|
|
Konu Araçları |
bâtınî, mânâlar, namazın, olan, tamamlayıcısı |
Namazın Tamamlayıcısı Olan Bâtınî Mânâlar |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Namazın Tamamlayıcısı Olan Bâtınî MânâlarNamazın Tamamlayıcısı Olan Bâtınî Mânâlar Bu mânâların tafsilâtlı beyanı, uzun ibarelere muhtaçtır Fakat hülâsası altı cümle ile şu şekilde ifade edilebilir: 1 Kalp huzuru 2 Tefehhüm (anlayış) 3 Tâzim 4 Heybet 5 Reca 6 Haya Önce bunların tafsilâtını, sonra sebeplerini, daha sonra da nasıl elde edileceklerini beyân edelim Kalp Huzuru Kalp huzurundan gayemiz; kişinin kalbinin, yaptığı ibadet ve okuduğu Kur'an'dan başka herşeyden tahliye edilmesiyle birlikte yaptığı hareket ve okuduğu Kur'an'ın bilgisiyle dolmasıdır Beden bunları yaparken fikir de başka şeylerle meşgul olmamalıdır Fikir başka şeylerle meşgul olduğu halde kalp, yaptıklarını hatırdan çıkarmasa tamamen gafil sayılmadığı gibi kalp huzuru da hasıl olmuş sayılır Kelâmın mânâsını anlamak ise, kalp huzurunun da ötesinde birşeydir Tefehhüm Kalp huzuru, genellikle lâfzın mânâsıyla değil, mücerred lâfızla beraber olur Bu bakımdan ancak kalbin mânâyı kapsamasına 'tefehhüm' denir ki biz de tefehhümden bu mânâyı kasdediyoruz Bu makamda, insanlar çeşitli derecelere sahiptir Çünkü okunan tesbihlerin ve Kur'an'ın mânâlarını anlamakta bütün insanlar aynı seviyede değillerdir Nice mânâlar vardır ki, namaz kılan zat, onları ancak namaz esnasında anlayıp kavrar Namaz dışında ise bu mânâlardan haberdar değildir; hatta kalbine bile gelmez İşte bu cihetten namaz insanı fuhşiyat ve münkerâttan alıkor; zira yüzdeyüz fuhşiyatı meneden birtakım emirleri vardır Tâzim Anlayış ve kalp huzurunun da ötesinde bulunan bir emirdir Çünkü kişi bazen kölesine kalben hazır olduğu ve mânâsını da anladığı birtakım sözler söyler Bunu yaparken de kalbinde kölesini büyütücü bir emir de mevcut bulunmamaktadır Bu bakımdan bir kimseyi tâzim, kalp huzuru ile beraber anlayışın da ötesinde bulunan bir mânâ belirtmek demektir Heybet Heybet, tâzim'in ötesinde bulunan bir emirdir Heybet, menşei tâzim olan korku demektir; çünkü korkmayan bir kimseye heybet edici denilemez Ancak akrepten veya kölenin kötü ahlâkı ve benzeri hasis sebeplerden korkmaya da heybet adı verilemez Aksine azametli sultandan korkmaya 'heybet' denilir Heybet, menşei iclâl (büyüklük) olan korku demektir Reca Reca'nın, söylenen bütün mânâların ötesinde bulunan bir husus olduğu şüphe götürmez bir hakikattir Çünkü nice kimseler vardır ki padişahlardan birisine tâzimde bulunur, onun saltanat" ve savletinden korkar; fakat buna rağmen, ondan herhangi birşey ummaz, Oysa bir kula en yakışır hareket, namazıyla, Allah Teâlâ'nın sevabını ummaktır Nitekim kusurlarından dolayı Allah Teâlâ'nın ikabından korktuğu gibi Haya Zikrolunan bütün bu mânâlardan ötede bulunan bir mânâdır Zira hayanın dayandığı temel, kusurlu oluşun sezilişi ve günahkârlığın anlaşılmasıdır Kusurluluk anlaşılmadığı takdirde hayanın, haya olmaksızın da reca, korku ve tâzimin bulunması tasavvur edilebilir mi? İmam Gazali |
