Türkiye Tarihi ile İlgili Geniş Bir Ödev |
10-31-2006 | #1 |
mate
|
Türkiye Tarihi ile İlgili Geniş Bir Ödev12 EYLÜL KRONOLOJİSİ 12 Eylül 1980: Beş general, 600 üyeli TBMM'nin yasama ve yürütme yetkisini kullanmaya başladılar Ülkede her şey yasak 16 Eylül 1980: Milli Güvenlik Konseyi, ikinci bir emre kadar bütün grev ve lokavtları erteledi Aranan sendikacılardan 950'si teslim oldu Grevdeki 51 bin işçi işbaşı yaptı DİSK ve MİSK yöneticilerinin en geç akşam saat 1800'de teslim olmaları çağrısı yapıldı 17 Eylül 1980: Gözaltı süresi uzatıldı 18 Eylül 1980: Milli Güvenlik Konseyi'nin başkan ve dört üyesi TBMM Onur Salonu'nda törenle yemin etti 19 Eylül 1980: 1402 sayılı yasada yapılan değişiklikle sıkıyönetim komutanları, bütün kamu personelini gerekçesiz görevden alabilecek 7 Ekim 1980: Necdet Adalı ve Mustafa Pehlivanoğlu sabaha karşı Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nde idam edildi 11 Ekim 1980: Türkeş ve diğer milletvekilleri dahil 36 MHP'li hakkında gıyabi tutuklama kararı verildi 15 Ekim 1980: Erbakan ve diğer MSP'liler 2 Numaralı Askeri Mahkeme tarafından tutuklandı 30 Ekim 1980: Ecevit, CHP Genel Başkanlığı'ndan istifa etti 10 Kasım 1980: Onur Yayınları Sahibi İlhan Erdost, Mamak Askeri Cezaevi'ne götürülürken, dövülerek öldürüldü 3 Aralık 1980: 17 yaşındaki liseli Erdal Eren, 17 günlük yargılamadan sonra idam edildi 19 Aralık 1980: DİSK davası başladı 27 Aralık 1980: Toplu iş sözleşmesi dolan işyerlerinde, yeni toplu iş sözleşmesiyle ilgili yetkiler, kurulan yüksek hakem kuruluna verildi 24 Nisan 1981: MSP'lilerin yargılanmasına başlandı Erbakan için 14-36 yıl hapis isteniyor 29 Nisan 1981: Toplam 587 sanıklı MHP ve ülkücü kuruluşlar davasında Türkeş dahil 220 sanık hakkında idam isteniyor 2 Haziran 1981: MGK'nın meşhur 52 numaralı kararı çıktı Bu karar, pek çok şeyi yasakladığı gibi, yasakların tartışılmasını ve eleştirilmesini de yasaklıyordu 5 Haziran 1981: 21 yaşındaki Cevdet Karakaş sabaha karşı idam edildi 6 Haziran 1981: TİP Başkanı Behice Boran ve TÖB-DER Başkanı Gültekin Gazioğlu Türk vatandaşlığından çıkarıldı 10 Haziran 1981: 23 yaşındaki Veysel Gürsoy idam edildi 13 Haziran 1981: Bülent Ersoy'a sahne yasağı kondu 25 Haziran 1981: İki idam daha gerçekleştirildi 26 Haziran 1981: Başkan Abdullah Baştürk ve 51 DİSK yöneticisi için askeri savcı idam istedi 9 Temmuz 1981: Danışma Meclisi'ne aday adayı olma başvuruları başladı İlk başvuruyu yapan emekli bir astsubay 22 Temmuz 1981: Evren, Erzurum konuşmasında Artık yeni aldığımız bir kararla ilk ve orta okullarda, liselerde mecburi din dersi konacaktır dedi 24 Temmuz 1981: Askeri mahkeme, Erbakan ve 9 MSP'li için tahliye kararı verdi 12 Ağustos 1981: Takip edilecek şahıslar hakkında alt maddeleri de bulunan 35 maddelik bir belge yayınlandı 14 Ağustos 1981: 2 Danışma Meclisi için aday adaylarının başvuru süresi sona erdi MGK 6 bin kişi arasında seçim yapacak 15 Ağustos 1981: Uluslararası Hür Sendikaları Konfederasyonu (ICFTU) Genel Sekreteri, Sadık Şide'yi 12 Eylül Hükümeti'ne Sosyal Güvenlik Bakanı olarak veren Türk-İş'in üyeliğini askıya aldı Dev-Sol Davası başladı Savcı, 141 idam istedi 12 Ekim 1981: Ecevit, dört konuşma nedeniyle yargılandı Danışma Meclisi üyeleri MGK tarafından açıklandı 15 Ekim 1981: Ülkedeki bütün siyasi partiler kapatıldı 23 Ekim 1981: Danışma Meclisi ilk toplantısını yaptı Yeni meclis toplantı yaptığı sırada, eski meclisin 14'ü MSP'li, 11'i MHP'li, 4'ü CHP'li, 1'i AP'li 1'i bağımsız toplam 31 milletvekili tutuklu bulunuyordu 26 Ekim 1981: Nazlı Ilıcak'ın siyasi partilerin kapatılmasını eleştiren iki yazısı üzerine Tercüman Gazetesi süresiz kapatıldı 2 Kasım 1981: Ecevit MGK'nın 52 numaralı kararını ihlalden, 4 ay hapse mahkum oldu 6 Kasım 1981: 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası, Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi 3 Aralık 1981: Ecevit hapse girdi 20 Aralık 1981: Bankerler birbiri ardına ortadan kaybolmaya başlıyor Banker haberlerinin verilmesi yasaklanıyor 25 Aralık 1981: TÖB-DER davasında 50 sanık, 1-9 yıl hapse mahkum oldu 15 Mart 1982: Ulusu Hükümeti'nin Devlet Bakanı İlhan Öztrak resmen açıkladı: Uluslararası Af Örgütü'nün 60 işkenceyle ölüm iddiasından 15'i doğru 24 Mart 1982: İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü; cadde, sokak, meydan ve parklara 12 Eylül öncesinde verilmiş olan, 'milli birlik ve bütünlüğümüzle bağdaşmayan'isimlerin derhal değiştirilmesini isteyen bir genelge yayımladı 10 Nisan 1982: Ecevit yine hapse girdi 17 Mayıs 1982: Barış Derneği davası başladı 30 sanık hakkında 8 yıldan 30 yıla kadar hapis istendi 21 Haziran 1982: Banker Kastelli kaçtı 1 Temmuz 1982: Sosyalist veya sosyal demokrat partilerin iktidarda olduğu beş Avrupa ülkesi, Türkiye'yi Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'na şikayet etti 13 Temmuz 1982: Geçici maddeler dışında 200 maddeden oluşan yeni anayasa tasarısı açıklandı 4 Eylül 1982: Askeri savcı, 10 DİSK uzmanı için idam istedi 19 Ekim 1982: 186 idam istemli Ana Dev-Yol davası başladı 7 Kasım 1982: Yeni Anayasa için halk oylaması yapıldı 16,945,545 'Evet', 1,584,661 'hayır'oyu çıktı Bu arada Evren 7 yıllığına cumhurbaşkanı seçilirken, Milli Güvenlik Konseyi de 2 yıl 1 ay 24 gün sonra Cumhurbaşkanlığı Konseyi'ne dönüştü 25 Kasım 1982: Muhbir güvenliği genelgesi yayımlandı Ankara'da darbenin ilk yılında 20,921 ihbar yapıldı Bu ihbarlar da 18,525 kamu görevlisi hakkında işlem yapıldı 24 Nisan 1983: Siyasi Partiler Yasası çıktı 20 Mayıs 1983: ANAP kuruldu 1 Temmuz 1983: Evren, Genelkurmay Başkanlığını Kara Kuvvetleri Komutanı'na devretti 6 Kasım 1983: Yasaklı, vetolu seçimler yapıldı Seçime giren bütün partiler derece aldı Çünkü üç partiye izin verildi Seçime girmek isteyen 15 siyasi partiden 12'si, 750 kurucu adaydan 435'i, 1682 milletvekili adayının 672'si veto edildi 13 Şubat 1985: MSP davasının sanıkları yargılandıkları askeri mahkeme tarafından aklandı 26 Mayıs 1985: Ankara Sıkıyönetim Komutanı, Bilim ve Sosyalizm yayınlarına