Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
kıyafet, osmanlı’da, varmıydı, yasağı

Osmanlı’Da Kıyafet Yasağı Varmıydı

Eski 07-25-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı’Da Kıyafet Yasağı Varmıydı



Osmanlı’da Kıyafet Yasağı - Osmanlı’da Kıyafet Düzeni - Osmanlı Dönemi Kıyafet Yasağı

Osmanlı’nın fert, toplum ve devlet hayatında dengesizliğe ve başıbozukluğa yer yoktur Kişisel hak ve özgürlükler ihlal edilmemek kaydıyla her şey bir düzen içinde yaşanmaktadır

Moral Dünyası dergisinde Yavuz Bahadıroğlu’nun kaleme aldığı yazıda Osmanlı insanının nasıl kıyafetler giydiğini yazdı


Osmanlı tebaasının kıyafetleri de, bu çerçevede düzenlenmişti Ama devletin belirlediği ayrıntı değil, kaba çizgilerdi Genel kurallara uymak kaydıyla, resmî kıyafet taşımak zorunda olmayan siviller kendilerine yakışanı giymekte özgürdü


Öncelikle belirtmeliyim ki, Osmanlı Devleti hayatın hiçbir alanında boşluk bırakmayan mükemmel bir organizasyondur Her şey en ince ayrıntısına kadar hesaplanmış, kılık kıyafet dâhil olmak üzere, hayatın tüm aşamaları ayrıntılı biçimde sistematize edilmiştir


Anlayacağınız, Osmanlı’nın fert, toplum ve devlet hayatında dengesizliğe, başıbozukluğa, kargaşaya yer yoktur Kişisel hak ve özgürlükler ihlal edilmemek kaydıyla her şey belirlenen bir düzen içinde yaşanmaktadır


Osmanlı tebaasının kıyafetleri de, bu genel nizam ve intizam içinde düzenlenmişti Bu bağlamda Müslümanların, Hıristiyanların, Musevilerin ve diğer dinlere mensup erkeklerle kadınların başlıklarıyla elbiselerinin şekli ve rengi belirlenmişti


Ama devletin belirlediği ayrıntı değil, kaba çizgilerdi Sadece şekil ve renk tercihi yapılmıştı Genel kurallara uymak kaydıyla, resmî kıyafet taşımak zorunda olmayan siviller kendilerine yakışanı giymekte özgürdü


Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden hemen sonra, Galata Kulesi çevresindeki köylerde yaşayan Hıristiyan Cenevizlilere hitaben yayınladığı “Amanname”de, Hıristiyanlara ve sair dinlere mensup olanlara inanç-ibadet özgürlüğünün hemen arkasından “kıyafet” özgürlüğü tanıması, konunun ne kadar önemli olduğunu ve ecdadımızın bu konuda ne kadar hassas, hatta demokratik davrandığını göstermektedir


Kıyafet konusunda devlet, bugünkü Türkiye’de, İran’da ve başka bazı ülkelerde olduğu gibi, belirli kıyafetlerin giyilmesi konusunda halkı zorlamaz (başını aç ya da kapa demez, bunlar doğal süreç içinde oluşurdu) kendi dinî yahut millî tercihini dayatmazdı Osmanlı Devleti’ni yönetenler, kılık kıyafeti değil, insanı esas alırdı Bu konuda din farkı gözetilmezdi Hangi dinden olursa olsun, insana hizmetin yüceliğine inanılırdı Ayrıca “evrensel devlet” olmanın yolunun çok kültürlülükten geçtiği, bunun ise hoşgörü kaynaklı olduğu bilinirdi…


Müslüman Osmanlılar, kendi inançlarını dosdoğru yaşar, kendi kıyafetlerine inançları çerçevesinde özen gösterir, bu konuda başka dinlere mensup olanlar zorlanmazdı “Dinde cebir” olmadığı gibi, din kaynaklı uygulamalarda da cebir yoktu


