Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
hakları, islamda, kadın

İslam'da Kadın Hakları

Eski 03-11-2007   #1
[KAPLAN]

İslam'da Kadın Hakları



İSLÂM’DA KADIN HAKLARI

İslâm Dîni, kadın hakları üzerinde titizlikle durmuş ve kadını, hiçbir nizâm ve sistemin veremediği müstesnâ bir makâma sâhib kılmıştır Nitekim Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerîm’inde:

"Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır" (50) buyurmuştur

Rasûlullâh (sav) Efendimiz de erkekleri, kadınların hak ve hukûkunu gözetmeye dâvet etmekte ve bu konuda:

"Kadınların haklarını yerine getirme husûsunda Allâh’dan korkunuz! Zîrâ siz onları Allâh’ın bir emâneti olarak aldınız" (51) buyurmaktadır

Başka bir hadîs-i şerîflerinde de:

"Sizin en hayırlınız, ehline (eşine ve çocuklarına) en hayırlı olanınızdır Ve ben de ehline karşı en hayırlı olanınızım" (52) buyurur

Peygamber (sav) Efendimiz, erkeklere, kadınlara dâimâ iyi davranmalarını tavsiye ederek:

"Mü’minlerin îmân bakımından en olgunu ve en hayırlısı, hanımına karşı en hayırlı olanıdır" (53) buyurmaktadır

Vedâ Haccı’ndaki meşhûr hutbesinde Peygamber (sav) Efendimiz:

"Ey insanlar! Kadınlar hakkında Allâh’dan korkunuz! Sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız vardır Kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır" buyurarak daha yedinci yüzyılda yüzyirmi dört bin müslüman hacı namzedine karşı, kadınların haklarını ilk olarak açıklamışlardır

Muâviye bin Hayde (ra) der ki; Rasûlullâh (sav)’e:

"Ey Allâh’ın Peygamberi, bizim herhangi birimizin hanımının, kocası üzerindeki hakkı nedir?" dedim Hz Peygamber (sav) buyurdular ki: "Yediğin gibi onu da yedirmek, giydiğin gibi onu da giydirmek ve yüzüne vurmamak, onu kötülememek, bir de darılıp ayrı yatmaya mecbûr kaldığında onu, ancak ev içinde yapmaktır" (54) Başka bir hadîs-i şerîflerinde:

"Onlara yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, onları dövmeyin, onlara çirkin demeyin, fenâ söz söylemeyin!" (55) buyurmuşlardır

Kadınlarla iyi geçinmek Kur’ân-ı Kerîm’in emridir:


"Kadınlarınızla iyi geçinin; eğer onlardan hoşlanmadı iseniz bile! Olabilir ki bir şey, sizin hoşunuza gitmez de, Allâh onda bir çok hayır takdîr etmiş bulunur" (56)

Hz Peygamber (sav) Efendimiz bu konuda:

"Kadınlar hakkında birbirinize hayır tavsiye ediniz!" (57) buyurmaktadır Kadınlara karşı daima hoşgörülü olmalıdır Nitekim bir hadîs-i şerîfte:

"Mü’min bir erkek, mü’min bir kadına kızıp darılmasın! Eğer onun bir huyundan hoşlanmazsa, öbüründen memnûn olabilir" (58) buyurulur

Bir insanın her işi ve her huyu hoşumuza gitmeyebilir Fakat iyi niyetli ve ülfet edilir insan, kendi hanımında hoşuna gidecek nice meziyetler bulabilir Onlarla kendisini memnûn ve mes’ûd edebilir Bunun için ayıp aramaya değil, meziyet aramaya bakmalıdır Zîrâ mârifet iltifâta tâbîdir İltifatsız mârifet zâyîdir (59)

Dînimizde Kadın-Erkek Eşitliği:

İslâm Dîni, kadın-erkek bütün insanların yaratılışta eşit olduğunu ilan ederek, kadını, insanlık şeref ve haysiyetine, gerçek benliğine ve kişiliğine kavuşturmuştur Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

"Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık Sizi, sırf birbirinizle tanışmanız için büyük büyük cemiyetlere, küçük küçük kabilelere ayırdık Şüphesiz ki, sizin Allah nezdinde en şerefliniz takvaca en ileride olanınızdır" (60)

"Ey insanlar! Sizi bir tek candan yaratan, ondan da yine onun zevcesini vücûda getiren ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabb’inizden korkun!" (61)

Kur’ân-ı Kerîm, kadın ile erkek arasında hiçbir ayırım yapmamakta, her ikisine de aynı hak ve sorumlulukları yüklemektedir Bununla ilgili olarak âyet-i kerîmede: "Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, tâate devam eden erkekler ve tâate devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevâzî erkekler ve mütevâzî kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allâh’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfât hazırlamıştır" (62) buyurulur Peygamber (sav) Efendimiz de:

"Şüphe yok ki, kadınlar erkeklerin dengi, benzeri ve tam bir eşidir" (63) buyurur

Diğer bir hadîs-i şerîfte:

"Kadın-erkek bütün insanlar, tarak dişleri gibi birbirlerine eşittirler" (64) buyurulur

*

Hz Ömer (ra) bir gün Medîne-i Münevvere’de Rasûlullâh (sav) Efendimiz’in minberine çıkıp cemâate hutbe îrâd etmiş, hutbesinde müslümânlara, evlenirken mehri azaltmalarını söylemişti Kadın cemâatten uzun boylu bir hanım çıkıp:

"Ey Ömer, bunu söylemeğe hakkın yoktur!"

demiş ve Kur’ân-ı Kerîm’den en-Nisâ sûresinin 20 ve 21 âyet-i kerîmelerini delîl göstermişti Bunun üzerine Halîfe:

"Allâh Allâh! Kadın, Ömer’le mübâhase etmiş ve onu susturmuş!" diyerek sözünü geri almıştı (65)

Yine Hz Ömer (ra), halîfeliği esnasında kadınlarla istişârede bulunuyor, onların görüşlerini alıyordu Hz Ömer (ra), kızı Hz Hafsa (ranha)’ya, kadınların kocalarından ne kadar süre ayrı kalmaya sabredeceklerini sormuş, kızının O’na verdiği cevaba uygun olarak, bu süreyi dört ay olarak belirlemiştir Ayrıca Peygamber (sav) Efendimiz’in Hz Aişe (ranhâ) hakkında:

"Dîninizin yarısını bu Hümeyrâ’dan öğreniniz!" buyurması da dikkat çekicidir

Bu örneklerden; kadın için aklî ve dînî yönden herhangi bir eksikliğin söz konusu olmadığı açıkça anlaşılmaktadır Eğer böyle olsaydı, aklî yönden eksik olan bir varlığın, herhangi bir dînî sorumluluğunun olmaması gerekirdi Oysa kadın ve erkek her müslümanın, Allâh’ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmak hususunda aynı derecede mükellef oldukları, âyet-i kerîmelerde açıkça belirtilmektedir (66)

*

Dînî sorumluluk bakımından da erkekle kadın arasında eşitlik vardır Kur’ân-ı Kerîm’de:

"Mü’min olduğu halde, erkek ve kadından kim bir takım sâlih amellerde bulunursa, işte bu gibiler cennete girerler ve zerre kadar zulmedilmezler" (67)

âyetiyle inanıp da iyi işler işleyen herkesin, erkek olsun kadın olsun, aynı şekilde mükâfâta kavuşacakları ve kendilerine en küçük bir haksızlığın yapılmayacağı belirtilmektedir

Başka bir âyet-i kerîmede de:

"Erkek ve kadın, mü’min olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız Ve mükâfâtlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeliyle veririz" (68) buyurulur

Bu âyet-i kerîmede yüce Allâh, kadın-erkek ayırımı yapmadan, inanıp sâlih amel işleyenlere güzel bir hayat yaşatacağını müjdelemektedir

İslâm dînine göre kadın ve erkek, birbirlerinin hak yoldaki yardımcısı ve destekleyicisidirler Birbirlerini Allah yolunda ilerlemeye teşvik ederek, yaratılışlarının amacı olan dünyâ ve âhıret mutluluğunu kazanmaya çalışırlar Kur’ân-ı Kerîm de:

"Mü’min erkekler de, mü’min kadınlar da birbirlerinin dostları ve yardımcılarıdır İyiliği emrederler, kötülükten vaz geçirmeye çalışırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, Allah’a ve Rasûlü’ne itâat ederler İşte bunları, Allah rahmetiyle bağışlayacaktır Gerçekten Allah, Azîz’dir, Hakîm’dir" (69) buyurarak kadını hakîkî mânâda insan olma mertebesine ulaştırmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #2
[KAPLAN]
Varsayılan


Cezâ ve Mükâfâtta Eşitlik

Kadın, suçlu olduğu takdîrde erkek gibi cezâ görür Kötülük yaparsa günâh, iyilik yaparsa sevâb alır Cennet veyâ cehennemlik olmakta da erkekle aynıdır (70) Mâide Sûresi’ndeki şu âyet-i kerîme bu konuya açıklık kazandırmaktadır: "Hırsızlık eden erkek ve kadının yaptıkarına karşılık bir cezâ ve Allâh’dan bir ibret olmak üzere ellerini kesin! Allâh izzet ve hikmet sahibidir" (71) İslâmiyet, kadına mânevî sahâda erkekle eşit haklar verdiği gibi dünyevî hükümlerde de gereken hak ve eşitliği sağlamıştır

Kadın-erkek eşitliğinde, Dünyâ’ya âid cezâlarda fark yoktur Kadına karşı işlenen suçlar, ister kadının şahsına, ister malına, ister şerefine olsun, erkeğe karşı işlenen şuçlar gibi cezâ gerektirir Hattâ bu husûsda kadının lehine bazı durumlar bile vardır Meselâ, bir erkek bir kadına fuhuş isnâd eder ve bu iddiâsını isbât edemezse, iftira cezasına çarptırılır Ayrıca ömrünün sonuna kadar da şâhidliği kabûl edilmez (72) Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de: "Namuslu kadınlara zinâ isnâdında bulunup, sonra (bunu isbat için) dört şâhid getiremeyenlere seksener sopa vurun! Ve artık onların şâhidliğini hiçbir zaman kabul etmeyin (Artık) onlar tamamen günahkârdırlar" (73) buyurulur Yine yüce dînimize göre, müslüman olduktan sonra başka dîne dönen mürted kimse tevbe etmezse, ölüme mahkûm edilir Hanefî mezhebine göre, mürted kadın ise öldürülmez, tevbe etmesi amacıyla hapsedilir (74)

Kız Erkek Ayırımı Yok

İslâm Dîni’ne göre, çocuklar arasında kız ve erkek ayırımı yapmak, birini diğerinden üstün tutmak, câiz değildir Çünkü kız evlâdı da, erkek evlâdı da insana veren Allâh’dır Kulun burada hiçbir rolü yoktur Kur’ân-ı Kerîm’de:

"Göklerin ve yerin mülk ve tasarrufu Allâh’ındır O, dilediğini yaratır Kimi dilerse, ona kızlar bağışlar, kimi dilerse ona erkekler lutfeder Yahut (çocukları) erkekler-dişiler olmak üzere çift verir Kimi de dilerse, onu kısır bırakır Muhakkak ki, O âlimdir, herşeyi bilir Kâdirdir, herşeye gücü yeter" (75) buyurulur Hiç bir müslüman, çocuğunun erkek olmasıyla övünemeyeceği gibi, kız olmasıyla da yerinemez Çünkü önemli olan, çocuğun "kız veya erkek" olması değil, "hayırlı bir evlâd" olmasıdır (76)

İslâmiyyet’ten önce Arabistan’da yaygın olan kız çocuklarını diri diri gömme âdeti, İslâmiyyet’le tamamen ortadan kaldırılmıştır Kur’ân-ı Kerîm, kız evlâdının öldürülmesini şiddetle yasaklamıştır:

"Evlâdlarınızı fakirlik korkusuyla öldürmeyin; onları da, sizi de biz rızıklandırırız! Muhakkak ki onları öldürmek, büyük bir suçtur" (77)

Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de kıyâmetin dehşeti tasvir edilirken şöyle buyurulur:

" diri diri gömülen kızın hangi suçundan dolayı öldürüldüğü sorulduğu zaman" (78)

Hz Peygamber (sav) de bir hadîs-i şerîflerinde:

"Çocuklarınız size Allâh (cc)’ın bir hîbesi (hediyyesi) dir; dilediğine kız, dilediğine erkek verir" (79) buyurmuşlardır

O halde Allâh (cc) ’ın bu bağışına karşı çok şükretmeli ve O’nun emâneti olan çocuklarımızı en güzel bir şekilde terbiye etmelidir

İslâm Dîni, ana-babaların çocuklar arasında kız-erkek ayırımı yapmadan eşit muâmelede bulunmalarını emreder

Peygamber (sav) Efendimiz:

"Kimin kızı doğar da, onu gömmez, horlamaz, oğlan çocuğunu ona tercih etmezse, Allâh o kimseyi, bu kızı sebebiyle cennetine kor"(80) buyurur

Ebû Hüreyre (ra)’ın haber verdiği bir hadîs-i şerîfde:

"İçinde kız çocukları olan eve, hergün gökten on iki rahmet iner Ve meleklerin o evi ziyâreti hiç kesilmez Her gece-gündüz anne ve babalarına bir senelik ibâdet sevâbı yazarlar" (81) buyurulur

Hz Enes (ra) ’ın rivâyet ettiğine göre:

"Bir adam Hz Peygamber (sav)’in yanında otururken, oğlunun biri gelir Adam çocuğu öper ve dizinin üstüne oturtur Az sonra kızı gelir Adam onu öpmeksizin önüne oturtur Bunun üzerine Rasûlullâh (sav) Efendimiz;

"Aralarında eşit davranmıyor musun?" diye adamı uyarır" (82)

Çocuklara eşit davranmaya çok önem veren Peygamber (sav) Efendimiz: "Bağış ve ihsanda çocuklarınızın arasını eşit tutun Eğer ben birini üstün tutacak olsaydım, kızları üstün tutardım" (83)

buyurarak, erkek çocuklarını kız çocukarından üstün tutan ve kızları hor gören zihniyeti tamâmen yıkmıştır

Fizyolojik ve Psikolojik Farklılık


Cenâb-ı Hakk, erkek ve kadına farklı husûsiyetler ve meziyetler vermiş ve onların toplum içindeki mevkîlerini de farklı kılmıştır Haklar ve mes’ûliyetler, bu farklı husûsiyetlere göre tanzîm edilmiştir Erkek ve kadın, aynı zamanda birbirlerinden farklı, güzel kabiliyetlerle de donatılmıştır

Allâh Teâlâ, erkeğe; güç, kuvvet, metânet, mihnet ve meşakkatlere tahammül, tedbir, temkin ve sebat, hâdiseler karşısında dayanma ve direnme, sevinç ve hüzünde muvâzene ve îtidâl, savaş gücü, irâdî ve aklî üstünlük gibi özellikler vermiştir

Hanımlara ise; duygu derinliği, incelik, şefkat, merhamet, hayâ, fedâkârlık, çocuk bakımı ve neslin muhâfazası gibi meziyetler ihsân etmiştir Onlar, bünye olarak nârin olduklarından hayâtın çeşitli safhalarında birtakım süprizlerle karşılaştıklarında bazen bedenî ve rûhî zaaflara düşerler Zîrâ hisleri, fevkalâde kuvvetlidir Merhamet duyguları yüksektir (84)

