Felsefe-Kavramda Giz/Orhan Hançerlioğlu |
10-24-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Felsefe-Kavramda Giz/Orhan HançerlioğluÜstün güçlerle çevrili olduklarını gören, bu üstün güçlerden korkan ilk insan toplulukları koruyucularını çevrelerinde aradılar Bu koruyucu çoğu zaman bir hayvan, kimi topluluklarda bir bitki, pek az rastlanmakla beraber kimi topluluklarda da deniz ya da yıldız oldu Bu koruyucunun adına totem dendi İnsan denilen yaratığın ilk dini, totem dinidir Artık her topluluğun (klanın) kendisini koruyan bir totemi vardı Yüzyıllar böylece geçti İnsanlar bir hayli mutluydular Tanrıları yanıbaşlarındaydı ve onları koruyup gözetiyordu Totem çağından sonra tanrı, insanlardan gittikçe uzaklaşacak, bir daha bu kadar yakınlarına sokulmayacaktı Totemin ana düşüncesi, bir Malenezya deyimi olan Mana’dır Mana, her yere dağılabilen, bir bakıma tapan insanların kendisinde de bulunan yaygın ve kutsal bir güçtür Gün geldi, insanlar, totemle yetinemez oldular Çevrelerinde gözleriyle görmedikleri birtakım yaşayan ruhlar düşünmeye başladılar Ölülerinin de yaşamakta devam ettikleri düşüncesi kafalarını kurcalıyordu Canlıcılık diye çevirebileceğimiz bu animizm, insanların ikinci dinidir Görünmez ruhlar, yaşayan ölüler elbette büyücülüğü doğuracaktır Bunun içindir ki, nerede animizme rastlarsak yanıbaşında büyücülüğü de buluyoruz Totemizmin temel düşünceleri (mana, tabu, yarı insan yarı hayvan atalar), animizmde de devam etmektedir İlk dinin bu ilk ilkeleri en gelişmiş tektanrıcı dinlerde bile devam edecektir Animizme önceleri fetişizm deniyordu Bu sözü zencilerin perili ve büyülü nesnelerine bakarak Portekizli gemiciler yakıştırmışlardı Feitiçio, Portekiz dilinde büyülü nesne demektir Bütün güzel sanatların kökünde animist büyücülüğün izleri vardır İlk insanların erdemleri de toteme tapmaları; totemin isteğine aykırı davranışta bulunmamalarında belirmektedir Klanın toteme saygı duyan üyeleri erdemlidirler İnsanın çevresinde korkulacak, tapılacak bu kadar çeşitli güçler, ruhlar, yaşayan ölüler bulunması elbette çoktanrıcılığı doğuracaktı Çok sayıdaki tanrılara ilkin Mısır’da rastlıyoruz Eski Mısır çoktanrıcılığı açıkça totemizm ve animizm kalıntılarına dayanmaktadır Mana, tabu, ölümden sonra yaşama düşünceleri, çoktanrıcılıkta devam ediyor İyi ruhlar iyi tanrıları, kötü ruhlar da kötü tanrıları meydana getirmiştir Çoktanrıcılığın totemizmden doğduğuna başka bir kanıt da, her klanın ayrı birer totemi olduğu gibi, eski Mısır’da yaşayan her topluluğun da ayrı bir tanrısı bulunmasıdır Bu yerli tanrılar bağlı oldukları topluluğun öbür topluluklar üstündeki etkilerine göre öne geçmişler ya da geride kalmışlardır Mısır çoktanrıcılığının en önemli üçgeni, karısı İzis ve oğlu Horus’la birlikte Tanrı Oziris üçgenidir Eski Mısır çoktanrıları üçlü, sekizli, dokuzlu gruplar halinde toplanmaktadırlar Bu güçlü tanrıların yanında akıl da işlemektedir Eski Mısır edebiyatında ölen bir kadının yaşayan kocasına gönderdiği