Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
donanma, osmanlı, personeli

Osmanlı Donanma Personeli

Eski 08-03-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Donanma Personeli



Osmanlı Donanma Personeli













Osmanlı Donanması'nda kalyonların ön plana çıkmasına kadar bizzat hükümet tarafından yaptırılan gemileri kullanan kaptanlara Hassa Reisi ve Kaptan denilip Kaptan Paşa Sancakları'nın Sancakbeyleri tarafından haslarına göre temin edilen gemilere de Bey Gemileri denilirdi 1682 senesinden itibaren Donanmanın Kaptan Paşa'dan sonra gelen amirallerine sırasıyla Kapudane, Patrona ve Riyale isimleri verilip diğer kalyon ve gemilerin süvarileri kaptan diye anılmışlardır








Reis denilen eski kaptanlardan Kemal Reis, Piri Reis, Murat Reis, Şeydi Ali Reis, Turgut Reis, Salih Reis gibi meşhur denizcilerimize on altıncı asırda kaptan denilmeyip reis denilmiş ve daha sonraları kaptan tabiri kullanılmıştır Kaptan olan reislerle Azap Reisleri'ni ayırmak için kaptan olan reislere "Hassa Reisi" denilirdi Yalnız müstakil bir kaptanlık olan Süveyş Donanması Amirali hakkında Kaptan tabiri kullanılmıştır Daha sonra bir harp gemisini idare edenlere reis ve bir filoya kumanda edenlere de kaptan denilmiş, fakat on yedinci asırdan itibaren kaptan tabiri ön plana çıkmış reis, ikinci dereceye kalmıştır





Kürek devrinde Hassa Kaptanları, Gemi Azabları, bölükbaşıları olan reislerden tayin edilirlerdi Gemilerdeki tüm personel kaptanın emri altında idi, bunlar gemilerine fener takarlardı Bu devirde kaptan olabilmek için düşman gemilerinden birini ele geçirmek gerekliydi





Yine kadırga devrinde Kapudane, Patrona, Riyale gibi kalyon kaptanlarına ait tabirler kullanılmadığından bu gemilerin kaptanlarına Hassa Reisi ve Hassa Kaptanı denilmişti Sahil sancakbeyleri olan Derya Beyleri, sahip oldukları sancağın önemine göre Kaptan Paşa ile beraber bir veya iki gemi ile denize çıkarlardı





On altıncı asırda Gelibolu Sancağı'na sahip olan Kaptan Paşa ile beraber Sığla, Midilli, Kocaeli, Biga, İnebahtı, Eğriboz, Karheli, Antalya, Magosa, Kavala, Anabolu, Gemiye, Menteşe, Sakız Sancakbeyleri'nin denize çıktıkları görülür Fakat bu miktar her zaman aynı olmamış, sancak adedi ihtiyaca göre artmış veya eksilmiştir





Kapudane




Bu tabir 1682 yılından itibaren kullanılmaya başlanmıştır Kapudane, Oramiral karşılığı olup bindiği geminin adı da Kapudane-i Hümayun idi Kapudane Gemisi flamasını sancağın altına toka ederdi On sekizinci asrın son yarısında Kapudane'nin salyanesi yani senelik maaşı 4500 kuruştu Gerek Kapudane ve gerek Patrona ve Riyale'nin kaptanlık alameti olarak asaları vardı ve bunlar asalarıyla tefrik edilirlerdi Kapudane'nin asasının rengi yeşil ve diğer iki kaptanın asalarının renkleri ise mavi idi Liman Reisi'nin asası da mavi renkli olduğundan dolayı bunlara Sahib-i Değnek denirdi




Patrona



Patrona, Koramiral mukabilidir Gemisine Patrona-i Hümayun denilirdi Patrona flamasını pruva direğinin üstüne çekerdi On sekizinci asrın son yarısında salyanesi 3500 kuruştu




Riyale




Günümüz tabiriyle Tuğamiral'dir Patronadan sonra gelir ve gemisine Riyale-i Hümayun denilirdi Riyale, flamasını mizana direğine takardı Maaşları senelik 3000 kuruştu Bu üç amirale maaşlarından başka oğullarına mahsus olmak üzere yine on sekizinci asrın sonlarında her birine on gemici ücreti -bir gemici ücreti o tarihte kırk altı kuruştu-veriliyordu

