Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
denemesi, gaye, insan, kısa, tahlil

Kısa Bir Tahlil Denemesi - İnsan Ve Gaye

Eski 07-27-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kısa Bir Tahlil Denemesi - İnsan Ve Gaye






Kısa Bir Tahlil Denemesi - İnsan Ve Gaye
Kısa Bir Tahlil Denemesiİnsan Ve Gaye

Muhammet Emin Poyraz

İnsanlık tarihi, bir mukayese, araştırma ve çözüm bulma tarihidir denilebilirse eğer her halde mübalağaya meyledilmiş bir ifade şeklini tercih ettiğimiz anlamı çıkarılmayacaktır İnsanın her yeni başlayan güne daha bir başka ve daha bir emniyet düşüncesi ve tecrübesi ile başlama çabası, insan azminin, hırsının ve istikbale daha güçlü bir iştiyakla bakabilme umudunun, zorluklara mukabil sebatında ve bu sebatın sürekliliğindeki güç, hiç şüphesiz onun fıtri kabiliyetinin gereğidir İnsanı üstün tutan, yaratıcı kılan ve bu itibarla diğer varlıklardan ayıran onun bu müdahaleci ve aynı zamanda müeyyide tesisindeki üstün vasfıdır İnsanı insan yapan da onun bu vasıf ve kabiliyetidir Varlık alemine gözlerini açarken insan, her şeyin bir hareket halinde olduğunu görüyor ve maddenin kendisi hakkında da yabancısı olmadığı bir bilgiye sahip olduğunu biliyor Zira bu bilgi, onun kendisi hakkındaki güvenini güçlendirmektedirMaddenin sahip olduğu ilk kanunun hareket olduğunu kavrıyor insan İlk bakışta atomları, elektronları bilmese de maddenin sürekli bir hareketliliği yaşadığını biliyor İnsan bu düzenin farkındadır Güneş sistemi, bütün uydularıyla birlikte milyon sene sonra ancak ışığı dünyamıza intikal edebilecek olan sayısız yıldız kümeleri, dolayısıyla hiçbir şüpheye mahal vermeyen bütün bir evren, bir düzen ve bir sürekli hareketliliği yaşamaktadır İleride de tekrarlayacağımız gibi insan da bu evrenin içinde ve ondan bir parçadır, evrenin yaşadığı kanunlara tabidirBiz burada insanın anatomik yapısı üzerinde duracak değiliz ve çerçeveleyeceğimiz esaslar da bu düşünceye hizmet etme maksadından uzaktır Bizim üzerinde fikir teati ettiğimiz ve “aydın” kavramının katmanları arasında gezinirken hayatın ancak birlikte doğan gücün toplumsal kıymet kazandığı zaman gerçek bir anlam ifade ettiği gerçeğidir Bu cümleden hareketle insan tabiatı itibariyle medenidir Hayatı birlikte yaşamayı gayesi arasına alan sosyal bir varlıktır Dolayısıyla hayatı birlikte yaşamaktan, problemlerin muavenetten doğan bir güçle ortadan kalkacağı anlayışından hareketle bir ortak yanı, bir diğer ifade ile ortak bir kaderi paylaşmaktadır Bu da onun sorgulama gücünü ortaya çıkarmaktadır Şüphesiz bir şeyin mahiyetinin farkında olma keyfiyeti, o şey hakkındaki bir takım soru noktalarının cevap bulmasını gerekli kılıyor Belki insanın karşılaştığı ve çözülmesini, gaye ve hedefinin açıklığa kavuşmasını elzem kılan ilk soru, her halde yine insanın kendi varlığıdır Bu soru çözüldüğü veya bu soruya cevap teşkil eden sonuca varıldığı zaman, bu soruyu takip eden diğer muhtemel soruların cevapları da kendiliğinden çözülecektir:‘Ben miyim?’Bu soruya verilecek cevap belki bundan sonra gelecek bütün sorulara anahtar vazifesi görecek ve şifrenin çözülmesine yardımcı olacaktırİnsan/lar/ nereden gelmiştir?İnsan hayatının mahiyeti nedir?İnsan hayatının maksat ve gayesi nedir?Bu alem/evren nedir?Bu alem/evren/in mahiyeti nedir?Bu alem/evren ne zaman var oldu?Bu alem/evren -yaratılma zamanı belli olsa bile -nasıl yaratıldı?Bu alem/evrenin yaratılmasındaki hikmet nedir?Bu alem/evren kendi kendisini idare etmiyorsa hayatını hangi kaynaktan alıyor?Bu alem/evren hangi gayeye doğru gidiyor?Bu alem/evrenin nihai kaderi – hedefi nedir?Bu ve bunlara benzer daha birçok soruların cevabını teşkil eden cevaplar, insanın kendini ve çevresini, daha geniş anlamda kendini çevreleyen evreni tanıması sonucuna götürüyor Dolayısıyla insanın kendisini tanıması hususunda yardımcı olabilecek tek yardımcı kuvvet yine insanın kendisidir İnsan kendine en yakın olandır Zira insanın kendisi hakkında verdiği karar ve bu kararla bulduğu cevap eşya ve hadiseleri anlamlandırma ve sınıflandırma imkanını sağlıyor Bu cümleden hareketle tabii ilimlerin ortaya çıkışı, yukarıdaki sorulara verilen cevaplar ile eşyanın insan tarafından sınıflandırılması ve