Sûfî Allahyâr |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Sûfî AllahyârSÛFÎ ALLAHYÂR Allahü teâlânın yolunu anlatan güzel şiirleri ile meşhûr bir Türkistan evliyâsı Özbek Türklerinin Hita kolundan olup, Buhârâlıdır 1633 (H1043) de Kette Kurgan’da doğmuştur Babası Ahmed Kulı Atalık’dır Zamânındaki ilim sâhiplerinden, Ehl-i sünnet îtikâdını ve Hanefî mezhebi fıkıh bilgilerini öğrendi Bir ara Buhârâ Hânlığı’nda tamgacı yâni gümrük idâresi reîsliğinde bulundu Bu esnâda Nakşibendiyye halîfelerinden Habîbullah Şeyh Nevrûz’dan feyz alarak kemâle geldi Daha sonra resmî vazifeden ayrılarak, halkı irşâd ile meşgûl oldu 1723 (H1135) yılında Rahşvâr adlı köyde vefât etti Bu köy daha sonra Allahyâr adını aldı Sûfî Allahyâr’ın, Habîbullah-ı Buhârî’ye talebe olması şöyle anlatılır: Sûfî Allahyâr hazretlerinin kabadayılığı çok meşhûr olmuştu O, sokaklarda dolaşırken sokakta oynayan çocuklar korkarak dağılıyorlardı Habîbullâh-ı Buhârî hazretlerinin bir talebesini de hırpalamıştı O gece Sûfî Allahyâr hazretleri çok sayıda halıyı üst üste yığarak, üstünde arkadaşlarıyla birlikte oturmakta idi Gecenin ilerlemiş bir saatinde Sûfî Allahyâr hazretleri birden ayağa kalkarak Habîbullah-ı Buhârî hazretlerinin dergahına doğru koşmaya başlar Kapıyı çalar Habîbullâh-ı Buhârî hazretlerine talebe olmak istediğini söyler ve bütün günâhlarına tövbe eder Ancak kendisinin bir şartla talebeliğe kabul edilebileceği belirtilir Şart şudur: Sûfî Allahyâr hazretleri hemen o günden itibaren sokakta ciğer satacak, bunu yaparken kafasına da koyunun sakatatını saracaktır Sûfî Allahyâr hazretleri şartı kabul eder ve bütün şartlara riâyet ederek hiç bir şeye aldırmadan uzun zaman ciğer satar Nihâyet bir gün dergaha kabul edilir ve büyük bir ihlasla hizmete başlar On iki yıl burada kalarak tasavvufta yüksek derecelere ulaşır Yaşadığı bölgenin dil ve lehçesiyle İslâm îtikâd bilgilerini yayan Sûfî Allahyâr, halk arasında pek çok tutulmuş ve şiirleri dilden dile dolaşmıştır Şiirlerini Arapça, Farsça ve Türkçe olarak söyleyip yazmıştır Bölgede kendisinden önce gelip ilim yayan Ahmed Yesevî, Burhâneddîn Merginânî, İsmâil Buhârî ve Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn-i Buhârî (raleyhim) gibi ilim sâhiplerinin îtikâd ve yollarını şiirle dile getirmiştir Bu îtibârla şiirleri daha ziyâde didaktik yâni öğretici mâhiyette, tasavvufî ve ahlâkîdir Bu hâliyle Ahmed Yesevî’nin (raleyh) on sekizinci asırdaki tâkibcisi olduğu söylenebilir Eserlerinde Farsçayı da çok iyi kullanan Allahyâr’ın bütün gayreti, gerek şiir, gerekse nesirle olsun; Ehl-i sünnet inancını yaymaya ve İslâmî esasları bildirmeye yöneliktir Farsça Dîvân’ı yanında, manzum Meslek-ül-Müttekîn, Murâd-ul-Ârifîn, Mahzen-ül-Mutîîn ve Sebât-ül-Âcizîn adlı eserleri vardır Bunlardan, Özbek Türkçesi ile yazdığı Sebât-ül-Âcizîn adlı eserinde, baştan başa îmân esaslarını anlatır Münâcât, tevhîd ve