ait 133,607 kitabın imha edilmesini emretti 11 Haziran 1985: Pişmanlık Yasası yürürlüğe girdi 1,5 yıl içinde 497 başvuru oldu Bunlardan 29'u geçerli itiraf sayıldı 7 Nisan 1987: MHP ve Ülkücü Kuruluşlar davası bitti Türkeş'e 5 yıl 11 ay 8 gün hapis cezası verildi 6 Eylül 1987: Eski siyasi liderlerin siyaset yasaklarının kalkmaması için halkoylaması yapıldı %49'luk 'hayır'oyuna karşılık, %51'lik 'evet'oyu çıkınca, Demirel, Ecevit, Erbakan, Türkeş ve diğer siyasi parti yöneticileri siyaset yapma hakkı kazandı 9 Kasım 1989: Evren Cumhurbaşkalığını Özal'a devrederek Marmaris'e çekildi Hala orada 27 MAYIS DEVRİMİ Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin 27 Mayıs 1960'la siyasî iktidara elkoyması olayı ve bunun sonucunda gerçekleşen siyasî ve sosyal değişiklikler İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, değişen dünya koşullarının da etkisiyle, Türkiye'de çok partili demokratik düzene geçildi (1946) Siyasette demokratik özgürlüklerin, ekonomide liberal görüşün savunucusu olan Demokrat Parti 1950 seçimlerini kazanarak iktidara geldi; 1954 seçimlerinde daha büyük bir çoğunluk kazandı Türkiye'de demokrasi işlemeğe başlamış, ne var ki gerekli kanun değişiklikleri yapılmamıştı Vaat etmiş olmasına rağmen Demokrat Parti de antidemokratik kanunları kaldırmağa, yeni rejimin gereği olan kurumları ve özgürlükleri yerleştirmeğe yanaşmıyordu İktidarın, 1954 ertesi TBMM'de ezici bir üstünlük sağlamış ve bu üstünlüğünü antidemokratik bir yönde kullanmağa başlamış olması (özgürlüklerin kısıtlanması, devlet radyosunun parti organı gibi kullanılması, muhalefete, basına ve aydınlara karşı baskı uygulanması), 1957'de ağırlaşan ekonomik bunalımın da etkisiyle, ülkede siyasî havayı giderek elektriklendirmişti 1957 seçimlerinden hemen sonra başlayan olaylar, muhalefet partilerinin de katkısıyla, ulusal birliği tehdit eder duruma gelmişti Türk ulusunun birliğini, ülke bütünlüğünü ve cumhuriyeti korumakla görevli olan Türk Silâhlı Kuvvetleri, «kardeş kavgasına son vermek» sloganıyla 27 Mayıs 1960 günü, kansız bir hükümet darbesi yaparak, Demokrat Parti iktidarını devirdi, cumhurbaşkanını, başbakan ve bakanları, DP milletvekilleriyle parti yöneticilerini ve diğerlerini tutukladı, iktidara fiilen elkoydu MİLLİ BİRLİK İKTİDARI Devrimin amacı kötü gidişi durdurarak demokratik -özgürlükçü bir düzen kurmaktı Bunun için «insan hak ve özgürlüklerini, ulusal dayanışmayı, sosyal adaleti, bireyin ve toplumun hu/ur ve refahını gerçekleştirmeyi» öngören bir Anayasa yapmak gerekiyordu Devrim hareketi sonucunda iktidara gelen ve subaylardan oluşan Millî Birlik Komitesi gerekli hazırlıklara girişti Bir Kurucu Meclis toplandı Bu meclis yeni bir Anayasa hazırladı ve kabul etti Kabul edilen Anayasa halkoyuna sunuldu ve halk tarafından da onaylandı (1961) Aynı yıl seçimler yapıldı ve Silâhlı Kuvvetler iktidarı sivil yönetime devretti Özgürlükçü demokratik düzenin temel öğeleri olarak, yasaların Anayasa'ya uygunluğunu denetleyen Anayasa Mahkemesi ve çift meclis sistemi bu dönemde kuruldu; çalışanların haklarını savunan sendikalar, grev ve toplu sözleşme haklarını daha etkili olarak kullanmağa başladılar; basın özgürlüğü gerçekleşti, üniversitelerin özerkliği, hâkimlerin güvencesi sağlandı Bu arada, Yassıada duruşmalarında, özel bir kanunla kurulmuş Yüksek Adalet Divanı'nca ve topluca yargılanan DP sorumluları, çeşitli cezalara çarptırıldılar: içlerinden üçü (başbakan Adnan Menderes, dışişleri bakanı Fatih Rüştü Zorlu ve maliye bakanı Hasan Polatkan) idam edildiler; çeşitli hapis cezalarına mahkûm edilenler, ülkede sivil iktidarın yeniden kurulmasından sonra çıkarılan bir af kanunundan yararlandılar ve siyasî haklarını da elde ettiler MİLLİ BİRLİK KOMİTESİ 27 Mayıs 1960'la Türk Silâhlı Kuvvetleri adına ülkeyi yönetmek ve yasama görevini yapmak üzere kuruldu Devrim hareketine katılan her sınıftan çeşitli rütbede 37 subaydan oluşan komitenin başkanı orgeneral Cemal Gürsel, aynı zamanda devlet başkanı ve Silâhlı Kuvvetler başkomutanıydı Komite üyelerinin 14'ler dışında kalan kısmına yeni Anayasa ile süresiz olarak Cumhuriyet Senatosu üyeliği hakkı verildi Bunlara tabii ve temelli senatör de denir 14'LER OLAYI Millî Birlik Komitesi üyelerinden bir kısmı iktidarın kısa sürede sivil yönetime devredilmesine karşıydı Bunlara göre devrim yönetimi birkaç yıl daha iktidarda kalmalı, temel reformların hepsini yapmalı, ondan sonra iktidarı sivil yönetime bırakmalıydı Komitenin çoğunluğu ana amacı göz önüne alarak bunu kabul etmedi ve azınlıkta kalan 14 üye 13 kasım 1960 gecesi tutuklanarak yurt dışına gönderildi; ondörtler elçilik danışmanı olarak görevlendirildikleri ülkelerde bir süre kaldıktan sonra yurda dönmelerine izin verildi ADNAN MENDERES 1899 yılında Aydın’da doğdu Babası İzmirli Katipzade İbrahim Ethem Bey, annesi Aydınlı Hacı Alipaşazadeler’den Tevfika Hanım’dır Anne ve babasını küçük yaşta kaybetti O'nu anneannesi büyüttü Tahsil hayatına İzmir İttihat ve Terakki Mektebi’nde başlayan Adnan Menderes, Kızılçulu Amerikan Koleji’nde okurken misyonerlerle başı derde girdiği için, çeşitli makamlara müracaat etti Müracaat ettiği makamların birinin başında Celal Bayar vardı Bayar’la böyle tanışmış oldu Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitiren Adnan Menderes, Birinci Dünya Savaşı sırasında yedeksubay olarak askerliğini yaptı Aydın’da bazı arkadaşlarıyla birlikte Ayyıldız Çetesi’ni kurdu Daha sonra Söke’de Piyade Alay Yaveri olarak savaşa katıldı Savaştan sonra İstiklal Madalyası aldı Ali Fethi Okyar tarafından 1930 senesinde kurulan ancak kısa sürede kapatılan Serbest Fırka’nın Aydın Teşkilatı'nı kurarak başkanı oldu Bu parti kapatılınca CHP’ye girdi ve 1931 yılında bu partiden Aydın Milletvekili seçildi 1945 senesine kadar TBMM’de komisyon raportörlüğü yapan Adnan Menderes, o yıl Saracoğlu Hükümeti’nin getirdiği Toprak Kanunu Tasarısı'nı şiddetle reddederek, komisyondan istifa etti Partide yaptıkları muhalefetten dolayı, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü