mors |
06-24-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
morsMORS KİMDİR "Telgrafın tellerine kuşlar mı konar" sözleriyle, yeryüzünde bu iletişim aracına atıflar içeren bir türkü üretmiş tek ulus olmamız hiç de tesadüfî değil Çünkü, şimdilerde artık önemini iyice yitirse de günümüzden topu topu 15-20 yıl önce iletişim hayatımızda vazgeçilmez bir konuma sahip olan bu cihaz, Sultan Abdülmecit'in ileri görüşlülüğü sayesinde dünya üzerinde ilk kez İstanbul'da hayat bulmuştu Telgraf, günlük hayatını "messenger"a endekslemiş çağımız gençliği için çok da derin anlamlar ifade eden bir iletişim aracı değil Çünkü, artık onun yerini tutacak yığınla seçenek mevcut Ancak bu durum 1980'lere, hattâ 90'lara kadar hiç de böyle değildi "Telefonla görüşme" seçeneğinden sonra uzaklardaki bir dosta önemli bir haberi iletmenin en hızlı yolu olarak bilinirdi telgraf Hattâ, bizim kuşağımız için ilkokulda öğretilen şu kalıplaşmış cümleyle de özdeşleşmişti: "Telgraf üç çeşittir; normal telgraf, elt telgraf, yıldırım telgraf…" Sonrasında ise tam otomatik telefon, faks, internet, cep telefonu ve nihayet "messenger" geldi; böylelikle de Mors alfabesi tıkırtılarının çok fazla bir hükmü kalmadı Buna karşılık, telgrafın iletişim alanında şimdiki statüsünün ise tıpkı bir "Rolls-Royce" gibi olduğu söylenebilir Sözgelimi, politikacı ya da bürokratsınız ve katılmayı hiç istemediğiniz sıkıcı bir toplantıya davet edilmişsiniz Daveti gayet şık bir biçimde reddetmeniz gerekiyor O durumda ne yapacaksınız? Tabiî ki telgrafa başvuracaksınız! "Nazik davetinizi aldım ve inanamayacağınız kadar mutlu oldum Ancak programımın aşırı yoğunluğu nedeniyle etkinliğinize katılamayacağımdan…" diye sürüp giden bir mesaj sizi en kestirme yoldan kurtardığı gibi, karşı tarafta da -gönderi biçimi telgraf olduğu için- "Ya, görüyor musun, adam gelememiş ama etkinliğimizi bayağı da ciddiye almış" şeklinde bir züğürt tesellisine yol açıyor Bu yazı, tarihimizdeki o ünlü "matbaanın ülkeye geç gelişi" olayından hareketle, "Osmanlı döneminde dünyadaki bütün bilimsel ve teknolojik buluşlar inatla reddedildi" masalına bir cevap olarak hazırlandı Bütün ömürlerini el yazmacılığını öğrenmeye vermiş ve bunu kaybettiklerinde yapacak başka bir işleri bulunmayan binlerce kişilik dev bir loncayı korumak adına alınmış duygusal bir kararı yıllardır "Türk geri kafalılığın kanıtı" olarak temcit pilavı gibi önümüze sürenlere inat, ben de diyorum ki aynı geri kafalı devlet "sinema"yı bu ülkeye Fransa'da Lumiere Kardeşler tarafından ilk biletli gösterinin yapılışından (1894, Grand Kafe, Paris) en fazla altı ay sonra getirdi (1895, Sponek Kafe, Galatarasaray-İstanbul) Şimdi öyküsünü anlatacağım telgraf ise -dünya liderleri bu buluşun sivil ve askerî iletişimdeki hayatî önemini henüz zerre kadar kavrayamamışken- yeryüzündeki ilk patent hakkını Osmanlı Devleti'nin sultanının mührüyle alıyordu Merhameti ve korumacı bir tavrı "geri kafalılık" olarak görmek isabetliyse, evet bizler geri kafalı bir ulusuz O yüzdendir ki bir zamanlar egemenliğimiz altında bulunan 21 milyon kilometrekarelik devâsâ topraklarda, o toprakların üzerinde yaşayan diğer ulusları kılıç zoruyla asimile etmeye kalkışmadık; onlara dilimizi, kültürel alışkanlıklarımızı ve dinimizi hiç bir zaman zorla öğretmedik Keşke öğretseymişiz; baksanıza bunları yapmamış olmamıza karşın, çağımızda "Kızılderili soykırımı"nın faili Amerikan yönetimi bile bizden daha az eleştiri ve hakarete uğruyor! Yine sinirlendim, ama neyse diyelim; bunlar da daha başka bir yazının konusu olsun Bu haftaki konumuz, telgrafın İstanbul'da başlayan ilginç doğuş öyküsü… |
|