Psikolojide Kavramlar |
08-21-2006 | #1 |
dehşet
|
Psikolojide KavramlarAlgıda Seçicilik Algıda seçicilik, insanın algı sürecinde aktif bir rol oynadığı görüşü çerçevesinde ortaya atılmış bir kavramdır Kavram, insanın algı sürecinde pasif olmadığını, algı objesini fotoğraf gibi algılamadığını, görmek istediği gibi gördüğünü, yeni verileri mevcut kategorilerine uydurduğunu, önyargı ve stereo-tiplerinden etkilendiğini, önceki tutum ve görüşlerini destekleyici enformasyonlara duyarlı olduğunu ve benzeri hususları ifade etmektedir Seçici algı konusu, pek çok kez laboratuvar ortamında ve gerçek yaşamda incelenmiştir Örneğin Bruner ve Postman (1949), oyun kanlarıyla düzenledikleri deneyde, bazı kartları hatalı bir renkle boya*****, örneğin kırmızı sinek dörtlüsü, sunmuşlar ve deneklerin bu tür kartları sunuluşlarından farklı algıladıklarını (örneğin siyah sinek dörtlü veya kırmızı kupa dörtlü gibi) saptamışlardır H Cantrill'in II Dünya Savaşı öncesindeki kitle paniği incelemesi de klasik bir çalışma olarak anılabilir Cantrill, savaş öncesi radyodan yayınlanan ve dünyanın Marslılar tarafından işgalini konu alan radyo piyesine insanların tepkilerini araştırmıştır Piyesi, radyo haberleri olarak algılayan ve Marslıların saldırısını gerçek sanarak sokaklara dökülen pek çok Amerikalı kendileriyle yapılan görüşmelerde şu tür ifadelerde bulunmuşlardır: 1) Pencereden baktım, cadde arabalarla doluydu; insanların kaçmakta olduğunu düşündüm, 2) Pencereden baktım; sokakta hiç bir araba yoktu; bir yerlerde trafiğin tıkandığını düşündüm, 3) Pencereden baktım, herşey eskisi gibiydi; Marslıların henüz bizim sokağa gelmediğini düşündüm, gibi |
08-21-2006 | #2 |
dehşet
|
Algısal Belirginlik Algısal belirginlik (saliency), uyaranların kendi bağlamı içinde dikkati çeken bir niteliğidir Kognitif işlemlerde, bir durumun bazı yanları daha çok dikkate alındığında, benzer durumlarda tercihen tekrar ele alınması beklenir, bu yanlar algısal olarak belirgin (salient) veya rölyefli olarak nitelenir İnsanlar da kendi çevrelerinin bağlamı içinde rölyefli olabilir Örneğin bir grupta farklı bir etnik gruptan olan kişi veya bireyin algı alanında Öne çıkan, kendini dayatan biri, algısal planda daha kabarmış, baskın ya da yüksek rölyefe sahip durumdadır |
08-21-2006 | #3 |
dehşet
|
Algısal Değişmezlikler İnsan algısında, nesne algılamaya ilişkin kuvvetli eğilimin yanı sıra büyük bir istikrarlılık (stability) vardır Bir adamın boyu size doğru yaklaştıkça değişiyor gibi görünmez, halbuki gözün ağtabakasına (retina) düşen imge gittikçe büyümektedir Tabak bir açıdan bakıldığında çembere, diğer açıdan bakıldığında elipse benzemez; halbuki ağtabakaya düşen imgeler bunlardır Pencerenin önünde durduğunuzda, bunun ağtabakadaki imgesi dikdörtgen şeklindedir; yandan baktığınızda ise imge bir yamuk şeklini alır Ancak siz pencereyi dikdörtgen olarak görmeye devam edersiniz Bütün bu değişik durumlar, nesnenin daha önce öğrenilmiş olan nitelikleriyle görüldüğünü örneklemektedir Fiziksel uyarımdaki farklılıklara rağmen, nesnelerin görüntüleri algı düzeyinde değişmez kalır Bu tür istikrarlılığa algısal değişmezlik (perceptual constancy) denir Şekil Değişmezliği Yukarıda verilen tabak ve pencere örnekleri, şekil değişmezliği (shape constancy) ilkesiyle ilgilidir Ne olduğunu bildiğimiz bir nesnenin şekli, ne taraftan bakarsak bakalım hep aynı kalır Diğer bir deyişle; değişik açılardan bakılan aşina (familiar) nesneler