Yahya Kemal Beyatlıya Ait Tüm Şiirler |
09-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yahya Kemal Beyatlıya Ait Tüm ŞiirlerYahya Kemal Beyatlı Şiirleri Yahya Kemal Beyatlı Tüm Şiirleri RİNDLERİN AKŞAMI Dönülmez akşamın ufkundayızVakit çok geç; Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç! Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile, Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan Geçince başlayacak bitmeyen sükunlu gece Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince, Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül! Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahud gül YAHYA KEMAL BEYATLI RİNDLERİN ÖLÜMÜ Hafız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış; Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle Gece; bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış Eski Şiraz'ı hayal ettiren ahengiyle Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde; Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter Ve serin serviler altında kalan kabrinde Her seher bir gül açar;her gece bir bülbül öter YAHYA KEMAL BEYATLI SİSTE SÖYLENİŞ Birden kapandı birbiri ardınca perdeler Kandilli, Göksu, Kanlıca, İstinye nerdeler? Som zümrüt ortasında, muzaffer, akıp giden Firuze nehri nerde? Bugün saklıdır, neden? Benzetmek olmasın sana dünyada bir yeri; Eylül sonunda böyledir İsviçre gölleri Bir devri lanetiyle boğan şairin Sis'i Vicdan ve ruh elemlerinin en zehirlisi Hülyama bir eza gibi aksetti bir daha; -Örtün! Muebbeden uyu! Ey şehr! -O beddua Hayır bu hal uzun süremez, sen yakındasın; Hala dağılmayan bu sisin arkasındasın Sıyrıl, beyaz karanlık içinden, parıl parıl Berraklığında bilme nedir hafta, ay ve yıl Hüznün, ferahlığın bizim olsun kışın, yazın, Hiç bir zaman kader bizi senden ayırmasın YAHYA KEMAL BEYATLI SÜLEYMANİYEDE BAYRAM SABAHI Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye'de Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati, Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan, Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan Gecenin bitmeğe yüz tuttuğu andan beridir, Duyulan gökte kanad, yerde ayak sesleridir Bir geliş var! Ne mübarek, ne garib alem bu! Hava boydan boya binlerce hayaletle dolu Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir; O seferlerle açılmış nice yerlerdendir Bu sukünette karıştıkca karanlıkla ışık Yürüyor, durmadan, insan ve hayalet karışık; Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya, Giriyor, birbiri ardınca, ilahi yapıya Tanrının mabedi her bir tarafından doluyor, Bu saatlerde Süleymaniye tarih oluyor Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı Adamış sevdiği Allah'ına bir böyle yapı En güzel mabedi olsun diye en son dinin Budur öz şekli hayal ettiği mimarının Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi, Seçmiş İstanbul'un ufkunda bu kudsi tepeyi; Taşımış harcını gazileri, serdarıyle, Taşı yenmiş nice bin işcisi, mimarıyle Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne, Uhrevi bir kapı açmiş buradan gökyüzüne, Taa ki geçsin ezeli rahmete ruh orduları Bir neferdir bu zafer mabedinin mimari Ulu mabed! Seni ancak bu sabah anlıyorum; Ben de bir varisin olmakla bügün mağrurum; Bir zaman hendeseden abide zannettimdi; Kubben altında bu cumhura bakarken şimdi, Senelerden beri ru'yada görüp özlediğim Cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim Dili bir, gönlü bir, imanı bir insan yığını Görüyor varliğının bir yere toplandığını; Büyük Allah'ı anarken bir ağızdan herkes Nice bin dalgalı Tekbir oluyor tek bir ses; Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi, Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi! Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbir'i Ne kadar saf idi siması bu mu'min neferin! Kimdi? Banisi mi, mimarı mı ulvi eserin? Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu, Yüzü dünyada yiğit yüzlerinin en güzeli, Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli; Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz; Vatanın hem yaşıyan varisi hem sahibi o, Görünür halka bu günlerde teselli gibi o, Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde, Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde Karşı dağlarda tutuşmus gibi gül bahçeleri, Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri Gökte top sesleri var, belli, derinden derine; Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine Çok yakından mı bu sesler, cok uzaklardan mı? Üsküdar'dan mı? Hisar'dan mı? Kavaklar'dan mı? Bursa'dan, Konya'dan, İzmir'den, uzaktan uzağa, Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa; Şimdi her merhaleden, taa Beyazıd'dan, Van'dan, Aynı top sesleri birbir geliyor her yandan Ne kadar duygulu, engin ve mübarek bu seher! Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer, Dinliyor hepsi büyük hatıralar rüzgarını, Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor? Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor: Kosva'dan, Niğbolu'dan, Varna'dan, İstanbul'dan Anıyor her biri bir vak'ayı heybetle bu an; Belgrad'dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar'dan mı? Son hudutlarda yücelmiş sıra-dağlardan mı? Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor? Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor! Adalar'dan mı? Tunus'dan mı, Cezayir'den mi? Hür ufuklarda donanmış iki yüz pare gemi Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor; O mübarek gemiler hangi seherden geliyor? Ulu mabedde karıştım vatanın birliğine Çok sükür Tanrıya, gördüm, bu saatlerde yine Yaşıyanlarla beraber bulunan ervahı Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı YAHYA KEMAL BEYATLI TERCİH Dünyada ne ikbal ne servet dileriz Hattâ ne de ukbâda saadet dileriz Aşkın gül açan bülbül öten vaktinde Yaranla tarab yâr ile vuslat dileriz YAHYA KEMAL BEYATLI VUSLAT Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar, Ömrün bütün ikbalini vuslatta duyanlar, Bir hazzı tükenmez gece sanmakla zamanı, Görmezler ufuklarda, şafak söktüğü anı Gördükleri ru'ya ezeli bahçedir aşka; Her mevsimi bir yaz ve esen ruzgarı başka Bülbülden o eğlencede feryad işitilmez; Gül solmayı; mehtab, azalıp gitmeyi bilmez Gök kubbesi her lahza, bütün gözlere mavi Zenginler o cennette fakirlerle müsavi; Sevdaları hülyalı havuzlarda serinler, Sonsuz gibi, bir fiskiye ahengini dinler Bir ruh, o derin bahçede bir defa yaşarsa Boynunda O'nun kolları, koynunda O varsa, Dalmışsa O'nun saçlarının rayihasiyle, Sevmekteki efsunu duyar her nefesiyle Yıldızları, boydan boya doğmuş gibi, varlık Bir mucize halinde o gözlerdendir artık Kanmaz, en uzun buseye, öptükçe susuzdur Zira, susatan zevk, o dudaklardakı tuzdur İnsan ne yaratmışsa yaratmıştır o tuzdan Bir sır gibidir azçok ilah olduğumuzdan Onlar ki bu güller tutuşan bahçededirler Bir gün nereden hangi tesadüfle gelirler? Aşk, onları sevkettiği günlerde, kaderden Rüzgar gibi bir sevk alır, oldukları yerden Geldikleri yol, ömrün ışıktan yoludur o! Alemde bir akşam ne semavi koşudur o! Dört atlı o gerdune, gelirken dolu dizgin, Sevmiş iki ruh ufku görürler daha engin, Simaları her lahza parıldar bu zeferle; Gök, her tarafından, donanır meş'alerle! Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar, Varlıkta bütün zevki o cennette duyanlar Dunyayı unutmuş bulunurken o sularda, -Zalim saat ihmal edilen vakti çalar da- Bir an uyanırlarsa leziz uykulardan, Baştanbaşa, heryer kesilir kapkara, zindan Bir faciadır böyle bir alemde uyanmak Günden güne, hicranla bunalmış gibi, yanmak Ey tali! Ölümden ne beterdir bu karanlık! Ey aşk! O gönüller sana maloldular artık! Ey vuslat! O aşıkları efsuna ramet! Ey tatlı ve ulvi gece! Yıllarca devam et! YAHYA KEMAL BEYATLI OK Yavuz Sultan Selim Hân’ın önünde Ok atan ihtiyar Bektaş Subaşı, Bu yüksek tepeye dikti bu taşı O Gaazî Hünkâr’ın mutlu gününde Vezir, molla, ağa, bey, takım takım, Güneşli bir nîsan günü ok attı Kimi yayı öptü, kimi fırlattı; En er kemankeşe yetti üç atım En son Bektaş Ağa çöktü diz üstü Titrek elleriyle gererken yayı, Her yandan bir merak sardı alayı Ok uçtu, hedefin kalbine düştü Hünkâr dedi ‘Koca! Pek yaman saldın, Eğerçi bellisin benim katımda, Bir sır olsa gerek bu ilk atımda Bu sihirli oku nereden aldın? ‘ İhtiyar elini bağrına soktu, Dedi ki: ‘İstanbul muhâsarası, Başlarken aldığım gazâ yarası, İçinden çektiğim bu altın oktu!’ Yahya Kemal Beyatlı AŞK HİKAYESİ Ah o akşam o tirenden gülüşün! O gülüş kalbime aksettiği an Duymadım ilk ateşin düştüğünü; Şavka benzer bir ışık zannettim Macera başlamak üzereymiş o gün Sürecekmiş bu ateş yıllarca Bir taraftan Yakacık, mor dağlar… Bir taraftan da deniz, şuh adalar… O gün ömrümde, kader Geçecek aşkı resimleştirmiş Bu güzel çerçevede Yine dün geçtim o yoldan; Aynı raylarda tirenler geçiyor… Karşı dağlar, hep o dağlar… Kıyı hep aynı kıyı Ve deniz aynı deniz; O gülüşten bir eser yok yalnız; O güzel çerçeve bomboş! Belki kalbim daha boş! Yahya Kemal Beyatlı SES Günlerce ne gördüm ne de kimseye sordum, 'Yârab! Hele kalp ağrılarım durdu!' diyordum His var mı bu âlemde nekahat gibi tatlı? Gönlüm bu sevincin helecâniyle kanatlı Bir tâze bahâr âlemi seyretti felekte, Mevsim mütehayyil, vakit akşamdı Bebek'te; Akşam! Lekesiz, sâf, iyi bir yüz gibi akşam! Tâ karşı bayırlarda tutuşmuş iki üç cam; Sâkin koyu, şen cepheli kasriyle Küçüksu, Ardında vatan semtinin ormanları kuytu; Bir neş'eli hengâmede çepçevre yamaçlar Hep aynı tehassüsle meyillenmiş ağaçlar; Dalgın duyuyor rüzgârın âhengini dal dal, Baktım süzülüp geçti açıktan iki sandal; Bir lâhzada bir pancur açılmış gibi yazdan Bir bestenin engin sesi yükseldi Boğaz'dan Coşmuş yine bir aşkın uzak hâtırasıyle, Aksetti uyanmış tepelerden sırasıyle, Dağ dağ o güzel ses bütün etrâfı gezindi: Görmüş ve geçirmiş denizin kalbine sindi Âni bir üzüntüyle bu rü'yâdan uyandım Tekrâr o alev gömleği giymiş gibi yandım, Her yerden o, hem aynı bakış, aynı emelde, Bir kanlı gül ağzında ve mey kâsesi elde; Her yerden o, hem aynı güzellikte, göründü, Sandım bu biten gün beni râmettiği gündü Yahya Kemal Beyatlı GECE Kandilli yüzerken