Görülüyor ki erkek; kadından daha kuvvetli, zorluklara daha dayanıklı, hâdiseler karşısında daha soğukkanlıdır Hareketlerinin neticelerini daha iyi düşünür Kadın ise, fıtraten zaîf, hılkaten nahîftir His yönünden çok zengin, şefkat yönünden de engin bir deryâ gibidir Mutlaka bir erkeğin himâye ve desteğine muhtaçdır Erkeğin kadına göre üstün tarafları olduğu gibi, kadının da erkeğe göre üstün tarafları bulunmaktadır Her biri ancak bu farklı yaratılışının îcâbını yapabilir

Çocuğun çeşitli ihtiyaçları karşısında annedeki değişken duyguları ve imkanları erkekte bulamazsınız Erkekdeki, tabiatın dâimî sert tezâhürlerine ve hayatın sayısız güçlüklerine karşı koyacak bir yaratılış husûsiyetini de kadında bulamazsınız Bunun için İslâm Dîni, âile müessesesinde, kadınla erkek arasında kendi maddî ve mânevî kabiliyetlerine göre vazîfe taksîmi yapmıştır Her cinse görebileceği işi vermiş; kadına, yapamıyacağı işi teklif etmemiş, taşıyamıyacağı mes’ûliyyeti de yüklememiştir (85)

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #3
[KAPLAN]
Varsayılan


Erkek Âilenin Reisidir

Dînimize göre erkek, âilenin reîsi ve mes’ûlüdür O, hayatın meşakkatlerine göğüs germiş, maîşet yükünü yüklenmiş, kadının nafakasını da üzerine almıştır Erkek bu ağır vazîfeye karşı, kadından meşrû işlerde kendisine itâat hakkına mâliktir İyi kadınlar itâatli olanlardır Nitekim hadîs-i şerîfde: "Kadın beş vakit namazını kılar, yılda bir ay orucunu tutar, nâmûsunu korur ve kocasına itâat ederse, Cennet kapılarından dilediğinden girsin!" (86) buyurulur Başka bir hadîs-i şerîfte de:

"Eğer bir kimseye, Allâh’dan başka birine secde etmesini emredecek olsam, kadınlara, kocalarına secde etmelerini emrederdim Bunun sebebi, Allâh’ın erkekler için kadınlar üzerine kıldığı haklardır" (87) buyurulur

Kadın, kocasının evinde bir bekçidir, muhâfızdır Kocasının malını muhâfaza, çocuklarını terbiye etmekle mükellef olduğu gibi, nâmûsunu da haramdan koruyacaktır Hz Peygamber (sav) Efendimiz, bir hadîs-i şerîflerinde erkeklerin kadınlar üzerindeki haklarını:

"Yatağınızı başkalarına çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimselerin evlerinize girmelerine izin vermemeleri" (88) diye özetler

Kur’ân-ı Kerîm’de:

"İyi kadınlar, itâatli olanlardır Allâh kendi haklarını nasıl korudu ise, onlar da öylece göze görünmeyeni koruyanlardır" (89) buyurulur

Burada "göze görünmeyen" tâbirinde, erkeğin malı, âile sırları, nâmûsu, hattâ kadının karnındaki çocuk dâhildir Kadının bunları muhâfaza etmesi, çocuğunu düşürmemesi lâzımdır Kadın, ancak bu şekilde en büyük dînî vazîfelerinin bir kısmını yerine getirmiş olur

Erkek de, kadına her zaman saygı gösterir Âile işlerinde kadını ortak yapar Erkeklik şânına yaraşır bir tarzda kadını himâyesine alır Kadın zengin bile olsa erkek, kadının nafakasını tedârike mecburdur Kadın, erkek gibi tahsîl yapar Âlim olur Müftü olur Hukuk hâkimi olur Yalnız halîfe olamaz (90) Nitekim İslâm kadınları arasında pek çok âlimler ve ârifler yetişmiştir

Kadının medenî hakları vardır Muâmelâtta kadının hakları, erkeğin hakları gibidir Kadın kendi malını hiç kimseye danışmadan istediği gibi kullanma, harcama ve hediye etme yetkisine sahiptir

Kadının Tahsîl Hakkı:

İslâm Dîni, ilme büyük önem verir Nitekim onun ilk emri; "oku!" şeklindedir Kur’ân-ı Kerîm’de:

"Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" (91) buyurulur

Peygamber (sav) Efendimiz de:

"Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz!"

"İlim Çin’de de olsa arayınız!"

"İlim öğrenmek, kadın ve erkek her müslümana farzdır" (92) buyurmuşlardır Kadın da erkek gibi, Allâh’ın emirlerini öğrenip yapmak, yasaklarını da belleyip kaçınmakla mükelleftir

Kur’ân-ı Kerîm’de:

"Ey îmân edenler, kendinizi ve âilenizi cehennem ateşinden koruyunuz" (93) buyurulur

Bu âyet-i kerîmeyi Hz Ali (ra):

"Çocuklarınızı terbiye edin, onlara ilim öğretin" tarzında tefsir etmiştir (94)

Kadının âile ocağındaki en başta gelen vazifesi, çocuklarını yetiştirip güzel terbiye etmesidir Ayrıca, zaman, mekân ve imkân yönünden de buna müsâid olmasıyla kadın, en mükemmel bir terbiyecidir Bu itibarla kadınlarımızın, ilim, ahlâk ve irfân sahibi olmaları şarttır Çocuğa küçük yaşta iken kazandırılan güzel alışkanlıkların önemi, herkesçe mâlumdur Atalarımız bu gerçeği sözü ile dile getirmişlerdir İlim, ahlâk ve fazilet sahibi kadınlar, kocaları tarafından daha da çok sevilirler Ve hüsn-i kabul görürler

Ancak, kadınlarımıza bu üstün faziletleri kazandıracak müesseselerin, İslâm’dan hiç taviz vermeden; doğuştan Allâh tarafından kızlarımıza bahşedilmiş şefkat, hayâ ve iffet gibi üstün hasletleri muhâfaza etmesi ve daha yüksek bir seviyede geliştirmesi gerekmektedir Zîrâ ahlâk, hayâ ve iffet, kadına kadın olma özelliğini kazandıran yüce meziyetlerdir

Bu meziyetlerin yanısıra onlara, ev muhtevâsına uygun bilgi ve kâbiliyetleri kazandırmak zarûrîdir Bu husûsda onları yaradılış istikâmetine yönlendirecek şu nasîhat ne kadar mânâlıdır:

"Kızım, hayat süprizlerle doludur Ne gibi şartlarla karşılaşacağın belli değildir Dikişi, nakışı, yemek yapmayı, ev düzenini îtinâlı öğren! Meslek ve mâhâret kola takılmış bir altın bileziktir Belki Allâh Teâlâ, senin rızkını ilerde bu yoldan verebilir" (95)

Nitekim Asr-ı Seâdet’te de Rasûl-i Ekrem (sav) Efendimiz, kadınların okuma-yazma ve âile hizmetlerine dâir bilgileri öğrenmelerini daima teşvik ve emr ederlerdi Hz Ömer (ra)’ın yakın akrabasından olan ve Peygamber (sav) Efendimiz’in dünyâya teşriflerinde Hz Âmine vâlidemize ebelik yapan Şifâ Hatun, çok iyi okuma ve yazma bilirlerdi Daha sonra sahâbiye olma şerefine nâil olan Şifâ Hatun, Hz Ömer (ra)’ın kızı ve Hz Peygamber (sav)’in zevce-i muhteremesi Hz Hafsa (r anha)’ya okuma-yazma öğretmiştir (96)

Medîne-i Münevvere’de kadınlar toplanıp Rasûlullâh (sav) Efendimiz’e gelmişler ve:

"Erkekler her zaman yanınıza gelip sizden ilim öğrenirler, bilmediklerine vâkıf olurlar Biz ise, onlardan fırsat bulup yanınıza gelemiyoruz Bize kendiliğinizden müstakil bir gün tahsis edin, gelip sizi dinleyelim ve bilmediklerimizi öğrenelim"

demişler, Rasûl-i Ekrem (sav) Efendimiz de, onlara bu istekleri üzerine bir gün tahsis etmişti O gün kadınlara va’z eder, emirler verirdi (97)

Medîneli müslüman hanımlar, bütün müşkillerini Hz Peygamber (sav) Efendimiz’den sorup öğrenirlerdi Bu sebeple Hz Âişe (ranha) şöyle demiştir:

"Ensar kadınları, ne iyi kadınlardır, sıkılganlıkları dînlerini öğrenmelerine mânî olmamıştır" (98)

Hz Peygamber (sav) Efendimiz devrinde ilme ehemmiyet veren kadınlardan biri de, Hz Âişe (r anha) vâlidemizdi Hz Âişe (r anha) vâlidemiz, devamlı ilimle meşgul olur, bilmediği bir şey duyduğu zaman, onu iyice belleyinceye kadar, tekrar tekrar sorar ve iyice anlamaya çalışırdı (99)

Hz Âişe vâlidemiz, bilhassa fıkıh ilminde ihtisas kesbetmiş ve daha sonraları en âlim kimseler tarafından bile, kendisine bir hukukçu olarak, kanâatini almak üzere mürâcaat olunmuştur

Ashâb-ı kirâmdan Ebû Mûsâ (ra) der ki:

"Rasûlullâh (sav)’in ashâbı olan bizlere müşkil gelen hiçbir mesele yoktur ki, Hz Âişe (r anha)’nın nezdinde ona dâir bir ilim bulunmasın!" (100)

Hz Âişe (r anha)’nın Hz Peygamber (sav)’den 2210 hadîs-i şerîf rivâyet etmiş olması da, O’nun ilimdeki kudretini göstermektedir

Ayrıca Hz Fâtımâ (r anha) vâlidemiz, Hz Ebûbekir (r a)’ın kızı Hz Esmâ (r anhâ) ve Ümmi’d-Derdâ (r anha), fetvâ vermekle şöhret bulmuşlardı (101)

Kur’ân-ı Kerîm’de:

"Ey îmân edenler, Allâh’dan korkun ve sâdıklarla berâber olun!" (102) buyurulmaktadır

Muhakkak ki insanların, salâh bulmaları ve kurtuluşa ermeleri için sâlih kimselerle berâber olmaları ve onların sohbetlerinden istifâde etmeleri lâzımdır Hanımların da, sâliha hanımların meclislerinde ve sohbetlerinde bulunmaları gerekir Yoksa kadın, erkeklere karışıp sokak hayâtına girdiği zaman kadınlık duygularını ve özelliklerini yitirmekten kendini kurtaramaz Çünkü insan, kiminle oturup kalkarsa, onun hâliyle hâllenir Bu bir psikoloji kânûnudur (103)

Bu sebepten genç kızlarımızın mânevî yönden eğitilmelerine daha fazla önem verilmeli, öncelikle rûhî zenginliklerle bezenecek şekilde yetiştirilmeli ve kalb âlemleri zenginleştirilmelidir Böylece Hz Hatice (ranhâ) ve Hz Âişe (ranhâ) vâlidelerimizin gönül ikliminden hisse almış kızlarımız yetişecek ve kalbî hayatlarıyla topluma yön vereceklerdir

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #4
[KAPLAN]
Varsayılan


Kadının Evlilikteki Durumu

Evlenmekle ilgili olarak Kur’ân-ı Kerîm’in Nûr Sûresi’nde şöyle buyurulur:

"İçinizden bekârları ve kölelerinizden, câriyelerinizden iyi davranışta olanları evlendirin! Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lutfu ile onları zenginleştirir Allah, (lutfu) geniş olan ve (herşeyi) bilendir" (104)

Görüldüğü gibi evlenmek, Kur’ân-ı Kerîm’in emridir Bu emir, mükellefin evlenme ihtiyacı ve durumuna göre farzdan harama doğru derecelenirHadîs-i şerîfde: "Kişi evlenmekle dîninin yarısını tamamlamış olur Diğer yarısı için de Allah’dan korksun!" (105) buyurulur

Bir başka hadîs-i şerîfde de Peygamber (sav) Efendimiz:

"Size dîninden ve huyundan memnun olduğunuz bir kimse kız istemeye gelince, onu evlendiriniz Eğer (böyle) yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve büyük fesad zuhur eder"

"Yâ Rasûlallah! dediler, eğer onda fakirlik ve soy asâletsizliği varsa?

Hz Peygamber (sav):

"Size dindarlığını, huyunu beğendiğiniz bir adam gelince onu evlendiriniz!" (106) buyurdu ve bunu üç defa tekrar etti

Hz Peygamber (sav) Efendimiz âile ocağında karı-kocanın mes’ûliyetlerini şöyle belirtir:

"Dikkat ediniz ki, hepiniz çobansınız Ve her biriniz güttüğünden sorumludur Devlet reîsi bir muhâfızdır Ve maiyyetindekilerden (emri altındakilerden) mes’ûldür Erkek, ev halkının üzerinde bir muhâfızdır O da ev halkından mes’ûldür Kadın da, kocasının evinde bir çobandır ve güttüğünden sorumludur Hizmetçi, efendisinin malı üzerinde bir bekçidir ve ondan mes’ûldür Hulâsa, sizin her biriniz bir çobansınız ve beklediklerinizden mes’ûlsünüz" (107)

Evliliğin Gâyesi

İslâm’da evliliğin en başta gelen gâyesi, îmânlı bir neslin yetiştirilmesi ve İslâm ümmetinin sayısının çoğaltılmasıdır Bu hususda Peygamber (sav) Efendimiz: "Evlenin ve çoğalın! Çünkü ben (kıyâmet gününde) diğer ümmetlere karşı sizin (çokluğunuzla) iftihar edeceğim!" (108) buyurmuşlardır

Peygamber (sav) Efendimiz, evliliğin gözü haramdan koruduğuna ve namuslu yaşamaya vesile olduğuna işaretle şöyle buyurur:

"Ey gençler topluluğu! İçinizden kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin! Çünkü bu, gözü (haramdan) koruyan, namuslu kalmaya yardımcı olan çaredir Kimin de evlenmeye gücü yetmezse, (farz oruçlarından başka nafile) oruca (da) sarılsın Çünkü o (oruç), kendisinin şehvetine ve nefsine hâkim olmasını sağlar" (109)

Rasûlullah (sav) Efendimiz, evleneceklerin, dindarlığı ve ahlâk güzelliğini diğer meziyetlere tercih etmelerini tavsiye etmişlerdir:

"Kadınları yalnız güzellikleri için nikah etmeyin! Muhtemeldir ki, güzellikleri onları ahlâken alçaltır Onlarla mallarının hatırı için de evlenmeyin! Belki malları kendilerini azdırır Kadınlarla dindarlıkları yüzünden evlenin! Muhakkak ki yırtık elbiseli, siyah, fakat dindar bir kadın daha kıymetlidir" (110)

İslâm Dîni, evliliğin uzun ömürlü olması için iyi bir eş seçimi yapılmasını esas alır Yuvanın huzur, uyum, mutluluk ve karşılıklı güveni sağlayacak sağlam bir temel üzerine binâ edilmesi gerekmektedir Bu temel, dîn ve ahlâktır Dindarlık yaşlandıkça daha da artar Ahlâk, zaman ve tecrübelerle daha olgunlaşır Ahlâk güzelliği, insan için en kıymetli servettir Asıl güzellik, ahlâk güzelliğidir Çünkü ahlâkı güzel insan, her yaşta güzeldir