Rum ve Musevi kadınlar, Fatih’in “Amanname”si mucibince özgürce giyinirler, tercih ettikleri kıyafetle İstanbul’un ve ülkenin her yerine gidebilirlerdi Kıyafetleri farklı olmakla birlikte, kadınların ve erkeklerin mutlak surette başları kapalıydı Bizanslı kadınlar fetihten önce de başlarını kapatırlardı Bu onların inançları yahut moda anlayışlarıyla ilgili bir durumdu


Devr-i Saadet modeline uygunluk

Sırası gelmişken, şu kadarını ifade etmeliyim ki, Osmanlı sistematiğinin özü “devlet” olsa da kökleri “cemaat”ti Devlet cemaatlerden oluşmuştu Farklı milletlerden gelen cemaatler, bu sistem içinde farklarını özgürce yaşar, inançlarına uygun bir eğitim ve adalet (kendi mahkemelerinde yargılanma hakkı) sistemi oluştururlardı


Her gayrimüslim cemaat ayrı bir “millet” olarak algılanır, her gayrimüslim birey de bu topluluğun mensubu olarak saygı görürdü


Kıyafet meselesi de işte bu genel çerçevenin bir parçasıdır


Devir devir farklılıklar göstermekle birlikte, genel olarak Osmanlı insanının kıyafeti, Devr-i Saadet insanının kıyafetine benziyordu Yani hem “tesettür” farizasına, hem de “Kıyafet Sünneti”ne uyuluyordu…


Ama gayrimüslimler buna zorlanmıyordu Onlar da geleneksel kıyafetleriyle gezebiliyorlardı Çünkü zaten “açık-saçıklık” geçerli değildi Kadınların ve erkeklerin başlarını örtmeleriyle uzun kollu, uzun etekli bol elbiseler giymeleri kıyafet anlayışının “ortak nokta”sını teşkil ediyordu


Erkekte ve kadında başlar örtülüydü Erkeklerin baş açık gezmeleri hoş karşılanmıyor, hatta “münafıklık alameti” sayılıyordu


Osmanlı Devleti’nde resmî devlet görevlileri ile bir kısım bürokratlar, doğal olarak belirli kıyafetler giymek zorundaydılar Askerler için, bugün de olduğu gibi, zaten kıyafet mecburiyeti vardı Kıyafetlerde genel olarak çok renkli, parlak kumaşlar tercih edilirdi


Saray görevlileri, sadrazamlar, paşalar, divan kâtipleri, harem ağaları, cariyeler, ihtisap memurları, bostancıbaşılar, asesler, ilmiye sınıfı mensupları vs yaptıkları görevlere uygun elbise giyerlerdi…


Kullanılan şekiller ve renkler, bazen kişilerin makam ve sosyal konumlarına göre sembolik anlamlar taşırdı…


Mesela, Osmanlı Devleti’nde, ilmiye sınıfına mensup âlimler mavi çizme giyerlerdi Bunun Osmanlı sisteminde ilim adamlarına çok değer verildiğine ilişkin sembolik bir değeri vardı Gök mavisi rengi çizmelerle, ilim adamı, sonsuzluğa yükseltilmiştir


On sekizinci yüzyılın en ünlü şairlerinden Nedim bir gazelinde, mavi renk çizmeyi şöyle açıklar:


“Menhec-i ilmin nice hasm olmasın erbâbına,


“Çarhı pâ-mâl etmedir kasd âsmânî mûzeden


Yani, ”İlim adamlarına düşmanlık yapılmasına şaşmamak lazım/ Çünkü onlar mavi renkli çizmeleriyle bulutlara basarlar” (İlim adamlarının şahsında yüceltilen ilimdir)


Osmanlı kıyafetleri konusunda, ülkemizde ”Çocuk Kalbi” isimli eseriyle tanınan İtalyan edebiyatçı ve gezgin Edmondo De Amicis’te bazı teferruata rastlıyoruz Amicis, 1874’de İstanbul’a yaptığı geziden sonra kaleme aldığı “İstanbul” adlı seyahatnamesinde, devlet görevlilerinin kılık kıyafetleriyle ilgili ayrıntı veriyor:


