Pamukkale |
05-04-2009 | #1 |
Şengül Şirin
|
PamukkaleEge Bölgesi'nde, Büyük Menderes havzasında, eski ve tarihî bir şehir kalıntısıdır İlkçağdaki adı Hierapois idi Bu şehrin kalesi, bugünkü Denizli şehrinin merkez bucağına bağlı Pamukkale travertenleri Ege Bölgesi'nde, 85000km2 dolayındaki yüzölçümüyle Türkiye topraklarının yaklaşık %11’ini kaplayan, kuzeyde Marmara Bölgesi’ne, doğuda İç Anadolu Bölgesi’ne, güneydoğuda Akdeniz Bölgesi’ne komşu olan bölgemiz batıda da Ege Denizi’yle çevrilidir (adını komşu olduğu denizden alır) Marmara Bölgesi’yle olan sınırı batıda Baba Burnu’ndan başlayarak Edremit Körfezi’nin kuzeyinde yükselen Kaz Dağı’na uzanır İç Anadolu Bölgesi’yle olan sı Büyük Menderes havzasında, eski ve tarihî bir şehir kalıntısıdır İlkçağdaki adı İlk Çağ Hierapois idi Bu şehrin kalesi, bugünkü Denizli Pamukkale adı, kireçli sıcak suların çökelmesi sırasında meydana gelen pamuk gibi beyaz pamuk taşlarından gelmektedir Bu özelliği ile Pamukkale, dünyaca ün kazanmış turistik bir yer durumundadır Pamukkale�nin bu özelliği yanı sıra, İlkçağın önemli bir şehri olan Hierapolis şehrinin kalıntıları da, önemini arttıran bir sebeptir Pamukkale'de, bu tarihî şehir kalıntılarından başka, öldürücü bir takım gazların yayıldığı Şaron mağarası da ünlüdür Pamukkale, kaynak sularının kirecinden oluşmuş bir tepe şehrinin merkez bucağına bağlı Ecirli köyünün yakınlarında bulunmaktadırDenizli Pamukkalesi, horozu ve sularının bolluğu ile ünlü bir ildir İl toprakları 28°30’ ve 29°30’ doğu boylamları ile 37°12’ ve 38°12’ kuzey enlemleri arasında kalır Ege Bölgesi ve Akdeniz Bölgesi arasında bir geçit yeri durumundadır İlin büyük kısmı Ege bölgesinde bulunur Muğla, Aydın, Manisa, Uşak, Afyon ve Burdur illeri ile çevrilidir Yüzölçümü 11874 km2dir Türkiye'nin en tanınmış doğa harikasıdır; ve Türkiye Cumhuriyeti, Kuzey yarımkürede, Avrupa ve Asya kıtalarının kesişme noktasında bulunan bir ülke Ülke topraklarının büyük bir bölümü Anadolu yarımadasında, kalanı ise Balkan Yarımadası'nın uzantısı olan Trakya'da bulunur Ülkenin üç yanı Akdeniz, Karadeniz ve bu iki denizi birbirine bağlayan Boğazlar ile Marmara Denizi ve Ege Denizi ile çevrilidir Komşuları Yunanistan, Bulgaristan, Gürcistan, Ermenistan, İran, Irak ve Suriye'dir Denizli'dedir Pamukkale 2700 metre uzunluğunda ve yüksekliği 160 metredir Parlak beyaz rengiyle Pamukkale'yi 20 km uzaklıktan görmek mümkündürAyrıca Pamukkalede Antik Havuz, Antik Tiyatro, Arkeoloji Müzesi gezilmesi gereken yerlerdendir Tepesinde Denizli Pamukkalesi, horozu ve sularının bolluğu ile ünlü bir ildir İl toprakları 28°30’ ve 29°30’ doğu boylamları ile 37°12’ ve 38°12’ kuzey enlemleri arasında kalır Ege Bölgesi ve Akdeniz Bölgesi arasında bir geçit yeri durumundadır İlin büyük kısmı Ege bölgesinde bulunur Muğla, Aydın, Manisa, Uşak, Afyon ve Burdur illeri ile çevrilidir Yüzölçümü 11874 km2dir antik Roma'dan kalma Antik Roma, Roma kent devletinden doğan uygarlığa verilen isimdir Yaklaşık 12 yüzyıl boyunca varlığını sürdürmüş olan Roma uygarlığı bir monarşiden oligarşik cumhuriyete de daha sonra büyük bir imparatorluğa dönüşmüştür Hierapolis adlı kutsal antik şehir bulunur 5-10 km yakınında Laodikya antik kenti bulunur 5 km ilerisinde ise uluslararası bir thermal merkez olan Karahayıt vardır Burada da beş ve dört yıldızlı oteller thermal turizm ve kaplıca hizmeti vermektedir Pamukkale Travertenleri Koruma sonrası travertenlerin son hali Asırlardan bu yana pek çok uygarlığa ev sahipliği yapan Pamukkale, eşsiz görünümü ve topraklarında barındırdığı tarihin izleriyle "Kutsal şehir" anlamına gelen Hierapolis (Yunanca: ΙεÏ�άπολις), Pamukkale (Denizli) yakınlarında antik kent MÖ 190 yılında II Eumenes tarafından kuruldu MÖ 2 yüzyılda Roma İmparatorluğu|Roma egemenliğine giren şehir altın dönemini bu zamanlar yaşadı ve depremlerle yıkıldıktan sonra tamamen Roma mimarisiyle bezendi Hzİsa`nın havarilerinden Aziz Filipus`un burada öldürülmesi şehre dini bir önem de kazandırmıştır MS 395`te Bizans İmparato Türkiye’nin en önemli turizm merkezlerinden biridir Termal suları ile pek çok ziyaretçisine şifa veren bu sular, oluşturduğu travertenleri ile de adeta görsel bir şölene imza atmaktadır Beyazlığı ve travertenlerinin pamuksu görünümü ile bu adı alan Pamukkale her yıl milyonlarca yerli ve yabancı turisti ağırlıyor Pamukkale, 'her derde deva' şifalı suları ve travertenleriyle, Türkiye'nin turizm cennetlerinden biri