şekilleri bakımından değişmez olarak algılanır Burada önemli olan aşinalıktır veya nesnenin neye benzemesi gerektiği konusundaki bilgimizdir Herhangi bir nedenden ötürü nesneyi tanıyamamamız halinde şekil değişmezliği söz konusu olamaz Büyüklük Değişmezliği Nesne uzaklaştıkça bunun ağtabakadaki imgesi gittikçe küçülür Halbuki normal olarak insanlar nesneleri hep aynı büyüklükte görürler Bu olaya (phenomenon) büyüklük değişmezliği (size constancy) denir Bu değişmezlikte iki etkenin etkisi vardır Bunlardan ilki, şekil değişmezliğinde de söz konusu olan, nesnenin aşinalığı veya kişinin nesnenin niteliği konusunda daha önce öğrendikleridir Bir erkek erkek olarak algılanmışsa; bizden ne kadar uzakta olursa olsun, boyu değişmez bir biçimde algılanacaktır Bir diğer etken uzaklıktır (distance) Eğer bir nesne aşina değilse veya herhangi bir büyüklükte olabiliyorsa, örneğin bir sayfa veya kaya gibi, büyüklük değişmezliği ancak nesnenin ne kadar uzakta olduğu bilinerek korunabilir Bu durumda uzaklık ipuçları önem kazanır Eğer bir derinlik ipucu şekilde olduğu gibi yapay olarak değiştirilmişse, büyüklük değişmezliği kaybolur Şekilde büyük zarf daha uzakta ve bu nedenle de, daha "büyük" gibi görünmektedir; gerçekte ise bu zarf "küçük" zarftan daha yakındadır Bu hilenin nasıl sağlandığı, şeklin açıklamasında anlatılmaktadır Büyüklük değişmezliği, derinlik ipuçlarının tersine bir etki vereceği şekilde değiştirilmesiyle ortadan kalkmıştır Bu zarflar aynı büyüklüktedir ve gerçekte "büyük" zarf "küçük" zarftan çok daha yakındadır Daha uzakta olarak görülmesinin nedeni; bunun gri kartın, gri kartın da "küçük" zarfın arkasında gibi görünmesidir Fakat gerçekte gri kart iki zarf arasında değil, bunların arkasındadır "Büyük" zarfın köşesi kesilmiş olduğu için bu kart "büyük" zarfın önünde gibi görünmektedir (Fundamental Photographs) Parlaklık Değişmezliği Algısal değişmezlik parlaklığın algılanılışı için de geçerlidir; nesnelerin beyazlık, grilik veya siyahlık dereceleri algısal düzeyde değişmezlik gösterir Parlaklık değişmezliği (brightness constancy) nesnenin üzerine düşen ışık miktarından bağımsızdır, insanlar örneğin kömürü, ay ışığında da, parlak güneş ışığı altında da siyah olarak görürler; aynı koşullarda kar ise daima beyaz olarak görülür Bu olayın nedeni; algılanan parlaklığın, parlaklık açısından nesnenin zemine olan oranına bağlı olmasıdır (Wallach, 1963) Normal hallerde bu oran, aydınlatma koşulu ile etkilenmeksizin hep aynı kalır Işık miktarının azaltılması veya çoğaltılması, nesne ve zeminin her ikisini de daha parlak veya daha mat yapar; böylece insanlar nesnenin parlaklığını değişmez biçimde algılarlar |
08-21-2006 | #4 |
dehşet
|
Algısal Kabartma Algısal kabartma veya görünür kılma kavramı (pregnance), Moles'ün terimleriyle belirsiz olguları anlamaya çalışan bir araştırmacının ilgilendiği olguyu çerçevelemesini ve böylece hatları az çok belirli bir biçim oluşturmasını ifade etmektedir Algısal kabartma, kavranmaya çalışılan gerçekliğin bir fon-fıgür durumuna, başka şeylerle kontrast haline konulmasıyla benzerlik göstermektedir ve bu anlamda kimlik algılarında önemli bir işleve sahiptir Bu bağlamda algısal kabartma, kişilere kolektif kimliklerini, grup aidiyetlerini hatırlatmak ve bunun bir adım daha ötesinde karşıt gruplarını, ötekini düşünmelerini ve bununla ilgili bir şeyi tartışacaklarını söylemek gibi yollardan yapılmaktadır Yapılan bazı deneysel çalışmalarda kişilere doğrudan kendilerini tanımlamaları söylenerek alınan kimlik tanımları ile kolektif kimlikleri hatırlatılarak alınan kimlik tanımlarının farklılaştığı görülmektedir |
