Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Toplum ve Yaşam > Beslenme, Diyet ve Sağlık

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
psikolojisi, ölüm

Ölüm Psikolojisi...

Eski 07-17-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ölüm Psikolojisi...



ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN ÖLÜME VERDİKLERİ ANLAM VE ÖĞRENİM GÖRDÜKLERİ PROGRAM AÇISINDAN
ÖLÜM KAYGISI DÜZEYLERİ

Özet
Ölüm varoluşun ayrılmaz bir parçasıdır İnsanoğlu varolduğundan bu yana ölüme ilişkin düşünceler ortaya atmıştır Ölüm istenmese bile kaçınılmaz bir şekilde insanoğlunun karşılaşacağı bir durumdur Düşünce tarihi boyunca ölümün çok farklı şekillerde tanımı yapılmıştır Hemen hemen bütün tanımların ortak noktası ise; canlı organizmanın kendini yenileme yeteneğini yitirmesini vurgulamalarıdır Bu araştırmada iki farklı programda (Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi ve Rehberlik ve Psikolojik Danışma) öğrenim gören üniversite son sınıf öğrencilerinin ölüm kaygısı düzeyleri incelenmiştir Araştırma sonucunda üniversite öğrencilerinin ölüm kaygısı düzeylerinin; ölüme verdikleri anlam ve öğrenim gördükleri program açısından anlamlı bir farklılık göstermediği ortaya çıkmıştır

GİRİŞ
Yaşamımızın ayrılmaz bir parçası olan ölüm, insanoğlunun her zaman ilgi duyduğu bir konu olmuştur Çağlar boyu insanoğlu ölüm üzerine düşünmüş ve onu tanımaya çalışmıştır Çünkü ölüme ilişkin sorgulama, yaşamın anlamlandırılmasında önemli bir rol oynamaktadır Ölümün düşünülmesi ve araştırılması manevi değerlerin oluşturulmasında oldukça etkili olabilmektedir (Kübler Ross, 1997) “Ölüm düşüncesi” kimi için bir stres kaynağı iken, kimi için stresten kurtulma yolu; kimine göre bir yok oluş iken, kimine göre de ölümsüz bir hayatın başlangıcıdır Bu bakış açısı sonucunda kimi insan, ölüm karşısında çok kaygılanırken; kimi sevinç duyabilmektedir
İnsanoğlunu bu denli meşgul eden ölüm kavramının farklı kültürlerde ve toplumlarda farklı tanımları yapılmıştır Ölüm, canlı varlıklardaki yaşamsal görevlerin bir daha yinelememek üzere sona ermesi (Hançerlioğlu, 1978); ölüm hayatın sonu, yaşamın bitişi, ömrün sona ermesi (Longman, 1997) veya bir insan, hayvan ya da bitkide yaşamın tam ve kesin olarak sona ermesidir (Doğan, 1982) şeklinde tanımlanmıştır Ölüm, ölme süreci ve bu sürecin sonunda da tanımlandığı için bu alanda pek çok tıbbi-teknik tanım yapılabilmektedir Tüm bu tanımlarda ortak olan nokta ise canlı organizmanın kendini yenileme yeteneğini yitirmesi veya hayati organlardan birinin ya da bir kaçının tamamen işlevini yitirmesiyle hayatın sona ermesidir (Çobanlı ve Salt, 2001)

Farklı şekillerde tanımlanabilen ölüm, hayatın her alanına, sanata, edebiyata, felsefeye ve bilime konu olmuştur Hintliler’in Vedalar’ından çağdaş düşünürlere kadar insanoğlu ölümün anlamını açıklamak yoluyla ölüme ilişkin korkularının üstesinden gelmeye çalışmıştır Ölüm konusunun işlendiği en önemli alanlardan biri de şüphesiz felsefedir Antik Yunan filozoflarından Epikür “Benim olduğum yerde ölüm yok, ölümün olduğu yerde de ben yokum Onun için ölüm bana bir şey ifade etmiyor” diyerek ölümü yaşamdan dışlarken Stoacılar, Epikürcülerin tam tersine ölümü hayatın en önemli olaylarından biri olarak görmüşler ve “İyi yaşamayı öğrenmek, aynı zamanda iyi ölmeyi öğrenmek veya iyi ölmeyi öğrenmek iyi yaşamayı öğrenmektir” (Geçtan, 1989) diyerek ölümü yaşamın merkezine koymuşlardır Çağdaş varoluşçulardan Karl Jasper “Felsefe yapmak ölmeyi öğrenmektir” (Hançerlioğlu, 1978) diyerek Stoacıların ölüme ilişkin bakış açılarını bir adım öteye taşımıştır