uykularda Mehtâbı sürükledik sularda Bir yoldu parıldayan gümüşten, Gittik Bahs açmadık dönüşten Hulyâ tepeler hayâl ağaçlar Durgun suda dinlenen yamaçlar Mevsim sonu öyle bir zaman ki Gâip bir mûsikîydi sanki Gitmiş, kaybolmuşuz uzakta Rü’yâ sona ermeden şafakta(1) Yahya Kemal BEYATLI SESSİZ GEMİ Artık demir almak günü gelmişse zamandan, Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol; Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli, Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli Biçare gönüller Ne giden son gemidir bu Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler; Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden YAHYA KEMAL BEYATLI Bir Başka Tepeden Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul! Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul! Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer Nice revnaklı şehirler görünür dünyada, Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan Yahya Kemal Beyatlı AKINCILAR Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik Haykırdı ak tolgalı beylerbeyi "ilerle" Bir yaz günü geçtik tunadan kafilelerle Şimşek gibi atıldık bir semte yedi koldan Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan Bir gün yine doludizgin atlarımızla Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla Cennette bu gün gülleri açmış görürüzde Hala o kızıl hatıra gitmez gözümüzde Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik YAHYA KEMAL BEYATLI ENDÜLÜS'TE RAKS Zil, şal ve gül Bu bahçede raksın bütün hızı Şevk akşamında Endülüs üç def'a kırmızı Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir İspanya neşesiyle bu akşam bu zildedir Yelpâze çevrilir gibi birden dönüşleri, İşveyle devriliş, saçılış, örtünüşleri Her rengi istemez gözümüz şimdi aldadır; İspanya dalga dalga bu akşam bu şaldadır Alnında halka halkadır âşüfte kâkülü, Göğsünde yosma Gırnata'nın en güzel gülü Altın kadeh her elde, güneş her gönüldedir; İspanya varlığıyle bu akşam bu güldedir Raks ortasında bir durup oynar, yürür gibi; Bir baş çevirmesiyle bakar öldürür gibi Gül tenli, kor dudaklı, kömür gözlü, sürmeli Şeytan diyor ki sarmalı, yüz kerre öpmeli Gözler kamaştıran şala, meftûm eden güle, Her kalbi dolduran zile, her sîneden: 'Ole!' ERENKÖY'DE BAHAR Cânan aramızda bir adındı, Şîrin gibi hüsn ü âna unvan, Bir sahile hem şerefti hem şan, Çok kerre hayâlimizde cânan Bir şi'ri hatırlatan kadındı Doğmuştu içimde tâ derinden Yıldızları mâvi bir semânın; Hazzıyla harâb idim edânın, Hâlâ mütehayyilim sadânın Gönlümde kalan akislerinden Mevsim iyi, kâinât iyiydi; Yıldızlar o yanda, biz bu yanda, Hulyâ gibi hoş geçen zamanda Sandım ki güzelliğin cihanda Bir saltanatın güzelliğiydi İstanbul'un öyledir bahârı; Bir aşk oluverdi âşinâlık Aylarca hayâl içinde kaldık; Zannımca Erenköyü'nde artık Görmez felek öyle bir bahârı EYLÜL SONU Günler kısaldı Kanlıca'nın ihtiyarları Bir bir hatırlamakta geçen sonbalarları Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa Yazlar yavaşça bitmese, günler kısalmasa İçtik bu nadir içki'yi yıllarca kanmadık Bir böyle zevke tek bir ömür yetmiyor, yazık! Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor; Lakin vatandan ayrılışın ıztırabı zor Hiç dönmemek ölüm gecesinden bu sahile, Bitmez bir özleyiştir, ölümden beter bile GEÇMİŞ YAZ Rüya gibi bir yazdı Yarattın hevesinle Her anını, her rengini, her şiirini hazdan Hala doludur bahçeler en tatlı sesinle! Bir gün, bir uzak hatıra özlersen o yazdan Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin: Geçmiş gecelerden biri durmakta derinden; Mehtap iri güller ve senin en güzel aksin Velhasıl o rüya duruyor yerli yerinde! YAHYA KEMAL BEYATLI HATIRLATAN Hicran, gün ortasında öten bir horoz gibi, Seslendi pek vakitsiz İçim yandı ansızın Mazi yosunla örtülü bir göl ki yok gibi, Mevsim serin ve bahçede yaprak yığın yığın Hicran gün ortasında neden böyle seslenir, Birden hatırlatır unutan kalbe sevgiyi? Keskin bir özleyişle hayal ettiren nedir Bir devre varsa insanın ömründe en iyi? Ey sevgi anladım bu uzakta seda ile, Ömrün yegâne lezzetidir hatıran bile HAZAN BAHÇELERİ Kalbim yine üzgün, seni andım da derinden Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden Yorgun ve kırılmış gibi en ince yerinden Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden Senden boşalan bağrıma gözyaşları dolmuş Gördüm ki yazın bastığımız otları solmuş Son demde bu mevsim gibi benzimde kül olmuş Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden MEHLİKA SULTAN Mehlika Sultan'a aşık yedi genç Gece şehrin kapısından çıktı: Mehlika Sultan'a aşık yedi genç Kara sevdalı birer aşıktı Bir hayalet gibi dünya güzeli Girdiğinden beri rü'yalarına; Hepsi meşhur, o muamma güzeli Gittiler görmeye Kaf dağlarına Hepsi, sırtında aba, günlerce Gittiler içleri hicranla dolu; Her günün ufkunu sardıkça gece Dediler: ''Belki bu son akşamdır'' Bu emel gurbetinin yoktur ucu; Daima yollar uzar, kalp üzülür: Ömrü oldukça yürür her yolcu, Varmadan menzile bir yerde ölür Mehlika'nın kara sevdalıları Vardılar cikrigi yok bir kuyuya, Mehlika'nın kara sevdalıları Baktılar korkulu gözlerle suya Gördüler: ''Aynada bir gizli cihan Ufku çepçevre ölüm servileri'' Sandılar doğdu içinden bir an O, uzun gözlu, uzun saçlı peri Bu hazin yolcuların en küçüğü Bir zaman baktı o viran kuyuya Ve neden sonra gümüş bir yüzüğü Parmağından sıyırıp attı suya Su çekilmiş gibi rü'ya oldu! Erdiler yolculuğun son demine; Bir hayal alemi peyda oldu Göçtüler hep o hayal alemine Mehlika Sultan'a aşık yedi genç Seneler geçti, henüz gelmediler; Mehlika Sultan'a aşık yedi genç Oradan gelmeyecekmiş dediler! MOHAÇ TÜRKÜSÜ Bizdik o hücumun bütün aşkıyle kanatlı; Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle, Canlandı o meşhur ova at kişnemesiyle! Fethin daha bir ülkeyi parlattığı gündü; Biz uğruna can verdiğimiz yerde göründü Gül yüzlü bir afetti ki her pusesi lale; Girdik zaferin koynuna, kandık o visale! Dünyaya veda ettik, atıldık dolu dizgin; En son koşumuzdur bu! Asırlarca bilinsin! Bir bir açılırken göğe, son def'a yarıştık; Allaha giden yolda meleklerle karıştık Geçtik hepimiz dört nala cennet kapısından; Gördük ebedi cedleri bir anda yakından! Bir bahçedeyiz şimdi şehitlerle beraber; Bizler gibi ölmüş o yiğitlerle beraber Lakin kalacak doğduğumuz toprağa bizden Şimşek gibi bir hatıra nal seslerimizden! ÖZLEYEN Gönlümle oturdum da hüzünlendim o yerde, Sen nerdesin, ey sevgili, yaz günleri nerde! Dağlar ağarırken konuşmuştuk tepelerde, Sen nerde o fecrin ağaran dağları nerde! Akşam, güneş artık deniz ufkunda silindi, Hulya gibi yalnız gezinenler köye indi Ben kaldım, uzaklarda günün sesleri dindi, Gönlümle, hayalet gibi, ben kaldım o yerde YAHYA KEMAL BEYATLI |
|