Zenginlik, güzellik, soy-sop gibi insanların çoğunun peşinde koştuğu şeyler geçici olup, evlilik bağının devamını sağlamaz Üstelik bu özellikler, kibri, ucbu (kendini beğenmeyi), övünmeyi ve ilgi çekmeyi getirmektedir (111)

İşte bu yüzden Hz Peygamber (sav) Efendimiz:

"Kadın dört şey için nikâh edilir; malı, güzelliği, soyu ve dindarlığı Sen bunlardan dindar olanını araştır, bul Mes’ûd olursun" (112) buyurmuşlardır Zîrâ erkekler evlenirken umûmiyetle bu dört hususu gözönünde bulundururlar, dindârlığı ise en sona bırakırlar

Evlilikte Denklik (Küfüv):

Kelime olarak küfüv, denklik ve eşi olmak demektir

Fıkıhda ise, evlenecek olan çiftlerin, birbirlerine bazı konularda denk olmaları demektir

Evlenmede denklik, kadınlar için erkekte aranır Yâni bir erkeğin, evleneceği kadına, müslümanlık, neseb, hür olma, meslek ve zenginlik gibi niteliklerde denk durumda bulunması, özellikle kadını korumak için öngörülmüştür

Mezhepler, evlenecek kişiler arasında dindârlık bakımından eşitlik bulunmasının kesinlikle gerekli olduğu görüşünde birleşmişlerdir Bunun yanında Hanefîler, erkeğin soy bakımından, kadından daha aşağı olmaması gerektiğini söylemişlerdir (113)

İslâm hukûkunda denklikten maksad, evlenecek eşler arasında dînî, ekonomik ve sosyal seviye bakımından yakınlık ve denklik bulunmasıdır Bu denkliğin, hem çiftler arasında, hem de hısımları arasında seâdet, huzûr ve sevgiye vesîle olacağı düşünülmüştür

Evlilikte denklik, bir sıhhat şartı değil, bağlayıcılık şartıdır Yâni denklik, evlilik için mecbûrî bir şart olmayıp, ancak âile seâdetinin te’mîni içindir Rasûlullâh (sav) Efendimiz, Hz Ali (ra)’a hitâben şöyle buyurmuşlardır:

"Üç şeyi geciktirme:

Vakti gelince namazı; hazır olduğunda cenâzeyi; dengini bulunca evlenecek kızı" (114)

Ayrıca başka bir hadîs-i şerîfde:

"Kadınları denkleriyle evlendirin, onları velîleri evlendirsin On dirhemden az mehir yoktur" (115) buyurulur

Hanefîler’e göre denklik (kefâet), altı yerde aranır Bunlar: Dindârlık, İslâm, hürriyet, neseb, mal ve meslektir



1 Dindârlık: Dînî kurallara bağlı olmayan ve ahlâk bakımından zayıf olan fâsık bir erkek, iffetli ve fazîletli bir kadına denk sayılmaz Aynı şekilde, dînî kurallara bağlı olmayan ve ahlâk bakımından zayıf olan fâsık bir kadın da, iffetli ve fazîletli bir erkeğe denk sayılmaz

2 İslâm: Burada denklikten maksad, kocanın müslüman olması değildir Zîrâ kocanın müslüman olması, evliliğin sıhhat şartıdır Müslüman olmada denklik, kocanın, babası veya büyükbabası bakımından aranır

3 Hürriyet: Çoğunluğa göre köle, hür olana denk değildir

4 Neseb: Bu konudaki denklik, Araplar arasında geçerli sayılmıştır

5 Mal: Eşlerin, aynı derecede mal ve servet sahibi olması da, evlilikte önemli bir unsurdur

6 Meslek: Evlenecek erkek ve kadının velîlerinin iş ve meslekleri arasında bir denkliğin bulunması gerekir (116)

Ayrıca çiftler arasında boy ve güzellik gibi fizîkî ölçülere de dikkat edilmesi, eşlerin anlaşabilmeleri ve birbirleriyle uyum sağlayabilmeleri açısından önemli bir husustur

Netice olarak İslâm hukukçularının büyük çoğunluğu, nikâhın mûteber olmasında kocanın kadına denk olmasının şart olduğunda müttefiktirler Denkliğin, mutlakâ dindârlık ve güzel ahlâkda aranması gerektiği üzerinde görüş birliğine varmışlardır Asr-ı seâdetteki tatbîkâta bakıldığında da denkliğin, en başta dindârlık ve güzel ahlâkda arandığı açıkça görülür Ashâb-ı kirâmdan Sehl b Sa’d es-Sâidî (ra) anlatıyor:

"Birgün Rasûlullâh (sav)’in huzûrundan bir adam geçti Hz Peygamber (sav) yanında oturanlardan birine;

"Şu geçen hakkında ne dersin?" buyurdu

O da:

"Eşrâfdan biridir Vallâhi kız istese kendisine verilmesine, bir şey hakkında konuşsa, sözünün dinlenmesine çok lâyıktır" cevâbını verdi

Rasûlullâh (sav) Efendimiz sustular Bir müddet sonra bir başkası geçti Bu sefer yine:

"Ya bunun hakkında ne dersin?" buyurdu

Adam cevap verdi:

"Yâ Rasûlallâh, bu müslümanların fakirlerinden biridir Kız istese reddedilmeye, bir şey hakkında şefâat etse, kabul olunmamaya ve konuştuğu vakit, sözü dinlenmemeye lâyıktır"

Bunun üzerine Rasûlullâh (sav) Efendimiz şöyle buyurdular:

"(Hayır) bu (adam), yeryüzü dolusunca öbüründen hayırlıdır" (117)

Evlenecek eşler, güzellik ve zenginlik câzibesine kapılarak ahlâkı ve dîni zayıf kadınlarla evlenmemelidirler Böyle evlilikler, çoğu zaman hüsranla neticelenmektedir Rasûlullâh (sav) Efendimiz, dâimâ dindâr olan kadınların tercih edilmesini tavsiye buyurmuşlardır

Hakîkatte denklik; erkeğin değil, kadının menfaatine yönelik bir haktır Eşlerin, gönül ve görüş birliğine sâhip olmaları da zarûrîdir Zîrâ, bu yönlerden anlaşamayan çiftler, mutlu bir hayât yaşayamazlar

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #5
[KAPLAN]
Varsayılan


Kadının Fedâkârlığı:

İslâm hukûkuna göre evli kadın, kocasının evinde bir işçi, kocası bir iş veren değildir(137) Ancak müslüman bir hanımın, iyi geçimin bir gereği olarak, kocasının evinde severek hizmet etmesi ve ev işlerini görmesi, büyük bir fedâkârlık sembolüdür Bu husûsda kadınların, yapmaları uygun olan hizmetleri yerine getirmekten kaçınmaması, erkeğini memnûn etmeğe çalışması ve elinden geldiği kadar ona yardımcı olması gerekir (138)

Müslüman hanımı, Hz Peygamber (sav) Efendimiz’in şu hadîs-i şerîfini her zaman kendine rehber edinmelidir:

"Eğer bir kimseye, Allâh’dan başka birine secde etmesini emredecek olsam, kadınlara, kocalarına secde etmelerini emrederdim Bunun sebebi, Allâh’ın erkekler için kadınlar üzerine kıldığı haklardır" (139)

Nitekim ashâb-ı kirâmın hanımları ev işlerinde çalıştıkları gibi, kocalarının işlerine bile yardım ederler ve onları memnun etmeye son derece gayret sarfederlerdi Hz Fâtıma (ranha) ile Hz Ali (ra) evlendiklerinde Peygamber (sav) Efendimiz, geçim işlerini aralarında taksim ederek, evin dış işlerini Hz Ali (ra)’a, iç işlerini de Hz Fâtıma (ranha)’ya vermiş ve Hz Fâtıma (ranha)’ya hitaben şöyle buyurmuştu:

"Kızım Fâtıma, sen Ali’ye câriye ol ki, o da sana köle olsun" (140)

Hz Fâtıma (ranha), babasının bu tavsiyelerine uyarak, kocası Hz Ali (ra)’a gücünün üstünde hiç bir masraf yüklemeyip daima eldeki ile yetinirdi Bütün âile fertlerinin elbiselerini bizzat kendi elleriyle biçip dikerdi İbâdet dışında hep ev işleriyle uğraşırdı Evin ihtiyacı olan suyu, kuyudan çekip çıkarır, omuzuna koyup getirirdi Bu yüzden ip boynunu kesmişti Un elde etmek için devamlı olarak el değirmenini bizzat kendisi çeviriyordu Nihayet elleri nasırlaşmıştı (141) Ayrıca evini süpürüyor, yemek de pişiriyordu (142)

Hz Ebûbekir (ra)’ın kızı Hz Esmâ (ranha) vâlidemiz, kocası Hz Zübeyr (ra)’ın işlerinde çalışır, atının bütün hizmetlerini görür, başının üzerinde tohum ve hurma çekirdeği taşırdı (143)

İslâm hanımının evi ve âilesi, kendisi için huzûr ve mutluluk yeridir Âile sorumluluğunu tam mânâsıyla idrâk ederek, onlara hizmet etmeyi üzerine borç bilmeli ve vazîfelerini hakkıyla başarmalıdır

Âilede erkek de boş vakitlerinde hanımına yardımcı olmak durumundadır Nitekim Peygamber (sav) Efendimiz, evde uygun zamanlarında elbiselerini yamar, ayakkabılarını ta’mir eder, hayvanları sağardı (144)

Ashâb-ı kirâmdan Esved b Yezîd, Hz Aişe (ranha)’ya Rasûlullâh (sav)’in evde bulunduğu zamanlarda ne işle meşgul olduğunu sorduğunda şu cevabı almıştı: "Ev halkına, ev işlerinde yardım eder, ezânı işitince namaza çıkar idi" (145)

Kadınlara İbâdetlerde Kolaylıklar:

İslâm Dîni, ibâdetlerin yapılış şeklinde kadınlara bazı kolaylıklar tanımıştır Bunlar; namaz, oruç, hac, zekât ve cihâd gibi ibâdetlerdir

Namaz:

Kadınlar, beş vakit namazla mükellef olmakla birlikte, cumâ, bayram ve cenâze namazlarından muaf tutulmuşlardır Beş vakit namazı, cemâatle kılmak yerine, evde kılmalarının üstün tutulması, başka bir kolaylıktır Hz Peygamber (sav) Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde:

"Kadının namazını evinde kılması, dışarda kılmasından daha fazîletlidir" (146) buyurmaktadırlar

Kadınların namaz için ezân ve kâmet okuma mecbûriyetleri yoktur

Ayrıca kadın, ay hâlinde veya lohusalık günlerinde namaz kılmaz Bu günlere rastlayan namazlar, kılınmış hükmünde olup iâdesi gerekmez Nitekim Hz Peygamber (sav) Efendimiz, Fâtıma bint-i Ebî Hubeyş’e hitâben:

"Hayız gördüğün zaman namazı bırak!" (147) buyurmuşlardır

Oruç:

Kadınlar, hayız ve nifâs hâlinde oruçlarını tutmazlar Ancak, Ramazân-ı Şerîf Ayı’nda tutamadıkları oruçları daha sonra kazâ ederler Hz Âişe (ranha)’nın bu konuda şöyle dediği rivâyet edilir:

"Biz Rasûlullâh devrinde âdet görüyorduk Namazı kazâ etmekle emrolunmuyor, ancak, tutamadığımız orucu kazâ etmekle emrolunuyorduk" (148)

Ramazân-ı Şerîf Ayı’nda hâmile veya emzikli olan kadınların, kendilerine veya çocuklarına bir zarar gelmesinden korkmaları hâlinde oruç tutmamaları mübâhtır Daha sonra bunları, gününe gün kazâ ederler

Kadın, altmış gün kefâret orucunu tutarken aybaşı veya lohusalık durumu olursa, orucu keser ve temizlendiği günden itibâren kalan günleri tamamlar

Zekât:

Zekât, erkekler gibi zengin olan kadınlara da farzdır Zekât için nisâb miktarı mala sahip olmak gerekir Kadına âid; altın, gümüş, para veya ticâret malı, nisâb miktarına ulaşır ve üzerinden de bir yıl geçerse, kadın, zekât vermekle mükellef olur Amr b Şuayb, babası yoluyla dedesinden şu hadîs-i şerîfi nakletmiştir:

"Yemenli bir kadın, kızıyla birlikte Hz Peygamber (sav)’in yanına gelmişti Kızının kolunda iki tane altın bilezik vardı Allâh’ın Rasûlü (sav) kadına:

"Bunların zekâtını veriyor musun?" diye sorunca, kadın:

"Hayır!" dedi

Hz Peygamber (sav):

"Kıyâmet gününde yüce Allâh’ın bu iki bileziği senin koluna ateşten bilezik olarak takmasını ister misin?" buyurdu

Bunun üzerine kadın, bilezikleri kızının elinden çıkarıp Allâh elçisinin önüne bıraktı ve şöyle dedi:

"Bilezikler, Allâh ve Rasûlü’ne âiddir" (149)

Hac:

Kadının hac ibâdetini yapması için, haccın diğer şartlarının yanında, ayrıca yol arkadışının bulunması, boşanma veya ölüm iddetlisi olmaması gerekir Hadîs-i şerîflerde şöyle buyurulmuştur:

"Kadın, yanında mahremi bulunmadıkça, üç günden fazla yolculuk yapamaz" (150)

"Bir kadın, yanında kocası bulunmadıkça hac yapmasın!" (151)

Hac veya umrede ihrâma giren kadınlar, normal elbiseleri ile ibâdet yaparlar Telbiye getirirken seslerini yükseltmezler Hayızlı ve nifâslı kadınların, ihrâma girerken temizlenmek gâyesi ile boy abdesti almaları sünnettir Hadîs-i şerîfde:

"Hayızlı veya nifâslı kadınlar, boy abdesti alır, ihrâma girer ve Beytullâh’ı tavâf etmek dışında haccın bütün menâsikini îfâ ederler" (152) buyurulur

İhrâmdan çıkarken de kadınlar, saçlarının ucundan biraz keserler

Ayrıca sa’y esnâsında kadınların, remel (omuzları silkerek çalımlı yürüme) yapması ve iki yeşil direk arasında koşarak yürümesi gerekmez

Cihâd:

Güçlüklerine rağmen, kadın sahâbîlerin cihâda katılarak geri hizmetlerde bulunduklarını İslâm Târihi’nden okumaktayız

Cihâdın çok büyük ecir kazandırdığını öğrenen kadınlar, erkekler gibi cihâda katılamayışlarına üzülmüşler ve kendileri için cihâdın yerini tutabilecek bir amelin olup olmadığını Hz Peygamber (sav) Efendimiz’e sormuşlar; bunun üzerine Hz Peygamber (sav) Efendimiz; Kadınların cihâdının hacc ve umre olduğunu bildirmişlerdir Bir hadîs-i şerîflerinde:

"Hac, ne güzel cihâddır!"(153) buyurmuşlar ve hac veya umre ziyâreti yapan hanımların, düşmanla cihâda katılmış gibi ecir kazanacaklarını

