Altın Yaldızlı Adam - Feyza Zaim |
09-07-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Altın Yaldızlı Adam - Feyza ZaimAltın Yaldızlı Adam Yazarı: Feyza Zaim Yayınevi: Sel Yayınları Basım Tarihi: Haziran 2005 Sayfa Sayısı: 94 ARKA KAPAK Feyza Zaim yeni bir yazar, ama Türkiye'de örneğine sık rastlanmayan uzun bir hazırlanma döneminin ardından, olgun bir ilkyapıtla okur önüne çıkmayı seçmiş bir şehrazat Dünya edebiyatının, aklın iki yakası arasında gidip gelen ünlü sıradışı kişileriyle aşık atan, alabildiğine özel bir kahramanla buluşturuyor bizi Uğultularla zenginleşmiş, doludizgin bir roman İNCELEME Daha önce Fransızca’dan yaptığı Nathalie Sarraute, Robert Pinget ve Jean Boisselier çevirileriyle tanıdığımız Feyza Zaim’in ilk romanı “Altın Yaldızlı Adam”, bir solukta okunacak dört (iç)monolog biçiminde kurgulanmış 94 sayfalık kısa bir roman Yazarın aldığı edebiyat eğitiminin, editörlük ve çevirmenlik deneyimlerinin anlatı diline dolaysızca yansıdığı “Altın Yaldızlı Adam”, dili ve anlatımı kadar seçtiği insan tipleri ve mekanlarıyla da dikkat çekici Herkesin bir hikayesi var Ahmet adlı bir gencin köyünü ziyaret ettiği gece gördüğü kabuslar ile gidiyoruz geçmişe Acı olayların yaşandığı günleri dört ayrı kişinin bakış akışından aktarıyor Feyza Zaim; Ahmet’in, Gülistan’ın, teyzeleri Vildan’ın ve köyün delisi Remzi’nin… İlk anlatıcımız Ahmet’i Gülistan ablası aklına düştü düşeli uyku tutmuyor Gözlerini yumsa da açsa da hep onu görecek, bunca zaman onu düşünmemek için kendisini zorladığını, duygularını bastırdığını düşünecek ve ablasının köyden kaçıp gitmesiyle yıkılan ailesini deli Remzi’nin tetiklediği imgelerle hatırlayacaktır Televizyon bile olmadığı zamanlarda, herkesin birbirinin zayıf, eksik, ezik, çürük çarık tarafıyla elleşip, oynaştığı, “açık açık, yemedi miydi gizliden gizliye eğleşmek için” birbirinin açığını kolladığı bir sırada deli Remzi’nin gelişi heyecan yaratmış köyde; “en çok da kadınlar arasında Çocuklarına bir şey yapar diye korkmuşlar, sokağa salmamışlar yumurcakları Avlularda tıkılmış kalmışlar uzun süre Analarının korkmasından korkmuşlar, geceleri kabuslar görür, bir araya geldiklerinde de birbirlerini deliyle kandırır, korkutur olmuşlar Kadınların demesinden fenalık getiren erkekler deliyi kovuyorlarmış koymasına ama deli ürkek enik gibi koşup kaçsa da sabaha geri geliyormuş gene Zaten köyün dışında, bayağı da uzağında bir kovukta kalıyormuş da, yalnızca gündüzleri yanaşıyormuş köye Sonunda artık iş öyle bir hale gelmiş ki, erkekler yere eğilip taş alır gibi yaptıklarında bile koşup kaçar olmuş deli” Ahmet’in hayranlıkla andığı ablası Gülistan ise, diğerlerinden farklı, zarif görünümlü bir kızmış çocukluğunda Ne diğer erkek çocuklardan korkarmış ne de kadın ve çocukların ürktüğü Remzi’den Açık saçık, küfürlü ama doğru bildiğini söylemekten çekinmeksizin dobra dobra konuşurmuş Ahmet ve ailesinin kaderi de Remzi’nin köye gelişiyle çizilecektir Çünkü Remzi’nin köyde arkadaşlık kurabildiği, iyi muamele gördüğü yegane insandır Gülistan Deli Remzi’yle yakınlığı bir süre sonra teyzesi Vildan’ın da