Türk Mitolojisinde Kırgızlar |
10-07-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Mitolojisinde KırgızlarÖZET Türk mitolojisinde “Ay” ve “Güneş” motiflerinin çok özel bir yeri vardır İslâmiyet’ten önce “Gök-Tanrı” inancına sahip olan Türklerin efsanelerinde gök cisimlerine verilen önem büyüktür Türkler, Tanrının göklerde olduğuna ve gök cisimlerinin de İlâhi bir güce sahip olduklarına inanırlardı Asya’da, en eski tarihi geçmişe sahip olan halklardan birisi de Kırgız Türkleridir Kırgız Türklerinde, Ay ve Güneş motifleri ile ilgili çok eski efsanelerin yanında çok yeni efsaneler de mevcuttur Özellikle güneş motifi Kırgızların sosyal hayatını temsil eden çadırlarında ve siyasî hayatının sembolü bayrağında da yerini almıştır Giriş: Orta Asya’nın en eski halklarından birisi hiç şüphesiz ki Kırgız Türkleridir Yine Orta Asya halkları arasında tarihe ilk adlarını yazdıranlar da Kırgızlardır Türkistan’da geçmişin acı hatıralarını yaşayan Türk topluluklarından biri Kırgızlardır Kırgızlar, tarih itibariyle kökü çok eskilere dayanan bir Türk topluluğudur Yaşadıkları coğrafyalarının küçüklüğü ve nüfusunun azlığı şaşırtıcı olmamalıdır Bunlar tarih, kültür ve din itibariyle Türk toplumunun genel özelliklerini günümüze taşımıştır Kırgızlar tarihte, çeşitli problemlerle karşılaşmış, başka bazı Türk topluluklarının idaresi altında yaşamıştır Onlar çok kısa sayılabilecek bir dönemde müstakil devlet kurabilmiştir (Erdem, 2000I) Diğer Türk kavimlerinde olduğu gibi Kırgızlar hakkında da gerekli bilgilere ancak Çin kaynaklarından ulaşabiliyoruz Moğolların bölgeye hakimiyeti zamanına kadar, Orta Asya’nın doğusu ile ilgili bütün bilgiler resmî Çin yıllıklarından alınmıştır Bu yıllıklarda anılan halkların adı, diğer özel adlar, genel adlar ve coğrafî adlar da tabiî ki Çin harflerinin okunuş özelliklerine göre verilmiştir Rus bilim adamları Çin yıllıklarını Rusça’ya tercüme ederken, modern Çince’nin Pekin lehçesindeki ses özelliklerini dikkate almışlardır Avrupalılar ise çevirilerinde Çince’nin “Mandarin” lehçesini tercih etmişlerdir Bu çalışmalara ilâveten kimi sinologlar da dilbilim bilgileri ışığında, kelimeler yüklenmiş tarihî bilgileri diğer yazı türlerini de inceleyerek kelimenin nasıl telaffuz edildiğini en doğru biçimde açıklamaya çalışmışlardır Böylece, Çin yıllıklarında adı geçen halkların etnografik kökenleri ile ilgili sorunlar da çözüme kavuşmuştur (Barthold, 2002,9-10) Efsanelerde Kırgızlar ve Kırgız Efsaneleri: Dünyada her milletin kendine mahsus efsaneleri mevcuttur Efsaneler, o milletin dünya görüşünü, anlayışını, inançlarını, ahlâkî ve estetik normlarını bildiren folklorun bir bölümü olarak bilinmektedir Efsane (leganda), aslı Farsça bir kelime olup, Almanca ve Fransızca'da Mythe, İngilizce’de Myth kelimeleriyle ile ifade edilmektedir Yunanca, söz ve öykü anlamına gelen Mythos sözcüğünden gelmektedir Latince’de bir metin anlamında olmasına rağmen, kökü çok eski insanların arkaik düşünce sistemlerine dayanmaktadır Ağızdan ağıza anlatıla gelen olağanüstü niteliklere sahiptir Efsaneler, kutsal hayvan, bitki, eşya ve dinî fenomenler hakkında bilgi vermektedir Bunda hayaller gerçek gibi anlatılmaktadır Efsanelerdeki hayaller, halkın tabiat olaylarını ve hayatı, sosyo-ütopik veya dinî yönden algılanmasının sonucu ortaya çıkmaktadır Efsaneler halk inançlarının temel ürünleridir Evrenin yaratılışı (Kozmogoni), tanrılar (Teogoni), insanlar (Antropogoni) ve bütün bunların sonunun ne olacağı (Eskatoloji) efsanenin belli başlı konularındandır (Erdem, 2000:165) Efsaneler, belli