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #6
[KAPLAN]
Varsayılan


Kadın ve Cihâd:

İslâm hukûkuna göre kadın, askerlik yapmak ve harbe iştirâk etmekle mükellef değildir Erkekler için;

"Cennet, kılıçların gölgeleri altındadır" (154) buyurulurken, kadınlar için de;

"Cennet, annelerin ayakları altındadır" (155) buyurulmaktadır

Aslında kadın; dîni, milleti ve memleketi için en samîmî çalışan bir insandır Bütün bir milletin "insan gücü" nü hazırlayan, yetiştiren ve vatana bağışlayan, hep fedâkâr kadınlardır Kadınlar, gerçekleşmeden önce harplerin ve gazâların çilesini çeken, gerçekleştikten sonra da ızdırâbını sînesinde duyan çilekeş insanlardır

Kadının, illâ cephede bi’l-fiil savaşması mecbûrî değildir Fakat bu, kadının hiç bir sûrette bu tür hizmetlere katılamayacağı anlamına gelmez İslâm hukûkçularına göre, düşman, tâ memleketin içine doğru hücûm eder ve iş, bir ölüm-kalım savaşına dönerse, kadınlar da harbe iştirâk ederler (156) Nitekim İslâm Târihinde bunun örnekleri çoktur

Hz Peygamber (sav) Efendimiz’in devrinden günümüze kadar İslâm kadını, hem ordular için dünyânın en cesûr mücâhidlerini ve en mert yiğitlerini yetiştirmiş, hem de zaman zaman bizzat harbe iştirâk ederek büyük kahramanlık örnekleri vermiştir

Hz Peygamber (sav) Efendimiz zamanında, kadınlık, İslâm uğrunda ilk şehîdini vermiştir Kadın, İslâm’ın en ızdıraplı Mekke devrinde dîni uğrunda erkekle birlikte her türlü işkenceye katlanmış, gerektiğinde yurdunu terkedip hicret etmiş, müslümanlara tatbik edilen muhâsara ve açlık yüzünden gözü önünde cân veren evlâdının dayanılmaz acısını çekmiştir

Kadın, İslâm ordusunun yaptığı seferlerin bir çoğuna katılmış ve ordunun yaralı gâzîlerini nakil ve tedâvî etmek, şehîdleri taşımak, mezâr kazmak, yemek pişirmek, su taşımak, levâzım muhâfızlığı yapmak gibi birçok hizmetler îfâ etmiştir Ayrıca, bizzat kılıç ve ok kullanmış, düşmanları öldürmüş, kendisi de gâzî veya şehîd olmuştur

Çağımızda ise, savaş metodları değişmiş olup artık eğitim ve kültür savaşları yapılmaktadır Ana hedef, müslüman hanımının örtüsü, hayâsı, iffeti ve çocuğudur Günümüzün müslüman kadınının en büyük cihâdı ise, nâmûsunu korumak, çocuğunu küfür ve ahlâksızlık batağından kurtarıp, îmânlı bir nesil olarak yetiştirmek, kocasına itâat etmek ve İslâm’a uygun örtünerek Allâh’a kulluk etmektir Bütün bunları başaran kadın, gerçek bir mücâhidedir Bu cihâdın bayrağı, onun şerefli örtüsü, silâhı da, yetiştirdiği îmânlı gençliktir

İslâmî Tebliğde Kadın:

Kadın sahâbîler, Rasûlullâh (sav) Efendimiz’in İslâm dâvetinde, üzerlerine düşen vazîfelerini en iyi bir şekilde yaparak İslâmî harekette ve tebliğde önemli bir yer işgâl etmişler ve geleceğin müslüman hanımlarına güzel örnek olmuşlardır

Rasûlullâh (sav) Efendimiz’in zamanındaki ilk İslâm cemâatinin dörtte birini kadınlar oluşturmaktaydı İslâm’a giren erkeklerin çoğunun, hanımları da onlarla birlikte İslâm’ı kabul etmişler, bu örnek tavırlarıyla kocalarına dâimâ yardımcı ve destek olmuşlardır

İslâm’ın bu yüce mücâhideleri Allâh ve Rasûlü’nden gelen her emir ve yasağı âdetâ kanlarına işlercesine bu konuda eşsiz bir tablo sergilemişlerdir

İlk İslâm’a giren kişi, bir kadın olan Hz Hatîce (ranhâ) idi Ve ilk şehîd edilen de Hz Sümeyye (ranhâ) adında bir mücâhide idi Ve daha niceleri!

Onlar, Allâh ve Rasûlü’nün kendilerinden ne istediğinin şuûrundaydılar İslâm’ın yücelmesi için gereken her şeyi yapmaktan çekinmediler Onlar, bu dâvâ için neler yapmamışlardı ki!

İslâmiyyet’in başlangıcında İslâm’a koşup müslüman olan ilk kadın sahâbîlerden olmak şerefini kazanan Hz Zınnîre (ranhâ), inancından dolayı kendisine yapılan işkencelerin neticesinde gözlerini fedâ etmemiş miydi?!:

Hattâb’ın kızı Fâtımâ (ranhâ), kanlar içinde yere serilme pahâsına da olsa, henüz müslüman olmayan ağabeyi Ömer’e karşı İslâm’ı haykırmamış mıydı?!

Uhud harbinde Nesîbe Hatun (ranhâ), Rasûlullâh (sav)’i cânı pahâsına korumamış mıydı?!

Hz Hatice (ranhâ) Vâlidemiz, bütün malını Allâh için verirken; Hz Sümeyye (ranhâ), en kıymetli varlığı olan cânını, kocasını ve çocuğunu İslâm için fedâ ederken; diğer sahâbî hanımlarının da, kimileri kocasını, kimileri de çocuklarını Allâh yolunda kaybederlerken; bugünün müslüman hanımları, acabâ İslâm yolunda Allâh ve Rasûlü için nelerini verebiliyorlar?! Canlarından, evlâdlarından ve mallarından yana ne gibi fedâkârlıkta bulunabiliyorlar?!

Artık müslüman hanımı, uyanmalı ve kendi öz benliğine dönmeli İslamı; ilmi, irfanı, güzel ahlâkı ve örtüsü ile, hâli ve kâli ile, kalbi ve kalıbı ile en güzel bir şekilde yaşamalı ve örnek bir hanımefendi olmalı

İşte, müslüman kadınının gerçek tebliği budur

Tesettür, Kadının İffetini Korur:
Tesettür, şer’an örtülmesi gereken yerleri örtmek demektir

Bir kimsenin örtmesi gereken ve başkasının bakması haram olan yerlerine avret yeri denir

Örtünmenin gâyesi, başkasının bakışlarından korunmak ve ırzı, meşrû olmayan isteklerden sakınmaktır İnsandaki edeb ve hayâ duygusu, örtünmeyi gerektirir Örtünmede asıl gâye, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını kazanmak olmalıdır

Kadının örtülü olması, hürriyetini kısmak için değil, bilakis şeref ve iffetini korumak içindir Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de:

"Ey Peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına, dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle Bu, onların tanınıp eziyet edilmemelerine daha uygundur Allâh çok yarlıgayıcıdır, çok esirgeyicidir" (157) buyurulur

İslâm Dîni, örtünmeyi emretmekle kadını muhâfaza etmek, onun kıymetini arttırmak ve hürmete lâyık bir insan olduğunu ortaya koymak istemiştir Dış etkilerden korumayı istediğimiz her şeyi örtü ile muhâfazaya çalıştığımız da bir gerçektir Örtünme ile ilgili olarak Nûr sûresinin 31 âyet-i celîlesinde:

"Mü’min kadınlara söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar,ırzlarını korusunlar, ziynetlerini açmasınlar! Bunlardan görünen kısmı (yüzler ve eller) müstesnâ, başörtülerini, yakalarının üstüne koysunlar" buyurulur

Hz Âişe (ranhâ), ilk başörtüsü uygulamasını şöyle anlatır:

"Allâh ilk muhâcir kadınlara rahmet etsin! Onlar âyeti inince, etekliklerini kesip bunlardan böş örtüsü yaptılar"

Yine Safiyye bint-i Şeybe şöyle anlatır:

"Biz Âişe ile birlikte idik Kureyş kadınlarından ve onların üstünlüklerinden söz ediyorduk Hz Âişe (ranhâ) dedi ki:

"Şüphesiz Kureyş kadınlarının birtakım üstünlükleri vardır Ancak ben, Allâh’a yemîn olsun ki, Allâh’ın Kitâbı’nı daha çok tasdîk eden ve bu Kitâb’a daha kuvvetle inanan ensâr kadınlarından daha fazîletlisini görmedim Nitekim en-Nûr Sûresi’ndeki âyeti inince, onların erkekleri bu âyetleri okuyarak eve döndüler Eşlerine, kızlarına, kızkardeş ve hısımlarına bunları okudular Bu kadınlardan her biri, eteklik kumaşlarından, Allâh’ın Kitâbı’nı tasdîk ve O’na îmân ederek başörtüsü hazırladılar Ertesi sabah, Hz Peygamber (sav)’in arkasında başörtüleriyle sabah namazına durdular Sanki onların başları üstünde kargalar vardı" (158)

Peygamber (sav) Efendimiz:

"Allâh bülûğa ermiş kadının namâzını, başörtüsüz kabul etmez" (159) buyuruyorlar Başka bir hadîs-i şerîflerinde: "Kadın avrettir (örtünmesi gereklidir Sokağa) çıkınca, şeytan onu daha câzip gösterir" (160) buyurur

Bunun için kadının evden dışarıya çıkışında güzel koku sürünmesi hadîs-i şerîfde yasaklanmıştır:

"Bir kadın koku sürünerek dışarı çıkar ve koku ulaşsın diye bir topluluğun yanına giderse, zinâya bir adım atmış olur" (161)

Peygamber (sav) Efendimiz’in baldızı ve Hz Ebûbekir’in (ra) kızı Esmâ, bir gün ince bir elbise ile Rasûlullâh (sav) ’in huzuruna girmiş, Peygamber (sav) Efendimiz de ondan yüzünü çevirerek:

"Esmâ! Kadın bülûğa erdikten sonra, -mübârek ellerine ve yüzüne işâret ederek- şundan ve şundan başka yerinin görünmesi câiz değildir" (162) buyurmuşlardır

Erkeklerin de dışarıda gözlerini muhâfaza etmeleri ve yolda yürürken ayaklarına bakarak yürümeleri tavsiye edilmekte ve tasavvufda bu duruma "nazar ber-kadem" denilmektedir Nitekim Hz Peygamber (sav) Efendimiz, Hz Ali (ra)’a şöyle buyurmuşlardır:

"Ey Ali!

Bakış, bakışı izlemesin! İlk bakış, sana âid (mübah), sonraki ise sana âid değildir" (163)

Buradaki ilk bakışdan maksad, elde olmadan meydana gelen göze çarpmalardır

Bir başka hadîs-i şerîfde de şöyle buyurulur:

"Bir müslüman erkeğin gözü, (mahremi veya nikâhlısı olmayan) bir kadının güzelliklerine takılır da, sonra (Allâh’dan korkarak) gözünü ondan sakınırsa, Allâh Teâlâ ona ibâdet ecri verir Ve o kimse, kalbinde ibâdetin tadını bulur" (164)

Ayrıca, mahrem olmayan kadın ile erkeğin birbirine dokunması, musâfaha etmesi ve tokalaşması helâl değildir Hadîs-i şerîfde buyurulduğu gibi bu da, elin veya dokunan uzvun bir zinâsıdır:

"Gözlerin zinâsı bakmaktır Kulakların zinâsı dinlemektir Dilin zinâsı konuşmaktır Elin zinâsı yapışmak, tutmaktır Ayağın zinâsı da yürümektir Nefis ise, (bu kötü işleri) sever, temennî ve arzu eder" (165) Hz Âişe (ranhâ) yemin ederek anlatıyor ki:

"Rasûlullâh’ın eli aslâ yabancı bir kadının eline değmemiştir" (166)

Rasûl-i Ekrem (sav) Efendimiz şöyle buyuruyor:

"Birinizin başının, demirden bir şişle dürtülmesi, onun için, nâmahrem bir kadına dokunmasından daha hayırlıdır" (167)

Örtünmekten maksad, avret yerlerini, hem görünmeyecek ve hem de vücûd hatları belli olmayacak şekilde kapatmaktır Binâenaleyh, teni gösteren şeffaf elbise, örtü sayılmaz Böylesi, uzvu daha câzip gösterir Nitekim Peygamber (sav) Efendimiz, bu konuda şöyle buyurur:

"Cehennem halkından iki sınıf var ki, ben onları görmedim (Fakat onlar birgün türeyecektir): Ellerinde sığır kuyrukları gibi kamçılar bulunup onlarla halkı döven insanlar, bir de giyinmiş, fakat çıplak olan (yâni vücûdun çirkin yerlerini örtüp câzip kısımlarını açan veya tenin rengini gösteren ince elbise giyenler), vücûdlarını sağa sola eğip çalımlı olarak yürüyen ve başları Horosan develerinin hörgüçleri gibi (saçları kabartılmış) olan kadınlar (İşte) bunlar, cennete giremezler, kokusunu da hissedemezler Halbuki cennetin kokusu, şu kadarlık yoldan alınır" (168)

Hz Peygamber (sav) Efendimiz, giyim, beden veya davranışlarıyla erkeğe benzemeye çalışan kadına ve kadına benzemeye çalışan erkeğe lânet etmiştir:

"Kadınlardan erkeklere benzeyenlerle, erkeklerden de kadınlara benzeyenler bizden değildir" (169)

Abdullâh b Abbas (ranhümâ)’dan nakledilmiştir:

"Nebî (sav), erkekleşen kadınlarla, kadınlaşan erkekleri lânetledi Ve:

"Onları evlerinden çıkarınız!" buyurdu" (170)

Abdullâh b Ömer (r anhümâ), Allâh elçisinin şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"Üç kimse vardır ki, cennete giremez ve kıyâmet günü Allâh onlara rahmet nazarı ile bakmaz:

1 Ana-babasını dinlemeyen kimse,

2 Erkeklere benzemeye çalışan kadın,

3 Eşini kıskanmayan koca" (171)

Hülâsa müslüman hanımı, kendi cinsine âid giyim ve davranışlara özenmeli, erkeklere âid elbise ve tavırlara meyletmemelidir Zîrâ her cins, kendi özellikleri içinde bir değer ifâde eder Bunun için kadın, yüzü ve bileklere kadar elleri hariç olmak üzere vücûdunun geri kalan kısımlarını, temiz, sade ve diğer kadınlara örnek olacak tarzda muntazam olarak örtmekle yükümlüdür İşte bu kadındır ki, başkalarına hürmet, şefkat ve muhabbet telkin eder Dînimizin yücelttiği ve Cennet’in ayaklarının altında olduğunu müjdelediği kadın da budur (172)

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #7
[KAPLAN]
Varsayılan


Kadın ve Şâhidlik:

İslâm hukûkunda şâhidlik konusuna ayrı bir önem verilmiştir Sebebi ise, adâleti sağlama husûsundaki titizliktir Çünkü adâletin gerçekleşmesi, ancak şâhidlerin doğru ifâdeleriyle mümkündür Bu yüzden İslâm Dînî, şâhidlerin sözlerinin geçerli sayılması için, onlarda adâlet, hürriyet, İslâm ve şehâdet lâfzı gibi özellikleri şart koşmuştur Şâhidin dış görünümü bu sıfatları taşırsa yeterlidir, için tezkiyesi gerekmez Ancak hadlerde ve kısasta, için tezkiyesi de şarttır Çünkü bunlar, ağır cezâyı gerektirdiğinden içini de bilmek gerekli görülmüştür (173)

Kur’ân-ı Kerîm’de şâhidlikle ilgili olarak şöyle buyurulmaktadır:

"Ey îmân edenler!

