|
|
Konu Araçları |
abdülmuttalip, hayalet, hikaye, manga, onay|masal, özetleri |
Hayalet Manga - Abdülmuttalip Onay|Masal Ve Hikaye Özetleri |
10-24-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Hayalet Manga - Abdülmuttalip Onay|Masal Ve Hikaye ÖzetleriGerçek adım Ekrem Cesur olmakla birlikte, bana okulumuzda “hayalet“ derlerdi Bu lakabımı, kendisine “hayalet manga” adını veren mangamızın komutanlığını yaparken almıştım Hayalet manga, deyip geçmemeli, bir tabur kadar güçlü, bir alay kadar etkiliydi Küçük de olsa, böyle bir birlikte görev yaptığım için çok büyük bir gurur duyuyorum Bu sözümü, küçük birliklere komuta eden herkes büyük gurur duyarsa, büyük birliklere komuta edenler küçük gurur duyar, şeklinde yorumlamamanızı rica edeceğim Arz değil de rica etmemi anlayışla karşılayın; ne de olsa kendimi bir komutan gibi hissediyorum Orduda, hele de askeri liselerde, disiplin sayesinde çok şeyin kendiliğinden yürüdüğü sanılabilir, ama Hayalet Manga açısından durum çok farklıydı Belki yüzlerce içtimaya katılmış, içinde 19 Mayıs törenlerinin de bulunduğu onlarca töreni şereflendirmişizdir; fakat hiç birinde tam mevcutla bulunmadığımızı rahatlıkla söyleyebilirim Manga komutanı olduğum için, bir tek ben, kaytarma zevkinden mahrum kalıyordum Öylesine çılgın işler yapıyorduk ki yerlerde yatarak gülmemek işten değildi Mesela, 19 Mayıs provaları dönüşünde, Çengelköy’de vapurdan inmiş, okula marşlar eşliğinde yürüyorken, bizim mangamız yerinde sayarak öndekilerle arayı açıyor, ayrı bir birlik havası yaratıyordu Hayalet mangamızı duymayan, tanımayan, tebessümle adını anmayan yoktu, diyebilirim Bu kadar şöhretli bir manganın kendine ait bir de marşı olmalı, deyip, bir de marş bestelemiştik O kadar meşhur olmamıza rağmen vukuatlarımızı komutanlarımızdan saklayabilmemizi, ünümüzden fazla, sevilmemize borçluyduk Bir defa olsun bizi şikayet eden veya ispiyonlayan çıkmadı Mangamızın bir numarası ve manga komutanıydım Manga komutanlığım, boy sıralamasında denk düştüğüm yerden kaynaklanan, tamamen bir şans işiydi Ayrıca cazip bir şey olmadığı gibi, tam tersine gereksiz sorumlulukların alındığı, herkesin kaçtığı bir görevdi Tekmillerde, bulunmayanları takip ve kontrol edip, hazırladığım mevcut çizelgesini takım komutanımıza sunmak en önemli görevimdi Mangamızın iki numarası Deli Ahmet idi Koyu Fenerbahçeli Ahmet, bir keresinde arkadaşlarla sohbet ederken, “Boğaz köprüsünden Fenerbahçe bayrağıyla atlayacağını,“ iddia etmiş, “Benle bahse girecek var mı?“ diye sormuştu Ahmet bu, şakası olmaz, dediğini mutlaka yapardı Hiç kimse, “Hayır, atlayamazsın,“ demedi, ama o günden sonra lakabı da belli olmuştu Gerçekten delice hareketleri ve düşünceleri vardı Barış içinde yaşayıp, sürekli sevişmek varken, savaşmak da nesi oluyor? derdi Madem cep telefonlarının insan sağlığına, hele de çocuklara zararları biliniyor, neden cep operatörleri reklam yaparken çocukları kullanarak “ceple bağlan hayata“ sloganıyla yola çıkıyorlar, diyordu Bunlara kayıtsız