Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
allahtandır, allahın, eddârr, ennafi, hayır, Îmân, isimleri, kadere, şer

Kadere İman, Hayır Ve Şer Allahtandır, Allahın Ed-Dârr, En-Nâfi İsimleri

Eski 11-04-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kadere İman, Hayır Ve Şer Allahtandır, Allahın Ed-Dârr, En-Nâfi İsimleri



Kadere İman, Hayır ve Şer Allahtandır, Allahın Ed-Dârr,
En-Nâfi İsimleri

Kader, insanların başlarına gelecek her şeyi Allahın (cc) ezelde bilip bunları Lehv-i Mahfuza kaydetmesidir Bunların zamanı geldiğinde meydana gelmesine kaza denir

Kader, Allahın (cc) kullarının başlarına gelecek olan olayları El-Alîm güzel ismi ile bilmesine dayanır Yoksa kullarını buna mecbur tutmamıştır Aksi taktirde insanın bu dünyada imtihan edilmesinin bir anlamı olmayacaktı

İnsanın elinde bir güç ve kudret sözkonusu değildir Güç ve kudret tamamen Allaha aittir Oysa sizi ve yaptığınız şeyleri Allah yarattı (Saffat suresi, 96) İnsan yaptığını sandığı şeyleri niyetiyle sahiplenmektedir ve bundan sorumlu tutulmaktadır Onun için niyet çok önemlidir Peygamberimiz (sas) hadis-i şerifte şöyle buyurmaktadır: Ameller niyetlere göredir Niyetini temiz, himmetini âli tutan (iyilik, hayır konusunda yüksek hedefleri olan) kişiler oturdukları yerden bir şey yapmaksızın büyük sevaplar elde edebildikleri gibi Allahın rızasına da ererler Ayrıca kaderleri de genellikle güzel olur Çünkü yüce Allah (cc) genellikle olayları, kişileri insanların kalplerine göre biraraya getirmektedir

Kader konusunda Ehl-i sünnet anlayışının dışında tarih boyunca iki aşırı uç, sapkın inanç sözkonusu olmuştur: Kaderiyeciler, insanın her eylemini kendisinin yarattığını savunmuşlardır Dolayıyla hayır ve şerrin Allahtan geldiğini kabul etmemişlerdir Bunların insan iradesinin mahsulü olduğunu iddia etmişlerdir Cebriyeciler ise, kulun kısmi iradesini yok saymışlardır İnsanı kaderin karşısında rüzgârda uçuşan yapraklar misali kabul etmişlerdir Şerri (başa gelen kötülükleri) tamamen ve koşulsuz olarak Allaha bağlamışlardır

Kadere iman bilindiği üzere imanın altı rüknünden birisidir Kader içerisinde en önemli konu ise hayır ve şerrin Allahtan (cc) geldiği hususudur İnsanlar genellikle hayır ve şerrin Allahtan (cc) geldiğini unutup sebeplere bakarlar Şer karşısında öfkelenip deliye dönerler, dinden imandan çıkıp katil bile olurlar; hayırda da Allaha (cc) şükretmeyi unutup vesilelere takılıp kalırlar

İnsanların büyük çoğunluğu imanın altı şubesinden beşine pek karşı çıkmazlar Onları pek inkâr etmezler Fakat kadere, hayır ve şerrin Allahtan geldiğine inanma hususunda çeşitli sıkıntılar yaşarlar, bu noktada bazı itirazlar baş gösterir Çoğu kişinin dine karşı olan olumsuz tavrında ana sebep kadere, hayır ve şerrin Allahtan geldiğine inanmama oluşturur Hastalık buradan kaynaklanır Hele çağımızda çeşitli felsefelerin yaratıcı karşısında insanı merkezi bir konuma oturtmaları (Kaderiyeciler gibi) bu manevi hastalığın daha çok artmasına neden olmuştur