şöyle bir mektup vardır: "Ey benim arkadaşım, benim kocamKalbinde kaygıların yer etmesine sakın meydan verme Çünkü, Batı ülkesinde uyku ile karanlık hüküm sürmektedir Burası öyle bir ülkedir ki, içinde bulunanlar hiçbir zaman dışarıya çıkamayacaklardır Uyumaktadırlar ve artık hiç uyanmayacaklardır Burada hüküm süren tanrının adı tam bir sönmedir" Gök ölçüsü araştırısında eski Mısır’ın çok önemli bir yeri vardır Öncesizlik ve sonrasızlık içinde bilincin bilinçle kavranması (şuurun, şuurla idrak edilmesi) insanla başlıyor Bu, gerçek bir başlangıç değil, başsız ve sonuz olmakta olan’ın insan maddesince sezilmesidir Başka bir deyişle, bu hikaye, evrensel diyalektiğin hikayesi değil, kendi kendini sezen maddenin hikayesidir Biz insanlar henüz bu büyük hikayenin içindeyiz Açıklamaya çalıştığımız macera, kendi maceramızdır Günümüzden beş bin yıl önce Mısır’da bir terzi yaşadı Bu terzi, yüz bin yıllık bilinç diyalektiğinin oldurduğu bir düşünceydi Beş bin yıldan beri, gök ve yer ölçüleri içinde parlayan bütün ışıklarda, bu terzinin kıvılcımı vardır Terzi, Mısır papirüslerinde Hermes Tut adını taşıyor Yunanlılar ona Ermis ya da üç kez bilgin anlamına Trismegiste diyorlar Yahudilere göre adı Honok’tur Araplar, Hermes-ül-Heramise adıyla anmaktadırlar Kur’an’a göre o, Adem ve oğlu Şit’ten sonra gelen, üçüncü peygamber İdris’tir Kısas-ı Enbiya, onu şöyle anlatıyor: Hazreti Şit’ten sonra peygamberlik İdris aleyhisselama geldi Ve ona dahi otuz sahife nazil oldu Kalemle yazı yazan ve elbise diken ilk insan odur Ondan önce insanlar, hayvan derisi giyerlerdi İdris aleyhisselama göklerin, esrarı açılmıştı Sonunda Tanrı, onu diriyken göğe kaldırdı Hazreti İdris göğe çekildikten sonra insanlar doğru yoldan ayrıldılar, putlara tapar oldular Tanrı, onlara Nuh aleyhisselamı gönderdi (Ahmet Cevdet, Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa, 1323 baskısı, s 4) Oysa Yunan kaynakları onun kırk iki yapıtı bulunduğunu yazmaktadırlar Hermes’in bu değerli papirüsleri kaybolmuştur Bugün, onun düşüncelerini, öğrencilerinden gelen Mısır ve Yunan kaynaklarından öğreniyoruz Tevrat, onu şöyle anlatmaktadır: Ve Yared yüz altmış iki yaşında Hanok’un babası oldu Hanok, üç yüz yıl Tanrı’yla yürüdü ve Hanok’un bütün günleri üç yüz altmış beş, yıl oldu ve gözden kayboldu Çünkü, onu Tanrı aldı (Tevrat, Tekvin kitabı, 5 bap, 18-24) Tevrat’ın hesabına göre terzi Hermes, ilk insanlardan biridir, altıncı kuşaktandır Baba-oğul dizisi şöyle sıralanmaktadır: Adem (930 yıl yaşamış), Şit (912 yıl yaşamış), Enoş (905 yıl yaşamış), Kenan (910 yıl yaşamış), Mahalel (895 yıl yaşamış), Yared (962 yıl yaşamış), Hermes ya da Hanok (365 yıl yaşamış) Tevrat, Hermes’in İÖ 3000 yılında yaşadığı bilindiğine göre, insan soyunun günümüzden on bin yıl önce başladığını bildirmektedir Oysa bilim, günümüzden kırk milyon yıl önce insana pek benzeyen yaratıkların yaşamaya başladığını hesaplamış bulunuyor Çağdaş bilimle Tevrat’ın arasında, otuz dokuz milyon dokuz yüz doksan bin yıl var |