peygamberlere, bilhassa Muhammed aleyhisselâma ve Eshâbına (ranhüm) geniş yer verir Ayrıca, hikâyelere yer verdiği eserinde, vasiyetlerini de bildirir Burada emr-i mârûf ve nehyi anilmünker yaparak sevenlerine nasîhat etmektedir Sûfî Allahyâr, eserinde halka hitâb ettiği için oldukça açık ve anlaşılır bir Türkçe kullanmıştır Eseri bu bakımdan ele alınıp değerlendirilince, Türkçesinin çok açık olduğu görülür Ayrıca, yer yer İslâm büyükleri ile ilgili hikâyeler anlatması, dilinin açıklığına bir başka sebeb olarak gösterilebilir Şiirlerini aruz vezni ile yazmış olması ve bu vezni en iyi şekilde kullanması bir başka husûsiyetidir En çok kullandığı arûz kalıbı “mefâîlün mefâîlün feûlün”dür ve yetiştiği bölgenin Yûnus Emre’si durumundadır Bütünüyle alıp değerlendirilince, İslâmiyete ve Türkçeye hizmetlerinin pek büyük olduğu görülür Tesiri her iki yönden bu gün de devâm etmekte ve şiirleri elden ele dolaşıp dillerden düşmemektedir Bitilse Türkî til birle akîde Köngüller bolsa andın âramîde derken inanç esaslarını bildiren eserlerin Türkçe yazılmasını ve gönüllerin böylece aydınlanıp haz almasını ve huzûra kavuşmalarını söyler Burada açıkça anlaşıldığı gibi, Türkçeyi gönül dili hâline getirmiştir Peygamberning barı âdil ü a’del Velîkin bâzısıdın bâzı efdal Barınıng bihterîni Mustafâ’dur Habîb-i Ha nigîn-i enbiyâdur Peygamberlerin hepsi âdil ve adâleti hakkıyla gözetendir Fakat (böyle olmakla birlikte) bâzısı bâzısından üstündür Hepsinin en üstünü Mustafâ’dır ve O, Allahü teâlânın sevgilisi ve bütün peygamberlerin sonuncusu olan Hâtem-ül-enbiyâdır Hâcetim oldur Hudâyâ pâ işim baş eyleseng Munda tevfik anda îmânımnı yoldaş eyleseng Elgime birseng asâ-yı himmet ağzımga senâ’ Könglüme ışk âteşin salsang közüm yaş eyleseng Allahü teâlâdan dileğim odur ki, ayaktaki işimi başa çıkarıp, bu dünyâda tevfîk, âhirette de imânımı yoldaş eylesin Elime himmet asâsını, ağzıma da övgüsünü versin; gönlüme aşk ateşini salsın ve gözümü yaş eylesin Hikâyet Azîz-i Kâmilî’ni câhil-i hâm Kabîha lafzı birle birdi deşnâm Tutup sakkalını ol merd-i hoş-hû Dir irdi öz tenige ey hunuk-rû Sening rüsvalığınğni irte vü kiç Özüm ayğanga bâver kılmadınğ hiç Bu mü’mindin işitip kiltür insâf Nikûlar ehlimen dip urmagıl lâf Anâ insâf anâ hulk ey birâder Özinğning aybınğa sen yapma çader Eğer sen kılmasanğ nefsinğ şikestî Yeter sakkalınğa her künde destî Yâni: Hâm ve câhil biri, aziz ve kâmil bir zâta kaba ve kötü bir lafızla küfretti O güzel huylu zât sakalını tutarak kendi kendine şöyle diyordu: Ey soğuk yüzlü şahıs! Senin rüsvâlığını gece gündüz sana söyledim durdum Ama sen hiç inanmadın Bu müminin sözünü duyarak insafa gel Ben iyilerdenim diye övünüp durma Ey kardeşim, işte insaf, işte ahlâk Sen kendi ayıbını örtüp durma Eğer sen nefsini kırmazsan, sakalına her gün bir el uzanır 1) Sebât-ül-Âcizîn 2) Edebiyât Târihi 3) İslâm Târihi Ansiklopedisi; c9, s142 |
|