Victor Hugo şiirleri |
10-06-2012 | #1 |
karamela
|
Victor Hugo şiirleriAklından Sonsuz Yazgı Çıkmayan Adam Bir yolcu gibi sabah, tan vakti yola çıkan, Aklından sonsuz yazgı çıkmayan mutlu adam, Uyanıyor şafakta, ruhu hep düş içinde, Elinde kutsal kitabı, dualar dilinde! Duasını ederken başlıyor gün doğmaya Güneş hem göğe doğuyor, hem onun ruhuna Solgun ışıkta beliriveriyor eşyalar, Eşyalarla birlikte ruhunda başka şeyler, Ondan başka herkes uykuda, böyle sanıyor, Esrik bir mutluluğun huzuruna varıyor, Oysa arkasında güler yüzlü melekler var, Kitabın üzerine eğilmiş bakıyorlar (1856) Aşkım Kendin Ol sadece sen Bir beyaz kagıt gibi ol, yada gôkyùzùnde, semada, arşında ùstùnde beyazbir melek gibi ol Hiç işlenmemiş bir gùnah gibi ol dogmamış bir insan gibi dog bu acımasız dùnyaya Dogki sen dùnya için deyil dùnya senin için dônsùn Sôylenmemiş bir yalan gibi ol duşmesin dilinden dôkùlmesin kalbine tekbir hece Ya ateş kadar kırmızı ol yansın seninle kalbindeki gôk kuşagı veya bir su ol bırak bulsun kendi yatagını Öyle bir tôvbe olki mabet diye kapansın melekler,acılsın arştan gônùl kapısı Ve ôyle bir sevgi olki sevmek için sevilmeye muhtaç olma bir taş olki parmaklıklar kur içine mùebbet ceza versevgiline Öyle bir gôz yaşı olki herdamlası can olup cananı bulsun ona pınar olup onunla bogulsun Öyle biri olki aşkım kendin olsun sadece sen Bakışların Bir bakışın kudreti bin lisanda yoktur Bir bakış bazen şifa bazen zehirli oktur Bir bakış bir aşığa neler neler anlatır Bir bakış bir aşığı saatlerce ağlatır Bir bakış bir aşığı aşkından emin eder Sevişenler daima gözlerle yemin eder Bu Çiçek, Senin İçin Doruktan senin için kopardım bu çiçeği O sarp bayırdan hani, suya iner eteği Kartalın bildiği yalnız ve yaklaşabildiği Sessizce seprilmişti kayanın çatlağında Gölgeler yıkıyordu burnun sağrılarını Açıkça görüyordum: bir yengi alanında Nasıl kızıl ve parlak bir utku anıtı Olanca görkemiyle bir anda kurulursa İşte tıpkı öylece Güneşin gömülüp gittiği yerde gece Bulutlardan bir tak yapıyordu kendine Yelkenliler bir bir erirken uzakta Birkaç çatı eğimli bir vadinin dibinde Parlayıp görünmekten ürker gibiydi sanki Sevdiğim, senin için kopardım bu çiçeği! Evet, rengi uçuk ve koku yok tacında Çünkü kökü dağların bu çetin yamacında Yalnız su yosununun acı tuzunu içmiş Dedim ki: garip çiçek, şu tepenin üstünden Bulutların, yosunun ve teknenin gittiği Uçsuz bucaksızlığa yolcu olmalıydın sen Git öyleyse bir kalbin Herşyeden daha derin uçurumunda dağıl Başka bir acun olan o göğüste sol artık Göğün seni sular için yarttığı besbelli Ben'se Sevda'ya adadım işte seni! Rüzgar birbirine katıyordu suları; Yavaş yavaş silinen Belirsiz bir ışık kalmıştı yalnız günden Ah! nasıl acılıydım ve nasıl da derinden! Düşler içindeydim ve kapkaranlık Gece Sonsuz titreyişlerle doluyordu içime Diana Bahçelerde koşardık kiraz toplamaya Paros mermeri gibi güzel ak kollarıyla Ağaçlara tırmanır, dalları eğerdi Yapraklar ince ince ürperirdi rüzgarda Ak gerdanı güneşle, gölgeyle dalga dalga Al meyvaya uzanırdı incecik parmakları Kirazların her biri bir ateş damlasıydı Ardısıra çıkardım; bacağını açarken