Allah (cc) kullarına karşı her zaman lütufkârdır Onları kaldıramayacakları yüklerle imtihan etmez “Şu kesindir ki, Allah kullarına zerre kadar bile zulmetmez (Nisa suresi, 40)Allahın (cc) Ed-Dârr (Şer, zarar hikmeti gereği Allahtan [cc] gelir) güzel ismi insanın zararına değil hayrınadır Şöyle ki: Dünyada başımıza gelen kötü şeyler bir hikmete dayanır Dünya hayatı geçicidir, asıl olan ahiret yurdudur Bu dünyada kötü olarak görülen şeylerin altında insanların ahiret hayatlarında kurtuluşa, ebedi mutluluğa vesile olan pek çok hayırlar bulunabilir Bu açıdan asıl şer, zarar bu başa gelen kötü şeylerden gereği şekilde yararlanmamaktır

Bu durumda başımıza gelen kötü şeyler, her ne kadar Allahın (cc) izni ve yaratması ile meydana geliyorsa da bu durumun sünnetullaha, ilahi bir kurala dayanan bir nedeni bulunmaktadır Allah (cc) bela ve musibetleri yaptığımız kötü şeylere karşı vermektedir: “Başınıza gelen her musibet, işlediğiniz günahlar nedeniyledir Hatta Allah günahlarınızın çoğunu da affeder (Şûrâ suresi, 30), “Sana gelen her iyilik Allahtandır Başına gelen her kötülük ise nefsinden dolayıdır (Nisa suresi, 79)

Başına böyle bir bela ve musibet gelen, bununla ruhu daralıp sıkılan bir müminin hemen geçmişini değerlendirip günahları için gözyaşı döküp tövbe ile Allahın (cc) rahmetine sığınması gerekir Bu tür bir davranış yerine isyan etmek, birilerini suçlayıp öfkelenmek insana pek bir şey kazandırmaz Belki pek çok şeyi alıp götürebilir Yalnız Allahın (cc) el-Adl güzel ismi gereği bir zulme uğramışsak hakkımızı savunmamız, adaleti gerçekleştirme yolunda mücadele etmemiz de gerekir Tabii işin bu cephesi yanında iç muhasebe ile kendimizde bazı kusur ve hataları aramak, bunlardan pişmanlık duyup Allahın (cc) merhametine sığınmak da icap eder

Başa gelen, özellikle başkalarının başına gelen bela ve musibetleri yalnız yukarıda sözünü ettiğimiz sünettullahla, yani ilahi kuralla açıklamak Allahın (cc) kaza ve kaderi üzerine ileri geri konuşmak anlamına geleceğinden çok tehlikelidir İnsanı maazallah dinden çıkarır Çünkü Allahın (cc) olayları yaratmadaki ilahi hikmetini kimse tam anlamıyla kavrayamayacağı gibi böyle bir konuda söz ve hüküm sahibi de değildir Hele başkaları için böyle birtakım yargılarda bulunmak, örneğin bir hasta yada kaza nedeniyle geçmiş olsun ziyaretinde ilgili hastalığın yada kazanın gerçek nedenini yapılan günah yada günahlar yüzünden olduğunu söylemek, bu konuda açıklamalarda bulunmak büyük bir edepsizliktir Allahın (cc) öfkesine yol açabilecek bir kendini bilmezliktir

Bela ve musibetleri yukarıda sözünü ettiğimiz sünnetullah, yani ilahi kanun yanında Allah (cc) başka nedenlerle de yaratabilir Bunu kimsenin tam olarak bilmesine olanak yoktur Örneğin Allah (cc) kulun katındaki derecesini yükseltmek için bela ve musibete uğramasına izin verebilir Nitekim Mekke döneminde ilk Müslümanlar böyle bir sınavdan geçmiş, büyük bela ve musibetlere uğramışlardı Allah (cc) Kuran-ı Kerimde bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Ey müminler, (itaat edeni asi olandan ayırt etmek için) sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan ve mahsullerden eksiltmek ile imtihan edeceğiz Ey resûlüm, sabredenleri müjdele! (Bakara suresi, 155)”