ile birlikte CHP Disiplin Kurulu tarafından 12 Haziran 1945’te ihraç edildiler Celal Bayar da hem partiden hem de milletvekilliğinden istifa etti Bu hareketler Demokrat Parti’nin 7 Ocak 1946’da kurulmasına sebep oldu 1946 seçimlerinde Demokrat Parti’den Kütahya Milletvekili olarak meclise girdi Celal Bayar’dan sonra ikinci adam durumuna geldi 14 mayıs 1950 seçimlerinde DP oyların 53,5’ini alarak iktidar oldu 10 senelik DP iktidarının tek başbakanı oldu ve o döneme damgasını vurdu İktidarı zamanında 5 hükümet kurdu Bu 10 senelik zaman içinde Türkiye’nin iç ve dış siyasetinde büyük gelişmeler oldu Sanayileşme ve şehirleşme hamlesi başladı, köye makine girdi, ulaşım, enerji, eğitim, sağlık, sigorta ve bankacılık yeniden başladı Türkiye kalkınma kavramıyla tanıştı 27 Mayıs 1960 tarihinde yapılan askeri darbeyle iktidardan indirildi Yassıada’ya hapsedildi Milli Birlik Komitesi tarafından kurulan Yüksek Adalet Divanı’nca idama mahkum edildi Yassıada'da tutuklu bulunduğu sırada çeşitli işkencelere maruz kaldığı söylenir 17 Eylül 1961 tarihinde İmralı Ada’da idam edildi ATATÜRK DEVRİMLERİ I Siyasal Devrimler: Saltanatın kaldırılması (1 Kasım 1922) Cumhuriyet'in ilanı (29 Ekim 1923) Halifeliğin kaldırılması (3 Mart 1924) II- Toplumsal Yaşayışın Düzenlenmesi: Şapka iktisası (giyilmesi) Hakkında Kanun (25 Kasım 1925) Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine (kapatılmasına) ve Türbedarlıklar ile birtakım unvanların men ve ilgasına dair kanun (30 Kasım 1925) Beynelmilel (uluslararası) Saat ve Takvim Hakkındaki Kanunların Kabulü (26 Aralık 1925) Kabul edilen bu kanunlarla Hicri ve Rumi Takvim uygulaması kaldırarak yerine Miladi Takvim, alaturka saat yerine de uluslararası saat sistemi uygulaması benimsenmiştir Beynelmilel (uluslararası) Erkamın (Rakamların) Kabulü Hakkındaki Kanun (20 Mayıs 1928) Ölçüler Kanunu (1 Nisan 1931) Bu kanunla ölçü birimi olarak uygar ulusların kullandıkları metre, kilogram ve litre kabul edilmiştir Lakap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun (26 Kasım 1934) Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun (3 Aralık 1934) Bu kanunla din adamlarının, hangi dine mensup olurlarsa olsun, mabet ve ayinler dışında ruhani kisve (giysi) taşımaları yasaklanmıştır Soyadı Kanunu (21 Haziran 1934) Kemal Öz Adli Cumhurreisimize Atatürk Soyadı Verilmesi Hakkında Kanun (24 Kasım 1934) Kadınların medeni ve siyasi haklara kavuşması: Medeni Kanun'la sağlanan haklar (17 Şubat 1926) Belediye seçimlerinde kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıyan kanunun kabulü (3 Nisan 1930) Anayasa'da yapılan değişikliklerle kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkının tanınması (5 Aralık 1934) III- Hukuk Alaninda Yapılan Devrimler: Seriye Mahkemelerinin Kaldırılması ve Yeni Mahkemeler Teşkilatının Kurulması Kanunu (8 Nisan 1924) Türk Medeni ve Borçlar Kanunu (17 Şubat 1926) Ceza Kanunu (1926) Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu (1927) Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu (1929) İcra ve Iflas Kanunu (1923) Kara ve Deniz Ticareti Kanunu (1926, 1929) Dini hukuk sisteminden ayrılarak laik çağdaş hukuk sisteminin uygulanmasına başlanmıştır IV Eğitim ve Kültür Alanında Yapılan Devrimler: Tevhid - i Tedrisat (Öğretimin Birleştirilmesi) Kanunu (3 Mart 1924) Bu kanunla Türkiye dahilindeki bütün bilim ve ögretim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlanmıştır Yeni Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun (1 Kasım 1928) Türk Tarihi tetkik Cemiyeti'nin Kuruluşu (12 Nisan 1931) Cemiyet daha sonra Türk Tarih Kurumu adını almıştır (3 Ekim 1935) Kültür alanında yeni bir tarih görüşünü ifade eden kurumun kuruluşu ile ümmet tarihi anlayışından millet tarihi anlayışına geçilmiştir Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin Kuruluşu (12 Temmuz 1932) Cemiyet daha sonra Türk Dil Kurumu adını almıştır (24 Ağustos 1936) Kurumun amacı, Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu dünya dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmektir İstanbul Darülfünunu'nun kapatılmasına, Milli Eğitim Bakanlığıi'nca yeni bir üniversite kurulmasına dair kanun (31 Mayıs 1933) İstanbul Üniversitesi 18 Kasım 1933 günü öğretime açılmıştır V Ekonomi Alanında Devrimler: Aşarın kaldırılması, çiftçinin özendirilmesi, örnek çiftliklerin kurulması Sanayiyi Teşvik Kanunu'nun çıkarılarak sanayi kuruluşlarının kurulması I ve II Kalkınma Planları'nın (1933, 1937) uygulamaya konulması Yurdun yeni yollarla donatılması ATATÜRK İLKELERİ Cumhuriyetçilik İlkesi Bir ülkede en üst otorite, kuvvet ve kudret devlete aittir Her türlü yaptırım devlet tarafından kullanılır Egemenliğe dayanarak kullanılan hak ve yetkiler kime ait olacaktır Bu soruya karşılık Atatürk "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" cevabını vermiştir Cumhuriyeti ilan eden Atatürk; demokratik cumhuriyetin ilkeleri olan tüm devrimleri gerçekleştirerek sistemi oturtmuştur Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sonsuza dek, çağdaş uygar devletler arasındaki yerini her zaman koruyacağım şu tarihi sözleriyle belirtmiştir: "Türkiye Cumhuriyeti, cihanda işgal ettiği mevkie layık olduğunu eserleri ile ispat edecektir Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır Benim fani vücudum elbet bir gün toprak olacaktır Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar ve muzaffer olacaktır" Milliyetçilik İlkesi Atatürk Milliyetçiliği; eskinin Ümmetçilik ve Osmanlıcılık akımının yerine, Türklük milli bilincine varmış, yurttaşlık bağlarıyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan, vatanın ve milletin birlik ve bütünlüğünü kavramış; ırkçılığı, zümreciliği ve bölgeciliği reddeden bir milliyetçiliktir Türk milletini bir araya getiren etmenler ve tarihi gerçekler şunlardır, a) Siyasal varlıkta birlik, b) Dil birliği, c) Yurt birliği, d) Köken ve soy birliği, e) Tarihi yakınlık, f) Ahlaki yakınlık Halkçılık İlkesi Atatürk halkçılığın esasım şöyle belirtiyor: "Bizim görüşlerimiz halkçılıktır; kuvvetin, kudretin, egemenliğin, yönetimin doğrudan doğruya halka verilmesidir Hiç şüphe yok ki, bu dünyanın en kuvvetli bir esas prensibidir" Halkçılık ilkesi şu temel esasları ifade etmektedir: a) Her türlü hakimiyetin kişi, zümre, sınıf farkı gözetilmeden Türk halkına ait olduğu; halkın halk tarafından halk için idaresi, b) Her türlü doktrine ve dogmatik düşüncelerden temizlenmiş bir halkçılık Herhangi bir sınıf değil, halk egemendir c) Halk, millet demektir Millet de ayrıcalıksız, sınıfsız bir toplum olan Türk Milletidir, d) Halkı sevmek, halka inanmak, halk ile kaygılanmak, halk ile gururlanmak, halk uğruna feda olmak Devletçilik İlkesi Atatürk devletçiliği Türkiye'ye özgü bir kalkınma modelidir Planlı ekonomik kalkınmaya dayalı bu sistemde, üretim ve dağıtım araçları özel ve devlet sektöründe olmasına karşın yönlendirici devlet olur Atatürk döneminde planlı kalkınmaya gereken önem verilerek 1933-1937 yıllarını kapsayan "Birinci Sanayi Planı" yapılmış ve pek çok alanda üretim seferberliği başlatılmıştır 1929-1939 yılları arasında: demir yolu uzunluğunda %42, elektrik üretiminde %233, taşkömürü üretiminde %86, kromda %1044, çimentoda %337 ve şekerde %1088'lik artışlar sağlanarak büyük başarılar elde edilmiştir Özet olarak devletçilik ilkesinin esasları şunlardır: a) Ulusal ihtiyaç ve gerekler dolayısıyla, Devlet ekonomik alanda görev ve sorumluluk yüklenecektir b) Devlet ve milletin ihtiyacı olan büyük işler ve yatırımlar, Devlet tarafından ele alınacaktır c) Karma ekonomi sistemi izlenerek, Devlet girişimleri yanında özel teşebbüse de yer verilecektir, d) Ekonomik kalkınma plana uygun yürütülecektir Laiklik İlkesi Atatürk Devrimi'nin en büyük ilkesi Devlet ve toplum yapışını baştan aşağı yenileştirme, modernleştirme hareketlerini bir bütün alarak ifade eden laiklik ilkesidir Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını ifade eden laiklik ilkesi daha geniş olarak; din ve dünya otoritelerinin ayrılması, dinin bir vicdan işi sayılması, Devletin dinler ve inançlar karşısında tarafsız kalması, muhtelif dinlere ve mezheplere bağlı olanlar arasında bir ayrım yapmaması anlamına gelir Devrimcilik (İnkılapçılık) İlkesi Atatürk şu sözlerle Türk Devrimi'ni tarif eder: "Uçurumun kenarında yıkık bir ülke Türlü düşmanlarla kanlı boğuş malar Yıllarca süren savaş Ondan sonra, içeride ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni millet, yeni devlet ve bunları başarmak için aralık siz devrimler" Atatürk Devrimciliğinin kılavuzu bilimdir O'na göre: "Dünyada her şey için, medeniyet için, başarı için en hakiki mürşit bilimdir, fendir Bilim ve fennin dışında mürşit aramak gaflet, cehalet, delalet tir" Atatürk devrimleri devamlıdır Atılan her adım, bundan sonra atılması gereken adımların başlangıcıdır Yaşam bir ilerleme, bir dinamizm kaynağı olduğundan, insan kendini ona uydurmak zorundadır Bu nedenle Atatürk Türk toplumunun ve insaninin devamlı ileriye yönelik hamle yapmasını istemiştir "Türk milletinin istidadı ve kafi kararı uygarlık yolunda durmadan, yılmadan ilerlemektir Çünkü, medeni olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkumdurlar" diyen Atatürk, ulusça takip etmemiz gereken yolu apaçık göstermiştir ATATÜRK'ÜN HAYATI Gümrük memuru Ali Rıza Bey ile Zübeyde Hanım'ın oğlu olan Mustafa Kemal, ilköğrenimine Selanik'te başlayıp, babasının ölümü (1893) üzerine annesi ve kızkardeşiyle bir süre dayısının kâhyalık yaptığı Çalı Çiftliği'nde (Langaza, Selanik yakını) yaşadı Öğrenimini sürdürebilmek için yeniden Selanik'e anneannesi ve teyzesinin yanına gönderilip, askeri rüştiyeyi (1895), Manastır Askeri İdadisi'ni (1898) bitirdi İstanbul'a gelerek, Harbiye'ye girdi (1899) Bu arada Harbiye'den tanıdığı Ali Fuat Cebesoy ve iki subay arkadaşıyla birlikte Padişah'ı eleştirdikleri ve yasak kitapları okudukları gerekçesiyle tutuklanıp, Yıldız Sarayı'nda bir süre sorguya çekildiyse de, bağışlandı Harbiye'yi, kurmay yüzbaşı rütbesiyle bitirip (1905), Şam'daki 5 Ordu'ya atandı (1905 Şubatı) Şam'da tanıştığı Mustafa Cantekin ve Müfit Özdeş adlı arkadaşlarıyla birlikte, Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'ni kurup (1906), Cemiyet'in Yafa, Kudüs ve Beyrut şubelerinin örgütlenmesinde rol oynadı Cemiyetin şubesini kurmak için Selanik'e gidip, yeniden Şam'a dönerek, Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'nin, İttihat ve Terakki ile birleşmesinin (1907) ardından, Manastır'daki 3 Ordu'ya atandı İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girdiyse de, Cemiyet'in kurucularıyla pek anlaşamadı Bu arada İttihat ve Terakki, 1786 Anayasası'nın geri getirilmesini isteyen bir bildiri yayınladı ve İstanbul Hükümeti'nin Rumeli'ye yolladığı birliklerin İttihatçılarla birleşmesi üzerine, İkinci Meşrutiyet ilan edildi (1908) Meşrutiyet'in ilanını, köklü reformların izlemesi ve ordunun siyaset dışı kalması gerektiğini öne sürdüğü için İttihat ve Terakki'yle arası açılan Mustafa Kemal, Rauf (Orbay), Kâzım Karabekir, Fethi (Okyar), İsmet (İnönü), Refet (Bele), Ali Fuat (Cebesoy) Beyler gibi subaylarla muhalif bir grup oluşturdu Bu arada Bingazi ve Trablusgarp'ta patlak veren ayaklanmaları bastırmakla görevlendirilip, görevini kan dökmeden tamamlayarak, Selanik'e döndü 31 Mart Olayı patlak verince İstanbul'a yürüyen Hareket Ordusu'nun (bu adı kendisi vermiştir) Yeşilköy'e kadar kurmay başkanlığını yapıp, Selanik'e dönerek, İttihat ve Terakki Büyük Kongresi'ne, Trablus delegesi olarak katıldı (22 Eylül 1909) 1911'de İstanbul'da Erkânı Harbiye-i Umumiye Nezareti'nde görevlendirilip, aynı yıl başlayan Trablusgarp Savaşı'na gönüllü olarak katılarak, Tobruk ve Derne'de başarıyla savaştı; binbaşılığa yükseltilip, ertesi yıl (1912) Balkan Savaşı başlayınca, Bolayır'daki kolorduya atandı ve Edirne'nin geri alınması harekâtına katıldı Sofya Askeri Ateşeliği'ne getirilip (1913), bir yıl sonra yarbaylığa yükseldi Birinci Dünya Savaşı başlayınca, İttihat ve Terakki Hükümeti'nin, yazılı uyarılarına