Bu büyük kaptanlardan sonra eskiden miri gemilerin reisi denilen ve gemilerine fener takan kaptanlar gelirlerdi ki sonradan bunlar Miri Kaptan, kalyonlarının ihdasından sonra Kapudane, Patrona ve Riyale'den sonra gelen kaptanlara Süvari Kaptan (Tuğamiral) denilmiştir





Kaptan Paşa ile beraber Kapudane, Patrona ve Riyale gemilerine Sancak Gemileri ve kaptanlarına da "Sancak Kaptanı" denir ve bu tabir onları alay gemilerinden ayırırdı Kapudane, Patrona ve Riyale Gemileri'nde biri yeşil, diğeri kırmızı renkte iki bayrak vardı Yeşil bayrağın ortasında Zülfikar resmi ve kırmızı bayrakta da bir Hilal ile bir Yıldız bulunuyordu Kaptan Paşa bayrağına ise padişahın tuğrası işlenmişti

Donanma'nın hareket saatini de müneccimbaşı tayin ederdi Uğurlu saat padişaha arz olunarak iradesi alınırdı Bundan sonra Kaptan Paşa hareket günü tekrar Yalı Köşkü'nde huzura kabul olurdu On sekizinci asır sonlarında padişah tarafından Kaptan Paşa'ya III Murat zamanından kalma bir usul uyarınca ilaç ve tedavi parası olarak 2890 kuruşu havi bir kese verilirdi





Donanma Akdeniz'e çıktıktan sonra muharebe düzeni alınırdı Kalyonlar önden gider, onların arkasından Mavnalar ve daha geriden de Çektiri denilen kürekli gemiler gelirdi Çanakkale Boğazı dışında Piyale Paşa Bahçesi servilikleri denilen mahalde bir gün kalınıp su alınır ve sandallarını Boğazhisar'a gönderip gemi yağlamak için otuzar tomruk çıra alırlardı Burada yatılırken Donanma'dan ayrılan iki Kalite karakol olarak ileri gönderilir ve Donanma'dan iki-üç mil alargada keşif karakol hizmeti yapardı Akdeniz'de donanmanın gecelediği her mevkide bu önlemin alınması adettendi

Sabah namazından sonra kalkılıp Kaptan Paşa Kadırgası ortada, diğer gemiler etrafında mevki alırdı Karakol kaliteleri üç mil ileri gidip gördüklerini işaret ederdi, Tersane Kethüdası ise artçı karakol kethüdası olup gece bir fener yakardı





Ele geçen düşman gemilerini ve fırtınada yelkeni yırtılıp sereni kırılan gemileri yedeğe alıp onarımlarını yapmak için bunlar geride kalırlardı Baba Burnu'ndan sonra Midilli ve Sakız'a varılır, oradan Rumeli tarafına geçilip Eğriboz, Modon, Kodon ve Navarin'e varılır

Kaptan-ı Derya eyaletine bağlı sancaklar ile, daha önceden tespit edilen zeamet ve tımar sahipleri, Sancak Beyleri ile birlikte Donanma hizmetinde savaşçı olarak sefere katılmaya mecburdular Kaptan-ı Derya Eyaleti'nin sancakbeylerine "Derya Beyi" denilirdi





Her Derya Beyi, kendi has ve salyanelerine göre, bir, iki, veya üçer Kadırga ile sefere giderdi Yeterli olmadığında diğer eyaletlerden de Tımarlı Sipahi alınırdı Tımarlı Sipahiler'den hükümlerde emredildiği şekilde seferde hazır bulunmayanların dirlikleri ellerinden alındığı gibi çeşitli cezalar da uygulanmaktaydı

Osmanlı Donanması'nda hizmet eden, Leventler, Kürekçiler, Azablar, Aylakçılar, Kalyoncular, Gabgarlar ve Sudagabo'lar gibi muhtelif sınıflarda ve konumda personel mevcuttu Bunların mevcutları, isimleri ve ağırlıkları zamanla değişime uğramıştır