Bir Müslümanın kendi başına gelen bela ve musibetleri günahları ile, başkalarının başına gelen bela ve musibetleri Allah (cc) katındaki derecelerin yükselmesi ile açıklamaya çalışması edep ve nezaket gereğidir Bu yolla hem kendisinin sabırlı olmasında hem de başkalarına sabrı tavsiye etmede önemli bir manevi güç bulabilecektir

Sabır, şükür gibi Allahın (cc) sevdiği duygulardan birisidir Allah (cc) Ed-Dârr (Şer, zarar hikmeti gereği Allahtan [cc] gelir) güzel ismiyle kulda sabır meyvesinin oluşmasını arzular En-Nâfi (hayır, iyilik hikmeti gereği Allahtan [cc] gelir) güzel ismiyle de kulda şükür ister Bunların ahiretteki karşılığı çok büyüktür İnsan sabır ve şükür duyguları ile Allah (cc) katındaki derecesini yükseltir: “Sabredenlere mükâfatları hesapsız verilecektir (Zümer suresi, 10)

Genellikle hoşumuza giden şeyleri hayır, gitmeyenleri şer olarak adlandırırız Hâlbuki bu değer ölçüsü son derece görecelidir Sadece insanın bu dünyadaki yaşamına göredir Ebedi ahiret yurdu gözönünde bulundurularak yapılmış değildir Çünkü bu dünya ödül ve ceza yurdu olmadığı için başa gelen hayır ve şerrin hikmetini de bilmek olanaksızdır Yüce Allah (cc) bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Hoşlanmasanız da savaş size farz kılındı Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlıdır Yine olur ki, sevip arzu ettiğiniz bir şey de sizin için şerlidir Gerçeği Allah bilir, siz bilemezsiniz (Bakara suresi, 216)Savaş görünüşte şerlerin, kötülüklerin simgesi gibidir Çünkü onda her türlü bela ve musibet vardır: Açlık, yoksulluk, can ve evlat kaybı, ölüm korkusu, mal ve namus kaygısı… Her şey başa gelebilir Allah (cc) işte ilgili ayette böyle şerrin ve kötülüğün simgesi olan savaşta bile hayırların gizli olduğunu belirtmektedir Bizim hayır sandığımız şeyler ise ahiretimiz için, Allah (cc) bizleri onlardan korusun, kim bilir nice bela ve musibetleri içeriyor olabilir Gerçekten insanın Allahı (cc) el-Vekîl olarak kabul edip (Hasbünallahu ve nimel-Vekîl [Allah bize yeter, O ne güzel vekildir] deyip,) Ona sığınmaktan başka bir çaresi yoktur Çünkü ahiretimiz için neyin yararlı neyin zararlı olduğunu ancak Allah (cc) bilebilir

Başa gelen bela ve musibetler sırasında Ya Dârru, ya Nâfiu diye Allahın bu güzel isimlerini sayıya vurmadan çokça zikretmek gerekir Bu zikir bela ve musibetin ortadan kalkmasını gerçekleştirdiği gibi ilgili bela ve musibetin hayra dönmesini de sağlayabilir Ayrıca bu zor anlarda hayır ve şerrin Allahtan geldiğine inanmak çok mühimdir Allah (cc) her şeyi yaratabilir Geceden gündüzü çıkarmak, ölüden diriyi meydana getirmek Ona zor değildir Evrenin bağlı olduğu kanunlar Onu bağlamaz Çünkü Allah (cc) gerektiğinde yeni kanunlar da yaratabilir Her şey Onun Ol! buyruğu ile anında varlık sahasına çıkar

Ya Dârru, ya Nâfiu zikrikişiliği güçlü kıldığı gibiruhsal sağlığın korunmasında ilaç gibi de tesir eder