karşın Almanya'nın yanında savaşa girmesinden sonra, Çanakkale Cephesi'nde görev verilerek, Tekirdağ'daki 19 Tümen Komutanlığı'na getirildi Gelibolu Yarımadası'na çıkmaya başlayan İtilâf Devletleri birliklerine karşı Anafartalar, Conkbayırı ve diğer cephelerde önemli savaşlar verdi Hastalandığı için İstanbul'a dönüp, rütbesi albaylığa yükseltildi (1915) 1916'da Edirne'de 16 Kolordu Komutanlığı'na, hemen ardındanda livalığa yükseltilerek, Doğu'da bir başka kolorduya atandı; Diyarbakır'da Kâzım Karabekir Paşa'yla birlikte, yeni kurulmakta olan 2 Ordu'yla Muş ve Bitlis'i düşman işgalinden kurtarıp (6-7 Ağustos 1916), ertesi yıl 2 Ordu'nun komutanlığına getirildi (18 Mart 1917) Falkenhayn komutasında kurulan Yıldırım Orduları grubu içindeki 7 Ordu Komutanlığı'na atandıysa da, askeri stratejiyle ilişkin görüş ayrılıkları nedeniyle istifa ederek İstanbul'a döndü (Ekim 1917) ve genel karargâh emrine alındı Alman İmparatoru'nun davet ettiği Veliaht Vahdettin'le birlikte Almanya'ya gidip, yolculuk boyunca Veliaht'a savaşın kaçınılmaz sonuçlarını anlattı Vahdettin tahta çıkınca, 7 Ordu Komutanlığı'na ve Padişah'ın fahri yaverliğine getirilip (1918), cephenin İngiliz saldırısı karşısında çökmesi ve Almanya'nın ateşkes istemesi üstüne, Padişah'a bir telgraf çekerek, Talat Paşa Hükümeti'nin yerine kurulan yeni hükümetin, hemen Osmanlı Devleti'nin müttefiklerinden ayrı bir barış antlaşması imzalamasını, elde kalan kuvvetlerin Anadolu'ya çekilerek ulusal direnişe geçilmesini istedi Ahmet İzzet Paşa'nın sadrazamlığa getirilmesi ve Rauf Bey ile Fethi Bey'in de görev aldığı yeni hükümetin Mondros Ateşkesi'ni imzalamasından (30 Ekim 1918) sonra, Liman Von Sanders'in ayrılmasıyla Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı'na getirildi İngilizlerin müdahalesiyle Yıldırım Orduları Grubu dağıtılınca, İtilâf Devletleri birliklerinin İstanbul'u işgal ettikleri (13 Kasım 1918) günlerde İstanbul'a dönüp, Anadolu'ya geçme olanaklarını araştırmaya başladı İngilizlerin Samsun dolaylarındaki Rum çeteleri ile Türkler arasındaki çatışmaların önüne geçilmesini istemeleri üstüne, çok geniş yetkilerle 9 Ordu Müfettişliği'ne atanmasıyla beklediği fırsatı bulup (o sırada Yunanlılar İzmir'e asker çıkardılar), 19 Mayıs 1919'da Samsun'a ayak bastı İlk iş olarak askeri alanda, Anadolu ve Trakya'da ayakta kalmış birliklerle, siyasal alandaysa Müdafaa-i Hukuk ve Reddi İlhak Gruplarıyla ilişki kurdu; İstanbul'un kendisine verdiği görev, bu grupları dağıtmak olduğu halde, aralarındaki bağları pekiştirmek ve Kuvay-i Milliye adı altında kurulmakta olan silahlı halk kuvvetleriyle ilişkiye geçmek için çaba gösterdi Havza'ya, ardından da Amasya'ya geçerek çalışmalarını sürdürdü 3 Temmuz'da Vilayat-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuki Milliye Cemiyeti'nin kongresine katılmak için Erzurum'a gidip, İstanbul Hükümeti'nin durumdan kuşkulanarak geri dönmesini bir telgrafla bildirmesi (7 Temmuz 1919) üstüne, görevinden ve askerlikten istifa ettiğini bildirdi 23 Temmuz-7 Ağustos arasındaki Erzurum Kongresi'nde seçilen temsilciler kurulunun başkanlığına getirildi ve alınan kararları bir bildiriyle açıkladı Sivas Kongresi'nde (4 Eylül 1919), Erzurum Kongresi'nin kararlarının onaylanmasından sonra, istifa etmek zorunda kalan Damat Ferit Hükümeti'nin yerine kurulan Ali Rıza Paşa Hükümeti'nin temsilciler kuruluyla (Heyet-i Temsiliye) görüşmeler yapmak için gönderdiği Salih Paşa'yla Amasya'da görüşerek (20-22 Ekim 1919), Amasya Protokollerini imzaladı Erzurum Milletvekilliği'ne seçildiği (7 Kasım 1919) halde, 12 Ocak'ta İstanbul'da toplanan Mebusan Meclisi'ne katılmadı (Mustafa Kemal'in katılmadığı bu son Osmanlı Meclisi, Misak-ı Milli İlkeleri'ni kabul etti17 Şubat 1920) Bu arada Damat Ferit Paşa, yeniden sadrazamlığa getirilip, Anadolu'daki ulusal hareketi "isyan", bu hareketi yönetenleri de "eşkıya" diye niteleyerek, "hilafet ordusu" adı altında toplanan birlikleri, Mustafa Kemal Paşa'ya bağlı kuvvetlerle savaşmak için Anadolu'ya gönderdi Bu durum karşısında Mustafa Kemal, 23 Nisan 1920'de Ankara'da ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni toplayıp, Meclis'in seçtiği 11 kişilik icra vekilleri heyetinin başkanlığına getirildi (24 Nisan 1920) Birinci Büyük Millet Meclisi döneminde, Mustafa Kemal en çok, savaşın yönetimine ilişkin sorunlarla ilgilendi Bir yandan düşmana karşı çarpışılırken, öte yandan Çerkes Ethem gibi çetecilerin disiplin dışı davranışlarıyla uğraşmak zorunda kaldı Doğu Cephesi'ndeki savaşlar, Kâzım Karabekir Paşa tarafından yürütülürken, Batı Anadolu'da verilen savaşların yönetimini Mustafa Kemal Paşa üzerine aldı Bir yıldır İzmir ve çevresini ellerinde bulunduran Yunanlılar, 22 Haziran 1920'de, Osmanlı Hükümeti'ne, Müttefikler tarafından önerilen barış antlaşmasını kabul ettirmek amacıyla ileri harekâta geçmeleri üzerine, bu ilerleyişten ürken İstanbul Hükümeti, 10 Ağustos 1920'de Sevr Antlaşması'nı imzaladı Ankara Hükümeti'nin bu antlaşmayı tanımadığını açıklamasının ardından, Garp Cephesi Komutanlığı'na getirilen Albay İsmet (İnönü) Bey, Birinci İnönü Savaşı'nda (10 Ocak 1921), Yunanlıları geri çekilmek zorunda bıraktı Savaş yeniden başladıysa da, İkinci İnönü Savaşı (1 Nisan 1921) da Yunanlıların yenilgisiyle sonuçlandı 10 Temmuz'da Yunanlılar bir genel saldırıya geçince, Garp Cephesi Karargâhı'na giderek, İsmet Paşa'ya, orduyu Sakarya'nın doğusuna geçirme emrini verdi ve komutayı üstüne aldı Ardından, olağanüstü yetkilerle, Büyük Millet Meclisi Orduları Başkomutanlığı'na getirildi Yunan Ordusu'nun 23 Ağustos'ta yeniden başlattığı genel saldırıya karşı, aralıksız 22 gün 22 gece süren çetin savaşta (Sakarya Meydan Savaşı), cepheyi bizzat yönetip, Sakarya'nın doğusundaki bütün Yunan Birliklerinin yokedilmesini sağladı 19 Eylül'de, Büyük Millet Meclisi tarafından mareşalliğe yükseltildi ve "gazi" unvanı verildi Sakarya Meydan Savaşı'ndan sonra Eskişehir-Kütahya-Afyon'un doğusundan geçen bir hatta güçlü biçimde mevzilenen Yunan Ordusu'nu kesin