Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Edebiyat / Dil Bilgisi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
anı

Anı Nedir

Eski 12-20-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Anı Nedir





Anı Nedir

Anı hakkında - Anı örnekleri - Anı nasıl yazılır - Anı çeşitleri - Anı özellikleri

ANI

Hatıra da denir Bir kimsenin yaşadığı, gördüğü, içinde bulunduğu olayları, durumları ve yaşantıları sanat değeri taşıyan bir üslûpla anlattığı yazı türüdür Ünlü yazar Andre Gidé göre anı yazmak, "ölümün elinden bir şey kurtarmaktır Yahya Kemal'e göre ise "ömrümüz anılardan oluşmuştur Ömrü ileriye doğru uzatmak pek elimizde olmadığına göre kendimizi geçmişe verip uzun yaşamalıyız"

Anılar, geçmişte yaşananlara sanatsal, siyasal ve bilimsel açıdan ışık tutmaları açısından önem taşır Anılar, edebiyatçılar tarafından kaleme alındıklarında daha ilgi çekici ve sanatsal yönü güçlü yapıtlar ortaya çıkar

Anılar sonradan anımsanarak yazılabildiği gibi, olayın yaşandığı gün sıcağı sıcağına da yazılabilir
Çoğu yazarlar anılarını günlük olarak not ederler Ne gün yazıldığını hatırlamak için tarih atılan, çoğu zaman her günün sonunda olup bitenin sıcağı sıcağına anlatıldığı, olaylarla ilgili yorumlar değerlendirmeler yapıldığı yazılara günlük veya günce denir Pek çok insanın tuttuğu anı (hatıra) defteri bir tür güncedir
Edebiyatımızda pek çok anı örneği vardır Örneğin; Ömer Faruk Toprak'ın Gönen Öyküler'i adlı kitabında ve Ahmet Rasim in Falaka adlı kitabında toplanan öyküler çocuklara yönelik anı öykülerdir Halide Edip Adıvarın Türk ün ateşle İmtihanı, Falih Rıfkı Atay ın Atatürk ün doğumundan ölümüne kadar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu nun Gençlik ve Edebiyat Anıları, Oktay Akbal ın Günlerde, Halikarnas Balıkçısı'nın Mavi Sürgün, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu'nun bir lise öğrencisinin millî mücadele anıları anı kitaplarının en iyi örneklerindendir

Anılar, anı portre ve düz anılar olmak üzere ikiye ayrılır

Anı portre
Bir yazarın tek bir kişiyle ilgili anılarını yazdığı anı türüdür bu anı türünde yazar, kişinin çeşitli yönlerini ele alarak portresini çizer onu, ruhsal ve fiziksel açıdan anılar yoluyla tanıtır bu türün en iyi örneklerinden birisi Yusuf Ziya Ortaç'ın portreler adlı anı kitabıdır

Düz anı
Yazarın çeşitli kişiler, dönemler ve olaylarla ilgili anılarını içeren anı türüdür Muallim Naci'nin Ömer'in Çocukluğu, Aziz Nesin'in Böyle Gelmiş Böyle Gitmez'i, Fikret Otyam'ın İsmet Paşa'lı Yıllar'ı düz anı örneklerinden bazılarıdır

Anı portre ile düz anının farklı yanı; düz anıda, belirli bir döneme ilişkin anıların özellikle belirli bir kişiyi anlatma amacı gütmeksizin anlatılması, anı portrede ise olayların belirli bir kişinin çevresinde anlatılmasıdır

ANININ ÖZELLİKLERİ:
1- Gerçek deneyimleri anlatır
2- Herhangi bir düşünceyi kanıtlama amacı yoktur; bilgilendirme amacı vardır
3- Söyleşi havasındadır, dili yalındır
4- Genellikle öyküleyici anlatım biçimiyle yazılır
5- Konusunu bir yerden alır

"Falaka", Ahmet Rasim in çocukluk günlerini tüm ayrıntılarıyla anlattığı bir anı kitabıdır

