Türk Lerde İslamiyet Sonrası Kültür ve Medeniyet (1.Bölüm) |
09-12-2009 | #1 |
Şengül Şirin
|
Türk Lerde İslamiyet Sonrası Kültür ve Medeniyet (1.Bölüm)Türk lerde İslamiyet Sonrası Kültür ve Medeniyet (1Bölüm) Türk lerde İslamiyet Öncesi Kültür ve Medeniyet (3 ve Son Bölüm) Diğer taraftan eski Türklerde ahlâkî prensipler bakımından, zina etmek, yalan söylemek, dedikodu yapmak, düşmanları bile olsa bir kimseyi aldatmak, zulüm etmek, hırsızlık yapmak gibi hususlar büyük suç olarak kabul edilip, bunları yapanlar çok ağır şekilde cezalandırılırdı Yukarıda belirtilen temel itikadî ve amelî esaslar, İslâmla büyük bir benzerlik göstermektedir Allah’ın her kavme ve millete peygamber gönderdiği bilindiğine göre, Hazret-i Nuh’un oğlu Yâfes‘in evlatları olan Türklere de peygamberler geldiği ve bunlara doğru yolu gösterdiği çok büyük ihtimal dahilindedir Ancak bu peygambere veya yol göstericiye Türklerin ne ad verdiği üzerinde durulmalıdır Nitekim, uçmak (Cennet), tamu (Cehennem), yükünç (secde, namaz), uluğ-gün (kıyamet), yek (şeytan), yazuk (günah) terimlerinin her biri İslamiyette de görülmektedir Bu durumda Türklerin, sonradan zalim hükümdarlar veya bozuk din adamları eliyle, dinlerine hurafeler, yanlış fikirler katıldığı anlaşılmaktadır Göktürklerin ilk yıllarında Budistler, onların ülkelerinde tapınakalar kurmaya ve taraftar toplamaya başladılar Mukan Kağan’ın ölümü üzerine onun yerine geçen Taba Kağan (572-581), Budist rahiplerini ve onların tapınaklarını aziz kılmaya başlayınca, beyleri bu işe karşı çıktı Aynı şekilde Bilge Kağan, Tao dininin ve Budizmin Türkler arasında yayılmasına göz yumunca, Bilge Tonyukuk karşı gelerek, bu dinlerin Türk milletini uyuşturacağını belirtti ve engelledi İlk defa Uygur Kağanı Bögü Kağan (759-779), Tibet Seferi sırasında Mani dînini kabul etti ve halkı bu dine çevirmeleri için yanında mani rahipleri getirdi Uygur Devleti, böylece resmen Mani dînine girdi Daha sonra Uygurların bir kısmı Budist oldu Avrupa’ya giden Türklerden Hazarlar, Musevî dinine girdiler Avrupa’daki diğer Türk kavimleriyse Hristiyanlaşarak millî benliklerini kaybettiler Türk lerde İslamiyet Sonrası Kültür ve Medeniyet (1Bölüm) İlk Müslüman Türk devletlerinden olan Karahanlılarda, ülkenin doğusunu idare eden büyük hakana Arslan Han adı verilirdi Onun hakimiyeti altında batı bölgelerini, Buğra ünvanını taşıyan diğer bir han idare etmekteydi Sonra devlet merkezinde hakanlara vekâlet eden, Erkan, Sagun gibi ünvanlar alan İligler ve tekin diye anılan şehzadeler geliyordu Ayrıca bir danışma kurulu vardı Hükümdarlığı halife tarafından tasdik edilen Gazne hükümdarı Mahmud, sultan ünvanını ilk defa kullanan hükümdar olarak bilinir Daha sonra bu ünvan, bütün Müslüman devlet başkanları tarafından kullanılmıştır Anadolu Türkmen beyliklerinde, atabeyliklerde de sultan ünvanı kullanılmıştır İslamiyette devlet başkanı olan halife, peygamberin vekili olduğu için, bütün Müslümanların başı durumundaydı Türk cihan hakimiyeti düşüncesi, güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar dünyanın Türk hükümdarı tarafından idare edilmesi gerektiği esasına dayanıyordu 11 asır yazarlarından Kaşgarlı Mahmud şöyle demektedir: “Allah, devlet güneşini Türklerin burcunda doğdurmuş, göklerdeki