İslam Mezhepler Ve Diğer Gruplar |
08-21-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İslam Mezhepler Ve Diğer GruplarMezhepler ve diğer gruplar İslam'da farklı farklı mezhepsel bölünmeler olmuştur Bu mezheplerden akide açısından ayrılık gösterenlerden bir kısmı daha sonraları İslam dini dairesinden tamamen çıkarılarak, farklı dinler olarak ortaya çıkmışlardır; Babilik gibi Bunun dışında Kur'an temelli akideden çıkmasına rağmen farklı din olarak kabul edilmeyen mezhepler vardır Bu mezheplerden çoğunun kendilerini taraftarları ve kurucuları tarafınca İslam'ın yeni bir versiyonu olarak tanımlandığı olmuştur Muhammed Ebu Zehra, daha sonra klasikleşen Mezhepler Tarihi adlı kitabında birçok farklı İslam tarihçisinin de kabul ettiği şekilde İslam dini mezheplerini üç kategori altında işler: Siyasi mezhepler, itikadi mezhepler ve fıkhi mezhepler Siyasi mezhepler Siyasi mezhepler kategorisi içerisinde Sünnilik, Şia (Şiilik) ve Haricilik mezhepleri bulunur Bu mezheplerin ortaya çıkması ve ayrışması İslam tarihi açısından önemli bir olaydır ve siyasi etkileri başta olmak üzere birçok çeşitli etkileri olmuştur Muhammed öldükten sonra ortaya çıkan devletin liderliği sorununda belirli bir ayrışma gerçekleşmiştir Bazı kişiler devletin lideri, imam konumunda Ali'yi görmek istemişlerdir Nitekim Şiilik inancına göre imamet Ali'nin hakkıdır ve peygamber bunu yaşarken ima etmiştir Sünniler Ali'nin de imamete uygun olduğunu kabul etmekle birlikte, peygamberin yaşarken kendisinden sonra Ali'nin imam olması gerektiğini ima ettiğine inanmazlar Nitekim Şiilerin büyük bir çoğunluğu Ali öncesindeki 3 halifeyi kabul etmezken, Sünniler kabul eder Şiilik ve Sünnilik arasındaki tartışma bu şekilde siyasi bir tartışma ile (kimin imam olması gerektiği) başlamış, zaman içinde iki grup ibadetler ve çeşitli akide konuları açısından da ayrışmıştırlar Üçüncü siyasi grup olan Hariciler ise başta Ali taraftarı kişilerdi Bununla birlikte Sıffin Savaşı sonunda hakem tayin edilmesi olayına sonradan karşı çıkmış, bu hakemliğin ***** olduğunu öne sürmüş ve ayrı bir grup olarak ortaya çıkmışlardır Sünnilik Sünnilik Dünyadaki en yaygın siyasi mezhep Sünniliktir ve Müslüman topluluğun çoğunluğu Sünnidir[67] Sünniler Şia'dan farklı olarak peygamberin ölümünden sonra halife olan ilk dört halifenin (Hulefa-i Raşidin) hepsini tanır ve dört halifeyi doğruluk üzere olan halifeler olarak saygı ve sevgiyle anarlar[68][69] Sünnilikte farklı alimler farklı imamet, hilafet tanımları yapsalar da ortak nokta herhangi bir kimsenin soyunun imameti hak ettiği fikri bulunmaz ve bu da genel olarak Şia ile arasındaki en büyük ayrılıklardandır Nitekim imamet, halife makamı Sünnilikte önemli olsa da Şia'nın çoğu mezhebinde olduğu gibi itikatta bir yere sahip değildir Aynı şekilde peygamberin torunu Hüseyin'in Kerbela'da öldürülmesi hadisesi genel olarak üzücü bir olay olarak kabul edilip, Yezid Sünni cemaat içerisinde sıklıkla yerilse ve Sünnilikte isim olarak neredeyse hiç kullanılmasa da[70][71], Şia'dakine benzer bir şekilde Kerbela Olayı her yıl törenlerle anılmaz Şia'daki çeşitli mezheplerde bulunana benzer bir Mehdi inanışı olmadığı gibi, imamet anlayışının farklılığı sebebiyle herhangi bir imamet silsilesi de bulunmamaktadır Ek olarak Şia'da birçok mezhebin kabul ettiği imamların üstün akli kabiliyeti, bilgi ve hikmeti olduğu, günahsız ve hatasız oldukları gibi fikirler Sünnilikte bulunmaz[72] Ayrıca Şia'da çoğunluk imamların sözlerini de hadis külliyatından sayarken Sünnilikte hadis külliyatı sadece Muhammed'in sözlerini ve eylemlerini kapsar[72] Sünnilerin takip ettikleri akide (inanç) mezhepleri üç tanedir: Matüridilik, Eş'arilik ve Selefiyye[73] Matüridilik ve Eş'arilik aralarında teorik fıkıhta yirmi kadar noktada farklılık varsa da birbirlerine çok benzerler Bu iki mezhebin dışında Sünnilerin takip ettiği ve her ne kadar her daim bir itikat mezhebi olarak anılmasa da, inanç ile ilgili kararlar veren bir başka mezhep de Selefiliktir Gerek Matüridilik gerekse Eşarilik itikadi meseleleri yorumlarken akla başvursa da Selefilik bunu doğru bulmaz; bunun yerine ayetleri ve hadisleri olduğu gibi alırlar Ayrıca iman tanımı, Matüridilik ve Eşarilikte büyük oranda benzerken Selefilikte daha farklıdır Örneğin Matüridilikte imanda artma veya azalma mümkün değilken ve ibadet farz olsa da imanın bir parçası sayılmazken Selefiliğe göre imanda artma ve azalma mevcut olduğu gibi ibadet de imanın bir parçasıdır Sahabeleri hayırla anarlar Ehl-i Sünnette yaygın olan dört büyük fıkıh mezhebi bulunur Bunlar: Hanefilik, Şafiilik, Malikilik ve Hanbeliliktir[69] Bu mezheplerin arasında Hanefilik ve Şafiilik sıklıkla Matüridilik ve Eşarilik bazlı itikadi görüşlere sıcak bakarken, Hanbellik ise Eşarilik ve Selefilik bazlı görüşlere sıcak bakmıştır ve Hanbeliliğin kurucusu olan Ahmed bin Hanbel genel olarak bir Selef alimi sayılır Sünni fıkıh uygulamalarında temel kaynaklar iki tanedir; Kur'an ve Sünnet[74] Bu temel fikir dört büyük fıkıh mezhebi tarafından da