Felsefe-Kavramda Giz/Orhan Hançerlioğlu |
10-24-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Felsefe-Kavramda Giz/Orhan HançerlioğluHermes’in öğrencilerinden Asklepios, büyük ustasının şu sözlerini de açıklamaktadır: İnsanlar, ölümlü tanrılardır, tanrılar da ölümsüz insanlar Eşyanın dışı, içi gibidir İçle dış arasında hiçbir ayrılık yoktur Küçük büyük gibidir Küçükle büyük arasında hiçbir ayrılık yoktur Evrende hiçbir şey ne iç, ne dış, ne küçük, ne büyüktür Bir tek yasa ve o yasanın gördüğü bir tek iş vardır Bu sözlerin anlamını anlayan, gerçeği görür Kimi insanlar, bu anlayışları, olağanüstü çabaları ve yetkinlikleriyle öteki insanların görmediklerini görebilirler Oysa nedenler nedeni daima gizlidir Çünkü sonsuzluk, pek kısa bir son olan zaman ve gene pek kısa bir son olan mekan içinde anlaşılamaz ve anlatılamaz Bizler, ancak, öldükten sonra onu anlayabilir ve anlatabiliriz Çünkü, yaşarken zaman ve mekanla sınırlıyız Sınırsızlık, sınırlılık içinde kavranamaz İşte, dinleri ve felsefeleriyle, elli yüzyılı kaplamış bulunan ışık karanlık diyalektiği buralardan gelmektedir Hermes’in büyük sırrını öğrenebilmek için geçirilecek sınavlar pek güçlüdür Aklı ve iradesi güçsüz olan istekliler, ya yolun dönülebilecek parçasından tersyüz edip geriye dönerler, ya korkudan çıldırırlar, ya da bin bir ürkütücü görünüş içinde yürekleri durur, bir uçuruma yuvarlanır, ölür giderler Sınavı başarıyla geçiren pek az kişi vardır İstekliyi önce İzis tapınağına götürürler Tapınak, yeraltı mezarlarına giden deliklerle doludur Tapınağın kapısında İzis heykeli vardır İzis, oturmuştur, dizlerinde kapalı bir kitap vardır, yüzü örtülüdürHeykelin altında şu söz yazılıdır: Yüzümdeki örtüyü hiçbir ölümlü kaldıramadı Şu halde? Bu yolda yürüyebilmek için ölümsüzlüğe hazırlanmak gerekmektedir Buysa, uzun yıllar isteyen, katlanılması pek zor bir çabadır İstekli, buna katlanmayı göze alırsa, tapınak hizmetçilerinin yanında kalmak, ortalığı süpürmek, bulaşık yıkamak, ayakyollarını temizlemek zorundadır (kendilerini hor gören ve hor gördüren kyniklerle melamileri hatırlayınız) Bütün bu işleri yaparken tek söz söylemek, konuşmak yasaktır Bu sınavdan geçen istekli, isteğinde direniyorsa, küçük bir deliğin içinden karanlık bir labirente bırakılır Kapı, üstüne, gürültüyle kapatılır İstekli, dizleri ve dirsekleri üstünde sürüne sürüne, çamurlu ve yılanlı dehlizlerde uzun uzun dolaşacaktır Arasıra küçücük odalara yolu düşerek ayağa kalkabilecek, bu küçük odalarda, çeşitli iskeletlere, hayvanlara ve yılanlara rastlayacaktır Sonra, gene küçük deliklerden karanlık yollara girerek, sürüne sürüne ilerleyecektir Bu küçük odalarda, kimi zaman, sessiz bir rahibe rastlayacak, rahip ona, geriye dönmek isteyip istemediğini soracaktır Sırrı öğrenmek için direniyorsa, gene kaderiyle baş başa kalarak, karanlık yollarda sürünmeye devam edecektir Derinlerden kulağına, şöyle seslenen çığlıklar gelecektir: Bilim ve güç isteyen deliler, burada gebermişlerdir