dairelere benzeyen devletleri onun saltanatı etrafında döndürmüş, Türkleri yeryüzünün hakimi yapmıştır” Oğuz destanındaki ok motifi, Göktürk Kitabelerinde zaptı düşünülen istikametlere önceden prenslerin tayin edilmesi, Türk kültüründeki cihan hakimiyeti ülküsünün işaretiydi Selçuklular, Dandanakan Savaşının hemen arkasından bir savaş meclisi toplamışlar ve burada fütuhat yönlerini ve görev alacak başbuğları kararlaştırmışlardır Malazgirt Savaşı ve Anadolu’nun fethi de, cihan hakimiyeti ülküsünün bir sonucu idi Türk sultanları, topluluklar arsında sosyal, kültürel dînî müsamaha bakımından herhangi bir fark kabul etmemişler, herkese eşit hak ve adalet tanımışlardır Müslüman Türk devletlerinde çeşitli boylara mensup, türlü diller konuşan ve ayrı dinlere mensup olanların kültürlerine dokunulmamıştır Bu prensip, Osmanlı devrinde de devam etmiştir Türklerin İslam kültürünü tam anlamıyla benimsemeleri neticesinde, İslamiyet Türkler için başlıca dayanak haline gelmiştir Haçlı orduları Hristiyanlık davasıyla harekete geçerek İslam ülkelerini ağır tehdit altına aldıkları zaman ve daha sonra, asırlarca süren bu batılı zihniyet karşısında Türkler için Müslümanlık en büyük güç kaynağı oldu Böylece Türklüğü yükseltmek ve İslamı yaymak düşüncesi, fetihleri Hristiyan dünyasına dönük Osmanlı Devletinde, en yüksek seviyeye ulaşmıştır Müslüman Türk devletlerinde, kendilerine bir bölgenin idaresi verilen hanedan üyeleri, melik diye anılırdı Bunlar yarı müstakil bir şekilde hareket ederlerdi Bulundukları bölgede, asıl devlet merkezindekine benzer bir dîvan kuruluşuna da sahiptiler Ayrıca vezir ve askerî kuvvetleri vardı Halife, sultan ve kendi adlarına hutbe okuturlar, bağlı olarak para bastırırlardı Bu melikler, merkezdeki sultan tarafından temsil edilen yüksek iktidarı tanırlardı Siyasî temasları veya giriştikleri savaşları, asıl devletin ana siyaseti çerçevesinde yürütürlerdi Ancak melik olmak, ülkenin bir parçasını şahsî mülk haline getirmek ve onu kendi keyfine göre idare etmek değildi İlteriş Kağan Hükümdarın vefatı veya şiddetli bir dış istilâ gibi hâdiseler sonucu, merkezde iktidar boşluğu olunca, devlet bütünlüğü bozulmaya yüz tutar, iktidara sahip olmak için şehzadeler birbiriyle mücadeleye girişirdi Bu durum, Selçuklu Devletinin daha uzun ömürlü olmasını önlemiştir Ancak Osmanlılar, bunu göz önüne alarak hakimiyetin bölünmemesini prensibini gerçekleştirip, devleti altı asırdan fazla ayakta tutabilmişlerdir Aynı husus Göktürklerde, İlteriş Kağan ile kardeşi Kapagan Kağan’ın çocukları arasında da görülmüştür Türk lerde İslamiyet Sonrası Kültür ve Medeniyet (2Bölüm) Büyük Selçuklu Devleti zamanında, Türk medeniyeti çok yüksek bir seviyeye ulaşmıştır Selçuklu sultanları, devleti adaletle idare etmeye büyük önem verirler ve devletin devamını bunda görürlerdi Sultanlar, haftanın belirli günlerinde, devlet ileri gelenleri kabul ederlerdi Halkın şikâyetlerini dinler, devlete karşı işlenen suçlara bakan yüksek mahkemeye başkanlık yaparlardı Saray teşkilatı doğrudan sultanın şahsına bağlıydı ve görevlilerin hepsi onun en güvenilir adamları arasından seçilirdi Türkler, devlet kurdukları zaman Ortadoğu’daki kültür çevresinin en önmli unsuru din idi İslamın emirlerinden biri de bu dini yaymaktı