bir anlatım tarzı ve sistemine bağlıdır Bu tarz, efsanelerin ideolojik anlamını açmaya veya o şekilde sunulmasına yardım etmektedir Asıl etki, gerçek olayların meydana gelme sebepleridir Onlar neticeyi doğrudan etkilemektedir Böylece folklora dayalı bir olay ve şahıs, bir efsanenin anlatımında etkili bir faktör oluşturmaktadır Efsanelerin bir kısmı, tarihî olayları algılamayı esas almaktadır Buna Kırgızca’da “Ulamış” denmektedir Bazıları gerçek dışı fantezi ve hayallerle dolu halk inançlarıdır ki buna da “Legenda” denmektedir Bu iki tür, zaman zaman, birbirleriyle de etkilenmektedir Issık-Köl ile ilgili anlatılanlar buna bir örnek teşkil etmektedir SN Abzelev; “Töreler zamanla değişmektedir Çoğunlukla efsanelere dönüşür Bu kültürel tarihteki gerçek olaylar, zamanla buna karşı inancı kaybetmekte ve yerine mucizevî anlatımlar almaktadır” denmektedir (Erdem, 2000:166) Şüphesiz ki, destanlar gibi efsaneler de bir milletin tarihteki uzun ömrü ili ilgilidir Bugün dünyada yüzlerce millet ismi yer almasına rağmen, ancak birkaç millet tarihle birlikte anılmaktadır Bunlardan birisi de Türk milleti ve Türk milletine bağlı Kırgız boyudur Yukarıda da belirtildiği gibi Kırgızlar Asya’nın en eski kavimlerinden biri olarak tarihe geçmiştir Bu kadar uzun bir tarihî geçmişe sahip bir millet, hiç şüphesiz ki zengin bir destan kültürüne ve bağlı olarak efsane zenginliğine sahip olacaktır Bugün dünyanın, yaşayan, en uzun, en hacimli “Manas” destanına sahip olan Kırgızları umumî Türk mitolojisi içinde diğer Türk kavimleri ile ortak ya da bizzat kendileriyle anılan efsanelerle tanımak mümkündür Kırgız efsanelerinde realizm ağır basmaktadır Narın, Issık-Köl, Kız Küyöö, Kızgart Söök, Toru-Aygır, Ceti-Ögüz bunun örneklerindendir Bunlarda anlatılan olaylar gerçeğe daha yakındır Örneğin, atını kaybeden bir adam, onu arpa tarlasının içinde bulur Kızgınlığı sebebiyle onu, olduğu yerde keser ve başını orda bırakır Sonradan buraya “Atbaşı” denir Etini narın yaparak yediği yere de “Narın” denir Kaybolan yedi öküzün taşlaştıkları yere “Cedi-Ögüz” denmektedir Zengin bir adamın kırk kızı Ramazan veya kurban bayramlarında komşu köye bayramlaşmaya giderler Dönerken yolda kar tipisine tutulurlar Sadece paltosu olan bir yetim kız kurtulur Bundan sonra orası “Kızgart” diye adlandırılır (Bayciğitov, 19851) Kırgızların efsaneler yönünden çok zengin olduğunu belirtmiştik Bu efsaneleri konularına göre şu şekilde tasnif edebiliriz: 1-Kozmolojik efsaneler; ay, yıldız, güneşin oluşumu vs (ay ve güneşle ilgili efsaneler ve Kırgız kültüründe ay ve güneş motifleri çalışmamızın esasını oluşturmaktadır) 2-Yer, su, dağ, göl ve akarsuların oluşumunu belirten coğrafî toponomik efsaneler 3-Hayvanlar ve bitkiler hakkındaki efsaneler 4-Tanrı, peygamber ve evliyalara ait efsaneler (Baycigitov, 19853) Kırgız efsanelerini eski Kırgız efsaneleri ve yeni Kırgız efsaneleri şeklinde de değerlendirebiliriz Eski Kırgız efsaneleri daha çok eski coğrafyalarında geçen ve çoğu da diğer Türk kavimleri ile ortaklaşa sahip oldukları efsanelerdir Yeni Kırgız efsaneleri ise, şu anda bulundukları coğrafya üzerinde, yakın tarihe ait olan ve bizzat kendi adlarıyla anılan efsanelerdir Yeni Kırgız efsaneleri eski Kırgız efsanelerine göre daha realisttir Eski Kırgız efsanelerinde mitolojik özellikler ön plandadır Kırgız kavminin ortaya çıkışı ile ilgili “Kırk Kız” efsanesi bunlardan birisidir: Bu efsaneye göre; “Sağın Han” adlı bir Kazak hükümdârının bir sabah erken kırk câriyesi ile beraber gezmeğe çıkarlar Henüz güneş doğmamıştı