kabul edilmiştir Sünni mezhebine mensupları tanımlamak için Ehl-i Sünnet lafzı da sıklıkla kullanılır Ehl-i Sünnet'e Matüridi, Eş'ari ve Selefiler dahil edilir Bunun dışındakilerin Ehl-i Sünnet'ten sayılıp sayılmadığı farklı alimlerce farklı yorumlanmıştır Örneğin Abdulkadir el-Bağdad'ye göre şeriata bağlı Sufiler[74] ve "Ehl-i bid'ate meyletmeyen sarf, nahv, lugat ve edebiyat alimleri"[74] de Ehl-i Sünnet'e dahildir Gerek Ehl-i Sünnet'te yaygın olan dört büyük fıkıh mezhebinin kurucusu sayılan alimler gerekse yaygın itikadi mezheplerin kurucuları önde gelen Ehl-i Sünnet alimlerindendirler[74] Şiilik Şiilik İmam Ali Camii veya Meşed Ali; Necef, Irak'ta bulunan ve Ali bin Ebu Talib'in gömülü olduğu düşünülen camii Sünnilikten sonra dünyada en yaygın ikinci İslam mezhebidir Sünnilikten farklı olarak imamet, hilafet makamı, Şiilikte çok önemlidir ve sıklıkla itikadda geçer Her ne kadar Şia içindeki farklı mezhepler özellikle imamet hususunda farklı inanç ve görüşlere sahip olsalar da, Şiiler genel olarak Sünnilerden farklı olarak Osman bin Affan'ın halifeliğini kabul etmez, büyük bir çoğunluğu Ebu Bekir ve Ömer bin Hattab'ın de halifeliklerini kabul etmez Ayrıca büyük bir kısmı imameti ilahi bir makam olarak görür ve imamlara peygamberlerinkine benzer ek özellikler atfederler Ayrıca Allah'ın adaletinin bir özelliği olduğuna inanılır ve Ehl-i Beyt'ten çıkan imamlar desteklenir Şiiler genellikle Ali taraftarı olmayan sahabeleri benimsemezler Şia kendi içerisinde birçok alt mezhebe, fırkaya bölünmüştür Bu mezheplerin en büyüğü Onikiciler olarak adlandırılan İsnaaşeriyyedir Türkiye'deki Şiiler de bu fıkıhı esas alır İsimlerini 12 tane imamı kabul etmelerinden alırlar İsnaaşeriyye inanışına göre on birinci imam olan Hasan el-Asker'nin bir oğlu bulunmakta idi fakat on ikinci imam olacak bu çocuk gayba karışmış, Allah tarafından insanların çoğunluğundan saklanmıştır[75] İnanışa göre daha sonra mehdi olarak zuhur edecek kişi bu imamdır bu sebeple Muhammed el-Mehdi olarak da anılır[75][76] Bu kola bazen İmamiyye veya Caferiyye de dendiği olur Nitekim Ali Zeynelabidin'in oğlu Muhammed el-Bakır'ın oğlu olan Cafer es-Sadık'ın mezhepte önemli bir yeri vardır ve İsnaaşeriyye'nin kurucusu gibi görüldüğü de olmuştur[77] Nitekim Muhammed el-Bakır ve oğlu Cafer es-Sadık'la birlikte İsnaaşeriyye'nin temel öğretilerinden birkaçı ortaya atılmıştır Örneğin imamların ilah bir şekilde seçildiğine, Ali'nin hakkından sonra imam olması gerekenlerin Hasan bin Ali ve Hüseyin ibn Ali olduğuna, onlardan sonra ise sırasıyla soydan gelen bir sonraki oğula aktarılmasına ve böylece babadan oğula geçerek devam etmesine inanılmıştır[77] Ek olarak imamların masum yani günahsız ve hatasız olduğuna inanılmıştır[77][75] Aynı zamanda yoğun bir Mehdi inancı bulunmaktadır; buna göre son imam kaybolmuştur, gayba karışmıştır, ve Mehdi olarak çok uzun bir zaman sonra gelecek ve kurtuluşu getirecektir[75][77] Bu temelden de kaynaklanarak Cafer es-Sadık kendi taraftarlarına sabretmeleri, isyan ve ayaklanmalardan uzak durmaları hususunda telkinde bulunmuştur[77] Bazı İslam tarihçilerine göre Şia'da yaygın olan takiyye yani kişinin Şii olduğunu ve Şiilikle ilgili özelliklerini toplumdan saklayarak gizli bir biçimde yürütmesi prensibi Cafer es-Sadık'a dayanır[75] 1501'de Şah İsmail tarafından kurulan Safevi Devleti İsnaaşeriyye tarihinde önemli bir rol oynamıştır İran'da kuralan bu Türk devletinin dini resmen İsnaaşeriyye Şia'sı olmuştur ve İsnaaşeriyye bu dönemde gelişme ve yayılma fırsatı bulmuştur[75] Daha sonraları Safevi Devleti'ne komşu durumundaki Osmanlı Devleti'nin halifeliği ilan etmesi hilafet bazlı Sünni-Şii gerilimi tarihinde önemlidir[75] Bir diğer Şia kolu olan Zeydiyye'nin ise kurucusu ve isim babası Ali bin Ebu Talib'in oğlu, peygamberin torunu Hüseyin'in soyundan gelen ve bir fıkıh alimi olan Zeyd bin Ali'dir Zeyd bin Zeynelabidin olarak da anılan Zeyd, ayrıca Hüseyin'den sonra, Hüseyin'in soyundan gelip de Emeviler'e karşı direniş başlatan ilk kişidir[78] Zeydiyye mezhebi ilk Şii mezheplerindendir Bununla birlikte görüş olarak Zeydiyye Ehl-i Sünnet'e diğer Şii mezheplerine oranla daha yakındır Örneğin Zeydiyyede imamın Ehl-i Beyt'ten çıkması bir zorunluluk değildir fakat Ehl-i Beyt'ten çıkan imam mutlaka desteklenir[78] İmamette önemli olanın halk desteği olduğuna, soya bağlı bir sıralamaya inanılır[78] Yine İsnaaşeriyye'den farklı olarak Zeydiyye'de imamların hatasız ve günahsız olduklarına inancı bulunmaz[77] Ek olarak Zeyd bin Zeynelabidin Ebu Bekir ve Ömer'in imamlıklarını, Ali'ye tercih etmemekle birlikte, kabul etmiştir ve bu onun direnişine başta destek veren birçok kişinin ondan kopmasına ve Cafer es-Sadık'a yaklaşmasına da sebebiyet vermiştir[77] Zeydiyye'nin bir önemli noktası da İsnaaşeriyye'den farklı olarak imametin sağlanmasında aktif bir yol seçilmesidir[75] Her ne kadar her zaman bir imam olacağı görüşü olmasa da bir imam olduğu takdirde imametin sağlanması için aktif bir yol seçilir ki Zeyd kendi zamanında