Aslında cihad inancı, Türklerin fetih düşüncelerine de uygun düşüyordu Bu bakımdan bu yolda mücadeleye girişen Karahanlılar, Mâverâünnehir’deki eski kültür merkezleri Buhara ve Semerkand’da yaptıkları gibi, daha doğuda Balasagun Kaşgar’da İslamiyeti yaygınlaştıran müesseseler meydana getirmişlerdi İç Asya’nın dağlık bölgelerinden gelen Türklere, Müslüman olmaları için hanlık arazisinde yer verilmişti Karahanlı idarecileri, en çok Uygurların Müslüman olmasını hedef almışlardı Maniheist ve Budist olan bu Türk topluluğunun İslama kazandırılmasını istiyorlardı Gaznelilerde de devlet-halk birliğini sağlayan ilk unsur İslamdı Gazneliler, Afganlılar ve Gurlularla çetin muharebelere girişerek, onları İslama kazandırmaya çalışıyorlardı Müslümanlık, Sultan Mahmud’un oğulları ve Delhi sultanları vasıtasıyla daha da yaygınlaştırılmıştı Anadolu’nun fethinde tam bir cihad havasına girilmişti Bizans topraklarının kurtarılması gerektiği yolundaki İslam dünyasında mevcut genel kanaat, Türk başbuğlarına güçlü bir manevî destek sağlamıştır Böylece gelişen Türk birliği şuuru Haçlıların bütün gayretlerini boşa çıkardı Moğol istilâsına da aynı güçle karşı konuldu Müslüman Türk devletleri, Rafızîlik inancına düşen İranlılarla çok uğraşmışlardır Türk sultanları, siyasî birlik yanında manevî birliği de kurup yaşatmak gerektiğine inanmışlardı Selçuklu sultanları, Mısır Memlûk sultanları, Delhi Türk sultanlığı, Türkmen beylikleri, Atabeylikler, Timurlular ve Akkoyunlular da aynı yolda yürüdüler Fakat bu muazzam siyaset, Moğol istilâsıyla ağır bir darbe yemiş, Orta Doğu’yu işgal hareketine katılan Moğol idarecileri ve kitlelerinin büyük çoğunluğu putperest ve kısmen de Hristiyan oldukları için, Müslümanlara hiçbir din hürriyeti tanınmamıştır Ayrıca Moğollar, İslam dünyasında, kendi hakimiyetleri uğrunda din adamlarına ve halka büyük zulüm ve işkence yapmışlardır Müslüman Türk devletlerinde din ve fen ilimlerinin gelişmesi için çok gayret harcanmıştır Gazne, Delhi kültür çevresinde tanınmış Türk âlimleri yetişmiş, müspet ilimler sahasında da büyük ilerlemeler kaydedilmiştir Trigonometrinin kurucularından Birunî ve İbn-i Türk, Matematik ilminin doğudaki en önemli temsilcileri oldular Çeşitli ilim dallarında yüz ondan fazla eser yazan Birunî, Gazne sarayında yaşamış ve Sultan Mahmud’un Hind seferine katılmıştı Matematik, Coğrafya, Jeoloji, jeodezi, astronomi ve trigonometri ile ilgili eserler yazan bu büyük bilgin, bilim tarihinin dâhîlerinden kabul edilmektedir Karahanlılar devrine ait manzum ve Türkçe bir eser olan Kutadgu Bilig, Türk devlet düşüncesi, kanun anlayışı, hakimiyet telâkkisi ve siyasî görüşleri bakımından şaheserdir 1060 yılında, Balasagunlu Yusuf Has Hâcib‘in Kaşgar’da yazarak Buğra Hana sunduğu, Uygur ve İslâmî Türk yazısı ile nüshaları bulunan bu eser, İslâmî devrin âbidelerindendir Selçuklular devrinde eğitim ve öğretim en yüksek seviyeye ulaşmıştır Bu dönemde sultanlar, devlet adamları, hatunlar ve tabiplerin gayretleriyle yeni müesseseler kurularak, her biri tıp fakültesi mahiyetinde, Kayseri, Sivas, Konya, Divriği, Çankırı ve Kastamonu‘da hastaneler ve medreseler yapılmıştır Türk lerde İslamiyet Sonrası Kültür ve Medeniyet (3Bölüm) Müslüman Türk devletlerinde, büyük kısmı şaheser