anlamlandırılması sonucunu kolaylaştırıyorYukarıdaki maddelerde sıralanan suallere verilecek cevaplar insanı daha yakından alakadar eden ve varlık sahasında boy göstermesini temin eden hazır ve fıtrat itibariyle cevabı hemen bulunabilecek bir geçeğe götürecektir Ki o da,Yaratıcının birliğine,Hilkatin birliğine,Hayatın birliğine,Beşerin birliğine, (BİR)in yaratmasıyla vücut bulduğu gerçeğinin birliğine, götürecektir(1)Kainatta görülen ve görülemeyen her şeyin iç içe ve birbirine bağlı bir ilişki içerisinde hareket düzenini devam ettirdiğidir İnsan da bu düzenin bir parçası ve bu düzenin haricinde değildir Dolayısıyla “makro alemde yerleşik durumda bulunan bu düzenin ve tayin edici kuralların çerçevelediği dünyada söz konusu kurallara tam bir uyumla cevap verebilecek tabiatta yaratılan insan, kendisine bahşedilen akıl feraset ve dirayetle merkezi bir yer işgal” ettiğinin (2) idrakinde olduğunu da fevkalade şuurundadır Başka bir ifade ile insan bu varlık aleminde bir yer işgal ettiğinin farkında olduğu gibi bir mesuliyetin de sahibi olduğunun bilincindedir Binaenaleyh sahip olduğu akıl, şuur, özgür irade ve muhatap olduğu ilahi rehberlik eşliğinde insan, ya genel anlamda var olan bu ahenk ve dengeyi tabii bir tarzda, özgür iradesiyle rıza ile karşılayıp, isteyen irade olacak ya da tüm bu var oluş arasındaki ilahi bağı, emri parçalayacak, sonuçta, imamesi kopmuş tespih tanesi gibi darmadağın olacaktır (3)Varlık ve oluş; sonuçları ve etkileri bakımından ancak biri diğerinin varlığı ile sağlıklı ve doğru kullanıma müsait hale gelebilecek kendine mahsus, özel bir tarzda unsurları arasında zıtlıklar ve karşılıklı aykırılıklardan örülmüştür Kısaca birbirinin ters kutuplarıdır lakin bütün parçalar birbiriyle iç içe halkalar irtibat halindedirler Tüm farklılıklarına rağmen fazlalık ve eksiklikleri bakımından birbirine denk olan bir terazinin iki kefesi gibi birbirine bağlı ve bütünlük halindedirler Binaenaleyh evren denilen varlığın bir parçası durumunda olan bütün bir insanlık aleminde olduğu gibi dikkat edildiğinde görülen tabii manzara, birbirinden farklı renk ve güçlerle donanmıştır İnsan bu güçler arasında her hak sahibinin hakkını vermek suretiyle dengeler bırakabilecek bir yeterlilikle yaratılmış tek varlıktır Çünkü ona iyiyi kötüden ayırabileceği akıl gibi bir cevheri verildiğini, akıl, irade, feraset ve muhakeme kabiliyeti, onu evrendeki diğer varlıklardan ayıran temel vasıflarını oluşturmaktadır(4) Yaratıcı insanı iki güç-kuvvet-le mücehhez kılmıştır Yüce yaratıcının insanda mücehhez kıldığı bu iki güç kaynağından biri gadabi güçtür ki insan kendisine zarar veren ve onu tehlikelere iletebilecek nesnelere karşı koyma ve hadiselerin vukuu halinde onlara mukavemet etme imkanını sağlayacaktır Zira bu mukavemet sadece şahsını korumakla sınırlı olmayacak aynı zamanda içinde yaşadığı çevreyi hemcinslerini ve üzerinde yaşadığı toprağı, kısaca bağlı bulunduğu bütün bir cemiyetin beraberinde yaşattığı değerlerini, kutsal sayılan inanç mefkuresini koruma ve onları kendisinden sonraki nesillerce devamını temin noktasında gerekli zemini hazırlama vazifesini de yükler Tıpkı vatan savunmasında kendi hayatından feragati yani vatan uğrunda ölümü tercih arzusu da bu gadabi gücünün yansıyan tezahürlerinden biridir Kutsal kitaplarca bu tezahürün adı, şehitliktir Bir diğer güç ise şehevi güçtür ki onunla kendisinin gelişmesini ve olgunlaşmasını sağlayacak, aile kurmak suretiyle diğer insanlarla irsiyet bağlarının devamını temin edecek imkanları elde etmeğe matuf gayretlerin yekununu teşkil(5)Kainat, bir düzenli hareketin içindedir ve bu düzenli harekete tabidir Dolayısıyla onu bu keyfiyet itibariyle tanıyıp hükmünü koyduktan sonra onu sınıflara ayırıyor Onu sınıflandırırken ve bu sınıflandırmada onu tanımaya çalışırken ona nasıl ve hangi maksat istikametinde yaklaşması gerektiği hakkında bir sorgulamanın idrak hassasiyetiyle yeni bilgilere ulaşıyor İnsan kainatta görülen bütün bu hareketliliğin farkında ve sanki daha evvel kulağına fısıldanan bir bilgi birikimine sahipmiş gibi kendinde bir güven duyuyor Sanki gayb tünelinin o sonsuz derinliklerinden gelen güçlü bir sesin, " işte gözünü bir defa daha aç ve göğe çevir bak, orada hiçbir çatlak göremezsin Sonra gözünü iki kere daha tekrar tekrar çevir bak Nihayet o göz, hor ve hakir olarak yine sana dönecektir ve o artık bir kusur bulabilmekten son derece yorulmuştur" KK 67/3-4“0nlara bir delil de gecedir; ondan gündüzü soyarız, bir de bakarlar ki karanlığa dalmışlar”Güneş de kendisine ait bir karargah içinde akıp gider