direnişe geçmiştir Bugün özellikle Yemen'de hakim olan bir Şii koludur[76] Bunların dışında bir diğer büyük Şii mezhebi de İsmaillik'tir ve bugünkü Şii nüfusunun İsnaaşeriyye'den sonraki en büyük ve önemli bölümünü oluştururlar[79] Diğer Şia ve Sünni mezheplerine oranla İslam'ın batın bir yönü olduğu inancı ve bu yönünün araştırılması, tecrübe edilmesine büyük önem verirler Bu sebeple Şiiliğin daha ezoterik bir şeklini benimsedikleri söylenebilir[76] Özellikle ilk dönem İsmailkte din metinlerin zahir ve batın olarak iki anlamlı sayılması ve batın tarafın incelenmesi çok büyük önem arz etmiştir[79] İsmailler, adlarını Cafer es-Sadık'ın oğlu olan ve yedinci imam saydıkları İsmail'den alırlar[76][79] İsmail'in yedinci imam olmasından dolayı bazen Yediciler olarak anıldıkları da olur[76] 909 yılında kurulan ve varlığını 1171'e kadar sürdüren Fatımi devleti (Fatimiler) İsmaililer tarafından kurulmuştur[76][79] Bu dönem İsmaililerin altın çağı olarak da adlandırılmıştır[79]; zira bu dönemde İsmaili kültür oldukça gelişmiş, İslam medeniyetine İsmaililerin katkısı oldukça artmıştır[80] İsmailililer kendi içlerinde ayrı kollara ayrılırlar[79] Bu kollardan en büyük ikisi Nizari İsmaililik ve Davudi İsmaililik'tir[80] Nizari İsmaililikte imamet hala devam etmektedir ve 2008 itibariyle, 49 imamları olan Kerim Şah'a (4 Ağa Han) bağlıdırlar[79] İsmaililikte dönüm noktasını oluşturan ve Nizari mezhebinin kurulmasına yol açan ayrışma 1409'da Fatimi sultanı ve (onsekizinci) İsmaili imamı olan el-Mustansır'ın ölümüyle başlamıştır Tahta geçmesi düşünülen halef olan oğul Nizar yerine tahta diğer oğul el-Mustali'nin geçmesiyle birlikte İsmaililikte ayrışma baş göstermiş, İsmaili topluluğun bir kısmı, özellikle İran bölgesinde yaşayanlar ki bunların büyük bir kısmı o zaman Hasan Sabbah yönetimindeydi, Nizar'ın imametini takip etmişlerdir[79] Diğer bölgelerde, özellikle Kahire ve Yemen'de, kalan İsmaililer ise el-Mustali'yi desteklemişlerdir[79] Nizari İsmaililik özellikle İran'da Hasan Sabbah önderliğinde yükselişe geçmiş, önce İran'da daha sonraları ise Hindistan ve Asya'nın farklı bölgelerinde yayılmış ve İsmaili halk yüzyıllarca zaman zaman isyan ederek zaman zaman mutasavvıf veya İsnaaşer Şiiler kılığına bürünerek varlığını bugüne kadar sürdürmüştür El-Mustali kolu ise daha sonraları Hafızi ve Tayyibi isimli iki kola ayrılmıştır Bu ayrışmanın sebebi Fatimi sultanlarından ve İsmaili imamlarından olan el-Emir'in ölümü üzerine gerçekleşmiştir ki daha sonra tahta geçen sultanların imametini takip eden grup olan Hafıziler, Fatimi hükümdarlığının çöküşüyle birlikte yavaşça yok olmuşlardır[79] Daha sonra Tayyibi kolu da Davudi ve Süleymani olarak ikiye ayrılmıştır Ali'nin çocukları ve imamette ikince ve üçüncü imam olan Hasan bin Ali ve Hüseyin bin Ali, Şia'da büyük rol oynar Bunların dışında altıncı imam olan İmam Cafer-i Sadık da birçok hadisin kaynağı olduğundan çok önemlidir Haricilik Haricilik Hariciler, Ali bin Ebu Talib'in grubundan ayrılarak ne onu, ne de Osman bin Affan'ı halife olarak kabul etmişlerdir İslam'ın en radikal gruplarını oluşturan bu mezhep grubunun çoğunluğu çeşitli günahları işleyen kişilerin kafir olduğuna ve katledilmeleri gerektiğine inanmıştır En "aşırı"ları, yalnızca kendi mezheplerinden olan Haricileri kabul etmiş, diğer Haricilerin de katlinin farz olduğuna inanmışlardır Tabiatıyla kendileri Abbasiler devrinde öldürülmüşlerdir Bugün bu mezhep grubuna bağlı kimselerden sadece Umman'daki İbadiler kalmıştır; fakat bu grup, Haricilerin en ılıman olan grubunu oluşturur[81] Sıffin Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan Hariciler bir dönem sık sık isyan ederek Emevi Devleti için tehlike oluşturmuşlardır Sıffin Savaşı'nda önce Ali'nin hakem ile tayini kabul etmesi sebebiyle bir grup ayrılmış ve Haruri olarak anılan ilk Haricileri oluşturmuştur[82] Sıffin Savaşı ve hemen sonrasında hakemlik fikrine sıcak bakanların bir kısmı da daha sonra hakeme gitmenin dinden çıkaran bir tür günah olduğu kararına varıp, tövbe etmiş ve Haricilerin saflarına katılmışlardır[82] İsyan amacı gütmeyen ve ayaklanmayan bu ilk grup sadece Ali bin Ebu Talib taraftarları ve Muaviye taraflarından ayrılan, üçüncü bir grup oluşturan ayrılıkçı bir gruptur[82] İlk dönemdeki Haricilere el-Şurat da denmekteydi[82] "Satan" anlamına gelen sözcük genelde Haricilerin kendileri için kullandıkları bir isimdi ve Allah'a ve Allah'ın yoluna ruhlarını sattıkları, verdikleri anlamını ima etmekteydi[82] Bu ilk dönem Haricilerinin büyük bir çoğunluğu Bedevilerden oluşmaktaydı[82] Muaviye'ye karşıt eylem hazırlığında olan Ali Haricileri kendisiyle birlikte savaşmaya çağırmış fakat olumsuz yanıt almıştır Nitekim daha sonra gerçekleşen Nehvahan Savaşı'nda Ali taraftarları ve Hariciler savaşmıştır Bu savaşta Hariciler ezici bir yenilgiyle karşılaşmış ve büyük kayıplar vermişlerdir[82][81] Nitekim bu savaş sonucunda Ali'nin taraftarları ile Hariciler arasındaki ayrılık iyice keskinleşmiştir ki Ali'nin ölümü de Harici