir İbn Reşid ise, savaş boyunca Osmanlı Devleti'nin yanında yer almış ve Irak cephesinde Osmanlı ordusuna hayli hizmetlerde bulunmuştur

Alıntı Yaparak Cevapla

'Osmanlı Tarihi'

Eski 10-07-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

'Osmanlı Tarihi'



Bazı Osmanlı Padişahlarının Ölümleri VE Tahttan İndirilişleri
GENÇ OSMAN

Lehistan Seferinde tam muvaffakiyet elde edemeyen Sultan, bunun sebebinin askerlerin gayretsizliği olduğuna inanıyor ve bâzı ıslâhâtlar yapmak istiyordu Kapıkulu ocaklarını kaldırarak, yerine Anadolu, Sûriye ve Mısır Türklerinden müteşekkil, sâdece askerlikle uğraşan, pâdişâhın emirlerine itâat eden bir ordu kurmak istiyordu Aynı zamanda saray, harem ve ilmiye teşkilâtlarında da esaslı değişiklikler düşünüyordu Ancak onun bu ıslâhât fikirlerine kapıkulu ocakları açıkça karşı çıkıyor, ilmiye sınıfı da çok çekimser davranıyordu Nitekim, Osman Hanın hacca gitme arzusunu bahâne eden yeniçerilerle sipâhiler ayaklandılar Öncelikle Osman Hanın hacca gitmekten vazgeçmesi isteğiyle başlatılan isyân, daha sonra bâzı devlet adamlarının kellesinin istenmesiyle büyüdü Netîcede, isyan, Sultan Osman Hanın hal’i ve Sultan Mustafa’nın ikinci defâ tahta geçirilmesiyle son buldu

İsyan sırasında Sultan Osman’ı ele geçiren câniler, revâ gördükleri ağır ve kötü sözlerle Orta Câmiye götürerek orada hapsettiler Genç pâdişâhın mâruz kaldığı hakâretin haddi hesâbı yoktu Yaptıkları ezâ ve cefâ onu boynu bükük ve perişan bir hâle koymuştu İkinci Osman Han, kendisine eziyet eden ocak ağalarına karşı; “Dün sabah pâdişâh-ı cihân idim, şimdi uryân kaldım; merhamet edip hâlimden ibret alın; dünyâ size dahi kalmaz; hangi pâdişâhın kulları pâdişâhlarına bu ihâneti ettiler” diyerek yalvardı ise de, bu sözlerin câniler üzerinde hiçbir tesiri olmadı

Orta Câmide Genç Osman’ın muhâfazasına Haseki Sarı Mehmed Ağa tâyin edildi Yeniçeriler, Sultan İkinci Osman’ın hayâtına dokunulmayarak kafes hayâtı yaşamasını istiyorlardı Nitekim, çok hâin bir kimse olan yeni Sadrâzam Dâvûd Paşa onu öldürtmek için cebeci başına emir verince, yeniçeri ağaları mâni oldular Osman Han, hayâtına kasteden Dâvûd Paşaya; “Behey zâlim, ben sana neyledim? İki defâ mûcib-i katl cürmünü affedip öldürmedim, mansıp verdim, bana gadrin nedir?” diye bağırdı

Buna rağmen, Dâvûd Paşa, cumâdan sonra en güvendiği adamları olan cebecibaşı ile kalender uğrusu denen zâbite, Sultan Osman’ı Yedikule’ye götürerek boğmalarını emretti Eski sultanın Yedikule’ye götürülüşünü seyretmek üzere yollara biriken halk, o târihe kadar görülmemiş kalabalığı teşkil ediyordu

Yedikule’ye gelindiği zaman, vakit akşama yaklaşıyordu Dâvûd Paşanın emriyle oraya kadar gelen binlerce asker dağıldı Daha sonra Dâvûd Paşa, cebecibaşına ve kalender uğrusuna dönerek; “Yanınıza sekiz cellâd alıp, Osman’ın işini bitirin Yarına kalmasın” dedi

Sultan Osman, günlerden beri perişân vaziyette, aç ve uykusuz olduğu hâlde, kendisini son nefesine kadar müdâfaa etmeye karar vermişti On cellâdın ilk hücûmu netîce vermedi Bire on nispet olmasına rağmen, cellâtlar, silâhsız pâdişâhla mücâdele edemeyeceklerini anladılar Kementten başka silâh da kullanmak istemiyorlardı Çünkü hânedândan olanın kanı akıtılamazdı Buna rağmen, dışarıdan balta alan cellatlara genç sultan, büyük bir ustalıkla karşı koydu Fakat arkasından gelen bir cellat, baltası ile omzuna vurarak fenâ şekilde yaraladı Bu durumu fırsat bilen cebecibaşı kemendi Osman Hanın boynuna geçirdi ve yere düşürdü Diğer câniler de üzerine yüklenerek genç pâdişâhı şehit ettiler (20 Mayıs 1622) Şehit Sultanın cenâzesi, o gece Topkapı Sarayına götürüldü Ertesi gün yapılacak cenâze törenine hazırlandı Öğle namazından sonra kılınan cenâze namazını müteâkip, Sultanahmed Camiinde babasının türbesine defnedildi

Genç Osman’ın şehit edilmesi, târihimizin en acıklı olaylarındandır Genç Osman’ın öldürülmesi, Anadolu’da bâzı isyânların çıkmasına sebep oldu Millet, pâdişâhın öldürülmesini hiçbir zaman hazmedemedi ve onun kâtillerini nefretle andı

2 MUSTAFA

Tarih 1703 yılına gelmiş, Osmanlı Devleti'nin kötü gidişine dur denilememişti Padişah tahta çıktığında söylediklerini unutmuş gibiydi "Zevk ve sefa bana haram olsun" dediği halde, av partileri düzenliyor, aylarca av peşinde dolaşıyordu Devlet işlerini sadrazamlarına ve eski hocası olan sonradan şeyhülislam yaptığı Feyzullah Efendi'ye bırakmıştı Bu durum ordu içinde hoşnutsuzluğa yol açtı

Tahttan indirilmesi

Sultan İkinci Mustafa ava merak saldığı için İstanbul yerine Edirne'de oturmaya başladı İstanbul'daki askerler bu duruma isyan edip, Edirne üstüne yürüdüler Sultan İkinci Mustafa, Edirne'de bulunan askerleri teşkilatlandırıp yolları tutturdu ama Edirne Ordusunun komutanları kardeş kanı dökmemek için geri çekildiler İstanbul'dan gelen ordu Edirne'ye girdi