Kalyoncular




Yelkenli gemilerde daimi olmayarak her sene donanmanın denize çıkmasından evvel muayyen bir kısım kazalardan donanmada hizmet etmek üzere tertip edilen donanma askerlerine "Kalyoncu" veya "Taşralı Nefarat" denilirdi 1682 senesinde kurulan Kalyonculuk'la başlı başına bir ocak halinde Donanma kuruluşuna dahil olmuşlardır Bunlar, Leventler gibi daimi ücretli asker olmayıp, gerektiği takdirde Donanma hizmetine girer Donanma'nın dönüşünden sonra yine memleketlerine geri dönerlerdi

Kalyoncular'ın Kasımpaşa Meydanı'nda kışlaları vardı Kalyoncular'ın başları olan Kalyoncu Çavuşları tersane dahilindeki Galata, Beyoğlu ve Kasımpaşa semtlerindeki inzibat işlerinden sorumludurlar Kalyoncu Çavuşları'nın odaları Galata tarafında idi





Bellerinde gümüş saplı -biri bir kulaç uzunluğunda ve diğeri daha kısa- yatağan bıçakları ile çifte tabancaları vardı Arkalarındaki bornusları yakasından bir düğme ile iliklenir ve ekseriya sağ eteği sol omuza atılırdı Ayaklarına Galata biçimi ve Kalyoncu biçimi denilen burnu kesik, üst tarafından ayak parmakları görünen kırmızı yemeni giyerlerdi, baldırları çıplaktı, çoğunun bellerinde şallar ve omuzlarında mevsime göre ince ve kalın çuhadan etrafı harçlı bornuslar ve başlarında makdem ve puşi denilen sırmalı ve ipekli sarıklar, sırtlarında kaytandan işlemeli Cezayir biçimi fermene ve ayaklarında bacakları kısa şalvar vardı

1827 tarihinde çıkarılan bir kanun ile Kalyoncu Sınıfı kaldırıp yerlerine "Tersane Tüfekçi Neferatı" konmuştur




Kürekçiler




Osmanlı Donanması'nda iki türlü kürekçi vardı Bunlardan birisi forsa denilen kürekçiler olup harpte alınan esirlerdendi Ayrıca Osmanlı tebaasından cürüm sahibi olanlardan bazılarına da ceza olarak gemilerde kürek çektirilirdi On beş ve on altıncı asırlarda bütün Akdeniz devletlerinde bu forsa usulü vardı Her gemide forsalara Vardiyanlar nezaret ederdi, bunların kaçmamaları için birer ayaklarından zincirle alabandalara çakılı bulunurlardı

Bu forsalardan başka devlet, kendi tebaasından genellikle yirmi hanede bir olarak Donanma için kürekçi alırdı Yani her yirmi hanede biri kürekçi olarak alınıp geri kalan on dokuz hanesi bu kürekçinin altı aylık iaşesini temin için para verirlerdi



Donanma'ya her sene ne kadar kürekçi lazımsa maliye tarafından sancak ve kazalara hükümler gönderilerek miktarı tayin edilen kadar kürekçi getirtilirdi Bazen kürekçi alınmayan yerlerden bunun bedeli alınırdı Türkler arasından tedarik edilen kürekçilere halk ağzında "Ahbap" ve esir kürekçilere de "Çakal" denilirdi

Muharebe zamanlarında bir gemide yalnız forsa bulunursa bunlar, düşman tarafının lehine çalışırlar ve küreklerini ona göre kullanırlar, isyan ederler ve kumandaya aykırı hareket yaparlardı Bunu önlemek için gemilerde esir forsalarla Türk kürekçilerin karışık olarak bulundurulmaları ile emniyeti temin edilirdi





Leventler




Halen Türkçede "Levent" kelimesi boylu boslu, kuvvetli ve yakışıklı erkekler için kullanılmaktadır Bu tabir 1550 senelerinde Osmanlı Donanması içerisinde yayılmaya başlamıştır

