İstanbul - Kuleleri |
10-07-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
İstanbul - KuleleriKızkulesi (Üsküdar) İstanbul Üsküdar ilçesinde, İstanbul boğazının ağzında, Sarayburnu ile Salacak arasında olan bu kule boğazın Anadolu sahiline 200 m uzaklıktaki bir kayalığın üzerinde olup, İstanbul’un simgelerinden birisidir Bu kayalıktan tarihte ilk kez MÖ 411’deki Atina-Sparta savaşı sırasında küçük Byzantion şehrinin Sparta’yı tutmasıyla bahsedilmektedir Atina’nın galibiyeti ile sonuçlanan bu savaş sonrasında Boğaz’ın Avrupa yakası Sparta, Anadolu tarafı ise Atina egemenliğinde kalmıştır Atina, Boğaz’ın giriş-çıkışını kontrol altına almak için bu küçük kayalığın üzerinde bir gümrük istasyonu kurmuştur Makedonya Kralı Philippos Byzantion’a saldırı tehdidinde bulununca Atina, General Khares’in komutasındaki 40 gemilik bir donanmayı buraya göndermiştir Bu sefer sırasında karısı Bous’u da yanında getiren Kheres, eşinin Hrispolis’de (Üsküdar) hastalanıp ölmesi üzerine onun anısına bu kayalığın üzerinde bir sunak ile anıt-mezar yaptırmıştır Bu anıt mermer bir kaidenin üzerindeki sütunun üzerinde bronz veya altından olduğu söylenen bir dana heykelidir Eski tarihçiler bu heykelin kaidesinde şu yazıtın bulunduğunu belirtmektedirler: “ Inakhos’un ineğinin heykeli değilim, adını benden alamaz Karşıdaki Bosporos denizi; bu ineği sürdü Pharos’a kadar Yetkin Hera’nın öfkesi Ama ben, Keklops’un soyundanım Ölümüme kadar ve Khares’in eşiydim, onu izliyordum Kuşkusuz, Philippos’un gemilerine karşı Düve denildi bana şimdi Khares’in sevgili eşi, İki anakaranın her ikisinde oturuyorum” Bu kayalık Mitolojide bir takım efsanelere konu olmuştur Bu efsanelerden birine göre; Tanrı Okeanos’un oğlu Argos kralı İnakhos’un kızı İo, bir ineğin üzerinde veya bir inek kılığına girip, karnında Zeus’un çocuğu Epaphos’u taşıyarak yolculuğuna Kuzguncuk’tan başlayıp, Damalis (Grekçede öküz demektir) adı verilen bu kayalıkta dinlendiği sonra karşı kıyıdaki Byzantion’a geçmiştir Bu efsaneye dayanarak bu kayalık “Damalis ve Arcla” adını alır Arcla sözcüğünün karşılığı da Grekçede “küçük kale” demektir Gizemli bir anıt olan Kızkulesi’nin adı birçok efsaneye konu olmuştur Bunların içinde en çok popüler olanı Ovidius’un yazdığı bir aşk efsanesi olan Leander’in hikâyesi olup, bu kayalık ve kule onun adı ile uzun yıllar anılmıştır Bu efsaneye göre; Afrodit Tapınağı rahibelerinden olan Hero ile Leandros bir tören sırasında tanışırlar ve birbirlerini delicesine severler Evlenmesi yasak olan Hero, Leandros’dan ayrılmak zorunda kalır ve Kızkulesi’ne kapatılır Her gece Hero bir fener yakarak karşı sahilden yüzerek gelen Leandros’a yol göstermektedir Fırtınalı bir gecede Hero’nun yaktığı kandil söner ve Leandros yolunu kaybederek boğazın akıntısına kapılarak denizde kaybolur Ertesi günün sabahı sevgilisinin sahile vurmuş cesedini gören Hero da kendini kuleden azgın sulara atarak ölümü seçer Mitolojiye göre Afrodit Mabedi Sestos’dadır Leander de Abidos’lu bir gençtir Bu iki genç Aphrodit Mabedi’nde yapılan bir törende birbirlerini tanıyarak aşık olurlar Burada adı geçen Sestos ve Abydos Çanakkale yöresinde olduğundan bu efsanenin Çanakkale Boğazı’na ait olması daha doğrudur XVIII yüzyılda Batı dünyasında “antikite modası” başlayınca batılı yazarlar bu efsaneyi Kızkulesi’ne monte etmişlerdir Bir başka efsane de bir kralın kızına aittir Bu efsane ile Kleopatra’nın ölümü için anlatılanlar birbirlerine çok benzemektedir Bu söylenceye göre; Kral’a çok sevdiği kızının on sekiz yaşına gelince bir yılan tarafından