Doğa ile tarihin buluştuğu, UNESCO'nun 'Dünya Kültür Mirası Listesi'’nde bulunan Pamukkale, Türkiye'de deniz turizmine alternatif merkezlerden biri konumunda Denizli'nin dünyaya açılan penceresi Pamukkale, travertenlerin sunduğu görsel zenginlikle, yılda 1 milyonun üzerinde yerli ve yabancı turisti misafir ediyor Pamukkale'nin binlerce yıldır yerleşim merkezi olmasını sağlayan şifalı termal su, bölgenin dünyaca ünlü beyaz travertenlerinin de hayat kaynağı Pamukkale'nin hemen yakınındaki Karahayıt ve Gölemezli'deki termal kaynakların romatizma, kalp, mide, damar sertliği, tansiyon ve deri rahatsızlıklarına iyi geldiği ifade ediliyor Bölgedeki bazı oteller, termal tedavi konusunda eğitim almış uzman personeliyle sağlık turizmine yönelik hizmet veriyor Pamukkale'deki termal havuz, yaz-kış ısısı değişmeyen 35 derecelik suyuyla bölgeye gelen turistlerin keyifli zaman geçirmesine de imkan sağlıyor Antik kent Hierapolis ile iç içe olan Pamukkale, kent merkezine 20 kilometre uzaklıkta MÖ 197 yılında kurulan Hierapolis, Hz İsa'nın havarilerinden St Philip'in burada öldürülmesi ve onun adına anıt mezar yaptırılması nedeniyle, inanç turizmi açısından da öne çıkıyor Yapılan kazılarda bulunan tarihi eserler, Hierapolis Arkeoloji Müzesi'nde sergileniyor Pamuksu bir görünümü ile görenleri kendisine hayran bırakan Beyaz Cennet Pamukkale’nin şifalı termal suları yüzeye çıkmasının ardından içerisindeki kalsiyum karbonat çökelir Bu yapı başlangıçta yumuşak bir jel halindedir Zaman içinde sertleşmekte "TRAVERTEN" olmaktadır Pamukkale’nin binlerce yıldır yerleşim merkezi olmasını sağlayan şifalı termal su, travertenlerin de hayat kaynağıdır Eşsiz travertenler Denizli’nin dünyaya açılan penceresidir Travertenler Traverten sözcüğü, İtalya’da geniş traverten çökeltilerinin bulunduğu Tvoli’nin, Roma zamanındaki adı ‘Tivertino’dan gelmektedir Traverten çok yönlü, çeşitli nedenlere ve ortamlara bağlı, kimyasal reaksiyon sonucu çökelme ile oluşan bir kayadır Pamukkale termal kaynağını meydana getiren jeolojik olaylar geniş bir bölgeyi etkilemiştir Bu bölgede sıcaklıkları 35 – 100 °C arasında değişen 17 sıcak su alanı bulunmaktadır Pamukkale termal kaynağı, bölgesel potansiyel içindeki bir ünitedir Kaynak, antik devirlerden beri kullanılmaktadır Termal su kaynaktan çıktıktan sonra, 320 m uzunluğunda bir kanal ile traverten başına gelmekte ve buradan 60-70 metrelik kısmı çökelmenin olduğu traverten katlarına dökülür Burada su, ortalama 240-300 m yol kat eder Kat kat havuzcuklarında ve kat kat seddelerinde, çökelmekte olan kalsiyum karbonat, başlangıçta bir jel halindedir Zaman içerisinde sertleşmekte ve ‘Traverten’ olmaktadır Termal kaynak suyunun, normal şartlara dönüşmeye çabalaması çökelmeye ve traverten oluşumuna sebep olmaktadır Termal sudaki kalsiyum bikarbonatın aşırı miktarda bulunması ve suyun yüzeye çıkışı sonucu karbondioksit açığa çıkar ve kalsiyum karbonat çökelir Çökelme termal sudaki karbondioksitin havadaki karbondioksit dengeye gelinceye kadar devam etmektedir Beyazlığın oluşumunda, hava şartları, ısı kaybı, akışın yayılımı ve süresi etkilidir Yerinde yapılan analizlerde, kaynak başındaki suyun karbondioksit miktarı ortalama 725mg/1 iken, suyun travertenleri terk ettiğinde bu miktar 145mg/1'e düşmektedir Keza kalsiyum bikarbonat da benzer şekilde 1200 mg/1'den 400 mg/1'e düşmektedir Keza Ca 576/8mg/1'e düşmektedir Bu analiz sonucuna göre, 1lt sudan traverten üzerine 4999mg CaCO 3 çökelmektedir Bu miktar 1 1/sn su için günde 43191g çökelme demektir Ortalama yoğunluğu 148g/cm 3 alan kaplar Suyun ortalama debisi 46621/sn olduğuna göre 13584m 2 alan beyazlatılabilecektir Pratikte bu şartları yerine getirmek güçtür Ancak bu teorik yaklaşıma göre yılda 1mm kalınlığında 49km 2 alan beyazlatılabilir Roma Döneminde inşa edilen ve 1984 yılına kadar Roma Hamamı olarak korunan Hierapolis Arkeoloji Müzesi, asırlar öncesinden günümüze ulaşmayı başaran pek çok tarihi eseri barındırmaktadır Caria, Psidya ve Lidya Bölgelerindeki bazı yerleşimlerden ortaya çıkarılan eserler Hierapolis Müzesi’nde toplanmış ve sergilenmektedir Müze eserlerin yapısına ve çıkarıldığı bölgelere göre ayrıştırılarak 3 bölüme ayrılmıştır Müzeler Hierapolis Kentinin en büyük yapılarından biri olan Roma Hamamı, 1984 yılından bu yana Hierapolis Arkeoloji Müzesi olarak hizmet vermektedir Müzede Hierapolis kazılarından çıkan eserlerin yanında Laodikeia, Colossae, Tripolis, Attuda