Türk korsan teknelerinde ve daha ziyade Akdeniz de gezen sefinelerde görev yapan o deniz erleri, boylu-poslu güçlü kuvvetli idiler Korsan gezen bu Türk denizcileri daha sonraları Osmanlı Donanması'na girip muharip deniz eri olarak görev yaptıkları sıralarda kendilerine Levent (Çıplak) ismi verilmiştir





Leventler bir nevi deniz piyadesi durumundaydı Bulundukları gemilere göre ad alırlardı Firkate Leventi, Çektiri Leventi, Kalyon Leventi gibi 18 asrın başında Osmanlı Donanması hakkında, eser yazan Kont Marsıgli Bahriye efradına Levent dendiğini anlatmakta ve 64 Türk Kadırgasında toplam olarak 40327 mürettebatın bulunduğunu ve bunların içinde 7300 Levent olduğunu belirtmektedir

İşte, bu gösterişli insanlar daha ziyade deniz kıyılarındaki Türklerden ve Levent-i Rumî denilenler ise tercihen adalarımızdaki Rum Teba'dan alınırdı Bahriyemizin daimi sınıfına geçenler maaşlı idiler Bunlar muhafız ve Karakol hizmetinde de vazife yapardı Donanmamızın bütün Çektiri Sınıfı ve Kalyonlar'ında da görev yaparlardı Kalyoncular ise kesinlikle taşralı olup, donanmanın seferi esnasında haberci gönderilerek toplatılırdı

17'nci asırda Çanakkale ve havalisinden gelen o bahadır Leventlerimize halk içinde Kazdağlı da deniyordu Ayrıca bir Ocak teşkili öngörülmüş ve Karadeniz sahillerinde "Gözcü Kuvveti" meydana getirilip Levent Çiftliği denilen mahalde leventler için bir kışla yaptırılmıştır





Bu Leventlerin Reislerine Şahlevent denilirdi Başlarına barata denilen kırmızı renkli başlık giyerlerdi Leventlerin kollu beyaz gömlekleri üstünde, rengi yine kırmızı ve kenarları siyah harçlı bir yelek ile altında kısa mavi şalvar, ayaklarında koyu kırmızı hafif yemeni vardı Bellerine sarı kuşak sararlardı

Levent-i Rumî denilenleri, Müslüman leventlerden ayrılsın, anlaşılsın diye kıyafetleri değişik olurdu Bu sınıf leventlerin sırtlarında sarı harçlı yeşil renkli bir yelek altında kısa şalvar, bellerinde başlarında mavili-beyazlı tülbente benzer bir kumaş sarılı olurdu Bundan başka kenarları, dikiş mahalleri kırmızı bantla çevrilmiş başlıklı bir yağmurlukları olup kuşaklarında sadece bir kama taşırlardı

Arşiv vesikalarında gemilerdeki Levent miktarına ait bir hayli örnekler vardır Meselâ, 4 Kalyonda 1100 Levent, 2 kalyonda 850 Levent, üç direkli kaptan gemilerinin her birinde 80 Levent bulunmaktaydı




Gabyarlar


Gabyar, gemi serenleriyle yelkenlere bakan ve yelkenleri açarak armaları muhafaza ile intizamını muhafaza eden gemicilere denilirdi Gabya gemi direklerinin alttan itibaren ikinci kademesidir 1768-1774 Osmanlı-Rus Harbi'ne kadar Donanma'da gabyar sınıfı yoktu, bu tarihten sonra gabyar istihdam edilmeye başlanmıştır

Küçük Hüseyin Paşa'nın kaptanlığında Donanma'da gabyarların sayısı artmıştır Daha önce yelken ve arma hizmetlerinde Rüesay-ı Sütun veya Rüesay-ı Rubulu denilen reisler istihdam olunurlardı XVIII asır sonlarında Küçük Hüseyin Paşa, Kaptan-ı Derya olunca arma hizmetini görmek üzere bu reislerin nezaretleri altında Suluca ve Çamlıca Adaları Hıristiyanlarından Gabyar ve Marinar denilen yeni bir sınıf konmuştur Marinarlar arasında Rumlardan başka Ermeniler de bulunmaktaydı