İbn Mülcem'in onu katletmesi sonucu gerçekleşmiştir[81] Hariciler, Ali'nin ve Ali taraftarlarının yenilgisinden sonra başa geçen Emevilere karşı büyük saldırılar gerçekleştirmişler, zaman zaman belirli bölgelerin kontrollerini ele geçirmişler hatta kısa bir süreliğine Mekke ve Medine'yi de ele geçirmişler, zaman içinde geniş ordulara sahip olmuşlardır Bu dönemlerde en yaygın ve geniş kitle Ezarika ve İbadiyye idi; özellikle Emevilerin çöküşe geçtiği dönemde Harici saldırıları güçlenmiş ve sıklaşmış, İbadiyye kolu bu saldırılarda başı çekmiştir[82] Devletin başına Abbasiler geçtikten sonra da Harici isyan ve saldırıları devam etmiştir Hariciler kendi içlerinde birçok kola bölünmüşlerdir Bu kollardan bir dönem en büyük çoğunluğa da sahip olan ve en aşırısı sayılan Ezarika, Harici tarihinde önemli bir yere sahiptir Bu kolun isim babası ve taraftarlarının takipçisi olduğu kişi Nafi bin el-Ezrak'tır Ezarika kolundan olan Hariciler, Harici olmayan tüm Müslümanları, çocuklar dahil, katletmenin helal olduğuna inanırlardı[82] Diğer büyük Harici kolu sayılan ve bugüne kadar varlığını kitlesel bir şekilde sürdürebilmiş tek Harici kolu olan İbadiyye[82][81] ise Ezarika'ya oranla daha ılımlı olduğu gibi Ehl-i Sünnet'e de diğer kollara oranla daha yakındır Bugün İbadiyye özellikle Umman'da yoğun olarak bulunmaktadırlar[83] Umman dışında, Kuzey Afrika ve Zengibar'da da bulunmaktadırlar[82] Harici inanışı itikad meselelerde Sünni ve Şia'ya oranla farklılıklar içerir Örneğin Harici inanışında şeriatın bir emrine uymamak veya şeriatta yeniliğe gitmek büyük bir günah sayıldığı gibi bu günah sebebiyle kişinin küfre girdiğine ve tövbe etmesi gerektiğine yoksa bir kafir olarak ölmüş olacağına ve (birçok Harici mezhebine göre) katlinin helal olacağına inanılır[82] Buradan hareketle üçüncü halife Osman bin Affan'ın katillerini temiz görmüşler, Ebu Bekir ve Ömer ibn Hattab'in ise hilafetlerini kabul etmişlerdir[82] Şeriatı sıkı bir şekilde takip etmeye çalışıp, ibadete büyük önem verirler[84] İlk itikat mezhepleri arasında ihtilafın yaşanmasına konu olan kader konusunda her ne kadar kadere inanmış olsalar da, Eş'ariyye'nin kurucusu el-Eş'ari, Mu'tezile'nin görüşünü benimsediklerini rivayet etmiştir[82] Kader konusu özellikle İbadiyye mezhebi arasında tartışma konusu olmuştur Ebu Ubeyde'nin imam olduğu dönemde, İbadiyye mezhebinde kader konusu tartışılmış, Ebu Ubeyde Allah'ın her şeyi bildiği her şeye gücünün yettiğini fakat kişilerin eylemlerini ve olayları belirleyen olmadığını, kişilerin bunları kendi iradeleriyle belirlediğini ilan etmiştir[82] İnanç mezhepleri İnanç mezhepleri veya İtikadi mezhepler kategorisi, diğerlerine oranla daha geniş olmakla birlikte, bir mezhep olarak tanımlanabilecek kadar gelişmiş olan beş mezhep, genelde bu kategoride zikredilir: Mürcie, Mutezile, Eşarilik, Matüridilik ve Selefilik Bunların dışında Cebriyye ve Müşebbihe ile Mücessime gibi mezhepler de bulunur; bununla birlikte bu mezhepler görece çok daha küçüktür ve birçoğu, bugün varlığını koruyan temel siyas mezhepler olan, Sünnilik ve Şia tarafından İslam dışı kabul edilir[85] Bu mezheplerden ilki sayılan Mürcie diğer gruplar tarafından, imanlı kişinin günahının önemli olmadığını öne sürmesi başta olmak üzere çeşitli itikadi görüşleri sebebiyle Müslümanların çoğunluğu ve diğer mezheplerce İslam dışı kabul edilir Mürcie isminin kökeni "ertelemek", "umut vermek" anlamlarına gelen irca köküdür[86][87][88] Nitekim bu hareket ilk kez Osman'ın halifeliği sırasında, iç çekişmeler ve gerilimler yaşanmaya başlayınca çıkmış ve dünyada kişilerin yaptıkları kötülüklerin veya büyük günah işleyenlerin hesabını öteki dünyaya (ahirete) bırakma, erteleme fikrinden köken almıştır[86][87] Ayrıca Mürcie mezhebinin ana görüşü olan imanlı kişinin hangi günahı işlerse işlesin azap görmeyeceği ve günahlarının imanının yanında bir etkisinin olmadığı inancı[88] da isimlerinin kökeni olan "irca"nın "umut vermek" anlamıyla ilişkilendirilebilir[86] Başlarda Mürcie mezhebi Osman ve Ali gibi kişilerin Hariciler tarafından kafir olarak görülmesine karşı bir tepki olarak doğmuştu ve günahın etkisiz olduğu fikrine sahip değildi[86][89]; sadece müminler için sonsuz azap olduğunu reddetmekteydiler ki bu Ehl-i Sünnet alimlerinin çoğunluğunun da görüşüydü[86] Bununla birlikte zaman içinde Mürcie bu hususta daha uç bir noktaya gitmiş ve imanlı kişinin günahlarının tamamen önemsiz olduğu fikrini ortaya atmışlardır Genel olarak Mürcie mezhebi Haric mezhebinin tam diğer uçtaki aşırı dengi olarak görülmektedir[86][89][88] Mutezile mezhebi bu mezheplerin arasında en akılcı olandır[90] ve genel olarak Ehl-i Sünnet içerisinde hoş karşılanmaz; tekfir edildiği de olmuştur Mutezile mezhebi her ne kadar bugün pek yaygın olmasa da, özellikle Abbasiler döneminde güçlenmiştir[90] Mutezile'de akıl ile nass (örneğin bir ayet) çelişkili durduğunda nass akla uygun olacak şekilde tevil edilir (yorumlanır) Mutezile'nin bu tutumu özellikle gelenekçi akımlardan büyük eleştiri almıştır