Aya da; ona menzil menzil miktarlar biçmişizdir, nihayet dönmüş eski hurma salkımının eğri dalı gibi olmuşturNe güneşin, kendisini aya çatması yaraşır, ne de gece gündüzü geçer, her biri birer felekte (yörüngede) dönerler” KK 36/ 37-40Güneş, ay ve yıldızlar aslında hangi fizik kanununa tabi ise insan da evrenden bir parça olarak aynı fizik kanunlarına tabidir evren kendisine yaratıcı tarafından emredilen çerçeve dahilinde hareket sistemine tabi olmakla birlikte insanın varlık alanında kendini bulurken hem tayın edilen fizik kanununa tabi olduğunu görmekte ve hem de kendi dünyası içinde diğer varlıklardan ayırıcı ve aynı zamanda değerli kılan hür bir hareket kabiliyetine sahip olduğudur Akıl insanın yegane ayırıcı vasfıdır İnsan bu ayırıcı ve tabir caizse hür hareket etme misyonu demek olan akıl vasıtasıyla hem kendisinin diğer varlıklardan ayrı olduğunu ve hem de kendisi dışındaki varlıkları, kısaca varlık alemini anlama ve ona göre vaziyet alma imkanına sahiptirİstikbale yönelik olarak hayatın inşasıyla ilgili yaptırımlarda bulunma ehliyeti itibariyle bir düzen ve yine kendisiyle alakalı gerek ferdi ve gerekse cemiyet halinde daha geniş çerçevede hukukun tanzimi ve uygulayıcısı olarak bu sese muhatap tek varlık insanın kendisinin olması, onun yerini, sorumluluğunu daha bir belirgin ve özel kılmaktadırGözün hor ve hakir olarak hiçbir kusur bulamadan dönmesine sebep olan ve neticede yorulan, onu idrak etmekten aciz düşüren hadise, şüphesiz sürekli hareket halindeki maddenin yaratılmasındaki mükemmeliyet ve tabi olduğu düzendir İnsan bu düzeni sorgulamaktadır Hareketsiz madde, maddesiz hareket tasavvurunu sorgulayan insanın bir sorgulama kabiliyetine sahip olduğunu gösteriyorBu alemi akıl, muhakeme, muhasebe, mukayese ve ayırt edici iradesiyle irdeleyen, murakabe eden ve etrafında cereyan eden bu sonsuz- bucaksız kainat-evren-a dikkat nazarlarını çevirirken onun bir düzen ve disiplin kaderi dahilinde hareket ettiğini dolaysıyla bu hareketin maddenin inisiyatifinde olmadığını ve ancak sonsuz ve ilim sahibi biri tarafından programlanabileceğini kavrayan, birden fazla, hatta sonsuz delillere ulaşma istidadında olduğunu gören tek canlı varlığın yine kendisi olduğunu gören, idrak eden insanın kendisidir Bu mükemmeliyet, insanın sorgulama kabiliyetinin de kaynağıdırGüneş, ay ve yıldızlar, gece ile gündüzün birbiri ardınca hareketi, evren boşluğunu süsleyen ve ışıldadıkça huzur telkin eden manzarası karşısında ayrıca kendini sorgulayan insanın, bu kainat varlıkları arasında kendisinin özel bir yeri olduğunu, eşyaya müdahale gücünü kullanırken kendi başına mutlak manada muhtar olmakla birlikte mesuliyetsiz, bağımsız bir varlık olmaması gerektiğinin akıl ve idrak hassasiyetine sahip olduğunu da biliyor, bu bilgiyi yaşıyorYukarıdaki paragraflarda özetlemeye çalıştığımız kıstaslarla varlık-madde ile ilgili yeni yorumlar ve yeni bir takım kavramlar geliştirecek, yeni kalıplar üretecek değiliz Burada bizim üzerinde durduğumuz esas mesele, "aydın"ın tanımına giden yolu bulmaya çalışmaktır Zira denilen varlık çözülmeden "aydını"ın çözülmesi ve anlaşılması, dolayısıyla insan denilen varlık anlaşılmadan maddenin anlaşılmasının da mümkün olmadığı gerçeğini ifade etme keyfiyetidir Bu itibarla çalışmamızın omurgasını teşkil eden insanın bu evrendeki yeri tespit edilmeden, onun yeryüzündeki entelektüel kimliğindeki mana ufkuna nüfuz edilmesi ve insanın tarihi misyonunu anlamak da mümkün olmayacaktır Zira insan tanınmadan evreni tanımaya çalışmak mümkün olmakla birlikte bu tanıma, keyfiyeti itibariyle sadece materyalist bir düşünce karanlığına götüreceğini ve bu materyalist yaklaşımın ise çatışmadan, kavgadan ve anarşizmi yaygınlaştırmasından başka bir getirisi olmayacaktır Binaenaleyh insanı tanıma noktasında madde planında yapılacak bir tanımlama meseleleri