İnsanlar hayır ve şerrin Allahtan geldiğini unutunca başlarına çok büyük belalar açabilirler Nefis bir kızgınlık ve öfke anında büyük günahlara girebilir Şeytanlar bu anları çok gözetlerler Zaten hadis-i şerife göre insanın bütün vücudunda kanın damarlarda dolaşması gibidirler Yine hadis-i şerife göre her Müslümanda da mutlaka en az bir şeytan görevlidir Onlar insanların duygu ve düşüncelerini takip edebildikleri için nabza göre şerbet verirler Öfke ve kızgınlık anlarında bu çeşit vesveselerini artırırlar, ateşi alabildiğine körüklerler Çoğu kişi bu yüzden katil olur, adam yaralar Kalpler kırılır Küslükler başlar Bu anda kişinin nefsinin hayır ve şerrin Allahtan geldiğine inanması, büyük bir imtihana tabi tutulduğunu bilmesi biraz zordur Şayet böyle bir anda kişi Allahın kudretini, hayır ve şerrin Ondan geldiğini bilirse bu büyük bir devlettir Kadere rıza göstermek nefsin ve şeytanların belini kırar, kişiyi yüce bir makama taşır Tasavvufta nefsin ulaşması istenen hedefi kadere rızadır Kadere rıza göstermek, Allahtan razı olmaktır Allahtan razı olan bir nefis (Raziyye nefis) kısa zamanda Allahın rızasına (Marziyye nefse) ulaşır Yalnız haksızlık karşısında susmamak gerekir Hadis-i şerifte böyle kişilerin dilsiz şeytan olduğu belirtilmiştir Kişi gerek başkalarının haklarını gerekse kendi hakkını aramak için öfkeye ve kızgınlığa kapılmadan usulüne uygun olarak hareket etmelidir Öfke ve kızgınlık göstererek nefse ve şeytanlara prim vermemelidir Hak arayışı çok önemlidir Bir çeşit cihattır Zalime gereken cezanın verilmesi, toplumun esenliği için şarttır Bu konuda ihmalkâr olmak kul haklarına kadar uzanabilir Çünkü herhangi bir ceza görmeyen zalim aldığı güçle başkalarına da zarar verebilir Bu başkalarına verilen zararlar bu konuda vurdumduymaz insanların amel defterlerine günah olarak yazılabilir Tabii bu başka bir konudur Yine yaptığına gerçekten pişman olmuş bir insanı affetmek de Allahın razı olduğu bir büyüklüktür Bu da ayrı bir konudur

Kadere, hayır ve şerrin Allahtan geldiğine inanma kişiyi öfke ve kızgınlıkla büyük günahlar işlemekten alıkoyduğu gibi onun büyük bela ve musibetlerde de depresyona, birtakım ruhsal hastalıklara girmesini önler, ruhsal terapisini sağlar İnsana güçlü bir kişilik kazandırır Hapisteki bir insana en büyük manevi güç ve destek, kadere, hayır ve şerrin Allahtan geldiğine inanmadan gelir Hele bu durumdaki kişiler, haksız yere bir suçtan hüküm giymişseler ondan başka bir limana da sığınamazlar Şayet böyle bir insanın kadere, hayır ve şerrin Allahtan geldiğine imanı yoksa ruh sağlığı derhal bozulmaya başlar, herkese şüphe ile bakarak paranoyaya, hatta ruhsal bütünlüğünü kaybedip büyük ruhsal hastalıklara, şizofreniyeye kadar düşebilir İnsanların psikoz türü ağır hastalıklara düşmeleri genellikle kadere, hayır ve şerrin Allahtan geldiğine inanmamalarından, büyük bela ve musibetlerde kişilere ve olaylara fazla takıntı yapmalarından kaynaklanır Hâlbuki Allahın izni olmadan bir yaprak bile dalından düşmez (bk Enam suresi, 59) Nerede kaldı ki kulun başına gelen bela ve musibetlerin Allahın izni ve iradesiyle gerçekleşmemesi? İnsanoğlu Allahın güç ve kudreti hakkında ne kadar az bilgi sahibi! İnsanları ve olayları da gözünde devleştirmeye ve abartmaya pek eğilimli! Her iş Allahın dilemesi ve takdiri ile gerçekleşmektedir İnsanlar iyi kötü bir şeyler yapmaya niyetlenseler de Allah dilemedikçe bu niyetleri gerçekleşmeyeceği gibi niyetlerini eylemlere de koyamazlar Yüce Allah Kuran-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır: Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz (Tekvir suresi, 29) İşlediği bir ceza ile hüküm giyen kişiyi de kadere, hayır ve şerrin Allahtan geldiğine imanı bir üniversitede öğrenci imiş gibi eğitir, nefsini terbiye eder, ceza günlerini rahmete, günahları için istiğfar etmeye, dolayısıyla günahlarının Allah (cc) tarafından affına çevirir Zira kadere, hayır ve şerrin Allahtan geldiğine inanma kişiyi kısa zamanda geçmişini değerlendirmeye, bir iç muhasebe yapmaya götürür Bu da onun tövbe yolunu tutmasını sağlar İçten yapılan tövbeler, hangi günah olursa olsun, Allah tarafından affedilir Bu konuda pek çok ayeti kerime vardır En müjdelisi de şudur: De ki Ey kendileri hakkında aşırı giden (büyük günah işleyen) kullarım! Allahın rahmetinden ümidinizi kesmeyin Şüphesiz Allah bütün günahları affeder Çünkü O çok bağışlayandır, merhamet edendir (Zümer suresi, 53) Allahın günahları affetmeyeceği şeklinde bir ümitsizliğe düşmek, doğru olmadığı gibi Allah hakkında da büyük bir suizandır Allahın rahmetinden ümidini kesenler ancak kâfirler topluluğudur (bk Yusuf suresi, 87)