Sultan İkinci Mustafa tahttan indirildi Yerine kardeşi Sultan Üçüncü Ahmed tahta çıkarıldı ( 22 Ağustos 1703) Sultan İkinci Mustafa tahttan indirildikten sonra fazla yaşamadı 4 ay 8 gün sonra öldü Cenazesi İstanbul'a getirilip, Turhan Sultan türbesinde babası Sultan Dördüncü Mehmed'in yanına gömüldü

III Ahmet

Damat İbrahim Paşa'nın açtığı zevk ve sefahat devrinden memnun olmayan bu yapılanları israf olarak gören bir kitle oluşmuştu Bu topluluk İran seferinden olumsuz haberler gelmesi üzerine, harekete geçmiş camilerde ve diğer yerlerde propaganda yaparak ayaklanmanın zeminini oluşturmaya başlamıştı Yeniçerilerin içerisinde de huzursuzluk belirmişti On yedinci Ağa Bölüğü Yeniçerisi Patrona Halil ve yandaşları 25 Eylül 1730'da ayaklanmayı başlatmışlar ancak halkın onlara katılmaması endişesiyle bu girişimlerinden vazgeçmişlerdi İsyancılar üç gün sonra Bayezit caminin Kaşıkçılar kapısı tarafından yürüyüşe geçerek ayaklanmayı resmen başlattılar Esnafı da dükkanlarını kapatarak kendilerine katılmaya ikna eden isyancılar, hapishaneleri boşalttılar ve yeniçerilerden de yardım gördüler Yeniçeri ağalarından Hasan Paşa onlara karşı harekete geçtiyse de başarılı olamadı

Bu gelişmeler üzerine Sultan Üçüncü Ahmed isyancıların ne istediklerinin sorulmasını istedi İsyancılar, Sadrazam Damat İbrahim Paşa ile birlikte 37 kişinin kendilerine teslim edilmesini istediler Lale Devrinin önemli kişilerinden olan Damat İbrahim Paşa ve bazı devlet adamları idam edilerek isyancılara teslim edildi İsyan sırasında şehir tahrip edildi İsyancılar Sadabad Köşkü'nü yaktılar Ayrıca Divan şairlerinden Nedim de isyan sırasında öldü

Patrona Halil ve diğer isyancı başları, bu sefer de tüm isteklerini yerine getiren Sultan Üçüncü Ahmed'in tahtan indirilmesini istedi Kendisine ve ailesine zarar verilmemesi durumunda tahttan çekileceğini bildiren Sultan Üçüncü Ahmet, 1 Ekim 1730'da Osmanlı tahtını Şehzade Mahmud'a bıraktı

3 SELİM

Osmanlı Devleti'nin en ıslahatçı padişahlarından biri olan Sultan Üçüncü Selim, Osmanlı Devletinde bugüne kadar gerçekleştirilememiş bir düzenleme yaparak Nizam-ı Cedid ordusunu kurmuştu Bu köklü yeniliklerden memnun olmayan ve önemli görevlerde bulunan bazı devlet adamları Osmanlı-Rus Savaşı'nın devam ettiği yıllarda İstanbul'da bulunan Yeniçeri Ağaları ile Nizam-ı Cedid'i ortadan kaldırma planları yapıyorlardı

Kendilerine Nizam-ı Cedid kıyafeti giydirmekle görevlendirilmiş olan Raif Mahmud Efendi'yi öldüren yeniçeriler, Kabakçı Mustafa'nın liderliğinde ayaklandılar Osmanlı hükümeti bu gelişmeler üzerine derhal toplanarak ayaklanma ile ilgili kararlar almak istedi Ancak Sadaret Kaymakamı Köse Musa Paşa ayaklanmanın ciddi bir hadise olmadığını, Nizam-ı Cedid birliklerinin de olaya müdahale etmesinin yersiz olacağını bildirdi Bu sayede meydanı boş bulan asiler, daha fazla taraftar topladılar

Nizam-ı Cedid'in kaldırılmasını isteyen asilere müdahalede çok geciken, Sultan Üçüncü Selim, Nizam-ı Cedid'i kapatmak zorunda kaldı İstekleri yerine getirilen asiler buna rağmen ayaklanmaya son vermediler Sultan Üçüncü Selim'e olan yakınlıkları ile tanınan 11 devlet adamının kendilerine teslim edilmesini isteyen asiler, Şehzade Mustafa ve Şehzade Mahmud'un da hayatlarının tehlikede olduğunu öne sürerek kendilerine yollanmasını ve Sultan Üçüncü Selim'in tahttan inmesini istediler

Bu istek karşısında Sultan Üçüncü Selim, "Böyle isyankar tebanın hükümdarı ve halifesi olmaktansa olmamak daha iyidir" diyerek padişahlıktan ayrıldığını açıkladı (29 Mayıs 1807)

Sultan Üçüncü Selim, tahttan indikten sonra sarayda bir yıl daha yaşadı Alemdar Mustafa Paşa'nın kendisini tekrar tahta çıkarmak için ayaklandığı sırada, Sultan IV Mustafa'nın adamları tarafından 28 Temmuz 1808 tarihinde öldürüldü Cenazesi, Laleli Camii avlusunda babası Sultan III Mustafa'nın yanına defnedildi

Alıntı Yaparak Cevapla

'Osmanlı Tarihi'

Eski 10-07-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

'Osmanlı Tarihi'



ASKERİ TEŞKİLAT

Bir toplumun "devlet" haline gelebilmesi, onun varligina vücud veren halk ve idarecilerin "bagimsizlik" (istiklâl) kavramini tanimalari ile mümkündür Bu tanima, sadece fikir ve düsüncede kalmayip fiilen tatbik edilmelidir Bu da belli sinirlari koruyacak olan "askerî güç" denilen bir sinifin mevcudiyeti ile gerçeklesir Disiplinli ve sistemli hareket eden bir askerî gücün ifade ettigi mâna çok iyi bilindiginden, tarihte üne kavusmus bütün büyük devletler, bu konu ve teskilât üzerinde hassasiyetle durarak onu muhafazaya çalismislardir