yenilgiye uğratmayı tasarlayan Mustafa Kemal, 26 Ağustos 1922 sabahı "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir ileri!" komutuyla Büyük Taarruz'u başlattı ve ilk Türk Birliklerinin 9 Eylül'de İzmir'e girmeleriyle, üç buçuk yıldır işgal altındaki Anadolu Toprağı0 düşmandan kurtulmuş oldu Bu arada Uşakizade Latife Hanım'la tanışarak evlenen (29 Ocak 1923; bu evlilik 6 Ağustos 1925'te anlaşmazlık nedeniyle boşanmayla sonuçlandı) Mustafa Kemal, Mudanya Mütarekesi'nin (11 Ekim 1922) imzalanması, Vahdettin'in Türkiye'den kaçması (17 Kasım 1922), Lozan Antlaşması'nın (24 Temmuz 1923) imzalanması, İtilâf Devletleri'nin İstanbul'u boşaltmaları (2 Ekim 1923), Ankara'nın başkent olması ve Halk Fırkası'nın kurulmasının ardından, 29 Ekim 1923'te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, cumhuriyeti ilan etmesiyle, cumhurbaşkanı seçildi Sonra toplumsal devrimlere girişip, ülkeyi çağdaş uygarlık düzeyine yaklaştırdı 26 Kasım 1934'te TBMM, çıkardığı özel bir yasayla, Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadını verdi Dış siyasette "Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesini benimseyen Atatürk, Türkiye'nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü, dostluk antlaşmaları, bölgesel paktlarla güvence altına aldı (Balkan Paktı, 1934; Sadabat Paktı, 1937) Montreux Antlaşması'yla (20 Temmuz 1936), Boğazların yeniden Türk savunma sistemi içine alınmasını, Fransızlara bırakılan Hatay'ın, Ankara Antlaşması'yla anavatana katılmasını (7 Temmuz 1939) sağlayıp, yakalandığı siroz hastalığının hızla ilerlemesiyle 10 Kasım 1938'de İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nda öldü Naaşı, İstanbul'dan Ankara'ya taşınarak önce Etnografya Müzesi'ndeki geçici kabrine konuldu (21 Kasım 1938); ölümünün 15 yılında da, büyük bir törenle Anıtkabir'e aktarıldı (10 Kasım 1953) ATATÜRK'ÜN VASİYETNAMESİ TC ANKARA 3 SULH HUKUK MAHKEMESİ SAYI: 1938/95 T TERK-İ HAYAT EDEN CUMHURBAŞKANI ATATÜRK'ÜN 28111938 TARİHİNDE MAHKEMEMİZDE AÇILAN VASİYETNAMENİN SURETİ AŞAĞIYA ÇIKARILMIŞTIR DOLMABAHÇE, 591938 PERŞEMBE "MALİK OLDUĞUM BÜTÜN NÜKUT VE HİSSE SENETLERİYLE, ÇANKAYA'DAKİ MENKUL VE GAYRIMENKUL EMVALİMİ, CUMHURİYET HALK PARTİSİ'NE ATİDEKİ ŞARTLARLA TERK VE VASİYET EDİYORUM 1- NÜKUT VE HİSSE SENETLERİ ŞİMDİKİ GİBİ İŞ BANKASI TARAFINDAN NEMALANDIRILACAKTIR 2- HER SENEKİ NEMADAN BANA NİSPETLERİ ŞEREFİ MAHFUZ KALDIKÇA YAŞADIKLARI MÜDDETÇE MAKBULE'YE AYDA 1000, AFET'E 800, SABİHA GÖKÇEN'E 600, ÜLKÜ'YE 200 LİRA VERUKİYE İLE NEBİLE'YE ŞİMDİLİK 100'ER LİRA VERİLECEKTİR 3- SABİHA GÖKÇEN'E BİR EV ALINABİLECEK AYRICA PARA VERİLECEKTİR 4- MAKBULE'NİN YAŞADIĞI MÜDDETÇE ÇANKAYA'DA OTURDUĞU EV DE EMRİNDE KALACAKTIR 5- İSMET İNÖNÜ'NÜN ÇOCUKLARINA TAHSİLLERİNİ İKMAL İÇİN MUHTAÇ OLACAKLARI YARDIM YAPILACAKTIR 6- HER SENE, NEMADAN MÜTEBAKİ MİKTARI YARI YARIYA TÜRK TARİH VE DİL KURUMLARINA TAHSİS EDİLECEKTİR KATATÜRK BÜYÜK TAARRUZ Sevr Antlaşması'nı Türklere kabul ettirmeyi gaye edinen İngilizler, Sakarya'dan sonra başlattıkları diplomatik girişimleri bir süre daha devam ettirmişlerdir Ancak TBMM Hükümeti Misak-ı Milli'den ödün vermek niyetinde değildirler Sakarya yenilgisinden sonra müdafaa durumuna geçmek zorunda kalan Yunan ordusu, Eskişehir-Afyonkarahisar hattına geri çekilerek, gerekli korunma tedbirlerini alırken, Türk Genel Kurmayı Yunanlılar toparlanmadan taarruza geçilmesi düşüncesindedir 14-15 Eylül 1921 tarihinden geçerli olmak üzere seferberlik ilan edilerek, 1899, 1900,1901 doğumlular silah altına alınmış, ordunun asker eksiği tamamlanmıştır Türk kuvvetlerinin araç ve malzeme eksikleri de çeşitli kaynaklardan tamamlanmaya çalışılmıştır Başta İstanbul'daki silah depolarından büyük fedakarlıklarla kaçırılan silahlar, İnebolu üzerinden Anadolu'ya nakledilmiştir İtilaf Devletlerinden kamaları alınarak işe yaramaz hale getirilen Türk topları, ilkel aletlerle kullanılır hale getirilmiştir Sıkıntısı çekilen bazı silahlar da Ruslardan, İtalyanlardan ve Fransızlardan satın alınarak karşılanmaya çalışılmıştır 6 Mayıs 1922'de başkomutanlık süresi uzatılan M Kemal Paşa, artık taaruza geçilmesi düşüncesindedir M Kemal bu düşüncesini Haziran ortalarında Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa, Savunma Bakanı Kazım Özalp ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşalara açmış ve 15 Ağustosa kadar hazırlıkların tamamlanması kararlaştırılmıştır TBMM bu hazırlıkları yürütürken, barışı engelleyen taraf durumuna düşmemek için, diplomatik çabaları sürdürmüş ve Fethi Okyar'ı Avrupa'ya göndermiştir İngiltere'nin barış yolunu tamamen kapatması, şimdiye kadar ertelenen taarruz kararının uygulamaya konmasını kaçınılmaz kılmıştır 26 Ağustosta Türk topçusunun başlattığı taarruzda Türk ordusu, Yunan kuvvetlerinin büyük bölümünü yok etmiş, kaçabilenler de 1 eylül 1922 günü Atatürk'ün verdiği "Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!" emriyle, Türk kuvvetlerinin takibi altına alınmıştır 9 Eylülde Yunanlılar İzmir'den çıkarılmış, 9 Eylülden 18 Eylüle kadar da Batı Anadolu'nun Yunan istilasından temizlenmesi işlemi gerçekleşmiştir Böylece 26 Ağustosta başlayan Büyük Taarruz, 15-20 gün gibi kısa bir sürede 200000 kişilik Yunan ordusunun yok edilmesi ile sonuçlanmıştır Bu zafer, İslam dünyasında Hıristiyanlığa karşı bir başarı olarak değerlendirilmiştir Asırlardan beri Batılıların "Şark Meselesi" adı altında, Müslüman Türkleri Anadolu'dan atmaya yönelik hedefleri bu zaferle sonuçsuz bırakılmıştır Güney Cephesi ve Fransızlarla Savaşlar Mütarekeden sonra İtilaf Devletleri, Güney Anadolu'da askeri harekatlarını durdurmamışlardır İngilizler önce; Musul, İskenderun, Kilis ve Antep'i ardından da Maraş ve Urfa'yı işgal etmişlerdir Fransızlar ise Adana, Mersin ve Osmaniye'yi işgal etmişlerdir Fransız işgali altında yaşayan Ermenilerin Türklere yönelik taşkınlıları bölge halkını derinden yaralamıştır 15 eylül 1919'da İngiltere ve Fransa arasında Ortadoğu'nun paylaşımı konusunda yeni bir anlaşma yapılmış, bu anlaşma ile İngilizler daha önce