1815 tarihli bir defterde o dönem dünyanın en büyük gemisi olan üç ambarlı Mahmudiye Kalyonu'nda Gabyaran-ı Çamlıca diye 4 Reis-i Evvel, 3 Badbani, 2 Reis-i Salis ve 31 gabyar ve yine aynı defterde 1 Korvet'te 40 ve 1 Brikte, 20 Gabyar bulunduğu görülmektedir Yine III Selim devrine ait bir üç ambarlıda gabyar sayısı 347 olarak yer almaktadır

1820 yılına yani Yunan ihtilaline kadar Osmanlı gemilerinde gerek levent Rumlardan ve gerek marnar ve gabyarlardan istihdam edilen Rumların yerlerine Müslüman gemicilerin alınması emredilmiş, daha sonra 1827 yılında ilan olunan tersane nizamına dair kanun gereği Rum gabyarlar tamamen kaldırılarak bunların yerine denizciliğe vakıf Trablus-ı Şam, Beyrut, Sayda, Akka, Remle ve Gazze sahillerindeki bekar Müslümanlardan gabyar ve marnel olarak 1000 denizci alınması uygun görülmüştü






Kapıkulu Askerleri - Deniz Topçusu


Tımarlı Sipahiler daimi silah altında bulundurulmadığı için ve devletin lüzum gördüğü anda bunları toplamak vakit alacağından Donanma'ya, Yeniçeri, Cebeci gibi daimi silah altında bulunan muvazzaf sınıflardan da yeteri kadar asker tayin olunurdu Top dökmek ve savaşlarda top kullanmak üzere iki kısımdan oluşan Topçu Ocağı, Kapıkulu Ocağı'na bağlı olup, Donanma'da gemilerdeki topları kullanmak üzere hizmet etmekteydiler

1499'da deniz gücü ile bütün dünyaya dehşet salan Cenova, İspanya ve diğer Avrupa devletleri, donanmalarını birleştirip Osmanlılar üzerine geldiler Osmanlıların zaferiyle neticelenen pek çok deniz savaşı yapıldığı göz önünde bulundurulursa o dönemdeki Osmanlı Donanması'nın azameti kendiliğinden görülür Sultan Abdülaziz, 1867'de Kraliçe Victoria'ya XV yüzyıla ait bir Osmanlı topunu hediye olarak göndermişti Bu top Türklerin sahip olduğu en büyük top olmamasına karşın, kalibresi 635 mm, namlusu 140 mm kalınlığındaydı ve toplam 19 ton ağırlığındaydı Bu gün Londra Kulesi'nde bu top hayranlıkla izlenmektedir Lizbon Deniz Müzesi'nde ise 1533'de yapılmış, ağırlığı 19 tonu aşan başka bir top sergilenmektedir





Sudagabolar


Sudagabo, onsekizinci asrın son yarısındaki tabirlerden olup daha evvel kullanıldığına dair bir kayıt yoktur On sekizinci asır başlarındaki kalyon efradı arasında sudagabolardan bahsedilmeyerek Topçubaşı ve Topçu Kethüdası'ndan sonra topçu olarak Saatçi ve Topçu diye iki sınıf topçu zikredilmektedir Sudagabolar'ın bu saatçi denilen sınıf olması muhtemeldir

1815 yılında üç ambarlı Mahmudiye mürettebatı arasında Sudagaboha maa sertopî başlığı altında 4 Topçu Başı (güverte ve ambar kısımlarının) ve 1 Sertopi-i Emanet denilen Topçubaşı Vekil veya İhtiyatı ile 91 Sudagabo vardır Keza 1819 tarihli diğer bir üç ambarlı kalyonda da 4 Topçu Başı ile 120 kadar da Sudagabo'nun bulunduğu görülüyor Bir kapak Kalyonda biri Güverte Topçubaşısı olarak 3 Topçu ve 64 Sudagabo ve 1 Firkateynde de Sudagabo maa sertopi kaydıyla 2 Topçubaşı ve 32 Sudagabo bulunuyordu




