Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Psikoloji / Sosyoloji / Felsefe

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
akımları, felsefe

Felsefe Akımları

Eski 07-03-2007   #1
virüs
Varsayılan

Felsefe Akımları



Agnostisizm
İnsanın, kendi deneyimleriyle elde ettiği olguların ötesinde hiçbir şeyin varlığını bilemeyeceğini ileri süren öğreti Agnostisizm hem bir terim, hem de felsefi kavram olarak Thomas Huxley tarafından ortaya atıldı Huxley agnostik sözcüğünü hem geleneksel Yahudi-Hıristiyan tanrıcılığını, hem de tanrıtanımazlık öğretisini reddederek Tanrının varlığı sorununu ortada bırakan düşünürler için kullandı Terim daha sonra geriye götürülerek bütün bilinemezci öğretileri kapsamıştır Agnostisizm, tarihsel olarak bilimin denetiminden yoksun insan düşüncesinin düştüğü büyük yanılgılara bir tepki olarak ortaya çıkmıştır İlk tepkiyi Yunan antikçağ bilgicilerinden duyumcu sofistler vermiştir Onlara göre bilgi duyuların sonucudur ve duyular dışında bilgi edinemez ve herkes için geçerli bilgi olamaz

Ampirizm
Bilginin tek kaynağının deney olduğunu ileri süren öğreti Bu öğreti bilginin sadece duyumlardan geldiğini ve deney dışında hiçbir yoldan bilgi edinilemeyeceğini savunur Bilginin duyumlara dayandığı savı, ustan ve doğuştan bilgi olmadığı anlamını içerir Ampirizm, duyumdan ayrı bilgi prensipleri olarak aksiyomların, akli prensiplerin, doğuştan fikirlerin ve kategorilerin varlığını inkâr eder Dolayısıyla bütün bilgimizin dayandığı esasların duyulabilir tecrübenin eseri ve mahsulü olduğunu ileri sürer Önsel (apriori) olan hiçbir şeyi kabul etmez Ampirizm, insanın doğuştan bir takım bilgi esasları olduğunu iddia eden idealizm ve rasyonalizmin karşısındadır Ampirizme göre akıl, mantıki bir role sahiptir, yani olaylardan değil, müşahedelerden elde edilen önermeleri, tutarlı bir sistem halinde tanzim etmek rolüne sahiptir Ampirizm, şu önemli yanılgıları taşır: diyalektikten yoksun olduğu için tek yanlıdır, bilgi sürecinde deneyin rolünü metafizik bir tutumla saltıklaştırır İkinci olarak ve bundan ötürü bilgi sürecinde düşüncenin rolünü küçümser Üçüncü olarak ve bundan ötürü bilgi sürecinde düşüncenin göreli bağımsızlığını yadsır Dördüncü olarak ve bunlardan ötürü de öznel öğrenme sürecini etkin bir süreç olarak değil, edilgin bir süreç olarak görür Ampirist John Locke doğuştan, önsel, bir bilgi olmadığını tanıtlamak için “boş levha ( tabula rasa) deyimini kullanmıştır Locke göre insan beyni, doğduğu anda, boş bir levha gibidir Bu levha, yaşandıkça, duyular yoluyla elde edilen algılarla dolacaktır Bu yüzdendir ki yeni doğan çocuk hiçbir şey bilmez ve aptalların levhaları ömür boyu boş kalır Çünkü doğuştan bilgi yoktur Bilgi, ancak duyularla elde edilebilir Kendisine sözü edilmeyen bir şeyi kendiliğinden bilen bir tek kişi gösterilemez Anadan doğma körde renk bilgisi yoktur, çünkü rengi algılayamamaktadır

Anarşizm
Başta devlet olmak üzere bütün baskıcı kurumları ortadan kaldırmayı öneren öğreti Anarşizme göre devlet egemen sınıfın çıkarlarını korumakla görevlendirilmiş gereksiz bir kurumdur Özgürlüğü gerçekleştirmek için en başta devlet yıkılmalıdır Devlet hiçbir zaman yeni bir toplum çağını başlatmak için kullanılamaz Temsilcilik, gerçeklere dayanmayan bir düşçülüktür; bu gibi düşçülükler insanları insan dışılığa dönüştürür Baskı yerine özgür işbirliği, korku yerine kardeşlik ve sevgi gerçekleştirilmelidir Devlet yerine işbirliğinin doğuracağı dernekler ve bu derneklerin birleşmesiyle meydana gelen federasyonlar kurulmalıdır Uyum bu birleşmelerin doğal dengesiyle gerçekleşecektir Çeşitli birlikler her an yön ve biçim değiştirerek her an etkin yönü ve biçimi kullanacaklardır Devlet ile birlikte her türlü baskıcı kurum yok edilmelidir İnsan; bir üretici olarak anamalın otoritesinden, bir vatandaş olarak devletin otoritesinden, bir birey olarak dinsel törenin otoritesinden kurtulmalı ve özgür bir gelişme olanağına kavuşmalıdır Bütün insansal yetenekler ancak başsızcı (anarşist) bir toplumda, hiçbir baskıyla engellemeksizin, özgürce gerçekleşebilir

Antropomorfizm
İnsan niteliklerini başka bir varlığa, özellikle Tanrı’ya aktarılması İlkel insanlarda başlayan bu tasarım, önce cansızları canlı saymakla başlamıştır Daha sonra, tanrılara, çeşitli mitolojilerde görüldüğü gibi, insan biçimi ve nitelikleri yakıştırılmıştır Bu anlayış, antikçağ Yunanlılarında, Homeros-Hesiodos ikilisinin tanrıları insan biçiminde ve insan niteliğinde olarak düşünmeleriyle başlamıştır Homeros-Hesiodos’un mitolojik tanrıları, insanlar gibi; sevişirler, düşünürler, kıskanırlar, acı çekerler ve birbirlerinin ayaklarını kaydırırlar Bu anlayışın nedeni, Yunanlıların her şeyi canlı, devimli biçimli düşünme eğilimleridir ve ilkel canlıcılığın izlerini taşır Antropomorfizmin örnekleri ilahi dinlerde de görülür Örneğin Hıristiyanlığın Andians tarikatı, kutsal kitaptaki sözlerin gerçek anlamıyla anlaşılmasını önerir ve örneğin tanrının eli deyimini etki anlamında değil insanlardaki al anlamında anlar Müslümanlık ve Yahudilik’ de bu örtülü bir biçimde gerçekleşmiştir

Ateizm
Tanrının varlığını yadsıyan görüş Ateizm, ruh, ölümden sonra yaşam vb her türlü metafizik inançların yadsınmasını kapsar Ateizm, Tanrıyı ne tinsel varlıkları kabul eden teizmin karşıtıdır Ayrıca ateizm, Tanrının var olup olmadığı sorusunu karşılıksız bırakan, bu sorunun yanıtsız ya da yanıtlanamaz olduğunu savunan agnostizimden ayrılır Ateistlere göre, tanrının var olmadığı kesin bir doğrudur Ateizmin felsefesel temeli, özdekçilik ve bir ölçüde şüpheciliktir


Bilgicilik (Sofizm)
Eski Yunan’da İÖ 5 yüzyılın ikinci yarısından İÖ 4 yüzyılın başlarına değin para karşılığı felsefe öğreten gezgin felsefecilerin (sofistler) oluşturdukları akıma bilgicilik denir Sofist deyimi, bilgeliği yeğleyen öğreti, bilgi öğretmeni, siyasada yararlı olma sanatı, söz söyleme sanatı anlamlarında kullanılmıştır İÖ 5 yüzyıl, antik çağ Yunan felsefesinde bilgicilik akımının egemen olduğu çağdır İlk düşünür sayılan Thales’den beri ortaya atılan sayısız varsayımlar, sonunda insan zekasını şahlandırmış ve bütün olup bitenleri yeniden gözden geçirerek kıyasıya eleştirmeye yöneltmişti Doğa bilimlerinin denetiminden yoksun insan düşüncesi, varlığın temeli konusunda daldığı hayal aleminden kendisine dönüyordu Bilgicilik akımının inceleme amacı, insanın kendisiydi Protagoras’ a göre , “insan her şeyin ölçüsü” ydü Bilgi, teorik bir merak değil, pratik bir yarar olmalıydı Protagoras “tanrılara gelince, ben onların ne var olduklarını ne de yok olduklarını bilirim” diyordu Bilgici Hippias, giydiği elbiseyi kendisi diktiği için “ bağımsızlığa kavuşmakla” övünüyordu İnsan her türlü yapma bağlardan kurtulmak ve insansal yasanın (nomos) yerine doğal yasa (physis) konulmalıydı Bilgiciler, özdekçi düşünceleri sürmekle beraber, ürünü oldukları idealist çizgiyi sürdürmüşler ve dünyayı tanıma olanağını yadsımışlardır İşte bu idealist çizgidir ki, bir yandan bilgicilik akımını yozlaştırarak felsefeyi güzel söz söyleme sanatına dönüştürürken diğer yandan idealist ilkelerin gelişmesi sürecini doğurmuştur

Budizm
Buda’nın ileri sürdüğü gizemsel dünya görüşü ve din Budizm İÖ 6 yüzyılda, Brahmanizm’e bir tepki olarak ortaya çıkmıştır Brahmanizm’in tanrıları ve kast ayrılıkları, açlık ve yoksulluk içinde acı çeken milyonlarca insanı büsbütün tedirgin etmeye başlamıştı Buda, bu insanlara, dünyadan vazgeçme (nirvana) yoluyla acıdan kurtulmayı öğütlüyordu Yaşam acısız kılınamayınca acı yaşamsızlıkla giderilecekti Buda, tanrının sözünü etmez, kurtuluşu törebilimsel arınmaya bağlar Budizm’e göre insan ruhunu yeniden bedenleşmesi kurban kesmekle olmaz, günahsız iyi davranışlarla sağlanabilirdi Buda’ya göre acı çekme gerçeği (insanları birbirine bağlayan bütün nesneler acı kaynağıdır), istek gerçeği ( acı, insan isteğinden doğar), acının yok edilmesi gerçeği ( acı, her türlü istekten el çekme eş deyişle nirvanalaşmakla yok edilir) ve sekiz tane maddeden oluşan sekiz yol gerçeği olmak üzere dört temel gerçek vardırBuda’ya göre evrende insanın bağlanabileceği hiçbir şey yoktur, ne özdekte ne de ruhta hiçbir şey sürekli değildir, ne biçim ne öz vardır, her şey gelip geçicidir, dünya yalan ve boştur