Mutezile mezhebine bağlı kişilerin inandıkları belirli esaslar bulunmaktadır, bunların başlıcaları şu beşidir: Tevhit, Adalet, Söz ve tehdit (el-Va'd ve el-Va'id), İki konum arasındaki bir konum (El Menzile beyne'l-menzileteyn) ve iyiliği emretmek-kötülükten men etmek (Emr-i bi'l ma'rüf ve nehy-i anil münker)[91][90] Bu beş esasa usülü'l-hamse denir[90] Tevhid esası Allah'ın varlığı ve birliği anlamındayken adalet esası kader tartışmasıyla ilgili ve Cebriyye'ye bir tepki olarak doğmuş bir esastır[90] Buna göre insan fiilerinde tamamen hürdür ve fiilerini, Allah'ın ona bahşettiği bir güçten yararlanarak, kendisi yaratır Mutezile argümanlarına göre eğer kişinin durumu bu olmasaydı da Allah onun fiilerini yaratmış olsaydı, kişi davranışlarında hür olmasaydı, Allah'ın kişiyi davranışlarından, fiilerinden dolayı cezalandırması adil olmazdı oysa ki İslam anlayışına göre Allah adaletin kaynağıdır[90] Nitekim bu esasın ismi de buradan doğmuştur Söz ve tehdit yani Arapça özgün tabiri ile el-Va'd ve el-Va'id ise Mürcie mezhebine tepki olarak ortaya çıkmıştır ve Allah'ın sevap işleyenlere söz verdiği (vaad ettiği) iyiliğin, günah işleyenlere ise tehdit ettiği cezanın gerçekleşeceğini kastetmektedir Mutezile mezhebinin bu husustaki mantığı Mürcie mezhebinin tam zıddıdır ve şöyle ilerler: eğer kişinin imanı yanında günahları etkisiz olsaydı Allah'ın günahlara karşı insanları azap ile korkutması anlamsız olurdu; bu sebeple Allah'ın vaad ettiği iyilik de ceza da kaçınılmazdır İki konum arasındaki bir konum esası ise söz ve tehdit esasıyla ilişkilidir; buna göre büyük günah işleyen Mümin tövbe etmeden ölürse azap görür Bununla birlikte bu kişinin (büyük günah işlemiş Müminin) konumu kafirlik değildir; bu kişiye fasık denir ve iman ile ***** arasında bir konum olduğuna inanılır nitekim esas da ismini bundan almıştır[91] Emr-i bi'l ma'rüf ve nehy-i anil münker yani iyiliği emretmekten ve kötülükten men etmek ise Mu'tezile'de önemli bir yere sahip bir esastır inananların birbirlerine iyiliği tavsiye etmeleri, emretmeleri, kötülükten ise alıkoymaları, men etmeleri anlamına gelmektedir Mu'tezile'nin bu beş ana esasını ilk ortaya atanın Mutezili düşünür Ebu'l-Huzeyl olduğu düşünülmektedir[91] Her ne kadar Mutezile bugün ayrı bir itikadi mezhep olarak yaygın olmasa da, önemli Şia kolları, Zeydiyye ve İsnaaşeriyye, Mutezili görüşlerin çoğunluğunu kabul etmiştirler ve bu sebeple itikadda Mutezili bir tavırları vardır[91][90] Mutezililerin birçoğu fıkıh mezhebi olarak (yani amelde) Hanefi mezhebine bağlıdır[90] Akla itikadi konularda verilen değer ve akıl bazlı bir metodolojinin itikadi yorumlama ve kararlar için kullanılması hususunda, Selefilik Mutezile'nin tam zıddı konumda bulunan bir itikat mezhebidir Selefiliğe göre nakillerin zahir (görünen, sözlük veya terim anlamı) ele alınır ve hiçbir nas tevil edilmez[92] Takdis, tasdik, aczini itiraf etmek, süküt, imsak, keff ve marifetini ehlini teslim Selefliğin başlıca esaslarıdır[92] Aklın itikaddaki yeri hususunda Matüridilik ile Eşarilik bu iki mezhebinde ortasında bir konumda yer alsalar da, Matüridilik akla Eşariliğe oranla daha fazla yer ve ağırlık verir Ehl-i Sünnet'te en yaygın ve başlıca itikadi mezhepler Matüridilik ve Eşariliktir[93] Matüridilik özellikle Ebu Hanife'nin itikadi konulardaki görüşlerinden etkilendiği için bazı bilim adamları bu mezhebi Hanefiliğin itikadi açıdan devamı saymışlardır[93] Kurucusu, mezhebe ismini veren, Ebu Mansur el-Matürid'dir[93] Eşariyye veya Eşarilik ise ismini kurucusu olan Ebu Hasan Eş'ari'den almaktadır[94] ve özellikle Mutezileye karşıt bir tepki olarak doğmuştur Nitekim bu tepki daha sonraları, İslam filozoflarına da kaymış, Eşari kelamcıları ile İslam filozofları arasında önemli tartışmalar yaşanmıştır[94] Her ne kadar Eşarilik ile Matüridilik birbirlerine benzeseler ve çok yakın olsalarda, özellikle ayrıntılarda ve çeşitli hususlarda birbirlerinden ayrılmıştırlar Amelde Maliki ve Şafii olanların çoğunluğu Eşariyken Hanbeli ve Hanefi olanların küçük bir kısmı Eşaridir[94] Fıkıh mezhepleri Fıkıh mezhepleri, İslam hukuku olan fıkhın farklı yorumlanması nedeniyle oluşmuş mezheplerdir Bunlar temelde itikad konularla yani inanç esaslarıyla ilgilenmeseler de, İslam hukukunda kullandıkları metodolojiye yakın bir metodolojiyi kullanan çeşitli itikad mezheplerle yakınlaşmışlar, belirli itikad fikirleri savunmuşlardır Nitekim zaman zaman fıkıh alimleri itikad eserler de vermiştir; örneğin bir Sünni fıkıh mezhebi olan Hanefliğin kurucusu konumundaki Ebu Hanife'nin çeşitli itikad fikirleri bulunmaktadır ve kendisinden sonra gelen bazı itikad, kelam alimleri bu fikirleri kullanmışlardır[95] Sünni fıkıh mezheplerinin başlıcaları: Hanefilik, Şafiilik, Malikilik ve Hanbeliliktir[96][67][97][98] Başlıca Şii fıkıh mezhebi ise Caferliktir (İsnaaşeriyye)[98][99] Bunların dışında bugün kitlesel anlamda varlığını sürdürmeyen fakat fıkıh meselelerinde tesiri olmuş, tarih açıdan önemli fıkıh mezhebi de Zahiriyye'dir[100] Caferilik ismini