sokulup öleceğini kâhinler söylerler Bunun üzerine kral kızını korumak için bu kayalığın üzerinde yaptırdığı bir kuleye onu yerleştirir Bir gün kızına getirilen yiyeceklerin içindeki üzüm sepetine gizlenmiş olan zehirli bir yılan kız üzümleri yerken çıkar ve onu ısırarak ölümüne sebep olur Kral ise çok sevdiği kızını toprağa koymaya gönlü elvermediğinden onu demirden bir tabuta koyarak Ayasofya’nın narteks kapısı üzerine yerleştirir Yine bu söylenceye göre burada bulunan iki delik, yılanın kızın cesedini rahat bırakmayarak yine onu sokmak için oraya girip çıktığını gösteriyormuş Günümüzde bu kapının üzerindeki demir kutunun işlevinin ne olduğu bilinmemektedir Ama tabut olmadığı da bir insanın sığabileceği büyüklükte olmamasından bellidir Ayasofya’nın eski Müdürlerinden Erdem Yücel bunun eski yapıdan kalan bir kapı sövesi olduğunu ileri sürmektedir Doğu Mitolojisinde ise Kızkulesi’ne bir de Battal Gazi efsanesini yakıştırılmıştır Buna göre; Battal Gazi askerleri ile kuleye baskın yaparak oradaki hazineleri ve tekfurun burada koruma altına aldığı kızını alıp Üsküdar’a geçer ve oradan atına atlayarak kız ile beraber buradan uzaklaşır “Atı alan Üsküdar’ı geçti” sözü de bu efsaneden kaynaklanmaktadır Tarihte bu kayalığın ilk defa kullanılması IManuel Komnenos (1143–1180) zamanındadır Komnenos Marmara’ya bakan yazlık sarayını yaptırdığında şehrin savunmana yardım için iki tane de kule yaptırmıştır Bunlardan biri Mangana Manastırı yakınında (Topkapı Sarayı’nın sahili) diğeri ise Kızkulesi’nin bulunduğu yerdedir Bu dönemin Bizanslı tarihçisi Niketas Honiates daha önceleri Damalis olarak tanınan bu yerin kule yapıldıktan sonra “Arcla” (Kale) adını aldığını yazmaktadır İmparator Komnenos’un bu kuleyi yaptırdıktan sonra Mangana’daki kule ile aralarına bağladığı bir zincirle başkente saldıracak savaş gemilerinin geçişini engellemek istemiştir Ayrıca gümrük vergilerini ödemekten kaçınacak olan ticaret gemilerini de kontrol altına almak istemiştir Bu iki kule arasındaki oldukça büyük olan açıklığı kapatmak için de araya koyduğu ağır sallar ile zinciri birbirine bağlamıştır Herhangi bir gemi geçiş izni aldığında bu salların arasındaki zincir açılıyor, gemi geçtikten sonra da kapatılıyordu Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u kuşattığı sırada Bizans’a yardım etmek için Venedik’ten Treviziano komutasında gelen bir filonun burada üslendiğini Limnili Francis’in kroniğinden öğrenmekteyiz Fetihten sonra Fatih Sultan Mehmet bu küçük kaleyi yıktırır ve yerine taştan, etrafı mazgallarla çevrili küçük bir kalecik yaptırır Devrinin vakanüvisti olan Tursun Bey tarihinde kızkulesi’nden şöyle bahsetmektedir: “ İstanbul limanı ağzına mukabil, Anadolu yakasında, deniz içinde döküntü taş arasında bir muhkem kal’a yaptırdı ve toplar vaz eyledi ki, atıldıkça liman içinde gemi durdurmaz” Hünername minyatürlerinde ve 1520 de Buondelmonti tarafından yapılıp Vavassore tarafından basılan desende üzerinde sivri bir külahı olan duvarlarında da çepeçevre pencere açıklıkları olan bu kaleyi görülmektedir 1600’lü yıllarda Fransız rahibi J Grelot’un yaptığı İstanbul panoraması gravüründe Kızkulesi dört köşe, etrafı mazgallı küçük bir kalecik şeklindedir Evliya Çelebi ise her zamanki abartısı ile Seyahatnamesi’nde Kızkulesi’nden şöyle söz etmektedir: “kulenin karadan bir ok menzili mesafede, dört köşe ve seksen sıra yüksekliğinde ikiyüz adım hacminde ve iki tarafa nazır demir bir kapısı vardır İçinde dizdarlarıyla 100 adet muhafız neferi, sahilde 40 pare balyemez toplarıyla mükemmel