Hadis-i şeriflerde kul haklarının affında Allahın karışmayacağı, kişinin hakkı geçen kişi ile barışması, helalleşmesi gerektiği ifade edilse de yüce Allah (cc) her şeye kadirdir İmam-ı Rabbani Hazretlerine (ks) göre böyle durumlardaki kişiler üzerlerindeki kul haklarını barışma ve helalleşme yolunu çeşitli nedenlerle (hak sahibini bulamama, karşı tarafın hoşgörüsüzlüğü, utanma, fitne ve dedikodu çıkma ihtimali vb) kullanamayarak üzerlerinden atamıyorlarsa bu kul haklarının aşağı yukarı tutan bedellerini ihtiyaç sahibi kişilere verme yoluna gitmelidirler Elbette bazı kul haklarının bedeli çok ağırdır Parayla ölçülemez Ödenmesi de çok zordur Cana kastetme, namus, şeref ve haysiyetle oynama gibi Ama Allah (cc) dilerse, bu dünyada affetmeyeceği, affettiremeyeceği hiçbir günah yoktur İnsan günahlardan gerçekten pişman olup hatalarını tamir yoluna girdiği zaman yüce Allah (cc) kişiye fazl u ikramı ile öyle büyük fırsatlar ve sevap kapıları açar ki, bunlar ahrette üzerindeki bütün kul haklarını ödemeye yetebilir Ama kul haklarını ödemede hadis-i şeriflerin ısrarla tavsiye ettiği karşı tarafla barışma ve helalleşme yolunu tutmak daha doğru ve garantilidir Dinin ruhuna daha uygundur Tabii kul hakları insanın üzerinde dünyada iken büyük bir yüktür İnsanın başına bela ve musibet açabilecek bir nedendir Kaderini çok olumsuz bir yoldan etkileyebilir Çoluk çocuğuna kadar tesir edebilir Ayrıca kul hakları tasavvuf ve tarikat yolundaki manevi ilerlemede, yüksek makam ve hallere ulaşmada engel teşkil edebilirler Bu kul haklarının üzerimizden kalkmasında çeşitli nedenlerle doğal yolu, yani karşı tarafla barışma ve helalleşme yolunu kullanamıyorsak bu niyetle sadaka vermek en azından bu yolla gelebilecek bela ve musibetlerin definde büyük yararlar sağlar Onların yükünü azaltabileceği gibi tamamen de kaldırabilir Zira hadis-i şerifte ifade edildiği üzere az sadaka çok belayı def eder

