Popüler Kültür Ve Halk Kültürü Edebiyat Dersi Detaylı Konu Anlatımı Ödev |
12-20-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Popüler Kültür Ve Halk Kültürü Edebiyat Dersi Detaylı Konu Anlatımı ÖdevPopüler Kültür ve Halk Kültürü Mart 1998’de Dil Tarih Coğrafya Fakültesindeki konferanstaki sunum İrfan Erdoğan …… 1960 ve 70’lerdeki popüler ve popüler kültür tanımı ile günümüzdekinin farkı… Popüler’in illegalliği ve kapitalist pazarın popüleri gaspedişi… Halk kültürünün direnişi, yok edilişi, emilişi, yozlaştırılışı, sömürülüşü, marjinal biçime düşürülüşü… Halk yere ve zamana bağımlı ortaklığı anlatır Halk’ta aynı zamanda sömürülme, hem materyal hem de ruhsal sömürülme ortaklığı vardır Halkta egemenliğe ve mücadeleye çeşitli biçimlerde katılma vardır Halk kültürü yere ve zamana bağımlının kendini anlatışı, kendini ifadesidir Bu ifadenin anlamı ille ki kendisi için kendini anlatma değildir… DÜNÜN HALK KÜLTÜRÜ: … Aynı yer ve zamanda yaşayan insanların kendi için, kendini kendine ve dışına ifadesiydi… Yaratan kendindendi ve kendisiyle kalıyordu… Kendi oyunu ve oyuncağını… kendi eğlencesini… kendi egemenlik ve mücadelesini… kendini kendisinin yaratması… KENDİ YERİMİZ VE ZAMANIMIZ DIŞINDAN GELEN KÜLTÜRE GEÇİŞ: Halk kültürünün iğfal edilmeye başlanması… Bir egemenliğin yitirilip yeni egemenliğin başlamasındaki geçiş dönemi… Elbette daha dün başlamadı Anadolu’da… İki egemenliğin çatışması Örnek: Köy hocasının imiğimizi sıkması ve bize “önce müslümanın, sonra Türküm” dedirtmesi… Kemalist devrimle gelen Batı kültürüyle Anadolu’daki Orta Doğu Arap diniyle (ve çıkarıyla) etkilenmiş kültürün çatışması… HALK KÜLTÜRÜNÜN BUGÜNÜ; Yeni egemenlikte halk kültürüne ne oldu? a Sermaye yapısının çıkarına uygun değilse, para yapamayacaksa, karşıtlığı ifade ediyorsa, halk kültürü (yapış ve ifade biçimi) yok edildi ve onun yerini dini ve laik ideolojilerin gerisindeki sermayenin malını satış kültürü oldu ÇOCUK OYUNLARIMIZ VE OYUNCAKLARIMIZI biz yapmıyoruz artık; bizim yaşamımızın öyküsü değil; egemenliğin ve sömürünün serüvenleri; üzerimizdeki sömürünün meşrulaştırma pratikleri… Artık halk kültürü fabrikadaki, iş yerindeki, bürodaki egemenlik ilişkileriyle yaratılanın ifadesi… b Sermaye’ye faydalıysa, sermayenin popüler kültürüne dönüştürüldü: Düğün, bayramlar c Ya da direnişin kültürü biçiminde gericiliği, faşizmi, ilericiliği, sosyalizmi temsil eden marjinallikte mücadele vermektedir… ARTIK HALK KÜLTÜRÜ yeni egemenliğin buzdolabı, çamaşır makinesi, cola, soda, moda, birahane, CINE 5’li kahvehanelerdeki post-modern egemenliğe giden kültür oldu… POPÜLER KÜLTÜR, kapitalist üretim biçiminin kendini her saniye yapış ve bu yapışı anlatış biçimidir Bu biçimde savunular ve saldırılar vardır Walt Disney Çizgi filmlerindeki faşist yöntemin her saniye kullanıldığını anlattığımda, ona anlatmadığım halde, orada beni dinleyen küçük yeğenimin “asıl faşist sensin” diye Walt Disney’i koruması ve bunun anlamı…… 1 İÇERİĞİ: Kapitalist ekonomik ve siyasal yapının günlük işleyişi… meşrulaştırma ve satma… 2 ÜRETIM KARARI: Popüler kültürün üretimine, nerde, nasıl, hangi koşullarda ne kadar, kimin için ve ne tarzda üretileceğine kim karar veriyor? Halk için ve halk tarafından?