Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Sinsi Eğlence > Bir Tutam Hikaye

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
buz, kırılsaydı

Ya Buz Kırılsaydı!

Eski 10-11-2008   #1
Equinox
Icon47

Ya Buz Kırılsaydı!



1918 yılının, şubat ayının dondurucu soğuklarında yeryüzü sanki buzdan heykele dönüşmüştü Her taraf ilahi kudret tarafından sanki bembeyaz bir örtüyle kaplanmış, gökyüzünden adeta pamuk yağmış gibiydi "Evliya Çelebi’nin deyimiyle; damdan dama kedi atlasa havada donup, buzdan heykel oluyordu"Canlılardan çıkan nefes havada gaz halinden katı haline dönüşüyordu

Rus ordusu ileri hamle yaparak, Doğu Anadolu Bölgesinden hızlı bir şekilde batıya doğru ilerliyordu Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşına Almanların hileleri ile sürüklenmişti Ruslar Alman ve Osmanlı ordularına karşı doğudan Kafkas Cephesini açmışlardı Kafkas Cephesinde amansız çarpışmalar devam ediyordu Ne yazık ki Enver Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Allah-u Ekber dağlarında Sarıkamış harekâtında bu amansız soğuklarda doksan binin üzerinde evladını şehit vermişti Hızla ilerleyen Rus orduları İspir-Bayburt arasındaki Baksı(Bayraktar) köyüne kadar gelmişlerdi Köyün doğu cephesinde Ruslar, batı cephesinde Osmanlılar karargâh kurmuşlardı Köy askeri açıdan büyük bir stratejik öneme sahipti Köyün etrafına hendekler kazılmış, her iki tarafta köyü ele geçirmek için büyük çaba sarf ediyordu Maalesef Osmanlıların taktik hatalarından dolayı geri çekilmek zorunda kalıp köy Rus kuvvetler tarafından işgal edilmişti

İşgalin olacağını tahmin eden ve kaçabilecek durumda olan köylülerin bir kısmı geceleyin köyden batıya doğru kaçmışlardı Yakalananlar köyün alt tarafında bulunan Garipler Mezarlığı semtinde acımasızca kurşuna dizilmişlerdi

Bütün evler yağmalanıp ne var ne yok aranıp taranıp insanlar akıl almaz küfür ve hakaretlere maruz kalmışlardı

Rus askerleri Türkçe bilmiyorlardı Köylülere fazla dokunmuyorlardı; ama Rus ordusunun içinde bulunan Ermeni askerlerinin bir kısmı Türkçe biliyordu Rus askerlerinin arasına Baksı köyünün yakınlarında bulunan komşu Ermeni köylerden karışmış olan kişiler çok iyi Türkçe biliyor, köylüleri de gayet güzel tanıyorlardı Bu kişiler, Rus ve Ermeni askerlerini kışkırtıp, köyde çoluk çocuk demeden herkesin katledilmesini teşvik ediyorlardı Hatta köylüleri yalnız bulduklarında kurşuna dizip, adeta kum eleğine çeviriyorlardıSanki yüzyılların birikmiş kiniyle herkese saldırıyorlardı

İşte bu şartlar altında köy yaklaşık bir haftadan beri direniyor, ayakta kalmaya çalışıyordu Kimse korkudan evinden dışarı çıkamıyordu Kimisi hayvanların ahırına saklanmış, kimisi de terkedilmiş harabe haldeki izbe yerlerde izini kaybettirmenin yolunu bulmuştu

Köyde yapılan talan ve yağmanın sonucunda köylünün elinde bir şey kalmamış, var olanlar da imha edilmişti Açlık ve kıtlık baş göstermişti Yiyecek erzak adeta mumla aranır olmuştu

İlyas, Fehim ve Yusuf köyde yaşayan kapı komşusu ve can ciğer arkadaştılar Babaları dört yıl önce askere gitmişler, bir daha geri dönmemişlerdi Kim bilir Osmanlı ordusu içinde Çanakkale mi, Kafkasya mı, Galiçya mı, Kanal mı, Hicaz mı, Yemen mi, Irak mı, Suriye mi, Filistin mi Hangi cephedeydi? Bunu Allah’tan başka kimse bilmiyordu Zaten bilecek halleri de yoktu Belki vatanları için hala savaşıyorlardı, belki de Rablerine kavuşup şehit olmuşlardı

İlyas’la Fehim babalarının Yemen’de olabileceğini düşünüyorlardı Çünkü anneleri zaman zaman Yemen türküsünü söylüyorlardı Annelerine neden Yemen türküsünü çok söylediklerini sorduklarında, anneleri;
—Belki babalarınız duyar da gelir
Diyorlardı Başka da bilgileri yoktu