bir cephaneliği vardır” 1510 depreminden büyük zarar gören kuleyi Yavuz Sultan Selim onarmıştır Bu tarihten itibaren de kule artık bir kale değil bir deniz feneri olarak hizmet vermeye başlamıştır Ayrıca fırtınalı günlerde küçük tekneler bu kayalıklara çengel atarak akıntıya kapılıp sürüklenmelerini önlemişlerdir Kuledeki toplar da artık korunma için değil merasimlerde selamlama için atılıyordu Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümünden sonra tahta geçmek için İstanbul’a gelen Şehzade Selim Üsküdar’dan geçerken Kızkulesi’nden atılan toplarla selamlanmıştır Bundan sonra uzun süre tahta geçen her Padişah için bu selamlama yapılarak tahta geçiş top atışları ile halka duyurulmuştur 1719’da fenerde yağ kandilinin rüzgâr etkisiyle etrafı tutuşturmasından dolayı çıkan yangın ile iç kısmı tamamen ahşap olan kule yanmış, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından taştan yeniden yaptırılmıştır Bu inşaat sırasında kulenin en üst katına çatısı sütunlara oturan bir camlı köşk ilave edilmiş ve etrafı duvarla çevrilmiştir 1734’de Lale Devri’nin önemli mimarlarından olan Kayserili Mehmet Ağa tarafından bazı ilavelerle onarılmıştır Kızkulesi, İstanbul’daki diğer sur ve kalelerde olduğu gibi sürgüne gidecek olan devlet büyüklerinin ilk konakladıkları ve bazen de idam edildikleri yer olmuştur I Mahmud (1730–1754) Kızlarağası Beşir Ağa’nın pervasız davranışlarından dolayı onu Bostancıbaşı teknesi ile Kızkulesi’ne göndermiş ve orada başını kestirttikten sonra Topkapı Sarayı önündeki “İbret Taşı”na koydurarak teşhir ettirmiştir Sultan III Osman da 1755 de Sadrazamı Hekimoğlu Ali Paşaya sinirlenir ve “ben istesem hamalı bile sadrazam yaparım” demiş, Hekimoğlu bunun üzerine “ Hünkârım yaparsınız ama ona Hamal Ali Paşa bana ise Hekimoğlu Ali Paşa derler” diye cevap verince sinirlenerek Onu Kızkulesi’ne hapsettirmiştir Bu arada devreye Sultan III Osman’ın annesi Şehsuvar Kadın girmiş ve oğlunu ikna ederek Sadrazamın Kıbrıs’a sürgün yollanması ile başının vurulmasını kurtarmıştır 1836–1837 senesinde İstanbul’da baş gösteren ve ölü sayısının 20-30 bin arasında olduğu tahmin edilen Veba salgını sırasında hastaların tecrit edilmesi için burada bir Veba Hastanesi kurulmuş ve hastanenin başhekimliğine de Fransız Doktor MBulard getirilmiştir Mat’un adı verilen Kızkulesi’nde tesis edilen bu hastanede uygulanan karantina ile salgının yayılması önlenmiştir Sultan II Mahmut’un emri ile 1832’de büyük bir onarım geçirmiş ve kapı üzerine Padişahın tuğrası ile hattat Rakım’ın yazdığı tamir kitabesi yerleştirilmiştir 1857’deki onarımda kuleye deniz feneri ilave edilmiş ve bu fener 1920’de otomatik ışık yayma sistemiyle yenilenmiştir 1943’de yeniden büyük bir onarım geçiren bu kulenin çevresine büyük kayalar yerleştirilerek denize kayması önlenmiştir Bu arada kulenin oturduğu kayanın etrafındaki rıhtımdaki ambar ve gaz depoları kaldırılmıştır Yapının dış duvarları korunarak içi betonarme olarak yenilenmiştir1959’dan itibaren bir süre Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı radar üssü olarak hizmet vermiştir 1965’de “ Deniz Kuvvetleri Tesisi Mayın Gözetleme ve Radar İstasyonu” olan binanın zemin katında mutfak, ısı santralı, Jeneratör odası, üst katlarında ise operasyon odası, radyo-link santralı, alıcı-verici odası ve film odası gibi kısımlar eklenmiştir Binanın kule bölümündeki katlarda ise, personelin yatakhaneleri ve çalışma odaları bulunmakta idi Çatıya ve kuledeki terasa ise radarlar yerleştirilmişti 1982’den itibaren bina Deniz Kuvvetleri’nden