… Elbette mal üretimi halk tarafından; fakat üretim kararı ve amaç, fayda halka rağmendir REVLON ÖRNEĞİ Neyin nerede ve nasıl üretileceğine karar verme halkın kendi zamanı ve yerinde değil, gasp edilmiş zaman ve yerde olur Popüler kültür ücretli maaşlı köleliğin çalıştırma, ezme ve ezdirme kültürüdür Kölelere verilen popüler seçenek, üretim kararında İŞ veya İŞSİZLİKtir 3 TÜKETİM KARARI: Neyin tüketileceğine talep mi karar veriyor? MCDonald ekmek değil Neyin popüler olacağına karar veren halk mı oluyor? Halk almazsa? Alacak, çünkü popüler kültür ücretli maaşlı kölenin iş dışı zamanının kolonileştirildiği kültürdür Popüler kültürün insanı üretim koşulları elinden alınıp üretimde ücretli köleliğe düşürülmüş insan değil, tüketim kölesidir KULLAN VE AT 4 Popüler kültür alınıp satılan mal ve ilişkidir: Popüler kültür maldır 5 Popüler kültür kölelikte aynı anda köleliğe talim, alışma, alıştırılma, boyun sunma ve boyun sundurmadır Sermayenin kar mücadelesine sermaye için katılmadır 6 Popüler kültürün ideolojisi özel teşebbüs yapış biçimini meşrulaştırır ve evrenselleştirir 7 Popüler kültür katılanların söyleminde cehaletin bilgiçlik taslamasıdır: Kölenin özgürlük iddiası 8 Popüler kültür burjuva bayağılığının kendini modern ve uygar olarak sunmasıdır 9 Popüler kültür sermaye düzeninin zorbalığının kendini demokratik olarak sunmasıdır 10 Popüler kültür kendi materyal temelini yansıtır Salı pazarındaki satıcıya taş çıkartacak kadar sahtekar ve dolandırıcıdır: Heterojenlikten, SEN’in SEN olduğundan bahseder: sen sana baktığında, SEN senden geçerek oluşan moda homojenini görürsün Standartlaşmada SEN standart oldukça sensin Big Mac ancak BigMac’larla big Mac’tir 11 Popular kültür mekaniksel ve elektronik çoğaltmayla niceliksel fazlalık ve niteliksel yoksulluğun kültürüdür BAYİDEKİ KADIN DERGİLERİ 12 Post-modern kültürün popülerliği, çok uluslu şirketlerin egemenliğini heceler: Post-modernizmde post-emperyalizmin ve sömürünün sanatla, müzikle, siyasalla, ekonomikle satışı yapılır 13 Popüler kültür günümüzdeki koşullarda kaybedilmiş bir alandaki egemenlik ve mücadeledir Popüler kavramı işgal edilmişliği ve gasp edilmişliği anlatır 14 Popüler kültür egemenlik ve mücadele alanıdır Köleliğimize katılarak egemenliği yürüttüğümüz ve mücadele verdiğimiz alan… KÜRESELLEŞME KARŞISINDA TÜRK HALK KÜLTÜRÜ Günümüzde, dünya genelinde tartışılan temel konulardan biri “küreselleşme”dir Küreselleşme emperyalizmin diğer bir adıdır Küresel hiyerarşi içinde bir ülkenin konumu onun dünya pazarlarındaki rekabet kapasitesiyle tanımlanır Rekabetin en büyük düşmanı ise tekelleşmedir Küreselleşme kavramı ile birlikte “bölgeselleşme” de gündeme gelmiştir Gerek küreselleşme ve gerekse bölgeselleşme kavramlarıyla birlikte “ulus-devlet” yapısı da sorgulanmaya, ne olduğu veya ne olmadığı tartışılmaya, geleceği konusunda endişeler dile getirilmeye başlanmıştır Küreselleşmenin tanımı bir çok şekilde yapılmıştır Amerikan Ulusal Savunma Üniversitesi küreselleşmeyi “malların, hizmetlerin, paranın, teknolojinin, fikirlerin, enformasyonun, kültürün ve halkların hızlı ve sürekli biçimde sınır ötesi akışı” olarak tanımlamaktadır Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu da küreselleşmeyi “sadece ekonomik olmayan, sosyal, siyasal, çevresel, kültürel ve hukuksal boyutları olan bir süreç” olarak