Adâleti titizlikle ayakta tutan hâkimler ve Allâh için şâhidlik eden insanlar olun! (O hükmünüz veya şâhidliğiniz) velev ki kendinizin veya ana ve babalarınızın ve yakın hısımlarınızın aleyhine olsun! İsterse onlar, zengin veya fakir bulunsun!" (174)

Hz Peygamber (sav) Efendimiz, yalan şâhidlik konusunda birgün ashâbına üç kere:

"Büyük günahların en büyüğünü size haber vereyim mi?" diye sormuşlar, onların da:

"Hay hay buyurun Yâ Rasûlallâh!" demeleri üzerine şöyle buyurmuşlardır:

"Allâh’a şirk koşmak, anaya, babaya karşı gelmek"

Bundan sonra da Hz Peygamber (sav) Efendimiz, yaslandıkları yerden doğrularak:

"Dikkat ediniz, biri de yalan şâhidliktir!" diye o kadar tekrar etmişler ki, ashâb-ı kirâm, bu manzara karşısında şaşırıp:

"Keşke sükût etse!" diye temennîde bulunmuşlardır (175)

Şâhidliğin maddî cezâsı da vardır Meselâ, zinâ isnadı ile birinin aleyhine şehadette bulunmak ve gerektiği şekilde bunu isbat edememek, şâhidin seksen değnek yemesine ve bir daha sözünün muteber tutulmamasına yol açar (176)

İşte İslâm hukûkunda şâhidliğin bu tehlikeli ve ağır sorumluluğu dikkate alınarak, kadına bir mes’ûliyet arkadaşı verilmiştir Ve bunun içindir ki, Allâh hakkı olarak cezâları tertip ve tayin edilmiş bulunan zinâ, zinâ ile iftirâ, içki, hırsızlık gibi fiillerde ve bir de kısasta kadın şâhidlikten muaf tutulmuştur (177)

Hanefî mezhebinin müctehidleri, had ve kısâs dışındaki bütün dâvâlarda iki erkeğin şâhidliğini veya bir erkekle iki kadının şâhidliğini câiz ve yeterli görmüşlerdir (178)

Şâhidlikte esas mes’ele hakkın zâyî olmaması ve adâlete gölge düşürülmemesidir Bazen ölüme kadar varan had ve kısas cezâlarında kadının şâhidliğine mürâcaat edilmemesinin hikmeti, bu gibi ağır cezâlarda en küçük bir şüpheye mahal verilmemesi hassasiyetidir Çünkü kısas gibi ciddî bir dâvâda eksik bir beyanla, bir insan ölebilecek veya ölümü hak ettiği halde bir cânî kurtulacaktır Kadınlardaki unutkanlık, acıma duygusu, hislerine mağlub olmak gibi bir durum bu mes’eleye gölge düşürebilir Zîrâ Hz Peygamber (sav) Efendimiz:

"Gücünüzün yettiği kadar, şüphelerle had cezâlarını düşürünüz!" buyurmuşlardır (179)

İslâm hukûkunda erkeklerin vâkıf olamayacağı ve tamamen kadınların ilgi sahası olan doğum, bekâret, emzirme ve aybaşı gibi kadınlara mahsûs hallerde, erkeğin değil, sadece kadının hattâ tek kadının şâhidliği yeterlidir (180) Bu gibi konulara, kadınların çokça şâhid olmaları ve erkeklerden fazla gözlem ve tecrübelere sahip bulunmaları sebebiyle, tek kadının şâhidliği bile geçerli sayılmıştır Hattâ Hz Peygamber (sav) Efendimiz’in emzirme konusunda tek kadının şâhidliğini kabul ettiği bilinmektedir (181) Nitekim:

"Erkeklerin muttalî olmadıkları şeylerde kadınların şâhidliği makbûldür" (182) buyurması bunun en güzel delîlidir

Doğum için de tek bir kadının şâhidliği kabûl edilmektedir Rasûlullâh (sav) Efendimiz:

"Doğum konusunda bir kadının şâhidliği yeterlidir" (183) buyurmaktadırlar

Hz Ömer (ra), boşanma konusunda yalnız başına kadınların şâhidliğini kabul etmiştir Hz Ali (ra) da, bir çocuğun öldürülmesine şâhid olan kadınların şâhidliğini muteber saymıştır (184)

Hattâ ashâb-ı kirâm, çocukların kendi aralarında cereyân eden yaralama hâdiselerinde, yine çocukların şâhidliğini kabûl ederlerdi 185)

İbn-i Kayyım, âlimlerin şu konuda ittifâk ettiklerini kaydeder:

"Normal zamanlarda bazı hususlarda şâhidlikleri kabûl olunmayan kimselerin, ihtiyaç ve zarûret hâlinde, hakkın zâyî olmaması için aynı hâdiseler hakkındaki şâhidlikleri kabûl olunabilir" (186)

İslâm hukûkunda bazı konularda iki kadının bir erkek şâhid yerine geçmesi, kadınların erkeğin yarısı kabul edilmesinden veya erkekten daha aşağı görülmesinden dolayı değil, kendi yaratılışlarından, fizyolojik ve psikolojik özelliklerinden dolayıdır Kendileriyle ilgili konularda yalnız başlarına şâhidliklerinin geçerli sayılması da bunun en açık ve en güzel isbâtıdır Allâh Teâlâ, kadının his dünyâsını zengin yaratmıştır Çabuk sevinir, çabuk üzülür Onun esas mizacı, heyecandır ve heyecanlarıyla yaşar Muhâkemeden daha çok duygularıyla hareket eder Merhamet ve şefkat tarafı ağır bastığından hâdiselere sevgiyle yaklaşır

Ayrıca kadının en büyük vasfı anneliktir Anne, tabiî olarak vaktinin çoğunu ev içinde, çocuklarının bakımı ve terbiyesiyle geçirir Dışarıda, cemiyette cereyan eden hâdiselere fazla şâhid olamaz

Bu sebeple, şâhidlik gibi ağır sorumluluğu olan bir olayda kadınlara yardımcı bir arkadaş verilerek kolaylık getirilmiştir

İki kadın şâhid olunca, kadınlardan birisi "Diğeri nasıl olsa işin aslını söyleyecek" diyerek, şâhidliğini rahat ve doğru bir şekilde yapar Öbür kadın da aynı şekilde ve aynı mantıkla şâhidlik vazîfesini yerine getirir Her ikisi de kalben müsterih ve rahat olurlar Bu durum, hem kadınların yaratılışına ve tabiatına uygundur, hem de onlara bir rahmet ve kolaylıktır Ayrıca hâkimin karşısında kadının tek başına şâhidlik yapmasının mahremiyet açısından sakıncası da önlenmiş olur Aslında iki kadının şâhidliğinin bir erkeğin şâhidliğine denk olduğu iddiâsı, gerçeklerle hiçbir ilgisi olmayan asılsız bir iddiâdır Konu ile ilgili olarak Bakara sûresinin 282 âyet-i kerîmesinde şöyle buyrulur:

"Ey îmân edenler! Belirli bir vâdeye kadar birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın Bunu, aranızda bir kâtib doğru olarak yazsın Erkeklerinizden iki de şâhid tutun Eğer iki erkek bulunmazsa, şâhidlerden kendilerine güvendiğiniz bir erkek ve -biri unutunca diğerinin hatırlatması için- iki kadın yeter" Yukarıda görüldüğü gibi bir bütün olarak ele alındığında, âyetin genel olarak şâhidliği düzenleyen umûmî bir hüküm koymadığı, âyet-i kerîmedeki hükmün sadece vâdeli borçlanmalarla ilgili olduğu açıkça görülür

Âyet-i kerîmede iki kadının şâhidliğinin bir erkeğin şâhidliğine denk sayıldığı değil, iki kadın şâhid bulundurulması gerektiği ifâde edilmektedir

İki kadın şâhid önerilmesinin sebebi, birisi yanılırsa diğerinin ona hatırlatması içindir Ancak âyette "iki kadın şâhidden biri mutlaka yanılır veya unutur" denmemektedir "Yanılırsa veya unutursa" denmektedir

O halde iki kadın şâhidden birisi, şâhidlik ettiği borçlanma akdiyle ilgili olarak yanılmaz veya unutmazsa, şâhidliğini tam olarak yaptığı için, erkek şâhid ile kadın şâhidin şâhidlikleri yeterli, aynı zamanda eşit değerde olacaktır Bu ise kadının şâhidliğinin, erkeğin şâhidliğine denk olabileceğini gösterir

Mîrâsda Kadın’ın Durumu:

İslâm Dîni’nde miras, şahısların ihtiyaç ve mes’ûliyetlerine göre taksime tâbi tutulmuştur Âile hayatında geçim yükü, genellikle erkeğin omuzlarındadır Erkek, hem kendisini, hem de hanımını olmak üzere en az iki kişinin geçimini sağlamak zorundadır Bunun yanında çocuklarını, annesini, babasını geçindirmek de erkeğe düşer Oysa kadın, kocasının nafakasını sağlamak zorunda değildir Kadına, ya kocası veya oğlu, babası yahut kardeşleri bakar İster anne, ister eş, isterse kız çocuk, isterse kız kardeş olsun, kadının geçimi kendisine âid olmayıp, oğul, koca, baba veya erkek kardeşin sorumluluğundadır Çoğunlukla kadın, kendisi dışında başkalarının geçimini sağlamakla da yükümlü değildir Erkek ise tam aksine eşinin, kızının, annesinin ve kızkardeşinin geçimini sağlamakla mükellefdir

İşte hem kendisine, hem hanımına, çocuklarına, gerektiğinde annesine, babasına, kızkardeşlerine bakmak, onların geçimlerini sağlamak zorunda bulunan erkeğin, gerektiğinde yine kendisinin bakıp himâye edeceği kızkardeşinden bir kat daha fazla miras alması, adâlete aykırı değil, adâletin tâ kendisidir

Kadın, kendi mal varlığında istediği gibi tasarruf etme hakkına sahiptir Kadının malî durumu yerinde olsa bile, âilenin harcamalarına katılmak zorunluluğu yoktur Bu açıdan bakılınca, kadın ile erkeğe aynı pay verilecek olsa, hisseleri aynı olduğu halde erkek, âilenin geçimini sağladığı, kadının ise böyle bir sorumluluğu olmadığı noktasında, denge erkek aleyhine bozulmuş olacaktır ki bu, erkeğe haksızlık edilmesi demektir

Erkek, evlenme sırasında kararlaştırılan ve mehir adı verilen bir mikdar mal veya parayı kendisi ile nikahlandığı kadına vermekle mükellefdir Kadının ise, erkeğe karşı böyle bir yükümlülüğü yoktur

Kadın boşandığı takdirde, iddet sûresince onun barınma, yeme-içme, giyim-kuşam masraflarını ödemek, kadını boşayan kocanın görevidir Kadının ise kocasına karşı böyle bir sorumluluğu yoktur

Görüldüğü gibi, malî mükellefiyetler bakımından kadın, erkeğe karşı eşit olmak bir yana, avantajlı bir konumda bulunmaktadır Pek çok konudaki malî yükümlülükler erkeğe verilmiştir Bu yüzden, erkeğe malî yükün ağırlığına uygun olarak iki hisse, erkeğe nazaran hemen hiçbir malî yükümlülüğü olmayan kadına da bir hisse verilmektedir

Mîrâsla ilgili olarak Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

"Allâh size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (mîrâs vermenizi) emreder (Çocuklar) ikiden fazla kadın iseler, ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır Eğer yalnız bir kadınsa, yarısı onundur Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin mîrâsdan altıda bir hissesi vardır Eğer çocuğu yok da, ana-babası ona vâris olmuş ise, anasına üçte bir (düşer) Eğer ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir (düşer Bütün bu paylar, ölenin) yapacağı vasiyyetten ve borçtan sonradır Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size, fayda bakımından yakın olduğunu bilemezsiniz Bunlar Allâh tarafından konmuş farzlardır (paylardır) Şüphesiz Allâh, ilim ve hikmet sahibidir

Yapacakları vasiyyetten ve borçtan sonra, eşlerinizin, eğer çocukları yoksa, bıraktıklarının yarısı sizindir Çocukları varsa, bıraktıklarının dörtte biri sizindir Çocuğunuz yoksa, sizin de yapacağınız vasiyyetten ve borçtan sonra, bıraktığınızın dörtte biri, onlarındır (zevcelerinizindir) Çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır Eğer bir erkek veya kadının, ana-babası ve çocukları bulunmadığı halde, malı mîrâsçılara kalırsa ve bir erkek yahud bir kızkardeşi varsa, her birine altıda bir düşer Bundan fazla iseler, üçte bire ortaktırlar (Bu taksim) yapılacak vasiyyetten ve borçtan sonra, kimse zarara uğramaksızın (yapılacak) tır Bunlar Allâh’dan size vasiyyettir Allâh her şeyi hakkıyle bilendir, halîmdir Bunlar, Allâh’ın (koyduğu) sınırlardır Kim Allâh’a ve Peygamberi’ne itâat ederse, Allâh onu zemîninden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır, (onlar) orada devamlı kalıcıdırlar, işte büyük kurtuluş budur!