Deizm
Vahiy ya da bir kilise öğretisi aracılığıyla edinilmiş her türlü dinsel bilgiye karşı çıkan buna karşılık belirli bir dinsel bilgi bütününü herkesin doğuştan taşıdığını ya da us yoluyla elde edebileceğini savunan görüşe denir Deizm, tanrılık gücünün sadece yaratma işlemiyle sınırlandığını ve bir kez yaratıldıktan sonra dünyanın hiçbir işine karışmadığını eş deyişle dünyayı yönetmediğini belirtirDeizmin dayandığı “doğal” din kavramı başlıca iç kaynaktan beslenir İnsan usuna duyulan inanç, dogmacılığa ve hoşgörüsüzlüğe yönelen vahiy öğretisinin, reddedilmesi ve tanrının düzenli bir dünyanın ussal mimarı biçiminde kavranması Deizmciler Hıristiyanlıkta ve dünya dinlerinde görülen ibadet, inanç ve öğreti farklılıklarının temelinde evrensel olarak benimsenmiş din ve ahlak ilkelerinin, ussal bir özün bulunduğunu öne sürerlerDeizimcilere göre kendi başına doğal din, her türlü kuşku ve yozlaşmadan uzaktır Bu yüzden us yoluyla doğrulanmış yalın ahlakı, doğrular dışında Hıristiyanlığın sonradan eklediği tüm öğelere karşı çıkarlar

Dekartçılık (Cartezyanizm)
Fransız düşünürü Descartes’in felsefesiDescartes, düşünsel felsefenin büyük çapta aşamacılarından biridir Antikçağ Yunan, şüpheciliğinden yüzyıllarca sonra şüpheciliği temel bir yöntem olarak kullanmış ve bunu analitik geometri adı verilen matematiksel bir kesinlikle uygulamaya çalışarak yepyeni doğrulara varmayı denemiştir Temel yöntem, şöyle özetlenebilir: önce bir ilke olarak, edinilmiş bütün bilgilerinden şüphe etmeliyim ve onları bir yana bırakarak ilk ve sağlam yeni bir düşünceden yola çıkmalıyım İnsanların bütün düşünceleri birbirine bağlıdır, birbirinden çıkar Bir düşünmeyi doğuran ondan önce gerçekleşmiş başka bir düşüncedir Düşünceler bir neden sonuç zinciri içerisinde sürüp gider(mekanizm) öyleyse sırayı titizlikle kovalarsam doğru olmayan bir düşünceyi doğru sanmaktan sakınarak düşünce zincirinin arasına yanlış bir düşünce karıştırmazsam doğru olana ulaşabilirim Bu durumda benim için kesin olan tek şey şüphe etmektir Bütün bilgilerden şüphe etmek, düşünmektir Düşünmekse var olmaktır Öyleyse, var olduğumda şüphesizdir Düşünüyorum öyleyse varım Şüphe edemeyeceğim ilk ve sağlam bilgim budur Şimdi, neden sonuç zincirini titizlikle kovalayarak, bütün öteki bilgileri bu temelden çıkarabilirim Descartes’in başlıca öğretileri şunlardır;
1)Gerçeklik, özü düşünme, olan zihin ile özü üç boyutlu uzam olan madde biçiminde ikiye ayırabilir
2)Tanrı, zihin ve madde kavramları doğuştan gelir ve deneyimden kaynaklanmaz
3)Felsefede doğruya erişmenin yanılmaz yöntemi, şüphe edilemez, açık ve seçik bir önerme ya da kavramlara ulaşıncaya değin her şeyden şüphe etmektir
Descartesçi düşünürlerin çoğu Descartes’in “ Düşünüyorum, öyleyse varım” deyişinde anlatımını bulan, düşünen öznenin düşündüğünden, dolayısıyla var olduğundan şüphe edemeyeceği yöntemindeki önermenin, ilk ve açık seçik doğru olduğu görüşünde birleşir Gene Descartesçilerin büyük bir bölümü, bu ilk doğru temelinde yalnızca usa dayalı bir felsefede ve bilim sisteminin kurulabileceği görüşündedir Buna bağlı olarak Dekartçılık bütünüyle usa bir metafizik geliştirilebileceğini savunur

Determinizm
Ahlaki seçimler dahil bütün olayları, özgür iradeyi ve insanın başka türlü davranabilmesi olanağını dışlayan, önceden varolan nedenlerce belirlendiğini savunan kuram Bu kurama göre evrenin tümüyle ussal bir yapısı vardır; belirli bir durumun eksiksiz bilgisine sahip olmak, o durumun, geleceğine ilişkin yanılmaz bilgiyi de olanaklı kılar Laplace’e göre, evrenin bugünkü durumu, önceki durumunun sonucu, sonraki durumunun ise nedenidir Bir zihin, belirli bir anda doğada işleyen bütün güçleri ve doğanın bütün bileşenlerinin karşılıklı konumunu bilebilse, küçük ya da büyük her birimin hem geleceğini, hem geçmişini kesin olarak bilebilir Determinizm yandaşlarına göre, kuramları, ahlaki sorumluluğun kabulüne aykırı değildir Örneğin belirli bir davranışın kötü sonuçları önceden görülebilir; bu da insana ahlaki sorumluluk yükler ve insan eylemlerini etkileyebilecek engelleyici bir dış neden oluşturur

Dialektik Materyalizm
Doğada ve tarihte belirleyici olan süreçlerin, kendi içlerindeki karşıtlık yoluyla oluştuğunu ve bütün olayların bu maddi temelli ilişkilerle açıklanması gerektiğini savunan felsefe görüşü Tarihsel materyalizm ile birlikte Marksist dünya ve tarih görüşünü oluşturur Marx ve Engels’e göre materyalim, duyularla algılanabilen maddi dünyanın zihin ya da ruhtan bağımsız nesnel bir gerçeklik olarak ele alınmasına dayanır Marx ve Engels zihinsel ya da ruhsal süreçlerin varlığını reddetmemişler, ama düşüncelerin temelde maddi koşuların ürünleri ve yansımaları olduğunu savunmuşlardır Maddeyi zihin ya da ruha bağımlı olarak ele alan, zihin ya da ruhun maddeden bağımsız olarak var olabileceğini savunan bütün kuramları ise, maddeciliğin karşıtı olarak gördükleri idealizm altında toplamışlardır Onlara göre, maddeci ve idealist görüşler felsefenin tarihsel gelişimi boyunca uzlaşmaz bir karşıtlık içinde olmuştur Bu nedenle materyalizm ve idealizmi birleştirmeye ya da uzlaştırmaya yönelik bütün çabaların kaçınılmaz olarak karışıklık ve tutarsızlığa yol açacağını savunan tam bir maddeci yaklaşımı benimsemişlerdirMarx ve Engels kendi diyalektik anlayışlarını büyük ölçüde Hegel’in görüşlerinden yola çıkarak geliştirmişlerdir Hegel değişme ve gelişmeyi doğada ve toplumda somutlaşan Mutlak Tin’in ya da İdea’nın bir dışavurumu olarak görürken, Marx ve Engels değişimi ve gelişimi maddi dünyanın doğasında var olan bir özellik olarak görürüler Bu nedenle Hegel’in yaptığı gibi olayların gerçek akışının “diyalektiğin ilkeleri”nden çıkarsayamayacağını, ilkelerin olaylardan çıkarılması gerektiğini savunurlarMarx ve Engels’in bilgi kuramının çıkış noktası, bütün bilgilerin duyular yoluyla elde edildiği maddeci öncüldür Ama bilgiyi yalnızca verili duyu izlenimlerine dayandıran mekanik görüşün tersine bu kuram, pratik çalışma sürecinde toplumsal olarak elde edilen insan bilgisinin diyalektik gelişimini vurgular İnsanlar nesnelere ilişkin bilgileri yalnızca bu nesnelerle pratik etkileşim içinde ve pratiklerine denk düşen düşünceleri biçimlendirerek edinirler Düşüncelerin gerçekliğe uygunluğunun, yani doğruluğunun sınanmasını sağlayan tek araç toplumsal pratiktir Bu bilgi kuramı, kendinde şeylerin yaratıcılığından dolayı insanların yalnızca duyumlanabilir görüntüleri bilebileceğini öne süren öznel idealizme ve duyular üstü gerçekliğin duyulardan bağımsız saf sezgi ya da düşünce ile bilinebileceğini öne süren nesnel idealizme yanı ölçüde karşı çıkar Diyalektik materyalizm: doğa, toplum ve bilinç olgularını evrensel bir varlık anlayışı içinde bütünler ve bu bütünlüğün aynı çelişme yasasıyla geliştiğini meydana koyarDiyalektik idealizm, gelişme olgusunun genel yasalarının bilimidir, öylesine ki bilimsel gelişme olgusunu bütün öğretiler içinde tek başına temsil eder Her bilim, gerçeğin farklı alanlarındaki gelişmesini ancak o alanda geçerli yasalara bağlar, diyalektik materyalizm bizzat gelişme olgusunu genel yasalara bağlar Bu genel yasalar, kurgusal varsayımlar değil; bizzat doğanın, toplumun ve işleyişinden çıkarılmış ve onlara uygulanarak denetlenmiş ve doğrulukları saptanmış bilimsel yasalardır Bu yasalar, karşıtların birliği ve savaşı yasası, nicelikten niteliğe ve nitelikten niceliğe geçiş yasası, olumsuzlanmanın olumsuzlanması yasası adlarıyla anılırlar Bu yasalar, evrende var olan her şeyin bizzat nasıl devinip geliştiğinin, süreklilikte kesintinin ve karşıtlıkların birdenbire dönüşümlerle, nasıl aşıldığının, eskinin yıkılıp yeninin nasıl oluştuğunun anahtarını verir Diyalektik idealizm, hem bilme ve hem de yapmanın öğretisi olmakla, kuramla kılgının ( teoriyle pratiğin) bağımlılığını da ortaya koymuştur Kuramsız kılgı ve kılgısız kuram olmaz Kılgı kuramla başarılı olabildiği gibi kuram da kılgıdan yansır