gibi Lycos (Çürük su vadisi) kentlerinden gelen eserler de bulunmaktadır Ayrıca Tunç Çağı’nın en güzel örneklerini veren Beycesultan Höyüğü’nden elde edilen eserler müzenin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır Caria, Pisidya ve Lidya bölgelerindeki bazı yerleşimlerden ortaya çıkarılan eserler Hierapolis Müzesi’nde toplanmış ve sergilenmektedir Hierapolis Hamamının bölümlerinden olan üç kapalı mekân ile doğu bitişiğindeki kütüphane ve gymnasium olarak bilinen açık mekânlar müze teşhir alanları olarak düzenlenmiştir Açık teşhirde sergilenen eserler daha çok mermer ve taş eserlerdir Lahitler ve Heykeller Salonu: Bu salon, Hierapolis ve Laodikeia kazılarından çıkan eserlerden oluşmaktadır Lahitler, heykeller, mezar taşları, mimari sütun paye başlıkları ve yazıtlardan ibarettir Grek ve Helenistik orijinallerine bağlı olarak yapılmış Roma Dönemi’ne ait bu eserler içinde Tyche, Dionysos, Pan, Asklepios, İsis Rahibesi heykelleri bulunmaktadır Mezar taşları ise yöreye ait geleneği simgeleyen aile mezarları ile ilgili örnekleri oluşturmaktadır Laodiekia kentinde ortaya çıkan ve müzenin en güzel eserlerinden biri olan Sidemara tipi lahit, bir şehir meclisi üyesine (Arhon’a) aittir Küçük Eserler Salonu: Bu salonda İÖ IV binden beri birçok uygarlığa damgasını vuran küçük buluntular sergilenmektedir Belirli bir kronolojiye göre sergilenen bu eserler Denizli ve çevresindeki birçok arkeolojik yerleşimlerden elde edilen eserlerden oluşmaktadır Bu salonda, dönemi itibariyle, eski uygarlığın güzel örneklerini veren Beycesultan Höyüğü kazısından çıkarılmış olan eserler ayrı bir önem taşımaktadır İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’nün 1954-1959 yılları arasında yaptığı kazı sonunda elde edilen bu eserler, pişmiş toprak testi, tören (libas yon) kapları ve taş eserlerdir Salonun diğer bölümlerinde ise Frig, Helenistik, Roma, Bizans dönemlerine ait, pişmiş toprak kandiller, adak kapları, cam kaplar, kolyeler, madeni takılar (yüzük, küpe, bilezik vb) sergilenmektedir Ayrıca kronolojik bir sıraya göre sergilenmiş olan sikkeler bu salonun en önemli eserlerini oluşturmaktadır Sikkenin ilk darp edildiği İÖ VI Yüzyıldan bu yana Helenistik, Roma, Bizans ve Selçuklu ile Osmanlı dönemlerine ait altın, gümüş ve bronz sikke örneklerini bu salonda görmek mümkündür Hierapolis Tiyatrosu Buluntuları Salonu: Hierapolis Tiyatrosu’nun sahne binasının fesadını süsleyen eserlerin birçoğu restore edilerek müzenin bu salonunda teşhir edilmiştir Sahne kabartmalarının bir kısmı yerinde (İnsitu) olup bir kısmını ise mulâjlarla alınarak sahne binasındaki yerine kopyaları konulmuştur Bu salonda yer alan eserler; Apollon ile Artemis’e ait mitolojik kabartmalar, Dionysos’un eğlence alayları ve Roma İmparatoru Septimus Severus’un taç giyme törenine ait kabartmalar, Persephone’nin Hades tarafından yeraltına kaçırılması, Apollon, Leto, Artemis, Hades ile ilgili heykeller, sfenksler, Attalos ve Eumenes’in büst heykelleri ile mimari kabartma örnekleri yer almaktadır Ayrıca kentin tanrıçasının (Hierapolis’in) taç giyme töreni ve tiyatro ile ilgili meclis kararlarını belirten yazıtlar önemli eserlerdir Her derde deva suları ve essiz travertenleri ile bir mucizeyi çağrıştıran Pamukkale tarihten bugüne kadar pek çok efsaneyi de beraberinde getirmiştir Tanrıların diyarı olarak tarihte adlandırılan Hierapolis, inanışa göre pek çok tanrının savaşına ve entrikalarına sahne olmuştur Termal sularının şifa verici özelliği ile de tanrıçaların güzelleşmek için en vazgeçilmezi olduğuna rivayet edilmektedir Efsaneler Apollon – Marysyas Grubu Eserin orijinali Helenistik dönemde yapılmıştır Roma Dönemi’ne ait Marsyas repliklerinden de anlaşılacağı gibi, bu iki eserin bir grup olarak yapıldığı bugün kesin olarak saptanmıştır Kabartmada Marsyas kollarını kaldırarak ellerinden bir çam ağacına bağlanmıştır Marsyas’ın karşısında ise bir İskitli diz çökmüş, büyük bir taş üzerinde bıçağını bilemektedir Bu sırada da başını kaldırıp karşısında duran Marsyas’a bakmaktadır Bu olayı arkada tanrı Apollon izlemektedir Mitolojiye göre; Marsyas tanrı Apollon ile müzik yarışmasına girme cüretini gösterir Yarışta en iyi müziği Apollon yapmıs ve Marsyas’ı yenmiştir Neticede tanrı Apollon ile müzik yarışmasına girme gibi ölçüsüz davranışından dolayı Marsyas’ın derisi yüzülecektir Bu görev için bir İskitli bulunur Eserin orijinali IÖ III yüzyılda yapılmıştır