Kim Allâh’a ve Peygamberi’ne karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa, Allâh onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azâb vardır" (187)

Mîrâsdan kadına erkeğin yarısı kadar hisse verilmesi, kadının mîrâsçı olarak sahib olabileceği bütün konular için değil, sadece kadının, aynı ana-babanın çocuğu olarak erkek kardeşi ile birlikte mîrâsçı olması durumunda söz konusudur

Kadının mîrâsdaki payının durumu, iddiâ edildiği gibi, sadece erkeğin yarı hissesi değildir Bilakis, yukarıdaki âyet-i kerîmelerde de açıkça ifâde edildiği gibi, ölenin sadece kız çocukları varsa ve sayıları da ikiden fazla ise, o zaman mîrâsın üçte ikisi onların olur Şayet ölenin mîrâsçısı tek bir kız çocuğu ise, o takdirde mîrâsın yarısını almaya hak kazanır

Yine âyet-i kerîmeye göre; şâyet bir anne-babanın çocuğu vefat eder de mîrâs bırakırsa, ölenin çocukları da varsa, anne-babanın her birine mîrâsın altıda biri verilir Burada görüldüğü gibi, bir anne olarak kadına, çocuğunun mîrâsında verilen pay, bir baba olarak erkeğe verilen paya denktir Bu da açıkça göstermektedir ki, kadına, erkeğin payının yarısı kadar hisse verilmesi, umûmî bir hüküm değildir Hattâ yukarıdaki âyet-i kerîmeler, ölenin çocuğu yok ise, annenin, mîrâsın üçte birini alacağını da açıkça ifâde etmektedir Konu ile ilgili âyet-i kerîmede, bir erkeğin veya kadının, anne veya babası vefat etmişse ve çocuğu da yoksa, sadece bir erkek veya kızkardeşi varsa, mîrâsdan her birine eşit olarak altıda bir hisse düşeceği beyân edilmekle, bu durumda kadın ile erkeğin eşit hisse alacakları hükme bağlanmıştır Bu hususda kadının hangi durumda olursa olsun, mîrâsdan erkeğin hissesinin yarısı kadar pay alacağı iddiâsının ne derece asılsız ve maksadlı olduğu açıkça anlaşılmaktadır Böylece, Kur’ân-ı Kerîm’de miras ile ilgili âyet-i kerîmeler incelendiğinde görülmektedir ki, mirasta kadının payının, erkeğin payının yarısı olduğu iddiâsı, bütün durumlar için geçerli olmayıp sadece kız çocuğunun erkek kardeşi ile birlikte anne-babasına mirasçı olması durumunda söz konusudur Bunun dışında bir anne veya kızkardeş olarak ölene mirasçı olma durumunda kadının payı değişmekte, bazen ölenin kızkardeşi olarak mirasçı olma durumunda olduğu gibi- erkek ile eşit hisse de alabilmektedir

Demek ki, mirastan kadına, erkeğin hissesinin yarısı kadar pay verilmesinin, erkeği kadından üstün tutmak düşüncesi ile hiç bir ilgisi yoktur Bilakis bu taksimat, kadın ile erkeğin külfetleri ile nimetlerinin dengelenmesi ve sosyal adâletin sağlanması amacına yöneliktir

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #8
[KAPLAN]
Varsayılan


İslâm’da Boşanma:

İslâm hukûkunda boşanma, evlilik hayâtının devamına imkân kalmadığı zaman başvurulacak son çâredir Karı-kocanın, içine düştükleri sıkıntılardan kurtulmaları için bir çıkış yolu olarak meşrû kılınmıştır Yoksa, sebepsiz yere boşanmak haramdır Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de:

"Kadınlar size itâat ederlerse, aleyhlerinde bir yol aramayın!" (188) buyurulur

Hz Peygamber (sav) Efendimiz de:

"Evleniniz, fakat boşanmayınız! Zîrâ Allâh, zevkine düşkün erkek ve kadınları sevmez" (189) buyururlar

Diğer bir hadîs-i şerîfde:

"Sırf zevk için sık sık kadın değiştiren erkeklerle, sık sık koca değiştiren kadınlara Allâh lânet etsin!" (190) buyrularak, boşanmayı âdet hâline getiren eşler, şiddetle îkâz olunmaktadır

İslâm Dîni, boşanmayı, yapılması istenmeyen bir helâl olarak görmektedir Peygamber (sav) Efendimiz:

"Boşanmak, Allâh katında mübah olan şeylerin en sevimsizidir" (191) buyurur

Yine bir hadîs-i şerîfde:


"Evleniniz, fakat kurduğunuz bu âile yuvasını talâkla (boşanmakla) yıkmayınız! Talâk var ya, onun fenâlığından arş-ı ilâhî titrer" (192) buyurulur

Basit sebeplerden boşanmayı isteyen kadınlar hakkında da hadîs-i şerîfde şöyle buyurulur:

"Herhangi bir kadın, mühim bir geçimsizlik olmadan kocasından kendisini boşamasını isterse, ona cennetin kokusu dahi haramdır" (193)

Âile reisinin dikkat edeceği önemli bir husus da, başkalarının, kendi hanımı hakkında söylediklerine hemen inanıp hüküm vermemesidir Zîrâ bu gibi sözler, arayı açmak için yapılmış bir iftirâ da olabilir Nitekim Hz Âişe (r anha) vâlidemiz hakkında da böyle bir iftirâ (ifk hâdisesi) tahakkuk etmişti Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk en-Nûr Sûresi’nin 12 ve 15 âyet-i kerîmelerinde şöyle buyurmuştur:

"Bu iftirâyı işittiğinizde kadın ve erkek mü’minlerin, kendi vicdanları ile hüsn-i zanda bulunup da: demeleri gerekmez miydi?"

"Siz bu iftirâyı dilden dile birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sâhibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz Halbuki bu, Allâh katında çok büyük (bir suç) tur"

Âyet-i kerîmelerden açıkça anlaşıldığı gibi, bir kimse hakkında kesinlik kazanmadan söylenen dedikodularla hüküm vermemek ve meselenin tahkîkâtını iyi yapmak ve meseleye hüsn-i zanla bakmak gerekmektedir Aksi takdirde Allâh Teâlâ katında büyük bir suç işlenmiş olur

Görülüyor ki, İslâm Dîni’nde iki eşin arasını bozmaya çalışmak, en büyük günâhlardandır

Eşlerin arasını bozmanın ve karı ile kocanın arasına girip bozgunluk çıkarmanın çok kötü bir fiil olduğu hadîs-i şerîfde şöyle açıklanıyor:

"Kim bir kadını kocasının aleyhine kışkırtırsa, bizden değildir" (194)

Boşanmanın Safhaları:

İslâm Dîni, karı-koca arasında baş gösteren anlaşmazlıkları halletmek için sevgiye dayanan bir takım usûller koymuştur Bu usûller; iyi muâmelede bulunup hanımdan gelen üzücü hareketlere sabır ve tehammül göstermek, nasîhat etmek, yatağını ayırıp dargın gibi durmak, te’dib hakkını kullanmak ve en sonra da hakem göndermek gibi yollardır

Erkeğin, hayırlı bir işte hanımının kendisine isyan etmesi durumunda onu terbiye etme hakkı vardır Eğer itâat ederse, terbiye etme yolu bırakılmalıdır Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de buyurulur:

"Size itâat ettikleri takdirde kendilerini incitmeye bir bahâne aramayın!" (195)

Sâliha olan kadınların te’dîbe ihtiyaçları yoktur:

"İyi kadınlar, Allâh’a itâatkârdırlar Ve Allâh kendilerini koruduğu cihetle kocalarının gıyâbında (ırz ve mallarını) muhâfaza ederler" (196)

Zevcelik haklarını ihlâl eden, kocasına âsî olan kadın, terbiye ile yola getirilir Önce yumuşak bir dille nasîhat edilir Âyet-i kerîmede:

1) "Fenâlık ve geçimsizliklerinden korktuğunuz kadınlara gelince, önce kendilerine öğüt verin!" (197) buyurulur

Eğer öğütten müsbet bir netice alınmazsa, kadın âsî olur ve itâatten kaçınırsa, veya kocasının izni olmadan evinden dışarı çıkarsa, erkek istediği süreye kadar kadının yatağını ayırır, onu yatağında yalnız bırakır Zîrâ kocanın, yanına yatmamak sûretiyle kadını yatağında terketmesi, kuvvetli bir disiplin cezâsıdır Âyet-i kerîmede:

2) "Sonra uslanmazlarsa, kendilerini yataklarında yalnız bırakın!" (198) buyurulur

Eğer kadın, isyân ve geçimsizlikte ısrâr ederse, şiddetli olmamak şartıyla te’dîb edilebilir Yalnız bunun, vücûdu sakatlayıcı ve fazla can acıtıcı olmaması şarttır Âyet-i kerîmenin devâmında:

3) "Yine dinlemezlerse, (hafifçe) dövün!" (199) buyurulur

Bütün bu gayretlerin de bir sonuç vermemesi durumunda İslâm Dîni, her iki tarafın âilesinden birer hakem şeçilerek aralarının düzeltilmesine çalışılmasının uygun olacağını belirtir Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

4) "Eğer karı-kocanın arasının açılmasından endîşeye düşerseniz, bir hakem erkeğin âilesinden ve bir hakem de kadının âilesinden kendilerine gönderin Bu ara bulucu hakemler, gerçekten barıştırmak isterlerse, Allâh karı-koca arasındaki dargınlık yerine geçim verir" (200)

Bu iki hakem; müslüman, hür, erkek, âdil, mükellef, âlim, birleştirme ve ayırma mes’elelerini iyi bilen kimseler olmalıdır Çünkü hakemlik etmek, fikir ve görüş sâhibi olmayı gerektirir (201)

Hakemler, her iki tarafı da özel olarak dinleyerek aralarını bulmaya çalışırlar Hakemlerin iki tarafın âilelerinden seçilmesi ise, âile sırlarının dışarıya çıkmaması ve eşlerin durumlarını açık yüreklilikle ortaya koyabilmeleri açısından en uygun olanıdır Hakemler, söze kibarca ve yumuşaklıkla başlamalı, gerektiğinde korkutmalı, barışmayı arzu etmelerine teşvik etmeli, birini tutup diğerini ihmâl etmemelidir

Hanefîlere göre hakemler, tarafların istedikleri şeyi hâkime götürürler Boşanmayı gerçekleştiren kişi kâdı olur Ve bu baîn (açık) bir talâkdır Çünkü onların kararıyla gerçekleşmektedir Hakemler, ayırmaya ancak bununla yetkili kılınırlarsa, karar verebilirler (202)

Bütün yollar denendikten sonra boşanma hakkında Kur’ân-ı Kerîm şöyle buyurur:

5) "Eğer karı-koca birbirlerinden boşanıp ayrılacak olurlarsa, Allâh her birini fazl ve keremi ile ihtiyaçdan müstağnî kılar Allâh’ın lutfu geniş, hikmeti büyüktür" (203)

Evlilik hayâtı, bütün tedbirlere rağmen yürümüyorsa ve âile ocağı, cehennem ocağına dönüşmüşse, yoksulluk ve çâresizliğe düşme korkusu ile bu cehennemî hayata katlanmak yersizdir Lutfu ve keremi bol olan Allâh (cc), her iki tarafa nice kapılar açar

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #9
[KAPLAN]
Varsayılan


Kadının Hafifçe Dövülmesinin Îzâhı:

İslâm Dîni’nde, gerektiğinde kadını hafifçe dövme izni, erkeğin kafasının kızdığı her konuda değil; ancak kadının, kocasına haksız yere isyân etmesi, evlilik birliğini doğrudan doğruya veya dolayısıyla yıkmaya kalkışması durumuna mahsûsdur Bunun dışında erkeğin, kadını dövmeye hakkı yoktur Üstelik bu konularda da erkek, hafif bir biçimde dövmenin fayda vermeyeceğini tahmin etmesi durumunda, yine kadını dövemez Çünkü amaç kadını dövmek değil, ısrâr ettiği çirkin davranıştan onu döndürmek ve boşanmakla meydana gelecek âile fâciâlarının kötü sonuçlarından onu korumaktır (204)

Hakîkatte kadının hafifçe dövülmesi, aşırı fıtrattakilere, hırçınlık ve taşkınlık göstermeleri durumunda uygulanabilecek bir metoddur Yoksa kadın, Allâh’ın kocaya bir emânetidir Nitekim hadîs-i şerîfde:

"Kadınların haklarını yerine getirme husûsunda Allâh’dan korkunuz! Zîrâ siz onları, Allâh’ın bir emâneti olarak aldınız" buyurulur (205)

Bir başka hadîs-i şerîflerinde Hz Peygamber (sav) Efendimiz:

"Kadınları dövenler, hayırlı adamlar değildir" (206) buyurmuşlardır

Hz Âişe (r anha) da, Rasûlullâh (sav)’in, ne hanımlarından ne de hizmetçilerinden kimseyi dövmediğini, eliyle hiç bir kimseye vurmadığını haber verir (207)

Hz Enes (ra) der ki:

"Hz Peygamber’in elinden daha yumşak ne atlas ve ne de ipek tutmadım Onun kokusundan daha hoş bir koku koklamadım On sene Hz Peygamber’e hizmet ettim de bana bir defa olsun demedi Yaptığım bir iş hakkında demedi" (208)

Yine Hz Peygamber (sav) Efendimiz, kadınları işâret ederek:

"Allâh’ın kullarını dövmeyin!" buyurmuşlardır

Bir müddet sonra Hz Ömer (ra) gelerek:

"Kadınlar, kocalarına büsbütün kafa tutmaya başladılar" diye şikâyette bulundu Bunun üzerine Rasûlullâh (sav) erkeklere, hanımlarını dövmeye izin verdi Bu sefer de Rasûlullâh (sav) Efendimiz’e gelip kocalarından şikâyet eden kadınların sayısı çoğaldı Nihâyet Hz Peygamber (sav) Efendimiz:

"Muhammed âilesine birçok kadın gelip gitmektedir Kocalarından şikâyet ediyorlar

Hanımlarını dövenler, şüphe yok ki sizin hayırlınız değildir" (209) buyurdular

Psikologlar, bazı kadınlarda "masochisme" (=mazohizm) denilen bir rûhî özelliğin hâkim olduğunu ortaya koymuşlardır Bu tipteki kadınlar, kendilerine baş eğen zayıf kimseleri sevmezler Yerine göre sert ve haşin olmasını bilen, otoritesini gösteren erkeklerden hoşlanırlar Kadının, kocası ile sebepsiz yere kavga etmesinin nedeni budur Bağırılmak, azarlanmak, hattâ hafifçe dövülmek, sonra da erkeğin şefkatini celbederek sevilmek isterler (210)

Bu dövme izninde mazohist (dövme ve eziyet edilmekten hoşlanan) kadınların bu psikolojik hastalıkları için hafifçe dövmenin son bir çâre olması da söz konusudur Dövmeye en son çâre olarak ve ancak fayda vereceğinin umulduğu durumlarda izin verilmesi, bu görüşü doğrulamaktadır

Aslında İslâm Dîni, cihân-şümûl bir dîn olup başlıbaşına bir hayat nizâmıdır Bu sebeple, en nâdir ve en istisnâî meselelere de çözüm getirmektedir İnsanlık târihinde korkutmak maksadıyla hafifçe dövülmeyi hak eden tek bir kadın da olsa, bu konuyu da elbette bir esasa bağlamak durumundadır Yoksa her kadın, itâatsizlik ettiğinde mutlakâ dövülecek şeklinde anlaşılmamalıdır Ayrıca bu usûl; âsî, hırçın ve geçimsiz kadınlar için caydırıcı bir özellik de taşımaktadır

Bütün bu metodların tatbik edilmesi neticesinde kadın kocasına itâat ederse, koca, artık bu tür uygulamalardan hemen vaz geçer Eğer vazgeçmez de kadına eziyet etmeye devam ederse, veya onu boşamak niyeti ile bu metodları tatbik ederse, hâkim tarafından cezâlandırılır Allâh nezdinde de mes’ûl olur

Boşanmanın Erkeğin Elinde Olmasının Hikmeti:

Boşanma hakkının erkeğin elinde olmasının sebebi, evlilik hayatını muhâfaza etmek, iyi düşünülmeden, alelacele bu hayata son verilmesinin vahim neticelerini önlemektir Çünkü mehri veren, evin ve hanımının nafakasını temin eden erkek olduğu için genellikle neticeyi, o daha iyi takdir eder Büyük zararlara yol açacak keyfî tasarruflardan daha uzak bulunur Ayrıca boşanmanın ardından mehri müecceli ödemek, iddet içinde nafaka, giyim ve diğer ihtiyaçları temin etmek gibi bir takım mâlî yükümlülükler gelmektedir İşte bu mâlî sorumluluklar, erkeği, boşanma hakkını kullanmakta daha dikkatli ve tedbirli haraket etmeye zorlar