Ali bin Ebu Talib'in torunlarından olan fıkıh alimi Cafer-i Sadık'tan almaktadır Her ne kadar mezhep genel olarak bir Şii ya da Alevi mezhebi sayılsa da Cafer-i Sadık Sünnilerce önem verilen bir alimdir Nitekim kendisi, Sünnilikte önemli bir yere sahip, kendi adlarına ekol bulunan çeşitli fıkıh alimlerine, örneğin Hanefiliğin isim babası Ebu Hanife ondan ilm açıdan yararlanmıştır Fıkh açıdan Caferlik (veya İsnaaşeriyye) Sünni fıkıh mezhepleriyle benzer kaynaklara ve metodolojilere dayanır Bununla birlikte özellikle fakihlerin (fıkıh bilginlerinin) ağırlıkları ve önemleri, Sünni mezheplere oranla çok daha önemli bir etki ve yere sahip olmuş, Sünni mezheplerden farklı olarak önemli bir hiyerarşik yapıyı ortaya çıkarmıştır[99] Sünn fıkıh okullarından olan Haneflik ismini, temel aldığı alim olan Ebu Hanife'den alır[96][97][95] ve bugün dünya çapında en yaygın olan fıkıh mezhebidir[101] Ebu Hanife'nin metodu akılcı bir yaklaşım izler ve Sünn fıkıh mezhepleri arasında bir fıkh yol olarak kıyasa en çok değer veren mezheptir[101][102][99] Ayrıca fıkıh mezhepleri arasındaki en liberal mezhep olduğu görüşürü yaygındır[101] Her ne kadar mezhebin kurucusu olarak Ebu Hanife ismi zikredilse de, mezhebin gelişiminde Ebu Hanife'nin iki öğrencisi Ebu Yusuf ve Mua*hama*med bin Haa*san eş-Şeyban'nin rolleri büyüktür ve bu iki imama birlikte imameyn lakabı takılmıştır[102][95] Nitekim Haneflikte daha sonraları, imameynin ortak görüş belirttiği ve görüşlerinin Ebu Hanife'den farklı olduğu durumlarda, imameynin görüşleri kabul görmüştür[103] Orta Asya ülkelerinde, Hindistan, Pakistan ve Afganistan gibi ülkelerdeki Sünni nüfusta yaygın olan Hanefilik, ayrıca Orta Doğu'da Türkiye ve Irak gibi ülkelerde de oldukça yaygındır[102] Maliklik ismini fıkıh alimi ve hadis alimi (muhaddis) olan Malik bin Enes'den alan bir Sünni fıkıh mezhebidir[96][97] Temel fıkıh kaynaklarına yaklaşımı Ebu Hanife'ninkine benzemektedir Her ne kadar re'y ve kıyasla hiç hükmetmediği iddiaları doğru olmasa da, re'y ve kıyası sık kullanmamıştır Malik icmayı diğer alimlerden daha sık kullanmıştır ve Maliklikte icma diğer mezheplere oranla daha sık kullanılagelmiştir Ayrıca sahabe kavli, sahabelerin icraatları ve maslahatlar Malik mezhebinde diğer mezheplere oranla daha önemli bir kaynak teşkil eder ve daha önemli bir yere sahiptirler Bugün dört mezhepten üçüncü en büyüğü olan Maliklik özellikle Kuzey Afrika ve Batı Afrika'da yaygındır[97] Şafilik ismini el-Şafi (Muhammed bin İdris Kureyş) isimli fıkıh alimden alan bir Sünn fıkıh okuludur[96][97] Gerek Ebu Hanife gerekse Malik'ten (Malik bin Enes) oldukça etkilenmiş olan el-Şafi aynı zamanda Usül'ül-Fıkıh yani Fıkıh Usülü ilminin de kurucusudur[96] İtikadda Şafiler Eşariliği takip ederler Bugün Şafiilik Mısır, Somali, Yemen, Hicaz, Endonezya, Malezya ve Etiyopya gibi birçok ülkede yaygındır[97] Ayrıca Hindistan'ın bazı bölgelerinde de Sünn Müslümanlar arasında yaygın bir mezheptir Sünn fıkıh mezheplerinden Hanbellik adını fıkıh alimi ve muhaddis Ahmed bin Hanbel'den almaktadır[96][97][104] Ahmed bin Hanbel aynı zamanda Seleflik ekolü içinde önemli bir yere sahiptir Hanbellik mantık metodolojilere en düşük önemi veren fıkıh mezhebi sayılabilir[99]; nitekim özellikle ilk dönemlerde çoğu akılcı metod ve fikri reddetmişlerdir[104] Eğer bir hususta Kur'an'da ve sahih hadislerde bir karar bulunmuyorsa sahabe kavline, eğer sahabe arasında bir ihtilaf varsa Kur'an ve Sünnet yönünden en güçlü olan tarafın kararına uyulur Eğer bunların hiçbiri mümkün değilse fakat zayıf bir hadisin varlığı mümkünse, zayıf hadisi takip edilir Eğer bu da mümkün değilse, en son çare olarak kıyasa başvurulur Bugün özellikle Arap yarımadasında yaygın olan mezhep[97] aynı zamanda tarih boyunca farklı ekolleri etkilemiştir Örneğin çağdaş Vahhabilik hareketi Hanbellikten büyük ölçüde etkilenmiştir[97][104] Bugün müntesibi bulunmayan fakat birçok konuda hala etkilerini sürdüren bir başka fıkıh mezhebi de Zahiriyye'dir[100] Bazen belirli tarih dönemler için Sünn gelenek içerisindeki beşinci fıkıh mezhebi olarak anıldığı da olur Kurucusu Davüd el-Isbehan olan mezhep, fıkıhta akl metodların çoğunluğunu reddetmesi ve nassların (ayet ve hadislerin) görünen anlamlarını (zahir anlamlarını) temel alması sebebiyle Zahiriyye olarak adlandırılmıştır[100][99] Mezhebin gelişiminde büyük rol oynamış ve özellikle Endülüs'te yayılmasına sebep olan başlıca alim ise İbn-u Hazm'dır Her ne kadar etkisini yitirse ve zaman içinde kitlesel varlığını kaybetse de, 20 yüzyılda da çeşitli fıkh eserleride Zahir etkisi ve fıkıh anlayışı devam etmiştir[100] Diğer grup ve mezhepler Çeşitli mezhep ve gruplar, bazı alimlerce mezhep, bazılarınca ayrı bir din bazılarınca ise din farklılıklardan ziyade etnik farklılıklarla ayrışmış gruplar olarak kabul edilirler Zaman zaman bir mezhep olarak ortaya çıkan ayrı gruplar, zaman içinde gelişerek yeni bir din olmuşlar ve İslam'dan ayrılmışlardır Etnik unsurların ve kültürün mezheplerle ve İslam ile kaynaşması sonucu