Kabartmanın devamında Apollon’a Marsyas’i yendikten sonra defne (Delphinios) ile iki Nimphe tarafından tacı giydirilir Apollon elinde zafer palmiyesi tutmakta, şerefe içki içerek olayı ve başarısını kutlamaktadır Apollon ve Artemis’in Doğuşu Apollon ve Artemis, Leto ile Zeus’un çocuklarıdır Bu iki tanrı daha çok Anadolu kökenli oldukları için Anadolu’da tapinim görmüşlerdir Apollon ve Artemis, Truva savaşlarında da Anadolu tarafını tutmuşlardır Mitolojiye göre Zeus’tan gebe kalan Leto, Zeus’un karisi Hera’dan korktuğu için Apollon’u Delos adasında doğurur Yaygın olan efsaneye göre Leto Artemis’i İzmir yakınlarındaki Klaros’ta doğurmuş ve orada saklamıştır Onun için Artemis Efes’te bas tanrıça olarak tapinim görmüştür Apollon’un ise Likya bölgesinde Patara’da doğduğu ve büyüdüğü daha yaygındır Kabartmada Leto, Apollon’u doğurmak için yatağa uzanmıştır Hizmetçiler doğum için yardım etmektedirler Artemis’in doğumunda ise genç kızlar (Horai) ellerinde lavanta çiçekleri ve afyon kozaları ile kutsal doğum olayını izlemektedir Herakles – Antaios Mücadelesi Antaios Denizler Tanrisi Poseidon ve toprak ana Gaia’dan dogma bir devdir Antaios Makedonya’daki devler savasina katilmistir Mitolojiye göre Antaios’u yere sermek olanaksizdir Her yere düstügünde toprak ana Gaia’dan güç alarak dogrulur ve kalkar Herakles bu yüzden Antaios’u tutup sirtlar ve baska bir ülkeye götürerek öldürür Niobidler Efsanesi Niobe Efsanesi Anadolu’ya özgüdür Niobe babasinin kral oldugu Sipylos (Manisa) dagi yöresinde dogmustur Tanriça Leto ile birlikte büyümüs, onunla arkadaslik etmistir Thebai Krali Amphion ile evlenmis alti kiz alti erkek olmak üzere on iki çocuk dogurmustur Efsane, Niobe’nin çok çocuklu olmasindan kaynaklanir Niobe kendisini tanriça Leto ile bir tutmus, tanriçanin iki çocugu var bende ise bir düzine diye gururlanmistir Anneleri Leto’nun olaya çok üzüldügünü gören Apollon ve Artemis Niobe’ye çok kizmislardir Oklariyla Niobe’nin bütün çocuklarini öldürmüslerdir Çocuklarini kaybetmenin üzüntüsüyle Niobe tas kesilmistir Efsane, Manisa yöresinde bugün hala yasamaktadir Burada kadin yüzü seklinde bir kaya vardir ve göz seklinde iki oyugundan sular sizar Hades’in Persephone’yi Kaçirmasi Persephone, Zeus ile Demeter’in kizidir Mitolojiye göre Persephone bir gün kirlarda çiçek toplarken, aniden toprak yarilir Arabasiyla çikan tanri Hades, kizi yakalayip yer altina kaçirir Demeter kizi Persephone’yi her yerde arar ama bulamaz Sonunda her seyi gören Günes Tanrisi Helios, Persephone’nin bulundugu yeri Demeter’e gösterir Yeraltina kaçirilan Persephone yüzünden kitliklar baslamis, topragin bereketi kalmamis, mevsimler hep kis olmustur Persephone Hades’in kendisine verdigi nar meyvesini yemis ve büyü ile tanriya baglanmistir Bu olay üzerine bas tanri Zeus araya girerek yilin yarisi, yani çiçek açma ve meyve zamanlarinda yer üstünde Demeter’in yaninda kalmasini saglamistir Persephone yilin diger yarisini ise kocasi Hades’in yaninda geçirecektir Mevsimlerin olusmasi ile Hades’in Persphone’yi kaçirmasi arasinda bu mitoloji ile baglanti kurulmustur Şifa kenti olarak da anılan kent sahip olduğu termal kaynak suları ile sağlık turizminin gelişimine önemli ölçüde katkı sağlamıştır Öyle ki kent her mevsim dünyanın dört bir yanından şifa bulmaya gelen misafirlerini ağırlamaktadır Çünkü termal suların içerisinde bulunan minerallerin romatizma, kalp damar hastalıkları gibi birçok hastalığı iyileştirici yönü olmasından dolayı kent, şifa bulmaya gelenlerin merkezi haline gelmiştir Sağlık İl merkezine 18 km uzaklıkta bulunan, eski Hierapolis kentinin bulunduğu alanda yer alan ve travertenleri yaratan bu sular, bölgenin en önemli ve etkin özelliğidir Kalp, damar sertliği, tansiyon, romatizma, deri, göz, raşitizm, felç, sinir ve damar hastalıkları, ilik içinde spazmlı maddelere iyi gelmekle beraber, çok değerli idrar söktürücü, böbrek ve kum taşlarında, idrar yolu iltihaplarında etkilidir Şifalı yeraltı suları günümüzde olduğu gibi geçmişte de yöreye çok fazla ziyaretçinin gelmesini sağlıyordu Hierapolis'in o dönemde de 'kür merkezi' olusu, Anadolu'daki ilk turizm hareketlerini başlatır Bu nedenle şehir kısa sürede farklı halkların ve inanışların buluşma noktası haline gelir Pamukkale termal suyunun tedavi edici özelliği, çok eski çağlardan beri anlaşılmış, yüzyıllar sonra şifa niteliği bilimsel olarak kanıtlanmıştır Kaynaklar etrafında dini ayinler yapılmış, senlikler