Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Edebiyat / Dil Bilgisi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
celalettin, hayatı, mevlana, rumi’nin, şahsiyetimevlana

Mevlana Celalettin Rumi’Nin Şahsiyeti-Mevlana Celalettin Rumi’Nin Hayatı

Eski 12-20-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Mevlana Celalettin Rumi’Nin Şahsiyeti-Mevlana Celalettin Rumi’Nin Hayatı



MEVLANA CELALETTİN RUMİ’NİN

ŞAHSİYETİ

Hz Mevlana herşeyden önce olgun, alim ve veli bir şahsiyettir Irk, din ve mezhep farkı gözetmeyen merhameti, insan sevgisi, tevazuu sadece İslam alemini değil tüm insanlığı kendisine hayran bırakmıştır Sadece bir din alimi değil büyük bir fikir ve sanat adamıdır İngiliz AJ Arberry O 'nun için "dünyanın en büyük şairlerinden biri" demekte, Goethe başta olmak üzere büyük şairler arasında Mevlana hayranlığı yaygınlaşmaktadır Rembrant da O 'nun bir tablosunu yaparak hayranlığını ifade etmiştir Mevlana insanı adeta mukaddes bir varlık derecesine yükselterek şahıs ve fikir hürriyetine fevkalade önem vermiştir O hiç bir doğuş farkı, sonradan edinilmiş haslet farkı tanımadan bütün insanlığa değer verir En kötü insanı bile bağışlanmaya ve sevgiye layık görür Allah aşkının insanı ne derece yükselttiğini, temizlediğini tamamen dehasına has bir söyleyişle ifade etmiştir İran ve Türk şairleri arasında kimse O 'nun ateşli lirizminden uzak kalamamış ve yüzlerce doğulu şaire feyz kaynağı olmuştur Hindistan Müslümanları üzerinde de dinamik felsefesi ile etkili olmuştur Kurmuş olduğu Mevlevi tarikatı tamamen Türk tarikatı olarak Türk Kültürüne ölçülemeyecek derecede büyük hizmette bulunmuş ve Osmanlı Padişahlarının dahi girdiği bu tarikattan binlerce şair, bestekar ve alim yetişmiştir Mevlana 'nın Türklük sevgisi ve Türk ırkını övmekten hoşlandığı aşağıdaki beytinde açıkça görülmektedir

Aslen Türkest egerçi Hindu guyem

( Her ne kadar Farsça söylüyorsam da aslım Türk'tür)

HAYATI

Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğmuştur

Mevlâna'nın babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup sağlığında "Bilginlerin Sultanı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahaeddin Veled'dir Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur

Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'ten ayrılmak zorunda kalmıştır Sultânü'l-Ulemâ 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'ten ayrıldı

Sultânü'l-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur Nişâbur şehrinde tanınmış Mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaşmıştır Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır

Sultânü'l-Ulemâ Nişâbur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâbe'ye hareket etti Hac farizasını yerine getirdikten sonra dönüşte Şam'a uğradı Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldi Karaman'da Subaşı Emir Musa'nın yaptırdıkları medreseye yerleşti

1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'l-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldı Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi Bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adında iki oğlu oldu Yıllar sonra Gevher Hatun' u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerra Hatun ile ikinci evliliğini yaptı Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Alim Çelebi adlı iki oğlu ve Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi

Bu yıllarda Anadolu'nun büyük bir kısmı Selçuklu Devletinin egemenliği altında idi Konya ise bu devletin başşehri idi Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve devletin hükümdarı Alâeddin Keykubad idi Alâeddin Keykubad, Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi

Bahaeddin Veled, sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldi Sultan Alâeddin onu muhteşem bir törenle karşıladı ve ona ikametgâh olarak Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni tahsis etti

Sultânü'l-Ulemâ, 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti Mezar yeri olarak Selçuklu Sarayı'nın Gül Bahçesi seçildi Günümüzde müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'na bugünkü yerine defnedildi

Sultânü'l-Ulemâ ölünce talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu Medrese kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu

Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı Mevlâna Şems'te "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştü Ancak beraberlikleri uzun sürmedi Şems aniden öldü Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkubi ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar

Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 pazar günü Hakk'ın rahmetine kavuştu Mevlâna'nın cenaze namazını vasiyeti üzerine Sadrettin Konevi kıldıracaktı Ancak Sadreddin Konevi çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı Bunun üzerine Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Siraceddin kıldırdı

Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu O öldüğü zaman sevdiğine, yani Allah'ına kavuşacaktı Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu

"Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir"

Hz Mevlâna

ESERLERİ

Mesnevi klasik doğu edebiyatında, bir şiir tarzının adıdır Edebiyatta aynı vezinde ve her beyti kendi arasında ayrı ayrı kafiyeli nazım türüne Mesnevi adı verilmiştir Uzun sürecek konular veya hikayeler şiir yoluyla anlatılmak istendiğinde, kafiye kolaylığı nedeniyle mesnevi türü tercih edilirdi

Mesnevi her ne kadar klasik doğu şiirinin bir türü ise de, "Mesnevi" denildiği zaman akla "Mevlâna'nın Mesnevi'si" gelmektedir

Mevlâna Mesnevi'yi Hüsameddin Çelebi'nin isteği üzerine yazmıştır Kâtibi Hüsameddin Çelebi'nin söylediğine göre, Mevlâna, Mesnevi beyitlerini Meram'da gezerken, oturuken, yürürken, hatta semâ ederken söylermiş Çelebi Hüsameddin de yazarmış

Mesnevi'nin dili Farsça'dır Halen Mevlâna Müzesi'nde teşhirde bulunan 1278 tarihli, elde bulunulan en eski Mesnevi nüshasına göre beyit sayısı 25618 dir

Mesnevi'nin Vezni:

Fâ i lâ tün - fâ i lâ tün - fâ i lün 'dür

Mevlâna 6 ciltlik Mesnevi'sinde tasavvufi fikir ve düşüncelerini, birbirine ulanmış hikayeler halinde anlatmaktadır

Dîvân-ı Kebir

Divân şairlerinin şiirlerini topladıkları deftere denir "Divân-ı Kebir "Büyük Defter" veya "Büyük Divân" manasına gelir

Mevlâna'nın çeşitli konularda söylediği şiirlerin tamamı bu divandadır Divân-ı Kebir'in dili Farsça olmakla beraber, içinde Arapça, Türkçe ve Rumca şiire de yer verilmiştir

Divân-ı Kebir 21 küçük divân (Bahir) ile rubâî divânının bir araya getirilmesi ile oluşmuştur Divân-ı Kebir'in beyit sayısı 40000'i aşmaktadır

Mevlâna Divân-ı Kebir'deki bazı şiirlerini Şems Mahlası ile yazdığı için bu divâna Divân-ı Şems de denmektedir Divânda yer alan şiirler vezin ve kafiyeler göz önüne alınarak düzenlenmiştir

Mektûbât

Mevlâna'nın başta Selçuklu hükümdarlarına ve devrin ileri gelenlerine nasihat için, kendisinden sorulan ve halli istenilen dini ve ilmi konularda açıklayıcı bilgiler vermek için yazdığı 147 adet mektuptur

Mevlâna bu mektuplarında, edebi mektup yazma kaidelerine uymamış, aynen konuştuğu gibi yazmıştır Mektuplarında "kulunuz, ben deniz"gibi kelimelere hiç yer vermemiştir

Hitaplarında mevki ve memuriyet adları müstesna, mektup yazdığı kişinin aklına, inancına ve yaptığı iyi işlere göre kendisine hangi hitap tarzı yakışıyorsa, onu kullanmıştır

Fîhi Mâ Fih

Fîhi Mâ Fih "Ne varsa içindedir" manasına gelmektedir Bu eser Mevlâna'nın çeşitli meclislerde yaptığı sohbetleri içermektedir Bunların oğlu Sultan Veled tarafından bir kitapta toplandığı sanılmaktadır Eser 61 bölümden oluşmaktadır Bu bölümlerden bir kısmı, Selçuklu Veziri Süleyman Pervane'ye hitaben kaleme alınmıştır Eserde bazı siyasi olaylara da değinilmiştir Bu nedenle bu eser tarihi açıdan da büyük bir önem taşımaktadır