08-21-2006 | #5 |
dehşet
|
Alt Mantıklar Günlük düşünce ve metin analizlerinde sıklıkla kullanılan alt-mantıklar (infra-logics) terimi, formel mantık sınırları dışında kalan düşünce tarzlarına işaret etmektedir Klasik formel mantık düzeni, bir bütünün öğelerinin çelişmezlik, üçüncü halin olamazlığı, iç tutarlılık gibi ilkelere dayalı bir şekilde birleştirilmesini öngörmektedir Bu anlayış insanı, bir tür 'akıl yürütme makinesi'ne indirgemektedir Oysa insanın düşünce yolları bu katı çerçeveye sığmamaktadır Alt-mantıklar, insanın, formel mantık dışında kalan, tutarlılık ve çelişmezlik kaygısı taşımayan dolayım-sız, keyfi düşünce sistemleridir Alt-mantıklar yaratıcılık bakımından da önem taşımaktadır Zira yaratıcı bireylerde bir tür ilham anları olarak nitelendirilen keşif anları, çoğu kez çeşitli öğeleri alışılmışın dışında birleştirme, bağlantılandırma, çağrışım zincirine sokma şeklindeki düşünsel etkinliklere dayanmaktadır Keşif veya bulgular, önce tutarsız, ham, işleme tabi tutulacak bir yapı halinde ortaya çıkmaktadır |
08-21-2006 | #6 |
dehşet
|
Alter Ego Aslında psikanalitik vokabülere ait olan alter ego terimi, sosyal psikolojide, psikodrama, benlik ve/veya kimlik analizleri alanında da kullanılmaktadır Alter ego, kısaca, diğer-ben, yardımcı-ego, bana benzeyen bir başkası olarak tanımlanabilir Moscovici'ye (1984) göre, Alter ile Alter Ego, sosyal ilişkilerde Diğeri'ni tanımlamanın iki tarzını ifade ederler Bu çerçevede, ya bize benzeyen bir Diğeri, yani Alter Ego, ya da farklı bir Diğeri, yani Alter söz konusudur Bunlardan her biri farklı olgulara gönderir; bir bakıma çeşitli araştırma yaklaşımları ve teoriler, bu "alter"i kavramsallaştırma tarzlarına göre farklılaşırlar Gruplara ilişkin araştırmaların çoğu, onu bir "alter ego" olarak ele alırlar Psikodramada veya rol oyununda, katılanlara diğerinin tutumunu yansıtması, kendilerini onun yerine koyması söylenir ve bundan sonra cereyan edenler, oyuncunun, diğerinin tutumunu içleştirme kapasitesine göre değerlendirilir Aynı şekilde, konformiteye ilişkin araştırmalarda, her bireyden, kendini, kendine benzer biriyle veya benzemek istediği biriyle karşılaştırması istenir İlke olarak ne kendine Özgü pozisyonları, ne de görüşü olan sapkınların, iktidarı elinde tutanlara veya çoğunluk bireylerine bakarak kanaatlerini oluşturdukları, davranışlarını bunlara göre ayarladıkları kabul edilir; sapkınlar, bu imtiyazlı alter-egolara benzemek için uymaktadırlar Bazı araştırmalar ise, kısaca "alter'i dikkate alırlar Azınlık veya bireyin kendine özgü görüşlerini ifade ettikleri yenilik olgusuna ilişkin araştırmalar böyledir Bunlarda birey veya azınlık, normu ya da Ortodoksluğu temsil eden bir otorite veya çoğunlukla çatışırlar Bu birey veya azınlığın aradığı şey, özel kimliğin ve açık bir farkın tanınmasıdır Demek ki bu iki temel psiko-sosyal mekanizma (sosyal karşılaştırma ve sosyal tanınma), sosyal alanda diğerini algılamanın iki tarzıdır |
08-21-2006 | #7 |
dehşet
|