Dogmatizm
Din ya da yetkelerce ileri sürülen düşünce ve ilkeleri kanıt aramaksızın, incelemeksizin ve eleştirmeksizin bilgi sayılan anlayış Temelde skolastik bir anlayıştır, günümüzde değişme ve gelişmeyi yadsıyan öğretileri ve anlayışları adlandırır Özellikle metafizik öğretilerin tümü inakçı (dogmatik) öğretilerdir Deney alanının dışında kalan bütün savlar inakçı olmak zorundadır Bu zorunluluk Tanrı sözünden başlayıp Aristoteles’in sözüne kadar genelleşmiştir Örneğin Ortaçağ Hıristiyan kültüründe herhangi bir kuralın gerçek sayılması için Aristoteles’in söylemiş olması yeterli sayılıyordu Dogmatizmin zorunlu sonucu zorbalıktır Deneylerle tanıtlanamayan kurallar, engizisyon işkenceleriyle tanıtlanmaya çalışılmıştır Dogmatizm, suçlu olmayanın ateşe atılsa bile yanmayacağı inancına kadar varmıştır Bundan da ateşe atılınca yanan kişinin suçlu olduğu sonucu çıkarılmıştır İnak(dogma)’ın inan’dan farkı, inan’ın asla tanıtlanamayacak olanı kabul etmesine karşılık, inak’ın herhangi bir yetkeye bağlanan bir veriyi tanıtlamış olarak kabul etmesidir Örneğin ortaçağ skolastiğinde herhangi bir sözü Aristoteles’in söylemiş olduğunu tanıtlamak, o sözün doğruluğunu tanıtlamak demekti Herhangi bir sistemde değişmez formüller düşlemek, bir düşüncenin tartışmasız kabulünü istemek, bilginin bağımlılığını göz önüne almaksızın her zaman ve her yerde geçerli saltık bilgiler olduğunu ileri sürmek inakçılıktır

Düalizm
Herhangi bir alanda birbirlerine indirgenemeyen iki karşıt ilkenin varlığını ileri sürme Bircilik ve çokçuluk terimleri karşılığıdır Felsefe alanında ilk dualist, antikçağ Yunan düşünürü Anaksagoras’tır Anaksagoras, özdekle ruhu kesin olarak birbirinden ayırıyor ve sonsuza kadar da birbirlerinden ayrı kalacaklarını söylüyordu Anaksagoras’ın nus adını verdiği bir ruh özdeksel yapıdadır ama yaratan olmak bakımından yaratanın karşısında bulunmakla, beraber birbirine indirgenemeyen temelli bir ikilik meydana getirir Fransız düşünür Descartes de evrendeki bütün gerçeklikleri birbirine indirgenemeyen ruh ve özdek ikiliğinde toplar Dualizm, temelde tanrılık yer (öte dünya) ile insanlık yer (dünya) ayrımını ileri süren dinsel ikicilikten yansımıştır ve evrenin özdeksel birbirini yadsıyan gerici bir görüştür Dualistlerin tümü idealisttir, çünkü özdensel yapının karşısında bir de ruhsal yapı olduğunu kabul ederler

Eklektisizm (Seçmecilik)
Farklı düşünce sistemlerinden seçilen öğretilerin ayrı bir sistem içinde birleştirilmesi Eklektizm, öğretilerin alındığı sistemlerin bütününü benimsemediği gibi, aralarındaki çözümleme amacını da gütmez Dolayısıyla, düşünce sistemlerini birleştirme ya da uzlaştırma yöntemi olan sinkretizmden farklıdır Fransız düşünürü Victor Cousin, eklektizm yönteminden bir felsefe okulu kurmuştur Cousin’in eklektizm öğretisi Platon’u, Kant’ı ve İskoçyalıları kaynaştırır Soyut düşünce düzeyinde her sistemin öğretileriyle ayrılmaz bir bütün oluşturduğu kabul edilirse, eklektizm, farklı sistemlerden keyfi olarak seçilen öğretilerin bir araya getirilmesinden doğacak tutarsızlıklar yüzünden eleştirilebilir Ama uygulamada eklektik bakış açısı birçok bakımdan yararlı olabilir Bir devlet adamı kadar bir felsefeci de, ilkesel olarak değil, karşıt tarafların öne sürdüğü görüşlerin gerçek değerlerini gördüğü için eklektik olabilir Bu tür bir eğilim, sistemler yeniliklerini yitirdiğinde ya da tarihsel koşulların ve bilginin değişmesiyle sistemlerin yetersizlikleri ortaya çıktığında görülür

Endeterminizm
Hadiselerin sebepsiz meydana gelemeyeceğini, dünyada mutlak bir başlangıcı, hür bir iradenin yeri olamayacağını kabul eden determinizmin karşıtı olan görüş Ahlakta endeterminizm, insan iradesinin hiçbir şarta bağlı olmadığını, içinde bulunduğu şartlarla belirlenmediğini, insanın hür iradesinin sebeplilik kanununa bağlı olmadığını ileri sürer

Endividüalizm
Bireyin özgürlüğüne büyük ağırlık veren ve genellikle kedine yeterli, kendi kendini yönlendiren, görece özgür bireyi yada benliği vurgulayan siyaset ve toplum felsefesi terimi ilk kez kullanan Fransız siyaset yorumcusu Alexis de Tacquille, bireyciliği insanın yalnızca kendi ailesi ile arkadaşlarına öngören ölçülü bir bencilik olarak tanımlanmıştır Endividualizm, bütün ortaçağı kapsayan Hristiyan dünya görüşüne bir tepki olarak Rönesans’ta ortaya çıkan bir dünya görüşüdür gerçekte tarihi çok daha eskidir Özel mülkiyetle güçlenmiş ve toplum içinde seçkinleşmiş olan birey topluma üstün tutan bu çok eski eğilim Rönesans ta biçimlenmiş ve bir dünya görüşü olarak metafizikten ekonomiye kadar çeşitli alanlarda etkinleşmiştir metafiziksel açıdan bireycilik, tanrılık baş gerçeği yerine bireyi koyar Bireyin usu onu bireyselliği içinde evrenselliğe bağlamaktadır Demek ki birey, bireysel olandan evrensel olanı tek yapıda birleştiren varlıktır öyleyse baş gerçek olarak ele alınmalı ve başta din kurumu olmak üzere bütün kurumlar onun çıkarlarına uygun düzenlenmelidir Bireycilik, bir değerler sistemi olduğu kadar, insan yapısıyla ilgili bir kuram, genel bir davranış biçimi ve belirli siyasal ekonomik, toplumsal ve dinsel düzenlemelere yönelik bir inanç anlamına gelir Bireyciliğin değerler sistemi üç önermeyle açıklanabilir:
1)Bütün değerler insan merkezlidir: insanlarca yaratılmış olmasalar bile, onlar tarafından yaşanır
2) Birey kendi başına bir amaç ve yüce bir değerdir, toplum bireyin amaçları için sadece bir araçtır
3) Bütün bireyler, bir anlamda ahlakça eşittir Hiç kimse hiç bir zaman yalnızca bir başka bireyin iyiliği için araç olarak görülemezBireyciliğin insan yapısına ilişkin kuramına göre normal ve yetişkin bir insanın çıkarlarını korumanın en iyi yolu kendi amaçlarını ve bu amaçlara ulaştıracak araları seçmekte ve o yönde davranmakta en büyük özgürlüğü ve sorumluluğu bireye tanıtmaktır bu görüş bireyin kendi çıkarlarını en iyi kendisinin bildiği ve eğitim olanağı verildiğinde, bu çıkarları nasıl geliştirebileceğini de gene onun bulabileceği inancından kaynaklanır Ayrıca bireyin bu seçimleri yapmasının, hem onun gelişmesine, hem de toplumsal refaha katkıda bulunacağı varsayılır, çünkü bireycilik üretken çabayı özendiren en etkili yoldur bu açıdan bakıldığında toplum kendine yeterli bireyin toplamıdır Genel bir davranış biçimi olarak bireycilik, özgüvene, gizliliğe ve başka bireylere saygı göstermeye büyük önem verir Otoriteye ve birey üzerindeki özellikle devlet tarafından uygulanan her türlü denetime karşı çıkar Ayrıca "ilerleme"ye inanır, ilerlemenin bir aracı olarak da bireye farklı olma, başkalarıyla yarışma ve başkalarının önüne geçme (ya da gerisinde kalma) hakkını tanır Bireyciliğin kurumsal sonuçları da bu ilkelere dayanırYalnızca en aşırı bireyciler anarşi yanlısıdır Ama hepsi devletin bireylerin yaşamına en az karışması gerektiğine, bireylerin birbirleriyle çatışmasını önlemek ve gönüllü olarak varılmış anlaşmaların uygulanabilmesi için yasaları ve düzeni koruma görevini üstlenmek zorunda olduğuna inanır Bireycilik, devleti zorunlu bir olumsuzluk olarak görme eğilimindedir ve "en iyi yönetim, en az yönetimdir" sloganını benimser Bireycilik, her bireyin (ya da ailenin) mülk edinmek için en çok olanaktan yararlanabileceği bir mülkiyet sistemi önerir Birlik kurma özgürlüğü, her türlü örgüte girme (ya da girmeyi reddetme) hakkını kapsar

Enstrümantalizm
Amerikan düşünürü pragmacı John Dewey’in kuramları alet sayan öğretisi Amerikan düşünürü William James’in uygulayıcılığından yola çıkan Amerikan düşünür Dewey; bilimsel yasa, kuram ve kavramları birer “alet” saymaktadır Başarılı olurlarsa iyi ve gerçektirler, başarılı olmazlarsa kötüdürler ve gerçek değildirler Deneysel mantık adıyla adlandırılan aletçilik, nesnel bilimciliği yadsır Ona göre bilimin, belli bir durumda en elverişli davranışın araştırılmasını sağlamaktan başka hiçbir nesnel gerçekçiliği yoktur Aletçilik nesnelliği öznelliğe indirgediğinden ötürü de öznel düşünceci bir anlayıştır