Disiplinli ve devamli bir ordunun teskili fikrinden hareketle sarf edilen çabalar, milletlerin kendi bünyeleri, bulunduklari cografî ortam ve zamanlarina göre degisik olagelmistir Bu sebepledir ki, hayatlarini ziraî ürünlerle kazanan milletler gibi topraga siki sikiya bagli olmayan göçebe Türklerin hayatlarinda hayvanlarinin büyük rolü vardi Bu, onlarin daha disiplinli hareket etmesini sagliyordu Keza bu, onlarin harp disiplin, oyun ve usûllerine alismalarina da yardimci oluyordu Nitekim sonbaharda yapilan büyük sürek avlarinin sebepleri, bu önemli gerçek içinde yatiyordu Uygurlarin birçok aile ve boylarinin bir araya gelerek yaptiklari bu sürek avlari, Göktürkler'de oldugu gibi bir çesit savas egitimi idi Ekonomi, devlet ve ordu idaresi, askerî bilgi ve eglence bu bahanelerle tatbikat sahasina konuyor, yasaniyor ve deneniyordu

Ortaasya'li atli kavimlerin hayatlarinin en önde gelen özelligi, hareket halinde olma idi Fertlerin bu hareketli hayati, topluma da bir dinamizm veriyordu Bu hareket ve canliligin sonucu olsa gerek ki, Islâm öncesi Türklerinde hakim bulunan anlayisa göre "kendileri bir kurt, düsmanlari da bir koyun sürüsü idi" Türklerdeki bu dinamizm, Müslaman olduktan sonra daha bir kuvvetle devam etmis görünmektedir Zira onlar, tarihî kültürlerinin bir mirasi olarak devam ettiregeldikleri bu anlayisi, Islâm'in "cihâd" ve "sehidlik" motifleri ile birlestirmislerdi

Düsmanlarina karsi yaniltma, ani hücum ve sizma gibi taktikleri ile taninan Türklerin, Müslüman Arap ordulari içinde yer almalarindan sonradir ki, Islâm ordulari genis bir cografî mekânda yayilma imkânini buldular Miislüman Türk askerlerinin Islâm ordusundaki durumundan bahs eden bir arastirici sunlari söylemektedir:

"Bazen uygulanan usûl de yürüyüs halinde olan düsman hatlarini tuzaga düsürmek veya hemen girisilen muharebe ile anlari, önceden hazirlanmis tuzak bölgelerine çekmek idi Bu taktikteki büyük avantaj, saf nizaminda hücuma alismis Arap süvarileri için pek söz konusu degilse de, âni hücum, yaniltici çekilme, kanatlara sizma, her taraftan ok yagdirma ve hücumu sür'atle tekrarlamada mâhir Türkler içindi"

Tarih sahnesinde görünen birçok millet, askerî güç olarak ifade ettigimiz devamli ve disiplinli orduyu ayakta tutup kendisinden istifade edebilmek için çesitli çarelere bas vurmustur Bu meyanda, harplerin sebep oldugu nüfus azalmasini bir dereceye kadar ortadan kaldirmak için galiplerin, maglup olan toplumlarin çocuklarindan yararlandigi da görülmektedir Osmanlilarin da bas vurdugu bu sistem, onlarin basarili sonuçlar almalarina sebep olmustur

Özellikle kurulus ve daha sonraki dönemlerde kullanilan sistemler ile ordunun sahip oldugu disiplin, Osmanli ordusunu basarili bir hale getiriyordu Batida bulunan Hiristiyan devletlerce de farkina varilan bu duruma isaret eden bir seyyahin su sözlerine dikkat çeken Gibbons, o seyyahin ifadesini söyle nakleder:

"Osmanlilar, daha önceden Hiristiyan ordularinin ne vakit geleceklerini ve kendileri ile çatisma için müsait yerin neresi oldugunu bilirler Çünkü bunlar, daima seferber bir halde idiler Çavuslari ve casuslari, kuvvetleri nasil ve nereye sevk etmek lazim geldigini biliyorlardi Bunlar, birdenbire harekete geçebilirlerdi Yüz Hiristiyan askeri, on bin Osmanlidan daha fazla gürültü yapiyordu Trampet bir defa vurdu mu, derhal yürüyüse baslarlar, adimlarini kat'iyyen yavaslatmaz ve yeni bir komut verilinceye kadar kat'iyyen durmazlardi Hafif techizatli olduklari için Hiristiyan mühasimlarinin üç günde kat edemedikleri mesafeyi bir gece içinde kat ederlerdi"

Pek çok müessesede oldugu gibi, kendinden önceki Müslüman ve MüslümanTürk devletlerinin teskilatlarindan yararlanmis bulunan Osmanlilar, bu uygulamayi askerî sahada da gösteriyorlardi Gerçekten, Osmanli askerî teskilâtinin, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Ilhanli ve Memlûk askerî teskilâtlan ile benzerlik arz etmesi, bu ifadelerin dogrulugunu ortaya koymaktadir Bununla beraber biz, daha açik bir fikir vermesi bakimindan B Selçuklu askerî teskilâtindan kisaca ve ana hatlari ile bahs etmek istiyoruz

Özellikle Alp Arslan ve oglu Meliksah dönemlerinde devrinin en büyük askerî gücü haline gelen Selçuklu ordusu, günümüzün Milli Savunma Bakanligi durumundaki "Divan-i Arizu'l-Ceys" denilen bir teskilât tarafindan idare ediliyordu Büyük Selçuklu ordusu, çesitli kavimlerden alinarak hususi saray terbiyesi ile yetistirilmis, tören, usûl ve protokolü bilen ve dogrudan dogruya Sultana bagli bulunan "Gulaman-i saray", en seçkin komutanlarin egitimi altinda her an emre hazir bekleyen "Hassa ordu" su ile melik, vali, vezir gibi ileri gelen devlet büyüklerinin askerleri ve tabi hükümetlerin askerlerinden kurulu idi Isimleri "Divan defteri"nde yazili bulunan "Gulaman-i saray" efradi, yilda dört maas (bistgâni) alirdi Devletin esas askerî gücünü teskil eden, harplere katilan ve düsmana agir darbeler indiren "Hassa ordu"su askeri de maasliydi Ayrica vezir Nizamülmülk (öl 485/1092) vâsitasiyle daha küçük parçalara bölünen askerî iktalarda, geçimini arazi gelirlerinden temin eden ve her zaman harbe hazir kalabalik bir süvari kuvveti (sipahiyan) de vardi Bu sâyede Selçuklu Devleti, büyük bir askerî kuvvet bulundurma imkânina sahip olmustu Buna karsilik Gazneliler ile Büveyhîler döneminde askere ikta degil maas veriliyordu Sikisik durum ve zamanlarda, devletin bu maaslari ödeyemedigi oluyordu Böyle durumlarda komutanlar, vilayetlerin vergilerini kendi nâm ve hesaplarina topluyorlardi Halkla aralarinda bir menfaat birligi olmadigindan askerin faaliyetleri, zaman zaman vilayetlerin harab olmasina kadar variyordu Halbuki askerî iktalar sayesinde Büyük Selçuklu Devleti 400 bin, Türkiye Selçuklulari da 100 bin kisilik bir orduya sahip bulunuyorlardi