İlköğrenimine Sofular daki mahalle okulunda başlayan Ahmet Rasim, kalfadan yediği dayak üzerine hastalanır ve okuldan ayrılır gideceği yeni okul da dayak ve falakayla ünlenmiş bir okuldur Rasim, okulun kapısından girer girmez falakada dayak yiyen birini görür ve okulu bırakıp eve kaçar
Çocukluğunda yaşadığı tüm bu olaylar Ahmet Rasim'in okula karşı büyük bir korku beslemesine neden olmuş, "Falaka" adlı kitabında eğitim ve öğretimde uygulanan dayak yöntemini eleştirmiştir
Yazılarında dış dünyayı rengi, sesi ve kokusuyla başarılı bir şekilde anlatan Ahmet Rasim, bu kitabında da okul günlerini ve dönemin geleneksel yaşamını incelikle işler

ANI ÖRNEK

FALAKA

Her sabah Çarşı Camii`nin arkasındaki harap zaptiye ahırlarının önünden, bir serçe sürüsü gibi, cıvıl cıvıl neşeli geçerdik Okul biraz daha ileride, alçak duvarlı,oldukça geniş bir avlunun ortasında idi Bir kattı, etrafında yükselen büyük kestane ağaçlarının birbirine karışmış koyu gölgeleri bütün çatısını kaplardı Biz daha avlunun kapısından Hoca girmeden Efendinin olup olmadığını, şöyle bir bakar, anlardık:
-Abdurrahman Çelebi gelmiş mi be?
-Gelmiş, gelmiş
Abdurrahman Çelebi, Hoca Efendinin eşeğiydi Siyah, huysuz, inatçı bir hayvan Her sabah bizler gibi erkenden okula gelir, akşama kadar kalır Evlerimizden, sırasıyla getirdiğimiz kucak kucak otları, yazsa ağaçların, kışsa sol taraftaki abdestlik sundurmasının altında yavaş yavaş yerdi Ona su vermek, onu tımar etmek okulda bir ayrıcalıktı Hoca Efendiye kim yaranırsa bunu mükafat olarak kazanırdı Okulun kapısına dar, taş bir merdivenle çıkılırdı İçeri girilince ta karşı tarafta Hoca Efendinin rahlesi vardı Rahlenin önünde top yavrusu, müthiş tuhaf bir kürek gibi siyah kayışlı, ağır falaka asılı dururdu Hepimiz kırk çocuktuk Kızları birkaç ay evvel bizden ayırarak başka yere almışlardı Sınıf taksimi filan yoktu Elif beyi, amme`yi her şeyi bir ağızdan okuyor, rakamları bir ağızdan sayıyor,bir ağızdan ilahi söylüyorduk Bütün dersimiz sıkıcı genellikle bir bestenin asla manalarını anlamadığımız güfteleriydi Hoca Efendi, aksakallı, uzun boylu, bağırtkan bir ihtiyardı Yaz kış, her zaman cüppesiz abdest almaya hazırlanmış gibi kolları, paçaları çıplak, sıvalı, yerinde otururdu Öğleden sonra Çarşı Camii ni süpürmeye gidip sonra hiç gelmeyen kalfa daha gençti Müezzinlik de yapıyordu Bize şeker, leblebi, keçiboynuzu, çiğdem gibi şeyler satardı
Gönen den geldiğimiz günden beri her gün okula devam ediyordum En başta gelen zevkim falaka tutmak!Fakat bir gün Hakim Efendi ile setre pantolonlu,asık suratlı biri geldi
-Kaymakam Bey! Kaymakam Bey! dediler
Sakalsız esmer, uzun boylu, aksi birisi Kapıdan girdiği anda Hoca Efendinin işareti üzerine hepimiz ayağa kalktık Birisi çağırıyormuş gibi elini, başını sallayarak biri yerimize oturttu Hepimizi tek tek gözden geçirdi Bir kaçımızı okutmak istedi Oysa bizler tek ağızla, ahenksiz okuyamazdık Yüzünü buruşturdu Yere baktı ve başını salladı Sonra gözlerini Hoca Efendinin başında asılı duran falakayı dikti, baktı baktı Sanki ömründe ilk defa bir falaka görüyormuş gibi dikkat kesilerek öylece baktı Döndü, selam vermeden çıkarken:
