Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz |
01-11-2009 | #76 |
KRDNZ
|
Cevap : İstanbul'daki Tarihi EserlerimizYıldız Porselen Fabrikası Batı sanatı ile Anadolu sanatı arasındaki çok yönlü senteze katkıları açısından önemli bir rol oynayan bu fabrika, Cumhuriyet Dönemi’nde de üretimini sürdürmüş ve geleneksel Türk çini sanatının dünyaca tanınmasını sağlayan örnekler üretmiştir Günümüzde Müze-Fabrika olarak benzerleri arasında özel bir konumu olan Yıldız Porselen Fabrikası, bir yandan günümüz insanının beğenisine yönelik örnekler üretmekte öte yandan da kuruluş yıllarında yaptığı ürünlerin benzerlerini yeniden yaparak, bir dönem estetiğinin daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlamaktadır |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz |
01-11-2009 | #77 |
KRDNZ
|
Cevap : İstanbul'daki Tarihi EserlerimizIhlamur Kasrı Beşiktaş, Yıldız ve Nişantaşı arasında kalan Ihlamur Vadisi’nin 18 yüzyılda Hacı Hüseyin Bağları adıyla tanınan bir mesire yeri olduğu bilinmektedir Sultan III Ahmed Dönemi’nde Padişah’a ait bir “Has Bahçe”ye dönüştürülmesine karşılık 19yüzyılın ikinci yarısına kadar "Hacı Hüseyin Bağları" olarak bilinen bu alan, I Abdülhamid (1774-1789) ve III Selim (1789-1807) dönemlerinde de ilgi çekmiştir Sultan Abdülmecid’in (1839-1861) Osmanlı tahtına geçmesiyle birlikte yeni yapılaşmalara gidilmiş,Beşiktaş’ta Dolmabahçe Sarayı, Küçüksu Kasrı ve Ihlamur Mesiresi’nin bulunduğu bu alanda da Ihlamur Kasırları’nın yapımına başlanmıştır Sultan Abdülmecid Ihlamur Mesiresi’ne bugünkü kasırları yaptırmadan önce de sık sık gelir ve buradaki yalın ve küçük bağ evinde dinlenir; kimi konukları bu arada ünlü Fransız ozanı Lamartine’i burada kabul ederek görüşürdü Yüksek çevre duvarlarının sınırlandırıldığı 24724 m2 lik ağaçlı bir alan içindeki Nikogos Balyan’ın yaptığı bu iki yapı; yapıldıkları 1849-1855 yıllarından bu yana kimi zaman "Nüzhetiye" kimi zaman da "Ihlamur Kasırları" adıyla anılagelmiştir Törenler için düşünülen ve kullanılan Merasim Köşkü: Ön cephesindeki dönemin beğenisini yansıtan Barok çizgiler taşıyan merdiveni, ilginç ve hareketli kabartmalarıyla çarpıcı bir mimarlığa sahiptir İç süslemelerinde; Osmanlı sanatında 19 yüzyılda tercih edilen motifler ve kalem işleri kullanılmış, Avrupa’nın çeşitli üsluplarındaki mobilyalar ve döşeme öğeleriyle belirli bir bütünlük sağlanmıştır Padişahın maiyeti, kimi zaman da haremi tarafından kullanılan Maiyet Köşkü ise; diğerine oranla daha küçük ve daha yalındır Sultan Abdülmecid’in genç yaşta ölümünden sonra, Abdülaziz de (1861-1876) ağabeyinin sevdiği bu yapılara ve çevreye fazla önem vermemekle birlikte ilgi göstermiş, meraklı olduğu horoz ve koç döğüşüyle güreşlerin bazılarını bu bahçede yaptırmıştır Sultan Mehmed Reşad’ın da (1909-1918) zaman zaman kullandığı yapıda, İstanbul’u ziyaret eden Bulgar ve Sırp kralları ağırlanmıştır Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra 1966 yılında TBMM Milli Saraylar bünyesinde katılan Ihlamur Kasırları’nın Merasim Köşkü bir müze-saray olarak ziyarete açık tutulmakta, Maiyet Köşkü ve bahçenin bir bölümünde kafeterya hizmetleri yapılmakta ve bu bahçede, diğer saray ve kasırlarımızda olduğu gibi, ulusal ya da uluslararası resepsiyonlar verilebilmektedir Öte yandan yine bahçede, yakın bir geçmişe dek lojman olarak kullanılan Cumhuriyet Dönemi yapısı da, müze-sanat ilişkisini kuran yeni işleviyle özellikle çocukların, güzel sanatlardaki becerilerini geliştirene resim, heykel ve tiyatro çalışmalarını sürdürdükleri mekânlar olarak değerlendirilmiştir |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz |
01-11-2009 | #78 |
KRDNZ
|
Cevap : İstanbul'daki Tarihi EserlerimizBeylerbeyi Sarayı Beylerbeyi ve çevresinin yerleşim alanı olarak kullanılması tarihte oldukça gerilere, Bizans dönemine kadar gitmektedir 18 yüzyılda yaşamış olan ünlü gezgin İnciciyan’a göre, Büyük Kontstantinus’un diktirdiği bir haçtan dolayı Bizans döneminde “İstavroz Bahçeleri” adıyla anılan yöre, Osmanlılar döneminde Padişahların Has Bahçeleri’nden biri olarak kullanılmıştır Yine İnciciyan’a göre buraya “Beylerbeyi” adının verilişi, 16 yüzyılda Beylerbeyi Mehmed Paşa’nın burada bulunan köşkünden kaynaklanmaktadır Çeşitli dönemlerde padişahların ilgisini çeken Beylerbeyi, yaptırılan kimi köşk ve kasırlarla yazlık olarak kullanılan bir niteliğe kavuşmuş, 1829 yılında Sultan II Mahmud’un yaptırdığı ahşap Sahil Sarayı ile yeni bir hareket kazanmıştır Bugünkü Beylerbeyi Sarayı, Sultan Abdülaziz tarafından II Mahmud’un ahşap Sahil Sarayı yıktırılarak 1861-1865 yılları arasında, dönemin tanınmış mimarı Serkis Balyan’a yaptırılmıştır Saray genellikle yaz aylarında, özellikle de yabancı devlet başkalarının ağırlanmasında kullanılmıştır Sırp Prensi, Karadağ Kralı, İran Şahı, Fransız İmparatoriçesi Eugenie bunlardan bazılarıdır Sultan II Abdülhamid de 1918 yılında, ömrünün son altı yılını geçirdiği bu sarayda ölmüştür Çeşitli Batı üsluplarının Doğu üsluplarıyla kaynaştırıldığı sarayın iç mimarlığı, kullanım özellikleri açısından