Alterite Alter (diğeri) sözcüğünden türetilen bu terim, bir kişinin kendisinden bir başkasının salt varlığını ifade etmektedir Bireyin diğeriyle ilişkisi, başlangıçtan itibaren çalışmalı bir nitelik taşımaktadır Diğeriyle karşılaşma, bireysel kimliğin oluşumunda en kritik anlardan biridir Nitekim bazı yazarlar (Hesnard vb) gelişim sürecinde Biz'in Ben'den önce olduğunu ve Biz'den Ben'e geçişte, daima bir alterite'yi varsaymaktadır Zira alteritesiz insan ilişkisi, bir kaynaşmaya/erimeye dönüşecektir; diğeriyle karşılaşma olmazsa özerklik gerçekleştirilemez; imkânsız olur ve tekilleşme yönündeki bireysel kimlik, ütopya olarak kalır (kolektif kimlik peşinde koşan gruplar düzeyinde Öteki'nin icadı, bu gereği karşılayan bir strateji olarak nitelendirilebilir) |
08-21-2006 | #8 |
dehşet
|
Alttan Gelen Etki İzlenim oluşumunda, belirli bir hedef kişi hakkında genel olarak mevcut şema veya kategori kullanılmakta ve hedeften gelen enformasyonlar bu şema doğrultusunda (top down) işlenmektedir Ancak bu şema veya kategori yeterli olmadığında alt kategoriler oluşturulmaktadır Örneğin, politikacılar hakkında olumsuz içerikli şemalara sahipken, bir politikacı hakkında 'dürüst' ve 'tutarlı' olduğu şeklinde enformasyonlar aldığımızda, "o, dürüst ve tutarlı bir politikacıdır" yargısını oluşturabiliriz Alt kategorizasyon, hem şematik, hem de özel enformasyonların birlikte kullanımını mümkün kılmaktadır Ancak alt kategorizasyon yapılamadığında, bazı hallerde hedefin özellikleri ağır basmakta, yeni enformasyonların entegrasyonuna gidilmektedir Bu olguya 'alttan gelen etki' (bonom up) denmektedir (Fiske ve Neuberg, 1990) |
08-21-2006 | #9 |
dehşet
|
Analojik İletişim Palo Alto Ekolü'nün kişiler arası iletişimde (kullanılan enformasyonun, kodun ya da işaretlerin türüne göre) ayırtettiği iki iletişim tarzından biridir (diğeri dijital iletişim) Ekolün kurucusu Bateson'a göre, tüm iletişimler iki tip enformasyon kapsar; bunlardan biri olaylar hakkındaki enformasyondur, diğeri ise iletişim sırasında bireyler arasında oluşan ilişkiler hakkındaki enformasyondur Bu anlamda her mesaj, aynı zamanda bir içerik ve bir ilişkidir Mesajın ilişkisel yanı ya da ilişkisel mesaj tipi, iletişim hakkında bir iletişimdir (metacommunicatiori) ve bu anlamda, ikinci bir mesaj gibi düşünülebilir Analojik iletişim, işaret/gösterge ile anlamı arasında fiziksel veya sembolik benzerlik esasında bir ilişkinin bulunduğu iletişimdir Sözel olmayan davranışlar (jestler, ses tonu, vücut pozisyonları, konuşma sırasındaki duraklamalar veya aralar, vs), analojik iletişim örnekleri sayılabilir |
08-21-2006 | #10 |
dehşet
|
Angajman Angajman (commitment), bireyin kendi davranışlarına bağlılığı, bir başka deyişle birey ile edimleri arasındaki bağ şeklinde tanımlanabilir Kiesler (1971) tarafından incelenen angajman olgusu, ya hep ya hiç tarzında değil, bireyin davranışlarını sahiplenme ya da onları benimseme düzeyi olarak kavramsallaştırılmıştır Bireyin belirli bir edime angajmanı, bu edimi özümleme derecesinin ifadesidir Genel olarak bir kişinin, fikir, inanç ve duyguları değil, davranış veya hareketleri tarafından bağlandığı (angaje edildiği) söylenebilir, yani angajman, sadece eylemler için söz konusudur Literatürde angajmanın, kişinin tutumlarıyla ilişkisinden hareketle, tutum yanlısı angajman ve tutum karşıtı angajmandan söz edilmektedir Bunlardan birincisi, kişinin problematik olmayan bir tarzda, yani mevcut tutumları yönünde (pro) angajmanını, ikincisi ise mevcut tutumlarına karşıt yönde (contre) angajmanını ifade etmektedir Angajman düzeyi ya da yoğunluğu, davranışın yapıldığı ortam (başkalarının varlığı, edimin kamusal olup olmaması), davranışın birey için