Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Edebiyat / Dil Bilgisi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
anlam, anlamsözcük, anlatımı, dersi, edebiyat, edebiyatta, kavram, konu, sözcük

Edebiyatta Sözcük Kavram Anlam-Sözcük Kavram Anlam Edebiyat Dersi Konu Anlatımı

Eski 12-20-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Edebiyatta Sözcük Kavram Anlam-Sözcük Kavram Anlam Edebiyat Dersi Konu Anlatımı



Sözcüğün Anlamı

İletişimde tek tek sözcüklerin mi, tümcenin mi daha önemli olduğu çok tartışılmıştır Bütünden (tümceden) parçaya (sözcüğe) gidiş de tutulabilecek bir yolken, en küçükten, sözcükten başlayarak tümceye giden bir yöntemi; yani bir anlamda tümevarım yöntemini izleyeceğiz biz Hem hepimizin konuşmaya sözcüklerden başladığını dikkate alarak hem de kimi zaman tek sözcükle bile meramımızı anlatabildiğimizi düşünerek, sözcüğü öne alıyor ve önce sözcüğün anlamı üzerinde durmayı öneriyorum

Kaç çeşit anlam vardır, diye sıralamak kolaydır da anlamın tanımını yapmak zordur Biz de anlamın var olmasını sağlayan şeyle, kavramla işe başlayalım ve kavram nedir, diye soralım önce Bunu sorarken, her kavrama/her anlama bir sözcük düştüğü hesabıyla hareket edeceğimizi anımsatmış olayım

KAVRAM

Bir sözcüğün, o dili bilenlerin beyninde oluşturduğu tasarım ve çağrışımlardır

Ne demek? Türkçe bilen biri ağaç sözcüğünü duyduğunda gözünü kapatsa beyninde bir ağaç canlanmaz mı? Tasarımdan işte bunu kastediyorum Beynimize kazınmış görüntüler Bunlar, daha annemizin babamızın elinden tutup "Bu ne? Bu ne?" diye kafalarını şişirmeye başladığımız zamanlarda kaydedilmiş oraya Anne ya da babamız: "Bak, oğlum / kızım! Bu, ağaç" dediğinde beyin, ağaç sözcüğüyle kodlayarak bir kayıt yapmış Bir tür sesli kodlama ve görüntülü kayıt O yüzden ağaç sözcüğünü duyan ve elbette Türkçe bilen herkesin kafasında bir ağaç tasarımı oluşuralınmıştır

Henüz okula bile gitmeyen çocukların ağaç, ev, kedi vb çizebilmeleri bu sayede oluyor Burada "Tıpkı bilgisayar gibi" diyeceğim; beyne ayıp olacak En gelişmiş bilgisayarlar bile insan beyninin kapasitesine erişememiştir Buraya bir "henüz" diye ekleyeyim mi diye düşündüm bir an Hayır, henüz ulaşamamış değildir, hiçbir zaman da ulaşamayacak; çünkü bilindiği gibi bilgisayar zaten insan beyni örnek alınarak yapılmıştır Bilgisayarları en çok kendi beynimizin kapasitesine çıkarabiliriz Siz bakmayın birtakım bilimkurgu filmlerinde insanların emrini dinlemeyen bilgisayarlara, başına buyruk robotlara falan ("Onlar kâğıt!" derlerdi ya eskiden çocuklara, filme kapılıp gidince Tıpkı öyle) Onlar film Bizi bu yolla korkutmaya çalışan bir insanın beyninden çıkma hepsi Öyleyse beynimizde tasarımlar var zaten Bizim anımsamadığımız bir dönemde oraya kaydedilmiş durumda

Peki, çağrışım ne? Çağrışım da bir sözcüğün bize anımsattıkları Herhangi bir sözcük duyduğumuzda aklımıza onunla uzaktan yakından ilgili pek çok başka şey gelir ya, onlar işte Bizim, "ağaç" sözcüğünü duyan kişimizin, "dal, yaprak, meyve, gölge, orman" pek çok şeyi anımsaması Bir sözcüğün anlamını bu sayede biliriz Zihnimizde daha önceden yapılmış kayıtları vardır, o kayda bağlı, ona akraba kayıtlar Sözcüğü duyduğumuzda tümünü birden anımsarız Öyleyse nedir anlam?