Namazın Tamamlayıcısı Olan Bâtınî Mânâlar |
08-02-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Namazın Tamamlayıcısı Olan Bâtınî MânâlarBu Altı Mânânın Sebepleri Kalp Huzuru'nun Sebebi Kalp huzurunun sebebi 'himmet'tir Çünkü senin kalbin, himmetine tâbidir Kalp, neye karşı ihtimam duyarsan ve seni en fazla ne alâkadar ederse ancak onunla hazır olabilir Herhangi bir iş seni sıkı bir şekilde ilgilendirirse,ister istemez kalbin orada da hazır bulunur; kalp bu şekilde yaratılmış, tasvir edilmiş ve musahhar kılınmıştır Kalp namazda hazır değilse, faaliyetten düşmüş sayılmaz Aksine o zaman da himmetinin sarfolunduğu dünya emirlerinde cevelân etmektedir Kalbin izharı için gerekli çare, himmetini namaza sarfetmendir İstenilen hedefin namaza bağlı olduğunu idrâk etmedikçe himmetini namaza sarfetmeye muvaffak olamazsın Şöyle ki, âhiretin daha hayırlı ve devamlı olduğuna inanacak, buna götüren yolun da namaz olduğunu kabul edeceksin Bu hakîkat, dünyanın, ahirete nisbetle hakir ve dünya hayatının da geçici olduğu bilgisine bağlandığı zaman, bütün bunlardan fâriğ olup namazda kalp huzuru hâsıl olur Sana ne zarar ve ne de kâr getirmeyecek olan bazı büyüklerin huzurunda bile bu gibi bir düşünce ile kalp huzurunu temin edebilirsin Bu bakımdan padişahların padişahına ki dünya ve ahiretin, menfaat ve kârı O'nun kudret elindedir onunla münacat ederken bu çeşit düşünce ile dahi kalp huzurunu kazanamazsan sakın bunu iman zaafiyetinden başka bir illete bağlama, derhal imanının takviyesine çalış!İmanın takviyesinin yolu kitabımızın başka bölümlerinde belirtilmiştir Tefehhüm'ün Sebebi Bunun sebebi, kalp huzuru temin edildikten sonra düşünce ve zihni, devamlı olarak mânâyı idrâk etmeye sarfetmektir Bu halin temini ve tedâvisi, kalbin ihzarında kullanılan tedavi formülüyle beraber düşünceye yönelmek, ve vesveseleri bertaraf etmeye gayret sarfetmektir İnsanoğlunu hakikatten ayıran vesveselerin bertaraf edilmesi ve bu hastalığın tedavisi, onun sebeplerini kökünden kesmekle mümkün olabilir (Yani vesveselere sürükleyen sebeplerden el çekmekle mümkün olur) Çünkü insan kalbinden bu sebeplerin kökü kesilmedikçe sonuçları onlara karşı olan vesveselerden kurtulmaya imkân bulunmaz Birşeyi fazla seven insan, onu daima hatırlar Mahbubun hatırlanması da ister istemez kalbe hücum eder İşte bu sırra binaendir ki, Allah'tan başkasını sevenin ibadeti, vesveselerden bir türlü kurtulamaz Tâzim'in Sebebi Tâzim, kalbî bir haldir ve iki mârifetten doğmaktadır A) Allah'ın celâl ve azametinin mârifetidir Bu mârifet imanın esaslarındandır; çünkü azametine inanılmayan bir varlığın büyüklüğü nefse kabul ettirilemez B) Nefsin hakir, hasis, musahhar ve büyütülmüş bir köle olduğunu bilmek mârifetidir Böylece, bu iki mârifetten Allah'a karşı meskenet, zillet ve Allah'tan korkmak duygusu doğmuş olur İşte bu tür bir duyguya 'tâzim' denir Nefsin hakirliği mârifeti ile Allah'ın celâlinin mârifeti mezcedilmedikçe tâzim ve huşû hali meydana gelmez Çünkü