daha girift bir mecraya sürükleyeceği içindir ki dediğimiz gibi çatışmacı bir sonuca gitmekten başka bir getirisi olmayacaktırBu kısa açıklamalardan hareketle diyebiliriz ki insan sadece maddi organizmanın şekillendirdiği canlı varlık değildir Şüphesiz canlı ve hareket halinde olması nedeniyle organizmanın tabi olduğu bir işleyişe sahiptir 0nun evrende bir yer işgal etmesi, ağırlığı ve hacmi olması, eni ve boyu, kollar, yükseklik kazandıran bacaklara sahip olması,yuvarlak bir baş,başın ön tarafında gayet muntazam ve harikaları resmeden iki göz,gözleri çevreleyen, ona şekil ve güzellik ve hatta azamet bahşeden kaşları,iki gözü arasında vakarını sembolize eden burun, hemen altında vakar ve azametini tamamlayan iki dudakla çevrili muntazam bir ağız Bütün bu azaları üzerinde bulunduran insan sadece maddi organizmanın şekillendirdiği canlı varlık olmanın dışında manevi yönü de bulunan bir varlıktır Şüphesiz canlı ve hareket bulunduran yuvarlak kafayı bir boyunla birbirine bağlayan gövde,kollar ve bacaklarBütün bir evren-varlık alemi başlangıcı ve sonucu belirlenmiş bir nizam dahilinde hareket halindedir dedik Evrende duyularımızla görülen ve duyularımızın dışında olu görülemeyen bütün bir varlık aleminin her unsuru arasında tayin edilen ve hareket sistemi bir düzene bağlanan tam bir ahenk vardır Dolayısıyla bunlardan herhangi birinin, mesela gezegenlerden birinin başlangıcı ve sonucu tayin edilen kendi yörüngesinden ayrılması veya güneş sisteminin kendine özgü düzeninde bir sapmanın meydana gelmesi, bütün bir varlık aleminin ya yok olmasıyla bulunma ihtimalinde kuralsızlığa mahal olmadığı gibi varlığın bir parçası olan insan da bu kurallarla mukayyet bir varlık olması hesabiyle bu kurallar dahilinde hareket etme mecburiyetiyle karşı karşıyadır ve bir bakıma özgür değildir Tayın edilen kurallara bağlıdır Yalnız burada belirtilmesi, daha doğrusu bilinmesi elzem olan husus, varlık alemi takdir edilen bir çerçeve içerisinde hareket ederken kendi başına yani kendi akıl ve iradesiyle tayın ettiği bir hareket alanına, iradesine sahip değildir Kısaca özgürlük alanı mevcut değildir Varlık aleminden farklı bir yapıda yaratılan insan, akıl ve özgür bir irade kabiliyetiyle yaratıldığı içindir ki davranışlarından dolayı ceza veya mükafatla haberdar edilmiştir Bu cümleden hareketle kendisine bahşedilen akıl, feraset ve özgür iradeyi, sonuçlarına katlanmak suretiyle fıtratın kendisine işaret ettiği istikamette kullandığı zaman, şüphesiz hem kendisi hem de mütekabil münasebet düzenini kurduğu bütün bir beşeriyet huzur ve refah bulacaktır(6)

Bu saydığımız ve kendine özgü uzuvlar, madde planında insan denilen canlının fiziki varlığının umumi ve kısaca sahip olunan organizmanın, diğer tabiat varlıklarıyla kıyaslandığında madde planındaki müşahhas ifadesidir Bu açıklamalardan hareketle gözle görülen evren hangi fizik kanununa tabi ise canlı varlık olarak insan da aynı fizik kanununa tabidir Burada üzerinde durulması ve düşünülmesi gereken esas mesele, yalnız fiziki cepheden bakarak insan için insanı tanımlama bakımından yapılacak bir tanımlama tamamlanmış bir tanımlama olmayacaktırÜstün varlık misyonuna sahip insana, bir takım behimi arzularını tatmini ile yiyen, içen, çoğalan, dolaysıyla tüketici bir organizmadan ibaret diğer canlı varlıklar gibi bir varlık olduğu düşüncesinden hareketle bir yaklaşıma itibar edildiği zaman, ortaya çıkacak umumi manzara, insanın bizatihi kendi cinsinin katili ve kasabı olmaya namzet bir varlık ortaya çıkar ki bu onun yaratılış tecellisindeki hikmete mugayir varlığın gelişimini sağlayacaktır Bu itibarla, insana, biyolojik iskeletinin işleme koyduğu ekonomik varlık nazarıyla bakıldığı takdirde onu basitleştirmiş ve onu içgüdüleriyle hareket eden diğer canlı varlığın bir başka türüne benzetmiş oluruz Benzer biyolojik bir metabolizmaya sahip olmakla birlikte ayni fonksiyonlara sahip konuşan bir hayvan asla değildir Zira insan sorgulayan, muhakeme eden, kıstaslar arasında tercihte bulunma kabiliyetine sahip şahsına münhasır bir başka benzeri-eşi bulunmayan tektir ve varlığı da gayesi de farklıdır; dolaysıyla bir sorumluluğun sahibidir Zeka, ruh, vicdan, iman ve düşünce sorumluluğu, insanı