Entellektüalizm
Bütün varlıkları anlıksal temele indirgeyen öğretilerin genel adıİradecilik karşıtı ve özellikle bilgibilimde usçulukla anlamdaş olarak kullanılmıştır Törebilimsel anlam, ahlaksal davranışların anlıkla belirlendiği anlayışını dile getirir; eş deyişle ahlaksal davranışlar bir bilgi ve uslamlama işidir Genellikle anlığın başatlığında birleşen Platon, Descartes, Spinoza, Leibniz, Wolf, Kant, Hegel gibi birbirlerinden az ya da çok farklı bir çok düşünürlerin öğretileri anlıkçılık genel adı altında toplanırlar Genellikle küçümseyici anlamda kullanılan terimin ayırıcı niteliği, varlıkları anlıksal temele indirgemektir Anlıkçılar içinde Platon gibi nesnel gerçekçiliği anlıksal gerçekçiliğin bir kopyası sayan, Kant gibi nesnel gerçekliğin var olduğunu, ama asla bilinemeyeceğini ileri süren, Berkeley gibi nesnel gerçekliği tümüyle yadsıyan düşünürler vardır

Entüisyonizm
Bilginin sezgiyle elde edilebileceğini savunan öğretilerin genel adı, özel olarak Bergsonculuk Entüisyonizm , tümü idealist yapıda olarak, dört bilgi alanında gerçekleştirilmiştir: felsefe, ruhbilim, törebilim ve matematik
1) Felsefesel entüisyonizm: Fransız idealisti Henri Bergson’un öğretisi olarak Bergsonculuk adıyla da anılır Bergson’a göre gerçeği saltık ya da saltığı gerçek olarak kavramaya sezgi denir Gerçeği doğrudan doğruya kavratacak sezgiden başka hiçbir yol yoktur Çünkü gerçek, özdeksel doğa değil, ruhsal doğa, eş deyişle ruhsal yaşam ve tek sözle yaşamdır Yaşam evrenin kurtuluşuyla başlamıştır ve özdeğin tüm engellerine karşın yolunu açarak, onun durgunluğunu alt edip kimi yerde onu kımıldatarak akıp gitmektedir Bu kesintisiz, bölümsüz ve sürekli akışa Bergson süre demektedir İşte bu sürenin bilgisini kavramak için bu süreyle birlikte yaşamak, onun içinde olmak ve onunla birlikte akmak gerekir ki bunu ne us ne de bilim gerçekleştirebilir Çünkü us ve bilim sinematografik olarak çalışırlar Bergson’a göre ussal ve bilimsel bilgi sinematografiktir Bir film, ard arda dizilmiş durgun ve bölümsel resimlerden oluşur Us ve bilim, filmin akışını durdurarak bu resimleri tek tek incelerler ve birtakım bilgiler saptarlar Ne var ki akışın bizzat kendisini, eş deyişle yaşamı hiçbir zaman kavrayamazlar Demek ki us ve bilim, sadece durgun ve bölünebilir olan özdek üstünde bilgi edinebilirler Bergson’a göre zaman, uzay gibi özdeksel değildir Uzay özdekseldir, çünkü özdeksiz uzay ve uzaysız özdek (eş deyişle yer kaplamayan özdek) yoktur Oysa zamanı bölen, parçalayan, onu aylara ve yıllara ayıran us ve bilimdir Us ve bilim, zamanı uzaya bağlamakla ( örneğin ay ayın, yıl dünyanın uzayda yer değiştirmesidir) onu özdekleştirmektedir Demek ki us ve bilim, hiçbir şeyi özdekleştirmeden inceleyemiyor Yaşamsal akışın eş deyişle sürenin kavranmasıysa özdekleştirilmeden gerçekleştirilmelidir, çünkü “gerçek süre, daima zaman adı verilmiş olan şeydir” Bunu kavrayabilecek olansa sadece sezgidir Bergson’a göre sezgi, kendi bilincine varmış içgüdüdür Şöyle der: “ içgüdüyü söyletebilseydik, yaşamın bütün sırlarını çözerdik” Bilinç içgüdüde içkindir ve ruhsaldır Bundan ötürü de ruhsal yaşam akışını sadece o kavrayabilir
2) Ruhbilimsel entüisyonizm: William Hamilton ve İskoçyalılar tarafından geliştirilmiştir Hamilton’a göre bilinç, dış dünyayı, olduğu gibi ve araçsız olarak ( eş deyişle sezgiyle) kavrar ve us deneyüstü hakikatleri bize sezgi yoluyla tanıtır Hamilton’un sezgi deyiminden anladığı bir çeşit dinsel vahiydir
3) Törebilimsel Entüisyonizm: George Moore, David Ross, Charlie Broad, Alfred Ewing vb düşünürler tarafından geliştirilmiştir Bunlara göre iyilik, ödev vb gibi törebilimsel kavramlar apaçık, araçsız elde edilen ve ancak sezgiyle bilinebilen kavramlardır Ne toplumsal ne de doğasal yaşamdan çıkarsanamazlar Törebilimsel sezgiciliğin amacı, burjuva ahlâkının değişmezliğini savunmaktır
4) Matematiksel Entüisyonizm: Brower, Weyl, Heyting vb gibi düşünürlerce geliştirilmiştir Bunlara matematik, mantık, tanıtlama, mantıksal kesinlikle değil, doğrunun sezgisel olarak kavranmasıyla gerçekleştirilir Sezgi, bunların dilinde, düşüncelerdeki ayrılıkları saptama yeteneğidir Düşünmek demek sezmek demektir Mantık kurallarının uygulanabilir olup olmadıkları da sezgiyle saptanır

Existentialisme (Varoluşçuluk)
İnsanın dünyadaki varoluşunun somutluğuna ve sorunsallığına ağırlık vererek yorumlayan felsefi yaklaşımların ortak adı İnsanın kendi kendini yarattığını söyler
Varoluşçu düşünceye göre:
1) Varoluş her zaman tek ve bireyseldir Bu yaklaşımıyla varoluşçuluk bilinç, tin, us ve düşünceye öncelik veren idealizm biçimlerinin karşıtıdır
2) Varoluş öncelikle varoluş sorununu içinde taşır ve dolayısıyla varlığın anlamının araştırılmasını da içerir Bu yaklaşımıyla insanı verili, eksiksiz bir gerçeklik olarak gören ve anlaşılabilmesi için parçalarına ayrılması gereken, bir birim olarak algılayan nesnelcilik biçimlerinin ve bilimselciliğin karşıtıdır
3) Varoluş insanın içlerinden herhangi birini seçebileceği bir olanaklar bütünüdür Bu yaklaşımıyla her türlü belirlenimciliğin karşıtıdır
4) İnsanın önündeki olanaklar bütünü öteki insanlarla ve nesnelerle ilişkilerinden oluştuğundan varoluş her zaman bir “dünyada var olma”dır Bir başka deyişle insan her zaman seçimini sınırlayan ve koşullandıran somut tarifsel bir durum içindedir Bu yönüyle de varoluşçuluk yalnızca tek bir “ben” in varlığını vurgulayan tek benciliğin ve bilgi nesnelerinin zihnin içeriklerinden ibaret olduğunu vurgulayan epistemolojik idealizmin karşıtıdır
Varoluşçuluk 2 Dünya Savaşı’nın yarattığı maddi ve manevi çöküntünün içinden yeni bir anlayış biçimi olarak ortaya çıkmıştır İnsan varlığının büyük bir tehlike içinde olduğunu, insanın istikrarsız bir dünyada yaşamak zorunda bırakıldığını “ dünyaya atılmış” olduğunu vurgulamıştır

Hedonizm
En üstün iyiliğin haz olduğunu ileri süren Aristippos’un öğretisi Aristppos’a göre en üstün iyilik hazdır Bu öğretiye göre iyi demek haz demektir; haz veren her şey iyi, acı veren her şey ise kötüdür Aristippos’a göre her davranışın nedeni, mutlu olmak isteğidir Yaşamın ereği hazdır Haz insanı insan eden duygudur Bilgilerimiz duygularımızla alabildiğimiz kadardır, bunda öteye geçmez Bu yüzden Aristippos duygularımızın getirdiği haza yönelmeyi, acıdan kaçmayı söyler En üstün iyi, hazdır Ancak gerçek haz sürekli olandır Sürekli olan hazza da bilgelikle varılabilir Epikuros’da hazcılığı devam ettiren filozoflardandır Ne var ki, Epikuros, Aristippos’un bedensel hazzına karşı tinsel hazzı yeğler Onun için en büyük haz, ruh dinginliğidir Buna da bedensel zevkler peşinde koşmakla değil, bilgelikle varılır