düzenlenmiş, büyük devlet adamları ve zengin kişiler antik dönemde tedavileri için Hierapolis’e gelmişlerdir Tedavilerin din adamları ve antik hekimlerce yönetilmiş olduğu anlaşılmaktadır 1 Litre Suda Bulunan Maddeler: Spesifik Tarti: + 1500C 10032, Temparatür: + 350C, Metasilikat Asidi: H2S13 180, Serbest Karbondioksit: CO2 11440, Radyoaktivite: 925, Reaksiyon: (pH) 060 Iyonlar: Potasyum: K 135 mg, Sodyum: Na 3323, Kalsiyum: Ca 4645, Magnezyum: Mg 911, Demir: Fe 0036, Alüminyum: A1 234 Anyonlar: Klorür: C1 53, Nitrat: NO3, Sülfat: SO4 6755, Hidrofosfat: HPO4 108, Hidrokarbonat: HCO3 10453 Antik Tiyatro yamaca yaslanmış tüm cephesiyle birlikte korunabilen büyük bir yapıdır Tiyatronun yapımı tam 146 yıl sürmüştür 50 oturma sırası bulunur ve 8 merdivenle 7 bölüme ayrılmıştır Yapı tam 15000 kişiliktir Sütunların arası heykellerle süslenmiş olup, sahne arkasındaki duvarlarda ise mermer kabartmalar yer alır Antik Tiyatro Grek Tiyatrosu tipinde yamaca yaslanmış 300 ayak (91 m) tüm cephesiyle birlikte korunabilen büyük bir yapıdır İnşasına; İS 60 yılında olan büyük bir depremin ardından Flavius’lar döneminde İS 62 yılında başlanmıştır Hadrian döneminde (İS 117 – 137) inşa halindedir Yapı Severuslar döneminde İS 206 yılında tamamlanmıştır Cavea’da 50 oturma sırası bulunur Bu oturma sıraları 8 merdivenle 7 bölüme ayrılmıştır Cavea’nın tam ortasından geçen Diozoma’ya her iki yandan tonozlu birer geçit ile (vomitoryum) girilir Cavea’nın ortasında yer alan krallık locası ve orkestrayı çevreleyen 6 ayak (366 m) yüksekliğindeki sahne ön duvarında 5 kapı ve altı niş bulunmakta, bunların önünde 10 adet sütun yer almaktadır Mermer sütunların üzerleri istiridye kabuğu şeklinde motiflerle dekore edilmiştir Sahnenin gerisinde arka duvarı süsleyen üst üste sıralanmış 3 sütun dizisinden, alttakiler sekizgen kaideler üzerinde yükselir ve yivsizdir Kabartmalar, stillerinden de anlaşılacağı üzere değişik dönemlerde farklı ustalar tarafından yapılmıştır Özellikle mitolojik konuların işlendiği sahnelerde Helenistik dönem heykel sanatlarının etkilerini, kalabalık, hareketli ve canlı figürlerde görmek mümkündür Bu figürlerde Bergama sanat ekolünün (Zeus Atları Kabartmaları) biraz etkileri görülmektedir Sahne binasının kabartmalı frizlerle süslenmesi açısından tiyatro, Perge, Side ve Nyssa tiyatrolarıyla büyük bir benzerlik gösterir Mezarlık alanlarını ifade eden Nekropoller, Hierapolis’in ‘Kutsal Şehir’ olarak adlandırılmasının ardından ayrı bir öneme bürünmüştür Bu nekropollerde yapılan araştırmalar dönemin bütün dini inançları gün yüzüne çıkarmaktadır Mezar yapılarının görkemine göre varlıklı ya da halk mezarı olarak kolaylıkla ayrılabilen bu nekropoller kentin ana caddesinin kuzey ve güney doğrultusunda uzanmaktadır Sayıları ise 2 binden fazladır Nekropoller Kent surlarının dışında ve ova dışındaki tüm yönlerde nekropol alanları bulunmaktadır Bunlar yoğunlukla Tripolis-Sardes’e giden kuzey yolunun ve Laodikya-Clossae’ye giden güney yolunun iki tarafında yer alır Mezarlarda kireçtaşı ve mermer kullanılmıştır Mermer kullanımı daha çok lahit tiplerinde görülür Kuzey Nekropolis: Nekropolisteki anıtların iyi durumda koruna gelmiş olması ve yayıldığı geniş alanda, çok sayıda traverten lahit ile birlikte bulunması, etkileyici bir görüntü oluşturur (Sayıları iki binden fazladır ve çoğunda yer alan yazıtta Yunanca Soros Süfiksi ile karşılaşılır) Hierapolis mezar anıtlarının mimarisi çok çeşitlidir ve değişik uygulamalar gösterir En eski mezarlar Helenistik Dönem’e tarihlenen (İÖ II – I yüzyıllar) Tümülüs mezarlardır Bu mezarlar düzgün kesilmiş taşlarla örülü silindir kasnak ile sınırlanan mezar odasının üstü koni biçimi verilmiş toprakla örtülüdür Mezar odasına dramos adı verilen koridor ile ulaşılır Tümülüsler, yol boyunca ve doğuya doğru çıkan bayırda yer almaktadır Bu mezarlar daha çok seçkin ailelerle aittir, fakir ailelere ise kayaya oyulmuş basit mezarlardır Kentin kuzey kısmında yer alan, I, çoğunluğu II ve III yüzyıla tarihlenen diğer mezar anıtları, genellikle duvarlarla çevrili, ağaç (çoğunlukla selvi) ve çiçeklerle süslü bahçelere sahiptirler Tamamen travertenden yapılmış olan mezar anıtları farklı tipler gösterirler: Basit bir lahitten kimi zaman ölü yataklarını içeren, üçgen alınlıklı veya kaide üzerinde yer alan, bir yada birkaç lahit taşıyan, bazen de ev modellerini yansıtan daha gelişken formlara sahiptirler Lahitleri taşıyan kaide