bir orta sofaya açılan köşe odalarından oluşan geleneksel Türk evi planına benzerlikler gösterir Harem ve Selâmlık olarak iki ana bölümden oluşan sarayda Selâmlık, donatım ve süsleme açısından Harem’den daha zengin tutulmuştur Bodrum katı mutfak ve depo olarak kullanılan bir bölümü üç katlı olan sarayda 3 giriş, 6 salon ve 26 oda bulunmaktadır Rutubete ve sıcağa karşı döşemeleri, orjinalleri Mısır’dan getirtilen hasırlarla kaplanmıştır Çoğunluğu Hereke yapımı büyük boyutlu halı ve kilimleri, Bohemya kristal avizeleri, Fransız saatleri, Çin, Japon, Fransız Yıldız vazoları görülmeye değer sanat yapılarının yalnızca bir bölümüdür Boğaziçi’nin Anadolu kıyısında özel konumuyla dikkati çeken Beylerbeyi Sarayı’nı son dönem Osmanlı Sarayları’ndan ayıran yönlerinden birini de, yamaçlara doğru setler biçiminde yükselen ve bu yüzden “Set Bahçeleri” adıyla anılan bahçeleri, bu bahçelerde bulunan köşkler ve eski saraylardan kalan büyük havuz oluşturmaktadır Üst set bahçesinde bulunan havuzun çevresinde yer alan Sarı Köşk, saltanat atlarının barındığı devrinin en ilginç örneğini yaşatan Ahır Köşk ve eski saraydan kalan selsebilli Mermer Köşk, Osmanlı saray mimarlığının günümüze gelen önemli yapılarını oluşturmaktadır Batı ile ilişkilerin güçlendiği bir dönemde yapılan Beylerbeyi Sarayı’nın en ilginç yanı, Set Bahçeleri’nin altından geçen tarihsel Tünel’dir Tünelin ortasında yer alan çeşmenin yazıtında, Sultan II Mahmud’un adı geçmekte ve yapının tarihlendirilmesinde önemli bir ip ucu oluşturmaktadır Üst set bahçesindeki büyük havuz ve Mermer Köşk gibi II Mahmud Dönemi’nden (1808-1839) kalan bu tünel, kıyı yolunun işlevini sürdürmesini sağlarken, aynı zamanda yüksek duvarların ötesi ile bahçelerin bağlantısını da kurmaktadır Yapılan onarımlarla birlikte Beylerbeyi Sarayı, döneminin özgün bir yazlık sarayı olarak “Boğaziçi Kültürü” içinde yerini almış durumdadır Bahçelerinde ve tarihsel Tünel içinde oluşturulan kafeterya ve satış reyonlarıyla müze-saray olarak konuklara çağdaş düzeyde hizmetler sunulmakta, bu reyonlarda Kültür-Tanıtım Merkezi’nce hazırlanan tanıtıcı nitelikte kitap, kartpostal ve poster gibi yayınların yanısıra çeşitli türde hediyelik eşya satışı yapılmaktadır Öte yandan önceden belirlenen ve alınan izinlere bağlı olarak saray ulusal ve uluslararası nitelikte resepsiyonlar düzenlenebilmekte, böylelikle geleneksel saray atmosferinin günümüz insanının tanıtabildiği bir ortam oluşmaktadır |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz |
01-11-2009 | #79 |
KRDNZ
|
Cevap : İstanbul'daki Tarihi EserlerimizAynalıkavak Kasrı Üç yüzyıl boyunca Haliç kıyılarını süsleyen ve günümüzde Aynalıkavak Kasrı adıyla tanınan yapı, Osmanlı İmparatorluğu Döneminde “Ayanalıkavak Sarayı” ya da “Tersane Sarayı” olarak bilinen yapılar grubundan günümüze ulaşabilen tek örnektir İstanbul’u tanıtan tarihsel kaynaklardan, yörenin Bizans Döneminde de imparatorlara ait bir dinlenme yeri olduğu anlaşılmaktadır Haliç kıyılarından Okmeydanı ve Kasımpaşa sırtlarına doğru gelişen bu büyük bağ ve koruya; İstanbul’un fethinden sonra, Fatih Sultan Mehmet’ten başlayarak padişahlar da ilgi göstermiş ve Osmanlı İmparatorluk Tersanesi’nin Kasımpaşa’da kurulup gelişmeye başlamasıyla birlikte yöreye “Tersane Has Bahçesi” adı verilmiştir Buradaki yapılaşmaların tarihi, Sultan I Ahmed Dönemine (1603-1617) dek inmektedir Tarihsel süreç içinde çeşitli padişahların yaptırdığı kasırlarla gelişen ve “Tersane Sarayı” olarak anılan bu yapılar topluluğu; 17 yüzyıldan başlayarak “Aynalıkavak Sarayı” olarak da adlandırılmıştır Saray bütünü içinde yer alan ve Sultan III Ahmed Döneminde (1703-1730) yaptırıldığı sanılan Aynalıkavak Kasrı, Sultan III Selim Döneminde (1789-1807) yeniden düzenlenmiş ve bugünkü görünümünü kazanmıştır Yapı; Divanhanesi, Beste Odası ve bu mekânların pencerelerini dolanan Yesarî’nin talik hattı ile yazılmış, Kasrı ve III Selim’i öven, dönemin tanınmış şairleri Şeyh Galib ve Enderunî Fazıl’a ait şiirleriyle 18 yüzyıl mimarlık örnekleri arasında özel bir yer almaktadır Deniz cephesinde iki, kara cephesinde tek katlı kütlesiyle Osmanlı klasik mimarlığının son ve ilginç yapılarından biri olan Kasır; süsleme açısından da çağının beğenisini yansıtmakta, özellikle besteci Sultan III Selim Dönemi kültürünün pek çok öğesini bünyesinde barındırmaktadır Öyle ki, bu kültürün başlıca simgeleri olan sedir ve sedirimsi kanepe, mangal kandil gibi mobilyalarla döşeli olan odalar, bugün yok olmuş bir yaşam biçiminin görünümlerini sergilemektedir Günümüzde bir müze-saray olarak ziyarete açık tutulan Aynalıkavak Kasrı’nın zemin katı, Sultan III Selim’in besteci özelliği de göz önünde tutularak, Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan görsel kaynaklar ve kimi kurum ve kişilerin armağan ettiği çalgıların bir araya getirilmesiyle “Türk Çalgıları Sergisi” mekânına dönüştürülmüştür Kasrın bahçesindeyse, özellikle yaz aylarında konuklara yönelik kafeterya hizmetleri, klasik Türk Sanat Müziği örneklerinin seslendirildiği Aynalıkavak Konserleri ile ulusal ve uluslararası nitelikte resepsiyonlar verilmektedir |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz |
01-11-2009 | #80 |
KRDNZ
|
Cevap : İstanbul'daki Tarihi EserlerimizDolmabahçe Sarayı Osmanlılar Döneminde kaptan paşaların donanmayı demirledikleri, geleneksel denizcilik törenlerinin yapılageldiği doğal bir liman görünümünde olan bu koy; 17 yüzyıldan başlayarak dönem dönem doldurulmuş ve Dolmabahçe adıyla padişahların Boğaziçi’ndeki has bahçelerinden biri konumuna getirilmiştir Tarihsel süreç içinde çeşitli padişahlar tarafından yaptırılan köşk ve kasırlarla donatılan Dolmabahçe; zamanla "Beşiktaş Sahil Sarayı" adıyla anılan bir saray görünümü kazanmıştır Beşiktaş Sahil Sarayı, Sultan Abdülmecid Döneminde (1839-1861) ahşap ve kullanışsız olduğu gerekçesiyle 1843 yılından başlayarak yıktırılmış ve aynı yerde günümüze dek gelen Dolmabahçe Sarayı’nın temelleri atılmıştır Yapımı, çevre duvarlarıyla birlikte 1856 yılında bitirilen Dolmabahçe Sarayı 110000 m2’yi aşan bir alan üstüne kurulmuş ve ana yapısı dışında onaltı ayrı bölümden oluşmuştur Bunlar saray ahırlarından değirmenlere, eczanelerden mutfaklara, kuşluklara, camhane, dökümhane, tatlıhane gibi işliklere uzanan bir dizi içinde, çeşitli amaçlara ayrılmış yapılardır Bu yapılar arasına Sultan II Abdülhamid Döneminde (1876-1909) Saat Kulesi ve Veliahd Dairesi arka bahçesindeki Hareket Köşkleri eklenmiştir Dönemin önde gelen Osmanlı mimarları Karabet ve Nikogos Balyan tarafından yapılan sarayın ana yapısı; Mabeyn-i Hümâyûn (Selâmlık), Muayede Salonu (Tören Salonu) ve Harem-i Hümâyûn adlarını taşıyan üç bölümden oluşur Mabeyn-i Hümâyûn; devletin yönetim işleri, Harem-i Hümâyûn; Padişah ve ailesinin özel yaşamı, bu iki bölümün arasında yer alan Muayede Salonu’ysa; Padişah’ın devlet ileri gelenleriyle bayramlaşması ve kimi önemli devlet törenleri için ayrılmıştır Tüm yapı, bodrumla birlikte üç katlıdır Biçimde, ayrıntılarda ve süslemelerde gözlenen belirgin batı etkilerine karşılık bu saray, bu etkilerin Osmanlı ustalarca yorumlanmış bir uygulamasıdır Öte yandan, gerek kuruluş gerekse oda ve salon ilişkileri açısından geleneksel Türk evi plan tipinin çok büyük boyutlarda uygulandığı bir yapı bütünüdür Beden duvarları taştan, iç duvarları tuğladan, döşemeleri ahşaptan yapılmıştır Çağın teknolojisine açık olan saraya, 1910-12 yıllarındaysa elektrik ve kalorifer sistemi eklenmiştir 45000 m2’lik kullanılır döşeme alanı, 285 odası, 46 salonu, 6 hamamı ve 68 tuvaleti vardır Döşemelerin ince işçilikli parkelerinin üstünde, önce sarayın dokumevinde, sonra da Hereke’de dokunmuş 4454 m2 halı serilidir Padişahın devlet işlerini yürüttüğü Mabeyn; işlevi ve görkemiyle Dolmabahçe Sarayı’nın en önemli bölümüdür Girişte karşılaşılan Medhal Salon, üst kat ile bağlantıyı sağlayan Kristal Merdiven, elçilerin ağırlandığı Süfera Salonu ve padişahın huzuruna çıktıkları Kırmızı Oda; imparatorluğun tarihsel görkemini vurgulayacak biçimde süslenmiş ve döşenmiştir Üst katta yer alan Zülvecheyn Salonu; padişahın Mabeyn’de kendine özel olarak ayrılmış dairesine bir tür geçiş mekanı oluşturmaktadır Bu özel dairede, padişah için mermerleri Mısır’dan getirilmiş görkemli bir hamam, çalışabileceği oda ve salonlar bulunmaktadır Harem ve Mabeyn bölümleri arasında yer alan Muayede Salonu; Dolmabahçe Sarayı’nın en yüksek ve en görkemli parçasıdır 2000 m2’yi aşan alanı, 56 sütunu, yüksekliği 36 myi bulan kubbesi ve bu kubbeye bağlı yaklaşık 4,5 tonluk İngiliz yapımı avizesiyle bu salon, sarayın diğer bölümlerinden belirgin bir biçimde ayrılmaktadır Salon, bodrumdaki tesislerden elde edilen sıcak havanın sütun diplerinden içeri verilmesiyle ısıtılmakta, böylelikle soğuk mevsimlere rastlayan törenler daha sıcak bir atmosferde yapılabilmekteydi Geleneksel bayramlaşma töreni günlerinde, Topkapı Sarayı’nda bulunan altın taht bu salona getirilerek kurulur ve padişah bu tahtta devlet ileri gelenleriyle bayramlaşırdı Galeriler ise elçilik görevlilerine, Saray Orkestrası’na, bay ve bayan konuklara ayrılmıştı Dolmabahçe Sarayı’nın Batı etkileri altında, Avrupa saraylarından örnek alınarak yapılmış bir saray olmasına karşılık, işlevsel kuruluşu ve iç mekan yapısında “Harem”in eskisi kadar kesin çizgilerle olmasa da ayrı bir bölüm olarak kurulmasına özen gösterilmiştir Ancak Topkapı Sarayı’nın tersine, Harem, artık saraydan ayrı tutulmuş bir yapı ya da yapılar topluluğu değildir; aynı çatı altında, aynı yapı bütünlüğü içinde yerleştirilmiş özel bir yaşama birimidir Dolmabahçe Sarayı’nın yaklaşık üçte ikisini oluşturan Harem Bölümü'ne, Mabeyn ve Muayede Salonu’ndan geleneksel ayrımı vurgulayan demir ve ahşap kapılarla kesilmiş koridorlardan geçilmekte, bu bölümde Boğaziçi’nin yansımalarıyla aydınlanan salonlar, sofalar boyunca padişahların, padişah eşlerinin, çeşitli görevleri olan kadınların, şehzade ve sultanların yatak odaları, çalışma ve dinlenme odaları sıralanmaktadır Valide Sultan Dairesi, Mavi ve Pembe Salonlar, Abdülmecid, Abdülaziz ve Reşad tarafından kullanılan odalar, Cariyerler