diğer canlılardan ayıran temel özelliklerinden bazılarıdırİnsan, rüzgara havale edilmiş bir balonun havada seyrettiği gayri tabii ve gayri ihtiyari bir varlık değil, bunun tam tersi farklı bir konuma ve farklı bir kanuna, yine farklı fıtrat üzerine yaratılmış; hareket, duygu ve düşünce motifleriyle birlikte bir istidadın sahibi ve bir misyonun temsilcisidir Cemiyet, hukuk, sosyal düzen, ekonomik ve kültürel refah gibi mevzularla hayatın tümünü ihata eden düzenleyici talepler ve yeni çözüm yollarını bulma ve geliştirme çabası o fıtri istidadın tezahürlerini yaşayan bir yaptırım gücüne sahiptirYukarıdaki açıklamalarımızda insanın sorgulayan bir varlık olduğundan söz etmiştik Fıtri yapısında mündemiç ve yegane ayırıcı vasıflardan biri olan akıl ve his kendisi hakkındaki birçok soruları peş peşe ve sabit levhalar halinde sıralarken kendi acziyetinin de farkında olması onun diğer varlıklarla olan mukayesesinde bu farklılıktan doğan büyük mesuliyetlere sahip olduğu gerçeğini göstermektedirÇevresini ve eşyayı tanımaya, tahlil etmeye hadiselerin oluş ve sonuçlarını birbiriyle kıyaslamaya çalışan, bu kıyaslamaları yaparken akıl-iradesiyle sonuca giden, akıl ve iradesiyle sonucu görebilen bir müşahedenin sahibidir Bu müşahede toplumda beraberliğin, aile birliğinin, sevginin ve netice itibariyle birlikte üretmenin ileriye dönük refahın sebebi olduğunu hedefleyen bir müşahededir Bu müşahededen hareketle yeryüzünde inanç ve iradenin birlikte verildiği ve bu inanç ve irade mükemmeliyeti sebebiyle sorumluluklarla mükellef kılınan hatta bu sorumlulukları sorgulayan tek varlık şüphesiz insandırYaşamı devam ettirmek maksadına matuf tevdi edilen bu sorgulama gücün varlığı sebebiyledir ki onu cazibe merkezi kılmakta ve diğer varlıklardan tabiatıyla ayırmaktadır Mesuliyetlerinin bilinciyle düşüncelerini ve ideallerini müesses kılma mutabakat esasına istinat eden bir düzeni devam ettirmeye sevk eden saik insanın bu ayırıcı sosyal boyutudur Bu açıklamalarımızda hedef ittihaz ettiğimiz ve daha evvel de mahdut sınırlamalarla tanımlamalar getirdiğimiz günümüz sosyal ve siyasi ortamında gündemden düşmeyen, ayakları altına kırmızı halılar serdirilen ve her taşın altında adına ‘aydın’ denilen bir takım kimselerin çıkmasına sebep olan bir kavramın açıklığa kavuşmasına bir giriş yapmaktı Binaenaleyh biz aydın kavramını açıkladığımız bu zemin çerçevesinde ele alıyor ve meseleyi öyle değerlendiriyoruz “Yaratılış efsanesinde sözü edilen Adem’in bilgelik ağacına Tanrı’nın aksi yöndeki emrine rağmen yaklaşması, her halde onun bilme merakıyla yorumlanabilir Bu bilginin, insanın kendisine cennetten kovulma anlamında bir zarar verdiği gerçektir Diğer yandan insanın bu bilme merakı sayesinde özgürleştiği de söylenebilirİnsan kendi konumunu sorguladığı, kendisi hakkındaki soruları cevaplayabildiği derecede evren hakkındaki sorular da cevap bulacaktır Kendisi hakkındaki sorular azaldıkça, cevaplar o nispette artacak ve problemlerin çözüm şekli kolaylıkları beraberinde getirecek ve dolayısıyla daha bir hassasiyetle sağlam zeminde insan hayatının gayesi hedefteki yerini bularak mesuliyetinin idrak mükemmeliyetine varacaktır Unutulmaması gereken en mühim esas ve hususlardan biri varlık aleminde bir yer işgal eden dolayısıyla bir sorumluluk edinmiş olan insanın her davranışının karşılık bulacağıdır, her davranışının da bir anlam taşıdığı, binaenaleyh her düşünceye tekabül eden davranışın sonucunda karşılık bulacağı ve karşılıksız kalmayacağı gerçeğidir İnsanın yeryüzünde elde ettiği veya elde edeceği her başarı ve başarısızlığın ancak kendi çabasının sonucuna bağlı olduğunu, her çabasının da mutlaka bir karşılığını göreceğidir“Doğrusu insanın çalışmasından başkası kendisinin değildir Elbette onun çalışması yarın kendisine verilecektir Sonra ona çabasından dolayı en değerli ödül verilecektir” KK53/39-41 İşte bu keyfiyet, insanın entelektüel kişiliğinde mündemiç mananın bariz bir hususiyetidir Sorgulama ve mukayese, insan aklının, irade ve idrakinin, eşyaya hükmetme kabiliyetinin bariz bir tezahürüdür Bu tezahür insanın entelektüel karakterinin derinliğini gösteriyor Binaenaleyh insan sorguladıkça kendisini keşfedecek, kendini