Hastaneler de hapishaneler gibi üzerimizdeki günahların dökülebileceği yerlerdir Dünya imtihanı gereği Allah (cc) bazı kullarını maddi ve manevi çeşitli sıkıntılara uğratır Ondan gelen her bela ve musibet aslında büyük bir ikramdır Güzel sabır gösterirsek günahlarımıza kefarettir Güzel sabır (sabr-ı cemil), ilgili sıkıntıdan dolayı kimseye dert yanmamakla, sıkıntıyı Allahtan (cc) bilip haline şükretmekle gerçekleşir

Bela ve musibetlere sabretme yanında üzerimizdeki sonsuz nimetlerin sahibini de En-Nâfi (hayır, iyilik hikmeti gereği Allahtan [cc] gelir) güzel ismi ile anmak gerekir Her iyilik Allahtandır Kullar sadece birer vesiledir

İnsanın yaptığı iyilikleri nefsinden bilmesi büyük bir aldanıştır İyilikler Allahın (cc) dilemesi ve nasip etmesiyle gerçekleşir İyilikler gerçekleşince Allaha (cc) nasip ettiği için şükretmek gerekir

Her insanın nefsi kaderine isyan halindedir Hiç kimse bu konuda nefsini temize çıkarmamalıdır Çünkü bu konuda insanların bazı sıkıntıları olmasaydı nefsi marziyye (Allahın razı olduğu nefis) ve kâmile gibi üst makamlara çıkmış olurdu Yani imtihan sırrı olarak nefis emmare (kötülüğü emreden nefis; Allaha isyan eden nefis) düzeyinde yaratılmış olup mutlaka içerisinde bulunduğu koşulları kabullenmemekte, nimetlere gereken şükrü kılmadığı gibi haline de sızlanmaktadır

Kadere rızada ilk adım Allaha her ne halde bulunursak bulunalım Onun üzerimizdeki sonsuz nimetlerini dilimiz döndüğünce ve aklımıza gelenlerini de sayarak şükürde bulunmaktır Her Elhamdülillah, çok şükür… tespihleri bu yolda verilen nimetleri de hayal ederek atılan birer adım olarak Allahın kaza ve kaderine rıza yolunda ilerlememizi sağlarlar Büyük kısım ibadetlerin özü, özellikle zikrin ruhu şükürdür

Bir insan içindeki bütün olumsuzluklarına rağmen dili şükretmeye başladığı anda kaza ve kaderine rıza gösterme yolunda adım atmaya başlar Bu noktada nefsi yavaş yavaş kırılıp değişir Üzerindeki sıkıntılar hem maddi hem de manevi olarak azalarak ruhu büyük bir huzur duyar Nefis üst makamlara, ileri hallere doğru terakki eder

Şükür, insanın bütün melekeleriyle olursa daha makbuldür Yani dil, duygu, hayal, samimiyet şükürde birbiriyle kaynaşmalı, bu biçimde Allaha ulaşmalıdır

Zikir ruhun gıdası ise şükür de suyu gibidir Ruh şükürle canlanır Hayat bulur Gelişir, canlanır