Türkiye Denizcilik İşletmesine devredilmiş, Deniz Yollarının Kasımpaşa’daki deposu yıkılınca tersanelerde uzun süre bekleyen gemilerdeki haşere ve fareleri öldürmek için kullanılan siyanür buraya taşınmış ve depolanmıştır Siyanür deposu olarak kullanılan kuledeki zehir 1990’da boşaltılmış ve 1992’de mülkiyet Hazineye devredilmiştir Bu tarihten sonra buranın ne şekilde kullanılacağı hususunda projeler üretilmiş ve 2000 yılında Kızkulesi tekrar büyük bir onarıma alınıp aslına uygun olarak restore edilmiştir Bu onarım sırasında, zemin katta evvelce bilinmeyen Sarayburnu’na bakan cephesinde 45 derece, Boğaziçi’ne bakan tarafında ise dik açılı mazgal delikleri ortaya çıkmıştır Mazgalların bu durumu hem gün ışığının içeriye girmesini sağlamak hem de top atışlarını kolaylaştırmak içindir Ayrıca bu restorasyonda sonradan ilave edilmiş bazı bölümler kaldırılmış, dört köşe kule demir kasnaklarla takviye edilmiştir Restorasyon sonrasında “Hamoğlu Turizm” şirketine kiraya verilen kule halkın hizmetine açılmıştır Restoran olarak kullanılan zemin kattan ahşap merdivenlerle üst katlara çıkılmaktadır Hediyelik eşyaların satıldığı stentlerin etrafını dolaşan balkon kısmı ise çay salonu olarak hizmet vermektedir Galata Kulesi (Beyoğlu) İstanbul Beyoğlu ilçesinde Galata’da Bizans devrinde XII yüzyıldan itibaren İtalyan asıllı Ceneviz yerleşimi başlamıştır Bizans’ın iyice zayıfladığı XIV yüzyılda ise kolonilerinin etrafını saran surların bir parçası olarak da deniz seviyesinden 35 m kadar yükseklikteki, arazinin en yüksek yerine, Haliç girişiyle Marmara’ya hâkim bir yerde karadan gelecek tehlikeleri önlemek maksadıyla, önce kalın bir burç inşa etmişlerdir Bizanslıların Büyük burç (Megalos Pyrgos) Cenevizlilerin ise İsa Kulesi (Christea turris) diye tanımladıkları bu burç Galata Kulesi’nin esasını teşkil etmektedir Daha sonra Bizans tahtının iki ortağı olan VI İoannes Kantakuzenos ile V İoannes Palaiologos arasındaki iktidar çekişmelerinden istifade ederek 1348’de bu kuleyi inşa etmişlerdir Cenevizlilerin 1349 yılında inşaatını tamamladıkları, surların günümüzdeki Lüleci Hendek Sokağı’nda Küçükkule kapısı üzerindeki Ceneviz ve Bizans armalarının yanındaki bir levhada yazılıdır Kayalık ve killi şistli bir zemin üzerine yuvarlak olarak taştan inşa edilmiş olan bu kule Ortaçağ askeri mimarisine uygun bir biçimde dış zeminden yüksek bir girişi vardı Dışarı ile olan irtibatını ise kalın zincirlerle tutturulmuş, ahşaptan açılır-kapanır bir köprü sağlıyordu Kulenin eteğindeki sur duvarı ile aradaki açıklıktaki avluda bulunan Büyük ve küçük kule kapıları ile yerleşime bağlanmıştı Kulenin zemininde 150 m yükseklik ve 072 m genişliğindeki bir kanal ise büyük bir olasılıkla gizli bir sarnıca veya suyoluna ulaşıyordu Kule’nin 1446’da Galata Podestası Baldassaro Maruffo tarafından yükseltildiğini gösteren mermer bir kitabede yazılıdır Fetihten sonra Fatih Sultan Mehmet Galata surlarının bir kısmı ile kuleyi de 75 m kadar yıktırmıştır 1509’da “Küçük Kıyamet” olarak adlandırılan depremde kule büyük hasar görmüş ve Mimar Murad bin Hayreddin tarafından onarılmıştır Bugün kulenin üçüncü katını dışarıdan dolaşan tuğladan yapılmış iki kuşak ile beşinci kattaki pencerelerin sivri kemerleri ve kulenin üstünü örten sivri çatı Osmanlı tarzındadır XVI yüzyılda Kasımpaşa Tersanesi’nde çalıştırılan Hıristiyan esirler burada oturtulmaktaydı 1552’de bir İspanyol, esirlerin bu kulede yaşadığını, ölenlerin ise hendeklere gömüldüğünü yazmıştır1774’de İstanbul’a gelen gezgin Pierre Lescalopier, Galata’daki