ANLAM

Tasarım ve çağrışımların toplamıdır

Felsefenin temel konularından biri olmuştur insanoğlunun nasıl öğrendiği Yüzlerce yıl filozoflar bunu tartışmışlar İnsan doğduğunda bir şeyler biliyor ve yeryüzü serüveni boyunca bunları anımsayıp öğrendiğini mi sanıyor; yoksa beynimiz boş bir levha halinde mi doğduğumuzda? Bilim el attıktan ve kesin sonuca ulaştırdıktan sonra felsefenin konusu olmaktan çıkar ya pek çok şey, "epistemoloji (bilgi kuramı)" için de böyle olmuş bu Bilim, öğrenmenin beyinde DNA iplikçikleriyle oluşturulan bağlantılarla olduğunu bulduktan sonra felsefe bırakmış bu konunun peşini Beyindeki bu faaliyet insanın gözlerine, bakışlarına bile yansır gerçekten, öğretmenseniz iyi bilirsiniz

Dersi dinleyen öğrencilere şöyle bir baktığınızda kimin anladığını kimin anlamadığını bakışlarından çıkarırsınız Birtakım şeyleri sürekli ezberleyenlerin gözlerine baktığınızda da görebilirsiniz bu dediğimi Çoğu bön bön bakar, gözlerinde trene bakan bir ineğinkinden daha fazla ışıltı, daha fazla parlaklık bulunmaz Oysa öğrenmekte olan insanın gözleri ışıl ışıldır Almakta olduğu bilgiyi eskileriyle ilişkilendirmiş ve yerli yerine oturtmuştur Ezber ise bu söylediğimden tümüyle farklıdır Ezber, bir bilgiyi hiçbir yere dayamadan beyinde tutmaya çalışmaktır; anlama ise o bilgiyi öncekilerle bağlantılandırmak Dişçi bile, takma bir dişi sağındaki solundaki dişlere bağlar; yapıştırdığı yerde tek başına duramayacağını bilir Sözü uzattım, kesiyorum Biz yine sözcüğün anlamına dönelim

Bir beyinde bir sözcükle ilgili kayıt yoksa o beyinden o sözcüğün anlamıyla ilgili bir tanım, bir bilgi çıkmaz Sözgelimi ben şimdi size "mip" nedir, diye sorsam; sorduğum anda bir bilgisayarın "enter" tuşuna basılmış gibi zihniniz o zamana dek yapılmış tüm kayıtları gözden geçirecek ve böyle bir kayda rastlanmadığını size bildirecek Üstelik bu işi, dünyanın en hızlı bilgisayarını hasedinden çatlatacak bir hızla yapacak Öyle bir kayıt yok Demek ki bu sözcüğün anlamını bilmiyorsunuz Bilseniz çok şaşardım zaten; çünkü şimdi, yazarken uydurdum bu "sözcük"ü Böyle bir sözcük yok Ama mip yerine ev deseydim hemen bir ev resmi belirecekti gözünüzde ve evle ilgili "aile, yuva, eşya" vb çağrışımlar Bu sözcüğün anlamını da bunlardan çıkaracaktınız Zihninizdeki tasarım ve çağrışımı birleştirip "içinde insanların yaşadığı yapı" diye anlamını söyleyiverecektiniz