Aylakçılar




Her sınıf yelkenlide muayyen miktarda aylakçı bulunurdu Üç anbarlı kalyonlarda aylakçı mevcudu 150 ila 200 kişi kadardı Bunların arasında Osmanlı tebası olarak aylıkla çalışan Marinar-ı Rum ve Ermeni asıllı aylakçılar da vardı

Aylakçılar, Donanma'nın daimi maaşlı askeri olmayıp, tekneler denize açılacakları zaman altı aylığına toplanan ücretli bir sınıftı Bu kişilerin kayıt ve kabulleriyle ücretlerinin ilk tediyesi, Tersane Salonu'nda merasimle yapılır ve bu merasimde Kaptan Paşa ile "İkinci Defterdar" ve Bahriye Erkanı hazır bulunurlardı

Aylakçıların başlarına "Seraylakçı" denirdi Donanmamızın esas zabitlerinden idiler ve hazineden maaşları vardı Seraylakçılar üç ambarlı kalyonda dört kişi olup, diğerlerinde aylakçı miktarına göre birden üç kişiye kadar değişirdi




Azablar


Azablar, reislerin emrinde çektirilerle paşa, bey gemileriyle şalopalarda, İzmit'ten kereste nakleden sefinelerde, Top ve Taş Gemilerinde, kalelerde okçu ve tüfekendaz görevi yapan bir sınıf idiler 16 ve 17 asırlarda bunların hem tersane ve hem de gemi hizmeti gördükleri, bazı eserlerle vesikalarda yer almaktadır

Gemi hizmetindeki azablarla tersanede hizmet edenleri birbirinden ayırmak için Bahriye Defterleri'nde yer aldığı gibi Azaban-ı Tersane-i Amire ve Azaban-ı Donanmay-ı Hümayun diye ayrılmaktadırlar





Katip Çelebi'nin verdiği bilgide:"Nev'i evvel Azaban'dır ki anlara Tersane Halkı dahi derler Kapudanlar, reisler, humbaracılar, kalafatçılar ve neccarlar gayri mecmu bin sekiz yüz doksan üç neferdir Bir aylık mevacipleri 70 yük akçedir"

Bu ifadeden de anlaşılacağı üzere "Tersane" yani şimdiki havuzlar ve gemi tezgahlarının bulunduğu Haliç'in Kasımpaşa'dan Hasköy'e kadar olan sahil şeridinin bulunduğu mahallerde çalışan işçilerin bir kısmına da Azab denilirdi





XVII asra kadar teknelerde bulunan Azab Reisleri ile Dümenciler, Yelkenciler ve Vardiyanlar hep "azab sınıfından" olup Kalafatçı, Humbaracı ve Topçu gibi sınıflar da Tersane ile gemilerde çalışan ve ayrı ayrı sınıflara mensup Tersane Halkı idiler Bunlara kısaca "Tersaneli" denirdi Azabların "Bölükbaşısı" olan reisliğe Badbani adı verilen "Yelkenci"likten geçilirdi Azab bölüklerinde Reis, Odabaşı ve Aşçıbaşı zabit olarak bulunurdu Reis, Azablara kumanda ile onları idare ederdi Gemi Süvarisi olan Azab Reisi'ne Vardiyanbaşı denilirdi Bu şahıs kim ise daha sonra terfi ederek Kaptan olurdu Reisten sonra Odabaşı gelirdi, ondan sonrada Aşçıbaşı geliyordu Osmanlı Devleti'nin kuruluş döneminde 15 ila 20000 kişi kadardılar Silahları ok, yay ve pala idi 1543 yılında Tersane Halkı 1800 asker olup bunların içinden 230 kişisi Azab sınıfının reisi idi





Günümüzde, Haliç'te Azab Kapısı ismi verilen verilen muhitte kışlaları vardı 15 ile 16'ncı asırda azaba ihtiyaç olduğu zaman yirmi otuz haneden güçlü kuvvetli bekar Türkler'den alınırdı Bu kişiler kefilli olup, tersane görevine girince maaşa geçerlerdi