oluşan gruplara bir örnek bugün Türkiye sınırları içerisinde kalan, Anadolu'daki, Alevlerdir Anadolu Alevleri, İran'daki Alevler farklı olduğundan İran'dakiler, Şiliğin bir mezhebi sayılırken Türkiye'deki Alevlerin ayrı din olarak görenler de vardır ve ayrı bir din mi yoksa bir mezhep mi olduğu tartışma konusudur Zaman zaman Anadolu ve Balkan Alevlerinin Şia'nın İsnaaşeriyye kolunun Türk bir yorumu olarak kabul edildiği iddia edilir Anadolu Alevliği Alevilik Alevlik, Sünnlik'ten sonra Türkiye'de en yaygın ikinci mezheptir Sıklıkla ansiklopedilerde ve bilimsel kaynaklarda Şiiliğin Türkiye'deki bir mezhebi olarak tanımlanır[105] Çıkış noktası İsnaaşeriyye Şiiliği olmasına rağmen uygulamada ve anlayışta oldukça büyük farklılıklar içerdiği[106] gibi Türk kültür ve geleneklerinden büyük oranda etkilenmiştir; özellikle Alevi büyükleri antik Türk inançlarından, örneğin kamcılıktan, Aleviliğin büyük ölçüde etkilendiği ve çeşitli unsurlar barındırdığını ortaya atmışlardır[105] Nitekim Batılı kaynaklarda Alevilik, "Türk veya Osmanlı Şiiliği" olarak adlandırılır Alev sözcüğünün kökeni Ali bin Ebu Talib'in taraftarı anlamına dayanır ki Şiilikte peygamber sonrası ilah bir şekilde seçilmiş olan halifenin Ali olduğu inancı Alevilikte mevcuttur[106] Bununla birlikte kendine has özelliklerinden ötürü, diğer bazı Alevi olarak adlandırılan gruplar gibi (örneğin Nusayriler), Şiilik ve Sünnilik dışı ayrı bir mezhep olarak da görüldüğü olmuştur[106] Ek olarak Alevlik Türk (Orta Asya ve Anadolu)Suf gelenekleri ve tasavvuf akımlarından büyük oranda etkilemiş, Şii unsurların çoğunluğu tasavvuf kavram ve unsurlarla bütünleşmiştir Bunların dışında çeşitli Türk ve İslam kültürleri dışı etkilerin ve kökenlerin de olduğu bilim adamlarınca öne sürülmüştür: gnostikler, Zerdüştçülük, Manihaizm (Mani dini) ve panteizm gibi[105] Aleviliğin tanımlamasında son yıllarda Aleviliği ayrı bir din (veya İslam dışı) gibi görme tartışmaları ortaya çıkmış olduğu gibi[106], bazı bilim adamları Alevileri bir din azınlıktan ziyade etnik bir azınlık olarak görmüş ve tanımlamıştırlar[105] Aleviliğin Türk kültürüyle sık sık bağdaştırılması ve zaman zaman Türk İslamı olarak yorumlanmasının, özellikle Kürt-Alevi etnik grubu bazlı ayrılıkçı hareketlere karşı geliştirildiğini savunan bilim adamları da olmuştur[107] Alevilik özellikle Bektaşilik ile büyük ölçüde paraleldir ve bugün iki isim sıklıkla birbiri yerine kullanılır[108] Bununla birlikte Bektaşilik daha ziyade bir tasavvuf tarikatıdır ve temel nitelikleri, özellikleri de tasavvufdir[105] Nitekim Aleviliğin Bektaşilikle içiçeliği sonucu birçok tasavvuf öğe, Bektaş geleneği Aleviliğe dahil olmuştur Cem ayinleri, dede, pir ve mürşitlerin eğitiminde kurtuluşa erecek Suf yolun takip edilmesi[105], her ne kadar her Alevi tarafından sıkıca takip edilmese de, Bektaşilik ile Aleviliğin paylaştığı temel unsurlardandır Bektaş-Alev geleneğinde, tasavvuf unsurlarla bütünleşmiş yolu benimseyenlerle, etnik olarak ilgili gelenekten olanlar arasında ayrım yapılır: Hacı Bektaş'ın yolunu takip eden Bektaşi-Alevilere Yol Evladı tabiri kullanılırken, etnik olarak gelenekten olanlara Bel Evladı tabiri tercih edilir[105] Alevler'in ibadet yeri cemevidir[108][107] Aslen Bektaş geleneğinde bir tür inisiasyon ritüeli olan cem ayini (ayin-i cem) Alevi ibadetinde çok önemli bir yer tutar[105] ki nitekim liturji açısından İsnaaşeriyye ile Alevilik arasındaki büyük farklılıkların bir göstergesidir[106] Cem ayinlerinde birçok Şii temelli sembol bulunur: kötü bir sonla karşılaşan imamlar Hüseyin ve Hasan'a atfen oniki mum söndürülür, özellikle oniki imam, Kerbela gibi şeyleri konu edinen nefesler söylenir, ve semah yapılır[105] Şii ve Sünnilerin genelinden farklı olarak Ramazan ayında oruç tutmazlar[106][108] Kendileri Muharrem ayının 10'unda, üçüncü imam Hüseyin'in Kerbela'da öldürüldüğü günü oruç tutarak geçirirler[106] Nitekim Şiiler ve Sünnilerce uygulanan ve Sünnilere ve her iki grup tarafından da İslam'ın şartlarından kabul edilen hac da Aleviler tarafından uygulanmaz Alevilikteki davranışsal temel ise ünlü bir Alevi deyişiyle şöyle tanımlanmıştır: "eline, diline, beline sahip ol"[105] Türkiye'de bulunan Şiilerin ve dolayısıyla Alevilerin nüfusunun kaçta kaçını oluşturduğu net olarak bilinmemektedir[109]; bununla birlikte Caferilerin ve Alevilerin toplamda nüfusun %7 ile %30 arasında bir kısmını oluşturduğuna yönelik tahminler ve çalışmalar bulunmaktadır[110] Bir AB raporuna göre Türkiye'de 15-20 milyon Alevi bulunmaktadır[111] Birçok Alevi yazara göre de Türkiye'deki Alevi nüfusu, Türkiye toplam nüfusunun üçte biri kadardır ki bu yaklaşık 20 milyon veya üzeri bir rakama işaret eder[112] Bununla birlikte daha düşük tahminler de yapılmış Bu tahminlere göre Alevi nüfus daha ziyade 10 veya 12 milyon civarıdır[112]; bununla birlikte nüfusa oranı %10'un altına düşüren, net sayıyı 5 milyon civarında tespit eden başka tahminler de vardır[109] Alevilik tanımının göreceli yönlerinin bulunmasından dolayı tüm tahminlerin