bu kulenin bir zindan olarak kullanıldığından söz etmektedir 1582–1588’de İstanbul’da esir olarak bulunan Mıchael Heberer ise “etrafı yüksek duvarlarla çevrili geniş bir avlu ortasındaki pek yüksek yuvarlak gövdeli kulenin” içinde çeşitli işlerde çalıştırılan 1500 kadar esirden söz etmektedir Galata kulesi Sultan III Selim zamanında 25 Temmuz 1794 yangınında tekrar büyük zarar görmüştür Bu yangından sonra duvar yüksekliği 2 mye kadar indirilmiş ve buraya üç oda, bir divanhane ve dört köşesine de çıkma şeklinde dört adet camlı cumba ilave edilmiştir Yanan sivri ahşap külah da yenilenmiştir Bu onarımdan sonra kulenin aldığı şekli gösteren en önemli belge devrin saray mimarı Ignaz Melling’in yaptığı gravürdür Bu dönemde bir de buraya sesini her taraftan duyurabilecek güçte kös ve davul konulmuştur XVIII yüzyılda burada bir mehterhane takımının yaşadığı, müzik aletlerinin tamiri için verilmiş 1780 tarihli bir dilekçeden anlaşılmaktadır1791’de İstanbul’a gelen Salaberry ismindeki seyyah kitabında buradan gelen kös ve davul seslerinden bahsetmektedir İnciciyan ise XVIII yüzyılın başından itibaren burada yangınları gözetleyen ve kös vurarak bunu şehrin diğer mahallelerine bildiren bir teşkilat olduğunu yazmaktadır 1861’de İstanbul’a gelen gezginlerden Joanne İsambert Galata Kulesi’nden 141 merdivenle çıkılan 8 katlı bir kule ve sivri külahının içinde ise bir güvercinlik bulunduğundan söz etmiştir 1875’de gelen Charles de Mouy ise en üst katın ve külahın içinin özel surette beslenen kuşlarla dolu olduğunu yazarak İsambert’i desteklemektedir Sultan III Selim zamanındaki onarım için şair Avni’nin yazdığı tarih kasidesi ise şöyledir: “O şehinşahı cihan Hazret-i Sultan Selim Bânii saltanat ü zılli hüdâvendi ezel Çün harab olmuş idi âteş ile bu kulle Etti tecdid anı ol Pâdişah-ı fahr-i düvel Pasbanlığı içün yandı yakıldı ammâ Hıl’atın giydi çerağ oldu yine kail-i evvel Kâfiristanı idüb âteşi kahr-ı sûzan Eylesün mülkünü âbâd Hüdâ azze ve cell Dedi tecdîdine menkuut ile Aynî târih Yenilendi Galata Kullesi pek oldu güzel 1209 (1794–1795) ” 1831 yangınında tekrar yanan kule yeniden onarılmıştır Bu yangında Sultan III Selim’in yaptırttığı dört cumbalı külah tamamen yanmıştır Bu onarım sırasında en üst kata ampir üslubunda 14 adet pencereli ve yüksek tavanlı bir salonu olan bir kat ile onun üstünde yine 14 pencereli bir cihannüma katı ile etrafı çepeçevre dolaşan bir açık balkon ilave edilmiştir Bu son kata ortada 5 ahşap sütuna oturan 40 basamaklı ahşaptan bir döner merdiven ile çıkılıyordu Sivri çatısı da bir öncekine göre daha dik bir külah ile kapatılmış ve üzeri kurşun kaplanmıştır Sultan II Mahmud’un yaptırdığı bu onarımı anlatan giriş kapısının üzerindeki şair Pertev tarafından yazılmış olan kitabe ise şöyledir: “Nizam-ı devlet Hazret-i Sultan Mahmud Hân Kıyam-ı mülkü millet kehf-i ümmet sâye-i Yezdân Uluvvi himmetidir ol şehinşah-ı dil âgâhın İden saat be saat an bean dünyâyı âbâdân Bu kulle ez-kezâ yanmışdı yapdı eskiden a’lâ Görüb bağrı yanıklar bildi neymiş şîre-i ihsan: Bu kulle zînet-i şehr-i Stanbul olsa şâyeste Menâr-ı kulle-i ikbâl ü şevket dense de şâyân Buna rif’at veren bu rütbe feyz-i istikamettir Olur ibret şinâsan irtifâi bâmına hayrân Bu kulle peşte-i kaaf’a sezâdır olsa harf endâz Anın fahriyesi anka bunun şehnâmesi devrân Cihânı sâye-i lûtfunda kılsun serteser mâmur Dil-i hâsidden özge kalmasun hiç külbe-i virân Sezâ Pertev güherle zeyn olunsa seng-i târihi Bu kulle pek metin oldu pek âlâ yapdı Mahmud Han 1248 ” Kuleye eklenen bu katlara bir kahvehâne