üzerinde bulunan yazıtta Yunanca bomos (ayaklık, sunak) kelimesi yer alır: Ölünün yüksekte duran vücudu ile bağlantılı olarak anısını yücelten simgesel bir anlam taşır Bu anıtlar heroon ile aynı işleve sahiptirler (Kahramanların veya tarihte önemli kişilerin öldükten sonra tanrılaşmalarını kutlamak için yapılmış mezar anıtları) Güney Nekropolis: Sağ tarafta depremin etkileyici izleri görülmektedir Geniş traverten düzlük tamamen alt üst olmuştur Basit ve belki de daha eski nekropolise ait dörtgen çukur mezarlar ve taş ocağına ait izler dikkat çekmektedir Kazılar sırasında, Denizli Müzesi uzmanları, uzun yazıtlı bomoslu bir mezar yapısı bulmuşlardır Yakınında Genç Helenistik Dönem’e tarihlenen bir Tümülüs mezar yer almakta, bunun yanında ise yazıtlı mermer steller bulunmuştur Alanın kuzeyinde kazı çalışmaları devam etmektedir, yamaçta Bizans surlarının olduğu yerdeki mezar yapılarında figürlü mermer lahitler bulunmuştur Bu lahitler taş bir kaide üzerinde durmaktadır Kerpiç tuğlalar ile yükseltilmiş olan çatı kiremit ile örtülüdür Bu tip, bir yenilik oluşturmaktadır Mezar yapısının içi ise çok renkli fresklerle süslenmiştir Güneye Frontinus’a ait olabilecek olan Kapı’ya doğru ilerledikçe, Laodikeia ve Colossea’ya giden yol üzerinde, nekropolise ait başka mezar yapıları ile de karşılaşılır Uzun yazıtta adı geçen Tiberius Cladius Talamos’a ait mezar dikkat çeker Cephesi ev mimarisini yansıtmaktadır, yarım sütunlu dor düzenindeki pilasterler, taş kafesli pencereler ile Blaundos’ta olduğu gibi, arşitrav, yazıtlı friz ve diş kesimli ion düzenindeki saçaklık yer alır Yalnızca mimari düzenleme bakımından Frontinus Caddesi’ni hatırlatmaktadır Frontinus Caddesi üzerindeki yapılarda ise dor düzeni, doğal olarak triglif-metop frizli saçaklıkta olduğu gibi başlıklarda da kendini göstermektedir Antik Havuz, Pamukkale’nin en önemli simgelerinden biridir Özellikle sağlığa faydalı olan suyu ile dünyanın sayılı havuzlarından biri olarak kabul edilir Yılda binlerce kişinin yüzdüğü bu havuz, birçok hastalığa da iyi gelmektedir Antik Havuz Özellikle Roma İmparatorluğu Dönemi’nde Hierapolis ve çevresi tam bir sağlık merkezi durumundaymış O yıllarda antik kente ve etrafına kurulan 15’ten fazla hamama binlerce insan gelir ve sağlıklarına kavuşurlarmış Bugün antik havuzu meydana getiren İS VII Yüzyılda oluşan depremdir Sütunlu caddenin yanında yer alan sivil agoraya ait ion düzeninde yapılmış olan (İS Iyy) portik bu deprem sonucunda oluşan kırık içinde meydana gelen havuzun içine yıkılmıştır Antik Havuz, suyun sıcaklığı nedeni ile rahatlatıcı bir etkiye sahip olmasının yanı sıra, birçok hastalığın geçmesi konusunda da etkilidir Bu konuda yapılan araştırmalara göre Antik Havuz’un suyu, kalp hastalığı, damar sertliği, tansiyon, romatizma, deri, göz, raşitizm, felç, sinir ve damar hastalıklarına, içildiğinde de spazmlı midelere çok iyi gelmektedir Bu da Roma Dönemi’nden itibaren Antik Havuz’un etrafında sürekli olarak sağlık merkezlerinin kurulmasının nedenini açık bir şekilde ortaya koymaktadır Kleopatra’nın havuzu Termal havuzdaki su sıcaklığı 36 C°- 57 C°, PH değeri 5,8, radon değeri 1480 piccocuri/ litredir Kaplıca suları, bikarbonatlı, sülfatlı, kalsiyumlu, karbondioksitli, kısmen demirli ve radyoaktif bir bileşime sahiptir Aynı zamanda buradaki sular banyo ve içme kürlerine de elverişli olup, 2430 MG/litre eriyik mineral değerine sahiptir Yüzyıllar öncesinden günümüze kadar bütün ihtişamını koruyarak ayakta kalmayı başaran Apollon tapınağı eski ve dini mağara olarak bilinen Plutonion üzerine kurulmuştur Tapınaktan kalan kalıntılardan, mermer merdivenler ve üzerinde Apollon kehanetinin anlatıldığı yazıların bulunduğu duvarları da görülmeye değer en önemli eserlerdendir Birçok medeniyete ev sahipliği yapan bu topraklar inanç turizminin de gelişimine katkıda bulunmuştur Apollon Tapınağı Mevcut Tapınak, eski ve dini mağara olarak bilinen Plutonion üzerinde kurulmuştur Yerli halkın en eski dini merkezi olan bu yerde, Apollon bölgenin ana Tanrıçası Kybele ile buluşmuştur Eski kaynaklar, Ana Tanrıça Kybele rahibinin bu mağaraya indiğini ve zehirli gazdan etkilenmediğini bildirirler Apollon Tapınağı’nda üst yapıya ait kalıntılar İS III yüzyıldan geriye gitmemekle birlikte, temeller Geç Helenistik Döneme kadar uzanmaktadır Mermer giriş basamaklarından tanınan 70 metre uzunluğundaki Tapınak, temenos duvarı ile çevrili kutsal alan içinde bulunmaktadır