Eserde cennet ve cehennem, dünya ve ahiret mürşid ve mürid, aşk ve sema gibi konular işlenmiştir

Mecâlis-i Seb'a (Yedi Meclis)

Mecâlis-i Seb'a adından da anlaşılacağı üzere Mevlâna'nın yedi meclisinin, yedi vaazının toplanmasından meydana gelmiştir Mevlâna'nın vaazları, Çelebi Hüsameddin veya oğlu Sultan Veled tarafından not edilmiş ancak özüne dokunulmamak kaydı ile eklentiler yapılmıştır Eserin düzenlenmesi yapıldıktan sonra, Mevlâna'nın tashihinden geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir

Şiiri amaç değil, fikirlerini söylemede bir araç olarak kabul eden Mevlâna, yedi meclisinde şerh ettiği hadisleri şu konulara ayırmıştır:

1 Doğru yoldan ayrılmış toplumların hangi yolla kurtulacağı

2 Suçtan kurtuluş, akıl yolu ile gafletten uyanış

3 İnanç'daki kudret

4 Tövbe edip doğru yolu bulanların Allah'ın sevgili kulu olacakları

5 Bilginin değeri

6 Gaflete dalış

7 Aklın önemi

Bu yedi mecliste, asıl şerh edilen hadiselerle beraber 41 hadis daha geçmektedir Mevlâna tarafından seçilen her hadis içtimaidir Mevlâna, yedi meclisinde her bölüme "hamd-ü sena" ve "münacat" ile başlamakta, açıklanacak konuları ve tasavvufi görüşlerini hikaye ve şiirlerle cazip hale getirmektedir Bu yol Mesnevi'nin yazılışında da aynen kullanılmıştır

MEVLANA MÜZESİ

Bugün müze olarak kullanılmakta olan Mevlâna Dergâhı'nın yeri, Selçuklu Sarayı'nın Gül Bahçesi iken bahçe, Sultan Alâeddin Keykubad tarafından Mevlâna'nın babası Sultânü'l-Ulemâ Bâhaeddin Veled'e hediye edilmiştir

Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 tarihinde vefat edince türbedeki bugünkü yerine defnedilmiştir Bu defin gül bahçesine yapılan ilk defindir

Sultânü'l-Ulemâ'nın ölümünden sonra kendisini sevenler Mevlâna'ya müracat ederek babasının mezarının üzerine bir türbe yaptırmak istediklerini söylemişlerse de Mevlâna "Gök kubbeden daha iyi türbe mi olur" diyerek bu isteği reddetmiştir Ancak kendisi 17 Aralık 1273 yılında vefat edince Mevlâna'nın oğlu Sultan Veled Mevlâna'nın mezarı üzerine türbe yaptırmak isteyenlerin isteklerini kabul etmiştir "Kubbe-i Hadra" (Yeşil Kubbe) denilen türbe dört fil ayağı (kalın sütun) üzerine 130000 Selçukî dirhemine Mimar Tebrizli Bedrettin'e yaptırılmıştır Bu tarihten sonra inşaî faaliyetler hiç bitmemiş 19 yüzyılın sonuna kadar yapılan eklemelerle devam etmiştir

Mevlevî Dergâhı ve Türbe 1926 yılında "Konya Âsâr-ı Âtîka Müzesi" adı altında müze olarak hizmete başlamıştır1954 yılında ise müzenin teşhir ve tanzimi yeniden gözden geçirilmiş ve müzenin adı "Mevlâna Müzesi" olarak değiştirilmiştir

Müze alanı bahçesi ile birlikte 6500 m² iken, yeri istimlak edilerek Gül Bahçesi olarak düzenlenen bölümlerle birlikte 18000 m²ye ulaşmıştır

Müzenin avlusuna "Dervîşân Kapısı" ndan girilir Avlunun kuzey ve batı yönü boyunca derviş hücreleri yer almaktadır Güney yönü, matbah ve Hürrem Paşa Türbesi'nden sonra, Üçler Mezarlığı'na açılan Hâmûşân (Susmuşlar) Kapısı ile son bulur Avlunun doğusunda ise Sinan Paşa, Fatma Hatun ve Hasan Paşa türbeleri yanında semahane ve mescit bölümleri ile Mevlâna ve aile fertlerinin mezarlarının da içerisinde bulunduğu ana bina yer alır