Felsefe ekolleri içerisinde ölümle en çok ilgilenen Varoluşçu ekol olmuştur Bu ekolün önemli temsilcilerinden Heidegger, biyolojik anlamda yaşam ve ölüm olgularının birbirinden kesin çizgilerle ayrıldığını buna karşın psikolojik olarak iç içe geçtiğini düşünür Heidegger’e göre ölüm, fiziksel olarak yok edicidir ancak ölüm düşüncesi kurtarıcıdır (Geçtan, 1989) Varoluşçu Psikoloji’nin de temel kavramları arasında yer alan ölüm, insanların içinde bulunduğu en büyük ikilem olarak açıklanmaktadır İnsan isterse ölümü seçebilir fakat, istemese de ölümü yaşayacaktır Ölüm varoluşun çözemediği fakat yaşamak zorunda olduğu, belki de yaşamın anlamının içinde saklı bulunduğu en büyük gizemdir (Yakıt, 1983) Varoluşçulara göre ölüm, insanda varoluşsal farkındalığı artırarak bizi bir varoluş şeklinden daha yüksek olana sevk etmektedir (Yalom, 1999)

Ölüm olgusu çoğu kez dini hayat ile ilişkilendirilmiştir Bazılarına göre dinlerin ortaya çıkmasında ölüm ve ölüm kaygısı belirleyiciyken; kimilerine göre ise, insanların ölüm korkularını azaltmada dinlerin önemli fonksiyonları olmuştur Dini sistemlerde ölüm ve ölüm sonrası ile ilgili çok fazla yazılı, sözlü ve pratik gelenek vardır Dinleri gizemli ve cazip hale getiren özelliklerden biri de onların ölüm ve ölüm sonrasına getirdiği açıklamalar olabilir İslamiyet ölümü, “Allah’tan gelen varlığın yine O’na dönmesi olarak” kabul ederken Hristiyanlıkta bazı düşünürler -Aziz Augustine başta olmak üzere- insana verilmiş bir ceza olarak görürler Onlara göre Hz Adem’in işlediği günah, insanoğluna ölümü getirmiştir (Aydın, 1999)

İnsanın “ölmek zorunda olan bir varlık” olduğunun bilincinde olması onu derinden etkilemektedir (Fromm, 1994) İnsanın zihninde ölüm düşüncesine yer vermesinde kendi sonunu düşünmesi etkili olabildiği gibi, çevredeki bir takım uyarıcıların da bunda etkisi olabilmektedir Hatta ölüm düşüncesinin oluşmasında çevresel faktörlerin daha büyük önemi vardır Çünkü, ölüm insanın bizzat tecrübe alanı dışında gerçekleşen bir olaydır Bu yüzden insanlar, çevresindeki diğer insanların ölümleriyle ilgili olarak yaşadıkları tecrübelerden yola çıkarak ölümle ilgili tutumlar geliştirmektedirler (Alkan, 1999)

Ölüm düşüncesinin insan hayatına etkisi kaçınılmazdır Ancak aşırı, ölçüsüz, patolojik şekilde ortaya çıkan ölüm düşüncesi insanın psikolojisini olumsuz etkileyebilmektedir (Karaca, 2000; Köknel, 1985) Bu nedenle insanın dengesini koruması açısından ölüm düşüncesinin sınırlarını belirlemek önemlidir

Bu denge ve uyum bozuldukça insandaki kaygı düzeyi artmakta ve yaşadığı çevreye uyum sağlaması güçleşebilmektedir Bunun yanı sıra zihinde tamamen bastırılamayan, ara sıra belirli ölçülerde hatırlanan ölüm, insan hayatına katkıda bulunabilmektedir
İnsanın, ölümün varlığının bilincinde olması, yaşamına anlam katmaktadır