- Biraz dışarı gelirmisiniz, Hoca Efendi? dedi
Hoca Efendi korkarak divan duruyor gibi kollarını önüne kavuşturarak yürüdü Hâkim Efendi ile kaymakamın arkasından bahçeye çıktı Dışarıda ne konuştuklarını bilmiyorduk Ama falaka ertesi gün yine yoktu
Falaka yasak olmuş diyorlardı Sözde, Kaymakam Bey etmiş!
Dayak korkusu kaldırılınca bizler kırk çocuk, öyle azdık, öyle kudurduk ki Ne yaptığımızı bilmez hale geldik, artık hiç hocayı dinlemiyor, yüzüne leblebi atıyor, yalvartıyorduk
Dayaksız bizi okutamayacağını anlayan Hoca Efemdi, nihayet yine bir gün falakayı çıkardı Bu defa baş ucuna asmadı, oturduğu minderi arkasına gizledi Fakat şimdi kim kabahat ederse, eskisinden daha fena dövüyordu
Çok iyi hatırlıyorum; kırk çocuk, hepimiz birliğiz Aramızda bizi ele veren birisi çıkmıyor Hoca Efendiye karşı tek bir vücut gibi hareket eder olmuştuk Bir gün bahçede söz birliği ettik İçeride hepimiz birden esnemeye başladık Hoca Efendi de esnemeye başladı Zavallı ihtiyar oracıkta uyuyuverdi O zaman yerimizden kalkıp rahlenin üzerindeki enfiye kutusu aldık, hepimiz çektik Bütün mektebin içinde bir hapşırmalar başladı Hoca Efendi gürültüden uyanınca işi anladı Enfiyesini kimin çaldığını sordu Hep bir ağızdan ahenkle:
- Bilmiyoruz, bilmiyoruz, dedik
- Hepinizi falakaya çekeceğim
- Bilmiyoruz, bilmiyoruz!
- Kimse söylemeyecek mi?
- Bilmiyoruz ki, bilmiyoruz ki!
- Bilmiyorsunuz, öyle mi! Necip, git camiden falakayı çağır, çabuk
Beş on dakika sonra falaka geldi Korkunç bir sahne başlamıştı Sopayı biri bırakıp biri alıyordu Artık nöbetleşe falaka tutuyorduk Hepimizi sıra dayağına çektiler O günden sonra Hoca Efendi
Esneme ile hapşırmayı en büyük kabahat sanıyordu Hele hapşırmak Kazara, kendiliğinden hapşıranı, benimle eğleniyor musunuz? diye yere yıkıyor, bayıltıncaya kadar dayak atıyordu Aksi gibi benim hiç durmadan esneyeceğim geliyor, hapşırmak istiyordum Birkaç defa bunun için dayak yedim Hoca Efendi dayağı bitirince bürün kuvveti ile rahlesine vuruyor:
- Bundan sonra kim hapşırırsa şart olsun ki, öldürünceye kadar döveceğim! Diye bağırıyordu
-
- Şart olsun, kim hapşırırsa
Şart olsun! Bu nasıl yemindi? Evde anneme sordum Başını salladı Gözlerini aç
- Çok büyük yemin! Dedi
- Yalan yere bu temini eden çarpılır mı?
- Hayır
- Ya ne olur?
- Daha kötü
- Nasıl?
- Karısı boş düşer
Tam anlamadım Ama bu yeminin dehşetini okulda
Okulda çocuklara bütün ayrıntıyla söyledim Artık hep, evli adamlar gibi,
Yalan doğru, bizde şart olsun! yemine başladık Vallahi, billahi unutuldu Hoca Efendi de artık her sabah rahlesine çökerken hiç unutmuyor
- Kim hapşırırsa, şart olsun, öldürürüm! Diye tekrarlıyordu
Bir gün öğle paydosundan sonra içeri girdik
Her zamanki gibi derin bir uğultu Ben baktım Hoca Efendi dalmış güzel güzel uyuyor
Hemen aya kalktım Çocuklara dönüp, şahadet parmağımı dudaklarıma ***ürerek:
-Susunuz!İşaretimi verdim Seda kesildi Hepsi dikkat kesilmiş ne yapacağıma bakıyordu Gözüme rahlenin üzerinde, kapağı açık duran bir taba kadar büyük enfiye kutusu ilişmişti