Avluya Yavuz Sultan Selim'in 1512 yılında yaptırdığı üzeri kapalı şadırvan ile "Şeb-i Arûs" havuzu ve avlunun kuzey yönünde yer alan selsebil adı verilen çeşme, ayrı bir renk katmaktadır

Tilâvet Odası

Tilâvet Arapça bir kelime olup,Kur'an-ı Kerim'i güzel sesle ve usulüne uygun olarak okuma anlamına gelir Geçmişte bu oda da Kur'an-ı Kerim okunulduğu için buraya tilâvet odası denmiştir Halen Hat Dairesi olarak kullanılmaktadır

Hat Dairesi'nde Mahmud Celaleddin, Mustafa Rakım, Hulusi, Yesarizâde gibi devirlerinin meşhur hattatlarının levhaları yanında, Sultan II Mahmud'un yazdığı altın kabartma bir levha da yer almaktadır Gümüş kapı üzerinde teşhir edilmekte olan Yesarizâde Mustafa İzzet Efendi'nin hattı ile yazılmış olan Molla Cami'ye ait Farsça beyitte şöyle denilmektedir

Kabetü'l-uşşâk bâşed in mekam

Her ki nakıs amed incâ şod temam

(Bu makam aşıkların kâbesi oldu Buraya noksan gelen tamamlanır)

Huzûr-ı Pîr (Türbe)

Türbe salonuna Sokullu Mehmet Paşa'nın oğlu Hasan Paşa'nın 1599 yılında yaptırdığı gümüş kapıdan girilir Burada bulunan iki vitrin içerisinde Mevlâna'nın meşhur eserlerinden Mesnevi'nin, Divân-ı Kebir'in en eski nüshaları sergilenmektedir Türbe salonunu üç küçük kubbe örter Üçüncü kubbeye post kubbesi de denilir ve yeşil kubbeye kuzey yönünden bitişiktir

Türbe salonu doğuda, güneyde ve kuzeyde yüksekçe bir set ile çevrilir Kuzeyde iki parça halinde yer alan yüksek setlerde 6 Horasan erinin sandukaları yer almaktadır Horasan erlerinin hemen ayak ucunda ise İlhanlı Hükümdarı Ebû Said Bahadır Han için yapılmış nisan tası sergilenmektedir

Yine burada yer alan iki levha, Mevlâna'nın felsefesini ve düşünce sistemini açıklaması açısından mühimdir 1 levha Türkçedir ve şöyledir;

"Ya olduğun gibi görün

Ya göründüğün gibi ol"

Hz Mevlâna

2 levha ise Mevlana'nın Farsça bir rubaisidir Rubainin Türkçe çevirisi şöyledir;

"Gel, Gel, ne olursan ol, gel!

İster kâfir, ister mecûsî, ister puta tapan ol, gel!

Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir

Yüz kerre tövbeni bozmuş olsan da yine gel!"

Hz Mevlâna

Türbe salonunu doğuda ve güneyde çevreleyen yüksekçe set üzerinde ise Mevlâna ve babası Bahaeddin Veled'in soyundan gelme, 10'u hanımlara ait olmak üzere 55 adet mezar ile, Hüsameddin Çelebi, Selâhaddin Zerkûbî ve Şeyh Kerimüddin gibi Mevlevîlikte makam sahibi olmuş 10 kişiye ait toplam 65 mezar bulunmaktadır Hanımlara ait mezarların üzerinde yer alan sandukalara sikke konulmamıştır

Yeşil kubbenin tam altında Mevlâna'nın ve oğlu Sultan Veled'in mezarları yer almaktadır Mezarların üzerindeki iki bombeli mermer sandukayı 1565 yılında Kanunî Sultan Süleyman yaptırmıştır Sandukaların üzerinde yer alan altın sırma tellerle işlenilmiş Pûşîde ise Sultan Abdülhamid II tarafından 1894 yılında yaptırılmıştır