belirtmektedir Birkaç merkezli olan bugünkü dünya sisteminde, tekelin merkezleri anamalcı (kapitalist) ülkelerdir Bu iki merkez, sosyalist bloğun yıkılmasından önce de vardı Bu merkezlerden birisi Amerika Birleşik Devletleri, diğeri Avrupa Birliği’dir Dünyada varlıklarını sürdürmek ve gelişmek durumunda olan, eski sosyalist bloğun güçlü ülkelerinin bulunduğu Asya ve Uzak Doğu da üçüncü merkez olma uğraşı içindedir Bu Asya merkezli ülkeler de üretimlerini dünya çapında ve dünya piyasalarını göz önünde bulundurarak gerçekleştirmeye çalışmaktadır Ancak şu anda küreselleşmenin üçüncü merkezi olamamışlardır Merkezlerin üreticileri, bütün dünyayı tek bir pazar olarak görmektedirler Mevcut bugünkü iki merkez, küreselleşme adı altında "beş tekel” adını verdiğimiz tekelleri ellerinde tutmaya çalışmaktadırlar Eşit şartlara bağlı bulunmayan rekabetçi dünyada, bu tekellerin aslında dünyanın geleceğini tehdit ettiğini söyleyenler de vardır Bu “beş tekel” şunlardır: 1) Teknolojik tekel, 2) Dünya finans pazarlarının finansal denetimi, 3) Doğal kaynakların tekelci kullanımı, 4) Medya, iletişim ve kültür tekeli, 5) Kitlesel yok etme silahları üzerindeki tekelleşme Bu beş tekelden emperyalizm hiç vazgeçmez Bu durum bugün vardır ama dün de vardı Bu beş tekelden her biri başlı başına ve kendi içinde önem taşır Bizler kültür adamları ve kültür kurumları olarak bunların içinde “medya, iletişim ve kültür tekeli” konusuna önem veriyor ve ön planda tutuyoruz Dünyada bugün küreselleşme konusunda iki zıt görüş bulunmaktadır Kimileri küreselleşmenin tabiatı gereği yıkıcı olduğunu söylemektedir Kimileri ise yaratıcı ve temiz bir çevre ile daha etkin bir hukuk sistemini ortaya koyabileceğini iddia etmektedirler Şükür ki; küreselleşme tanımı içinde bulunan halkların sınır ötesi akışı bugün şimdilik engellenmektedir Bu iki zıt görüşten elde ettiğimiz diğer bir gerçek de şudur ki, küreselleşme sadece ekonomik boyutla sınırlı değildir Yukarıda söylediğim gibi bizi ilgilendiren yanı, kültürel tarafıdır Küreselleşmenin gelişimi ve tarihî süreci nasıl olmuştur? Bu konu, aynı tanımın da olduğu gibi tartışmalıdır Bazı düşün adamları bu oluşumun 19 yüzyılda başlayıp 1920’lere kadar ilk aşamasını katetdiğini iddia etmektedirler Bazıları ise küreselleşmenin 15 yüzyılın sonlarında ortaya çıktığını söylemektedirler Bize göre küreselleşme belki de tekerleğin buluşu ile başlatılabilir Bu bakış açısından başlarsak; ilk keşifler, ekonomik ilişkilerin ilk adımı olmuştur 1490 yılında Batı’nın denizler ötesi keşiflere başlamasından önceki döneme I Dönem Küreselleşme, 1890 yılında misyonerlik faaliyetlerinin ardından gelen ticaret şirketlerinin dünyaya yayılması II Dönem Küreselleşme olarak düşünülebilinir III Dönem Küreselleşme ise 1890 yılından sonraki günümüze ulaşan oluşumlardır Avrupa Birliğinin 1951 yılında oluşumu ile küreselleşme ekonomik kimliğinin yanında kültürel kimlik kazanma durumuna gelmiştir “Ulus-Devlet” olmanın ön şartı; kendi kültürel değerleri korumak, tekelci kültüre karşı durmaktır Küreselleşme bugün sihirli bir deynek olarak gösterilmektedir Bu deyneğin değdiği her yer güllük-gülistanlık olacaktır gibi düşünülmektedir Oysa ki “ulus-devlet” olma iddiasında bulunan ülkelerin halkları, bu sihire kendilerini kaptırırlarsa; o