Yaşamını anlamlandırmaya çalışan insan, ölüm karşısında yaşamı bütünüyle daha güzel ve yoğun olarak yaşayabilmektedir (Alkan, 1999) Ölüm fikriyle bütünleşmek, insanı korkulu ve kötümser bir ruh haline sevk etmekten çok, değer yargılarıyla dolu bir yaşama yöneltebilir (Yalom, 1999) Ölüm düşüncesinin hayatımıza katkıda bulunduğunu savunmak pek kolay görülmemektedir Ancak, ölüm düşüncesinin dışlandığı bir hayatın da yoğunluğundan çok şey kaybedeceği bir gerçektir
İnsanların bu dünyadaki “var” olmalarının son bulacağı gerçeği karşısında duydukları korku, ölüm kaygısı olarak tanımlanmıştır (Cevizci, 1997; Hançerlioğlu, 1978) Kübler Ross’a (1997) göre pek çok kaygının temelinde ölüm kaygısı bulunmaktadır Ölüm gerçeği insanda egosantrik bir yaklaşımla bir takım savunma mekanizmaları geliştirmektedir

Ölüm hakkında hiç düşünme fırsatı kalmayacak şekilde çalışmak bu korkuyu bastırsa da ölüm gerçeğini değiştirmemektedir İnsanın ölüme karşı yapabilecek hiçbir şeyi yoktur Kişi bu kaçınılmaz sondan yakınabilir; nefretini ve öfkesini dışarı vurabilir veya çeşitli ayin ve törenlerle bu korkusunu hafifletmeye çalışabilir (Hökenekli, 1993) Zaman ve mekanlara göre değişmekle birlikte günümüze kadar gelen cenaze törenleri, mezarlıklar, mezar ziyaretleri, dualar, emanetlerin korunması aslında ölüm kaygısından kurtulmayla yakından ilişkilidir (Thomas, 1991)

Pek çok düşünür ölümü olduğu gibi ölüm kaygısını da açıklamaya çalışmıştır Jung’a göre ölüm kaygısınun temelinde “yaşama korkusu” vardır Ölümden en çok korkan insanlar yaşamaktan en fazla korkanlardır İnsanda bir daha ele geçmeyecek olan gençliğin kaybolup gitmesi ve geriye saymaya başlama sıkıntı yaratır Böyle bir gerçek karşısında insan, hayatı gerçek anlamda yaşayamama ve ölmeyi düşünme sonucunda korku duyabilir Bu nedenle ölümü anlamdan yoksun, basit bir duruş olarak görmektense yaşamın anlamını tamamlayıcı olarak görmek insanın genel ruh yapısına daha uygundur (Jung, 1997)

Otto Rank ise çocuğun doğumla bedensel olarak anneden ayrılıp kopmasının temel ölüm korkusunu oluşturduğunu ileri sürmüştür Rank’a göre, insan doğarken korkuyu öğrenmekte ve ileride karşılaşacağı her korku durumu, sembolik olarak doğum olayına uygunluk göstermektedir (Köknel, 1985; Yalom, 1999)

Fromm, iki türlü ölüm kaygısı olduğunu belirtir Birincisi, her insanın ölüm karşısında yaşadığı, ölmek zorunda olduğuna ilişkin normal korku; ikincisi ise, insanı sürekli tedirgin eden ölüm kaygısıdır İnsanı sürekli tedirgin eden ölüm kaygısı, hayatı iyi bir şekilde değerlendirememe ve yaşama konusundaki başarısızlıktan kaynaklanmaktadır (Fromm, 1994)

Varoluşçu filozoflardan Heidegger, ölüm kaygısını “daha öte bir imkanın imkansızlığı” olarak nitelendirip ölüm kaygısının “hayatta kalanlara bir yok oluş tecrübesi yaşatmasından kaynaklandığını” (Geçtan, 1989) söylemektedir Bu durumu başka bir şekliyle Kübler Ross (1997) ölmek üzere olan insanları inceleyerek elde ettiği bulgulara dayanak şöyle açıklar: İnsanoğlunun ölümle sakince yüzleşmekten kaçınır ve bunun da en önemli nedeni günümüzde ölümün pek çok açıdan itici, yalnız, insanlıktan uzak hale getirilmiş olmasıdır