sayılacak derecede, mîmarî, kitabe, hat, tezhib, süsleme, minyatür, çini, halı, kilim gibi mükemmel sanat eserleri yapılmıştır Asya içlerinden Akdeniz’e, Oğuz bozkırlarından Hindistan ortalarına ve Mısır’a kadar uzanan geniş sahada, o devrin Türk devletlerinden kalma saray, cami, mescit, imaret, han, hamam, dârüşşifa, medrese, hanekâh, türbe, künbet, şadırvan, çeşme, sebil, kale, sur ve mezar sandukası gibi binlerce sanat eseri günümüze kadar gelmiştir Türkler, bu çağda, sanat dünyasına önemli yenilikler getirmişlerdir Medrese ve medrese-cami mîmârîsi, çift kubbe inşaatı, silindir biçiminde bazan yivli, yüksek, ince minare tipi, demet sütun, sivri kemer, pencerelerin katlar halinde sıralanması, kubbe yapımında Türk üçgenleri, dikdörtgen veya beş köşeli mihraplar bunların belli başlılarındandır Yazı, minyatür, tezhib ve süslemede, büyük hamleler olmuştur Taş işçiliği, kuyumculuk, kakmacılık, bakır işçiliği, zırh, kemer, kalkan, mineli cam yapımı, seramik, dokumacılık, halıcılık ve döküm sanatının en zarif örnekleri verilmiştir Bunların taşınabilir olanları, halâ Türk ve dünya müzelerinin gözde eserleri durumundadır Taşınamaz olanları ise, Türkün ayak bastığı her yere, açıkhava müzesi görünümü verir Karahanlılarda halk dili ve edebî dil Türkçe’ydi Gazneli ve Harezmşahlar saraylarında Türkçe konuşulurdu Delhi Türk Sultanlığında, idareci tabaka ve ordu mensupları da Türkçe konuşuyordu Selçuklularda da halkın ekseriyeti ile ordunun dili Türkçe idi Bu devletlerde yazışmaların Farsça ve Arapça olması veya ilmî eserlerin bu dillerde yazılması, İslâm dünyasının ortak dili olmasından kaynaklanıyordu Müslüman Türk devletlerinde Türkçenin önemini gösteren vesikalardan biri, 11 asırda Kaşgarlı Mahmud tarafından, Bağdat’ta yazılan Dîvanü Lügati’t-Türk’tür Müellif, bu eserini, Türk olmayanların Türkçe öğrenme ihtiyacını karşılamak üzere yazdığını kaydetmektedir Selçuklu teşkilatında çok önemli yeri bulunan atabeglik müessesesi, Türklerin İslâm dünyasına getirdiği bir yenilikti Osmanlılarda bunlara lala denmiştir Üç kıtanın ortasında ve iç denizler üzerinde kurulan Osmanlı Devleti, Türk milletinin en büyük eserini, Türk cihan hakimiyeti tarihinin de en yüksek siyasî teşkilatını temsil eder Osmanlı Devleti, siyasî istikrarı, sosyal adaleti ve bünyesinin sağlamlığı, kavimler ve dinler arasında kurduğu âhengi, çok yüksek ve ince idare sistemi, kudretli ordusu, yüksek askerî tekniği, geniş hukukî faaliyetleri ve nihayet edebiyat, sanat ve mîmarîde ortaya koyduğu ihtişamlı eserleriyle de, tarihte müstesna yerini almıştır Osmanlı devri, bu azameti, hiçbir devlete nasip olmayan, zengin yerli ve yabancı tarih kaynakları, muazzam arşivleriyle çok geniş bir şekilde tetkik imkânlarını bahşetmektedir Osmanlı Devletinin bütün ülkeye yayılmış eğitim ve öğretim kurumları olduğu gibi, gayri müslim ve yabancıların da okulları vardı Özellikle II Abdülhamid Han zamanında, ülkenin her köşesine aynı şekilde ve değerde liseler yapıldı Bunların bazısı halâ, açılış günlerinin tarihini taşıyan sağlam, eğitim ve öğretim düzeyi yüksek olan, Türkiye’nin en meşhur liseleridir Osmanlı eğitim ve öğretim sisteminde öğrenci-öğretmen ve veli münasebetleri mükemmel olup, hocaya saygı gösterilirdi O da öğrencisine