önemi, davranışın tekrarlanma veya değiştirilebilme imkanı gibi çeşitli değişkenlerden etkilenmektedir Ama asıl önemli olan davranışı yapan bireyin (algıladığı) özgürlük düzeyidir, angajmanın olabilmesi için kişinin mecbur edilmemesi, özgür bırakılması veya özgürlük duygusu taşıması gereklidir Sosyal psikologlar, angajman konusunda özgürlüğü de dereceli olarak görme eğilimindedir Özgürlüğün derecelendirilmesi, ödül veya ceza düzeyini yükseltme veya düşürme yoluyla ayarlanabilir Angajman, büyük ödül veya büyük ceza durumlarında değil, özellikle az ödül veya az ceza durumlarında söz konusu olmaktadır |
08-21-2006 | #11 |
dehşet
|
Anomi Anomi genel olarak sosyal bağın zayıflamasını ifade etmektedir Ancak Parsons'ın modern çağdaş sosyal bilimin merkezi kavramlarından biri saydığı anomi kavramı, sosyal bilimlerin tarihi boyunca farklı çağrışımlar ve anlamlarda kullanılmıştır Etimolojik olarak anomos (yasasız, yasası olmayan) ve türevi anomia sözcüklerinden gelen anomi kavramı, sözcük anlamıyla normsuz, yasasız olma durumunu ifade etmektedir Ancak sosyologlar, anominin kavramlaştırılmasında farklı bakış açıları sergilemektedir: Hangi yasa ve normların söz konusu olduğu, yasa ve normların salt yokluğunun mu yoksa saygınlığının azalmasının ve karşı çıkılmasının mı söz konusu olduğu, tek bir anominin mi olduğu yoksa pek çok anomiden mi söz edilebileceği gibi hususlarda farklılıklar gözlenmektedir Yine anomi çerçevesinde ele alınan olgularda da büyük bir çeşitlilik görülmektedir Örneğin, kolektif şiddet hareketlerinde, bireysel pasiflik ve ilgisizlikte, sınırsız istek ve tutkularda, geleceğe yönelik umutların kaybında, farklı normlar arası çatışmalarda, toplumda ve kurumlarında normatif sistemin yıkılmasında, eylem hedef ve amaçlarının belirsizliğinde anomiden söz edilmiştir (Besnard, 1987) Anomi konusuna eğilen teorisyenlerden Durkheim'a göre anomi kavramı, genel bir deyişle bireylerin, belirli bir toplumda insan davranışlarını düzenleyen ve idealleri yansıtan sosyal değerlerle ilişkisinin zayıflaması veya kopmasını ifade etmektedir Merton gibi diğer bazı sosyologlara göre ise toplumda entegrasyon aygıtları işlemediğinde, anomi belirir Anomi durumu, sosyal normlardan sapma durumudur Toplumun bireye önerdiği amaçlar ile bireyin bu amaçlara ulaşma konusunda, genellikle sosyal statüsüne göre sahip olduğu meşru imkanlar birbiriyle uyuşmadığında, anomi eğilimi güçlenir |
08-21-2006 | #12 |
dehşet
|
Anomik Kişilik Ölçeği Anomi olgularının emprik düzeyde incelenmesi çerçevesinde Srole tarafından geliştirilen bu ölçek, kişilerin sosyal entegrasyon düzeylerini belirlemeyi amaçlamaktadır 1956 yılında geliştirilen ve 1960'lı yıllarda yaygın olarak kullanılan, ancak daha sonraki yıllarda kavramsal arkaplanının zayıflığı nedeniyle eleştirilen Srol Ölçeği, bireyin diğerleriyle ve toplumla ilişkilerini nasıl gördüğü üstünde odaklasan beş maddeli kısa bir ölçektir Ölçeğin, anomiyi bir olgu olmaktan çıkarıp kişilerin bireysel ruh haline ilişkin bir değişkene dönüştürdüğü ve anemiden ziyade, diğerlerinden kuşkuyu içeren genel umutsuzluk duygusunu ya da karamsarlığı Ölçtüğü, üstelik soru yapısı itibariyle kişileri pozitif cevaplamaya ittiği ve bu nedenle de 'anomik' kişilerin oranını yapay olarak yükselttiği öne sürülmüştür (Mignot, 2002) |
08-21-2006 | #13 |
dehşet
|