Temenos duvarı güney, batı ve kuzeyde bir kısmı kazılmış olan portiğe yaslanmıştır Mermer portiğe ait dor düzenindeki yivli yarım sütunlar, astragal ve inci dizisi, ekhinusu da yumurta dizisi ile bezeli sütun başlıkları taşımaktadır Tapınak, daha geç bir döneme tarihlenmekte, fakat müzede bulunan iki ion bir korint düzenindeki nefis başlık ile bazı mimari parçalar İS I yüzyıla tarihlenmekte ve daha eski çağlara dayanan bir tapınağın varlığına işaret etmektedir Apollon Tapınağı’ndan günümüze kalan mermer merdivenden başka, mermer levhalar ile kaplı ve silmeli kornişleri olan bir podyum görülmektedir Cephesi iki ante ve arasında yer alan iki sütun ile bezelidir Tarihlenmesi ante ve başlıklarında, cella duvarında ve tabanında kullanılan yazıtlı bloklar sayesinde yapılabilmektedir Bir tanesinin üzerinde Apollon kehanetine ait bir yazı okunmaktadır Tapınak mimari bezemelere göre İS III yüzyıla tarihlenmektedir Tapınağın arkasındaki merdivende, Apollon Tapınağı’ndan alınan parçalar, sütun gövdeleri, arşitrav parçaları, başlıklar, kaideler ile doldurulan bir alan görülmektedir Bu yapıda, İÖ IV yüzyıl heykel şemalarını yenileyen, kıvrımlı giysili olan, nitelikli bir kadın heykeli bulunmuştur Yazıtından da anlaşıldığına göre; Zeuxis’in kızı Apphia imparatorluk tanrılarına ve Demos’a (Hierapolis halkının kişileştirilmesi) adamıştır Bir ucu, kuzeyindeki adını imparator Domitiandan alan Domitian kapısı ve diğer bir ucu güneyinde Güney Roma kapısına uzanan, 1 km uzunluğundaki Cadde görülmeye deger en önemli tarihi eserler arasındadır Her iki tarafinda sütunlu revarklar ve kamu yapıları bulunan cadde şehri bir uçtan diğer bir ucuna kadar ikiye ayırır Ayrıca cadde giriş ve çıkıslarında bulunan kapılar ise tarihi halen omzunda taşıyan koca bir medeniyetin en güzel örnekleridir Cadde ve Kapılar Yaklaşık 1 km uzunluğundaki kentin en önemli ve geniş ana caddesi, kenti bir ucundan diğer ucuna ikiye böler Kuzey – güney doğrultusunda uzanan bu caddenin iki tarafında sütunlu revaklar ve önemli kamu yapıları vardır Her iki ucunda anıtsal kapılar bulunmaktadır Kapılar zafer tâki görünümünde, kemerli ve yanlarında kuleleri bulunmaktadır Frontinus Kapısı: Roma Dönemi’nde kentin anıtsal giriş kapısını oluşturur 14 metre genişliğindeki ana caddenin başlangıcında yer alan kapı, yerleşim birimini geçerek Laodikeia ve Collosai’ya giden ana yolun ve Güney Kapısı’nın karşı ucunda yer alır Kapı düzgün traverten bloklardan inşa edilmiş üç kemerli girişi basit bir korniş ile süslüdür Ayrıca Helenistik Dönem’in kapı geleneğini hatırlatan yuvarlak planlı kulelere yaslanmıştır Kuzeyde, iyi korunmuş, üç gözlü ve iki yanında yuvarlak kuleleri olan kapının frizinde İmparator Domitian’a ithaf edilmiş Latince ve Grekçe yazılmış bir yazıt vardır Bu yazıttan dolayı buraya Domitian Kapısı veya Roma Kapısı denir Kapinin Asya Prokonsülü Julius Sextus Frontinus tarafindan IS 82-83 yillarinda yaptirildigi bilinmektedir Bu nedenle kapiya Frontinus Kapisi da denilmektedir Bu kapidan güneye inen yolun surla kesistigi yerde IS 5 yüzyila tarihlenen Kuzey Bizans Kapisi vardir Güney Roma Kapisi: Kapi, Lykos nehrine dogru alçalan tepeye açilir, büyük Honaz Dagi’nin tam karşısında yer alır, özellikle gün batiminda mavinin tüm tonlari ile olusan nefis bir manzaraya sahiptir Kapi, traverten bloklar ve içinde mermerin de bulundugu devsirme malzeme ile yapilmistir Iki adet dörtgen planli kuleye yaslanmıştır Kuzey Bizans Kapisi: Hierapolis kentinin Theodosius döneminde (IS IV yy sonu) yapilan sur sistemine dahil olan Kuzey Kapi, Güney Kapi’ya simetrik olarak Bizans Dönemi’nde kentin anitsal girisini olusturur Agora’nin yikintilarindan alinan devsirme malzeme ile insa edilen kapi, kare planli iki kule ile desteklenmistir Girisin iki yaninda, sehri kötü etkilerden korumak üzere, apotropeik olarak duran arslan, panter, gorgo basi ile bezeli dört adet konsol günümüze ulasmistir Güney Bizans Kapısı: İS V yy'da inşa edilmiştir Traverten bloklar ve içinde mermerlerin de bulunduğu devşirme malzeme ile yapılmıştır Kuzeydeki kapıda olduğu gibi 2 adet dörtgen planlı kuleye yaslanmış ve tek parça arşitrav üzerinde yer alan hafifletme kemeri ile şekillenmiştir Dini bir öneme sahip olan Hierapolis antik çaglarinda temizlige de büyük önem verirdi Yolcular sehre girdiklerinde temiz olmalari için kentin giris ve çikislarina hamamlar insa etmislerdir Hierapolis’te 3 hamam vardir Bu hamamlardan