keşfettikçe de evren hakkındaki soruları cevap bulacak, görünen ve görünmeyen evreni bir disiplin ve intizam dahilinde düzene koyan mutlak yaratıcıya teslimiyeti de o derecede kuvvet kazanacaktır Aynı zamanda bu sorgulama ve okuma keyfiyeti, insanlığın zihniyet dünyasındaki değişim ve gelişimlerin vücuda gelmesini kolaylaştırıyor Şüphesiz bugünkü çabalar da yarının dünyasını aydınlatacaktırİnsan denilen varlık her halde dünyaya gözlerini açarken 21 yüzyılda yaşadığı hayattan daha müreffeh bir yaşam biçimini ne görmüş ve ne de tasavvur edebilmiştirBütün semavi kitapların tavattüren tarih içindeki hikayesi, gerek ferdi planda ve gerekse egemen grupların ilahi emre muhalefet veya kısa sürelerle aksatma keyfiyetleri onların helakini getirmiş ise de 21 yüzyılın insanına gelecek muhtemel bir sarsıntı, şüphesiz insanla birlikte bütün bir evrenin hayat gidişatına tesir edecektirBilimsel gelişmeler, bireysel hak ve özgürlüklere, yaşanacak daha mutlu ve daha müreffeh bir dünya kurmaya olurken özgürlükleri kısıtlayan, hatta onları bir takım ihtilal senaryolarıyla ortadan kaldırmaya yönelik yaklaşımlar ve kanlı savaşların da sebebi olmuştur denilebilir Ama bütün yıkımlara ve kanlı hesaplaşmalara rağmen yeni bir dünya tasarımı, insan denilen varlığın gündeminden düşmemiştir Binaenaleyh bu yeni dünya tasarımı, yukarıdaki paragrafta da ifade ettiğimiz gibi kimi zaman sulh ve sükun üzerine inşa edilirken kimi zaman kaos ve kargaşa ile kanlı savaşlara sahne olmuştur Doğu ve Batı bu kanlı mücadelelerin sebebi olan rekabetin en acımasız zamanlarını yaşamışlardır Kanlı savaşların sonunda Batı, belki kendini toparlayıp halkıyla birlikte üretmenin, birlikte faydalanmanın yollarını demokraside buluşturdu Lakin Doğu, kendi medeniyet değerlerini suçlayarak bu değerleri hayatın dışına iterek ithal düşüncelerle makyaj tazelemiş, kendi aidiyetlerinden uzaklaşmayı çağdaşlaşmanın bir tezahürü olarak kabul ederken de kendi tarihinden, kendi aidiyetlerinden uzaklaştığının farkına ya varamamış veya bu farkında olmamayı, siyasi hedefler noktasında idrak edememiştir Bir başka ifade ile söylenmesi gerekirse diyebiliriz ki siyasi ve dünyevi bir takım menfaatler için kendi aidiyetlerinden uzaklaşmayı tercihleri arasına almakta bir sakınca görmemiş ve sadece egosunun tatminini değerler manzumesinin üstünde tutmayı en üstün gaye olarak ele almıştır“0rta Doğu Medeniyeti” sükunet zemini üzerinde merhamete dayanan paylaşımcı, dayanışmacı ve bir tarağın dişler gibi eşitlikçi, kardeşçe, kişi hak ve özgürlüklerini esas alan yaşanır bir dünya inşasını amir merhamet medeniyetinin esaslarını va’z ederken Batı daha çok doğal ayıklanmacı bir zemine çekip insanı evrimleşmenin bir sonucu olarak dünyayı rekabet üzerine inşa eden çatışmacı zeminlerde birini diğerine bırakmıştır Birinci ve ikinci dünya savaşları bu çatışmanın, rekabetin ve doğal ayıklamanın son örnekleri olmadığı gibi bir Üçüncü dünya savaşının dünya insanlığının yakasından yakalayacağı yakın olduğunun iddiasında bulunmak için kahin olmaya gerek yokturİnsanın bu çabası bugün de yarın da aynı esas çerçeve istikametinde devam ediyor ve devam edecektir Önemli olan hayatın problemlerinde çözümleri geliştirmek ve daha müreffeh bir hayatın, yaşanılabilir bir dünyada geleceğin merkezine insanı oturtmaktır Bu da kıymet hükmünü koyduğumuz aydınların gayretlerine bağlıdır İnsanı merkeze almayan, insanı gaye edinmeyen hangi sistem, rejim, ideoloji; her ne ise, adına hangi derin anlamlar yükleniyorsa yüklensin veya izahında hangi felsefi yorumlar yapılıyorsa yapılsın, modern bir kente dönüşen dünyamızda adına demokrasi de denilse teokrasi de denilse medeni ve insani bir düzen değildirTekrar edelim ki temeli fıtratın tayın ettiği ahlak ve fazilet yarışı üzerine bina edilmeyen ve bu gaye etrafında insana şefkat ve merhameti esas almayan her sistem, adı ne olursa olsun her rejim netice itibariyle zulüm düzenidir, insanın alın teri üzerinde hayat bularak insan emeğini istismar rejimidirİnsanlık tarihi incelendiği zaman görülen odur ki, insanın müeyyide ihdas etme iç dinamiğini, yaşama cevherini, zaman içinde hadiselerin ihtiva ettiği muvazene şartlarını, gelişim – değişim ve yönetim