kalan yetkililerin yetkisiz hale getirilmesi gerektiği konusunda verdiği söylev de cabasıydı Anlayacağınız Allahlık bir deliydi Aslında böyle dedim ya, peygamberlik veya başka bir mertebelik deliler de var mıdır, merak ederim Üç numaramız Önder, adam gibi bir adamdı Gerçekten adam olsaydı, “adam gibi“ der miydim? Yani aslında adam olmayıp, adam müsvettesi denilebilecek, adam taklidi yapan domuzun tekiydi Acımasız, sert ve kavgacıydı Bir insanın neleri yapamayacağını tahmin etmeye çalışırsanız, Önder’in icraatlarını sayma olasılığınız yüksektir Kedilerin kuyruklarına teneke bağlar, kuşların yuvalarını bozar, arı kovanlarını ateşe verir, çiçekleri dalından koparır, otobüslerde büyüklere yer vermez, otobüs, dolmuş ve metro gibi topluma açık yerlerde yanındakiyle yüksek sesle konuşarak çevresini rahatsız eder, yürürken yerlere tükürürdü Çiko Zafer, dört numaramızdı Oburluğu yüzünden, yemekhanede, o gün yemeğe girmeyenlerin paylarını almak için son dakikaya kadar beklerdi Aynı anda yemeğe başlayan bir Alman, salatasını yerken, bir Türk, tatlısını çoktan bitirmiştir, diyen yabancılar, onun ne kadar hızlı yediğini görselerdi, başka bir tanımlama yapmak zorunda kalırlardı Ağzı boş durmazdı, ama dolu da durmazdı, çünkü girenler bir anda yok olurdu Futbol maçlarında rakip takımın santraforu Oruç’u marke etmesini saymazsak, o iştahıyla hiçbir zaman oruç tutamayacağı da belli bir şeydi Beşinci elemanımız, mantık dersindeki elemanlar konusundaki başarısıyla “Eleman Kadri“ diye tanınan, iri kemikli, büyük dudaklı, koca burunlu bir arkadaştı Sesi öylesine güçlüydü ki, marşlarda on kişilik ses çıkarıyordu Sabahları çiğ yumurta da içmediği halde o sesi neresinden çıkarabildiği konusunda uzun tartışmalar düzenlenmiş; bir sonuca varılamayınca, belki de daha ötesinin makat bilimine katkılarıyla bilinen genel cerrahların işi olduğu düşünüldüğünden olsa gerek, konu örtbas edilmişti Elimde imkanım olsaydı, dokunulmazların hepsine dokunurdum, diyerek siyasete ilgisini belli ediyordu Sohbetlerinde “Ülkemizde yaşayan herkes eşittir, ama milletvekilleri daha da eşittir,“ dediğinden, ileride mutlaka politikayla uğraşacağını tahmin ediyordum Mangamızın altı numarası “Cik Cik Şeref”ti Önemli olan tüy kadar değil, kuş kadar hafif olmaktır, lafıyla hatırladığımız Şeref, böylece kendi lakabını da kendisi bulmuştu Babasının zaman mefhumu gözetmeden, büyük bir özveriyle yaptığı, terbiyemiz elvermediği için içeriği hakkında bilgi veremeyeceğimiz yoğun mesailerden sonra dünyaya gelen yedi kızdan sonra doğduğu için, evin “şeref”i anlamına kendisine Şeref adı verilmişti Elbette böyle bir durumda kızların --------likle itham edildiği açıktı, ancak kadının sadece adının olduğu bir toplumda bu olay görmezden gelinmişti Yedinci üyemiz “Şipşak Bora“ idi Sürekli karşı cinsi düşünen, her hafta yeni tanıştığı kızlarla yatakta sonuçlanan maceralarını, bir futbol maçını anlatırken üç kilo veren spikerlerin heyecanıyla bize aktaran arkadaşımız, havada, karada, denizde, jandarmada ve her yerde engel tanımadan faaliyetlerine devam ediyordu Henüz bir kızın ellerine dokunmamış, kilolarca sabun tüketerek çavuşu tokatlamaya talim edenlerin karşısında büyük bir itibarı vardı “Tüfek omza!