Anti-Psikiyatri Anti-psikiyatri terimi, genel olarak psikiyatri ve psikanalizin Ortodoks biçimine karşı 1955 ile 1975 yılları arasında gelişen eleştirel hareketi ifade etmektedir David Cooper tarafından belirli bir bağlamda ortaya atılmış olan terim, daha sonra anlam genişlemesine uğra*****, Batı dünyasında hakim psikiyatrik anlayış ve kurumlara radikal bir politik karşı çıkma hareketi şeklinde yayılmıştır: İngiltere'de David Cooper ve Ronald Laing, ABD'de Thomas Szasz ve Gregory Bateson (Palo Alto Ekolü), İtalya'da Franco Basaglio, vb Michel Foucault ve Gilles Deleuze de Fransa'da anti-psikiyatrik karşı çıkışın farklı bir versiyonunu ortaya koymuşlardır Anti-psikiyatri, bir bakıma kurumsal psikoterapinin mantıksal devamı olmuştur (Roudinesco ve Plon, 1997): Zira kurumsal çerçevedeki psikolojik tedavi, kötü durumdaki akıl hastanelerinin reformu ve terapi personeli ile hasta ilişkilerinin iyileştirilmesine çaba harcarken, anti-psikiyatri, akıl hastanesinin ve ruh hastası kavramının ortadan kalkmasını savunmuştur Roudinesco ve Plon'un belirttiğine göre, anti-psikiyatri akımı Mary Barnes isimli bir hemşirenin serüvenini bayrak edinmiştir Tedavisi imkansız bir şizofreni teşhisiyle 40 yaşlarındayken Kingsley Hail hastanesine kapatılan Mary Barnes, orada 5 yıl boyunca kaldıktan sonra (bir bakıma sembolik olarak öldükten sonra), 'yeniden doğmuş', ressam olmuş ve kendi 'cehenneme yolculuk' ya da serüveninin kitabını yazmıştır Cooper daha sonra (1967) anti-psikiyatriyi bir ütopya olarak da konumlamaya ve ezilmiş halkların kurtuluş hareketi çerçevesine oturtmaya çalışmıştır: Komün hareketi sırasında "Ezenlerin saatine son; ezilenlerin saati geldi" tarzı sloganlarla duvar saatlerine ateş eden göstericileri saygıyla anmıştır Anti-psikiyatri hareketi kısa sürmesine karşılık son derece etkili olmuştur |
08-21-2006 | #14 |
dehşet
|
Arketip Arketipler, Jung'un ifadesiyle, kolektif bilinçaltının içerikleridir Bir tür ilkel atavi imajlar diyebileceğimiz arketipler, davranışlarımızı yönlendirir ve folklor malzemesi, sanat eseri, masal ve efsane gibi kişisel veya kolektif üretimleri etkiler Bu nedenle terapi veya formasyon gruplarının çalışmalarında, Grek ve Roma, Doğu, Musevi, Hıristiyan ve İslam mitolojilerinin, temel folklor figürlerine dayanılarak grup söylemlerinin analizi yapılmaktadır Örneğin Yunus Peygamber ve Yunus Balığı, Ödip ve Babanın Ölümü, Kronos'un Kendi Çocuklarını Yemesi, Kaybolan Cennet, Graal Efsanesi, Ebedi Dönüş, Ölümlü-Ölümsüz İkizi, Habil ve Kabil gibi figürler, söylemlerin deşifre edilmesinde kullanılmaktadır |
08-21-2006 | #15 |
dehşet
|
Ashby Yasası Sibernetik teorisyenlerinden W R Ashby (1958) tarafından karmaşık organizmaların (insan, makine, ekipman seti, vb) özelliklen konusunda ortaya atılan bu yasa, organizma ile çevrenin etkileşiminde, organizmanın çevresel mesajlara veya uyaranlara karşılık verme kapasitesini ifade etmektedir Ashby'e göre "bir organizma için bozucu etkenlerin türlülüğü ne kadar büyük ve kabul edilebilir durumların türlülüğü ne kadar küçükse, organizmanın tepki yeteneği o kadar büyük olmalıdır" Ashby yasası, sibernetik sistemlerde, entropiyle mücadele etmenin temel ilkesi olarak nitelendirilebilir Ayna Benlik Ayna benlik (looking-glass şelf) kavramı, benliğin kişiler arası ilişkiler içersinde ve diğerlerinin tepkilerine göre oluştuğunu vurgulayan benlik anlayışının anahtar kavramlarından biridir Ayna benlik kavramı, teorik temellerini Hegel'in Efendi-Köle Diyalektiğinde ve Cooley ile Mead'in benlik anlayışlarında bulmaktadır |
|