yapılarını, geleneklerini, kurallarını daha mükemmele doğru taşımak ve hayata mükemmeliyet kazandırmaya itmiştir Daha evvelki sayfalarımızda yaşama şartlarını sürekli değiştiren, yenileyen ve eskisiyle iktifa etmeyen canlı varlığın insan olduğunu ifade etmiştik Bu gelişim, insanın tarihi sürekliliğindeki rolünün de, fıtri kabiliyetinin de bir sonucudur Binaenaleyh insanlık medeniyetini oluşturan birikim ve bu birikimi bir sonraki kuşaklara aktarılmasını sağlayan yaratıcı güç, günümüz medeniyetini ihdas eden, meydana getiren gücün de kendisidir Ancak burada müşahede edilen hadise özgür iradesiyle dengeyi bozmadan kendisinden istenen iradeyi rıza ile karşılamak değil endüstrinin yani makinenin, öldürücü silahların veya ekonomik ve kültürel dejenerasyonun gölgesinde insanlığa ve doğaya istediği müdahaleyi üstlenirken yeryüzünün fesat çıkaran tek merkezi haline gelmiş görünmektedirİnsan bu fıtri kabiliyetini tarihten devraldığı tecrübelerinden de faydalanarak gücünü kullanır ve tarihi yolculuğunda devam ederken yakaladığı endüstri çağında fikri kabiliyetin mükemmeliyet çıtasını en doruk noktasına ulaştıracaktır Dolayısıyla bugün bu tecrübenin kazandırdığı imkanları yaşıyor Eğer bugün teknolojiyi kullanarak uzayın derinliklerine inebiliyor, yerküre üzerinde maddenin sağladığı huzur ve emniyeti en ince teferruatına kadar iletişim araçlarıyla santimlik aletlerle dünyayı keşfedebiliyorsa, bu, kendisine verilen bilgi ve tecrübe kabiliyetinin bir neticesidir Binaenaleyh biz burada insanın yaratılmasında kendisine yüklenilen misyonundan söz ederken onun entelektüel vasfındaki mana mihveri etrafında yolunu bulmaya çalışırken bir tespiti gaye edindiğimiz içindir ki evrensel değerler istikametinde insanın takip etmekten imtina ettiği hareket ve tavrındaki iniş ve çıkışları anlamaya çalışıyor ona işaret ediyoruzTarihi terakki içerisinde insan “aydınlanma çağı”nı yakalamıştır artık Avrupa’da başlayan endüstrinin insanın gündelik hayatına girmesiyle birlikte şüphesiz yeni bir dönüm noktasına girmiş ve dolayısıyla büyük bir değişimin kaçınılmaz yükselişini görüyoruz Bir başka ifade ile makinenin insan hayatına girmesiyle birlikte onun insanı mutlu edeceği anlayışı da o derecede rağbet görmüş ve yeni bir hayatın yeni ufukları açan bir günün sabahında beklenmedik değişimleri beraberinde getirecektir İnsan bu dönemde mutluluğu yakaladığına inanmasında haklılık payı olmakla birlikte yeni bir takım mülahazaların kapısı aralanacaktır Artık zorluklar ortadan kaldırılmaya çalışılacak ve insan bu fırsattan hareketle istikbale taalluk eden iş ve işlemlerini, hayal dünyasını, tasavvur ve tahayyül ettiği renkli çerçeve içerisinde almaya başlarken yaşadığı geçmişin her türlü tasavvurundan uzaklaşmaya, onlardan kurtulmaya çalışacaktır Bu kolaylık nedeniyle insan kendisini yeryüzünün yegane galibi ve tek sorumluluk kaynağı olarak yeni bir saltanatın kapısını aralıyordu Hayatı maddi olarak anlamlandıran sosyal ve siyasi yol göstericiliğin de tek galibi olduğuna kanaat getiren yeni bir dinin ihdasına götürecektir Bu yeni din pozitivizmden başkası değildirŞüphesiz bütün varlık dünyası kendisine verilen bir başka ifade ile nasıl dizayn edilmiş iseler özünde bulunan belirli kesin yasalara tabidirler ve bu yasaların tayın ve tahsis ettiği hükümlere tabidirler Yukarıda da ifadesine çalıştığımız gibi “doğa kanunları” dediğimiz düzen nasıl yaratılmış ve kendisine hangi işlem tahsis edilmiş ise onu değiştirmesi ve değiştirilmeye çalışılması mümkün değildir İnsan bunlardan müstesnadır Ancak oda evrendeki yasalara bağlıdır ve o yasaları değiştirme gücüne sahip değildir Ölümü engelleme veya yaşlılığı ortadan kaldırma, öldükten sonra yeniden hayatı tesis etme gücüne sahip olmayan insanın gerek kendi şahsi hayatında ve gerekse toplumsal hayatında, mutlu olmasını temin edecek yegane kaynak, düşünce dünyasında ve düşünce dünyasının bir tezahürü olan hal ve hareketlerine evrendeki tüm varlıkların tabi olduğu yasalar çerçevesinde şekil vermesiyle mümkündür Lakin 21yüzyılın beyni bu yasalara karşı gelmekte, binaenaleyh insan kendini evrenin mutlak hakimi ve efendisi saydığı içindir ki terör ve uluslararası siyasi, ekonomik ve kültürel rekabet sürekli çatışmanın