“ komutlarında, herkesin kendisine yönelen imalı bakışlarına aldırmazmış gibi davranıp, Türk kadınının sanıldığının tersine erkeklerden çok daha fazla cinsel özgürlüğe sahip olduğunu savunuyordu En çirkin kızların, en yakışıklı delikanlılarla birlikte olabilmesi için göz ucuyla bakıp, manyel göndermesi yeterli olabiliyorken, yetenekleri ve yakışıklılığıyla dikkati çeken erkeklerin, çok çirkin kızlarla istediklerini yapamadıklarını örnek gösteriyordu Sekiz numaramız Homeros Ömer, tam manasıyla tarih delisi, sinema hastası bir arkadaştı Kedilere bayıldığı için, yemeklerden sonra artan yemekleri toplayıp, arka bahçede onlara ziyafet verirdi Birkaç defa koğuşa da kedi getirmeye kalkışmış, ama özellikle alerjisi olanların tepkileri nedeniyle koynunda kediyle yatmaktan mahrum kalmıştı Türkiye’ye gelen tüm filmleri izler, yerli ve yabancı bütün aktör ve artistleri iyi tanırdı Sanatçı olmayı düşlediği için kendisi de rol yapmaya çalışır, çoğunlukla da başarılı olurdu Öğrenci rolünü mükemmel yapan Homeros, mangamızın entelektüel yükünü omuzlarında taşıyordu Dokuzuncu elemanımız Rambo Kazım, karateye meraklı bir kardeşimizdi Hemen her ay ya kolunu, ya bacağını veya bir başka organını kırdığı için yılın büyük bölümünü alçılar içinde geçiren Rambo’nun, sağlam olup da mangamızı şereflendirdiği günler çok azdı Kırılmadık kemiği kalmadığı için, bir gün kendisiyle kavga etme talihsizliği yaşayan olursa, acısını ondan çıkartması muhtemeldi Kovboy filmlerini kaçırmaz, Malkoçoğlu ve Tarkan filmlerini soluk soluğa izlerdi Onun varlığı, mangamızın bir takım kadar güçlü olmasını sağlıyordu, denilebilir Son üyemiz Gelgeç Şaban, birçok şeye heveslenip, kısa zamanda bıktığı için kalıcı hobileri olmayan biriydi Bir bakıyorsunuz, resme hevesleniyor, bir hafta sonra bir başka şeye, mesela heykelciliğe merak sarıyordu Kısa süre sonra başka bir şeye merak duyacağını bildiğimiz için, astroloji bitti, sırada ne var? diye arkadaşlarla kendi aramızda tahminler yapardık Her şeyi yapmak isteyip de hiçbir şeyi yapamayan Gelgeç, ortamı renklendiren bir kişiliğe sahipti Bir günden bir güne hayalet manganın tekmillere tam kadro çıktığı görülmemiştir, demiştim En azından birimiz, çoğunlukla birden fazlamız, mutlaka araziye uyar, ortadan kaybolurdu Onları idare edip, olmadıkları halde “var“ diye bildirmekle gereksiz bir sorumluluk da alırdım Varlığına rağmen yok olabilen mangamızın adı da buradan kaynaklanıyordu Ölümle tehdit edilseler dahi, hepsinin bir arada bulunması gene de mümkün olmayan hayalet mangayı aynı anda toplayabilmeyi kimsenin başaramayacağına inanılıyordu; ancak ben bu konuya kafamı takmıştım Ne yapıp edecek, mangamızın eksiksiz olarak mesai yapmasını sağlayacaktım Aylarca düşündükten sonra, onları bir araya getirmenin yolunu