devlet, uluslar arası emperyalizmin kucağındadır ve sömürülüyor demektir Küreselleşmenin tekeline karşı uyanık olanlar ve direnenler; kendi kültürel değerleriyle, etnik varlıklarıyla, dilleriyle, toplumsal gelenek-görenekleriyle, etik kurallarıyla, tarihiyle, coğrafi konumuyla “ulus-devlet” olmanın gereğini yerine getiriyor demektir Günümüzde küreselleşme ile birlikte bölgeselleşme de gündemdedir Bu iki zıt olgu birbirini çağrıştırır Dünya küreselleştikçe alt etnik gruplar kendi coğrafyaları içinde, hatta parça coğrafyalarda, bölgeselleşmeye doğru giderler Bölgeyi şöyle tanımlamak mümkündür: “Birim olarak bütünlük gösteren bir yeryüzü parçasının içinde yer alan kendine özgü coğrafî, sosyal, ekonomik, siyasî, kültürel nitelikleri olan ve kendisini de küçük alt parçalara ayırabilen alanlardır Burada bölgeselleşme ile federal ulus-devlet yapısını birbirinden ayırmak gerekir Federal ulus-devlet, kendi kendini belirleme hakkına sahip siyasî bir oluşumdur Ama üniter devlete, bölgesel yapı ve kendi kendine belirleme hakkı tek bir topluma tanınmıştır O da millettir Yalnız şu bir gerçek ki ekonomik bölgeselleşme, etnik ve kültürel bölgeselleşmeyi ön plana çıkarır Üniter devletin yapacağı şey, bölgeler arasındaki ekonomik farklılığı ortadan kaldırmaktadır Bu, sonuçta etnik ve kültürel farklılığı da ortadan kaldırabilir düşüncesindeyiz Küreselleşmenin hızla yayılması, bölgesel etnik ve kültürel oluşumu da hızlandırmıştır Teknolojiden, iletişimden, medyadan en çok bölgesel etnik oluşumlar yararlanmıştır 1960 ve 1970 yıllarında özellikle alt kültür olarak konuyu incelediğimizde, meselâ; İspanya’da Bask ve Bretor bölgelerinde olduğu gibi azınlık dil ve kültürlerin yeniden gündeme geldiğini görürüz Bunlar kapitalist sistemin araçlarından faydalanarak dünyaya kendi kültür ve bakış açılarını yaymaya çalışmışlardır Yakın dönemlerde Türk toplumuna baktığımızda bu yararlanmanın bazı bölge insanları için nasıl önem kazandığını görebiliriz Azerbaycan’daki Dağıstan halkları içinde Lezgiler bulunuyor Azerbaycan’daki Lezgi nüfusu 171000’dir Lezgiler, Dağıstan sınırına yakın yerlerde yaşarlar Bunlar müstakil bir “Lezgi Devleti” kurmak için yakın geçmişte bir takım girişimde bulunmuşlardır Bu kadar az bir nüfusa sahip olan Lezgilerin nasıl ayrı bir devlet olmak istediklerine tanık olmaktayız Pek haklı olarak, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Mary Robinson; Stocholm’da düzenlenen ve 40 ülkeden 450 temsilcinin katıldığı “Uluslar Arası Hoşgörüsüzlük, Yahudi Düşmanlığı ve Irkçılık Formu”nun açılışında yaptığı konuşmada; kin ve önyargı mesajlarının yayımlandığı internetin bazılarının elinde ırkçılık silâhına dönüştüğünü ifade etmiştir Mary Robinson; küreselleşmenin de ırkçılığın yayılmasına katkıda bulunacak sonuçlar doğurduğunu söylemiştir Küreselleşmenin yol açtığı bölgeselleşme, ekonomik veya kültürel bazda ayrımcı hareketlere de yol açmaktadır Tüm alt gruplar; üniter devlet için de kendi alanlarını isteyen, burada üniter yapı içinde yaşamayı düşünen gruplar değildir, giderek ayrılıkçı hareketleri savunabilirler ve bunun mücadelesine girerler Bunun örneğini İspanya’da Bask bölgesinde gördüğümüz gibi, Türkiye’de de yaşamaktayız Avrupa Birliği, 1951 yılında kurulduğundan bu yana, bu uluslar arası kuruluşa üye