Hamam Kilise günümüze kadar iyi korunabilmistir Bizans Hamami VII yüzyilda meydana gelen büyük depremde yikilmistir Büyük Hamam ise bugünkü Arkeoloji Müzesi olarak karsimiza çikar Hamamlar Hamam Kilise Çok eski olan bu yapi Imparatorluk Çagi’nin ortalarina tarihlenir Traverten dikdörtgen bloklardan insa edilmis bu yapinin, yan duvarlarindaki büyük kemerler görülebilmektedir Kentin merkezindeki tonozlu Büyük Hamam yapisi ile kiyaslanabilecek bir mimariye sahiptir Hamam yapisi VI yüzyilin I yarisinda, Hierapolis, Phrygia Pacatiana’nin baskenti oldugu zaman, kilise olarak yeniden düzenlenmistir Kiliseye dönüstürülmüs olan bu yapida, girisin kuzeyinde yer alan bir mekanin duvarini, dört sütunlu bir potigi çevirmek için kullanmislardir Iki büyük kemer ile olusturulmus olan kilisenin girisi, Bizans Kapisinda oldugu gibi bir kemere sahip diger bir küçük kapiya yaslanmistir Iyi durumda korunmus olan büyük mekanda, kemerlerle olusturulan 6 adet nis yer alir Bu kemerleri tasiyan duvarlar eklenmis ve duvarlara açilan geçitlerle de tonuzlu geçisler elde edilmistir Bizans Hamami Bizans Hamami, sur sisteminin insasindan hemen sonraki bir döneme tarihlenmektedir Yapi Agora’nin güney stoasinin yikintilarinin üzerine insa edilmistir Hamam binasi, kentin girisinde hemen kapi ve nymphaeumdan sonra yer alir ve kamu yararina yapilmis olan bu yapi, sur duvarlarindan dar bir yol ile ayrilir Apsisli bir mekan sivali havuzu ve hypokaust sistemi ile calidarium olarak yorumlanir Kazilarla ortaya çikartilan mekanin çati örtüsü, yikinti halinde elimize geçen parçalara göre tugla bir kubbe ile örtülü olmaliydi Bu yapinin kazisinin tamamlanmasi ile Imparatorluk Dönemi kamu hamamlarinda Ortaçagdaki Islam dünyasi hamam yapilarina geçisteki tipoliji ile ilgili önemli bilgiler elde edilecektir Yapi, arkeolojik verilere göre, bütün kenti tahrip eden, VII yüzyildaki depremden sonra terk edilmistir Büyük Hamam Bugün Hierapolis Arkeoloji Müzesi’nin kurulu oldugu Büyük Hamam yapisi, kentin güney batisinda, traverten kanallara açilan bir bölgede yer alir IS 60 yilinda Nero döneminde yasanan büyük depremden sonra, kentteki insaat faaliyetleri sirasinda önemli bir su kaynagindan yararlanmak üzere, IS II yüzyilda yapilmistir Kaynaktan çikan sular vadiye akmadan önce hala bu hamamin yikintilari üzerinden geçmektedir Hamam, bölgede bol miktarda bulunan traverteni çalismakta usta olan, yerel isçilerin bir tas yapitidir Akan suyun kalker olusturma gücü nedeniyle, bugün orijinal tabani 4 metre kalker altinda kalmis olan yapi, iki mekanda korunmus, digerlerinde ise onarim yapilmistir Bugün müze olarak kullanilan mekanlar antik çagda hypokaust sistemi ile isitilmaktaydi Türkiye Kültür Bakanligi, Anitlar ve Müzeler Genel Müdürlügü tarafindan, mekanlarin orijinal tabanini bulmak üzere kazi ve onarim çalismalari yürütülmektedir Ortaçag’da Roma Dönemi mekanlari degistirilmis, duvarlarla bölünmüs ve yola kadar yayilmistir IS X yüzyildan XIII yüzyila kadar olan evrede, yerlesim merkezi ve etkisi antik çagdakini asmistir Bizans ve Selçuklu dönemlerine ait kazilar sirasinda bulunan, bir çogu ithal sirli kapilar, Hamami kullananlarin bu dönemdeki zenginligine dikkat çeker 18 yüzyilin sonunda, Choisy tarafindan belirtilmis olan, biri kaburgali besik tonoz çati ile örtülü sütunlar izlenebilmektedir T salonunda yapilan yeni kazilarla bati tarafta kornis ile sinirlandirilmis üç büyük pencereli, apsisli, orijinal bir mekani gün isigina çikartmistir Genellikle mekanlarin yan cephelerinde, dörtgen yada yuvarlak planli mekanlar ile iç mekani hareketlendiren tipik Roma mimarligi çözümleri kullanilmis, Roma’nin gücünü gösteren mermer heykellerin yerlestirilmesi ile bina süslenmistir En büyük mekan D, 20X32 metre ölçülerindedir ve uzun kenarinda üç adet, biri dörtgen digerleri yarim daire planli exedralar yer almaktadir Exedralar, bezemeli stukolar ile süslü kemerlerle örtülüdür Bezemelerde ortada deniz kabugu, kenarlarda volüt, yaprak ve çiçek motifleri taninabilmektedir Duvarlar, yüzeylerinde görülen metal kenet deliklerinden de anlasilacagi gibi çok renkli mermer levhalar ile kapli olmaliydi Giriste bulunan iki ayak üzerinde bir kapi ve yapinin çatisina çikan merdivenlerin yer aldigi bir bosluk görülür Bu bölümün dogusundaki büyük alan palestraya ayrilmistir Palestraya açilan dörtgen büyük mekanlar, yerel, beyaz ve pembe lekeli bresten yapilmis, sütunlu cephelere sahiptirler |
|