merkezine dönüşmektedirYukarıdaki paragrafta ifadesine çalıştığımız gibi evren kendisi için tayın ve tahsis edilen yasaların belirlediği çizgi içerisinde kendisine tayın edilen zamana kadar yoluna devam ederken, insan aklın yol göstericiliğinden saparak olumlu ya da olumsuz tün davranışlarından sorumlu olduğu bir özgürlüğü, isyankar tavrıyla baş kaldırmakta, kendini mutlak güç ve hakimiyetin tek kaynağı saymaktadır İnsan kendi kıyametini yine kendisi hazırlıyor Kendini mutlak gücün kaynağı ve aklı mutlak varlığın müsebbibi telakki eden insan, kendi kıyametini kendisi koparıyor demektir“ Kendilerinden önce kaç milleti helak ettiğimizi görmediler mi? Yeryüzünde size vermediğimizi onlara vermiş, kendilerine gökyüzünden yağmurlar indirmiş, ırmakları ayaklarının altlarından akıtmıştık Böyleyken onları, işledikleri günahları yüzünden helak ediverdik ” KK 6 /6“Biz bir memleketi helak etmek istediğimiz zaman, oranın varlık içinde yaşayanlarına emrederiz 0nlar orada bozgunculuk yaparlar, o zaman onlar hakkında cezalandırma hükmü kesinleşir Biz de orayı tamamen helak ederiz” 17/16Biz geçim imkanlarının şımarttığı nice memleketi helak ettik İşte onların yaşadıkları yerler ! Rabbin, memleketin ana merkezinde kendilerine ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe, memleketi helak etmez Biz ahalisi zalim olmadıkça memleketleri helak etmeyiz” 27/58-59Şüphesiz burada ihsas edilen “helak” yasaklanmış bir eylemin, bir emrin, beşeri bir takım zaaflar nedeniyle ihlali değildir, burada üzerinde düşünülmesi gereken hadise, temeli inanca dayalı bir günahın, bir emrin ihlalinin toplumsal hayatta kaim kılmak istediği meşruiyete binaen pratik hayatın teferruatında meydana getirdiği toplumsal dejenerasyon ve yozlaşmanın, toplumların helak olmasıyla ilgili ilahi kanunun yürürlüğe girecek düzeye ulaşmış olduğunu ihsas ettirmektir (7) İnsan hayatı yalnız kendisi için değil aynı zamanda sosyal bir varlık olması hasebiyle kendi dışındaki insanlarla, hatta ekolojik dengelerin muhafazası kanununa uyumlu bir hayatın tesisi için de yaşamak durumunda olan bir varlıktır Ancak ne yazık ki bugün kainatın üzerinde kaim olduğu düzen ve dengelerin bir an evvel bozulması, yeni bir takım dengelerin ve düzenin tesisi yolunda insan kendisine ilahlık rolü tahsis etmekte ve kendini tanrı yerine koymakta, diğer bir ifade ile insan Tanrı’ya rakip olmağa çabalamaktadır İnsan diğer bütün yaratılmışlarla birlikte bu dünyayı huzur ve emniyet içerisinde paylaşmak üzere gönderilmişken 21 yüzyılda yaratıcının kendisine verdiği bütün bu nimetlere mukabil yeryüzünde gerçekten bir talan söz konusudur Halbuki kainat-evren ve içindekiler adı verilen varlık alemi düzenli, ince bir hesap içinde bir gaye için yaratılmış, kendisine tahsis edilen bir düzen dahilinde hayatını idameye çalışmaktadır Hiçbir varlık diğerinden bağımsız değildir Ancak daha evvel ifade ettiğimiz gibi evrenin kanunlarına tabi olmakla birlikte özgür hareket kabiliyeti verilen tek varlık insandır İnsanın bu tayın ve tahsis edilen düzeni değiştirmesi ve ona isyan etmesi kendi düzenini bozacağı gibi kendisi dışındaki dengeleri de bozacak, bu dengesizlik aynı zamanda insanın hayatını sonu olacaktırDünyamızda insan eliyle başlatılan talan 21 yüzyılda daha bir hız kazanmış ve talan mücadelesi devam ediyor Nükleer silahların insanı ve ekolojik dengeleri hedef alan yarışı devam ediyor; toplumsal ve milletlerarası ekonomik ve politik dengelerin temelinde yatan düşünce bir diğerini ortadan kaldırmak veya yeraltı-yerüstü zenginlik kaynaklarını, kültürel zenginliklerini kendi emniyetleri altına alma yarış ve savaş stratejilerine dönüşüyorsa şüphesiz bu yıkımın tek sorumlusu aydınlar ve onların yönlendirdiği siyasi kadrolardır Ekolojik ve toplumsal dengelerin tahribi istikametinde yaşlı gezegenimizde tıpkı Yunan mitolojisinde görüldüğü gibi insanın kendini Tanrı yerine koyma hırsına yeni bir dinin doğuşu olarak isimlendiriyorum Bu modern dinin adı “ dünyayı yıkım ’’ dinidirDünyayı tahrip etme dini şüphesiz ekolojik ve toplumlararası dengeleri de yok edeceği gibi netice itibariyle insan kendi sonunu da beraberinde getirecektir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.