Bölümü, Kadınefendi odaları, Büyük Atatürk’ün çalışma ve yatak odası, sayısız değerli eşya, halı, levha, vazo, avize, tablo gibi sanat yapıtları Harem’in ilginç ve etkileyici parçalarını oluşturmaktadır Günümüzde Dolmabahçe Sarayı’nın bütün birimleri restore edilmiş ve ziyarete açılmış bulunmaktadır Saray’ın değerli eşyalarının sergilendiği iki “Değerli Eşyalar Sergi Salonu”, Milli Saraylar Yıldız Porselenleri Koleksiyonu’ndan örneklerin yer aldığı “İç Hazine Sergi Binası”, genellikle Milli Saraylar Tablo Koleksiyonu’nun bölüm bölüm ve uzun süreli sergiler biçiminde izleyicilere sunulduğu “Sanat Galerisi”, bu galerinin alt katında sarayın çeşitli objeleri ve mimari süslemelerinden alınmış kuş motiflerinin fotoğraflarından oluşan sürekli serginin bulunduğu tarihsel koridor, Mabeyn Bölümü’ndeki Abdülmecid Efendi Kütüphanesi; Dolmabahçe Sarayı’nın başlıca sergileme birimlerini oluşturmaktadır Sarayın hemen girişinde bulunan eski Mefruşat Dairesi’nde Kültür-Tanıtım Merkezi yer almakta ve Milli Saraylar’ın çeşitli yerlerinde sürdürülen bilimsel çalışmalarla tanıtım etkinlikleri bu merkezden yönlendirilmektedir Öte yandan, yine bu merkezde çoğunluğunu 19 yüzyıla yönelik yayınların oluşturduğu bir kitaplık kurularak araştırmacıların hizmetine sunulmuştur Saat Kulesi, Mefruşat Dairesi, Kuşluk, Harem ve Veliahd Dairesi bahçelerinde ziyaretçilere yönelik kafeterya hizmetleri veren bölümler ve hediyelik eşya satış reyonları oluşturulmuş, bu reyonlarda Kültür-Tanıtım Merkezi’nce hazırlanan ve milli sarayları tanıtıcı bilimsel nitelikte kitaplar, çeşitli kartpostallar ve Milli Saraylar Tablo Koleksiyonu’ndan seçilmiş ürünlerin tıpkı basımları satışa sunulmuştur Öte yandan Muayede Salonu ve bahçeler ise ulusal/uluslararası resepsiyonlara ayrılmış, yeni düzenlemelerle saray, müze içinde müze birimlerine, sanat ve kültür etkinliklerine kavuşturulmuştur Dolmabahçe Caddesi, Beşiktaş |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz |
01-11-2009 | #81 |
KRDNZ
|
Cevap : İstanbul'daki Tarihi EserlerimizSultanahmet Cami |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz |
01-11-2009 | #82 |
KRDNZ
|
Cevap : İstanbul'daki Tarihi EserlerimizEyüp Sultan |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz |
01-11-2009 | #83 |
KRDNZ
|
Cevap : İstanbul'daki Tarihi EserlerimizKariye Müzesi |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz |
01-11-2009 | #84 |
KRDNZ
|
Cevap : İstanbul'daki Tarihi EserlerimizKapalı Çarşı Dünyanın en eski ve büyük kapalı çarşısı İstanbul şehrinin merkezinde yer alır Dev ölçülü bir labirent gibi, 60 kadar sokağı, üç binden fazla dükkânı ile Kapalı çarşı, İstanbul?un görülmesi gereken, benzersiz bir merkezidir Adeta bir şehri andıran, bütünü ile örtülü bu site zaman içerisinde gelişip büyümüştür 15 yy dan kalan kalın duvarlı, bir seri kubbe ile örtülü eski iki yapının etrafı sonraki yüzyıllarda, gelişen sokakların üzerleri örtülerek, ekler yapılarak bir alış veriş merkezi haline gelmiştir Geçmişte burası her sokağında belirli mesleklerin yer aldığı ve bunların da, el işi imalatının sıkı denetim altında bulundurulduğu, ticari ahlak ve törelere çok saygı gösterilen bir çarşı idi Her türlü değerli kumaş, mücevherat, silah, antika eşyalar, konusunda nesillerce uzmanlaşmış aileler tarafından, tam bir güven içinde satışa sunulurdu Geçen yüzyılın sonlarında deprem ve birkaç büyük yangın geçiren Kapalı Çarşı eskisi gibi onarılmışsa da, geçmişteki özellikleri, yozlaşarak değişikliğe uğramıştır Eskiden esnafa olan güven duygusu halkın birikmiş parasını, bir banka gibi onlara verilmesine ve işletilmesine neden olurdu Günümüzde birçok sokaktaki dükkânlar fonksiyon değişikliğine uğramıştır Yorgancılar, terlikçiler, fesçiler gibi meslek grupları sadece sokak ismi olarak kalmıştır Çarşının ana caddesi sayılan sokakta çoğunlukla mücevher dükkânları, buraya açılan yan bir sokakta altıncılar bulunur Oldukça küçük olan bu dükkânlar değişik fiyat ve pazarlıkla satış yaparlar Kapalı Çarşı renk ve atraksiyon olarak her ne kadar eski canlılığını koruyor ise de, 1970?li yıllardan itibaren İstanbul?u ziyarete gelen turist gurupları için alışveriş olanakları, çarşının ana girişindeki modern ve büyük kuruluşlar tarafından sağlanmaktadır Haliç kıyısındaki Mısır Çarşısı da daha küçük ölçüde bir kapalı çarşıdır Galata semtindeki diğer bir 15 yy küçük kapalı çarşısı da halen kullanılmaktadır Kapalı Çarşı günün her saatinde hareketli ve kalabalıktır Esnaf, ziyaretçileri ısrarlı olarak kendi mağazasına çağırırÇarşı girişinde gelişen konforlu, büyük mağazalar Türkiye?de elde imal edilen ve ihracatı yapılan hemen bütün eşyayı satışa sunmaktadır El halıları ve mücevherat geleneksel Türk sanatının en güzel örnekleridir Bunlar kalite ve orijin belgeleri ile satılır ve dünyanın her tarafına garantili gönderme yapılır Halı ve mücevheratın yanında meşhur Türk işi gümüşten yapılmış eserler, bakır, bronz hediyelik ve dekoratif eşyalar, seramik, oniks ve deriden mamul, üstün kaliteli, Türkiye hatıraları zengin bir koleksiyon oluştururlar |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz |
01-11-2009 | #85 |
KRDNZ
|
Cevap : İstanbul'daki Tarihi EserlerimizSüleymaniye Cami |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz |
01-11-2009 | #86 |
KRDNZ
|
Cevap : İstanbul'daki Tarihi EserlerimizBeyazıt Meydanı |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz |
01-11-2009 | #87 |
KRDNZ
|
Cevap : İstanbul'daki Tarihi EserlerimizHaydarpaşa Garı Devrin Osmanlı Padişahı II Abdülhamit döneminde 30 Mayıs 1906 tarihinde yapımına başlanmıştır1908 yılında ise hizmete girmiştir Binanın bulunduğu sahaya III Selim'in paşalarından Haydar Paşa'nın adı verilmiştir Binanı inşaatı, Anadolu Bağdat adı altında bir Alman şirketi gerçekleştirmiştir Ayrıca bir Alman'ın teşebbüsüyle garın önünde mendirek inşa edilerek Anadolu'dan gelecek veya Anadolu'ya gidecek vagonların ticari eşyasını yükleme ve boşaltma işlevi için tesisler yapılmıştr İki Alman mimar Otto Ritter ve Helmuth Conu tarafından hazırlanan proje yürürlüğe girmiş, garın yapımında Alman ustalarla İtalyan taş ustaları birlikte çalışmıştır Birinci Dünya Savaşı sırasında gar deposunda bulunan cephanelere 1917'de yapılan bir sabotajla çıkan yangın sonucu binanın büyük bir bölümü hasar görmüştür Yeniden onarılan bina bugünkü şeklini almıştır 1979'da Haydarpaşa'nın açıklarında Independente adlı tankerin bir gemiyle çarpışması sonu meydana gelen patlamadan ve sıcaktan dolayı binanın O Linneman adlı ustanın yaptığı kurşun vitrayları hasara uğramıştır Aslına uygun olarak yeniden onarılan bina, 1976'da geniş çapta onarılmış ve 1983'ün sonunda dört dış cepheyle iki kulenin restorasyonu tamamlanmıştır |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz |
01-11-2009 | #88 |
KRDNZ
|
Cevap : İstanbul'daki Tarihi EserlerimizAyasofya Dünyanın 8harikalarından birisi sayılan Ayasofya, Sanat Tarihi ve mimarlık dünyasının 1 numaralı yapısı hüviyetindedir Bu yaşta ve bu ebatta zamanımıza gelebilmiş ender eserlerdendir Orijinal adı Hagia Sofia olan, Türklerin Ayasofya dedikleri yapı yanlış bir şekilde, Saint Sofia olarak bilinir Bazilika, Sofia isimli bir azizeye değil, Kutsal Hikmet’e ithaf edilmişti Önceki bir pagan mabedinin yerinde yapılmış 3 ayrı bazilika aynı isimle anlatılmıştı İmparator Büyük Konstantin devrinde kilise yapılmadığı halde, bazı kaynaklar, ilk Ayasofya Bazilikasının onun tarafından yaptırıldığını iddia ede gelmiştir Küçük ölçülerdeki ahşap çatılı ilk yapı 4 yy ikinci yarısında Büyük Konstantin’in oğlu Konstantinus zamanında yapılmıştı 404 yılında, bir isyan sırasında yanan ilk yapının yerine, daha büyük ölçülerde inşa edilen 2 kilise 415 yılında törenle açılmıştı 532 yılında Hipodromda yapılan bir araba yarışı sonucu çıkan kanlı isyan on binlerce şehirlinin ölümüne ve pek çok binanın yakılmasına sebep olmuştu “Nika” isyanı diye bilinen ve İmparator Justinyen aleyhine gelişen bu isyanda Ayasofya Kilisesi de yakılmıştı İsyanı zorlukla bastıran İmparator Justinyen “Adem’den beri hiçbir devirde görülmemiş ve görülmeyecek” bir ibadethane yapmak için harekete geçti Önceki bazilikanın kalıntılarının üzerine 532 yılında yapılmaya başlanan, Hıristiyanlık âleminin bu en büyük kilisesi beş yılda tamamlanarak, 537’de merasimlerle açıldı İmparator hiçbir masraftan kaçınmayarak devlet hazinesini mimarların önüne saçtı (Tralles’li Anthemius ile matematikçi, Miletoslu İsidorus) Kubbe inşaatı Roma mimarisi tarafından geliştirilmiştir, Bazilika planı da eski devirlerden beri tatbik edilmekte idi Yuvarlak yapıların üzerleri çok büyük ölçüde kubbe ile örtülebilmişti Ancak Justinyen Ayasofya’sındaki gibi dikdörtgen bir mekan ortasında, dev ölçüde bir merkezi kubbe yapımı, mimarlık tarihinde ilk kez deneniyordu Rahiplerin koruyucu duaları okumaları devam ederken, İmparatorluğun hemen her yerinde mevcut olan erken devir kalıntılarından getirtilen çok sayıda ve değişik mermer parçaları, sütunlar yapıda kullanıldı Sonraları da bu devşirme malzeme ve bilhassa sütunlar için, neye yarayacağı anlaşılmaz, bir sürü orijin hikayesi uyduruldu Justinyen devrinde Ayasofya bir zevk ve gösteriş ürünü olarak ortaya çıkmıştı Sonraki devirlerde ise bir efsane ve sembol olarak kabul edilmiştir Bin yıl süre ile aşılamayan ölçüleri yanında finans zorlukları ve teknik yetersizliklerden ötürü efsanevi görülmüş, böyle bir yapının ancak kutsal kuvvetlerin yardımı ile yapılabileceği zannedile gelmişti Ayasofya bir 6yy Bizans devri eseri olmakla beraber, ön misali olmayan, sonraki devirlerde de taklit edilmeyen Roma mimari geleneğine bağlı bir “Deneme” dir Dış ve iç görünüşteki tezat ve iri kubbe Roma’nın mirasıdır Dış görünüş zarif değildir, proporsiyonlara dikkat edilmemiş, bir kabuk gibi yapılmıştır Bunun tersine iç görünüm saray gibi görkemlidir, göz alıcıdır; yapı, dev bir “İmparatorluk” eseridir Açılış merasiminde heyecanına hakim olamayan İmparator atların çektiği arabası ile içeriye dalmış, Tanrıya şükür ederek, Süleyman Peygambere üstün çıktığını haykırmıştı Bazilika etrafını çevreleyen yüksek binaları ile büyük bir dini merkez