başkasına muhtaç olmayan ve nefsinden emin olan bir kimsenin, muhtaç olmadığı bir zatın büyüklüğüne delâlet eden sıfatlarını bildiği halde, ona karşı huşû ve tâzim beslememesi câiz ve mümkündür Çünkü tâzim ve huşûu duyması için kendi nefsinin hakir ve muhtaç bir durumda olduğunu bilmesi lâzımdır Heybet'in Sebebi Bu, nefiste beliren bir haldir Bu hal, Allah Teâlâ'nın kudret, satvet ve kâinattaki meşiyetinin, kâinata değer vermeksizin tenfiz edilmesinden doğar Aynı şekilde bu hal, 'Allah Teâlâ, geçmiş ve geleceklerin tamamını helâk etse mülkünden bir zerre dahi eksilmeyecektir' hakîkatiyle beraber peygamberler ve velîlerin başına gelen musibet ve çeşitli belâların düşünülmesinden neş'et etmektedir Halbuki bu musibet ve belâları rahatlıkla defetmeye muktedir olduğu ve bu konuda dünya padişahlarının tam aksine yetkili bulunduğu da inkâr edilemez bir hakikattir Çünkü dünya padişahlarının hazineleri, vermekle tükenir ve gelen belâları defetmeye de her zaman için muktedir olamazlar Kısacası Allah'ı bilme sıfatı arttıkça korku ve heybet de o nisbette artar Münciyât bölümünün 'Korku ve Heybet' kısmında bunun sebepleri genişçe izah edilecektir Reca'nın Sebebi Allah'ın lutfunu, keremini, nimetlerinin umumîliğini, sanatının inceliklerini bilmek, namaza karşılık cennet va'dinin doğruluğuna inanmaktır Allah'ın bu va'dine inanılır ve lütfu bilinirse o zaman bu ikisinin biraraya gelmesinden kaçınılmaz olarak ümit ve reca doğup meydana gelir Haya'nın Sebebi İbâdet konusundaki kusurunu anlamak ve idrâk, Allah Teâlâ'nın büyük olan hakkının edasından acizliğini bilmek demektir Bu sebep, nefsin ayıplarını, âfetlerini, ihlâsının azlığını, kötülüğünü, bütün fiillerinde geçici şeylere daha meyilli olduğunu bilmekle daha da gelişip takviye olunmaktadır Bununla beraber Allah Teâlâ'nın celâlinin gerektirdiği büyüklüğünü bilip, Allah'ın ne kadar ince ve gizli olurlarsa olsunlar kalbin vesveselerine ve her gizliye muttalî olduğunu bilmek de bu sebebi kuvvetlendirmektedir Bu bilgiler yakînen var olduktan sonra haya diye adlandırılan hal zaruri olarak doğar insanda İşte bu sıfatların sebepleri bunlardır, elde edilmesi istenilen her sıfatın tedavisi ancak sebebinin ihzar edilmesiyle mümkündür Bu bağlamdan sebebin bilinmesi, tedavinin de bilinmesi demektir Bütün bu sebepleri bağlayıcı vasıf önce iman, sonra yakîndir Yakîn 'den gayem; beyan ettiğim bütün bu bilgilerin mecmûudur Bunlara yakîn demenin mânâsı, şüphenin ortadan kalkması, İlim kitabının Yakîn bahsinde geçtiği gibi bu bilgilerin kalbi istilâ etmesi demektir Kalp ancak yakîn nisbetinde korkar İşte bu sırra binaen Hz Aişe 'Allah Rasûlü bizimle, biz de onunla konuşurduk Namaz vakti geldiğinde ise sanki ne o bizi, ne de biz onu tanımaz olurduk' buyurmuştur Rivayet edildiğine göre Allah Teâlâ, kulu Musa'ya (as) şöyle vahyetmiştir: Ey Musa! Beni, azaların tirtir titrediği halde yâdet Beni yâdettiğinde kalbin mutmain olup korku ile dolsun Beni zikrettiğin zaman dilini kalbinin ötesinde kıl Huzurumda zelil köleler