Pek çok düşünür ölüm kaygısını açıklamaya çalışmıştır Bununla birlikte ölüm kaygısının nedenlerini anlamaya çalışan bir çok araştırma yapılmıştır Yapılan araştırmalarda ölüm kaygısının çoğunlukla; din, yaş, cinsiyet, meslek, sosyo-ekonomik düzey vb gibi değişkenlerle ilgisinin incelendiği görülmektedir (Elkins ve Fee 1980; Richardson, Berman ve Piwowarski, 1983; Keller, Sherry ve Piotrowski, 1986; Cicirelli, 1998; Yıldız, 1998; Lundh ve Radon, 1998; Roff, Butkeviciene ve Klemmack, 2002; Tang, Wu ve Yan, 2002)

Din değişkeninin ölüm kaygısını hafifletmede etkili olduğunu gösteren araştırmalar olduğu gibi (Richardson, Berman ve Piwowarski, 1983; Kraft, Litwin ve Barber, 1996; Lundh ve Radon, 1998; Cicirelli, 1998; Roff, Butkeviciene ve Klemmack, 2002) dindarlıkla ölüm kaygısı arasında pozitif korelasyon görülen çalışmalar da mevcuttur (Karaca, 2000; Yıldız, 1998 )

Literatürde yaş değişkeni ile ölüm kaygısı arasındaki ilişkiyi ele alan araştırmalar farklı bulgulara ulaşmışlardır Araştırmaların bir bölümünde yaş ile ölüm kaygısı arasında ilişki bulunmazken (Elkins ve Fee, 1980; Richardson, Berman ve Piwowarski, 1983; Yıldız, 1998); Kimi araştırmalar ise yaş ile ölüm kaygısı arasında bir ilişki olduğu sonucuna ulaşmışlardır Benzer bir durum, cinsiyet ile ölüm kaygısı arasındaki ilişkiye bakıldığında da görülmektedir Şüphesiz ölüm kaygısının karmaşık yapısı ölüm kaygısını açıklamada araştırmacıları zorlamaktadır Ancak, yapılan araştırmaların sayısı ve niteliği arttıkça ölüm kaygısının nedenlerinin daha iyi anlaşılacağı düşünülmektedir

Ölüm kaygısının farklı şeklilerde bastırıldığı ve görmezden gelindiği söylenebilir Kişinin duygularına ve düşüncelerine ilişkin farkındalığı arttıkça korkularının daha çok ayırtına varır İfade edilen bu varsayımdan hareketle, rehberlik ve psikolojik danışma bölümü öğrencilerinin aldığı dersler itibariyle duygularını fark etmeye, bilgisayar öğretimi ve teknolojileri eğitimi bölümü öğrencilerine oranla daha yakın olacakları söylenebilir Bu araştırmayla dile getirilen bu farkın ölüm kaygısı puanlarına nasıl etki ettiği görülmeye çalışılmıştır

SONUÇ VE ÖNERİLER
Araştırma sonucunda, öğrenim görülen program türüne ve ölüme verilen anlama göre öğrencilerin ölüm kaygısı düzeyleri arasında istatistiksel anlamlı bir farklılık olmadığı ortaya çıkmıştır Konuya ilişkin araştırmalar incelendiğinde; farklı örneklemlerde farklı değişkenlerle ölüm kaygısının açıklanmaya çalışıldığı görülmektedir Doğası gereği karmaşık bir yapıya sahip olan ölüm kaygısının açıklanması amacıyla yapılan çalışmalarda; ölüm kaygısına çok fazla sayıda değişkenin etki ediyor olması, örneklemlerin uygun seçilmemesi ve uygun istatistiksel yöntemlerin kullanılmaması farklı sonuçların ortaya çıkmasına neden olmuş olabilir

Bu nedenle konuya ilişkin ileride yapılacak çalışmalarda, büyük örneklem seçiminin daha sağlıklı sonuçlara ulaşılmasını sağlayacağı düşünülmektedir Bunun yanı sıra ölüm kaygısına ilişkin ‘gerçek’ duygu ve düşüncelerin alınabilmesinde anket veya ölçek kullanmak yeterli olamamakta ve bazı sıkıntılar doğurabilmektedir Bundan dolayı ölüm kaygısına ilişkin araştırmalarda ölçek ve anketle veri toplamak yerine; bunlara ek olarak derinlemesine görüşme ya da odak grup yöntemleriyle veri toplanmasının da yararlı olabileceğine inanılmaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.