Alıntı Yaparak Cevapla

'Osmanlı Tarihi'

Eski 10-07-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

'Osmanlı Tarihi'



OSMANLILARIN ILK ASKERI TESKILÂTI

Bizans Imparatolugu'nun hududlarinda bulunan ve Osman Gazi'ye bagli olan Türk asiretleri atli idiler O dönemin iklim, harp, teknoloji ve siyasi sartlarina göre bu gerekliydi Bu sebeple Osman Bey zamaninda harplere istirak edip fetih yapanlar bu asiret kuvvetleri idi Asiret kuvvetleri, baslarinda serdarlari olmak üzere Osman Bey'in hizmetine giriyor, fetihlerin sonunda ganimetlerden pay aliyor ve zapt edilen topraklardan yerlesme hakki elde ediyorlardi Topraga yerlesen Türkmenler, tasarruf ettikleri (kullandiklar) yer karsiliginda Osman Gazi'ye tabi oluyorlardi Timarlarinin gerektirdigi sayida atli askeri de savasa gönderiyorlardi Osman Bey, uç beyi olduktan sonra kendisi ile yakin çevresini koruyan ve yevmiye hesabi ile ücret alan askerlerin sayisini artirdi Bunlar, Selçuklular'da oldugu gibi "Kul" veya "Nöker" adi ile aniliyorlardi Ulûfeli askerlerin sayisi, beyligin gücü ile orantili olarak artiyordu Bu bakimdan beyligin sinirlari genisledikçe Osman Bey'in kapisindaki kul sayisi da artiyordu
Osman Bey zamaninda, beyligin kuvvetleri, hizmetleri karsiligi ganimetten hisse alan ve feth edilen yerlere atli asker vermek sartiyla yerlesen Türkmen kuvvetleri ile ücretleri gündelik olarak ödenen Osman Bey'in sahsî askerlerinden ibaretti Nöker veya Kul adini tasiyan bu askerler, fetih hareketlerinde henüz etkin rol oynayacak sayiya ulasmamislardi

Asiret kuvvetleri ile ulûfeli askerler, ilk zamanlarda yeterli oldularsa da fetihler çogaldikça sayi olarak kifayet etmemeye basladilar Bu bakimdan Osman Bey, fetihlere devam edebilmek için dinamik eleman arayisina baslama ihtiyacini duydu Bundan sonra ihtiyaç hasil oldugu zaman Sögüt, Karacasehir, Eskisehir ve Bilecik dolaylarindaki köylerde oturan ve tarimla ugrasan Türk köylülerinden yararlanmaya karar verdi

Atli olan asiret birlikleri, özellikle kale muhasaralarinda fazla tesirli olamiyorlardi Bundan baska fetihler sonucu arazi genisleyip birçok gayr-i müslimin, devletin vatandasi durumuna gelmesi ve muhasaralarin uzamasi üzerine asiret kuvvetleri, istenilen zamanda istenilen yere ulasamiyorlardi Bu sebeple Orhan Bey döneminde yeni ve devamli bir askerî birlige ihtiyaç duyuldu


Alıntı Yaparak Cevapla

'Osmanlı Tarihi'

Eski 10-07-2012   #13
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

'Osmanlı Tarihi'



YAYA VE MÜSELLEMLER

Osman Bey'in ölümünden kisa bir süre sonra, beyligin sinirlarinin genislemesi ve kisa bir gelecekte, daha bir genislemeye namzed olmasi, Orhan Bey'i askerî, malî ve idarî düzenlemeler yapmak zorunda birakti Gerçekten de beylik çerçevesinden çikip güçlü bir devlet haline gelmek için, düzenli bir orduya ihtiyaç vardi Orhan Bey de bu görüsten hareketle önce orduyu ele aldi
Orhan Bey'in saltanatinin ilk yillarinda askerî kuvvetler, Osman Bey zamanindan pek farkli degildi Fetihler arttikça topraga yerlesen Türkmenlerin sayisi artmis, buna bagli olarak timarli sipahî sayisi da çogalmisti Kul veya Nöker denilen sinif, Osman Bey zamaninda oldugu gibi yine ulûfe aliyordu

Fetihlerin devami için zarurî olan ordunun organizasyonu, yani, ilk düzenli birlikler, Bursa'nin fethinden sonra ve Iznik'in fethinden önce Vezir Alaeddin Pasa ile Bursa Kadisi Çandarli Kara Halil'in (öl 1387) teklifleri dogrultusunda yapilmisti Buna göre devamli surette savasa hazir yaya ve atli bir kuvvetin bulundurulmasi gerekiyordu Bu maksatla Türk gençlerinden meydana getirilen bu ordunun atsiz askerine "Yaya", atli askerine de "Müsellem" adi verildi Alaeddin Pasa'ya göre askerî sinifa mensub olan kimseler ile vezirler, özel bir kiyafet giyerek halktan ayird edilmeliydi Bu sebeple, bunlarin giyecekleri elbise ve baslarinda tasiyacaklari sarigin renk ve biçimi tesbit edildi Buna göre bunlar "Ak börk" giyeceklerdi Böylece tasradaki timarli sipahilerden de ayrilacaklardi