Şimdi de soyut ve somut anlamlı sözcüklerin ne olduğuna bakalım Biliyorum, hepimizin zihninde "elimizle tutup gözümüzle gördüğümüz" diye bir ezber var Bir sözcüğün somut anlamlı olup olmadığını anlamak için her seferinde gidip o varlığı ellememiz gerekmez Beynimizde tasarım ve çağrışım yaptıran her kavram somut, bu kavramın karşılığı olan anlam da somut anlamdır Biraz daha "somut" söylemeye çalışayım Beş duyu organımızın herhangi biriyle algıladığımız bütün kavramlar somuttur Sözgelimi "ses" sözcüğünü düşünün Elimizle tutup gözümüzle görmüyoruz diye somut olmadığını mı düşüneceğiz? Olur mu? Fizikte başlı başına bir alandır, bir konudur ses

Fizikte (fizik sözcüğünü ve kavram alanını da anımsayarak) somut olanın ta kendisidir Ben burada "limon" örneğini vermekten çok hoşlanırım Özellikle de ballandırırım Tahtaya "limon" yazıp tasarımını, çağrışımını belirledikten sonra "Bakın," derim öğrencilere "Elimde limon falan yok Oysa üç-beş tane limonu bir güzel yıkadıktan sonra, üstünde su damlacıklarıyla bir tabağa koyup buraya getirebilirdim ve gözünüzün önünde cırt diye kesip suyunu, birilerinize yalatarak eksiliğini gösterebilirdim size Öyle yapmadığım halde ağzınız sulandı, değil mi?" Gerçekten de ben böyle ballandırarak (pardon, sulandırarak) anlattığımda, ben dahil, hepimizin ağzı sulanır Ben de fırsat eğitimi yaratıp "Gördünüz mü?" derim "Yalnızca sözcüğü duydunuz Duyduğunuz anda beyninize uyarı gitti Biliyor muydu beyniniz bu sözcüğü? Biliyordu O kadar iyi biliyordu ki yalnız size anımsatmakla kalmadı; salgı bezlerinize kadar ulaştı bilgi; salgı bezleriniz su koyverdi" Böylece anlamın öyle uzaklarda bir yerlerde olmadığını, kafamızın içinde tarafımızdan aranmayı beklediğini söylemiş olurum onlara

Dediğim gibi, tahtaya da çizerim şöyle:

Soyut anlama geçtiğimde de "aşk" ve "sevgi" sözcüklerini yazarım tahtaya

Öğrencilerimiz hangi yaşta olurlarsa olsunlar, bu sözcükleri tahtada görmeye pek alışık değildirler; o yüzden dikkat kesilirler Amacım bu fırsattan yararlanıp Türkçenin güzelliğini, zenginliğini göstermektir onlara; ama aşkı ve sevgiyi özellikle karşılaştırırım En katışıksız sevginin anne sevgisi olduğunu, annelerinin nasıl da üstlerine titrediğini anlattıktan sonra aşka geçer, kimi gazete haberlerini anımsatırım Adam sevgilisini 37 yerinden bıçaklıyor "Niye yaptın?" diyorlar "Âşıktım abi" diyor Hani sevgi, korur gözetirdi! Aşk öldürüyor Dahası, aşkın, öldürmenin bağışlanabilir nedeni olduğu düşünülüyor "Öğrenmekte olduğunuz Batı dillerini düşünün," diyorum "Aşk ve sevgi çoğunda aynı sözcükle ifade ediliyor Oysa bunlar aynı kavramlar değil Gördünüz mü Türkçenin zenginliğini?"

Bu arada, bizim, sevgilisini 37 yerinden bıçaklayan hayali âşığı anlatırken bir fırsat daha yaratıp simge (sembol) ile tasarım arasındaki farka da değinirim "Aşk tasarım yapıyor mu?" diye sorup "Hayır!" yanıtını aldıktan sonra birkaç kişi mutlaka sağa sola çizilen kalp resimlerini anımsar Onların aklına gelmezse ben getiririm "Hani parklardaki banklara, ağaçlara kazınan kalpler vardır Onlar ne peki?"