O halde boşanma hakkının, evlilik hayatının devamında sorumluluğu ve külfeti daha fazla olan tarafın elinde bulunmasında zarûret ve fayda vardır

Kadın ise, boşanmada mâlî bakımdan hiçbir zarar görmez Ayrıca kadın, erkekten daha duygulu olması, çabuk etkilenmesi ve sinirlenivermesi sebebiyle boşanma hakkını kullanma noktasında temkinli hareket edemez Sonra kadın, boşanma hakkının erkeğin elinde olduğunu bildiği halde, evliliği kabul etmektedir Erkek râzı olursa, nikâh akdi esnâsında kadın, bu hakkın kendisine âid olmasını şart koşabilir Ve yine erkek tarafından kendine bir zarar gelirse, karşılıklı anlaşma yoluyla veya malının bir kısmını kocasına vermek sûretiyle evliliğe son verme hakkını kullanabilir (211)

Kadının Boşanma Hakkı:

İslâm hukûkunda evlenme, sürekli olmak üzere yapılan bir akiddir Bu yüzden geçici evlilik, geçerli değildir Fakat evliliğin devamı için eşler arasında sevgi, şefkat ve anlayışın bulunması gerekir Evlilik hayatının temeli budur

Eşler arasındaki sevgi ve şefkat ortadan kalkınca ve bütün gayretlere rağmen durum düzeltilemeyince, boşanmaktan başka çare kalmamaktadır Bu konuda tasarruf sadece erkeğin elinde bulunmamakta, kadına da bazı haklar tanınmaktadır

İslâm hukûkuna göre kadın veya erkek, evlenirken bazı şeyleri şart koşabilir Kadının şart koşma hakkına sahip olduğu hususlardan birisi de "boşanma hakkı"nın kendi elinde olmasıdır Bu şart da geçerli olup uyulması gereklidir Buna tefvîz-i talâk denir

Boşanma yetkisine sahip olan erkek, nikâh akdinde hanımına istediği zaman boşayabilme hakkını verebilir Koca, bu hakkı nikah akdi sırasında verebileceği gibi, nikahdan sonra da verebilir Kadına verilen boşama yetkisi, kocanın yetkisinde azalma meydana getirmez Ancak koca, verdiği yetkiyi artık geri alamaz (212) Buna rağmen kadın da, erkeğin rızâsıyla sahip olduğu bu boşanma hakkını kötüye kullanmamalı ve basit sebeplerden dolayı boşanmaya kalkışmamalıdır Zîrâ Peygamber (sav) Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde: "Hangi kadın kesin zorunluluk olmaksızın boşanmak isterse, Cennet kokusu ona haram olur" (213) buyurmaktadır

Ayrıca kadın, anlaşamadığı, fakat kendisini boşamak da istemeyen kocasından, kendine âid olan malı karşılığında boşanmak (muhâlea) yoluyla da ayrılabilir Erkek de hanımından alacağı meblağ ile maddî zararını karşılayacak ve tekrar evlenebilmek imkânını elde etmiş olacaktır (214)

Ashâb-ı kirâmdan Sâbit b Kays’ın hanımı, Peygamber (sav) Efendimiz’e gelerek:

"Yâ Rasûlallâh!

Kocamın huyu ve dindarlığı hakkında bir şikâyetim yoktur Fakat onu sevemedim Bir müslüman olarak nankörlük etmek de istemiyorum" dedi

Peygamber (sav) Efendimiz ona:

"Sana mehir olarak verdiği bahçesini geri vermek ister misin?" buyurdu

O da:

"Evet" deyince Peygamber (sav) Efendimiz, onun kocasına:

"Bahçeyi kabul et ve onu boşa!" (215) buyurdular

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #10
[KAPLAN]
Varsayılan


İslâm’a Göre Boşanma Sebepleri:

İslâm’da boşama, prensip olarak kocanın tek yanlı irâdesiyle ve mahkeme kararına gerek olmaksızın meydâna gelir Koca, bizzat boşayabileceği gibi, bir vekil aracılığı ile de boşayabilir Ya da karısına boşama yetkisi (tefvîz) verebilir Diğer yandan bazı boşanma sebepleri ortaya çıkınca, kadının da mahkemeye baş vurarak evliliğe son verdirmesi mümkündür Bu boşanma sebepleri altı maddede toplanabilir:

1 Hastalık veya özür: Evlilik akdi sırasında mevcûd olan veya evlilik sırasında meydana gelen bazı özür veya hastalıklar yüzünden kadının boşanmak hakkı vardır Bunlar, akıl hastalığı, cüzzam ve zührevî hastalıklar gibi birlikte yaşama hâlinde zararı kaçınılmaz olan hastalıklardır

2 Kocanın Nafakayı Sağlamaması: Kadının yeme-içme, giyim ve barınma masrafları kocasına âiddir Koca varlıklı olduğu halde, eşiyle ilgilenmez ve onu açlık ve sefâlet içinde bırakırsa; kadının önce kocasından nafaka almaya çalışması, bu mümkün olmazsa, boşanmak için çâre araması hakkı olur Koca fakir ise, kadınının onu yalnız bırakması, hattâ bu sebeple ondan ayrılmaya kalkışması, vefâsızlık olur

3 Kocanın Evi Terketmesi: Kocanın evi terketmesi ve bu yüzden, sıkıntı ve fitneye düşmek tehlikesi karşısında kadının mahkeme aracılığıyla evliliğe son vermesi söz konusudur Erkeğin hayat ve ölümüne dâir haber almaktan ümid kesildiği târihten îtibâren dört sene beklenir, bu zaman zarfında haber alınmadığı ve kadın boşanmakta ısrâr ettiği takdirde hâkim, ayrılığa hükmeder

4 Kocanın Hapsedilmesi: Mâlikîler dışında çoğunluk müctehidlere göre, kocanın hapsedilmesi veya tutuklanması, yahut düşmana esir düşmesi bir boşanma sebebi değildir Çünkü bu konuda âyet ve hadîs yoktur

5 Şiddetli Geçimsizlik ve Kötü Muâmele: Eşlerin birbirlerinin şeref ve haysiyetlerine yönelik ithamları sonucunda çıkan soğuk tartışmalara şiddetli geçimsizlik denir

Kötü muâmele ise, kocanın, eşini söz veya fiil ile rahatsız etmesidir Sövmek, dövmek ve Allâh’ın haram kıldıklarını yapmaya zorlamak gibi davranışlar, kötü muâmeleler arasında sayılabilir

Geçimsizlik her iki taraftan kaynaklanabilir Mağdur olan eş, hâkime baş vurarak hakem yoluyla arabulma veya boşanma isteğinde bulunabilir

6 Zinâ: Zinâ da evliliği sona erdirme sebebidir Ağır ve yüz kızartıcı bir suçtur

Boşanma, âileyi dejenere olmaktan koruyan bir tedbirdir Aslında boşanma, çiftler için bir anlamda selâmet ve rahmettir Boşanmayı yasaklamak, evlenmenin azalmasına sebep olabilir Zîrâ, ihtiyaç halinde boşanamıyacağını bilen kimse, evlenmeye yanaşmaz Gireceği bir kapının ebediyyen üzerine kapanacağını bilen insan, o kapıdan girmek istemez Evlenenlerin azalması da, fuhşun artmasına ve âilelerin çözülmesine sebep olur Bütün bu zararlar, neticede kadına dokunur

Mut’a Nikahı:

Mut’a nikâhı, bir kadınla ücret karşılığında belli bir vakit için evlenmektir Câhiliyye devrinden kalan bir nikâh şeklidir

Bu nikâha, İslâm’ın ilk yıllarında ve bilhassa harp zamanlarında, uzun zaman kadınlardan uzak kalan askerler için izin verilmişti Hayber savaşına kadar mubah olan mut’a nikâhı, Peygamber (sav) Efendimiz’in sünneti ile yasaklanıp haram kılınmıştır Konu ile ilgili olarak Rasûlullâh (sav) Efendimiz şöyle buyurur:

"Ey insanlar!

Ben size mut’a nikâhı ile kadınlardan faydalanmanız için izin vermiştim Şüphesiz ki Allâh, bunu kıyâmete kadar haram kılmıştır Kimin yanında bunlardan bir kadın varsa, hemen onu serbest bıraksın, onlara verdiği şeylerden hiçbir şeyi geri almasın!" (216)

Hz Ali (ra), İbn-i Abbas (r anhümâ)’ya şöyle demişti:

"Rasûlullâh (sav), mut’a nikâhından ve ehil merkeblerin etlerini yemekten Hayber’in fethi günü bizleri menetti" (217)

Mut’a nikâhı, zinâdan başka bir şey değildir Dört mezheb imâmına göre haramdır ve bâtıldır (218)

Görülüyor ki yüce dînimiz, kadının hiçbir şekilde şehvet metâı hâline getirilmesine aslâ müsaade etmemektedir

Hulle:

Bir erkeğin hanımı üzerinde üç defa boşama yetkisi vardır Üç boşama salâhiyetini de kullanıp hanımından ayrılan erkek, aynı kadınla tekrar evlenemez Ancak kadın, başka bir kocaya gider de, günün birinde ondan boşanır veya kocası vefat ederse, gereken iddeti bekledikten sonra, birinci koca onunla tekrar evlenebilir Aksi halde evlenmesi mümkün değildir

İşte kadına eski kocasına yeniden dönme imkânı sağlayan bu ara evliliğine hulle denir Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

"Yine erkek, karısını üçüncü defa olarak boşarsa, bundan sonra kadın kendinden başka bir erkeğe nikâhlanıp varıncaya kadar ona helâl olmaz Bununla birlikte, eğer bu yeni koca da onu boşarsa, onlar Allâh’ın sınırlarını ayakta tutacaklarını sanırlarsa, birbirlerine dönmelerinde hiçbiri hakkında bir sakınca yoktur" (219)

Peygamber (sav) Efendimiz de bir hadîs-i şerîflerinde:

" Allâh Teâlâ, hulle yapana da ve kendisi için hulle yapılana da lânet etsin!" (220) buyurur

Hz Ömer (ra) da, bununla ilgili olarak şöyle buyurur:

"Allâh’a yemîn olsun ki, bana hulle yapanı da, kendisi için hulle yapılanı da getirmiş olsalar, onları recm ederim (taşlayarak öldürürüm)" (221)

Hulle, yapılsın diye değil, erkeklik haysiyetini düşüreceği için bu yola tevessül edilmesin diye konulan şartlı bir cezâdır Erkeğin nikâhı hafife almaması ve evliliğin devamının sağlanması için konulmuş, ağır ve caydırıcı ilâhî tedbirdir Ayrıca hulle, erkeğin, hile yapıp kendi nefsânî arzularına göre dîni istismâr etmesini önleyerek, kadının hakkını korumaktır Zîrâ erkek için en zor şey, hanımının başka biriyle evlenip beraber kalmasıdır

İslâm’da evlenme, karşılıklı huzûr, sevgi ve şefkat üzerine kurulmuştur Muvakkat (geçici) nikâh, mûteber değildir Nikâhın devamlı olması, âile birliğinin kurulması ve çocuğun yetiştirilip terbiye edilmesi, İslâm’ın en önem verdiği husûslardandır Üç talâkla boşanan çiftler, bütün bu ulvî gâyeleri hiçe sayarak nikâh ni’metini tepmektedirler Bunun cezâsı olarak, boşanmanın bütün haklarını kullanan bu çiftler, birbirleriyle tekrar evlenemezler Boşandıktan sonra, hiçbir engelle karşılaşmadan aynı kişilerin yeniden birbirleriyle evlenmesi, boşanma hâdiselerini çoğaltır Bu ise, âilede yaralar açar, toplumun düzenini ve âhengini bozar

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #11
[KAPLAN]
Varsayılan


Teaddüd-i Zevcât (Birden Çok Kadınla Evlenme)

Allâhü Teâlâ en-Nisâ sûresinin 3 âyet-i kerîmesinde:

"Eğer yetîm kızlar hakkında adâleti yerine getiremiyeceğinizden korkarsanız sizin için helâl olan diğer kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâh edin! Şâyet (bu sûretle de) adâlet yapamayacağınızdan korkuyorsanız o zaman bir tane ile, yahut mâlik olduğunuz câriye ile yetinin Bu (tek hanım veya câriye) sizin için hakdan eğrilip sapmamanıza daha yakındır" buyurmaktadır

Bu âyet-i kerîmeden anlaşılan, birden fazla evlenmenin İslâm’ın bir emri değil, bir izni olduğudur Yani bu hüküm, yapılması gerekli bir görev değil, zarûrî durumlarda kullanılabilecek bir izindir Ancak bu izinden faydalanılabilmesi için de erkeğin, eşleri arasında her konuda eşitlik ve adâlet esaslarına uygun hareket edebileceğine inanması gerekmektedir

Birden fazla kadınla evli olan bir erkek, eşleri arasında her hususta adâletli davranmaya dînen mecbûrdur Nöbetleşe beraber kalır Birinin nöbetinde iken, onun izni olmaksızın diğerine gidemez Ortakların güzeli ile çirkini, yaşlısı ile genci bu hususta aynı durumdadır Kocanın bu konuda hiç bir özrü geçerli değildir Yedirme, giydirme, mesken, davranış gibi bütün konularda da hiçbir ayırım yapmaması şarttır (222) Nitekim Peygamber (sav) Efendimiz:

"Bir erkeğin nikâhında iki kadın bulunur da aralarında adâleti gözetmezse, kıyâmet gününe bir tarafı düşük, felçli olarak gelir" (223) buyurmaktadır

Kaldı ki, birden fazla evlenme hususunda bir zorunluluk yoktur Teaddüd-i zevcât, yapılması mecbûrî bir emir olmayıp, ancak bazı zaruretler karşısında cemiyeti ahlâksızlıktan ve fuhuştan kurtarmak için konulmuş ictimâî bir tedbirdir Bunu gerçekleştirmeye, ne erkek ve ne de kadın mecburdur Bir erkek, gerek görürse bundan faydalanır, gerek görmezse bir hanım ile yetinir Kadın da uygun görürse, evli bir erkekle evlenmeyi kabul eder Uygun görmezse kabul etmez İlk hanım da, üzerine evlenilmesini arzu etmediği takdirde, bu hususu, nikâh esnasında uygun bir şart ile, meselâ boşanma hakkı elinde bulunmak şartıyle sağlayabilir (224) İlk hanım evlenirken üzerine evlenilmemesini şart koşmuş ise, ikinci evlilik yapılamaz Esasen bir hanım ile yetinilmesi "Adâletli davranamayacağınızdan korkarsanız bir tane ile yetinin!" âyet-i kerîmesine göre daha uygun görülmektedir Ayrıca şartlarına uyamıyacak kimselerin birden fazla kadınla evlenmeye kalkışmaları, Allah indinde sorumluluğu gerektirir Bu yüzden hukûku çiğnenen bir hanım da mahkemeye mürâcaat ederek haklarını savunabilir (225) İslâm Dîni’nde erkekler, birden fazla evlenmekle emrolunmadıkları gibi, kadınlar da ortak kabul etmek zorunda değillerdir (226) İstenmemekle beraber boşanma, bazen bir zaruret halini aldığı gibi, çeşitli zamanlarda bazı toplumlarda birden fazla evlenmek de mecbûriyet arzedebilir Bu ve benzeri gerçekleri dikkate almayan bir nizamın ömrü kısa olur Halbuki İslâm Dîni, başlı başına bir hayat nizâmıdır Gerçekten birden fazla evlenme, bazı durumlarda kadın için bir kurtuluş, bir nimet olabilmektedir Meselâ kadının yaradılışdan veya herhangi bir hastalıktan zevcelik vazifesini yerine getirememesi veya çocuk yapmaya muktedir olmaması durumunda, kocasına evlenebilme hakkı verilmediği takdirde, erkek, ya bu kadıncağızı boşayıp bir başkası ile evlenecek, ya da kötü yollara düşecektir Bu her iki durumda, hem erkek ve hem de kadın için büyük bir zulüm sözkonusudur Birden fazla evliliğin zarûret hâline geldiği noktalardan biri de, savaş sonrası ortaya çıkan durumdur Savaşlar sonucu erkek nüfûsun, kadınlara oranla çok daha azaldığı bir gerçektir Bu durumda birden fazla evlilik, ahlâksızlık ve zinâyı önleyecek en tesirli bir yoldur Şu halde teaddüd-i zevcât, normal hayatta her zaman uygulanabilecek bir kâide değil, özel durumlarda mürâcaat edilmek üzere verilmiş müstesnâ bir tedbirden ibârettir