Bir ırmağın kenarına gelirler Irmağın üzerine samânın nur sütunu indiği için, suları gümüş gibi parlaktı Kızlar suların güzelliğine meftun olarak parmaklarını ırmağa daldırırlar Bu temas neticesinde hepsi gebe kalır Hükümdâr, bunların hepsini bir dağa sürgün eder Orada bunların nesli çoğalarak “Kırgız” kavmini vücûda getirirler (Gökalp,1976:110) Türklerde Gök Tanrı, Gök Kubbe ve Gök Cisimleri ile ilgili inanışlar: Türklerde, gök sonsuzluk anlamına gelmektedir İslâmiyet’ten önce Türklerde “Gök Tanrı” inancı vardı Tanrının tekliği ve göklerde oluşu, Türkler arasındaki Gök Tanrı inancının esasını oluşturmaktaydı Türklerin, İslâmiyet’i kolay kabul etmeleri ve kısa sürede İslâm dininin esaslarını hayat felsefesi olarak benimsemelerinin temelinde eski dinî inançları etkili olmuştur İslâm’a göre Allâh’ın her yer yerde olduğunu bildiğimiz halde onu yine de yukarılarda, göklerde arama gibi bir inanca da sahip oluşumuzun temelinde, göğü ve gök yüzünü sonsuzluk olarak algılamamızdan kaynaklanmaktadır Tanrıya yalvarırken ya da Tanrıdan bir şey isterken ellerimizi gök yüzüne açmamızın, yüzümüzü gök yüzüne çevirmemizin temelinde de eski inançlarımızın ve göğü sonsuz, kutsal düşünmemizin etkili olduğunu düşünmekteyiz Kırgızların da içinde olduğu Altay Türkleri’nin dinî sistemleri hakkında bilgi veren Ziya Gökalp, “Semâdaki İlâhlar” konusunda şunları yazmaktadır: “Semâdaki on yedi tabakanın en yükseğinde, yâni on yedinci tabakada bütün ilâhların babası olan “Tanrı Kara Han” sâkindir Oradan cihânın mukadderatını tâyin eder “Kara Han”dan <tecellî=emanation> sûreti ile üç büyük ilâh vücûda gelir: 1- “Bay Ülgen” ki göğün on altıncı katında “Altun Dağ”da ikamet eder ve “Altun Taht” üzerinde oturur 2- “Kızagan Tanrı” ki, göğün dokuzuncu katında oturur 3- “Herşeyi Bilen” “Mergen Tanrı” ki göğün yedinci katında oturur Yedinci katta göğü ve yeri aydınlatan “Gün Ana” adlı güneş mâbûdesi (kendisine ibadet edilen, tanrı) oturur Altıncı katta “Ay Tanrısı” oturur Buna “Ay Ata” derler Beşinci katta “en büyük yaradanlar yaradanı” olan “Kuday Yuyuç” oturur “Yayuçı” (Yaradan) mânâsındadır Üçüncü katta “Bay Ülgen”in iki oğlu oturur ki birincisinin Türkçe adı “Yayık” dır Budistler, buna “May Ene” derler İkincisinin Türkçe adı mâlûm değildir Budistlerce adı “May Tere” dir Yine bu katta “Süt Gölü” vardır ki, süt gibi beyaz olan bu göl bütün hayatların menşeidir Onun yakınında “Yedi Kuday” yâni “Yedi İlâh”ın yurdu olan “Sürö Dağı” vardır “Yedi Kuday” tâbileri olan “Yayuçı” larla berâber bu dağda yaşarlar İnsanların cenneti olan “Ak (yani Beyaz) Ülke” de buradadır (Gökalp,19761) Görüldüğü gibi eski Türkler, İlâhi güçleri gökte aramakta ve onların göğün katlarında olduğuna inanmaktadır Buna göre de yeri ve göğü aydınlatan “Güneş Tanrırısı” yedinci katta, altıncı katta ise “Ay Tanrısı” ya da “Ay Ata” oturmaktadır Eski Türkler gök kubbesini bir çadır gibi düşünmektedirler Bahaeddin Öğel, Türklerin iki alemlerinin olduğunu, bunlardan birinin kedi aileleri ile birlikte geçirdikleri dünyaları olan çadırları, ikincisi de büyük Tanrı âlemi Bu ise, gök kubbenin altında ve üstünde düzenlenmişti “Türk devleti ise, yerle Gök kubbesi arasında, Dünyanın yönlerine göre yerleştirilmiş ve kurulmuş, üçüncü bir varlık idi” Şamanist Türklerle, geri Türk toplumlarında “Gök kubbesi”, sert bir kabuk gibi tasavvur edilmişti Büyük devletler kurmuş ve imparatorluk hayatı yaşamış Türklerde ise bu inanış, yalnızca sembolik olarak kabul edilmiş ve “Cihân devleti” mefhumu da, bu ideal ile tamamlanmıştı Uygurca yazılmış