körüklediği dedikodulara sebeb olacak, Güistan babasından güpegündüz köy meydanında yediği dayaktan sonra bir daha eve dönmeyecektir Anne ve babalarının çok gecikmeyen ölümüyle yalnız kalan Ahmet’se, Vildan teyzesi tarafından büyütülecek, nefret ettiği bu köyden önce üniversite, ardından iş bahanesiyle Istanbul’a kaçacaktır İstanbul’daki ilk yıllarında ablasını çok yoğun bir şekilde düşünen genç adamın bilinç akışı, duygu ve düşüncelerini çok iyi yansıtıyor; “Bir ara Korkudan Arkadaşlarla ne zaman Beyoğlu’na gidecek olsak, sarı peruklu bir kadın görürüm de, yüzünde onun yüzünü tanırım diye korktum Kötü yola düşmüş kadınların ille de sarı peruklu, bol makyajlı olmaları gerektiğini düşünüyordum Gülistan ablam, eski Türk filmlerinin etkisiyle, göğüsleri havaya kaldıran, beli sıkı sıkı saran diz üstünde bir elbiseyle, ince topuklar üzerinde belirir olmuştu zihnimde Bu görüntü o kadar gerçekti ki, onun yüzünü unutturdu bana Korkum biraz da bundandı işte Onun yüzünü artık yalnızca sarı peruklu bir kadının yüzüne bakıp hatırlayabileceğim duygusuna kapıldım Ama onca zaman sonra bugün deli Remzi’yle karşılaştığımda ilk defa gözlerinin içine baktım ve rüyamın girdabında Gülistan ablamın yüzüne rastladım En son gördüğüm haliyle gördüm yüzünü Gözleri çakmak çakmak, yanakları al al olmuş içini çeke çeke, ıslak ıslak, hıçkıra hıçkıra, dişlerinin arasından gülüşünü Sonra köyün yokuş yollarından yuvarlana yuvarlana gidişini Saçları darma dağın”… İkinci bölümde hikayeyi Gülistan’ın ağzından dinliyoruz Kardeşinin aklından geçenleri okumuşçasına “düşmedim Düşmeyi beceremem ki ben!” diyecektir Gülistan; Nasıl düştüğümü sorduklarında, anlatacak bir hikayem olmadı hiç(…) Düşmek, başkasının, çürük çarık taraflarını görüp de, gördüğünü ona belli etmektir Bakıp da gözlerini kaçırmaktır” Taşrada “öteki” olmak Gülistan’ın kast ettiği anlamda düşmüşlük durumunda olan teyzeleri Vildan, üçüncü bölümde söze karışıyor Elbette kendisini haklı çıkartan bambaşka bir hikayesi var Vildan’ın Ancak bastırılmış cinselliği, hırs ve hasetiyle kurduğu katı ahlakçı dünyası öylesine iki yüzlü ki, hayatta farklı renkler, adını tam koyamadığı özgürlükler peşinde olan yeğeni Gülistan’ın dışlanmasında baş rolü oynadığı hemen anlaşılıyor Roman tarihimiz baktığımızda, taşraya ilgi duyan yazarların üzerinde birleştikleri konular arasında kadın erkek ilişkileri ve cinselliğin ilk sıraya yerleştiğini söyleyebiliriz Koyu karanlığa gömülmüş mahremiyeti, bilip de bilmezden gelmeklikle çevrilmişliği ve yegane meşru biçiminin geleneksel evlilik olduğunu her an hatırlatan, sessiz ama buyrukçu diliyle taşra hayatının en sorunlu alanı, hiç kuşkusuz cinselliktir ve taşrada meşru cinselliğin dışındaki her tür cinsel etkinlik, cinsel heyecan, hatta cinselliğin her türden dillendirilişi, her yerde olduğundan daha radikal bir reddiye ile yasak bölgeye itilmiştir İster popüler türden olsun, ister bireyi, isterse de toplumsal gerçekleri anlatmaya soyunsun, hemen her romanda taşraya özgü başka bir mekanizma vurgulanır ki, yaptırım gücü -hayatın her alanına yayılmışlığıyla- bütün iktidar