“İnsanlar, görevlerine göre, sarıklarının şeklinden, elbise kollarının kesiminden, kürklerin cinsinden, astarların renginden, eyer süslerinden, bazıları çember sakalından, bazıları da bıyığından tanınabiliyor Bu konuda hiç bir karışıklık olmuyor…


Şeyhülislam beyaz giyiyor; vezirler açık yeşil, mabeyinciler kızıl… Koyu mavi kıyafet ilk altı kanun zabitine, Mekke, Medine ve İstanbul kadılarına aittir; büyük ulemanın üstünde mor, şeyhlerin üstünde açık mavi renklerin hakimiyeti vardır; çok açık mavi, tımarlı çavuşları ve vezir ağalarını işaret ediyor; koyu yeşil, üzengi ağalarının ve Sancak-ı Şerif’i taşıyanların imtiyazıdır; ıstablıâmire hizmetkârları soluk yeşil giyerler; ordu paşalarının ayaklarında kırmızı, kapı zabitlerinin sarı; ulemanın mavi çizmeleri var…” (Kültür Bakanlığı Yayınları, s 377)


İlk kıyafet kanunu


Bilebildiğim kadarıyla, ilk “kıyafet kanunu”nun altında Kanuni Sultan Süleyman’ın tuğrası var (1520 sonrası) Bu fermanla kavuk, sarık, külah, börk gibi başlıklar ile mintan, gömlek, kuşak, şalvar, potur ve entari gibi giysilerin giyilmesi kurala bağlanmış, kadınlar için de uzun kollu, ayak bileklerini örtecek uzunlukta ve vücut hatlarını göstermeyecek bollukta “ferace” giyilmesi emredilmiştir Feracenin yaka kısmının aşırı süslenmesi de yasaklanmıştır


İlk kıyafet tartışması ise Sultan İkinci Mahmud (Padişahlığı: 28 Temmuz 1808-1 Temmuz 1839) döneminde açılmıştır “Yenilikçi Padişah” olarak tanıtılan Sultan İkinci Mahmud, diğer bazı devrimlerinin (Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması gibi) yanı sıra, genel anlamda kıyafet değişikliğine yönelik adımlar da atmıştır


Aynı dönemde sarığın yerini fes almıştır Başlangıçta “yeni kılık kıyafet” tepki görmekle birlikte zaman içinde alışılmış, fesin üstüne sarılan sarıkla yasak yumuşatılmıştır


Sultan İkinci Mahmud, kılık kıyafet mevzuunda halkına örnek olma açısından, önce kendisi kılık kıyafetini değiştirmiş, hatta yeni kıyafetiyle bir de yağlıboya tablosunu yaptırmıştır Nihayet 3 Mart 1829 Cuma günü yayınladığı fermanla Kıyafet Devrimi’ni başlattığını ilan etmiştir


Buna göre “imame” denilen geleneksel sarıkla, “ferace” denilen geleneksel cübbe yalnızca din adamları tarafından giyilebilecek, devlet memurları başta olmak üzere diğer vatandaşların kıyafeti tepeden tırnağa değişecekti


Böylece sarığın yerine fes, şalvarın yerine “setre pantolon”, cübbenin yerine “kaput”, topuklara kadar uzanan iç gömleğin yerine de “İstanbulin” denilen bir nevi “Frenk gömleği” gelmiştir


Gerçi bu Avrupa insanının giydiği kıyafetin motomot taklidi değildi Avrupa kıyafeti ile geleneksel Osmanlı kıyafeti kaynaştırılıp yeni bir senteze ulaşılmıştı Ne var ki, bu “taklit” yolu bir kere açılmıştı Batı’yı taklidin diğer alanlara da yansımasından ve bir “kültür erozyonu” başlatmasından endişe duyuluyor, bu yüzden de itirazlar yükseliyordu


Bazı grupların tepkisi o seviyeye çıktı ki, Sultan İkinci Mahmud’a “Gavur Padişah” demekte bir mahzur görmediler


Kaynak: tarihname

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.