ile yangın gözcüleri yerleştirilmiştir 1875’de çıkan bir fırtınada sivri külah çok zarar gördüğünden kaldırılmış ve yerine sekizgen şeklinde ahşap bir kat ilave edilmiş, ortada bulunan döner merdiven kaldırılarak yerine 45 derece eğimli bir ahşap merdiven yapılmış bir de uzun bir bayrak direği dikilmiştir Galata Kulesi bu şekli ile 1964 yılı restorasyonuna kadar gelmiştir Bu restorasyon sırasında kule Sultan II Mahmud dönemindeki haline getirilmiştir Duvar kalınlığı 375 m olan Galata Kulesi’nin dıştan çapı 1645 m içten ise 895 mdir Üç ile dördüncü kat arasındaki merdiven tekniği diğer katlardan farklıdır Asıl girişten dördüncü kata kadar kulenin yalnız bir tarafında duvarın içine gömülmüş bir taş merdiven bulunmaktadır Bu merdiven bir kattan diğerine tek tarafta bir yarım daire şeklindedir Dördüncü kattan itibaren ise merdivenler ahşaptır Kuledeki bütün mimari unsurlar 4 üncü kattan itibaren olan kısmın Türk yapısı olduğunu gösterir Beşinci kattaki 035 m çapında yedi tane top namlusu lumbarı dikkati çekmektedir Bunların fetihten sonra yapılan inşaatta açıldığı kesindir Türk ve Dünya tarihinde ilk uçan adam unvanını taşıyan Hazerfan Ahmet Çelebi Okmeydanı’ndaki ilk tecrübesini yaptıktan sonra Galata Kulesi’nden Üsküdar’a doğru bütün İstanbul halkının gözleri önünde, kollarına taktığı kocaman kanatları ile uçmuş ve Üsküdar’daki Doğancılar Parkı’nın olduğu yere inmiştir Günümüzdeki planör tekniğinin öncüsü olarak da kabul edilen bu uçuş için Ahmed Çelebi kuşları örnek aldığı gibi rüzgâr akımlarını da hesaplamıştır Onun bu uçuşunu Sarayburnu’ndaki Sinan Paşa Köşkü’nden seyreden Sultan IV Murad önce Hazerfan Ahmet Çelebi’ye bir kese altın vererek ödüllendirmiş sonra da Cezayir’e sürgüne yollamıştır Galata Kulesi’nde 1960 yılında başlatılan restorasyon ve çevre temizliği ile kule ve meydanı çağdaş bir görünüme sokulmuştur 2000 yılında tekrar küçük bir onarım ve düzenleme yapılarak kule turizme açılmıştır Dokuz katlı olan bu kulenin yedinci katına kadar asansörle çıkılmakta, son iki kat için merdiven kullanılmaktadır Dokuzuncu kattaki mekân gündüzleri kafeterya ve restoran olarak hizmet vermektedir Ziyaretçiler her gün 900–1900 saatleri arasında kuleyi gezebilmektedirler İngiliz Deniz Hastanesi Kulesi (Beyoğlu) İstanbul ili Beyoğlu ilçesi, Bereketzade Sokağı’ndaki bu yapı bir İskoç Şatosu görünümünde olup, günümüzde Beyoğlu Hastanesi olarak kullanılmaktadır Kapitülasyonların verildiği dönemde İstanbul limanına gelen İngiliz gemicilerinin çoğunun hastalanması üzerine onların tedavisi için İngiliz hükümetince yaptırılmıştır 1904’de Plânını HPercey Adams’ın çizdiği “L” biçiminde bir plana sahip olan bu yapının kanatların kesiştiği köşesinde yer alan çok uzaklardan bile görülebilen yüksekçe bir kulesi bulunmaktadır Ayrıca her iki cephesinde de uçlarda birer küçük kule bulunmaktadır Kesme taştan yapılmış olan bina ve kule, mimari bakımdan bir bütünlük içindedir L şeklindeki binanın birleştiği yerin beşinci katından itibaren kule yükselmektedir Sekizgen kasnaklı olan kulenin yüksek kaidesinin köşeleri gömme payelerle hareketlendirilmiş olup, bu payelerin üzerlerinde dışarıya taşkın çörtenler bulunmaktadır Sekizgen cephede bir cephe sağır ve küçük sütunçelerle süslü, diğeri ise yuvarlar kemerli ikizli pencerelerle hareketlendirilmiştir Buradan daha küçük ikinci bir sekizgen gövdeye geçilmektedir Bu iki bölüm arasını ise çepeçevre bir sahanlık çevrelemektedir Bu sekizgen gövdenin üzerinde çeşitli küçük pencereler açılmıştır Kulenin üstünü ise basık yuvarlak bir kubbe