Tutuşan gözlerime usulca 'susun! ' derdi Sonra şarkı söylerdi Bazen ak dişlerinde türkü yerine meyva -Tıpkı o güzel erden, o yabanıl Diana- O güzelim ağzıyla kiraz sunardı bana Dudağımda, konarken, bir sevda gülücüğü Düşürürdüm kirazı, alırdım öpücüğü Dilenci Sen, hergün köşe başlarında Yırtık urbanla kirli ellerinle Avuç açan, sefil insan İnan yok farkımız birbirimizden Sen belki tüm yaşamınca dilenecek; Beklediğin beş kuruşu biri vermezse, Ötekinden isteyeceksin Ama ben, tüm yaşamım boyunca Tek bir kez dilendim, Bir acımasız kalbin sevdası ile alevlendim Öylesine boş öylesine açık kaldıki elim, Yemin ettim bir daha dilenmeyeceğim Ey Güneş! Ey Yüzü Tanrısallığın! Ey güneş! ey yüzü tanrısallığın! Vahşi çiçekleri sel yatağının! Mağaralar! Seslerin duyulduğu Yaban böğürtlenleri ormanların! Otların altından duyulan koku! Örnek yükseklikte kutsal tepeler, Bir tapınağın ak süsü gibiler Yaşlı kaya, yılları yenen meşe, Sizi izlerken duyumsuyorum da Dağınık bir ruh giriyor kalbime! Ey kızoğlankız orman, duru kaynak! Karanlığın çivitlediği gül berrak! Göğün ışığı pırıl pırıl su Ne diyorsunuz bu haydut hakkında? Ey doğanın bilinci, sağduyusu! (1856) Gece Günün tükendiği bu saatlerde Tüm doğa canla başla çalışıyor Gece vakti bu yıldızlardan inen Ne acayip bir korkudur kim bilir? Etkisinde kalmış nice gizemin, Kaygılı, bir yandan tir tir titriyor, Karanlıkta, bilinmeyen bir gücün Gözlerini üstünde hissediyor Ne büyük dehşet kendini tanımak! Kaçışı olmadan, durmadan çalışmak, Ebediyetin içinde devinen Varlığın merhametine kalmak! Bu nasıl kara, zor bir bulmaca Amaçlar ve çözümler gizleniyor, Birileri titrerken aşağıda, Yukarda birileri düş görüyor (1888-97) Gelin Böceği Dedi ki: “Sanki üstümde Bir yaratık geziniyor” Baktım kar gibi boynunda Küçük pembe bir böcek var -İster bilge ister deli İnsan hoyrattır gençlikte- Boyunda böcek yerine Dudakta öpüş görmeli Cam gibi pembe sırtında Küçük siyah benekler var, Bizleri seyretmek için Daldan eğilmişti kuşlar Körpe dudaklı güzelin Eğildim boynuna doğru Gelin böceğini aldım, Öpücük de kaçıp gitti Gökte gördüm o böceği Dedi ki ey salak oğlum! İyilik Tanrı’nın işi, Aptallık insanoğlunun! (1856) Hep Yol Almak İsterim, Hiç Duramam Yerimde, Hep yol almak isterim, hiç duramam yerimde, Tanığımdır dalga, o denizde titriyorsa, Rüzgara seslenirim: gidelim! rüzgar dönse, Dalgadadır sıra: Haydi daha uzağa! İlerlerim, kasırga alır götürür beni İnsanlar, aşklarınıza dört elle sarılın, Kapının önündeki taş sedire oturun, Ve geçen günlerinizin arkasından bakın! Ne mutlu evinden hiç çıkmayıp, Her akşam aynı saatte çatının aynı Köşesinden havalanan gece kuşunu Tekrar tekrar izleyen kişiye ne mutlu! (1888-97) Judith Gautier'e Ölüm ile güzellik iki şeydir çok derin Karanlık verir biri, diğeriyse gökmavi İki kardeş çok korkunç, ve de bol, gür, verimli İçerirler bilmece, aynı zamanda gizi Ey hanımlar, ses, bakış, siyah sarışın saçlar! Cezbediniz seviniz, parlayınız durmadan Ey inciler denizde dalgalara karışan! Karanlık ormanlarda, ey parıldayan kuşlar! Judith'le karedimiz birbirimize çok yakın Sanılacaktı görsek, yüzümüzde ve sende En büyük