Bizim hayali âşığa bir kez daha iş düşer Daha âşık olmamış, âşık olacağı kişiyi arama dönemindedir Hıdrellez gelmiştir Hızır ile İlyas senede bir gün ya deniz kıyısında ya bir su kenarında buluşacaklardır Hızır karadakilerin yardımına koşmakta olduğu için karadan, İlyas denizdekileri koruduğu için denizden gelecektir İnsanlar da onların buluşma yerleri olacağını varsaydıkları yerlere, deniz kıyılarına, su kenarlarına koşmakta, "Biri görmezse öteki görür, dileğimi gerçekleştirir" diyerek kavuşmak istedikleri şeyleri çizmektedirler çakıl taşlarıyla Ev isteyen ev resmi çizer kumların üstüne, araba isteyen araba resmi

Peki bizim âşık adayımız ne çizecek? O yaşa gelmiş, adam gibi bir aşk yaşamamış Nasıl anlatacak doğru dürüst bir aşk yaşamak istediğini? O da bir kalp resmi yapıyor Çünkü başka türlü anlatamıyor Tasarımı olsa istediği şeyin, onu çizecek; ama tasarımı yok işte o yüzden bir simge buluyor o şeye, simgeyle anlatıyor Demek ki neymiş? Hiçbir duyu organıyla algılayamadığımız kavramın anlamı soyuttur Peki, temel anlam, mecaz anlam, gerçek anlam falan gibi sözler dolaşıyor ortalıkta Onlar nedir?

TEMEL ANLAM (GERÇEK ANLAM)

Bir sözcüğün tek başına olduğu zamanki anlamı, ilk anlamıdır

Bu "ilk" sözcüğünden, aklımıza ilk gelen anlam da anlaşılabilir, sözlükteki sıralamada " 1" numarayla gösterilmiş olan anlam da İkisi de doğrudur Merak eden, hatta etmeyen de (çünkü sözlük karıştırmak güzeldir, çok zevklidir) sözlüğe baksın Anlamlar numaralanmıştır ve "1" numaralı anlam, daima temel anlamdır Tanımın aklımıza ilk gelen bölümü de açıklama gerektirir Herkesin aklına ilk o anlam niye gelsin? Ayrıca kimi sözcüklerin yan anlamları temel anlamlarından daha yaygın kullanılmaktadır Bu ölçüte pek güvenemeyiz; ama, tek başına olduğu zamanki ölçütüne güvenebiliriz Tek tek anımsadığımız sözcüklerin çoğunda temel anlam gelir aklımıza ilk

Temel anlam somut da olabilir soyut da Türkçede genellikle sözcükler somut anlamlıdır Soyut anlamlı sözcüğümüz az olduğu için, temel anlamı somut sözcüklere soyut anlam yükleyerek (ki biraz sonra anlatacağım bu konuyu) karşılarız soyut kavramları Bir halkın diline bakarak yaşamı nasıl algıladığı anlaşılabilir Türkçeyi anadili olarak benimseyenler, dünyayı somut olarak algılamaktan hoşlananların soyundan gelmekte demek

YAN ANLAM

Bir sözcüğün, başka sözcüklerle ilişkisi sayesinde kazandığı anlamların tümüdür

Sözcüğün dilin içinde, kullanımda kazandığı anlamlardır bunlar Hiçbir sözcük tek basınayken yan anlam kazanmaz Yan anlamlar da somut ve soyut olabilir Temel anlamı somut olan sözcüklerin ilk sıralardaki anlamları somut, sonrakiler soyut olur genellikle Anlam, suya atılan bir taşın yarattığı halkalar gibi genişler Taşın ilk değdiği nokta temel anlamdır Bu anlam somutsa taşa en yakın halka, temel anlama da en yakın somut anlamdır Merkezdeki temel anlamdan uzaklaşıldıkça anlam da soyutlaşır

"Yem" sözcüğünü ele alalım şimdi Temel anlamı nedir? Türk Dil Kurumu'nun 1983 baskılı Türkçe Sözlük'ünden bakarak yazıyorum:

Yem: 1 Hayvan yiyeceği 2 Kuş ve balık tutmak için tuzağa bırakılan ya da oltaya takılan yiyecek ya da yiyecek görüntüsündeki nesne 3 mec Birini aldatabilmek için hazırlanmış düzen; kullanılan kimse ya da şey