aygıtlarından daha güçlüdür Geleneğin baskılarını taşıyan, güncelleyen, yayan, davranış normlarını belirleyen ve romanda Feyza Zaim’in Vildan teyze karakteriyle dolaşıma soktuğu dedikodulardan söz ediyorum Dedikodu insanların, özellikle de yabancıların kaderlerini etkileyecek, zevki, bedeni, hayatı, anlamı tanımlayan, devletin altında ve ötesinde, beden, cinsellik, aile, akrabalık, bilgi ve teknoloji olarak işleyen bir iktidar mekanizmasıdır Öyle ki, dedikodu taşranın beslenme kaynağı, vazgeçilmez eğlence ve iletişim aracı, ama aynı zamanda en korkutucu batağıdır Bu mekanizmadan bahsetmek bireylere uzanan ve onların eylemlerini, davranışlarını, söylemlerini, öğrenme biçimlerini ve gündelik yaşamlarını belirleyen kılcal damarlardan bahsetmek demektir İnsanlararası ilişkilerin çok yakın ve iç içe olduğu taşrada sürüp giden hayatın sosyolojik özelliklerini dedikodular yansıtırlar Dedikodu, deli-akıllı, hasta-sağlıklı, serseri-efendi, yoksul-zengin, tembel-çalışkan ayrımını yapan, genel ahlak ve davranış normlarını üreten kurallara uymayanı dışlayarak cezalandıran bir kurum gibi çalışır Gülistan’ın farklılığını cezalandıran ve onun kaçmasına neden olan da aslında baba dayağı değil, bu kurumdur Son bölümde bir başka “öteki”, deli Remzi çıkıyor sahneye Böylelikle hem Remzi’yi deliliğe götüren önceki süreç hem de Ahmet, Gülistan ve diğerlerinin ilişkileri bir kez daha ama çok farklı bir bilinçlilik pozisyonundan sergileniyor Eskiye oranla kamusal mekanlardaki sayıları azalmakla birlikte hemen her yerleşim bölgesinde rastladığımız, toplumla iç içe yaşayan, zaman zaman alaya alınıp itilip kakılan, ama ince de olsa bir dokunulmazlık zırhı ile korunan “deli”lerin hepimizin hayatında bıraktığı bir iz mutlaka vardır Feyza Zaim, işte bu izi sürmüş Remzi’de Elbette onu biraz kayırmış Remzi’nin dünyası daha akılcı değil belki, ama hiç şüphe yok ki Vildan teyzeninkinden daha zengin, daha özgür ve çok daha insani Üstelik Remzi’nin bilinç akışını yansıtan son bölümde yazarın dili önceki bölümlerden daha çarpıcı; “bacaklarımın arasına alıp sıkıp ezmek istiyorum Gözümü alamıyorum o yanardöner böcekten Daha çok böcek, daha çok böcek ezeyim istiyorum Daha çok böcek, daha çok! Kasıklarımda ezeyim Kasıklarım Kasıklarımı sokuyorlar Ağzımı burnumu sokuyorlar Geri sıçrayıp kurtarıyorum kendimi Gözümü alamıyorum suratındaki o yanardöner böcekten Kasıklarımı tutup, her genç kızın rüyası Zetina Zikiş makinası Yerden taş almaya davranıyorlar” Feyza Zaim, bu ilk romanında çıkarcı, hoşgörüsüz, acımasız bir dünyayı, toplumsal ilişkilerdeki çürümüşlüğü ve ahlakın iki yüzlülüğünü ortaya koyarken her bir karakterin dilini o karakterin kültürüne, kişiliğine ve iç dünyasına uygun kelime ve cümle yapılarıyla oluşturmuş Kısa ve parçalanmış kurgusuna, anlatıcıların eksik bıraktıkları yerlere rağmen boşlukları kolaylıkla doldurup hikayeyi kendimize göre tamamlayabiliyor, hepsinden önemlisi, nihayet İstanbul dışına çıkıp biraz kır havası soluyabiliyoruz “Altın Yaldızlı Adam”, başka mekanlar ve insanlarla da edebiyat yapılabileceğini kanıtlıyor A Ömer Türkeş |
|