Yavaşça yürüdüm, ayaklarımın ucuna basa basa yaklaştım, kutuyu aldım İçindeki enfiyelerin hepsini kitap yapraklarının arasına boşattım Kutuyu yine olduğu gibi yerine bıraktım Çocuklar çekmek için etrafıma toplandılar
-Hayır, bu defa biz çekmeyeceğiz, dedim Sonra hapşırırız Uyanır
-Ya sen ne yapacaksın?
-Görürsünüz
-Ne yapacaksın, ne yapacaksın?
-Söylemem dedim Çok güleceğiz
Öyle bir şeytanlık aklıma gelmişti ki, daha yapmadan, gülüyor, katılıyordum Çocuklar da bana bakarak gülüyorlardı Bizim gülüşmelerimizden çıkan sese Hoca Efendi uyandı Hemen kutuya baktı İçinde enfiye yok Sinirlendi
- Kim aldıysa söyleyin,şart olsun gebertirim
Hep bir ağızdan,ahenkle:
-Şart olsun, haberimiz yok! dedik
-Kim aldı? Söyleyiniz
-Bilmiyoruz, bilmiyoruz!
-Pekala, bunu size gösteririm Şimdi hapşırınca alan meydana çıkar Şart olsun, onu falakaya yıkacağım Sonra da öldürünceye kadar döveceğim
Kazara hapşıracağız diye hepimizin korkudan sesi soluğu kesilmişti
-Şart olsunAh bugün içinizden biri hapşırırsaŞart olsun,öldüreceğim
-
-Ah şart olsun,biriniz hapşırırsa
Akşam yaklaştı Hoca Efendi kollarını kapatıp, çoraplarını,mesini giydi Cüppesini omzuna aldı hep bir ağızdan,çarpım cetvelinin tekrarından sonra ilahiye başladık En sonuna doğru yanımdaki çocuğa dürterek ayağa kalktım O da kalktı Ellerimizi kaldırdık Hoca Efendi bağırdı:
Ne var?
-Abdurrahman Çelebiyi hazırlayalım mı?
-Haydi, ama çabuk!
Kapıdan çıktık Her akşam Hoca Efendinin izin verdiği iki çocuk önceden çıkar, eşeğin yularını, semerini vururdu
Taş merdiveni hızla indik Abdurrahman Çelebi yiyemediği otların üzerine uzanmış yatıyordu Tekmeleyerek yerinden kaldırdık Yularını, semerini vurduk Artık ilahi sesleri kesilmişti Ben
cebimden içi enfiye dolu kağıt boruları çıkardım Usulca eğildim Abdurrahman Çelebi bir şey anlamıyordu Bu borulardan bir tanesini bütün kuvvetimle burnuna üfledim Genzine bir tabanca sıkılmış gibi şaha kalktı İkinci boruyu üfleyemedim Yularından sıkıca tuttum Sıçrata sıçrata taş merdivenin önüne doğru ***ürdüm Öteki çocuk yanımdan geliyor,gülmemek için sıkı sıkı eliyle ağzını tutuyordu Hoca Efendi cüppesini giymiş, ağır başlıkla,yavaş yavaş merdivenlerden iniyordu Çocukların hepsi bir kuş dizisi gibi arkasından iniyorlardı Eşek şaha kalkıyordu
- Ne olmuş bu hayvana?
- Bilmem efendim, uyuyordu
- Gemini yanlış vurmuşsunuz
- Hayır
- Getirin bakayım
Bütün çocuklar da hayretle bakıyordu Eşeği taş basamağa yaklaştırdım Tam bu esnada Abdurrahman Çelebi nezleye tutulmuş bir insan gibi Pişih pişih diye başını sarstı, bütün çocuklar kahkahaya başladı Hoca Efendi şaşırdı Enfiyenin etkisiyle Abdurrahman Çelebi habire hapşırıyordu Ben sanki hiçbir şeyden haberim yokmuş gibi:
- Sizinle eğleniyor efendim, dedim - Halt etmişsin Daha da küstahlaştım: - Bunu da falakaya yıkmalısınız - O,o hayvan
Kahkahalarla katılan çocuklar:
-Falaka, falaka diye bağrşıyorlardıBen onlardan cesaret alarak dedim ki:
-Ama Hoca Efendi, bu gün okulda, Kim hapşırırsa, şart olsun falakaya yıkacağım dediniz Eğer Abdurrahman Çelebi yi affederseniz karınız boş düşer