Fark etmişsinizdir, mecaz anlam diye ayrı bir başlık koymuyorum; çünkü onun da yan anlam kapsamında, yan anlamlardan biri sayılması gerektiğini düşünüyorum

Burada "eşseslilik" ("sesteşlik") konusuna da biraz girelim "Sesteş" sözcüklerle temel anlam-yan anlam ilişkisi karıştırılmamalı Sesteş (adı üstünde) ortak seslerden kurulu sözcükler demek Bu sözcükler arasında anlam ilişkisi aranmaz Aransa da bulunmaz Zaten aynı ya da yakın anlam söz konusu olsaydı bunların adı "sesteş" değil, "anlamdaş" olurdu "Yüz" sözcüğünü düşünelim şimdi, ikisi ad (isim), ikisi eylem (fiil) olmak üzere dört ayrı "yüz" sözcüğü var

Yüz (1): Doksan dokuzdan sonra gelen sayının adı ve bu sayıyı gösteren işaret, 100

Yüz (2): Başta, alın, göz, burun, ağız, yanak ve çenenin bulunduğu ön bölüm, sima, çehre, surat

Yüz- (3): Kol, bacak, yüzgeç gibi organların özel hareketleriyle su yüzeyinde ya da su içinde ilerlemek, durmak

Yüz- (4): Derisini çıkarmak, derisini soymak

Bu sözcüklerin yukarıya aldığım anlamları temel anlam 3 ve 4 "yüz" sözcüklerinin yanına koyduğum çizgi, bunların eylem kökü olduğunu göstermek üzere, bundan sonra da kullanacağımız bir işaret Şimdiden alışmakta yarar var Bu "yüz"ler, temel anlamlarına bağlı olarak yan anlam da kazanır mı? Elbette İlki terim (matematik terimi, öyle ya!) olduğu için, terimlerle ilgili de bir bilgi sıkıştıralım bu araya Terim, bilindiği gibi, bir bilim, sanat, meslek dalıyla ilgili özel ve belirli bir kavramı karşılayan sözcüktür O yüzden terimler pek fazla yan anlam kazanmaz

Pek fazla, dedim; çünkü kazananları da vardır ve açıkçası özel bir alanda kullanılmak üzere sunulan sözcükler sınırlarını o alanın dışına taşırdıklarında dili zenginleştirir Bu söylediğime örnek olarak "açı" sözcüğüne bakalım Terim olmasının yanı sıra "benim açımdan", "bakış açısı"kullanımlarındaki gibi, "görüş, bakım, yön" gibi yan anlamlar kazanmıştır ve ne iyi etmiştir, öteki "yüz" sözcüklerinin temel anlamlarına bağlı olarak kazandıkları yan anlamları hepimiz biliyoruz Ben yine de birini ele alıp açıklayayım İkinci "yüz" sözcüğü, önce "suyun yüzü, yapının yüzü, yastığın yüzü, yorganın yüzü" gibi somut anlamlar kazandıktan sonra "Adam, yüzsüzün biri" tümcesindeki gibi soyut bir anlam kazanıyor Öteki "yüz" sözcükleri için de durum bu Demek her biri bağımsız birer sözcük Tek şanssızlıkları y, ü, z sesleriyle ifade edilmiş olmaları Birine "yüz", ötekine "züy" denseydi de olurdu; ama denmemiş Sesteşlik yalnız Türkçede değil, bütün dillerde vardır Hiçbir dil için yoksulluk işareti sayılmadığı gibi Türkçe için de sayılmamalıdır