şefkatle muâmele ederdi Okullarda, bazı kaynaklarda ileri sürüldüğü gibi falaka ve dayak yoktu Osmanlılarda bütün dinî, fennî, sosyal ilimler ve teknik bilgiler, kuruluşundan sonuna kadar her seviyede öğretilip uygulanarak yayıldı Devletin kuruluşunda, kurucuların etrafında, Türkiye Selçukluları devrinde yetişen âlimler vardı Osmanlılar devrinde yapılan mektep ve medreselerden, yazılan kitap ve diğer eserlerin bazılarından, imkânlar ölçüsünde halen faydalanılmaktadır Eserlerin çokluğu ve tasnif edilememesi, eldekilerin toplanamaması, bir kısmının çalınarak Avrupa’ya ve diğer ülkelere kaçırılması, bir kısmının Türkiye toprakları dışında kalması, kültür eserlerimizin Osmanlılar devrinde, akıllara durgunluk verecek düzeyde olduğunu göstermektedir Ne yazık ki Osmanlı Türkçesi de bu eserlere paralellik göstermekte ve kelime hazinesi halâ bilinmemektedir Türk lerde İslamiyet Sonrası Kültür ve Medeniyet (4Bölüm) Müslüman Türklerde Toplum Hayatı: Müslüman Türklerde sınıfsız bir toplum hayatı vardı Köle vardı, fakat Osmanlı ülkesinden alınmazdı Kölelik devamlı değildi Âzad edilip hürriyete kavuşarak devlet kademesinde görev alabilirdi Köylü hür olup, serflik (toprağa bağlı kölelik) yoktu Bütün dünya Müslümanlarını ilgilendiren halifelik makamı da 1516 yılından itibaren, Osmanlı padişahları eliyle Türklere geçti Osmanlılar devrinde Türklere ve gayri müslimlere verilen, kendi din ve dillerinde mabed ve okul açıp ibadetlerini yapabilme hürriyet ve hoşgörüsü günümüzün hiçbir liberal, kapitalist, komünist ve dikta rejiminin imkân tanımadığı ölçüde serbestti Müslüman Türklerde İslam ahlâkı hakimdi Umumî kaideler dahil, herkes, İslam ahlâkına ve örfe uymak zorundaydı Vatanseverlik, vakar, büyüğe hürmet, küçüğe şefkat, vefa ve sadakat, hayırseverlik, cömertlik, merhamet ve hoşgörü, namus, temizlik, hayvan ve bitki sevgisi, his, kıymet ve idealleri başlığı altında toplanabilen ahlâk ölçülerine titizlikle riayet edilirdi Güzel ahlâk ve bu değer ölçüleri sayesinde, Türk toprakları emniyet ve huzur içindeydi ve kardeşlik havası hakimdi II Abdülhamid Han zamanında Osmanlı ülkesinde bulunan Edmondo da Amicis, Constantinopoli adlı eserinde: “Paşasından sokak satıcısına kadar istisnasız her Türkte vakar, ağırbaşlılık ve asillik ihtişamı vardır Hepsi, derece farkları olmasına rağmen, aynı terbiyeyle yetişmişlerdir Kıyafetleri farklı olmasa, İstanbul’da bir başka tabakanın olduğu belli değildir… İstanbul’un Türk halkı, Avrupa’nın en nazik ve kibar cemaatidir En ıssız sokaklarda bile, bir yabancı için küçük bir hakarete uğrama tehlikesi yoktur Namaz kılınırken bile bir Hristiyan camiye girip, Müslüman ibadetini seyredebilir Size bakmazlar bile, küstahça bir bakış değil, sizinle ilgilenen mütecessis bir nazar dahî göremezsiniz Kahkaha ve kadın sesi duyamazsınız Fuhuşla ilgili en küçük bir olaya şahit olmak imkân dışıdır Sokaklarda bir yerde birikmek, yolu tıkamak, yüksek sesle konuşmak, çarşıda bir dükkânı lüzumundan fazla işgal etmek, ayıp sayılır…” demektedir Rum isyanının baş planlayıcısı Patrik Gregoryus, Rus Çarı Aleksandr’a yazdığı mektupta, Müslüman Türk’ün ahlâk ve seviyesini çok güzel ifade etmektedir Bu ibret verici mektup şöyledir: “Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak mümkün