ülkeler yetkilerinin bir bölümünü bu üst kuruluşa ve kendi toprakları içindeki bölgesel kuruluşlara devretmişlerdir Bizim gibi uniter devlet yapısında bulunan “ulus-devlet” olduğunu iddia eden ülkelerde sıkıntı büyük olmuştur Hukuk sisteminde, idarî yapıda yenilenme olmazsa olmaz hale gelmiştir Yere göre sığdıramadığımız “küreselleşme”, Türk toplumu için henüz anlaşılmayan ve sonuçlarını göremediğimiz bir kavram olarak ortada bulunmaktadır Bilindiği gibi ulus-devlet kavramı Avrupa kıtasından doğmuştur Şimdi onlar uniter yapılarını bozmadan Avrupalı üst kimliğine sahip olmuşlardır Alt kimlikleri ise mensup oldukları ülkenin ulus kimliğidir Biz ise ulus-devlet kavramı içinde Türk kimliğini üst kimlik olarak halkımızın bir bölümüne kabul dahi ettirememişiz Sıkıntı alt kimliklerin ön plana çıkarılmış olması sorunudur Türk topraklarında derlenen halk kültürüne ait her ürün, Türk kültürüne aittir Bunu böyle bilmekle beraber, küreselleşmenin ve bölgeselleşmenin olumsuz etkilerini göz ardı edemeyiz Şu unutulmamalıdır ki, 1980’li yıllarda hız kazanan 1990’lı yıllarda “yeniden yapılanma, yeni dünya düzeni, serbest piyasa, pazarın egemenliği, bilgi toplumu” gibi deyimlerle belirlenen küreselleşme olgusu, özellikle Türk devlet yapısını sarsmakta, milletimizin halk kültürünü derinden etkilemektedir Bu etkilenmeler belki de en belirgin yansımasını dilde bulmaktadır Dünya değişiminin gücü, dünya dili olarak İngilizce’ye gittikçe artan bir gerçeklik kazandırmaktadır Türk dili ise, küreselleşme içerisinde bölgesel bir önemsizliğe doğru itilmektedir Bölgeselleşme ise, topraklarımız üzerinde yaşayan bazı grupların mahallî yapıdaki lehçelerini öne çıkartmaktadır Bu Türk halk kültürü ve millî dil açısından son derece olumsuz bir gelişmedir Sonuç olarak; millî olanı, tekelci zihniyetlerin dayatma kültüründen ayırt eden bir devlet, ancak hayatta kalabilir Bu da her haliyle millî kimliğimizi taşıyan halk kültürüne ve dilimize sahip çıkılmasıyla, bir an önce derlenip-toparlanıp millî karakter ve kimlik haline getirilmesiyle mümkün olabilir Şurası unutulmamalıdır ki; uluslararası sermayenin milliyeti ve dili yoktur Vahşi kapitalizmin küreselleşme senaryosu ortadadır Emperyalizmin birkaç merkezli ağababaları; kendi “millî hedefleri”ne “önceliklerini” dünyanın bizim gibi ortada kalmış milletlerine dayanmakta ve “eşitsizlikte” eşitlik kaftanı biçmektedirler Atatürk’ün kurduğu bir “ulus-devlet” olan Türkiye Cumhuriyeti’nde toprak bütünlüğümüz ve millî kimliğimiz içinde, küreselleşmenin erdemlerinden söz ederken uzun süre düşünülmektedir KÜRESELLEŞME VE KÜLTÜREL FARKLILIKLAR ÇERÇEVESİNDE ULUSAL KÜLTÜR Küreselleşme ya da yabancı terminoloji ile "globalleşme", biri siyasal, biri ekonomik, biri de kültürel olarak üç boyutu olan bir kavramdır Küreselleşmenin siyasal ayağı, Amerika Birleşik Devletleri'nin siyasal egemenliği ya da dünya üzerindeki siyasal jandarmalığı anlamına gelmektedir Bu durum, bir anlamda Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, dünyanın tek kutuplu hale gelmesini de belirtmektedir Küreselleşmenin ekonomik ayağı, uluslararası sermayenin egemenliğine işaret etmektedir Bu egemenlik bütün ülkeleri, örneğin Birleşik Amerika'yı da aşan bir biçimde gelişmiştir Kendi mantığı içinde, sermaye ve onun simgesi