Türk gençlerinden kurulan ve her biri bin kisi olan bu askerî birligin efradi Çandarli Kara Halil tarafindan seçilmisti Asikpasazâde'nin ifadesine göre birçok kisi "Yaya" yazilmak için Çandarli Kara Halil'e müracaat etmisti Savas zamaninda bu gençlere önce birer, daha sonra da ikiser akça gündelik verilmesi kararlastirildi Savas olmadigi zamanlarda da ziraat yapmak üzere kendilerine toprak tahsis edildi Bunlar, vergilerden muaf tutuldular Orhan Bey zamaninda hassa ordusu sayilan yaya ve müsellemler, kaç sancak varsa o kadar yaya ve atli sancaga bölünerek basina sancakbeyi tayin edildi Yaya denilen piyade sinifinin her on kisisi için bir bas (onbasi), her yüz kisiye de daha büyük bir bas (yüzbasi) tayin edilmisti Müsellem adi verilen atli birligin her otuz kisisi bir "Ocak" meydana getiriyordu XV yüzyil ortalarina kadar fiilen silahli hizmette bulunmus olan bu Yaya ve Müsellemler, Kapikulu ocaklarinin kurulup gelismesiyle yerlerini onlara terk ettiler Daha sonra Rumeli'deki Yürükler, Canbazlar ve Tatarlarin katilmasiyla Osmanli askerî teskilâtinin geri hizmet sinifini meydana getirdiler Bu sinif, köprü yapimi, yol insaati, kale tamir ve yapimi ile hendek kazimi gibi islerde kullanildi

Görüldügü gibi Osmanli Devleti'nin ilk döneminde, yani Osman Bey zamaninda beyligin kuvvetleri iki kisimdan ibaret bulunuyordu Bunlardan biri, Türkmen asiretlerinden saglanan ve kendilerine hizmetleri karsiliginda elde ettikleri ganimetler disinda timar da verilen atli kuvvetler, digeri de Osman Bey'in, ücretlerini gündelik olarak verdigi sahsî askerlerdi Bunlara Nöker deniyordu ki tamami hür insanlardan meydana gelmisti Orhan Gazi döneminde ise Yaya ve Müsellem adi ile yeni ve devamli bir askerî birlik kurulmustu

Bu bilgilerin isigi altinda konuya bakildigi zaman Osman ve Orhan Bey'ler zamaninda Osmanli ordusu, üç gruptan tesekkül ediyordu Bunlardan biri asiret kuvvetleri, ikincisi Nöker adi verilen ve sonradan "azab" adini alan sahsî askerler ki bir çesit hassa orduyu meydana getiriyorlardi Üçüncüsü de biraz önce kuruluslarindan bahs ettigimiz Yaya ve Müselle ordusu idi

Kurulus döneminden baslamak üzere Osmanli ordusu "Kara" ve "Deniz" olmak üzere iki kisimdan ibaretti


Alıntı Yaparak Cevapla

'Osmanlı Tarihi'

Eski 10-07-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

'Osmanlı Tarihi'




OSMANLI KARA ORDUSU

Ordu-u Hümâyun denilen Osmanli Kara Ordusu, genel olarak iki bölüme ayrilmakta idi Bunlardan biri "Kapikulu Askerleri" digeri de "Eyâlet Askerleri" adini tasiyordu Bu askerî birliklerin her biri, gördükleri hizmetlere göre kendi içinde daha küçük kisimlara ayrilip ona göre isimler aliyor Bu isimler, ocak kelimesi ile bir terkip olusturduklarindan ayrica bunlara "ocak" deniyordu Ocag'in en büyük subayina da "Ocak Agasi" adi veriliyordu

KAPIKULU ASKERLERI

Kapikulu denilen bu askerî birlik, Selçuklular ve diger bazi devletlerde oldugu gibi "Hassa Ordu"yu meydana getirmekteydi Bu sinifa dâhil olan askerler, devletten "Ulûfe" adiyla maas alirlardi Burada "kapi" kelimesinin kullanilmasi ve devletten maas alan askerlere de "Kapikulu" askeri denmesinin sebebi, Kapi kelimesinden bizzat devletin anlasilmasiydi Zira eskiden beri dogu ülkelerinde isler, hükümdar saraylarinin kapisinda görülürdü Bu tabir, Kapi müdafaasinda bulunan askerler için de kullanilmakla beraber sadece onlara hasr edilmeyen bir kelimedir Askerler için de bu kelime kullaniliyordu Iste bu sebepten dolayi devletten maas alan askerlere "Kapikulu askerleri" deniyordu

Kapikulu askerleri baslangiçta devlet merkezinde bulunuyorlardi Fakat ülke genisleyip muhafazasi için hudud boylarinda kaleler insa edilince oralarda da ikamet etmek mecburiyetinde kaldilar

Osmanli Devleti, Rumeli taraflarinda fetihler yapip genislemeye baslayinca devamli bir orduya ve daha fazla askere ihtiyaç hasil olmustu Bu da savaslarda esir alinan ve askerî sartlara uygun hiristiyan çocuklarinin kisa bir müddet Türk terbiyesi ile yetistirilerek yeni bir askerî sinifin meydana getirilmesiyle karsilanmisti Iste bu teskilât, Kapikulu ocaginin çekirdegini teskil etmisti Kapikulu askerleri iki gruba ayrilmaktadirlar Bunlar:

1 Kapikulu Piyadesi

2 Kapikulu Süvarisi

1-KAPIKULU PIYADESI

Osmanli Devleti'nin, merkez askerî teskilât, içinde yer alan Kapikulu askerleri, Osmanli askerî teskilâtinin önemli bir bölümünü meydana getiriyorlardi Kapikulu piyadesi de kendi arasinda ayri gruplara ayrilmisti

ACEMİ OCAĞI

Osmanli askerî tarihinde, önemli yeri bulunan ve Kapikulu piyadesinin mühim bir bölümünü teskil eden yeniçerilere mense' olan "Acemi ocagi", Sultan Birinci Murad zamaninda Kadiasker Çandarli Kara Halil ile Karaman'li Kara Rüstem'in tavsiyeleri sonucu ortaya çikmisti Hoca Saadeddin Efendi'nin bildirdigine göre bu uygulama, Sultan Birinci Murad'in devr-i saltanatinda 763 (1361-62) tarihindeki Zagra'nin fethi ile baslamistir Devlet adina ve "Pencik" kanununa göre alinan esirler", Yeniçeri ocagina asker yetistirmek için Gelibolu'da kurulmus bulunan Acemi ocagina gönderiliyor ve yevmiye bir akça ücretle Gelibolu ile Çardak arasinda isleyen at gemilerinde hizmet görüyorlardi Bir müddet sonra bunlar, Yeniçeri ocagina aliniyorlardi Fakat bu esirler, firsat buldukça kaçip memleketlerine gittikleri için bu sistem degistirildi Savaslarda esir edilen küçük yastaki Hiristiyan çocuklari, evvela Anadolu'daki Türk köylülerinin yanina verilerek (Türk'e vermek) az bir ücretle hizmet ettirilmeye baslandi