Çocuklar, ders gibi bir ağızdan ve ahenkle:
-Karınız boş düşer! Karınız boş düşer diye haykırıyorlardı
Hoca Efendi bir an şaşırdı
Bineceği zamanlar, Oh benim Abdurrahman Çelebi, oh benim Abdurrahman Çelebi! diye diye sevgiyle okşadığı eşeğine dehşetle baktı Kapının yanından çocuğun biri içeri koşmuş falakayı, değneği çıkartmıştı Abdurrahman Çelebicik düzensiz aralıklarla durmadan hapşırıyordu, burnunu yere sürmek istiyordu
Falaka, değnek, elden ele Hoca Efendinin önüne kadar geldi Çocuklar gülmekten katılıyorlardı Karınız boş düşer! Karınız boş düşer! diye ahenkle durmadan tekrarlıyorlardı Çocuklara mı, eşeğe mi, neye kızdığını bilmeyen Hoca Efendi,elinde olmadan:
-Yıkınız! emrini verdi
Belki yirmi çocuk Abdurrahman Celebi nin başına üşüştü Uzun bir uğraşmadan sonra yere yapıştırdık! Arka ayaklarını falakaya taktık Hoca Efendi sopayı eline aldı Nallar gibi tak takvurmaya başladı Eşek debeleniyor, çocuklar bağırıyor, gülüyor, naralar atıyorlardı Müthiş bir gürültü Ansızın arkadan bir çocuk:
-Kaymakam Bey! diye bağırdı
Hepimiz sustuk Yüzümüzü avlu kapısına çevirdik; siyah pantolonlu, kırmızı fesli, ekşi suratlı bir adamSağında solunda birer koltuk görevlisi, dimdik öylece duruyordu
-Ne oluyor, Hoca Efendi? diye sordu
-
Hoca Efendi fena halde şaşaladı Önüne baktı Değnek elinden düştü Falakayı tutanlar ise bıraktılar Kurtulan, ürkmüş zavallı eşek çifte ata ata, kestane ağaçlarının altına doğru kaçıyor,avazı çıktığı kadar anırıyordu Kaymakam avluya girdi Yavaş yavaş yürüdü Okulun önüne geldi Kaşlarını çatarak hiddetle tekrar sordu:
Hoca Efendi fena halde şaşaladı Önüne baktı Değnek elinden düştü Falakayı tutanlar ise bıraktılar Kurtulan, ürkmüş zavallı eşek çifte ata ata, kestane ağaçlarının altına doğru kaçıyor,avazı çıktığı kadar anırıyordu Kaymakam avluya girdi Yavaş yavaş yürüdü Okulun önüne geldi Kaşlarını çatarak hiddetle tekrar sordu:
- Ne yapıyordunuz?
- Şey efendim
Hoca Efendi kekeliyordu
- Ne?
- Şart etmiştim
- Ne demek?
- Hapşıran için
- Ne hapşıranı?
- Eşek hapşırdı
- Eşek mi hapşırdı?
- !
- !!!
- Çocuklar, hem hapşırıyor, hem gülüyordu Kaymakam, ağır başlılığına dokunan bu arsızlığa hiddetlendi Isıracak gibi dişlerini göstererek:
-Defolun bakıyım oradan, terbiyesizler! dedi
Biz korktuğumuz için, hemen sustuk

Sonra şaşkın, perişan halde yere bakan Hoca Efendiye döndü:
-Benimle beraber geliniz
-Kaymakam önde, koltuk görevlileriyle Hoca Efendi arkada, çıkıp gittiler
Bu olup bitenlerden sonra, okulda ne falaka gördük, nede Hoca Efendiyi!
Şimdi kimi hapşırırken görsem, küçükken yaptığım bu tuhaf muzipliği hatırlarım Gülümserim Kalbimde belirsiz tuhaf bir acı sızlar Benim yaptıklarımdan dolayı hocalıktan kovulan, ihtimal aç kalan bu ak sakallı, fakır ihtiyarın zavallı hayali karşıma dikilir Aradan zaman geçtikçe hafifleyecek yerde, daha da büyüyen bir vicdan azabı duyarım
Fakat
Fakat, bunun gibi, hayattaki her gülünç şeyin altında görünmez bir acı gerçek yok mu?


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.