buldum Mangamıza, okulumuzun çok yakınında bulunan Yatılı Kız Lisesine operasyon yapmayı önerdim Teker teker görüşüp fikirlerini aldığımda, hepsinin bu planı harika bulduğunu, hele Şip Şak Bora’nın heyecandan yerinde duramadığını anlamıştım Hiçbir zaman bir araya gelmeyen mangamız, tam yedi defa, ayrıntılı taarruz planı için toplanmış, uzun tartışmalarla hazırlıklarını sürdürmüştü Operasyon, kızların izine çıkacakları hafta sonunu iyice özlemeye başladıkları Çarşamba günü, dersler bittikten sonra, akşam etüdüne kadar olan beş saatlik süre içinde yapılacaktı Okuldan firar etmenin yanında, düşman cephesinin içine sızmak daha da zordu Zaten toplantılarımızın günlerce sürmesi de bu güçlüklerden kaynaklanıyordu Planlama safhasında, Kadiriye, Filiz, Nesrin ve Tülay gibi o okulda öğrenim gören, daha önceden tanıdığımız arkadaşlarımızdan yardım alarak koordineli hareket etmeyi kararlaştırdık Büyük taarruz günü gelip, ağaçların arasından ilerleyerek Yatılı Kız Lisesinin önüne vardığımızda, daha önceden anlaştığımız üzere sığırcık ötüşüyle işareti verdik Bizi bekleyen kızlar, hemen gelip, içeri girebileceğimiz yeri gösterdiler Sonra da girip beklememizi söyledikleri, kapıcı odasına benzer bir odaya bizi alıp, kısa bir süre sonra diğer arkadaşlarıyla birlikte geleceklerini açıkladılar; ama kapıyı üstümüze kilitlemişlerdi Beş dakika, on dakika, yarım saat, bir saat geçmiş, kimse gelmiyordu Zifiri karanlık bir odada kıstırılmıştık Ava giden avlanır, bahtsız avcıyı dağda ayılar öper, derler Hepimiz endişelenerek utanmaya başlamıştık Bu halimizi duysalar, arkadaşlarımızın içine bir daha çıkamazdık Tam üç saat sonra kapının önünde bir ses işittik Kadiriye, konuşmak için gelmişti: “Arkadaşlar, bizleri oyun konusu yapmanız hoşumuza gitmediği için, size ders vermek amacıyla karşı oyun geliştirdik Sizin kötü niyetli olmadığınızı nasıl biliyorsak, bizim de kötü niyetli olmadığımızı bilmenizi istiyoruz Bu zamana kadar hiçbir gücün sizi bir araya getiremediğini, sırf bizim için toplandığınızı görmek kendimizle gurur duymamızı sağladı Arkadaşlığımızın bozulması şöyle dursun, eskisinden de güzel devam etmesini dilediğimizin bir işareti olarak, döndüğünüzde arkadaşlarınıza mahcup olmamanız için kapının önüne kullanılmış on kız külotu bırakacağım Böylece Hayalet Manganın artan itibarına bizim de bir katkımız olabilir Yolunuz açık olsun!“ deyip, kilidi çevirmiş, ama dışarı çıktığımızda ortadan kaybolmuştu Kapının önünde rengarenk külotlar vardı; Kadiriye’nin dediği gibi onları aldığımız gibi okulun yolunu tuttuk Esaretten değil de fetihten döndüğümüzü sanarak bizleri omuzlarına alan arkadaşlarımızla birlikte defalarca hayalet manga marşını söyledik Manga üyeleri olarak bizler, tarihçiler gibi davranıp, gerçekleri dile getirmeyip, olayları istediğimiz gibi anlatmış, bu sayede kahraman olmuştuk Rezillikle vezirliğin birbirlerine pamuk ipliği kadar yakın olduklarını o gün anlamıştım Not:Yayınlanmaya hazır “HAYALET ADAM” isimli romanımdan alıntıdır |
|