Artık geriye dönülemez yollara girmiş bulunmaktadır, kimse karşısına çıkıp geriye dönmek isteyip istemediğini sormayacaktır buradan kurtulmak için ölmekten başka bir şey yapılamaz Soğuk, karanlık, yılanlar, akrepler, korkunç çığlıklar, açlık, susuzluk; sürünmekten paralanmış dizler, kanayan avuçlar İstekli, ya da artık çaresiz, dizlerinin gittikçe gömülerek ayaklarının yükseldiğini, çok dik bir yokuştan aşağıya doğru sürüklenmekte olduğunu hissetmektedir Güçlükle sürüklendiği bu yolun sonunda da, korkunç bir uçurumla karşılaşacaktır Tutunabilir de düşmekten kurtulursa, çıldırması işten bile değildir Çıldırmayacak kadar güçlüyse çevresine bakınabilir ve süründüğü dehlizin sol ucunda küçük bir kurtuluş kapısı bulunduğunu görebilir Uçuruma yuvarlanmadan o kurtuluş kapısına sıçrayabilirse uzun bir merdiveni tırmanarak masallardaki gibi renk renk döşenmiş bir odaya varacaktır Odanın duvarlarında yirmi iki sırrı belirten nakış semboller, harfler ve sayılar vardır Burası, Oziris’in ışıklı tapınağıdır Burada, insan, gerçeği belirtmek ve tüzeyi gerçekleştirmek için tanrısal güçle birleşir İsteklinin çilesi henüz başlamıştır ve daha pek uzun yıllar sürecektir Geçireceği sayısız sınavlar arasında ateş sınavı, su sınavı, şehvet sınavı vardır Bunların her biri, yukarda anlattıklarımızdan da ürkütücü ve yorucu sınavlardır Ateş sınavı, cehennem ateşi gibi yanan kızgın bir fırından cesaretle geçmeyi gerektirmektedir İstekli, bu sınavların her birinin sonunda, tek başına taş bir odaya kapatılarak, aylarca, kendi kendine düşünmeye bırakılmaktadır Böylelikle, hamur gibi yoğrulan insan yapısı, gittikçe, tanrılık yapıya yaklaşmaktadır Eski Mısır rahiplerinin o büyüleyici ve etkileyici güçleri, böylesine bir yoğrulma sonunda elde edilmiştir Son sınav, mezar sınavıdır İstekli, diri diri ve özel bir törenle bir mezara gömülür Oysa artık, dünyalılığından hemen, hiçbir şey kalmamış, mezara pek yaraşan bir yapıdır Mezarda, tam bir letarjiye düşerek, kendi ruhuyla karşılaşır Uzun yıllar sonunda elde ettiği bu sonuç, onu, büyük sırra, gereği gibi hazırlamıştır Mezardan çıktıktan sonra, kendine gelince, büyük rahiple birlikte, Mısır’ın sıcak, sessiz ve derin bir gecesinde, tapınağın rasathanesine çıkacak ve orada yedi kat göğün yedi yıldızını seyrederek, büyük rahibin ağzından Hermes’in sırrını öğrenecektir İsteklinin geçirdiği sınav, tek ruhtan kopan sayısız ruhların yeryüzünde geçirmekte oldukları sınavın küçük bir örneğidir Hermes’e göre, insanca ölümlü olmak da, tanrıca ölümsüz olmak da elimizde Ancak, Hiyerofan denilen başrahibin yeni ermişine söylediği gibi, her akıl bu gerçeği kavrayamaz Büyük sırrı gönlümüzde saklayarak eylemlerimizle söyleyelim Bilim gücümüz, inan kılıcımız, sükut kalkanımız olsun Aptalsalar, bu gerçek karşısında akıllarını büsbütün yitirirler Kötüyseler, bu gerçeği kötüye kullanarak büsbütün kötülük ederler Gerçeği gizlemekten başka çıkar bir yol yoktur Bilmek, bulmak, susmak gerek * Orhan Hançerlioğlu |
|