Şükrün bazı incelikleri vardır Allah (cc) şükre muhtaç değildir Kul muhtaçtır Bunu özellikle bilmek gerekir Yaptığı şükürle kimse Allahı (cc) minnet altına koymamalıdır Şükre de şükürle karşılık vermeye çalışmalıdır Bu konudaki acziyetini de ifade etmelidir Bir de Allah kendisine yapılan şükürden önce kulun diğer insanlarla ilişkilerine büyük önem vermekte, kul haklarıyla kendi haklarını ayırmaktadır Bu meyanda insanlara teşekkür etmek de çok önemli bir konudur Öyle ki bu konuda nezaketten uzak ve nankör insanlara Allah (cc) kaza ve kaderine rızasında önemli bir adım olan şükrü nasip etmemektedir Çünkü Peygamberimiz (sas) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allaha şükretmezBu doğa kanunu gibi bir şeydir Anlayana büyük uyarıdır Teşekkür etmek, başkasına duyulan içten bir minnettarlık duygusudur Nimete vesile olanı unutmamak, onun gönlünü çeşitli yollarla almaktır Bunu dil ile söylemekte bir sakınca yoktur Ama fazla bir abartıya kaçmak ve gerçek nimet sahibi olan Allahı (cc) akıldan ve hatırdan çıkarmak da doğru değildir Bununla birlikte her şeyi Allaha (cc) bağlayarak insanlara teşekkürden kaçınmak da, demin zikredilen hadis-i şerif uyarınca, sakıncalı bir durumdur Demek ki teşekkür ederken bir edep sınırımız bulunmakta, belli bir ölçüye ve kurala uygun bir yol takip etmemiz gerekmektedir Bu da çok doğal bir ses tonuyla, ifadede aşırıya ve abartmaya kaçmadan gerçek nimet verenin Allah (cc) olduğunun bilincinde olarak insanlara teşekkür etmektir Ayrıca teşekkürün sadece dille olmayacağını, hediye ile de takviye edilmesi gerektiğini belirtelim Çünkü peygamberimiz (sas) hediyeleşmenin kardeşlik duygusunu ziyadeleştireceğini vurgulamıştır

Bazı insanlara teşekkür etmek adeta üzerimizde bulunan bir borçtur, kul hakkıdır: Anne-babalar, öğretmenler, akrabalar, bizlerin büyümesinde ve yetişmesinde emeği geçen nice kişiler… Kuşkusuz çoğu kez bunlara emeklerine karşılık dil ile bir kere bile teşekkür etme olanağına sahip bulunamamış olabiliriz Belki bir kısmını yitirdik veya onlarla aramıza ulaşılamaz mesafeler girdi Teşekkür etmek dilden ziyade yürekle olur Bu insanların arkalarından yapılacak güzel dualar, okunan sureleri ruhlarına hediye etmeler, onlar adına verilecek sadakalar onlara edilebilecek en güzel teşekkürlerin yerine geçecektir

Teşekkür asıl Allaha (cc) yapılmalıdır Ona şükürde bir an bile gaflette bulunmamak gerekir Onu anmadan geçen her an boşa geçmiştir Ona şükür etmek bile büyük bir nimettir Bu nimetin de şükrü gerekir Yani şükre de şükretmeliyiz Nitekim Allah (cc) Kuran-ı Kerimde “Ey Davud ailesi, şükrederek çalışın…(Sebe suresi, 13)” buyurunca, Hz Davud:
“Ey Rabbim Sana nasıl şükredeyim ki? Benim şükrüm bile Senin bir nimetindir demiştir Yüce Allah (cc) ona şöyle karşılık vermiştir:
“İşte şimdi Beni tanıdın ve Bana şükrettin ey Davud! Çünkü şükretmenin de Benim bir nimetim olduğunu bildin

İnsan Allaha (cc) gereği şekilde şükrün imkânsız olduğunu bildiğinde, şükür haline de şükürle karşılık verdiğinde daimi bir şükür haline girebilir

Ed-Dârr (Şer, zarar hikmeti gereği Allahtan [cc] gelir) ve En-Nâfi (hayır, iyilik hikmeti gereği Allahtan [cc] gelir) güzel isimleri ile kula düşen görev, hayır ve şerrin Allahtan (cc) geldiği bilincine sahip olmaktır Başına gelen hayrı Allahın (cc) bir lütfu ve ihsanı olarak görüp şükretmek, şerri ise günahlarının bir meyvesi olarak düşünüp tövbe etmektir

Allah lütf u ihsanı ile bizlere muamele etsin Günahlarımız yüzünden başlarımızdaki bela ve musibetleri fazl u ikramı ile kaldırsın Bizleri nimetlerine şükreden kullarından eylesin Bizlere rızasını nasip eylesin Âmin

Muhsin İyi

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.