İdealizm
Felsefe’de dünyayı ve varoluşu, bilinç ve düşünceyi önem vererek açıklayan öğreti idealistler, varlıklar arasındaki soyut ilişkilerin, duyularla algılanan nesnelerden daha gerçek olduğunu ve insanların var olan her şeye düşünsel bağlamda, idealar aracılığıyla ve idealar olarak bildiğini savunurlar İdealizmin birçok türü olmakla birlikte hepsinin paylaştığı ortak ilkelerden söz edilebilir Tümellerin varlığı, burada ve şimdi varolanıın aşılması, varlıklar arasındaki ilişkilerin o varlıkların dönüştürüleceği varsayımı, çelişik bileşenleri bütünleştiren sistemler kurmaya yönelik diyalektik yaklaşım,; zihnin, özellikle tinin maddeden önce sayılması Metafizik veya epistemolojik yaklaşımı temel alması bakımından idealizmin iki temel biçimi vardır: metafizik idealizm gerçekliğin idealara dayandığını, epistemolojik idealizm ise bilgi sürecinde zihnin yalnızca tinsel olanı kavrayabileceğini ya da nesnelerin gerçekliğinin algılanabilirliklerinden kaynaklandığını savunur İlk biçimi ile idealizm dünyadaki temel tözün madde olduğunu, bunun da maddi biçimler ve süreçlerle bileneceğini ileri süren maddeciliğin, ikinci biçimi ile insan biliminin, zihnin dışında ve bundan bağımsız olarak var olan nesneleri gerçekte oldukları gibi görüp kavradığını öne süren gerçekliğin karşıtıdır Gözlemlenebilir gerçekleri ve ilişkileri vurgulayarak metafizik görüşlere karşı çıkan olguculuk ile ateizm ve şüphecilik gibi akımlarda idealizme karşı çıkar Felsefi idealizmin tarihsel gelişiminde, başlıca üç sorunu yanıtlama çabası belirleyici olmuştur
1)İnsan deyiminin sonul gerçekliği nedir? Bu soruya verilen yanıtlar iki uç arasında dağılır Deneyci filozoflardan David Hume’a göre insan deneyiminde anlatımını bulan sonul gerçeklik, olayların her bireyin bilincinde ard arda akışıdır Bu düşünce, tüm gerçekliğin tek bir benliğin anlık duyu deneyimine indirgenmesi sonucuna varır Öteki uçta usçu filozoflardan Spinoza’yı izleyenler için sonul öz, kendi başına var olabilen ve yalnızca kendisi tarafından kavranabilendir
2) bilginin içeriğinde verilen nedir? Verilerin mantıksal yorumu ve açıklamasıyla ne elde edilebilir? İdealistlere göre bilgi sürecinin sonu, bireysel deneyimin dışında kalmakla birlikte gene de somut bir tümel ya da bir dizgedir Verilen mantıksal yorumu ve açıklaması, gerçekte, yeryüzünü üzerinde yaşayanlarca tümüyle yeni bir biçime dönüştürülmesi demektir
3)Bir düşünür zaman içindeki oluşum ve değişim olgusu ya da değişik amaçlar ve değerler karşısında nasıl bir tutum alınmalıdır? İdealistlere göre us yalnızca doğadaki uyumlu düzeni ortaya çıkarmakla kalmaz, aynı zamanda uygar bir toplumun kültürel yaşamının parçası olan devleti ve öteki kurumları da yaratır, bu kurumların değerlerini korumak ve geliştirmek, her uygar insanın ahlaki temel görevidir Uluslar arası etik kurallarına da katkısı bulunan idealistler, hiçbir ulusun etkin güçlerini bir başka ulus üzerinde hüküm sürmek için kullanamayacağını ileri sürerler Bu güç, yalnızca bir başka ulusun yaratıcı güçlerini ilerletmek, onların kültürel düzeyini kalkındırmak için kullanabilinir İdealizmin de tarih felsefesi, değer felsefesiyle yakından ilişkilidir Benedotto Croce bu tarih felsefesini “her gerçek tarih, çağdaş tarihtir” deyimiyle özetler
İdealistlerin başlıca dört savından biri Berkeley’in esse est percipi (var olmak algılanmış olmaktır) ilkesidir Nesnelere dayandırılan bütün nitelikler duyu nitelikleridir Bunlar ancak duyu organları bulunan bir özne tarafından algılandıklarında var olurlar Maddenin varlığını ve duyu algılarının maddeden kaynaklandığını görüşünü yadsıyan bu yalın sav, geniş tartışmalara yol açmıştır Özneyle nesnenin karşılıklı birbirine bağımlı olduğu savı, birinci savla yakından ilişkilidir Nesnesi olmayan bir özneyi düşünmek olanaksızdır; çünkü özne olmak bir nesnenin ayrımında olmaktır Buna karşılık her nesne de ancak bir öznenin karşısında nesnedir Bu ilişki mutlak ve evrensel bir biçimde karşılıklıdır Dolayısıyla her tam gerçeklik, bir nesneyle bir öznenin birliğidir, yani somut bir tümeldir İdealizmin üçüncü savına göre insanın en dolaysız deneyiminde, yani kendi öznel bilinçliğinde sezgisel ben, tinsel özellik taşıdığı var sayılan sonul gerçekliği doğrudan kavrayabilir Örneğin Platon’a göre, “iyi ideası”na sıçrama mistik bir nitelik taşır İdealizmin dördüncü savı özellikle Tanrı’nın varlığını kanıtlamak için geliştirilmiştir 11 yüzyılda Canterbury’li Aziz Anselmus’un geliştirdiği bu sava göre yetkin bir varlığın varolması zorunludur, çünkü varolamak yetkinliğin temel öğelerinden biridir Tanrı yetkin olduğunu göre varlığı da zorunludur Bazı idealist filozoflar bu savı idealizmin öteki ilkelerine de yaymışlardır

Kinisizm
Antisthenes ile Diogenes’in oluşturdukları Sokratesçi öğretiSokrates’in öğrencisi Atinalı Antisthenes, bir hayli yaşlandığı sırada, bütün dünya zevklerine ve özentili felsefelere sırt çevirmişti Soylular arasında ve zevkli bir ömür sürerek yaşlandığı halde birdenbire doğaya dönmüş, doğaya uygun yaşamayı yeğlemişti Köleler gibi giyiniyor ve “ zevk almaktansa ölmeyi yeğlerim” diyordu Öğretmeninden öğrendiği erdem anlayışını herkesin anlayabileceği bir dille anlatmaya başlamıştı Her türlü mal ve mülk edinmeye, kölelik ve aile kurumlarına, din inançlarına karşı çıkıyor ve çevresindekilere iyilik öğütleri veriyordu Gerçekleştirmek istediği, bir çeşit çilecilikle insanın tam bağımsızlığını kazanabileceği ve böylelikle mutluluğa kavuşabileceği düşüncesini okullaştırmaktı Antisthenes’e göre insanın ereği mutluluktur, mutluluk da her türlü bağdan kurtulmuş içsel bir özgürlükle gerçekleşir İstenilecek tek şey erdem, kaçınılacak tek şey erdemsizliktir Gerçek erdem, insanın hiçbir değere bağlı ve tutsak olmamasıyla elde edilir Bunu sağlamak için de insanın bütün tutkularından sıyrılması gerekir Öğretiye köpeksi adının verilmesi Antisthenes’in öğrencisi Diogenes yüzündendir Diogenes Antisthenes’in mesihvari sözlerine uyarak her şeyden el etek çekip bir köpek gibi yaşamaya başladı Ölüleri gömmek için kullanılan toprak bir kap içinde yaşıyor ve felsefesini eylemiyle gerçekleştiriyordu Diogenes Antisthenes’in aklından bile geçirmediği bir biçimde bütün geleneği yadsıyarak her türlü ruhsal ve bedensel isteklere sırt çevirmiş, kendisini doğanın içinde doğal bir varlık gibi özgür kılmıştı Gerçek erdeme böylesine bir özgürlükle varılabileceği kanısındaydı Kinikler her türlü gelenek ve göreneğe karşı çıktıklarından kinizm deyimi, törebilim kurallarını hor görme ırası anlamında da kullanılmıştır Bu anlamda utanmazlık demektir Kinizm, Sokratesçi bir okuldur Antisthenes da Sokrates gibi töresel bir amaca yönelmeyen bilimleri küçümser, erdemin bilgiyle elde edilebileceğini savunur, yaşamın amacı olan mutluluğu erdemlilikte bulur

Konseptualizm
Adcılık ve gerçekçiliğe karşı olarak, kavramların genel düşüncelerden ibaret bulunduğunu ve bunların gerçek olduklarını savunmak kadar gerçek olmadıklarını savunmanın da yersiz olduğunu ileri süren Fransız düşünürü Abaelardus’un uzlaştırıcı öğretisiRealistler, metafizik tutumlarına uygun olarak genel kavramların gerçek olduğunu ileri sürmüşlerdi Adcılarsa genel kavramların sadece birer sözden ibaret olduğunu ileri sürerek gerçek olmadıklarını savunuyorlardı Ortaçağın aydın bilgini Petrus Abaelardus, kavramcılık öğretisiyle, bu çatışmayı uyuşturmaya çalıştı Tartışma beyhudedir, diyordu, kavramlar elbette gerçek değildirler, ama gerçekliklerden çıkarıldıkları için gene elbette bir gerçeklik taşımaktadırlar Bunlar, adı üstünde, kavramdırlar ve bunların bu anlamda gerçekliklerini tartışmak yersizdir Kavramların elbette nesne ve eylemlerden bağımsız olarak birer varlıkları yoktur, ama nesnel gerçeklik bilgisinin özel bir biçimidirler, bizler onlarsız (nesne ve eylemlerden soyutlanmış genel kavramlar olmaksızın) nesnel gerçekliği bilip tanıyamayız Tümeller ne nesneden önce, ne de sonradırlar, nesnenin kendisidirler Abaelardus bu savıyla açıkça adcılara katılmakta , ne var ki onlardan biraz farklı olarak tümellerin ya da önsel genel kavramların nesnel gerçekliğin kavranmasında temel öğeler olduklarını ileri sürmektedir Adcılığın geliştiricisi Oscam’lı William da Abaelardus’un bu savına katıldığından kavramcılık öğretisine son dönem adcılığı adı da verilir

