|
|
Konu Araçları |
sen olmasaydın yâ muhammed sen olmasaydın kainatı yaratmazdım |
&Quot;Sen Olmasaydın Yâ Muhammed, Sen Olmasaydın Kainatı Yaratmazdım&Quot; |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
&Quot;Sen Olmasaydın Yâ Muhammed, Sen Olmasaydın Kainatı Yaratmazdım&Quot;Bin dört yüz yıl öncesiydi Yağmurlar bitkilere küsmüş gibiydi Güneş olabildiğince kavuruyordu Mekke Sokaklarını Sanki intikam alıyordu beşerden Ve diyordu ki; beni müzeyyen bir şekilde süsleyip, semâya ziyalı bir ışık yaparak, istifadenize sunan Hâlıkımızı niçin tanımaz, görmezsiniz, şükretmezsiniz?” ama cahilolan insanın ne gözünde o hitâbı anlayacak bakış, ne de kalbinde o mânâyı sezecek his kalmıştı Adetâ yaşayan cenazeye dönmüştü insanoğlu İşte böyle bir zamandı cahiliyet devri Derken, bir gece semâvat ve arz büyük bir sarsıntıyla uyandı Nihayet beklenen an gelmişti Her şey anlam kazanmaya başlamıştı Dünya kendi mevcûdiyetinin asıl sebebi olan, bununla da “sen olmasaydın Yâ Muhammed, sen olmasaydın kainatı yaratmazdım”ilâhî hitabına mazhar olan, Kainatın Reis’i, Fahr’i, Nur’u Muhammed Mustafa teşrif etmişti Her şeyi gibi dünyaya gelişi de büyük bir mucize olmuştu Ve tenindeki gül kokusunu sunmaya başlamıştı daha ilk anda Evet, harikalar içerisinde gelmişti, öyle bir gelişti ki bu o doğduğunda zuhur eden nur, kıyamete kadar kainatı ışıklandıracaktı Bin yıldan beri yanan Mecûsilerin ateşini söndüren o “nur” bin üçyüz elli sene sonra dinsizliğin manevî ateşini söndürmüştü Güneş bile sıcaklığını onun nurundan alıyordu bu zamana kadar Çocukluğundaki harika halleriyle de insanları şaşkınlık içerisinde bırakıyor, kendisine teveccüh ettiriyordu Ve bin dört yüz sene sonra da sosyologların psikologların akıllarını hayrette bırakıyor, kendine hayran ettiriyordu o “nur” çocuk Ve nihayet o an gelmişti Nübüvvet mührünün farklılığını farketme ve Risalet tâcını giymek zamanıydı Hira mağarasında Cebrail(as) isimli meleğin kendisini üç defa sıkıştırarak, “oku, Rabb’inin adıyla oku” demesiyle, kendisini, kainatı, Kur’an-Hakîm’i okuması istenmişti daha ilk vahiyle birlikte O Şefkatli Nebî , o mübarek insan, ürkmüş ve korkmuş bir halde zevcesinin yanına geldi “Beni örtünüz , beni örtünüz”dedi Onu bu derece titreten “oku” emri, bizi neden hiç sarsmıyordu? Yoksa önemsiz miydi “ben”i, kainatı, Kur’an-ı Kerîm’i okumak? Zât-ı Zülcelâl, irşad etme vazifesiyle görevlendirdiği sevgilisine önce “oku” demişti, “Alîm” isminin tecellisiyle ona ilminin kapısını açmıştı Zât-ı Zülcelâl kainat kitabına yazdığı Tekvîni Ayetleri Kur’an-ı Hakîm’inde tercüme etmiş, o Kelâm-ı Ezelîyi de Resûlünün şahsında bütün insanlığa göndermişti Artık semâvat ve arz Muhammed-ül Emin olan Resûl-ü Ekrem’i miraçtaki Risaletiyle beraber kendi üzerinde taşımaktan son derece mes’ud ve müsterih olup, her daim ona salât ve selâm getirmişlerdi Çünkü O,Hâlıklarının en sevgilisiydi Onun Risaletiyle suların akışı daha bir canlı, güneşin ziyası daha bir aydınlıktı Kuşların, böceklerin mânidar ötüşlerinde, güllerin açılışında onun nurunun tecellisi vardı Karanlık nura, cehalet ilme, sefalet safahata döndüğü o zaman asr-ı saadetti artık Cehaletin kilit vurduğu kalpler, iman hakikatleriyle, “sohbet-i nebevî” ile bir bir açılarak ilim meyvelerini vermeye başlamıştı İlk meyveydi hanımı ve sevgili dostu Hz Ebûbekir Ahir olan bu zamanda da sohbet-i Nebevîye mazhar olmak, Sünnet-i Seniyye’ye kemâl-i ittibâ ile olabilirdi İşte o zaman, her duamızda mânen yanımızda olurdu Resûl-ü Ekrem (asm) Ziyası öyle bir ışıktı ki; Arabistan yarımadasından dünyaya, dünyadan kainata ulaşacak kadar etkiliydi Çünkü O, kainatın “Hakikat Güneşi”ydi Ve O zamanın ve tüm zamanların en Bedîsiydi Belki bin dört yüz sene geçmişti O En Sevgilinin devri üzerinden, ama Hadisleri, Sünnetleri değişmemişti O zaman “çölde açan bir gül” idi Şimdi ise, “karla kaplanmış gönül yollarında açan bir kardelen” Onun ismi gökte hâlâ “Ahmet”, yerde “Muhammed”di Almalıydık o Nur’u tarihin tozlu raflarından Yaşantımızı o nurun ziyasıyla ışıklandırmalıydık İç dünyamızı Risâlet gülleriyle süslemeliydik Çünkü; kalpler ancak onun sohbetiyle aydınlanırdı alıntıdır |
|