olan marka bazında dünyayı, tüketiciyi ve tüm insanları yönlendirmektedir Ekonomik olarak uluslararası sermayenin egemenliği bir yandan günlük yaşam açısından dünyayı "birörnekleştirirken" öte yandan, ekonomik verimliliğin, yani üretim verimliliğinin, dünya ekonomisindeki en belirleyici ölçüt olarak ortaya çıkmasına yol açmıştır Böylece, gittikçe bütünleşen dünya ekonomisindeki rekabetin belirleyici sonucu, üretim verimliliği kavramına bağlanmıştır Mikromilliyetçilik Küreselleşmenin kültürel ayağı, birbirinden farklı, hatta biri ötekine zıt iki ayrı sonuca işaret eder Birinci sonuç "mikromilliyetçilik" biçiminde ortaya çıkmıştır Son örneğini Yugoslavya olayında gördüğümüz, "mikromilliyetçilik" akımları, ulusal devleti aşan ve onu daha küçük parçalar halinde algılayan bir yapıya sahiptir Küreselleşme, en küçük bir kültürel farklılığı bile vurgulayarak, elektronik medya aracılığı ile bunu tüm dünya kamuoyunun dikkatine sunan, ayrıca siyasal açıdan, kültürel farklılıkların korunması ilkesini demokratik hak ve özgürlükler alanının ayrılmaz bir parçası olarak gören bir anlayışı yaygınlaştırmaktadır Küreselleşmenin kültürel ayağının ikinci sonucu, özellikle tüketici davranışını etkileyerek, dünya çapında kültürel birörnekliğin önünü açmış olmasıdır Küreselleşme olgusunun özellikle ekonomik ayağı, yani uluslararası sermayenin egemenliği, bir yandan "marka cazibesi", öte yandan günlük tüketim alışkanlıklarının denetlenmesi yoluyla, tüm dünyayı benzer davranış kalıpları içine sokmaya yani tek boyutlu bir kültürel kimliğe sahip olmaya doğru zorlamaktadır Küreselleşme bir süreç, bir olgudur İyiliği ya da kötülüğü belki tartışılabilir ama, kaçınılmazlığı ortadadır Bu çerçevede, bütün dünyayı etkileyen bu oluşumun sonuçlarını iyi kestirmek ve ona göre davranmak çağdaşlığın ve güncelliğin bir gerekliliği olarak ortaya çıkmaktadır Çokkültürlülük Bir toplumu oluşturan bireylerin ve grupların dil, din, ırk, tarih, coğrafya açısından farklı kökenlerden gelmesine dayanan çokkültürlülük, tek bir siyasal birim halinde ve ortak sınırlar içinde yaşayan toplumlarda söz konusudur Bu farklılıklar kimi zaman, çöken Sovyetler Birliği'nde ya da bugünkü Amerika Birleşik Devletleri'nde olduğu gibi, değişik milletlere mensup insanların bir arada yaşaması biçiminde de görülebilir Bu iki ülkedeki deneyimler, aslında çokkültürlülük kavramının siyasal sonuçları açısından da oldukça öğretici olmuştur Toplumdaki çokkültürlülük olayını, bireysel özgürlükler bazında genel toplumsal ve siyasal yapının bir parçası olarak algılayan ABD oldukça başarılı bir uygulama ile, hem siyasal kimliğini hem de özgürlükleri koruyan bir çizgi izlemiştir Buna karşılık Sovyetler Birliği, bireysel özgürlükleri hemen hemen yok sayarak giriştiği deneyim çerçevesinde, sistemin karşılaştığı başka tür zorlukların sonunda, dağılıp gitmiştir Sovyetler Birliği ve Yugoslavya deneyimleri bize, bireysel özgürlüklerin güvencede olmadığı sistemlerde farklı kültürel kimliklerin korunmasının ve geliştirilmesinin ister üniter ister federal devlet yapıları çerçevesinde olsun, olanaklı olmadığını göstermiştir Bireysel özgürlüklerin güvence altına alınarak, "anayasal bir vatandaşlık bağı" çerçevesinde geliştirilemediği siyasal varlıklar, bütünlüklerini koruyamamaktadır |
|