örtmekte olup onun da üzerinde bir bayrak gönderi bulunmaktadır İngiltere’nin mülkiyetinde bulunan “British Seaman Hospital” isimli bu hastane binası 1924’de Kızılay’a devredilmiş, Kızılay da 1933’de binayı İstanbul Belediyesi’ne vermiş ve böylece İstanbul’daki Belediyeye ait ilk hastane olmuştur Beyazıd Yangın Kulesi (Eminönü) İstanbul Eminönü ilçesinde, İstanbul Üniversitesi merkez binası bahçesinin doğusundaki bu yangın kulesi, İstanbul’da çok sık çıkan yangınların doğurduğu bir gereksinimden dolayı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından 1720’de ahşap olarak yaptırılmıştır İstanbul’da o dönemlerde yangınlar, mahallelerde oluşturulan tulumbacı ocakları tarafından söndürülüyordu İtfaiyenin öncüsü sayılan Tulumbacı Teşkilatı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından kurulmuştur Ahşap kuleye 25 acemi oğlanı yerleştirilmiş ve şehri gece-gündüz gözetleyen bu personele de “Köşklü” adı verilmiştir 1774’deki büyük Cibali yangını sırasında yanan bu ilk kulenin yerine yine ahşaptan yeni bir kule yapılmıştır 1826’da Yeniçeri Ocağı kaldırılınca buraya bağlı olan Tulumbacı Ocağı da kaldırılmış, yangın kulesi de bu ocağa bağlı olduğu için yıktırılmıştır Ancak, birkaç gün sonra çıkan büyük Hocapaşa yangını İstanbul’un büyük bir bölümünü yaktığı için yangın kulesinin önemi ortaya çıkmış ve yeniden ahşap olarak Mimar Kirkor Amira Balyan’ın projesi ile yeniden yaptırılmıştır 21 Haziran 1826’da Yeniçeri yandaşları tarafından bir isyan teşebbüsü ile kundaklanıp yakılmıştır Bu olayı devrinin tarihçilerinden Cevdet Paşa tarihindeki 1826 senesi olaylarında şöyle anlatmaktadır: “ Sultan Mahmud Ağakapusunda yıktırılmış olan yangın köşkünün bir eşinin Seraskerlik kapısında yapılmasını emretti; kâğir olarak inşasını irade etmiş ise de uzun vakte muhtac olduğu için şimdilik eskisi gibi ahşap olarak inşasına başlandı Kule bitinceye kadar yangın gözetlemeğe memur edilen Asâkir-i Mansure neferleri Süleymaniye Camiinin bir minaresinde nöbetle gözcülük yaptılar Kule kısa zaman içinde tamamlandı, efradın içine yerleştirilmesi için yapının içinde ve dışındaki talaş, ağaç ve tahta parçalarının temizlenmesi kalmıştı Yeniçeri gayretkeşlerinden oldukları halde Asâkir-i Mansureye yazılmış olan müfsidler isyan etmek üzere ittifak etmişler ve bulundukları taburun diğer neferlerini de iğfal ederek büyük zabitlerinin haberi olmadan Serasker Paşa ile Başbinbaşı ağanın evlerinde bulundukları gece mezkûr yangın kulesinin dibinde toplanıp kuleye ateş verip yakmışlar Garazları Serasker Paşa ile baş binbaşıyı yangın sebebi ile oraya getirtip cümlesini öldürerek isyan etmekmiş Hâlbuki Serasker Paşanın adamları suikasdi öğrenip paşaya haber vermişler Derhal tertibat alınmış, kapılar askerle tutulmuş, mezkûr tabur Boğaza nakledilerek efrad iskeleden kayıklara bindirilir iken isyana ön ayak olanlar tesbit edilmiş ve iskelede idam olunmuşlardır; gemilerle boğaza gönderilen taburun sâir efradı da orada muhtelif kıtalara ve hizmetlere dağıtıldıktan sonra idam olunmuşlar Bu vakadan sonra Asâkir-i Mansûreye nefer yazılanların mazileri hakkında çok dikkatli tahkikat yapılmıştır” Bu olaydan iki yıl sonra yeni tulumbacı teşkilatı kurulmuş, eski kolluk tulumbaları tamir edilerek mahallelerin karakollarına bağlanmıştır Bu düzenlemeden sonra Beyazıd Yangın Kulesi 1828’de mimar Senekerim Balyan’ın projesi ile Barok üslupta taştan yeniden inşa edilmiştir Serasker Hüseyin Paşa’nın zamanında başlayan inşaat Hüsrev Paşa’nın Seraskerliği zamanında bitirilmiştir Bu inşaatta kule, köşeleri