olarak gelişmişti Bizans İmparatorları ile Doğu Hıristiyan kilisesinin yüzyıllar sürecek çekişmeleri için sahne artık hazırdı Eşsiz ve üstünlüğüne rağmen yapının hayati önemde hataları vardı En önemli mesele kubbenin iriliği ve yan duvarlara yaptığı basınç idi Böylesine bir kubbenin ağırlığının temellere aktarılması için lazım olan mimari unsurlar o devirde henüz tam gelişmemişti Yanlardan dışa doğru eğilen duvarlar orijinal, basık kubbenin 558 yılında yıkılmasına şahit oldular Yapılan ikinci kubbe daha yüksek ve daha küçük çaplı tutulmuştu Bu kubbenin de yarıya yakın kısmı 10 ve 14 yy'’arda 2 defa daha çökmüştür Ayasofya her devirde hazineler dolusu sarflar yapılarak ayakta tutulabilmiştir Türk’lerin şehri 1453 yılında fethetmeleri, harap durumdaki Ayasofya’nın derhal camiye çevrilerek kurtarılmasına sebep olmuştur Türk mimarı Koca Sinan’ın 16yyda eklediği payanda duvarları, 19 yy ortasında Mimar Fossati kardeşlerin ve 1930’dan itibaren yapılan diğer restorasyonlar ve kubbenin demir kuşak ile çevrilmesi önemli tamirlerdi 2000 li yılların restorasyonları, mevcut madeni portatif iskele ile daha seri yapılabilecektir Ayasofya 916 yıl baş kilise ve 477 yıl cami olarak, aynı tanrıya inanan 2 değişik dinin hizmetinde olduktan sonra Atatürk’ün emri ile müze yapılmıştır 1930-1935 yılları arasında ortaya çıkartılıp temizlenen bir kısım mozaikler Bizans'ın önemli sanat eserleri arasında yer alırlarBizans ve Osmanlı döneminin izlerini taşıyan muhteşem mimarisi ile ülkemizin en çok ziyaret edilen ilk üç müzesinden biridir ZİYARET Avlunun içerisindeki müze girişi, asırlar sonra yeniden kullanılmaya başlanan, batı yönündeki orijinal kapıdır Girişin yanında önceki, ikinci binanın kalıntıları görülür Vaftiz olamayanların girebildikleri dış koridor 5 kapı ile iç koridora, burası da 9 kapı ile kilisenin esas kısmına açılır Ortadaki yüksek kapı İmparatorluk kapısı idi Bunun üzerindeki mozaik pano 9 yy sonunda yapılmıştır Ortada taht üzerinde oturan pantokrator İsa’dan bir imparator şefaat istemektedir Yanlardaki madalyonlarda Meryem Ana ve Baş Melek Gabriel’in portreleri vardır İç koridor ve yan neflerin tavanındaki diğer figürsüz mozaikler Justinyen devri orijinalleridirYapının ana kısmında ziyaretçiyi görkemli ve muazzam bir mekân karşılar İlk adımdan itibaren kubbenin tesiri derhal hissedilir Sanki havaya asılı gibi durmakta ve bütün binayı kaplamaktadır Duvarlar ve tavanlar mermer ve mozaiklerle kaplı, rengarenk bir görünüştedir Kubbe mozaiklerinin 3 değişik renk tonu, yapılan 3 değişik tamirat devrini gösterir Yüksekliği ve çapı ile dünyanın en büyük kubbesi iken günümüzde de sayılı büyük kubbelerindedir Yapılan tamiratlardan dolayı kubbe tam bir çember değildir Kuzey – Güney çapı 31,87 mdir Doğu – Batı çapı 30,87 m olup yüksekliği 55,60 mdir Kubbenin dayandığı 4 pandantifte, 4 kanatlı melek figürü, yüzleri kapatılmış olarak yer alır Dikdörtgen, geniş orta mekanın sütunlarla ayrılmış 2 yanında, karanlık neftler uzanır Orta mekan 7467 x 6980 mdir Alt katta ve galerilerde toplam 107 sütun vardır Ayasofya sütun başlıkları tüm yapının en karakteristik ve belirgin, klasik, 6 yy Bizans süsleme örnekleridir O çağa ait bir özellik olan derin oyulmuş mermerler güzel bir ışık, gölge oyunu ortaya serer Ortalarında İmparator monogamları bulunur Köşelerde yer alan antik porfir sütunlar, yeşil Selanik mermerinden yapılma orta sütunlar ve tümünün beyaz mermerden yapılma, zengin işlemelerle süslü başlıkları insanı eski günlere götürür Ayasofya’yı boş bir müze görünümünden sıyırıp bazilika veya cami olarak kullanıldığı, gösterişli, mistik, değişik, eski orijinal görünümünde hayal etmek lazımdır Büyük bir İmparatorluğun baş kilisesi olduğu devirlerde apsis önünde yer alan bölme, altar, ambon ve diğer merasim gereçleri altın ve gümüş levhalarla kaplı, fildişi ve mücevherlerle süslü idiler Bazı kapılar bile böylesine kıymetli madenlerle kaplı idi Latin istilası bütün bunları ve diğer bazı mimari parçaları sökerek Avrupa’ya taşımıştıApsis yarı kubbesinde kucağında çocuk İsa ile Meryem Ana, sağ yanda da Baş Melek mozaikleri bulunmaktadır Karşı duvardaki bir başka melek figürü tahrip olmuştur Galeriler seviyesinde duvarlara asılı, deri üzerine yapılmış 75 m çapındaki büyük diskler ve kubbedeki yazıt, eserin cami olarak kullanıldığını hatırlatırlar 19 yy ortalarında dönemin büyük ustaları tarafından yazılan bu kaligrafiler birer şaheserdir Yuvarlak tablolarda Allah, Hz Muhammed, 4 Halife ve Hasan-Hüseyin isimleri yazılıdır Döneminin güzel örnekleri mihrap üstü vitraylar, apsis içine yerleştirilmiş cami mihrabı, yanındaki minber ve mevlithanlar balkonu Türk dönemi ekleridir Zeminde yer alan, renkli mermer parçalarından yapılmış kare kısım, belki 12 yyda ilave edilmiş, İmparatorların taç giydiği mahaldir Üstün kaliteli mermerden yapılmış iki küresel iri kap orta mekânın giriş yanlarında yer alır Antik orijinli bu kaplar geç 16 yy’da Bergama’dan getirtilmiştir Binanın kuzey köşesinde “terleyen sütun” bulunur Alt kısmı bronz bir kuşak ile çevrilmiş, parmak