uçurumlar görünür gözünüzde, Farkındayım tinimde yıldızlı ummanların; Her ikimiz komşuyuz, sizinle gökyüzünde, Siz ki çok güzelsiniz, bense çok ihtiyarım Kadına Eğer kral olsaydım! Çiğneyerek tahtımı Memleketin halkını dizlerine sererdim O kuvvetli hükmümle bütün tacı tahtımı Bir tek bakışın için sana feda ederdim Eğer Allah olsaydım! O heybetli, o derin Kainatın, semanın, denizlerin, her yerin İrademin önünde eğilen meleklerin Sevgilim bir busene hepsi senindir derim Keder Sana Yakışmıyor Ne kadar değişmişsin ben görmiyeli, Ellerin güzelliğini kaybetmiş nasırdan, Hüzün rengi almış saçlarının her teli Gözlerine gölgeler düşmüş kahırdan, Gözlerin ki, gördüğüm gözlerin en güzeli Ne kadar değişmişsin ben görmiyeli Böyle mahsun kederli değildin eskiden Fıkır fıkır gülerdi gözlerinin içi Dudakların nemliydi sevgiden, arzudan Yapraklarına çiğ düşmüş karanfiller gibi Baygın kokusuna anılarla beraber giden Böyle mahsun kederli değildin eskiden Sevdiklerin vefasız mıydı bu kadar Ağlamaktan mı karadı gözlerin Bir zamanlar göz yaşını sevmezdin Şimdi neden yaşardı gözlerin Hasta mısın, yorgun musun nen var Sevdiklerin vefasız mıydı bu kadar Arzular vardır bilirsin anlatılamaz Eskisi gibi kalsaydın ne olurdu Taptaze, ıpılık kar gibi beyaz Keder sana yakışmıyor gül biraz Arzular vardır bilirsin anlatılamaz Konuşan zaman Gùneş uykuya dalarken Ufuktan karanlıga kapı açılıyorsa Yıldızlar geceyi kucaklarken Ay gôkyùzùnde parlıyorsa Gecenin çigi dùşùyorsa sabaha ilk ışık la buharlaşıp ucuyorsa semaya Gôkyùzùnde beyaz bulut,siyah oluyorsa Kızgın bir ateş olup şimşekler çakıyorsa Rùzgarla karışıp fırtına oluyorsa Dev yelkenler onunla doluyorsa Herbir damla toprakla buluşuyorsa Sarı benizler, çatlak yùzler, canlanıyorsa Yeşil ot, çepe cevre sarıyorsa Toprak onu bagrına basıyorsa Hercanlı bu zamanda yaşıyorsa Anlamazmı bu evrende boşluk yok Mayıs Başı Şimdi herşey sevmek fiilini çekiyor O eşsiz gülleriyle işte mayıs başı Aşk: neşeli, kederli, günücü ve yakıcı Yanık yanık söyletiyor yeşeren ormanları Gövdesine bir dilek kazıdığım ağaçtan Mırıltılar geliyor ve ağaçcık doğaçtan Yaratısı sanarak yineliyor durmadan Geçen güzde göğsüne çizdiğin istenceyi Alaycı alakarganın dalga geçtiği mağara Kaşlarını oynatıp gülümsüyor ormana Hava aşka değin titreşimlerle dolu Öyle göklü ve körpe, seven, mis kokulu Sevdalı yoncalarsa göğe göndermiş onu Ve güneş adım adım dolanırken kubbeyi Esrik çayır kokular döküyor dörtbir yana Öpücükler açıyor dönüp gelen bahara 'Seni seviyorum' diyen mırıltıyla kırda Safransarı, gökmavi, lal rengi ve erguvan Gölcüklerin üstünde, otlaklarda, koyakta Binbir renkte benekler oluşturuyor orda Kokusunu savurup saklıyor çiçeğini Sanki kırın telaşlı, tatlı iletileri Yaygaracı aşkının yazdırdığı pus'lalar Papyadan bir altlığa izlerini yaymışlar İncecik sesleriyle küçük kuşlar ormanda Şarkıcıklar söylüyor peri kızlarına Tatlı bir sır veriliyor gölgelikte herkese Seviyor ve söylüyor herşey bunu sessizce Sanki yanan güneyde, batıda ve kuzeyde Ve altın ışıklarla günün doğduğu yerde Çiçekli çit, sarmaşık ve şakırdayan pınar Ve tepeler ve gölgeler ve o sonsuz tarlalar Dört