Gerçi bu ocagin, Rumeli fatihi Süleyman Pasa zamaninda, bizzat kendisi tarafindan savasta esir alinan Hiristiyan çocuklari ile basladigi belirtilmekte ise de ocagin gerçek manada müesseselesmesi, yukarida belirtilen sekilde olmustur

Sözlük manasiyle beste bir demek olan "pencik" harplerde ele geçirilen esirlerden, askerlikte kullanilmak üzere beste birinin alinmasi demektir

Islâm hukukunun ganimetlerle ilgili vaz' etmis oldugu prensiplerinden dogmus olan "pencik", Osmanli Devleti'nin ilk kurulus yillarinda uygulanmiyordu Harpler sonunda ele geçen diger ganimetler gibi esirler de gazilere taksim ediliyordu Gaziler, hisselerine düsen esirleri, Islâm hukuku geregince istedikleri sekilde istihdam edebiliyor, istihdam yeri olmayan da onlari satabiliyordu

Osmanlilarda Acemi oglani iki sekilde alinirdi Bunlardan biri savaslarda elde edilen erkek esirlerin beste birinden (pencik), digeri de Osmanli vatandasi olan Hiristiyan çocuklardandi Savaslarda elde edilen esirlerin asker olarak alinmasiyle ilgili "Pencik Kanunu" tertib edilmisti Buna göre alinan esir oglanlara "Pencik Oglani" adi verilmisti Elde edilen bu esirler, "Pencikçi" denilen memur tarafindan tesbit edilir, bunlardan on ila on yedi yaslari arasinda olan erkek esirlerden vücutça kusursuz ve saglam olanlar devletçe üçyüz akça karsiligi satin alinirdi Böylece Acemi ocagina ilk efrad, Pencik kanunu ile toplanmistir Bu sistemin gelismesinde büyük ölçüde rolü bulunan Kara Rüstem de Gelibolu'da Pencik vergisini (Resm-i Pencik) toplamakla görevlendirilmisti

Pencik oglanlarinin, Anadolu'daki Türk çiftçilerinin yanina verilmesi, aradaki deniz sebebiyle kaçmalarina engel olmak içindi Bununla beraber, zaman zaman bazi esir çocuklarin Avrupa'ya kaçtigi görülüyordu Esirlerin, Türk çiftçilerinin yanina verilmesi ile ilgili kanun hakkinda kaynaklarda farkli tarih ve zamanlar verilmektedir Bu cümleden olarak Sirpsindigi savasi, Edirne'nin fethi ve Bilecik tarafina yapilan ilk akinlarda olduguna dair rivayetler bulunmaktadir

Cüz'i bir ücretle Türk çiftçisinin yanina verilen Acemi oglanlarina çok az bir ücretin verilmesi, onlarin "ben padisah kuluyum" deyip çiftlik sahibine kafa tutmamasi içindi

Acemi oglanlar, ziraat islerinde çalistirildiklari gibi kisa zamanda Türkçe ile birlikte Islâm-Türk örf ve âdetlerini de ögreniyorlardi Böylece yeni hayata intibak ettikten sonra bir akça gündelikle "Acemi Ocagi"na kayit ettiriliyorlardi Burada bir müddet hizmet gördükten sonra yevmiye iki akça karsiligi "Yeniçeri Ocagi"na gönderiliyorlardi Yildirim Bâyezid döneminin sonlarina kadar belirtilen sekilde devam eden bu usûl, Ankara Savasi'ndan (1402) sonra fetihlerin durmasi ve iç karisikliklarin bas göstermesi yüzünden büyük ölçüde tatbik edilemez olmustu Kapikulu ocaklarindaki kadro eksikligini gidermek için baska bir çareye bas vurmak gerekiyordu Bu sebeple Rumeli'ndeki Hiristiyan tebeadan muayyen bir kanunla ve "Devsirme" ismiyle münasib sayida Hiristiyan çocugu alinmasina karar verildi

Daha önce de temas edildigi gibi Ankara Savasi'ndan sonra Osmanli fetihleri durmus, bazi yerler Bizans ve Sirplara terk edilmislerdi Gerek Çelebi Mehmed zamaninda, gerekse oglu Sultan Ikinci Murad'in ilk devirlerinde Rumeli'de fütuhat yapilamadigi için esirlerden istifade edilememisti Bunun üzerine Osmanlilardan önceki Türk ve Islâm devletlerinde uygulanmamis olan yeni bir usûl ile devletin, Hiristiyan tebeasi olan ve yaslan uygun çocuklarindan sadece bir tanesinin Osmanli ordusuna alinmasi kararlastirildi Böylece Hiristiyan vatandaslarin çocuklarindan asker devsirmek için bir "Devsirme Kanunu" yürürlüge konuldu Bu yeni kanunla, bastan basa gayr-i müslim olan Rumeli halki, tedrici surette müslümanlastirilacakti Müslümanlastirilan bu insanlarla da Osmanli ordusu kuvvetlenecekti Böylece devlet, bu sayede Müslüman nüfusunu koruma gibi bir hedefe de ulasmis oluyordu Gerek Müslüman nüfusu çogaltma, gerekse harplerde kendisinden istifade etme bakimindan iki yönden faydali olan bu Devsirme kanunu , Pencik kanunu ile asker almanin yerine geçmisti Zaten Pencik kanunu da eski önemini kaybetmeye baslamisti

Devsirme kanunu geregi ihtiyaca göre üçbes senede ve bazan daha da uzun bir sürede Hiristiyanlardan sekiz ila on sekiz ve bazan yirmi yas arasindaki sihhatli ve kuvvetli çocuklardan Acemi Oglani alinmaya basladi Bununla beraber 14-18 yas arasindakiler tercih ediliyordu Önceleri Rumeli'de Arnavutluk, Yunanistan, Adalar ve Bulgaristan'dan, daha sonra ise Sirbistan, Bosna-Hersek ve Macaristan'dan çocuk toplandi Bu durum, XV Muhtelif hizmetlerde bulunan Acemilerin, Yeniçeri Ocagina kayit ve kabullerine "Çikma" veya "Kapiya Çikma (bedergâh) denirdi