Kritisizm
Alman düşünürü Immanuel Kant’ın öğretisiKant’a göre felsefe araştırması, bir değerlendirme (eleştiri) olmalıdır Felsefe us’la yapılıyor Öyleyse usu değerlendirmek onun ne olduğunu ve ne olmadığını iyice bilmek gerek Felsefe nasıl bir usla yapılıyor? deneyden yararlanmayan bir salt us’la Öyleyse salt us nedir Salt us, duyarlığın verilerinden alınmamış olan (apriori) bir bilgiyi gerçekleştirdiği iddiasındadır Buysa nesneler düzenini aşarak düşünce düzenine yükselmek demektir Öyleyse salt usun bilme yöntemi bir aşkınlık yöntemi’dir Salt us bu yöntemle gerçek bir bilgi edinebilir mi? Öyleyse bilgi ne demektir , önce onu tanımlamak gerekir Kant’a göre her bilgi, bir yargıdır Ne var ki her yargı, bir bilgi değildir Örneğin “her cisim yer kaplar” yargısı bize yeni bir bilgi vermez, çünkü “cisim” kavramı esasen “yer kaplamayı” içerir; bu yargıda sadece bir çözümleme yapılıyor ve “cisim” kavramı çözümlenerek kendisinde esasen bulunan bir bilgi hiçbir gereği yokken yeniden ortaya konuyor Oysa “bu yük ağırdır” yargısı bize yeni bir bilgi verir, çünkü “ yük” kavramı kendiliğinden hafif ya da ağır olduğunu bildirmez; burada, ötekinin tersine, bir çözümleme değil bir bireştirme yapıyoruz ve “yük” kavramıyla “ağır” kavramını birleştirerek yeni bir bilgi elde ediyoruz Demek ki bize bilgi veren yargılar çözümsel yargılar değil, bireşimsel yargılardır Salt us bu bireşimsel yargıyı aşkınlık yöntemiyle, deneyi aşarak gerçekleştirebilir mi? Kant bu soruya kesin olarak şu karşılığı veriyor: gerçekleştiremez Böylece metafiziği kesin olarak yıkmış oluyor: “salt us deneyden yararlanmadan hiçbir bilgi gerçekleştiremez” Öyleyse metafizik tasarımlar, insanların romantik düşlerinden başka bir şey değildirler Kant öncesi felsefenin tanrılaştırdığı us, böylelikle tahtından indirilmiş oluyor; artık, aşkınlık yöntemiyle çalışan salt usa güvenilmeyecektir Kant eleştirmeye devam ediyor: salt us, bireşimsel yargı olan bilgi’yi niçin gerçekleştiremez? Çünkü us, sadece bir birleştirme işini gerçekleştirmektedir ve bu iş için gerekli gereçleri nesneler düzeninden almaktadır Elimizle tuttuğumuz taşı yere bırakınca onun düştüğünü görüyoruz ve ancak ondan sonradır ki (apesteriori) “bırakılan taş düşer” bilgisini edinebiliyoruz Bu deneyi yapmadan önce (apriori) bu konuda hiçbir bilgimiz olamaz Bize bu gereçleri veren duyarlık’tır Duyarlık , bize bu gereçleri nasıl veriyor? Zaman ve mekan içinde veriyor Oysa nesneler düzeninde zaman ve mekan diye bir şey yoktur Demek ki bunlar duyarlığın dışardan almadığı, kendinden çıkardığı bir şeylerdir ve duyarlık bunları katmadan, dışardan aldığı hiçbir şeyi bize gönderemez Bunlar deneyden elde edilemeyeceklerine göre, usun verilerimidir? Kant, bu soruya da kesinlikle şu karşılığı veriyor: hayır, bunlar usun verileri olamaz Çünkü küçük çocuklar zaman ve uzayı düşünmeksizin bilirler, hiçbir ussal işleri gerçekleştiremedikleri halde sevdikleri şeylere yaklaşır, sevmedikleri şeylerden uzaklaşırlar Öyleyse, duyarlık, ne nesneler ne de düşünce düzeninden aldığı bu şeyleri nasıl elde etmiştir? Kant, bu soruya , kendine özgü bir karşılık veriyor: sezi ile Kant’a göre bunlar birer biçim’dir ve ancak duyarlığın sezisiyle elde edilebilir Zaman iç duyarlığın biçimidir, içimizden gelen her duygu zamanla birliktedir; mekan dış duyarlığın biçimidir, dışımızdan gelen her duygu mekanla birliktedir Katılmadıkları hiçbir duyumun gerçekleşemeyeceği bu biçimler, usun verileri olmadıkları halde deneyüstü (transzendentale)’dürler Deneyden çıkarılmışlardır ama bunlarsız da deney yapılamaz Kant’a göre, aşkın bilgi olamaz ama deneyüstü bilgi olabilir Bir soru daha gerekiyor: deneyden gelen verilere duyarlığın seziyle elde ettiği biçimlerin katılması, bilimsel bir bilgiyi gerçekleştirmeye yeter mi? Yetmeyeceğini söyleyen Kant, sonunda us’a deneyüstü bir görev bulmuştur: bireştirme işi Kant’ a göre us bu görevi gerçekleştirmeseydi, ne duyuların verileri ve ne duyarlığın katkıları bilimsel veriyi gerçekleştirebilirdi Öyleyse us , bu bireştirme işini nasıl yapıyor? Duyarlığın katkısıyla birlikte gelen bilgi süreçlerini düzenleyici kalıp (kategori)’lara sokarak Us, bu kalıpları ne deneyden ve ne de duyarlığın sezişinden almıştır; bu kalıplar onda temel olarak vardırlar ve kendisiyle birliktedirler Demek ki, Kant’a göre bilgi, gene de, nesneler düzeninde değil, us’un düşünme düzeninde gerçekleşmektedir Kant, böylelikle kendi düşünme yöntemini de bulmuş oluyor: deneyüstü yöntem ( transzendental methode) Kendi kurduğu bu terimle, eleştirici bakışını dile getirerek, bilginin duyuların ürünü olduğunu savunan duyumculukla anlığın ürünü olduğunu savunan anlıkçılık(entellektüalizm)’ın üstüne aşıyor ve gerçeğin, her ikisinin birleşik bir üstünde’liğinde olduğunu savunuyor Kant’a göre; kesin, tümel, her zaman ve her yerde geçerli bilgi elbette deneyüstü önsel bir bilgidir Çözümsel yargıların tümü sonsaldır, deneden sonra gerçekleşmişlerdir ve bu yüzden bilimsel ve kesin bir bilgi vermezler Bireşimsel yargıların da önsel olanları vardır ama sonsal olanları da vardır İşte asıl kesin ve bilimsel bilgi bu önsel bireşimsel yargı’lardır

Liberalizm
Siyasal, dinsel ve ekonomik alanlarda müdahaleleri istemeyen devlet, toplum ve birey arasındaki ilişkilerde önceliğin bireyin hak ve özgürlüklerinde olması gerektiğini savunan öğretilerin genel adı Liberalizm terimi, siyasal alanda yasalar karşısındaki eşitliği ve insanların kendi yönetimlerini kendilerinin seçmesi özgürlüğünü, dinsel alanda kilise egemenliğine karşı vicdan özgürlüğünü, ekonomik alanda da devlet müdahalesine karşı alışveriş özgürlüğünü savunurLiberalizm, 18 ve 19 yüzyılda Avrupa orta sınıfının mutlakıyetçi devlet düzenlerine karşı ve teolojik dünya görüşünün bir parçası olarak çıkmıştır Bu dünya görüşü, en çok doğal hukuk öğretisi ile faydacılık öğretisinden etkilenmiştir Doğal hukuk öğretisine göre insanın doğuştan gelen birtakım dokunulmaz hakları vardı Bunların başında da mülkiyet hakkı geliyordu Çağdaş toplu ve devlet düzeninin dayandığı “toplumsal sözleşmenin” amacı öncelikle bu hakkın istikrarlı bir hukuk sisteminin güvencesi altına alınmasıydı Özellikle İngiliz filozof John Locke’un yapıtlarında liberal ideolojiye en uygun biçimine kavuşan bu doğal haklar yaklaşımı, klasik siyasal iktisadın babası sayılan Adam Smith iktisadi açıdan değerlendirdi Smith, toplumun iktisadi yaşamını doğal bir organizma olarak tanımladı Onla göre kapitalist ekonomiye, nesnel, insanların iradesindeki bağımsız yasalar yön verirdi Bu yasaların herhangi bir bozulmaya uğramadan işlemesi için en elverişli ortam serbest rekabetti İş bölümü ve serbest rekabete düzeninde her iktisadi birim, ister üretici ister tüketici olsun, kendi kişisel çıkarının peşinde koşarken aynı zamanda ve kendiliğinden bütün toplumun refahına da hizmet etmiş olacaktı Ekonomik liberalizmin temelinde, kendi öz çıkarını kollamakla topluluğun çıkarını da sağlayan rasyonel, homo oeconomicus (iktisadi insan) kurgusu vardır Rasyonel bireyin çıkarını kimse ondan iyi bilemeyeceğinden birey iradesinin dışındaki iradelerin, sözgelimi devletin piyasaya müdahalesi, kendi kişisel çıkarının peşinden koşarken aynı zamanda ve kendiliğinden bütün toplumun refahına da hizmet edecek böylece faydacı filozoflar Bentham ve JS Mill’in “ en çok sayıda kişiye en yüksek düzeyde mutluluk” ilkesinin gerçekleşmesini sağlayacak bir bireye engel olurdu O halde devlet piyasanın ve ekonominin dışında tutulmalıdır Çağdaş siyaset literatüründe liberal devlet bireyler arası ekonomik ve toplumsal farklılıklarından doğan eşitsizlikleri düzeltmeye çalışmayan , toplumsal ve ekonomik alanda etkin ve düzenleyici bir rol oynamayan devlettir

Manişeizm
İran`lı Mani`nin kurduğu Hıristiyan-Zerdüşt karması dualist dinManişeizm`in temeli, Zerdüştçülüğün iyilik ve kötülük ilkesine dayanır Evrende iki ilke egemendir; iyilik ışık ve ruhtur, kötülük de karanlık ve bedendir Evren bir iyilik-kötülük karışımıdır, insanda bundan ötürü ruhtan ve bedenden yapılmıştır Bedenin içine hapsedilip acı çeken ruhları kurtarmak gerekir Amaç, iyilik-kötülük savaşının üstündeki birlikte ulaşmaktır İnsanları bu birliğe bilim götürebilir, bilimse sevgiyle kazanılır Sevgi, kötülüğü iyilik içinde eriterek insanları birliğe ulaştıracaktır Bu amaca varabilmek için her türlü tutkudan ve yalancılıktan sakınarak yaşamak yeter Mani kendisini Adem`den Buda, Zerdüşt ve İsa`ya kadar uzanan bir peygamberler zincirinin son halkası olarak görüyordu Ona göre doğru dinin geçmişteki vahiyleri, tek bir dilde tek bir halka seslendiği için etkili olamamıştı Ayrıca manişeizme sonradan katılanlar, onun özgün hakikatini görememişlerdi Oysa kendisi, bu öteki dinlerin yerini alacak evrensel bir dini yaymakla görevlendirilmişti Mani vahiyle gelen önceki bütün dinlerin, özellikle de Zerdüşt dininin, Budacığın ve Hıristiyanlığın içerdiği kısmi doğruları bütünlüğe kavuşturarak gerçek bir evrensel dünya kurmayı amaçlıyordu Ama bu din, sıradan bir eklemeciliğin ötesinde, değişik kültürlere göre farklı biçimler alabilecek bir hakikati de dile getirmeliydi Manişeizm, özünde bir tür gnostisizmdi Öteki bütün gnostisizm türleri gibi manişeizmde bu dünyadaki yaşamın katlanılmaz ölçüde acı ve kötülükle dolu olduğunu öğretiyordu İç aydınlanma ya da gnosis (içrek bilgi), Tanrı ile aynı doğayı paylaşan ruhun , kötülüklerle dolu madde dünyasına düştüğünü ve tin aracığıyla bundan kurtarılması gerektiğini gösteriyordu Bu bilgi, kurtuluşa ulaşmanın tek yoluydu Kişinin kendini bilmesi, geçmişte beden ve maddeyle karıştığı için bilgisizliğin ve öz bilinç yokluğunun kararttığı gerçek benliğini yeniden elde etmesi demekti Kendini bilmek, ruhunun Tanrı ile aynı doğayı paylaştığını ve aşkın bir dünyadan geldiğini anlamaktı Bilgi, insana, maddi evrende içinde bulunduğu düşkün koşullara karşın aşkın dünyadan kopmadığını, bu dünyaya ölümsüz ve içkin bağlarla bağlı olduğunu kavrama olanağını veriyordu Manişeizm insanlığın gerçek doğası, yazgısı, tanrı ve veren üzerine taşıdığı bilgileri karmaşık bir mitolojiyle sunar Günahkar ruh kötülüklerle dolu maddeyle karışır ve sonunda tin aracılığıyla özgürlüğe kavuşur Bu nedenle mitoloji üç aşamada gerçekleşir: tin ve madde, iyi ve kötü, ışık ve karanlık gibi temelden karşıt özlerin birbirinden ayrı olduğu ilk dönem; iki tözün birbirine karıştığı ve yaşadığımız çağa karşılık gelen ara dönem; başlangıçtaki ikiliğin yeniden kurulacağı gelecek dönem İyi insanların ruhları, ölümle birlikte Cennet’e döner Zina, çocuk yapma, mülk edinme, ürün yetiştirme, et yeme, şarap içme gibi bedensel şeylere kendini kaptıran kişinin ruhu ise yeni bedenlerde sürekli yeniden doğmaya mahkumdur