rüzgarın düzdüğü bir dörtlük söylüyorlar Mezar ve Gül “Senin gibi bir aşk çiçeği ne yapar Seher vakti yağdığında yağmurlar? ” Diye mezar sordu güle “Ya senin o kuyu gibi ağzına Düşen insan ne yapar daha sonra? ” Diye sordu ona gül de “Ey karanlık mezar, amber ve bal Kokusuna döner o damlacıklar Anladın mı beni şimdi? ” Mezar da dedi ki “Ey dertli çiçek, Melek olup göklerde süzülecek İçime düşen her kişi” (1837) Mors Gördüm o biçiciyi, işinin başındaydı tarlada Kesip biçerek ilerliyordu kocaman adımlarla Batan günün kızıllığı geçiyordu iskeletin içinden Karanlıkta her nesne titrer ve gerilerken Tırpandaki yalazı izliyordu insanoğlu Ve utku kemerleri altında görkem dolu, Utku esriği utkunlar devriliyordu peşpeşe O güzelim Babil'i çeviriyordu çöle Tahtı darağacına, sehpayı saltanata Gülleri gübreye, çocukları kuşa Hazinleri küle, anaların yaşını sele döndürüyordu Haykırıyordu kadınlar: geri ver çocuğumuzu Sen alıp gidesin diye mi dünyaya getirdik biz onu? Yeryüzünü feryatlar kaplamıştı dört yandan Etsiz parmaklar fışkırıyordu sefalet yataklarından Buzlu bir yel uğulduyordu yüzbinlerce kefende Kara tırpan altında çılgına çevrilen kitle Karanlıkta benziyordu kaçan bir korkmuş sürüye Çiğnediği her yerde herşey ürkü, yas ve gece! Arkada, alnı tatlı bir ışıkla yıkanan melek Ruhların demetini taşıyor gülümseyerek Neler mi istiyorum? Neler mi istiyorum uyaninca her sabah Ne bahardan bir nese, ne de yazdan bir cicek Siyah, siyah cok siyah kadife kadar siyah Bir sacin buklesini bana kim getirecek Neler mi istiyorum gurbette aksamlardan Ne ruzgardan bir buse, ne de bir pembe kelebek Derin, derin cok derin, ufuklar kadar derin Bir cift gözün rengini bana kim getirecek Oceano Nox (Denizde Gece) Ah nice denizci, ah nice kaptan, Sevinçle uzağa sefere çıkan, Bu kasvet dolu ufukta kayboldu Kurbanı oldu kötü bir kaderin, Aysız gecede, dipsiz bir denizin, Karanlıklarına gömülü kaldı Kasırga, reisleri, tayfaları, Bir kitabın dağılan sayfaları Gibi savurdu dalgalar üstüne Hiç kimse bilmez sonları ne oldu, Bu yağmadan her dalga bir şey çaldı, Kimi bir denizci kimi bir tekne Yazık bu bahtsız, kayıp insanlara Sürükleniyorlar karanlıklarda, Kayalara çarpa çarpa başları Analar babalar her gün sahilde Tek düşleri vardı, gözler denizde Öldüler gerçekleşmeden düşleri Oturup paslı çapalar üstüne, Sizi anar neşeli gençler gece, Karışır karanlık isimleriniz Öykülere, şarkılara, gülüşlere Sevgiliden çalınan öpüşlere Yeşil yosunlar içinde uyurken siz “Bir adanın kralı mı oldunuz? Daha güzel bir vatan mı buldunuz? ” Sonra susulur, hatıranız yiter Beden suda yeter, adlar bellekte Zamanla daha da kararır gölge: Karanlık sularda karanlık unutuş! Silinir gözlerden şekliniz bile Kayığınız kimde sabanınız kimde? Beklemekten bıkmış ak saçlı dullar, Ocağın ve kalplerinin külünü, Eşelerken, fırtınanın hükmünü Sürdürdüğü geceler sizi anar Bir gün ölüm o gözleri örtünce, Anmaz adınızı, anmaz hiç kimse O küçük yankılanan mezarlara, Ne yeşil yaprağı düşer söğüdün, Ne köprü başında bir dilencinin Şarkısı duyulur, basit, tekdüze! Nerde suyun yuttuğu denizciler? Deniz! Sen de ne acı öyküler var! Uğunan