İlyas, Fehim ve Yusuf’un yaşları küçük olduğu için askere alınmamışlardı Yaklaşık on -on iki yaşlarındaydılar Köyde ihtiyarlar, kadınlar ve küçük çocuklar dışında kimse yoktu Hatta eli silah tutan ihtiyarlar ve kadınlar bile cephelere koşmuşlardı

Bugün de yine onlara görev düşmüştü Geceleyin anneleri üç çocuğu Allah’a emanet edip, komşu köye yollayacaktı Bu köy işgal edilmemişti Onlar bu köyden erzak alıp, gün ağarmadan köye döneceklerdi

Gece olunca üç arkadaş anne ve kardeşleriyle vedalaşıp, Rus ve Ermenilere görünmeden Ahpunus (Çamlı koz) köyüne vardılar Bu köy Osmanlı askerlerinin karargâhıydı

Üç arkadaş köyde muhtarı buldular Muhtar çocukları karargâh komutanına götürdü Komutan cesaretlerinden dolayı her üçünü de alınlarından öptü
—Aferin yavrularım! Siz bu yaşınızda Müslümanın yüksek cesaretini gösterdiniz Yakında ordumuz Kazım Karabekir Paşa komutasında köyünüzü geri alacak Endişeniz olmasın Erzakınızı alın, dikkatli bir biçimde sabah olmadan köyünüze varın Dedi

Çocukların emniyet içinde gitmesini sağlamak için yanlarına iki asker vererek onları köyden uğurladıDüşmanla cepheyi oluşturan Baksı köyünün batısındaki dereye kadar iki asker çocuklarla gitti

Askerlerden ayrıldıktan sonra çocuklar sırtlarında buğday torbalarıyla sabah olmadan köye varabilmek için çaba gösteriyorlardı Uykusuzluk ve yorgunluktan bitap düşmüşlerdi Ama gün ağarmadan köye varmalıydılar Kardeşleri ve anneleri onları aç, susuz bekliyorlardı

Köye bir kilometrelik mesafe kalmıştı Köyün mezarlığına varmışlardı Birden mezarlığın alt tarafında bulunan dereden ağaçların arasında hareketlilik oluşmaya başlamıştı Dereden homurtu şeklinde sesler duyuluyordu Sesler ve hareketler gittikçe çoğalıyordu Gecenin ürpertici karanlığı, mezarlığın sessizliği, deredeki ağaçların hışırtısı bir de çok uzaklardan gelen kurt ulumasına benzer çığlıklar adeta çocukların tüylerini diken diken yapmıştı Bildikleri bütün duaları okumaya başladılar Allah’tan inançlıydılar Çünkü inançlarına dayanıp güç buluyorlardı Kendi kendilerine:
- Allah Allah! Hortlaklar mı geliyor? Neler oluyor?

Dediler

Karartılar gittikçe büyüyor, at ve insan sesleri ise birbirine karışıp daha yakından geliyordu

Atlılar devriye gezen Rus askerleriydi Tesadüfen dereden geçerken çocukları fark etmişlerdi Çocuklar korkup, kaçmaya başladılar Sırtlarındaki buğdayla kaçmak hem zor hem de aşırı yorucuydu Zaten kaçacak halleri de yoktu

Rus askerleri çocukları durduramayacaklarını anlayınca hem macera hem de geceleyin atış talimi yapmak için silahlarını ateşlediler Mesafe uzak olmasına rağmen mermiler çocukların yanından vızır vızır geçip, mezarlıktaki mezar taşlarına çarpıyorduMezar taşlarına çarpan mermiler adeta akortu bozuk saz gibi ses çıkartmakla kalmıyor,keskin bir yanık kokusunu etrafa yayıyordu Mezarlığın sessizliğini mermi sesleri yarıp sanki Azrail’in ayak seslerini andırıyordu Ölüm kaçınılmazdı Kurşunlardan birisi İlyas’ın sırtındaki torbaya isabet etti Torbanın içindeki buğday boşalmaya başladı Yük hafifleyince İlyas mermilerden birinin torbaya isabet ettiğini anladı İlyas iki ohh! Çekti Birincisi yükten kurtulduğuna, ikincisi kurşunun isabet etmediğine

Çocuklar ölümü enselerinde hissediyorlardı Adımlarını daha da hızlandırdılar Ama atlıların yetişmesi an meselesiydi Çünkü Rus askerlerinin altında "Gadana" denilen özel iri yapılı Rus atları vardı Çocukların on adımına bu atların bir adımı denk geliyordu Kesin yakalanacaklardı Yusuf:
- Arkadaşlar! Bunlar bizi yakalayacaklar Kaçmamız imkânsız Gelin mezarlığın aşağısından geçen Çoruh Nehrine doğru kaçıp kendimizi Çoruh’a atalım Bu sarp yamaçtan bunların atları inemez Çünkü Çoruh Vadisine inen tek bir patika var onu da kar örtüsü kapatmış bizden başka kimse bilmiyor Dedi