yuvarlatılmış piramit şeklinde bir kaideden sonra soğan biçimli bir ikinci kaideden sonra 85 m yüksekliğinde üzerleri profilli bir gövde olarak devam etmektedir Bu gövde çanak biçiminde konsollu ve etrafına yuvarlak kemerli pencereler açılmış bir gözetleme katı ile sona ermektedir Üzerini de geniş saçaklı külah biçiminde bir çatı örtmekte idi Alttaki piramidal kaidenin doğu yüzündeki giriş kapısının üzerinde hattat Yesârizâde Mustafa İzzet Efendi’nin ta’lik hattı ile dikdörtgen kartuşlar içinde yazılmış Keçecizade İzzet Molla’nın da tarih manzumesini yazdığı kitabe bulunmaktadır Bunun üzerinde ise bir madalyon içinde II Mahmud’un tuğrası bulunmaktadır Bu kitabenin metni şöyledir: “Köhne bünyânı elhanı itmede halâ binâ - Eyleyüb Eski Sarayın Bâb-ı Serasker ol şah Nev benev yapmakda anda bir nice alâ binâ – Emreyleyüb Serasker-i sâbık Hüseyin Gaziye Buldu bu kaafi şecaat Kulle-i ranâ binâ – Eyleyüb Seraskeri lâhik nezâret hüsnüne Âni mânen eyledi gûya iki paşa binâ – Revzeni eflâkden baktıkca zîr-i pâyine Kaldı kendi kaddire hayretde bu balâ binâ – Olmasa zerrin külâhı asumana minneti Arz ider mi zer âlemle kevkebi zehrâ binâ – Dârı mülkî etmesün bu Kulleye muhtac Hak Ziynet içün etmiş olsun şâh-ı mülk ârâ binâ – Kullei eflâk durdukça o şâhın eylesün Zirve-i çarha esâsı şevketin Mevlâ binâ Sanki tâkı çarha yazdım İzzetâ târihimi Kıldı Ham Mahmud-u Adlî Kulle-i valâ binâ 1244 (1828–1829 ” 1849’da çatı kaldırılmış yukarıya doğru küçülerek devam eden ampir üslubunda, dört yuvarlak pencereli birer odadan meydana gelen üç kat ilave edilmiştir Bu katların her birinin dar ve küçük teraslarının köşeleri yivli gömme sütunlarla hareketlendirilmiş olup etrafını demir parmaklıklı küçük bir dolaşma yeri çevirmektedir Böylece dört kata ulaşan kulenin katları aşağıdan yukarıya doğru Nöbet, İşaret, Sepet ve Sancak isimleri ile anılır1889’da kulenin tepesine demirden bir gönder dikilmiş ve bugünkü görünümünü almıştır Kule gözcüleri yangını gündüzleri Sepet Kulesi’nin etrafına astıkları sepetlerle gece ise büyük fenerlerle bildirirlerdi Bu sepetlerin diziliş şekli ile fenerlerin renkleri yangının ne tarafta olduğunu belirtirdi Şayet yangın Eyüb ve sur içi İstanbul’unda ve Yeşilköy’e kadar olan kesimde ise sepet katının iki tarafına ikişer sepet asılırdı Yangın gece ise yine aynı yere kırmızı iki fener asılırdı Yangın Beyoğlu tarafında ise bir tarafa bir sepet diğer tarafa iki sepet asılır, gece de beyaz renkli iki büyük fener ışık verirdi Üsküdar ve Boğaz’ın Anadolu yakasındaki yangını belirtmek için de kulenin iki tarafına bu kez birer sepet asılır, gece de iki yana yeşil fener ışık verirdi Şayet yangın birkaç yerde çıkmış ise kulenin tepesindeki direğe renkli işaret bayrakları ilave edilirdi Sur içi İstanbul’u, Eyüp ve Yeşilköy’e kadar olan hat için kırmızı bayrak, Üsküdar ve Boğazın Anadolu yakası için yeşil bayrak, Beyoğlu ve Boğazın Rumeli yakası için de sarı bayrak kullanılırdı Bu sepetler ve fenerler kulenin iki yanındaki gemi mahmuzunu andıran direklere asılırdı 1935 yılına kadar bu sepet, bayrak ve renkli fenerler kullanılmıştır 1894 depreminde zarar gören kule hemen boşaltılarak aslına uygun olarak onarılmıştır Bu süre içerisinde görevliler Süleymaniye Camisi’nin üç şerefeli büyük minarelerinde görevlerini yapmışlardır Taştan yapılmış olan kulenin sadece 180 basamaklı merdivenleri ahşaptır Günümüzde bu tarihi yapı İstanbul Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü’ne bağlı olup, yangın gözetleme kulesi olarak kullanılmaktadır Kaynak : wwwkenthabercom |
|