Yukarıda terimlerle ilgili olarak söylediklerim, terim olmayan sözcükler için elbet bütünüyle geçerlidir Yine de önce şu soruyu sormakta yarar var: Sözcüklerin yan anlam kazanması dil açısından olumlu mudur, olumsuz mu? Bunu sorup sınıflarda öğrencileri birbirine düşürmeyi çok severim Birbiriyle çelişen yanıtlar verilebilir bu soruya Bir sözcüğün pek çok yan anlamının bulunması, o sözcüğün anlam yönünden şişmesine, giderek kendi anlamını bile netlikle karşılayamamasına yol açabilir Ancak, şu da düşünülmeli Dünyada o kadar çok kavram var ki bu kavramların tümünü ayrı sözcüklerle karşılamaya kalksaydık milyonlarca değil, milyarlarca, belki trilyonlarca sözcüğümüz olurdu Bu sözcükleri öğrenmeye ömrümüz yetmezdi Ardımızdan, "Tam dili sökmek üzereydi, rahmetli oldu" denecek durumlara düşerdik Bir dilin zenginliğini sözcük sayısıyla ölçme alışkanlığını biliyorsunuz Doğru mu bu? "Türkçe, İngilizce kadar zengin bir dil değildir; çünkü İngilizcedeki sözcük sayısı şu kadar, Türkçedeki ise bu kadar" diye karşılaştırma yapanları çok duymuşuzdur Ben sinir olurum böylelerine Sanırsınız ki Türkçedeki bütün sözcükleri biliyorlar; ama bildikleri bu sözcükler anlatmak istedikleri derin anlamları iletmelerine yetmiyor Besbelli hiç sözlük karıştırmamışlar, akıllarına takılan bir sözcük için sözlüğe baktıklarında bilmedikleri onlarca, yüzlerce sözcükle karşılaşmamışlar

Önemli olan, dilin çok sayıda sözcüğe sahip olması değil, bütün anlamları karşılayacak olanağa sahip olup olmadığıdır Eğer Türkçe, söylendiği gibi yoksul bir dil olsaydı dünyanın en zengin dili olduğu söylenen İngilizceyle yazılmış kitapların hiçbiri Türkçeye çevrilemezdi Bu dediğim, "Türkçeyi zenginleştirmekten vazgeçelim" anlamına gelmiyor elbette Ama dilimizle ilgili aşağılık kompleksinden kurtulalım Türkçe sağlam bir dildir O kadar sağlamdır ki yüzyıllarca yüzüne bakmadığımız halde yok olup gitmemiş, aramayı akıl ettiğimizde onu bıraktığımız sağlamlıkta bulabilmişiz Osmanlı dönemini kastediyorum bunları söylerken 600 yıl kısa bir süre sayılmaz, değil mi?

Düşünülürse Fransa'da romantizm akımı 40-50 yıl sürmüştür ve bu süre yalnız Avrupa'da değil, dünyada birçok şeyin eskisi gibi olmayacak kadar değişmesine yetmiştir Biz bütün Osmanlı dönemi boyunca Türkçenin yüzüne bakmamışız; yazıdan, edebiyattan uzak tutup konuşma diline indirgemişiz onu; ama yanıldığımızı anladığımızda dipdiri bulmuşuz bıraktığımız yerde Halk ozanlarının, halk hikayecilerinin desteğiyle elbette Okuryazar takımının dışladığı Türkçeyi halk, dilinden hiç düşürmemiş o yüzyıllar süren unutkanlık süresince

Toparlıyorum: Sözcükler sayılarının çokluğuyla zenginleştirmez dili, yüklendikleri yan anlamların çokluğuyla zenginleştirir O zaman Türkçeyle ilgili soruyu şöyle soralım: Türkçe, sözcüklere yan anlam kazandırılma ölçütüne göre zengin bir dil midir? Değildir; çünkü usta şair ve yazarların üstlenmesi gereken yan anlam kazandırma işi, Türkçede halka bırakılmıştır Halk elinden geleni yapmıştır; ama anlamı tek sözcükle karşılayamadığı durumlarda daha çok deyim uydurma yolunu seçmiştir Peki, halkın yan anlam kazandırma yollan nelerdir? Halk hangi yöntemlerle yan anlam kazandırır sözcüklere?


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.