analardan korkan dalga! Bunları anlatır gelgitleriyle, Bu yüzden akşam yaklaşırken bize Haykırır, umutsuz, çığlık çığlığa! (1837) Söylesem Söyleyebilsem Ah Derdimi söylesem ah söyleyebilsem derdimi mehtap bir gecede açabilsem sana kalbimi göreceksin seninle dolu desem, diyebilsem ki seviyorum seni çılgınca aşığım sana ama demem, diyemem çünkü aramızda dağlar, denizler ve benim o kahrolası gururum var bu böyle sürüp gidecek sen, seni sevdiğimi bilmeyecek, öğrenmeyeceksin ben her gece yıldızlara seni sevdiğimi söyleyeceğim sana asla çünkü aramızda dağlar denizler ve benim o kahrolası gururum var Şiirlerim Irmak olup akın ey şiirlerim! Akın, suyunuz çoğala çoğala! Acı içinde kanayan kalplerin, Yalpalayan susamış gönüllerin, Pınarı olun, su verin onlara! Işıktan gagası suyunuza dalsın Kartal, pisliklerden uzakta dursun Dalgaların tuhaf çağıltısında, Kuş seslerine, şarkılarına Meleklerin ilahisi karışsın! (1942) Veni, Vidi, Vixi Değilmi ki o derin acılarımla şimdi Buna destek olacak tek bir kolda yoksunum Ve çocuklara bile zorlukla gülüyorum Ve açmıyor içimi çiçekler renkleriyle Anlamalıyım artık: yaşadın yeterince! Değilmi ki ilkbahar kuşatınca her yanı Doğayı şenlik yerine çevirdiğinde tanrı Bu görkemli sevdaya aşksız bakıyorum Değilmi ki gün-gece ışıktan kaçıyorum Duyarak o en gizli kederi herşeydeki Değilmi ki ruhumda umudum yenik düştü Değilmi ki bu güller, kokular mevsiminde Sevgili kızım benim, içimde, ta derinde Yalnız senin yattığın karanlığa özlem var Mademki öldü kalbim, yaşadım yeterince! Yeryüzünde yükümü tek bir gün reddetmedim Arığım işte orda, burda başak demektim Yumuşadım gitgide, yaşama gülümsedim Ve yaşamın o büyük, dipsiz gizi dışında Dimdik durdum ayakta, kimseye eğilmedim En iyisiyle yaptım yapabildiklerimi Ne çok uykusuz kaldım, ne çok hizmet götürdüm! Sonra acılarıma güldüklerini gördüm Nefretlerine hedef seçildikçe üzüldüm Anarak çalışıp çektiklerimi Tek kuşun uçmadığı şu dünya sürgününde Öyle bezgin, ışıksız, ellerimin üstünde Diğer tüm kölelerin alayları içinde Taşıdım ağlamadan al kanlara bulanıp Koparılmaz zincirden payıma ne düştüyse Şimdi bakışlarımın ancak yarısı bende Ötesi darmadağın acılı gömütlerde Dönüpde baktığım yok çağıran olsa bile Sersemlik ve sıkıntı yüklü bir uykusuzum Hiç gözünü kırpmadan kalkmış şafaktan önce Miskin karanlığımın orta yerinde şimdi Yanıt vermeye bile gönül indirmiyorum Canımı sıkıp duran o en günücü ağza Ulu Tanrım gecenin kapısını aç bana Ki çekilip gideyim, dönmeyeyim bir daha! Yarın Erkenden Yarın erkenden kırlar ağardığı zaman Gideceğim biliyorum beni bekliyorsun bak, Geçip gideceğim dağlardan, ormanlardan Daha fazla kalmayacağım senden uzak Gözlerim düşüncelerime saplı yürüyeceğim, Duymadan hiçbir haber, hiçbir şey görmeden, Yalnız, kimsesiz, birbirine kenetli ellerim Gideceğim, farkı yok gündüzümün gecemden Ne uzaklarda Harfleur'ü saran perdelere Bakacağım, ne de inen altın renkli akşama Kavuşunca bir bağ yeşil çoban püskülü ve Bir çiçekli funda koyacağım mezarına
__________________
zemheride taşa taş bile kuytu olurken, sen benim başıma kar yağdırıyorsun gölge etme, başka ihsan istemez |
|