olan Oğuz destanında Oğuz-Han şöyle diyordu: “Kün tuğ bolgıl, kök kurıkan!” Yani: “Güneş, tuğumuz, bayrağımız olsun; gök de çadırımız!” Türkler bunları söylerken, kendi dünya imparatorluğu ideallerini de ifade ediyorlardı Sembolik olarak güneşi Türk devletinin bayrağı ve gök kubbesini de, bir Türk çadırı olarak düşünüyorlardı(Ögel,1971:141-142) Yukarıda belirtilen “güneş tuğumuz, bayrağımız olsun; gök de çadırımız olsun” ifadesi bugünkü Kırgız bayrağındaki güneşle, yine Kırgız çadırındaki gök ve güneş benzerliğine tekrar dönmek üzere konumuza yine çadırla devam etmek istiyoruz Türklerin hayatında en önemli rol oynayan şey “Çadır” idi Bütün hayatları burada geçer ve aile bağları da bu yurt ile sembolleşirdi Onlar çadıra girdikleri zaman, dünyaları da gökleri de hep kendi çadırları olurdu Babil metinlerinde bile, gök bir çoban çadırına benzetilirken, Ortaasyalı nasıl olurdu da, bu muhteşem göğü, çadırına ve yurduna benzetmezdi İşte bizim bu konuda, hareket edeceğimiz en önemli çıkış noktamız bu olacaktır(Ögel, 1971:181) Göğün bir çadıra nasıl benzetildiğini, ya da bir çadırın göğe nasıl benzetildiğini görmek için, Kırgız Türklerinin “Boz Üy” olarak adlandırdıkları keçeden yapılmış çadırlarını tanımak gerekir Tarihte göçebe bir medeniyete sahip olan Türk kavimlerinin bir çoğu milatla beraber yerleşik medeniyete geçerken Kırgız Türklerinde göçebelik geleneği günümüze kadar gelmiştir Dolayısıyla göçebe medeniyetin ayrılmaz parçası olan çadır kültürü Kırgızların sosyo-kültürel hayatına damgasını vurmuştur Gök kubbeye benzeyen “Boz Üy” adını verdikleri çadırlarının en tepesinde güneş figürü bulunmaktadır Aynı figür bugünkü Kırgız bayrağı üzerinde de bulunmaktadır Sosyal ve kültürel hayatları üzerinde çok önemli bir yere sahip olan güneş figürlü, gök kubbeye benzeyen çadırları Kırgız Türkleri sadece barınma yeri olarak görmezler Günümüzde, şehirlerde yerleşik hayat yaşayan Kırgız Türkleri, bir yakını öldüğü zaman evlerinin önüne tepesinde güneş figürü bulunan “Boz Üy” dedikleri büyük bir çadır kurarlar ve ölen yakınlarının cenazesini üç gün boyunca o çadırda bekletirler Belirttiğimiz gibi bu çadırların tepesinde havalandırma amacıyla da kullanılan güneş figürü bulunmaktadır Görüldüğü gibi bu çadırların sosyal hayatın yanında dinî inançlarda da yeri vardır Ölen kişinin yakınları bu çadırın etrafında ağıtlar söyleyerek acılarını dile getirirler Çinliler bu törene “Kubbeli otağ altındaki tabut” adını verirler Kırgız töresine göre, kubbeli otağ altına konan ölü için akrabaları at, koyun ve sığır keserler Bu töre eski Türk kavimlerinin hepsinde vardır Buna “Yuğ Töreni” de denmektedir Ziya Gökalp, eski bir Türk efsanesinde Yuğ töreni ile ilgili şu bilgileri vermektedir: “Bilge Han’ın Yuğ’una Çin, Kırgız, Otuz Tatar, Dokuz Tatar, Türkeş vesâir milletlerden yuğcular gelmişti Bunlar dost hakanlardan birini “Balbal=Mâtem bayramının reisi” intibah ederek “Yuğ Merâsimi”nin icrâsını onun idâresine verirlerdi Cenâzelerin defninde de, bir takım merâsim icrâ ederlerdi: Tabut, cenâzenin içtimâî mevkiine ve servetine göre altın, gümüş, mücevherât, vesâir kıymetli şeylerle câriyeleri berâber gider, efendilerinin hizmetine eskisi gibi hazır bulunurlardı Cenâze nakledilirken birçok kahraman gençler de beraber bulunurlardı Ay görünür görünmez, cılasınlar muharebe manevrasına başlarlar, Ay batıncaya kadar bu manevralara devam ederlerdi Kunlar’da mezar yükseltmek âdeti yoktu” (Gökalp, 1976:115) Bu törende Ay’ın doğuşu ve batışı ile ilgili önemli bir inancın hakim olduğunu görmekteyiz |
|