işgal ettikleri Antep, Urfa ve Maraş'tan çekilerek, buraları da Fransız işgaline terk etmişlerdir Antep, Urfa ve Maraş'ta da Fransızların Ermenileri Türklere karşı kullanma politikası uygulamaları, bu bölgelerde halkı galeyana itmiştir Bu gelişme Milli Mücadele'de Güney Cephesi'nin oluşmasına zemin oluşturmuştur Maraş, Urfa, Antep ve Adana'da Kuva-yı Milliye, Fransızlara ağır darbe indirmiş ve Fransızlardan yüz bulan Ermenilerin bu darbelerle yöredeki hayalleri sonuçsuz kalmıştır Sakarya zaferinden sonra şanslarını fazla zorlamak istemeyen Fransızlar, Ankara Hükümeti ile anlaşmaya karar vermiştir Bu doğrultuda Fransızlarla yapılan Ankara İtilafnamesi ile Fransızlar; İşgalleri altında bulundurdukları Türk topraklarından (Antakya hariç) çekileceklerdir İkinci olarak da İskenderun ve Antakya'da özel bir idare kurulacak, buradaki Türkler, kültürlerini geliştirme konusunda serbest kalacaklar ve burada resmi dil Türkçe olacaktır Fransızlarla 30 Mayıs 1920'de yapılan 20 günlük ateşkes anlaşmasından sonra, 20 Ekim 1921'de imzalanan Ankara İtilafnamesi ile Fransızlar artık Misak-ı Milli'yi kabul etmişlerdir Ankara İtilafnamesi'yle Türkler ve Fransızlar arasındaki savaşlar sona ermiş, Türkiye'nin Batı dünyası nazarında yeri daha da güçlenmiştir Bu antlaşmadan sonra Fransızlar gizlice Milli Mücadele'yi destekledikleri için, Türkiye'yi silah bulma bakımından Sovyetlerin tekelinden kurtarmıştır Güneyde serbest kalan Türk ordularının Batı'ya kaydırılması ve özellikle Büyük Taarruz'da kullanılması, Anakara İtilafnamesi ile mümkün olmuştur HİLAFETİN KALDIRILMASI 1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılması ile, Sultan-Halife gibi, çifte görevi olan Osmanlı hükümdarının elinden egemenlik hakları, devlet yetkileri alınmıştı Eski Osmanlı hükümdarına sadece, dini başkanlık yetkileri tanınmıştı Hükümet, TBMM'nin seçtiği Halife Abdülmecid Efendi'den, sadece Müslümanların Halifesi ünvanını kullanmasını, gösterişli hareketlerde bulunmamasını istemişti Abdülmecid, halife seçildikten sonra kendisine verilen talimata aykırı olarak, "Halife-i Müslimin" ünvanından başka sıfat ve ünvanlar taşıyarak, Cumhuriyet hükümetinin talimatı dışına çıkmıştır Bazı politikacılar ise; "Hilafet aynı hükümettir, hilafetin hukuk ve görevini iptal etmek hiç kimsenin hiç bir meclisin elinde değildir" diyerek, Halife'yi, Padişah gibi yaşatmak istiyorlardı Bu durum, halifelik kurumu hakkında bir an önce önlem alınmasını gerektiriyordu Fakat Mustafa Kemal Paşa'yı halifeliğin kaldırılması için zorlayan önemli sebep, Halife mevcut oldukça Türkiye'de yapılması zorunlu olan sosyal ve laik karakterdeki devrimlerin yapılamayacağı idi 3 Mart 1924 tarihli, "Hilafetin ilgasına ve Hanedan-ı Osmaniye'nin Türkiye Cumhuriyeti memalik-i hariciyesine çıkarılmasına dair kanun"la hilafet kaldırılmıştır Hilafetin kaldırılmasının Türkiye'de ve dünyada geniş yankıları olmuştur Hilafetin kaldırıldığı 3 Mart 1924 günü, bir diğer kanunla da Şer'iye ve Evkaf Vekaleti (Bakanlığı) kaldırılmıştır Şer'iye ve Evkaf Vekaleti'nin kaldırılması sonucu, bu vekalet tarafından yönetilen okullar ve medreseler de kaldırılmıştır Ayrıca aynı gün, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye vekaleti de kaldırıldı Böylece ordu siyaset çatışmasının da önüne geçilmiş oldu Tevhid-i Tedrisat kanunu da o gün kabul edilmişti LOZAN ANTLAŞMASI Kurtuluş Savaşı'nın sonunda Mudanya Mütarekesi imzalanmış, bundan az sonra, 22 Ekim 1922'de Türkiye barış görüşmelerine çağrılmıştı Mudanya Mütarekesi'nde de Türk heyetine başkanlık etmiş olan ismet Paşa (İnönü), dışişleri bakanlığına getirilerek Lozan'a gidecek Türk heyetine başkan atandı Lozan Konferansı'nda İngiltere'yi Lord Curzon, İtalya'yı Mussolini, Yunanistan'ı Venizelos, Fransa'yı Poincare temsil ediyordu Dikenli Sorunlar Sevr Antlaşması'na göre Türkiye'nin doğusu Ermenilerle Kürtlere, güneydoğu illeri Fransızlarla İngilizlere, Antalya dolayları İtalyanlara, Batı Anadolu ve Trakya Yunanlılara veriliyor, Boğazlar barışta ve savaşta serbest olmak üzere Müttefikler'in yönetimine bırakılıyor, kapitülasyonlar bütün devletlere tanınıyor, Anadolu'nun yalnız orta ve orta-kuzey kesimi Türklere kalıyordu Ankara Hükümeti bu antlaşmayı hiç bir zaman tanımadı ve bağımsızlık için sonuna kadar savaşılacağını bütün dünyaya ilân etti Savaşı kazanıp barış masasına oturduğu zaman başta kapitülasyonlar ve Osmanlı borçları olmak üzere Sevr Antlaşması'nda yer alan birçok hüküm yeniden Türkiye'nin önüne sürüldü Türkiye'nin Birinci Dünya Savaşı'ndan önceki sınırlar üstünde bir iddiası yoktu, ama Misak-ı Milli'den de fedakarlık edemezdi Yabancılara verilen eski ayrıcalıkların hepsi kalkmalıydı Batılılar bu şartları kabul etmek istemediler ve 4 Şubat 1923'te görüşmeler kesildi Sonuç 23 Nisan 1923'te görüşmeler yeniden başladı Sonunda Türkiye'nin istekleri kabul edilerek 24 Temmuz 1923'te antlaşma imzalandı Başlıca hükümleri şöyle özetlenebilir: Türkiye'nin sınırları, Irak kesimi (Musul) dışında Misak-ı Milli'de çizildiği gibi olacak, Yunanistan savaş tazminatı olarak Edirne yakınındaki Karaağaç'ı Türkiye'ye bırakacaktı, fiğe Denizi'nde Bozcaada ile Gökçeada Türkiye'ye verilecek, Midilli, Sakız, Sisam gibi Anadolu'ya yakın adalar, askersizleştirilmek şartıyla Yunanistan'a bırakılacaktı Türkiye'deki Rumlarla, Yunanistan'daki Türkler yer değiştirecek, Batı Türkleriyle İstanbul Rumları bu değişimin dışında tutulacaktı Kapitülasyonlar her yönüyle son bulacaktı Musul ve Osmanlı borçları konusu barış antlaşmasından sonra taraflar arasında çözülecekti Çanakkale ve İstanbul boğazları silâhsız bölge olacak, ancak savaş halinde silahlandırılacaktı (Türkiye aleyhine olan bu madde 1936 Montrö Antlaşması'yla ortadan kalkarak, Boğazlar kayıtsız ve şartsız Türk egemenliğine geçmiştir) Türkiye'deki yabancılar ve yabancı kurumlar Türk yasalarına göre yönetilecekti Böylece Lozan Antlaşması, Osmanlı Devleti'nin kabullendiği Sevr Antlaşması'nın Türkiye'yi bölüp parçalayan, egemenliğinden eden ağır hükümlerini ortadan