Halen Mevlâna'nın babası Bahaeddin Veled'in mezarı üzerinde bulunan ve bazı kişilerin "oğlu gelince babası ayağa kalkmış" dedikleri ahşap sanduka ise, bir Selçuklu şaheseri olup, 1274 yılında Mevlâna için yaptırılmıştır Kanunî, Mevlana ve oğlu Sultan Veled'in mezarları üzerine 1565 yılında yeni bir mermer sanduka yaptırınca, ahşap sanduka buradan kaldırılmış ve sandukası olmayan Mevlâna'nın babasının mezarının üzerine konulmuştur

Semâhâne

Semâhâne bölümü, mescid bölümü ile birlikte XVI yüzyılda Kanunî Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır Semâhâne'de semâ, 1926 yılında dergâh müze oluncaya kadar devam etmiştir Semâhâne'de yer alan naat kürsüsü ve müzisyenlerin oturdukları mutrib hücresi ile erkekler ve hanımlara ait mahfiller orijinal halleri ile korunurken, Semâhâne'nin uygun duvarlarında tarihi halılar ve yine vitrinler içerisinde madeni ve ahşap eserlerle Mevlevî musiki aletleri sergilenmektedir

Mescid

Mescide çerağ kapısından girilir Ayrıca mezarların bulunduğu huzûr- pîr ve semâhâne bölümlerinden de birer küçük kapı ile geçişler vardır Bu bölümde müezzin mahfili ve mesnevîhân kürsüsü orijinal halleriyle muhafaza edilmektedir

Mescidin güney duvarı üzerinde çok değerli halı ve ahşap kapı numuneleri sergilenirken, Mescid içerisine serpiştirilen 10 adet vitrinde de çok değerli cilt, hat ve tezhip numuneleri sergilenmektedir

Halı Kumaş Bölümü - Derviş Hücreleri

Mevlâna Dergâhı'nın ön avlusunun batı ve kuzey yönünü çevreleyen, her birinde birer küçük kubbe ve baca bulunan 17 hücre bulunmaktadır Bu hücreler Padişah III Murat tarafından 1584 yılında dervişlerin ikameti için yaptırılmıştır

Bu hücrelerden giriş kapısının sağında kalan dört hücre, halen gişe ve idare binası olarak kullanılmaktadır Girişin solunda kalan 13 hücrenin baştan iki tanesi postnişîn ve mesnevîhân hücresi olarak, orijinal eşyaları ile teşhir edilmiştir

En sondaki iki hücre ise değerli kitap koleksiyonlarını müzemize hediye eden Rahmetli Abdülbakî Gölpınarlı ile Dr Mehmet Önder'in kitaplarına tahsis edilmiştir Halen kütüphane olarak hizmet vermektedir

Diğer 9 hücrenin ara duvarları kaldırılarak birbirine bağlı iki büyük koridor elde edilmiştir Bu koridorlardan birinde ülkemizin Kula, Gördes, Uşak, Kırşehir gibi yörelerine ait tarihi halıları, diğer koridorda ise Konya İli'ne bağlı, Ladik, Karaman, Karapınar, Sille gibi yörelerde dokunmuş tarihi halılar sergilenmektedir

Bu hücrelerin koridora açılan pencere ve kapı boşluklarına yapılan vitrinlerde ise Mevlevî etnografyasına ait pazarcı maşası, mütteka, nefîr gibi dergâhtan müzeye nakledilen tarihi nitelikteki eşyalarla, müze koleksiyonunda yer alan son derece değerli Bursa kumaşları sergilenmektedir

Matbah Bölümü

Matbah müzenin güneybatı köşesinde yer alır 1584 yılında Sultan III Murat tarafından yaptırılmıştır Dergâhın müzeye dönüştürülüğü 1926 yılına kadar yemek ihtiyacı burada karşılanıyordu

1990 yılında yapılan onarımlardan sonra bu bölümün teşhir ve tanzimi mankenler ile yeniden yapılmıştır Matbahın asıl işlevi olan yemek pişirme ve somat denilen sofrada yemek yeme adabı mankenlerle anlatılmaya çalışılmıştır Matbahın diğer işlevlerinden olan Nev-ni-yâz denilen Mevlevî aday adayı saka postu üzerinde otururken, semâ talim çivisi yanında ise semâ dedesinin can tabir edilen Mevlevî derviş adayına semâ talim ettirişi anlatılmaya çalışılmıştır


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.