değildir Çünkü Türkler, çok sabırlı ve mukavemetli insanlardır Gayet mağrurdurlar ve izzet-i iman sahibidirler Bu hasletleri, dinlerine bağlılıklarından, kadere rıza göstermelerinden, an’anelerinin kuvvetinden, padişahlarına, devlet adamlarına, kumandanlarına, büyüklerine olan itaat duygularından gelmektedir Türkler, zekîdirler ve kendilerini müsbet yolda sevk ve idare edecek reislere sahip oldukları sürece de çalışkandırlar Gayet kanaatkârdırlar Onların bütün meziyetleri, hattâ kahramanlık ve şecaat duyguları da an’anelerine bağlılıklarından, ahlâklarının düzgünlüğünden gelmektedir Türklerde evvelâ itaat duygusunu kırmak ve manevî bağlarını parçalamak, dinî sağlamlığı zayıflatmak gerekir Bunun en kısa yolu, millî gelenekleriyle maneviyatlarına uymayan yabancı fikirlere ve hareketlere alıştırmaktır Maneviyatları sarsıldığı gün, Türklerin, kendilerinden şeklen çok kudretli, kalabalık ve zahiren hakim kuvvetler önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve onları maddî vasıtaların üstünlüğüyle yıkmak kolay olacaktır Bu sebeple, Osmanlı Devletini tasfiye için, yalnız harp meydanlarındaki zaferler kâfi değildir Hattâ sadece bu yolda yürümek, Türklerin haysiyet ve vakarını tahrik edeceğinden, hakikatlerine nüfuz etmelerine sebep olabilir Yapılacak şey, hissettirmeden, bünyelerindeki tahribi tamamlamaktır” Türkler, Müslüman olduktan sonra her gittikleri yere adalet, fazilet ve medeniyet götürmüşlerdir Bugün, medenî olduklarını söyleyen Avrupa ülkeleri, medeniyeti Müslüman Türklerden öğrenmişlerdir Türk milletini ve devletlerini asırlarca ayakta tutan, yaşatan büyük ve başlıca kuvvet inanç, adalet, iyilik, doğruluk ve fedakârlıktır Türk lerde İslamiyet Sonrası Kültür ve Medeniyet (5 ve Son Bölüm) Türkler ve Spor: Büyük ve mükemmel devletler kuran Türkler, millî tarihlerini askerî zaferlerle süslemişlerdir Barış zamanlarında da çok iyi sporcu olmaları, başarı sırlarından biridir Bedenî kabiliyetlerinin üstün şekilde gelişmesi, her cins harp silahlarını kullanmadaki maharetleri sayesinde, çoğu zaman bire iki, bire üç nisbetindeki kalabalık düşmanlarına karşı parlak meydan savaşları kazanmışlardır Türklerin meşgul olduğu sporlar, daima savaşla ilgilidir Ata binmek, cirit oynamak, güreş, okçuluk, kılıç, gürz ve matrak talimi, hışt atmak, koşu, tokmak oyunu, av gibi sporlar bunların başlıcalarıdır Ata binmek, çok eski çağlardan beri, Türkler için yürümek kadar doğal bir şeydi Türkler, adeta at sırtında doğar ve at sırtında ölürlerdi Orta ve Ön Asya’da yetişen cüsse itibariyle biraz küçük, ancak yorgunluğa, sıcak ve soğuğa, her türlü eziyete, sıkıntıya fevkalade dayanıklı, çok süratli ve eğitilme yeteneği yüksek Türk atları, sahiplerini Çin Seddi’nden Orta Avrupa’ya kadar şerefle taşımışlardır Nitekim bütün Türk devletlerinde sefer gücünün esasını süvari teşkil etmiş ve bunlar savaşların kazanılmasında büyük rol oynamışlardır Osmanlı Devletinde de, gerek Kapıkulu süvarisinin ve gerekse Timarlı Sipahinin önemi çok büyük olduğu gibi, vezir ve beylerbeylerinin kapı halkı hemen hemen tamamen atlıydı Ata ve biniciliğe çok önem veren Türkler, eskiden beri at yarışları ve at üzerinde silah kullanma müsabakaları tertip ederlerdi Cirit, bunların en önemlisiydi Cirit, bir kol