kaldırarak Kurtuluş Savaşı ile kurulan yeni Türk Devleti'nin egemenlik ve bağımsızlığını bütün dünyaya kabul ettirdi «Üstün asker, Üstün diplomat!» Lozan Barış Konferansı'na Fransa adına katılan general Pelle, Türk başdelegesi general İsmet İnönü için şunları söylemişti: «Üstün bir asker olduğu kadarda üstün bir diplomat! Az söylüyor, öz söylüyor Bir şeye olmaz! dediği zaman, biliyorsunuz ki o şey olmaz'dır; artık onu yaptırmamağa uğraşacaktır Onun için görüşmelerde, peki kabul ediyorum dediği zaman rahatlık duyardım Hayır! dediği zamansa büyük bir çekişmenin başlamak üzere olduğunu anlardık» Altın Kalem Lozan Barış Antlaşması Rumini Sarayı'nda yapılan büyük törende imzaya sunulduğu zaman önce Türkiye Cumhuriyeti'nin başdelegesi İsmet Paşa yerinden kalktı, masaya doğru yürüdü, tam ortasına gelince durdu Sağ elini ceketinin iç cebine götürerek oradan renkli bir mahfaza çıkardı, açtı, içinden bir altın kalem aldı ve Gazi Mustafa Kemal'in antlaşmayı imzalamak üzere kendisine gönderdiği bu tarihi kalemle, ayakta, biraz eğilerek, genel sekreter Massigli'nin önüne koyduğu antlaşmaya, 24 Temmuz 1923, tam saat üçü dokuz geçe imzasını attı»Ali Naci Karacan, Lozan adlı kitaptan SALTANATIN KALDIRILMASI Mudanya Mütarekesi'nden sonra, Lozan Barış Konferansı için hazırlıklar başlayınca, Osmanlı Hükümeti, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti yanında konferansa katılmak arzusunda olduğunu bildirdi İtilaf Devletleri'nin, hala İstanbul'da bir hükümet tanımak ve onu da Türkiye ile birlikte konferansa çağırmak istemeleri ve bu hükümetin de, delegeleri beraberce seçmek için Büyük Millet Meclisi'ne başvurması, Mustafa Kemal Paşa'yı harekete geçirdi Sadrazamı Tevfik Paşa'nın barış konferansında görüş ve sözbirliği, Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na çektiği telgraf, Mecliste tepkiyle karşılandı Gerek Mustafa Kemal Paşa'nın, 24 Nisan 1920 tarihli önergesinde ve gerekse 20 Ocak 1921 tarihli Anayasada egemenliğin millette olduğu ilan edilmişti Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ve pek çok milletvekilinin ortak teklifi 30 Ekim 1922 günü TBMM'de görüşülmeye başlandı Önergede Saltanatın kaldırıldığı belirtiliyordu Saltanatla birleşmiş olan "halifelik" ise ondan ayrılacaktı Ateşli görüşmeler sırasında şu düşüncelerin Meclis Genel Kuruluna hakim olduğu görüldü: Saltanat, Halifelikten ayrılsın ve kaldırılsın Halifeyi biz seçelim; Saltanat ve Halifelik birbirinden ayrılamaz Bu nedenle, eğer Saltanat kaldırılırsa Halifelik de kalkmış olur ki, böyle bir durum düşünülemez Görülen şuydu: Başta Hüseyin Rauf (Orbay) Bey ve Refet (Bele) Paşa gibi, Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın yakın arkadaşlarının bulunduğu bir grup, Halifeliğin Saltanattan ayrılamayacağını ileri sürüyorlardı Saltanatın kaldırılması hakkında kanun tasarısı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Karma Komisyonunda görüşülürken, hilafetle saltanatın ayrılamayacağı düşüncesi ileri sürüldü İlk grubun içinde bulunanlar ise böyle bir ayrımın mümkün olduğunu belirtiyorlardı Mustafa Kemal Paşa söz alarak, tarihsel ve bilimsel açıklamalarda bulunarak, yüksek sesle şunları söyledi: "Hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye müzakereyle, münakaşa ile verilemez Hakimiyet, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır Osmanoğulları zorla Türk Milletinin hakimiyet ve saltanatına vaziülyed olmuşlardı (zorla el koymuşlardı) Bu tasallutlarını altı asırdan beri idame eylemişlerdir Şimdi de, Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hakimiyet ve saltanatını isyan ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor Bu bir emrivakidir Mevzubahis olan, millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir Bu behemehal olacaktır Burada içtima edenler (toplananlar) Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse, fikrimce muvafık olur Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir" Mustafa Kemal Paşa'nın bu çok önemli ve tarihi konuşması sonunda, Karma Komisyon'da, görüşülen teklif hemen kabul edilmiş ve ivedilikle Genel Kurulda görüşülerek, 1 Kasım 1922'de 308 Numaralı karar olarak benimsenmiştir Yeni Türkiye'nin yeni temellerinin de bir ifadesi olan bu karar ile, hilafet ve saltanat birbirinden ayrılmış, saltanat kaldırılmıştır Ertesi gün, TBMM, Osmanlı veliahdı Abdülmecid Efendi'yi halife seçmiştir Böylece, çok önemli bir gelişme sağlanmıştır TBMM'nin Saltanatı kaldırma kararı, İstanbul Hükümeti tarafından da benimsenmiştir Hükümet istifa etmiştir Devir ve teslim işlerine derhal başlanmıştır Bu tutum, Saltanatın kaldırılmasının beklendiğini de gösterir Saltanatın kaldırılma kararı üzerine, 17 Kasım 1922'de Sultan Vahdettin, İngiltere himayesine sığınarak Malaya zırhlısı ile yurdu terketmiş ve Malta'ya gitmiştir Oysa Osmanlı tarihinde hiçbir padişahın düşmana sığınmak gibi bir tutum içine girdiği görülmemiştir SERBEST CUMHURİYET FIRKASI 12 Ağustos 1930'da İstanbul'da kurulan siyasi parti Atatürk'ün istek ve onayıyla, dönemin Paris Büyükelçisi Fethi Okyar'ın başkanlığında Cumhuriyet Halk Fırkası'na karşı biriken hoşnutsuzluk ve tepkileri dağıtmak, hükümeti sarsmayacak bir muhalefet partisi oluşturmak amacıyla kuruldu Cumhuriyetçilik, milliyetçilik ve laiklik ilkelerine bağlılığın vurgulandığı parti programında, Cumhuriyet Halk Fırkası'ndan farklı olarak, devletçi ekonomi yerine özel girişim savunuldu Parti kısa zamanda, geniş bir yandaş kitlesi kazandı Fethi Okyar'ın İzmir gezisinde büyük sevgi gösterileriyle karşılanması sonucu çıkan olaylar ve belediye seçimlerinde hile yapıldığı iddiaları üzerine dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya hakkında gensoru önergesi vermesi, Cumhuriyet Halk Fırkası'nda hoşnutsuzluk yarattı Mecliste partinin, irtica ve komünizme destek vermekle suçlanması ve Atatürk'ün de yeni parti deneyiminden hoşnutsuzluğunu belirtmesi üzerine Fethi Okyar, 17 Kasım 1930'da İçişleri Bakanlığı'na başvurarak partinin kapatıldığını bildirdi NOT:YAZI ALINTIDIR |
|