Devsirme usûlü, kendi dönem ve zamanina göre iyi bir sonuç vermisti Bu sonuç hem Osmanlilar, hem de çocugu devsirilen aileler için faydali olmustu Osmanlilar açisindan faydali olmustu, zira o dönemin bitip tükenmek bilmeyen harpleri, devamli surette insanlari yutan birer makine haline gelmislerdi Iste bu makinalarin zararlarini en aza indirebilmek ve kendi Müslüman Türk nüfusunu koruyabilmek için devlet, gayri müslim vatandaslarindan istifadeyi düsünmüstü Böylece hem Islâm Türk mefkûresinin daha genis sahalarda yayilmasini saglamak, hem de kendi asil nüfusuna dokunmamak suretiyle azinliga düsmeyecekti Devsirme sistemi, çocugu devsirilenler bakimindan da faydali bir seydi, çünkü onlar da çocuklarinin içinde bulunduklari mali sikintidan kurtulacagini biliyorlardi Muhtemelen çocuklari devlet kademelerinde vazife alir ve yüksek bir mevkiye gelebilirdi Bunun da kendileri için faydali olacagi bir gerçekti Bu sebepledir ki kaynaklar, pek çok Hiristiyan ailenin, çocugunu devsirmeye verebilmek için adeta birbirleri ile yaristiklarini kayd ederler Hatta sadece Hiristiyan çocuklarinin devsirilmesi kanun iken feth edildikten sonra halki Müslüman olan Bosna'dan da devsirilmek suretiyle acemi oglani alinirdi Zira bunu bizzat kendileri arzuluyordu

Bilindigi üzere her saha ve konuda oldugu gibi devsirme sisteminde de arzu edilmeyen bazi suistimallerin oldugu söylenebilir Buna karsilik devlet, gönderdigi memurlarinin kanunsuz hareketlerini önlemeye gayret ediyordu 9 Cemaziyelahir 973 (10 Ocak 1566) tarihinde Semendire Beyi ile Ivraca Kadisina yazilan bir hükümde Acemi oglani devsirmeye giden bir memurun hâne (ev) basina onar akça nal parasi vesair kanunsuz paralar alip 5-10 yasindaki çocuklari önce alip sonra bin ve daha ziyade akçaya tekrar babalarina sattigi bildirilmekle Yayabasilarindan Ferhad gönderilip hakkiyla teftis olunmasi ve memurun esyasi arasinda bulunan para, kumas vesair mühürlenip defterle merkeze gönderilmesi emr edilmistir Böylece devlet, bu ve benzeri haksizliklarin önüne geçmeyi, adaletsizligi ortadan kaldirmayi istiyordu

Alıntı Yaparak Cevapla

'Osmanlı Tarihi'

Eski 10-07-2012   #15
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

'Osmanlı Tarihi'



ACEMİ OCAĞI

Osmanli askerî tarihinde, önemli yeri bulunan ve Kapikulu piyadesinin mühim bir bölümünü teskil eden yeniçerilere mense' olan "Acemi ocagi", Sultan Birinci Murad zamaninda Kadiasker Çandarli Kara Halil ile Karaman'li Kara Rüstem'in tavsiyeleri sonucu ortaya çikmisti Hoca Saadeddin Efendi'nin bildirdigine göre bu uygulama, Sultan Birinci Murad'in devr-i saltanatinda 763 (1361-62) tarihindeki Zagra'nin fethi ile baslamistir Devlet adina ve "Pencik" kanununa göre alinan esirler", Yeniçeri ocagina asker yetistirmek için Gelibolu'da kurulmus bulunan Acemi ocagina gönderiliyor ve yevmiye bir akça ücretle Gelibolu ile Çardak arasinda isleyen at gemilerinde hizmet görüyorlardi Bir müddet sonra bunlar, Yeniçeri ocagina aliniyorlardi Fakat bu esirler, firsat buldukça kaçip memleketlerine gittikleri için bu sistem degistirildi Savaslarda esir edilen küçük yastaki Hiristiyan çocuklari, evvela Anadolu'daki Türk köylülerinin yanina verilerek (Türk'e vermek) az bir ücretle hizmet ettirilmeye baslandi

Gerçi bu ocagin, Rumeli fatihi Süleyman Pasa zamaninda, bizzat kendisi tarafindan savasta esir alinan Hiristiyan çocuklari ile basladigi belirtilmekte ise de ocagin gerçek manada müesseselesmesi, yukarida belirtilen sekilde olmustur

Sözlük manasiyle beste bir demek olan "pencik" harplerde ele geçirilen esirlerden, askerlikte kullanilmak üzere beste birinin alinmasi demektir

Islâm hukukunun ganimetlerle ilgili vaz' etmis oldugu prensiplerinden dogmus olan "pencik", Osmanli Devleti'nin ilk kurulus yillarinda uygulanmiyordu Harpler sonunda ele geçen diger ganimetler gibi esirler de gazilere taksim ediliyordu Gaziler, hisselerine düsen esirleri, Islâm hukuku geregince istedikleri sekilde istihdam edebiliyor, istihdam yeri olmayan da onlari satabiliyordu

Osmanlilarda Acemi oglani iki sekilde alinirdi Bunlardan biri savaslarda elde edilen erkek esirlerin beste birinden (pencik), digeri de Osmanli vatandasi olan Hiristiyan çocuklardandi Savaslarda elde edilen esirlerin asker olarak alinmasiyle ilgili "Pencik Kanunu" tertib edilmisti Buna göre alinan esir oglanlara "Pencik Oglani" adi verilmisti Elde edilen bu esirler, "Pencikçi" denilen memur tarafindan tesbit edilir, bunlardan on ila on yedi yaslari arasinda olan erkek esirlerden vücutça kusursuz ve saglam olanlar devletçe üçyüz akça karsiligi satin alinirdi Böylece Acemi ocagina ilk efrad, Pencik kanunu ile toplanmistir Bu sistemin gelismesinde büyük ölçüde rolü bulunan Kara Rüstem de Gelibolu'da Pencik vergisini (Resm-i Pencik) toplamakla görevlendirilmisti

Pencik oglanlarinin, Anadolu'daki Türk çiftçilerinin yanina verilmesi, aradaki deniz sebebiyle kaçmalarina engel olmak içindi Bununla beraber, zaman zaman bazi esir çocuklarin Avrupa'ya kaçtigi görülüyordu Esirlerin, Türk çiftçilerinin yanina verilmesi ile ilgili kanun hakkinda kaynaklarda farkli tarih ve zamanlar verilmektedir Bu cümleden olarak Sirpsindigi savasi, Edirne'nin fethi ve Bilecik tarafina yapilan ilk akinlarda olduguna dair rivayetler bulunmaktadir