İlyas ve Fehim de:
- Evet, Yusuf haklısın Hemen kaçalım

Sırtlarında hiçbir şey kalmamıştı Çocuklar uçuruma yöneldiler Güç bela patikadan aşağıya indiler Yazın buralarda çobanlık yaptıkları için buraları iyi biliyorlardı O da ne!
Bir baktılar ki Çoruh donmuş Her taraf buz kesilmiş Nasıl saklanacaklarını düşünürken birden Fehim:
- Arkadaşlar! Şurada ağaçların içinde yazın çubuk kestiğimiz büke(küçük ağaçlardan oluşan ağaç toplulukları) girelim Burası kuytu bir yer Adeta mağara gibi Saklanalım dedi

Çocuklar korka korka bükün yanındaki kırık buzdan içeriye doğru girdiler Buzun altından Çoruh Nehri her zaman ki gibi deli deli akıyordu Üstü ise Antarktika gibi donup buz kütlesine dönüşmüştü Alttan Çoruh’un suları ağzını açmış, çocukları yutacak bir ejderha gibi homurdanıyordu Çocuklar buzun altından bükün içindeki ağaçların köklerine tutunuyorlardı

Aniden Çoruh’un bu homurtu sesini bastıracak sesler gelmeye başladı Çocuklar kendi kendilerine:
- Allah Allah! Nasıl olur? Bu adamlar bu patikayı nasıl bulup derin Çoruh vadisine indiler diye düşünürken Yusuf hafif sesle:
- Arkadaşlar! Şu boz atın üstündeki adamı tanıdım Yukarı köydeki Ermenilerden birisi, geçen yıl bizim köye gelmişti Dayımgilden koyun satın almak için Sol gözü kör, suratı da kömür gibi oradan tanıdım O buraları iyi biliyor Eğer bizi bulurlarsa ben kendimi bu buzun altından Çoruh’a atacam Çünkü bir kör Ermeninin kör kurşunuyla ölmektense Çoruh’un temiz sularında boğulmayı tercih ederim

Fehim’le İlyas’ın korkudan ve soğuktan dinleyecek ne kulağı ne de aklı kalmıştı Zaten Çoruh’un homurtusundan da bir şey duyulmuyordu

Adamlar hızla çocukların saklandığı büke doğru geldiler Her tarafa bakındılar Hatta birisi Gadana atıyla çatlak buzun üstüne çıktı Çocuklarla arasında bir metrelik mesafe ya vardı ya yoktu Buzun altında çocuklar üstünde atıyla adam vardı Diğer adamlar da etrafı kolaçan ediyorlardı Çocuklar buzun altından deve benzer atı ve atın üstündeki adamı görüyorlardı Hatta çocuklar atın derin derin çıkan homurtulu nefesini duyuyorlardı Atın ağzından çıkan sıcak nefes soğuk buzun üzerinde halkalar oluşturuyordu Sanki Azrail’le kapı komşusu olmuşlardı At bir adım daha ileri atsa buz kesinlikle kırılıp, altındaki çocuklarla beraber atlı Çoruh’un azgın sularını boylayacaktı Adamın ise sinirden ve yorgunluktan burnunun delikleri açılıp kapanıyordu Ağzından ve burnunun deliklerinden adeta kalaycı körüğü gibi nefes çıkıyordu Gözleri kartal gözleri gibi açılmasına rağmen çocukları bir türlü göremiyordu

Mezarlıkta olduğu gibi sanki birileri onları koruyordu Çünkü vakti saati gelmeden ömür ne bir dakika kısalır ne de uzardı Buzun kırılmasını önleyen ilahi bir kudret vardı Çocukların daha yiyecek ekmeği ve içecek suyu vardı Kader denilen çizgi henüz onların ölüm ağlarını örmemişti Çocuklar henüz bunu idrak edecek yaşta değillerdi Ama öğrendikleri bütün duaları okuyorlardı İçlerindeki inanma duygusunun onları koruyacağını idrak ediyorlardı

Adamlar hayret içerisinde ne yapacaklarını bilemediler Sanki Çoruh vadisi yarılmış da çocuklar içine girmişti Aralarında bir şeyler konuştular Sonra da ağır ağır geldikleri gibi patikadan Çoruh vadisini terk ettiler

Çocukları koruyan korumuştu Çünkü geceleyin anneleri onları Allah’a emanet etmişti Allah ise kendisine emanet edilene hıyanet etmezdiÇocukların vasisi her zaman olduğu gibi Allah’tı Değil üç - beş Rus askeri bütün dünya gelseydi o buz asla kırılmazdı Çünkü çocuklar Allah’ın emanetindeydiÇocuklar emin ellerdeydiler

Tarık TORUN

__________________
CHP’siz Atatürkçü,MHP’siz milliyetçi,AKP’siz Müslümanım,Allah istismarcılardan korusun
Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.