*

Buraya kadar, yüce dînimizin kadına verdiği üstün değeri ve onlara tanıdığı ulvî hakları, gücümüz nisbetinde açıkladıktan sonra; genç kızlarımıza örnek alacakları rehberlerden bahsederek, kuracakları âile yuvalarında muhakkak dikkat etmeleri gerekli hususlara kısaca temâs etmeyi uygun bulmaktayım


Kaynaklar:

(1) Buhârî, Enbiyâ, 1

(2) İbn-i Hâcer, el-İsâbe, c IV, s 275

(3) İbn-i Hâcer, age, c IV, s 327

(4) Müslim, c IV, s 2028

(5) en-Nisâ: 36, el-İsrâ: 23, Ankebût: 8

(6) Buhârî, Edeb: 2, Müslim, Birr: 1

(7) Ö N Bilmen, Huk İsl ve Ist Fıkh Kâmûsu, c II, s 223

(8) İbrâhim Cânân, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Terc ve Şerhi, c II, s:484

(9) Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, c III, s: 29

(10) Lokman: 14

(11) Osman Topbaş, Murâdiye Eğt Kurumları Derg S: 1, s: 5

(12) Riyâzu’s-Sâlihîn ve Terc c I, s: 347

(13) Riyâzu’s-Sâlihîn ve Terc c I, s: 356

(14) Münâvî, Feydu’l-Kadir, c IV, s: 318

(15) Müslim, Birr, IX, 251

(16) Riyâzu’s-Sâlihîn ve Terc c I, s: 369

(17) Riyâzu’s-Sâlihîn ve Terc c I, s: 369

(18) Riyâzu’s-Sâlihîn ve Terc c I, s: 368

(19) Mustafa Eriş, Seâdet Çağından Sîmâlar, s: 65

(20) Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, c III, s: 9

(21) el-Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, c I, s 335

(22) Buhârî, Cihâd, 138

(23) Sevim Âsımgil, Benim Müslüman Yavrum, s: 22

(24) Numan Kurtuluş, Âmentü Şerhi, s: 253

(25) Ebû Dâvûd, Edeb, 120

(26) Buhârî, Akîka, 1

(27) İbn-i Hıbbân, Sahîh

(28) Ebû Dâvûd, Edeb, 61

(29) İbn-i İshâk

(30) Ebû Dâvûd, Edâhî, 21

(31) Tirmizî, Edâhî, 16

(32) M Nûr Süveyd, Peygamberimiz’in Sünnetinde Çocuk Eğitimi, 72

(33) Tirmizî, Nikâh, 1

(34) Hadîsi Beyhakî rivâyet etmiştir

(35) Ebû Dâvûd, Sünen

(36) Hadîsi Hâkim rivâyet etmiştir

(37) Münâvî, age, c I, s: 226

(38) Ebû Dâvûd, Salât, 26

(39) et-Tahrîm, 6

(40) Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, c IV, 90-91

(41) Müslim, Vasiyyet, 14

(42) Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c X, s: 210

(43) Muhammed b Abdullâh Hânî, Âdâb, s: 50

(44) Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, c III, s: 11-12

(45) et-Tâc, c II, s 283

(46) Nesâî, c II, s 156

(47) İbn-i Mâce, c I, s 596

(48) et-Tebrizî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, c II, s 161

(49) et-Tebrizî, age, c II, s 207

(50) Bakara: 228

(51) el-Aclûnî, age, c I, 36

(52) Münâvî, age, c III, s 495

(53) Riyâzu’s-Sâlihîn, c II, s 148

(54) Riyâzu’s-Sâlihîn, c I, s 320

(55) Müslim, c IV, s 385

(56) en-Nisâ: 19

(57) Buhârî, c VI, s 145

(58) Müslim, c II, s 1091

(59) Muhammed b Abdullâh Hânî, age, s: 172

(60) el Hucurât: 13

(61) en-Nisâ: 1

(62) el-Ahzâb: 35

(63) İbn-i Hamza, el-Beyân ve’t-Ta’rîf, s 261

(64) Ö N Bilmen, age, c II, s 73-74

(65) İbn-i Kesîr, en-Nisâ, 20-21 âyetin tefsîri

(66) en-Nahl: 97, el-Mâide: 38, en-Nûr: 2

(67) en-Nisâ: 124

(68) en-Nahl: 97

(69) et-Tevbe 71

(70) Mehmed Dikmen, İslâm’da Kadın Hakları, s: 54

(71) el-Mâide: 38

(72) en-Nûr: 4-5

(73) en-Nûr: 4

(74) İbn-i Abidîn, Reddü’l-Muhtâr, c III, s 326-327

(75) Şûrâ: 49-50

(76) Aysel Zeyneb Tozduman, İslâm’da Kadının Hakları, s: 36

(77) el-İsrâ: 31, el-En’âm: 140

(78) et-Tekvîr: 8-9

(79) el-Hakîm, el-Müstedrek, c II, s 284

(80) İbn-i Hacer, el-Metâlibü’l-Âliyye, c II, s: 382

(81) Sâdık Dânâ, Âile Seâdeti, s: 40

(82) Heysemî, age, c VIII, s 156

(83) Münâvî, age, c IV, s 84

(84) Osman Topbaş, age, s: 4

(85) Âsım Uysal, Kadın İlmihâli, s: 48

(64) et-Tebrizî, age, c II, s 202

(87) et-Tebrizî, age, c II, s 203

(88) et-Tâc, c II, s 314

(89) en-Nisâ: 34

(90) M Zekâi Konrapa, Peygamberimiz, s 451

(91) ez-Zümer, 9

(92) el-Aclûnî, Birr, 138

(93) et-Tahrîm, 6

(94) İbn-i Kesîr Tefsîri, et-Tahrîm, 6

(95) Osman Topbaş, age, s: 5

(96) et-Tebrizî, age, c II, s: 517

(97) Buhârî, c I, s: 34

(98) Buhârî, c I, s: 41

(99) Buhârî, c I, s: 34

(100) H ez-Zirikli, el-A’lâm, c IV, s: 5

(101) A Himmet Berki, Büyük Türk Hükümdarı Sultan Mehmed Han, 39

(102) et-Tevbe, 119

(103) Osman Topbaş, age, s: 5

(104) en-Nûr: 32

(105) et-Tebrizî, age, c II, sh:161

(106) et-Tâc, c II, s:284

(107) Buhârî, c VI, s: 152

(108) Ebû Dâvûd, Maa Avni’l- Ma’bûd I, 173

(109) Müslim, c II, s:1019

(110) İbnü’l-Humâm, Fethu’l-Kadir, s:343

(111) Vehbe Zuhayli, İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, c IX, s: 13

(112) Buhari, Müslim: c II, s: 1086

(113) Bekir Topaloğlu, İslâm’da Kadın, 48

(114) Tirmizî, Salât, 13

(115) ez-Zeylâî, Nasbu’r-Râye, c III, s: 196

(116) Hamdi Döndüren, Âile İlmihali, 181-182

(117) Buhârî, c VII, s: 178

(118) Hüseyin Hâtemî, Kadının Çıkış Yolu, s: 41

(119) et-Tâc, c II, s: 285

(120) Tirmizî

(121) Buhârî, Nikâh, 42;

(122) Ebû Dâvûd, Nikâh, 24;

(123) İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, c VII, s: 137;

(124) en-Nisâ: 4

(125) en-Nisâ: 20

(126) Hamdi Döndüren, age, s: 224

(127) Haskefî, Dürru’l-Muhtâr, c II, s: 452

(128) en-Nesâî, Nikâh, 62

(129) İbn-i Hacer, Bülûğu’l-Merâm Terc c III, s: 234

(130) Hayreddin Karaman, Mukâyeseli İslâm Hukûku, s: 286

(131) el-Bakara: 233

(132) et-Talâk: 7

(133) Münâvî, s: 75

(134) Ahmed b Hanbel, 1, 172

(135) et-Talâk: 6

(136) Hamdi Döndüren, age, s: 251

(137) Kâşânî, Bedîu’s-Sanâî, cIV, s 24

(138) Ö N Bilmen, age, c II, s 169

(139) et-Tebrizî, age, c II, s: 203

(140) Hacı Cemal Öğüt, Fâtımatü’z-Zehrâ, s 62

(141) Buhârî, Dâvât c VIII, s 87

(142) Ebû Dâvûd, edeb, c IV, s 315

(143) Tecrîd, XI, 321-322

(144) Müsned, c VI, s: 106

(145) Buhârî, c VI, s 193

(146) Ebû Dâvûd, Salât, 53

(147) Buhârî, Hayz, 19

(148) Buhârî, Hayz, 20

(149) Nesâî, Zekât, 69

(150) Buhârî, Taksîr, 4

(151) Ebû Dâvûd, Menâsik, 2

(152) Tirmizî, Hacc, 98

(153) Buhârî, Cihâd, 62

(154) el-Aclûnî, age, c I, s: 336

(155) el-Aclûnî, age, c I, s: 335

(156) et-Tevbe, 41

(157) el-Ahzâb: 59

(158) Ahmed b Hanbel, c VI, s: 188

(159) e-Zeylâî, age, c I, s 295

(160) et-Tebrizî, age, c II, s 164

(161) Tirmizî, Edeb, 35

(162) e-Zeylâî, age, c I, s 299

(163) Ebû Dâvûd, Nikâh, 43

(164) Ahmed b Hanbel, V, 24

(165) Buhârî, c VII, s: 130

(166) Buhârî, c VI, s: 173

(167) H el-Bennâ, el-Mer’etü’l-Müslime, 24

(168) Müslim, c III, s 1680

(169) Buhârî, Libas, 61

(170) Buhârî, Libas, 62

(171) Ahmed b Hanbel, II, 134

(172) Bekir Topaloğlu, age, s 187-188

(173) el-Mevsılî, el-İhtiyâr, c III, s 142

(174) en-Nisâ: 135

(175) Buhârî, c III, s 152

(176) en-Nûr: 5

(177) Buhârî, c III, s 159

(178) İbnu’l-Humam, age, c VI, s 451

(179) el-Aclûnî, age, c I, s: 71

(180) İbnu’l-Humam, age, c VI, s 6

(181) Rızâ Savaş, Hz Muhammed (sav) Devrinde Kadın, s: 271

(182) el-Mevsılî, age, c III, s: 142

(183) el-Mevsılî, age, c III, s: 142

(184) İbn-i Hazm, el-Muhallâ, c IX, s 397-398

(185) İbn-i Kayyım, İ’lâmu’l-Muvakkıîn, c I, s: 97

(186) İbn-i Kayyım, age, c I, s: 97

(187) en-Nisâ: 11-14

(188) en-Nisâ, 34

(189) el-Aclûnî, age, c I, s: 304

(190) Kâmil Mîrâs, Tecrîd-i Sarih Tercemesi, VII Baskı

(191) İbnü’l-Hümâm, age, c III, s: 22

(192) Aynî, Umdetü’l-Kârî, c IX, s: 528

(193) Ebû Dâvûd, Hadis no: 1187

(194) Ahmed b Hanbel, II, 397

(195) en-Nisâ, 34

(196) en-Nisâ, 34

(197) en-Nisâ, 34

(198) en-Nisâ, 34

(199) en-Nisâ, 34

(200) en-Nisâ, 35

(201) Vehbe Zuhaylî, age c IX, s: 271

(202) Vehbe Zuhaylî, age, c IX, s: 271

(203) en-Nisâ, 130

(204) Bekir Topaloğlu, age, s: 79

(205) el-Aclûnî, age I, 36

(206) Riyâzu’s-Sâlihîn ve Terc c I, s: 320

(207) Müsned, c IV, s: 31

(208) Riyâzu’s-Sâlihîn ve Terc c II, s: 50

(209) et-Tebrizî, age, c II, s: 204

(210) A Vehbi Vakkasoğlu, Bilinmeyen Kadın, s: 128

(211) Vehbe Zuhaylî, age, c IX, s: 285-286

(212) Mehmed Zihni Efendi, age, 160 vd

(213) et-Tebrizî, age, c II, s209

(214) H Karaman, age, s: 311

(215) Buhârî, Nesâî, Neylü’l-Evtâr, c VI, s: 260

(216) Müslim, Nikâh, 22

(217) Buhârî, c VI, s: 129

(218) H Döndüren, age, s: 208

(219) Bakara, 230

(220) Ebû Dâvûd, Nikâh, 14

(221) Aynî, age, c IX, s: 541

(222) Osman Keskioğlu, Fıkıh Tarihi ve İslâm Hukûku, s 240-242

(223) Tâc Tercemesi, c II, s:581

(224) Ömer Nasûhî Bilmen, age, c II, s:114

(225) Ö N Bilmen, age, c II, s:114

(226) Mehmed Zihni Efendi, age, s:6-7

(227) el-İnsan, 8

(228) H Cemâl Öğüt, age, s: 162-163

(229) Âsım Köksal, İslâm Târihi, c III, s: 104

(230) Ramazanoğlu Mahmûd Sâmî, Uhud Gazvesi, s: 30

(231) Ahmed Şahin, Târihin Şeref Levhaları, s: 85-87

(232) Sâdık Dânâ, İslâm Kahramanları, c III, s: 9-11

(233) M Necâti Bursalı, Mübârek Hanımlar, s: 379, 396

(234) Türkiye Diyânet Vakfı, İslâm Ansk c VI, s: 108, 112

(235) Mustafa Râkım, Mürşid-i Müteehhilîn, s: 23

(236) Osman Karabulut, İslâm’da Evlilik ve Mahremiyetleri, s: 82

(237) Buhârî, c VI, s: 160

(238) Mehmed Saîd, Âilede Seâdet Prensipleri, s: 5-6

(239) Münâvî, age, c IV, s: 318

(240) Mahmûd Kirazlı, Birinci İstişâre, s: 63

(241) Sâdık Dânâ, Âile Seâdeti, s: 7-10

(242) Furkan: 74

(243) İbrâhîm: 40

(244) İbrâhîm: 41

(245) İsrâ: 24

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.