Materyalizm
Bütün evrenin, her varlığın ve olgunun, en temelde maddi özellik gösteren öğelerden oluştuğu, bunlarla ilgili açıklamaların da bu öğelere ve aralarındaki ilişkilere indirgenebileceği yolundaki görüş Maddecilik özellikle, dualist ve tinselci görüşler karşısında gelişmiştir Bunların ilkinden daha çok tekçi özelliğiyle, ikincisinden ise idealizme karşı gerçekçi özelliğiyle ayrılır Dualizmdeki apayrı ve birbirine indirgenemeyecek iki varlık görüşüne karşı maddecilik, varlığın en temelde tek bir biçimi olduğunu ileri sürer Buna göre, düşünsel ya da zihinsel denen olgular ya maddi olguların karmaşık biçimleridir ya da varlıkların temellerindeki yapıya indirgenerek açıklanabilir Tinselci ve idealist görüşler karşısında da maddecilik düşünsel ya da zihinsel olguların kendi başlarına var olmadıklarını, görünürdeki var oluşlarının ise onları olanaklı kılan maddi bir temel üzerinde açıklanabileceğini öne sürer Ruh-beden ya da düşünce-madde ayrımının aldatıcı olduğunu bu iki varlık türünün gerçekte tek bir maddi temelin iki farklı görünüşü olduğunu savunur Maddecilik tarih ve toplum gibi insana ilişkin varlık alanlarının açıklanmasında bunlara bir “amaç”, “erek”, ya da “istek” atfetmek yerine, maddi bir temele dayanan anlamlı nedenlere başvurmayı öngörür Bu yaklaşıma göre insanların toplum ve tarih içinde ürettikleri düşünsel içerikli olgular vardır, ama bunlar tek başlarına ne ortaya çıkabilirler, ne de bu alanlarda etkili olabilirler Bunları hem ortaya çıkaran, hem de etkiliymiş gibi görünmelerini sağlayan maddi ve somut nedenler vardır Bu nedenler, tarihsel ve toplumsal değişimlere yol açan asıl etkendir Düşünsel içerikli olgular ancak bu asıl etkene başvurularak açıklanabilir Maddecilik psikoloji gibi bireylerin zihinsel süreçlerini inceleyen bilgi dallarında da örneğin duygu, düşünce, amaç koyma ve yönelmelerin nedenlerini, bunların temelinde yatan organik, fizyolojik maddi süreçlerde arar Buna göre, insanın belirli bir düşünceye sahip olması , bedenindeki en yalın fizyolojik süreçlerden beynindeki elektromagnetik etkinliğe kadar bir dizi maddi etmenin sonucudur Zihinsel süreçlerin temelinde yatan maddi süreçler yeterince anlaşılırsa, zihin de anlaşılmış olacaktır Batı felsefesinde maddecilik geleneğinin başlangıcı Sokrates öncesi filozoflardan Demokritos ve öğretmeni Leukippos’a dayandırılır Atomculuğun da ilk biçimini ortaya atan bu filozoflara göre, bütün everen daha fazla bölünemeyecek, katı, tek başına var olan küçük parçalardan (atomlardan) oluşuyordu Dünyadaki her olay, bu atomların birbirleriyle etkileşiminin yarattığı süreçlerden kaynaklanıyor, algı ve bilgi de bu parçacıkların insanların organları üzerindeki etkilerinden doğuyordu Eski Yunan ve Latin sonrası dönemde, Hıristiyanlığın etkisiyle maddecilik hemen tümüyle bir yana atıldı Yeni çağda çeşitli bilimlerde ulaşılan somut sonuçlar, felsefede de maddeciliğin yeniden doğmasına yol açtı 17 yüzyılda, İngiltere’de Thomas Hobbes ve Fransa’da Pierre Gassendi, eski atomculardan da esinlenerek, maddi temeller üzerine kurulu bir dünya görüşünü işlediler Gassendi deneyimle elde edilen olguları açıklarken modern bilimlerin yöntemlerini kullandı Hobbes ise duyumların beyinde oluşan maddi hareketler olduğunu ileri sürdü Materyalizm 19 yüzyılda doğa bilimlerindeki önemli gelişmeler sonucu yeniden güçlendi Özellikle Darwin’in biyolojide yarattığı devrim, doğal düzene ilişkin görünürdeki kanıtların tümüyle nedensel nedenlere dayanarak açıklanabileceğini gösterdi 20 yüzyılda modern fizikte görülen devrim niteliğindeki gelişmeler nedensel temellere dayalı yaklaşımları sarsarken, katı ve bölünmez maddi temel sayılan “atom” düşüncesinin de sorgulanmasına yol açtı Bunun sonucunda maddecilik tartışması daha çok bilimsel yöntem ve uygulamalar açısından sürdü Fizikteki gelişmeler nedeniyle madde kavramı gittikçe daha az açıklayıcı ve anlaşılır olmaya başladı

Mekanizm
Bütün olayları mekanik nedenlerle açıklama anlayışıAntikçağ Yunan düşüncesinde Abdera düşünürleri adıyla anılan, Leukippos ve Demokritos doğayı nicelik farklılaşmalarıyla oluşan bir nedensellik anlayışı içinde gördüler Hava, su vb gibi atom biçimlerini büyüklük ve küçüklükleriyle, eş deyişle nicelikleriyle birbirinden ayırıyor, farklılaştırıyorlardı Onlara göre evren, sonsuz geçmişten sonsuz geleceğe kadar birbirlerine çarpıp birbirlerini itmeyle devinen bir atomlar yığınıydı Her şey, bu çarpma ve itmeyle gerçekleşen yer değiştirme devimi (mekanik devim)’nin zorunlu düzeni içindeydi Yoktan varolma ve vardan yok olma diye bir şey yoktu, her şey bu çarpma ve itme devimiyle birleşen (doğum) ve ayrılan (ölüm) özdeksel atomlardan oluşuyordu, bu oluşma ilksiz ve sonsuzdu Evren, aralıksız ve sürekli bir nedensellik zinciri içinde akıp gidiyordu Ruh, bütün duyu algıları, bütün düşünme de özdeksel atomdan ibaretti Atomlar pürüzlü, düz, köşeli, tekerlek, yuvarlak, eğri büğrü, kanca, çengel biçimindeydiler ve sayısızdılar Bölünmez (atom) ve parçalanamazdılar “atomlar sonsuz boşluk içinde birbirinden ayrılmış; biçim, büyüklük, duruş, sıralanış bakımından birbirinden farklı olarak boşlukta sürükleniyorlar, birbirleri üzerine gelerek çarpışıyorlar Bir bölümü birbirinden uzağa atılırken bir başka bölümü biçimlerin , büyüklüklerin, duruş ve dizilişlerin simetrisine göre birbirleriyle örülüp kalıyorlar”dı Abdera düşünürlerinin bu özdekçi atom öğretilerinde evren mekanik devim’le açıklanmaktadır Bu mekanik devimli zorunlu olarak bir nedensellik zinciri meydana getirir, çarpan neden ve kendisine çarpılan sonuç’tur (iten ve itilen) Bu nedensellik zinciri de zorunlu olarak bir aralıksızlığı , eş deyişle süreklilik’i gerektirir; kendisine çarpılan da bir başkasına da çarparak onun nedeni olacak ve bir sonuç meydana getirecektir, bu vuruşmalı devim araya hiçbir kesinti girmeksizin böylece sürüp gitmek zorundadır Kısaca mekanizm , evreni bütün olguların bir nedensellik zinciriyle birbirlerine bağlı bulundukları, sürekli bir yer değiştirme devimiyle açıklama anlayışıdır Buysa vereni bir makine düzeni içinde görmektir, doğa çarpma yasalarına göre işleyen bir makinedir Devim özdeğim içerdiği bir güç değildir, ona dışardan verilir; bu yüzden de oluşma aşamaları birbirinin içinden çıkmaz, yan yana dizilir Demek ki doğadaki bütün değişmeler diyalektik değil mekaniktir Bu mekanikçi açıklama, doğada özdekten başka hiçbir öğe tanımamasına rağmen, idealist bir açıklamadırmekanik hareketin sıraladığı neden-sonuç dizisi zorunlu olarak ilk ve son ereği gerektirir, buysa metafiziği gerektirmek demektir nitekim mekanikçi özdekçilik, özdeği ilk devindiren dışsal gücün tanrı olduğunu ileri sürmüştür