Sanatkarlar




Bunlar gemilerdeki teknik işleri gören Nakkaşlar (boyacılar), Marangozlar, Demirciler, Kalafatçılar ve Halatçılar'dır Marangozlar, gülleler tarafından veya başka bir nedenle hasar alan yerleri kapatırlar, Demirciler demirle ilgili onarımları yapar, Kalafatçılar gemi su yaptığı zaman kalafat yaparlar, Halatçılar gemi halatlarını onarırlar ve Nakkaşlar da kalyonlara nakış yaparlardı Bir üç ambarlıda ortalama olarak 1 Varilci, 3 Demirci, 3 Tulumbacı, 10 Marangoz ve 10 Kalafatçı görev yapardı





Kalafatçılar


Tersane Halkı içinde bulunan Kalafatçılar ayrı bir bölük olup ilk ve orta devirlerde acemi oğlanlarından ikişer akçe yevmiye ile tayin edilirlerdi Kalafatçılar'ın XVII asırdaki mevcutları, Tersane ile Paşa ve Bey Gemilerindekiler de dahil olmak üzere 600 kadardı Bunların İstanbul'da iki yerde odaları vardı Biri Galata'da Kürekçi Kapısında, diğeri de Tersanede idi Üç ambarlı kalyonlarda 1 Kalafatçı Başı ile 7 veya 9 Kalafatçı bulunurdu




Donanmada İaşe ve Maaşlar


Donanma'daki Leventler ve diğer personelin iaşe maddeleri çoğunlukla İstanbul tüccarlarından temin edilir ve Tersane Ambarı'na teslim edilirdi Akdeniz'deki gemilerin erzakı İstanbul'dan gönderilirdi Donanma için yapılan mubayaa ve gemilere teslimatta, çoğunluk altı aylık müddet esas tutulurdu Bu müddet en az üç ay, en fazla bir senelik olurdu





Donanmadaki Levent ve diğer personel zamanının büyük kısmını denizde geçirdiği için ve gemilerin teknik durumu personele taze ekmek pişirilmesine müsait olmadığından, denize açılınca ekmek ihtiyacı peksimetle karşılanırdı

Bunun için İstanbul'daki Bebek'te Tersane Zindanı yakınında, Gelibolu'da, Varna ve Burgaz'da, Kıbrıs Adası'nda Donanma için peksimet yapan fırınlar vardı Gemiler İstanbul'da bulunduğu zaman fırınlarda ekmek pişirilir, her gemiciye günlük çift ekmek verilirdi




Deniz Leventleri, maaş yerine geçen ve adına Mevacib denilen para alırlardı Leventlere verilen paralara Ulufe de denmekteydi Maaştan başka deniz muharebelerinde teslim alınan düşman gemilerinden elde edilen ganimetin bir kısmı hazineye kalır, bir kısmı da Leventlere taksim edilirdi Silâhtar Tarihi'nde 1685 senesindeki deniz muharebesinde şunlar yazılmaktadır :

"Nakşa'lı Ali Kaplıdan karın karına üç alabanda urup çattı ve yüz Levent döküp kılınç koydular bilâaram top ve kurşun yağdurup üç saat cenkten sonra havah-u nohovah güçle kâfir vire eyleyüp feth ve zapt olundu ve yedekleyüp Rodos'a götürdüler ve Levente taksim olacak ganaim füruht olup, dört bin kadar Levente dörder kuruş düştü"





Esirler bir seferde hizmet ettikten sonra günde 46 akçe yevmiye alırlardı Hükümet bütün bir sefere ait olmak üzere adam başına iki kilo pirinç, iki kilo mercimek, üç okka zeytin yağı verirdi

Bundan başka her beş gün için iki buçuk peksimet dağıtılırdı Her gemide kaç top varsa tayfalar o kadar mangalara ayrılmışlardı Her manganın bir aşçısı ve bir de mangabaşı olan kethüdası vardı On beş günde bir et, haftada iki defa da pilav veriliyordu Manga Kethüdası, manganın yiyecek masrafı için gemicilerin maaşlarına mahsuben Kaptan'dan yüz kuruş alırdı

Osmanlı Donanması'nda 1701 yılında toplam personeli 533 olan bir kalyondaki personel dağılımı ve görevleri yandaki şemadadır




































Kaynak: Barbarosbiz

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.