gibi kararlı ol Kork ve benimle sıdk diliyle konuş! Yine rivayet edildiğine göre, Allah Teâlâ, kulu Musa'ya (as) şöyle vahyetmiştir: Ümmetinin âsilerine söyle ki, beni zikretmesinler Çünkü ben nefsime (zâtıma); beni yâdedeni yâdetme vazifesini yük-ledim Bu bakımdan ümmetinin âsileri beni isyân anında yâdettikleri zaman, ben de kendilerini lânet ile yâdederim Allah Teâlâ'nın bu hükmü, zikrinden gafil olmayan âsiler hakkında vârid olmuştur Acaba isyan ve gaflet bir araya gelirse durum nasıl olur? Kalpler hakkında zikrettiğimiz mânâlara göre insanlar şu kısımlara ayrılır: 1 Namazını tam kılan ve namazda bir lahza dahi olsun kalp huzuruna ermeyen gafil 2 Namazı tam kılan ve kalbi bir lahza dahi olsun gâib olmayan, aksine namaz boyunca ihtimam ile dolu bulunan, hatta namazla meşgul olduğu için etrafında cereyan eden hâdiselerle hiç ilgilenmeyen kimse İşte bu sırra binaendir ki Müslim b Yesar, Basra camiinde namaz kılarken yıkılan cami duvarından habersiz olarak namazına devam etmiş ve ancak insanların 'geçmiş olsun' dileklerinden sonra haberdar olmuştur Selef-i sâlibinden Said b Müseyyeb, uzun bir müddet (bu müddet, Ebu Talib el-Mekkî'nin Kut'ul-Kulub adlı eserinde 40 yıl olarak belirtilmiştir) cemaata devam ettiği halde sağında ve solunda namaz kılanları hiçbir zaman tanımamıştır Hz İbrahim'in namazda iken korkudan kalbinin sesi, iki mil mesafeden duyulurmuş Selef-i sâlihînin bazıları namaza durdukları zaman yüzleri sarararak, tirtir titremeye başlarlardı - Bütün bu hâdiselerin gerçekleşmesi çok tabidir Çünkü bu hâdiselerin binlerce emsâli, kendisini dünyaya kaptıran, âciz, zayıf ve atiyyeleri cılız olan dünya hükümdarlarından korkan kimselerde dahi müşahede edilmektedir Hatta bir padişahın veya bir vezirin huzuruna girip ona ihtiyacını arzettikten sonra çıkan birisine 'Sen padişahın veya vezirin huzuruna girerken sağında veya solunda kimler vardı veya padişahın sırtındaki elbise nasıldı?' diye sorulsa, himmetini elbiselere bakmaktan ve etrafındaki insanları süzmek-ten çevirip, sadece ihtiyacıyla meşgul ettiği için etrafındakiler ve elbiselerini tarif etmekten aciz kalır Bu bakımdan her mukallidin amel dereceleri farklıdır Kişinin namazından nasibi, korkusu, huşûu ve tâzimi nisbetindedir; çünkü Allah Teâlâ'nın nazargâhı kalplerdir Allah zahirî hareketlere bakmaz İşte bu sırra binaen bir sahabî şöyle demiştir: 'İnsanlar kıyamet gününde namazlarının hey'etleri olan itminan, itidal, zevk ve lezzet almak hey'etlerinin benzeri ile haşrolunur' Bu kanaati ibrâz eden zat, doğru söylemiştir Çünkü insanlar dünyada hangi hey'et üzerinde ölmüş ise aynı hey'ette, dünyada hangi durumda yaşamışsa aynı durumda haşrolunurlar Bu hususta şahsın zâhiri ile ilgili durumlar nazar-ı itibara alınmaz; aksine kalbinin hali dikkate alınır Bu bakımdan âhiret evinde insanların sîretleri, kalplerinin sıfatlarına göre teşekkül eder Ancak Allah'ın huzuruna sağlam bir kalp ile gelen kimse kurtulur Allah'tan lütuf ve keremiyle güzel tevfîkini ümit ederiz İmam Gazali |
|