boyunda, ucunda temren denilen, demirden delici kısmı olan bir silah olup, kurutulmuş kayın veya şimşir ağacından yapılırdı Savaşta süvari hücum ettiği vakit, ciridi düşmana fırlatırdı Ciridi, uzun mesafeye atmakta Türkler pek hünerli olup, görenler hayrette kalırdı Güreşse, Türklerin çok eski millî sporuydu Göğüs göğüse yapılan savaşlarda, güreş bilenin daima üstün çıkacağı kuşkusuz olduğu için, bu spor dalı Türkler arasında çok rağbet görmüş ve gelişmiştir Türklerin asıl millî güreşi, yağsız karakucak güreşi idi Sonraları, Rumeli’ye mahsus olan yağlı güreşlere de yer verilmiştir Okçuluk, Türklerin ünlü sporlarındandır Çok eski zamnlardan beri harp sahasında kendileriyle karşılaşanlar, Türklerin ok atmadaki ustalıklarından hayranlıkla söz etmişlerdir Türkler, kısa fakat çok kuvvetli yaylar kullanırlardı Oku gerek piyade ve gerekse süvari olarak kullanmakta emsalleri yoktu Süratle giden bir atın üzerinden, hedefe isabetli ok atarlardı Okmeydanı’nda kurulan meşhur kemankeşler oağı, 15 ve 16 asırlarda emsalsiz üstadlar yetiştirmiştir Bu arada lodos, poyraz, gündoğusu, batı, kıble, karayel, yıldız gibi yönlerde esen rüzgârlara atılan kamış ve tahta oklarla kurulan menziller, yani kırılan rekorlar, erişilemeyecek kadar yüksektir Türkler, kılıç kullanmakta da ustaydılar Bu, şimşirbazlık denilen bir sporun, yani bugünkü eskrim sporunun doğmasına sebep olmuştur Türk kılıçları, başlıca yatağan ve pala olmak üzere iki kısımdı Yatağan, yeniçeri silahlarından olup, meşhur kıvrık Türk kılıcıydı Pala ise daha ziyade bahriye askeri ve süvariler tarafından kullanılırdı Pala, düz, genişliği ucuna doğru biraz artan ve bu yüzden hafifçe öne kıvrık gibi görünen bir silahtı Türklerin gürzleri de ünlüydü Bunlar yekpare saplı veya zincir saplı olurdu Spor için ise somak veya mermer gürz kullanılırdı Talim gürzleri, ikiyüz okka (2565 kg) kadar olurdu Bununla müsabakalardan önce çok idman yapılırdı Gürz, sağ ve sol elde, değişik yönlerde, belli kaidelerle çevrilip sallanarak, kaldırılıp indirdilerek kullanılırdı Türklerin en dikkat çeken sporu, muhakkak ki tokmaktır Bu oyun, bugünkü futbolun babası olup, Orta Asya’da çok makbul bir spordu Meşhur Ali Kuşçu’nun kısaltarak Türkçeye çevirdiği Tarih-i Hata ve Hoten adlı, aslı o taraflara giden İranlı bir tüccar tarafından yazılmış eserde; Türklerin öküz ödünü şişirip, ayak topu oynadıkları, yahut ata binerek değnekle bu topa vurmak suretiyle müsabakalar düzenledikleri nakledilmektedir Tokmak, aslında, tabanı kösele olmayıp, üstü gibi deriden yapılmış kısa konçlu bir çeşit çizmenin adıdır Öküz ödünden yapılmış top oynanırken, ayağa bu giyildiği için adına tokmak oyunu denilmiştir Bütün bu sporlarda muvaffak olmanın en büyük ödülü, kazanılan nam ve şandı Bu sporlar, Türk milletini ve özellikle askerî kuvvetleri, güçlü, çevik, mahir, meşakkate dayanıklı, iyi silahşör, soğukkanlı, mükemmel savaşçılar haline getirmiş, onlar da kendilerini her zaman zaferden zafere götüren bu hassalarını muhafaza için, sulh zamanlarında da talim ve sporu terk etmemişlerdi İdmanlarını her zaman seve seve yapan Türkler, bu sayede iyi bir spor terbiyesine ve bunun temin ettiği maddî ve manevî faydalara sahip olmuşlardır
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|
|