sokulabilen bir dilek deliği olan sütun hakkında bolca masal ve efsane vardır Binayı dışardan destekleyen payandaların kuzeydeki ilkinin içerisi rampadır Üst galerilere bu rampa ile çıkılır Binayı üç yönden kuşatan galerilerden muhteşem iç mekan bambaşka görülür İmparatorluk kadınları ve kilise toplantıları için ayrılmış kısımları vardır Kuzey kanatta bir, güney kanatta da 3’lü figürler halinde 3 mozaik pano bulunur Güney galeride, yanındaki pencereden giren gün ışığı altında, Bizans mozaik sanatının şaheser panosu yer alır Buradaki konu, çok geniş son mahkeme sahnesinin tam ortasında bulunan; “Diesis” diye bilinen, üçlü figürdür Ortada İsa onun sağında Meryem, solunda ise Hz Yahya yer alır Değişik dizili arka fon mozaikleri, figürlerin güzelliğini daha da artırır, yüz ifadeleri fevkâlede realisttir Güney galeri dibindeki 12 yy mozaik panoda, Meryem Ana ve çocuk İsa, İmparator II Komnenus, İmparatoriçe İrene, yan duvarında hasta Prens Aleksios yer alır Takdim edilen rulo kiliseye bağışları, deri kese ise altın yardımını belirtmektedir Macar asıllı imparatoriçenin ırk özellikleri; açık ten ve açık saç rengi belirgindir Buradaki ikinci pano, tahta oturmuş İsa, yanında İmparatoriçe Zoe ve üçüncü kocası Konstantin Monomakhos'dur, Konstantin’nin kafası ve üstündeki yazıt kazınıp, tekrar yapılmıştır Orijinal mozaik Zoe’nin ilk kocasına aitti Bu panoda İmparatorluk ailesinin kiliseye şükran ve bağışları sembolize edilmektedirİç koridordan müzeyi terk ederken görülen büyük bir mozaik pano 10 yy’dan kalmadır Bozuk perspektifli figürler: Ortada Meryem Ana ve çocuk İsa, yanlarda ise şehir maketini sunan Büyük Konstantin ile Ayasofya maketini sunan Justinyen'dir Çıkışta kısmen zemine gömülü MÖ 2 yy’dan kalma muazzam bronz kapılar Tarsustan, belki de bir pagan mabetinden getirtilerek, burada tekrar kullanılmıştır Müze bahçesinde değişik devirlerde inşa edilmiş Türk Sanat eserleri bulunur Bunlar bazı sultanların türbeleri, okul, saat ayar evi ve şadırvandır Doğu cephesi minareleri 15, batıdakiler de 16 yy’da eklenmişlerdir |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz |
01-11-2009 | #89 |
KRDNZ
|
Cevap : İstanbul'daki Tarihi EserlerimizŞehzâde Cami Kanuni Sultan Süleyman’ın genç yaşta ölen oğlu Şehzade Mehmet adına Mimar Sinan tarafından yapılmıştır Kanuni Sultan Süleyman’ın ve Osmanlı İmparatorluğu’nun en parlak devrinin büyük mimarı Mimar Sinan, Şehzade Camii ve külliyesini 1544-48 tarihleri arasında dört yılda tamamlamıştır Koca Sinan daha sonraları yaptığı bir değerlendirmede “Şehzade çıraklık, Süleymaniye kalfalık, Edirne Selimiye de ustalık eserimdir” diyecektir İşte Şehzade Camii Sinan’ın mimari dehasındaki ana devirler olan bu üç abide eserin ilk basamağıdır Yarım kubbe problemini ilk defa ele aldığı bu camide Mimar Sinan dört yarım kubbeli ideal bir merkezi yapı meydana getirip, Rönesans mimarlarının rüyasını gerçekleştirmiştirCami kare planlı olup, üstü yarım küre şeklinde bir büyük kubbe ve bunun etrafında dört yarım kubbeyle örtülmüştür Dört köşede yarım küre, dört de küçük kubbe vardır Bütün kubbeler dört büyük fil ayağı üzerine oturur Mimar Sinan’ın eserlerinde görülen sadelik ve tezyinat bu camide de görülür Şehzade Camii’nin büyük dış avlusu altı kapılıdır Caminin cümle kapısı duvarının iki yanındaki ikişer şerefeli çift minaresi yapının en dikkat çeken bölümlerindendir Diğer cami ve minarelerdeki sadelik burada yoktur Koca Sinan’ın bu minarelerdeki tezyinatı emsalsizdir Dört yarım kubbe ile desteklenen bir merkezi kubbe ile örtülüdür “Kare içine oturan haçvari plan tipolojisinin Osmanlı mimari geleneği çerçevesindeki gelişiminin son noktasıdır Bu gelişimin bir önceki adımları Edirne’deki Üç Şerefeli Cami, eski Fatih Camisi ve Üsküdar’daki Mihrimah Sultan camilerinde görülür¹” Mimar Sinan daha sonra inşa ettiği Süleymaniye ve Selimiye camilerinde Şehzade Camisi’nden daha ileri mimari çözümlemelere ulaşmışsa da, Şehzade Camisi plan şeması Sultanahmet Camisi, Yeni Cami gibi 17 yüzyıl camilerinde beğenilerek kullanılmıştır Şehzade Camisi’nde şadırvan avlusu ve cami kitlesi iki eş karedir “Kubbe çapı 19 m, kubbenin zeminden yüksekliği 37 m dir Merkezi kubbe pandantifli kare bir baldaken oluşturur¹” Kubbeyi taşıyan dört ayakların çok fazla yer kaplamamasıyla mekan bütünlüğü sağlanmaya çalışılmıştır Örtü, yarım kubbeler ve eksedralarla yapı kanatlarına ulaşır Dışarıda, büyük orta kubbenin oturduğu kare kısmın dört köşesine ve yarım kubbelerin yanlarına dört ağırlık kubbesi konularak kemerlerin açılması önlenmiştir Bunlar camiye aynı zamanda kademe kademe yükselme vermiştir Yan galeriler yoktur ve böylece mekân daha fazla bir bütünlük kazanmıştır Sadece hünkar ve müezzin için küçük birer mahfil bulunur “Örtünün eğrileri ile planın doğruları küresel geçit öğeleri ve mukarnaslarla birbirleriyle buluşurlar Masif duvarların yerine Osmanlı mimarlığında ilk kez dış mimaride revak kullanılmıştı Yan revaklar iki kareden oluşan harem ve avlu planına bir ek olarak akıtılmıştır ve avlu yönünde minareler sonlanır” 