doğruluk payı olduğu fikrini ortaya atan bilim adamları da olmuştur[109] TasavvufRifaiyye tarikatından zikreden şahısları gösteren bir betimleme Tasavvuf veya Sufizm bir mezhep olmamakla birlikte, kendisine birçok farklı mezhepte yer bulmuş, çileci, zaman zaman ezoterik, monistik veya panteistik yönleri de olan bir İslam akımıdır Tasavvuf veya Sufi kelimelerinin kökeni konusunda ihtilaf olduğu gibi ortaya çıkışı hususunda da ihtilaf vardır Din bilimleri açısından tasavvuf akımının hicr ikinci yüzyıldan itibaren başladığı özellikle İslam'ın diğer topraklarda yaygınlaşması ve yeni toprakların İslam devletine katılmasıyla birlikte yaygınlaştığı bilinmektedir Cabir bin Hayyan, Ebu Haşim el-Küf ve Abduk es-Süf birçok araştırmacı tarafından ilk mutasavvıflardan sayılmışlardır[113][114] Tasavvuf akımı kendisinden önce ve sonra ortaya çıkan farklı dini veya mistik akımlardan büyük ölçüde etkilenerek ortaya çıkmıştır[115][116][117] Nitekim tasavvuf tarihçelerinde, Antik Çağ'dan tanınmış bazı alim ve düşünürler, özellikle Hindistan ve Mısır'daki gizemci bazı mezhepler ve felsefeler övülmüş, tasavvufla ilişkilendirilmiş bu felsefelerin tasavvuf düşünceyle ortak bir paydada buluştuğu ifade edilmiştir[118]; örneğin, Batı mistiklerinden Pisagor birçok mutasavvıf ve eser tarafından sıklıkla övülmüş, tasavvufla ilişkilendirilmiştir[119] Hatta tanınmış oryantalist De Lacy O'Leary tasavvufun üzerinde oturduğu temel eylemler, davranışlar ve kavramların İslam'da bulunmadığını ve dışarıdan İslam kültürüne geldiğini iddia etmiştir[120][121] Bu fikirler mutasavvıflar arasında bazen kabul görüp, bazen görmemektir Genelde mutasavvıflar tasavvuf görüşlerin ve kavramların Kur'an temelli olduğunu ve peygamber ile sahabe zamanında olduğuna inanırlar Tasavvuf düşünce kendi içinde birçok gruba ayrılır ve genelde bu grupların her birine tarikat denir Tarikatlar genelde düşüncelerinin geçmişini peygamberin zamanında yaşayan Müslümanlardan birine kadar gittiğini iddia eder ve o zamandan günümüze kadar düşüncesel anlamda önderlik etmiş şahısların bir silsilesini oluştururlar Bazı din bilimciler Batı'daki panteistik düşüncelerle tasavvuftaki ontolojik düşüncelerin benzerliğini savunsa da, birçok mutasavvıf bunu reddetmiştir Nitekim tasavvufta ontolojik yapı tarikatlar arası farklılık göstermektedir Tasavvufun temelinde sıklıkla, Allah'ın tek olduğu, sadece ilah anlamda değil varlıksal anlamda da tek olduğu, onun dışında hiçbir varlık bulunmadığı, evrenin ve içindeki canlı cansız her şeyin Allah'ın varlığının bir yansıması olduğu fikri yatar Bu nokta ve daha sonrasındaki ontolojik anlayış genelde çoğu tasavvuf akımda benzer olsa da, ayrıntılarda farklar büyüktür Tasavvufta Kur'an'dan hayatın her alanına kadar zahir (görünen) şeylerin ardında kalan ve daha derin bir anlam olduğu fikri temeldir Bunun dışında özel bir zühd kavramı vardır ve mutasavvıflar hayata dair zevklerden ruhan zevklere ulaşabilmek için kaçınmalıdırlar Yoğun bir çilecilik anlayışı mevcuttur fakat bu çileciliğin tezahürleri tarikattan tarikata farklılaşabilir Tasavvufta farz ve nafile ibadetlerin dışında uzun toplu veya bireysel zikir önemli bir ibadettir Ayrıca tasavvufta, kişinin kendisini tasavvuf anlamda geliştirmesi için, bir şeyhe bağlanması şarttır Tasavvufa göre kişi tasavvufta ilerledikçe çeşitli varlıksal mertebelerden geçer ve sonunda kemalete erer Ayrıca beden ve nefis doğaları gereği kötü ve hakir görülür, nefse ve bedensel ihtiyaçlara sıklıkla yenilecek bir düşman, aşılacak bir engel olarak bakılır Buna göre Allah'ın bir parçası olan ruhun onun varlığındaki farkındalığına kavuşması için bunlar şarttır Nitekim bu da çileciliğin tasavvuftaki yerinin sebeplerindendir Ayrıca tasavvufta Allah'a karşı duyulan ve önemli bir yeri olan bir aşk kavramı mevcuttur Nitekim sıklıkla yapılan ibadetlerin cennet arzusu veya cehennem korkusu yerine bu aşk uğruna yapılması gerektiği vurgulanır Bu aşk kavramı tasavvuf edebiyatında da kendisine önemli bir yer bulmuştur ve gerek Allah'tan gerekse Muhammed'den tasavvuf edebiyatında sıklıkla sevgili olarak söz edilmiştir Tasavvuf, özellikle şeyh-mürid ilişkisi ve barındırdığı çeşitli ontolojik fikirler (örneğin vahdet-i vücud) sebebiyle zaman zaman çeşitli din alimlerince kınanmış ve hatta tekfir edilmiştir Bu alimlere bir örnek İbn Teymiye'dir Bazı İslam alimleriyle tasavvuf görüşe hak vermiş ve İslam dairesi içinde, saf ve hakik bir yol olduğunu savunmuş, tasavvufun gelişimine katkılarda bulunmuştur; Gazali bu şahıslara örnek olarak verilebilir Tasavvufun İslam kültüründeki yeri büyüktür ve gerek Sünn gerekse Şii topluluklarda önemli bir yer tutar Tasavvuf edebiyatı ve musiksi İslam kültüründe önemli bir rol oynamıştır Tarih boyunca birçok tanınmış mutasavvıf şair vardır ve gerek tasavvuf edebiyatı gerekse Doğu edebiyatında önemli bir yere sahiptirler Bunlara Celaleddin-i Rum, Şeyh Galib, Feridüddin Attar, Hafız, Sadi Şirazi, İbn Ferid ve Yunus Emre gibi isimler örnek olarak verilebilir Kaynak : Wikipedia |
|