Cüz'i bir ücretle Türk çiftçisinin yanina verilen Acemi oglanlarina çok az bir ücretin verilmesi, onlarin "ben padisah kuluyum" deyip çiftlik sahibine kafa tutmamasi içindi

Acemi oglanlar, ziraat islerinde çalistirildiklari gibi kisa zamanda Türkçe ile birlikte Islâm-Türk örf ve âdetlerini de ögreniyorlardi Böylece yeni hayata intibak ettikten sonra bir akça gündelikle "Acemi Ocagi"na kayit ettiriliyorlardi Burada bir müddet hizmet gördükten sonra yevmiye iki akça karsiligi "Yeniçeri Ocagi"na gönderiliyorlardi Yildirim Bâyezid döneminin sonlarina kadar belirtilen sekilde devam eden bu usûl, Ankara Savasi'ndan (1402) sonra fetihlerin durmasi ve iç karisikliklarin bas göstermesi yüzünden büyük ölçüde tatbik edilemez olmustu Kapikulu ocaklarindaki kadro eksikligini gidermek için baska bir çareye bas vurmak gerekiyordu Bu sebeple Rumeli'ndeki Hiristiyan tebeadan muayyen bir kanunla ve "Devsirme" ismiyle münasib sayida Hiristiyan çocugu alinmasina karar verildi

Daha önce de temas edildigi gibi Ankara Savasi'ndan sonra Osmanli fetihleri durmus, bazi yerler Bizans ve Sirplara terk edilmislerdi Gerek Çelebi Mehmed zamaninda, gerekse oglu Sultan Ikinci Murad'in ilk devirlerinde Rumeli'de fütuhat yapilamadigi için esirlerden istifade edilememisti Bunun üzerine Osmanlilardan önceki Türk ve Islâm devletlerinde uygulanmamis olan yeni bir usûl ile devletin, Hiristiyan tebeasi olan ve yaslan uygun çocuklarindan sadece bir tanesinin Osmanli ordusuna alinmasi kararlastirildi Böylece Hiristiyan vatandaslarin çocuklarindan asker devsirmek için bir "Devsirme Kanunu" yürürlüge konuldu Bu yeni kanunla, bastan basa gayr-i müslim olan Rumeli halki, tedrici surette müslümanlastirilacakti Müslümanlastirilan bu insanlarla da Osmanli ordusu kuvvetlenecekti Böylece devlet, bu sayede Müslüman nüfusunu koruma gibi bir hedefe de ulasmis oluyordu Gerek Müslüman nüfusu çogaltma, gerekse harplerde kendisinden istifade etme bakimindan iki yönden faydali olan bu Devsirme kanunu , Pencik kanunu ile asker almanin yerine geçmisti Zaten Pencik kanunu da eski önemini kaybetmeye baslamisti

Devsirme kanunu geregi ihtiyaca göre üçbes senede ve bazan daha da uzun bir sürede Hiristiyanlardan sekiz ila on sekiz ve bazan yirmi yas arasindaki sihhatli ve kuvvetli çocuklardan Acemi Oglani alinmaya basladi Bununla beraber 14-18 yas arasindakiler tercih ediliyordu Önceleri Rumeli'de Arnavutluk, Yunanistan, Adalar ve Bulgaristan'dan, daha sonra ise Sirbistan, Bosna-Hersek ve Macaristan'dan çocuk toplandi Bu durum, XV Muhtelif hizmetlerde bulunan Acemilerin, Yeniçeri Ocagina kayit ve kabullerine "Çikma" veya "Kapiya Çikma (bedergâh) denirdi

Devsirme usûlü, kendi dönem ve zamanina göre iyi bir sonuç vermisti Bu sonuç hem Osmanlilar, hem de çocugu devsirilen aileler için faydali olmustu Osmanlilar açisindan faydali olmustu, zira o dönemin bitip tükenmek bilmeyen harpleri, devamli surette insanlari yutan birer makine haline gelmislerdi Iste bu makinalarin zararlarini en aza indirebilmek ve kendi Müslüman Türk nüfusunu koruyabilmek için devlet, gayri müslim vatandaslarindan istifadeyi düsünmüstü Böylece hem Islâm Türk mefkûresinin daha genis sahalarda yayilmasini saglamak, hem de kendi asil nüfusuna dokunmamak suretiyle azinliga düsmeyecekti Devsirme sistemi, çocugu devsirilenler bakimindan da faydali bir seydi, çünkü onlar da çocuklarinin içinde bulunduklari mali sikintidan kurtulacagini biliyorlardi Muhtemelen çocuklari devlet kademelerinde vazife alir ve yüksek bir mevkiye gelebilirdi Bunun da kendileri için faydali olacagi bir gerçekti Bu sebepledir ki kaynaklar, pek çok Hiristiyan ailenin, çocugunu devsirmeye verebilmek için adeta birbirleri ile yaristiklarini kayd ederler Hatta sadece Hiristiyan çocuklarinin devsirilmesi kanun iken feth edildikten sonra halki Müslüman olan Bosna'dan da devsirilmek suretiyle acemi oglani alinirdi Zira bunu bizzat kendileri arzuluyordu

Bilindigi üzere her saha ve konuda oldugu gibi devsirme sisteminde de arzu edilmeyen bazi suistimallerin oldugu söylenebilir Buna karsilik devlet, gönderdigi memurlarinin kanunsuz hareketlerini önlemeye gayret ediyordu 9 Cemaziyelahir 973 (10 Ocak 1566) tarihinde Semendire Beyi ile Ivraca Kadisina yazilan bir hükümde Acemi oglani devsirmeye giden bir memurun hâne (ev) basina onar akça nal parasi vesair kanunsuz paralar alip 5-10 yasindaki çocuklari önce alip sonra bin ve daha ziyade akçaya tekrar babalarina sattigi bildirilmekle Yayabasilarindan Ferhad gönderilip hakkiyla teftis olunmasi ve memurun esyasi arasinda bulunan para, kumas vesair mühürlenip defterle merkeze gönderilmesi emr edilmistir Böylece devlet, bu ve benzeri haksizliklarin önüne geçmeyi, adaletsizligi ortadan kaldirmayi istiyordu

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.