2’şer şerefeli bu minareler oldukça zarif bezemeye sahiptir Şehzade Cami’sinin simetrik modülasyonu avluda da kendini gösterir “Şadırvan avlusu da cami gibi 5x5 modüle bölünmüştür Kubbe açıklığına eşit olan açık bölüm 3x3 modül olarak açık bırakılmıştır Kubbe büyüklükleri ve yükseklikleri aynıdır Osmanlı mimarlığının en dengeli avlularından biridir¹” Merkezde bulunan sekizgen şadırvan yaklaşık bir modül büyüklüğündedir Revak kubbelerinin büyüklükleri birbirine eşit, yükseklikleri birbirne eştir ve hemen cami planındaki köşe kubbelerle aynı büyüklüktedir “Bu yüzden Şehzade Cami avlusu Beyazıd Cami avlusu ile birlikte Osmanlı Mimarisinde bulunan en dengeli ve güzel avlularından biri sayılır¹” Mermer ve somaki kaidelere oturan revak sütünları 12 adettir Revakları örten kubbelerin sayısı da 16’dır “Bezeme özellikleri açısından özgün bir yapıdır 15 yüzyıldan itibaren başlayan yalınlaşma eğiliminin dışına çıkmıştır Çokrenkliliğin vurgulanışı, yapının dış profillerine getirilen bezemesel öğeler, minarelerin yüzey bezemeleriyle benzersiz yapıdır Mihrap, minber ve müezzin mahfili mermerdendir” |
Cevap : İstanbul'daki Tarihi Eserlerimiz |
01-11-2009 | #90 |
KRDNZ
|
Cevap : İstanbul'daki Tarihi EserlerimizSultanahmet Meydanı Her devirde şehrin en önemli ve dinamik yeri, yarım ada yedi tepesinin ilki olmuştur Şehrin ilk kurulduğu akropol surlarla çevrili, tipik bir Akdeniz ticari yerleşimiydi Roma devrinde bu merkez genişletilerek, yenilenmiştir Günümüze çok az kalıntıları kalan Roma devri önemli yapıları ve abideleri Hipodrom çevresinde inşa edilmişti “Büyük Saray” diye bilinen İmparatorluk Sarayı Hipodromun yanından başlar, aşağılara, deniz kenarına kadar uzanırdı Bu Saraydan günümüze bir büyük salonun yer mozaik panosu gelebilmiştir Şehrin en önemli meydanı Agusteion ve burası ile cadde arasında Milerium zafer takı bulunurdu Cadde Roma’ya kadar uzanan yolun başlangıcı idi ve ilk km taşıda buradaydı Hamamlar, mabetler, dini, kültürel, idare ve sosyal merkezler bu civara yerleşmişlerdi Semt Bizans ve Türk devirlerinde de merkezi önemini devam ettirmiştir İstanbul’un en önemli abideleri Ayasofya, Sultan Ahmet Camii, Türk ve İslam Eserleri Müzesi, Yere Batan Sarnıcı burada, Hipodromun çevresindedirler Şehrin ana caddeleri (aşağı limana inen ve batıya şehir surlarına doğru gidenler) Hipodromdan başlar ve yamaçları takip ederdi Yol kenarları ticari kuruluşlar ve ikametgahlarla çevrili idi Yan yollar dar ve bazıları basamaklarla yokuş aşağı uzanırlardı Anayol kaldırımları bazen iki katlı, galerili inşaa edilmişlerdi Yol boyu geniş meydanlardan ayrılan sapaklarla sur kapılarına ulaşılırdı Ana cadde “Mese” diye anılırdı Surlarda Altın Kapı yolu “Via Egnetia” Roma’ya, giden yoldu “Hipodrom” At binenlerin, atların meydanı anlamına gelir Roma İmparatoru Septimius Severus”un 2yy sonlarına inşa ettirdiği hipodrom Büyük Konstantin tarafından devasa ölçülerde genişletilmişti Bazı tarihçiler 30, bazıları da 60 bin seyirci kapasitesinde olduğunu bildirirler 2 veya 4 atın çektiği arabaların yarışları esas gösterilerdi Roma İmparatorluğu ve sonradan Bizans İmparatorluğu devrinde hipodrom şehrin toplantı, eğlence, heyecan ve spor merkezi olarak 10 yy’a kadar önemini sürdürmüştü 1204 Latin istilası ile beraber, şehrin bir çok diğer abideleri gibi burası da önemini yitirmişti Araba yarışları yanında, müzisyen toplulukları, dansözler, akrobatlar, vahşi hayvanlarla kavga gösterileri, toplantılar yapılırdı Bütün bu faaliyetler için ise Roma devrinde bol tatil günleri mevcuttu Dev ölçüde bir U harfi şeklinde olan hipodromun doğu uzun tarafında, damında 4 bronz at bulunan, balkon şeklinde, imparator locası yer alırdı Ortada, hipodromun kum kaplı sahasını ikiye bölen, arabaların etrafında yarıştığı alçak bir duvar, bu duvarın üstünde de İmparatorluğun çeşitli yerlerinden getirilen abideler ve meşhur at yarışçıları ile atlarının heykelleri bulunurdu Şöhretli bir araba yarışçısı akla gelebilecek her türlü maddi olanak içinde yüzerdi Yarışçılar yeşil-mavi-sarı-kırmızı gibi politik güçleri de olan takımlara ayrılmışlardı Zaman, zaman yarışlara politika karışır, karşılıklı güçlerin mücadeleleri korkunç katliamlara dönüşebilirdi Hipodrom günümüze zemini 4-5 metre yükselmiş ve kalabilmiş 3 abide ile gelmiştir
Bunlar Mısır’dan getirilen Obelisk, Yılanlı Sütun ve Örme Obelisktir Türk devrinde, bu meydanda bazen, eski günlerindeki zengin gösteriler gibi, çeşitli festival ve gösteriler tertiplenmişti Hipodrom’un batısında, Sultan Ahmet Camii’nin karşısında yer alan İbrahim Paşa Sarayı 16 yy zengin ve tipik özel sarayların günümüze gelen tek örneğidir Bu güzel yapı Türk ve İslam Eserleri müzesi olarak ziyarete açıktır Muazzam Hipodromdan günümüze yuvarlak güney ucu gelmiştir Büyük kemerlerle donatılmış tuğla bir yapıdır Sonraki devirlerde Hipodromun taş blokları ve sütunlarının tamamı başka yapılarda kullanılmıştır Hipodrom girişi sağındaki parkta 4-5 yy ait özel saray kalıntıları, az ilerisinde de Aya Öfemiya Bizans Kilisesinin kalıntıları bulunmaktadır |
|