Monotheizm
Tanrının dünyadan ayrı ve tek olduğuna inanma En büyük tektanrıcı sistemler Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam olmakla birlikte pek çok dinde tektanrıcı öğelere rastlanırTek tanrıcılığa dayalı bu üç dinde tanrı, birlik ve yalınlık(ezeli varlık olarak tanrı) özelliklerini taşır Ayrıca sadakatin ve güvenirliğin ifadesidir Panteizm’deki tanrı anlayışından farklı olarak tektanrılıktaki tanrının kendi kişiselliği vardır Kendi iradesiyle hem doğal hem de tinsel dünyalar yaratmıştır Tanrı aynı zamanda en yüksek iyiliğin kaynağıdır İbranice kutsal metinler, İsrailoğullarının öbür tanrıların varlığını yadsımaksızın bir tanrıya tapmış olduğunu gösterir Hıristiyanlık’ta ise üçlü baba, oğul, kutsal ruh üçlemesi vardır Bunlar bu iki dini tektanrıcılıktan uzaklaştırmaktadır Tektanrıcılık Hıristiyanlıkta ve Yahudilikte İslam’da olduğu kadar vurgulanmaz İslam inancına göre Allah birdir, varlığının başlangıcı ve sonu yoktur, yaratılmış şeylerin hiç birine benzemez


Nihilizm
Nihilizm siyasal açıdan her türlü siyasal düzeni yadsıyan görüşleri dile getirdiği gibi törebilimsel açıdan her türlü törebilim kurallarını ve değerlerini yadsıyan görüşleri ve bilgi bilimsel açıdan her türlü bilgiyi ve bilgilenme olanağını yadsıyan görüşleri dile getirirNihilizm temelde estatizmin bütün biçimlerini yadsır, yararcılığı ve bilimsel usçuluğu savunur Toplumsal bilimleri ve klasik felsefe sistemlerini bütünüyle reddeder Yalın olgucu ve maddeci bir tutumla yerleşik toplumsal düzene baş kaldırmayı temsil eder, devlet, kilise, ya da aile otoritesine karşı çıkar Yalnızca bilimsel doğruları temel alır, ancak bilimin toplumsal sorunlarının üstesinden gelebileceğini ve bütün kötülüklerin cehaletten kaynaklandığını kabul eder Nihilist düşünce Ludwig Feverbach, Charles Darwin, Henry Buckle ve Herbert Spencer gibi düşünürlerin etkisinde kalmıştır İnsanın beden ve ruhtan oluşan dualist bir yapısı olduğunu reddettiği için kilisenin şiddetli tepkisine yol açmıştır

Nominalizm
Genel kavramları gerçek saymayıp birer addan ibaret bulan öğreti Nominalizme göre genel kavramlar(tümeller), bir takım seslerden başka bir şey değildirler, bunlar insanların düşünce biçimlerine yakıştırdıkları birer addır ve hiçbir gerçeklikleri yoktur XI yy da Compregne papazı Rascelin tarafından ortaya atılan bu düşünce kiliseyi büyük bir ölçüde etkiledi Çünkü bütün dinler temel kavramlar üzerine kuruluydu ve bu düşünce böylece dini gerçek saymıyordu Bu yüzden orta çağ boyunca nominalizmi savunan kişiler ve buna karşın genel kavramlarının gerçek olduğunu savunan “gerçekçiler”arasında kavgalar, tartışmalar olmuştur Platoncu ve Aristotelesçi gerçekçiliğin bağnaz dinsel inançlarla bir arada düşünüldüğü orta çağda nominalizm dinsel sapkınlık olarak nitelendirildi Ama dinsel sonuçlar bir yana, nominalizm, Platoncu gerçekçiliği düşünmenin ve genel terimler kullanarak konuşmanın ön gerçeği olduğu savını reddeder Öte yandan Aristotelesçi gerçeklik kabul edilmiyor gibi görünse de Thomas Hobbes gibi ılımlı düşünürler tikeller arasında bazı benzerlikler olabileceğini ve bunları tanıtlamak için genel bir sözcüğün kullanılacağını yoksa konuşma ve düşünmenin olanaksız olduğunu ileri sürerler Adcılık her ne kadar düşünmeyi ve konuşmayı zihinsel imgeler ya da dinsel terimler gibi simgelerle açıklıyorsa da düşüncenin simgelerin doğru kullanımının ötesinde kalan yanı adcılığı bir tür kavramcılığa yöneltir Bu nedenle kavramcılık arasındaki fark açık seçik belli olmaz

Panteizm
Bir bütün olarak kavranan evrenin Tanrı ile özdeş olduğu ve evrende açığa çıkan bileşik töz, güçler ve yasalar dışında Tanrı olmadığı öğretidirPanteizmin çok çeşitli biçimleri vardır Bunlar biri bütün olarak doğaya bilinç atfeden pansişizmden dünyanın yalnızca bir görüş ve temelde gerçek dışı olduğunu ileri süren akozmik panteizmine ussal Yeni Platoncu ya da türümcü görüşlerden sezgici ve gizemci görüşlere kadar değişirBatı felsefesinin yakın dönemlerinde panteizm düşüncesini en yetkin biçimde dile getiren Spinoza’dır Sonsuz niteliklere sahip bir tek sınırsız varlığın olabileceğini öne süren Spinoza’ya göre Tanrı ve doğa aynı gerçekliğe verilen iki ayrı addan başka şeyler değişti Tersi durumunda Tanrı ve dünya birliğinin Tanrıdan daha büyük bir bütünlüğü olurdu Spinoza Tanrının gerekliliğinden dünyanın gerekliliğini içerdiğini özgürlük olanağının bulunmadığını belirttiPanteizm dogmalara bağlı Hıristiyan ilahiyatçılar tarafından yaratıcı ile yaratılan arasındaki ayrımı yok ettiği, Tanrıyı belirsizleştirdiği, aşkın yerine bütünüyle içkin bir tanrı kavaramı öne sürdüğü, insanın ve tanrının özgürlüğü düşüncesini dışladığı gerekçeleriyle reddedildi

Pozitivizm
Olgularla desteklenen ya da olgularla ilgili verilere dayanan bilginin tek sağlam bilgi türü olduğu görüşüdürGenel çizgileriyle pozitivizm, deney konusu edilebilecek olgularla ilgili, yani en geniş anlamıyla bilimsel bilginin sağlam bilgi olduğunu vurgular Bunun dışında, olguların çoğu mantık ve matematik gibi bilgi türlerinin varlığını kabul eder, ama bunların içeriksiz olduğunu ileri sürerler Pozitivistlerin, en temel özelliği ise geleneksel felsefe görüşlerini, olumsuz bir anlam yüküyle “metafizik” olarak niteleyerek karşı çıkmasıdır Comte, alan bu yana “metafizik” nitelemesi insanlığın geride bıraktığı bir aşamayla ilgili, gerçekliğini yitirmiş, yerini pozitif bilimlere bırakmış bir bilgi türünü çağrıştırırComte’a göre insanlık tarihinin üç aşamalı zihinsel gelişiminde her aşama bir öncekine göre daha ileri ve gelişmiştir İnsanlık başlangıçta açıklamaların doğaötesi göçlere göre yapıldığı dinsel bir aşamadır İzleyen metafizik aşamada açıklamalar gene olgulardan uzak bazı kavramlara dayandırılır Üçüncü aşamada ise, insanlar doğru bilginin gerektirdiği gibi, açıklamak istedikleri olguları gene bu olgulardan elde ettikleri verilere dayandırmayı öğrenirler; işte bu sonuncusu pozitif aşamadır Comte bu süreci bir insanın çocukluktan yetişkinliği geçiş aşamalarına benzetirComte’a göre bilim olgulara dayanmalıdır İnsan kafasının soyutlanmalarından doğmuş olan metafizik, deney ve bundan ötürü de bilgi alanımızın dışındadır, nesnelerin kendilikleri de bilinemez

Pragmatizm
Düşüncelerin, politikaların ve önerilerin değerlerinin yararlılıkları, işlerlikleri ve uygulanabilirlikleri ile belirlenmesi ilkesine dayanan görüş20 yüzyılın ilk çeyreğinde özellikle ABD’de etkili olmuştur Eylemin öğretiden, deneyimin sabit ilkelerden önce geldiğini, düşüncelerin anlamlarının sonuçlarından, doğruluklarının da doğrulanabilirliklerinden elde edildiğini savunurPragmatistlere göre bir düşünce, yaşamımız için elverişli olduğu sürece “doğrudur”İyidir yerine doğrudur diyebiliriz; çünkü bu iki kavram birbirinin aynıdır Doğru sözcüğü inanç alanında iyi olduğunu ispat eden her şeyin adıdır Doğru olan, belirli sebepler ölçüsünde aynı zaman da iyidir “Bizim için neye inanmak doğru olurdu?” desek bu söz şu anlama gelir: Neye inanmak zorundayız? Bu sorunun karşılığı şudur: İnanılması bizim için daha iyi olan şeye inanmak zorundayız Şu halde, bizim için daha iyi olan ile bizim için daha doğru olan arasında hiçbir başkalık yokturPragmatizm doğruyla iyiyi birleştirmektedir Yani Erdem yaşayışımız için elverişli olduğu sürece, pratik fayda sağladığı hallerde doğrudur Her şey pratik fayda ölçüsüne vurulmalıdır Her şey pratik faydaya göre değerlendirilmelidirOnlara göre doğru düşünce pratikte doğrulanabilen düşüncedir Bir düşüncenin gerçeği, ona yapışık hareketsiz bir özellik değildir Gerçek düşüncenin başına gelen bir şeydir Bir düşünce kafamızda dururken doğru olamaz Ancak doğru hale gelebilir, olaylar yüzünden doğrulaşır Onun gerçekliği geçer hale girmesiyle olur Benim için bir şeyin herhangi bir zaman için faydası olabilir, ama başka bir zaman o şey faydama değildirPragmatistler dünyanın nesnel gerçekliğine gözlerini kapamışlardır Gerçek, kendi yararımıza belirlenmekle özneldir

Rasyonalizm
Aklı bilgini temel kaynağı ve sınanabilirlik ölçüsü olarak kabul eden akım Bilginin duyu verilerine dayalı deneylerden kaynaklandığını ileri süren (ampirizm) deneycilik karşıtıdır Dünyanın akılsal bir düzen içerisinde bir bütün olduğu, parçaların mantıksal zorunlulukla birbirine bağlı olduğunu, dolayısıyla da yapısının doğrudan kavranabilir olduğu görüş

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.