Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
evliyalarımız

Eski 03-11-2007   #61
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDURRAHMÂN BİN ALİ SEKKÂF

Evliyânın meşhurlarından İsmi Abdurrahmân bin Ali bin Ebî Bekr bin Abdurrahmân es-Sekkâf'tır 1446 (H850) senesinde Terîm şehrinde doğdu 1517 (H923)'de Yemen'de vefât etti Hadîs, kelâm, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde tanınmış âlimlerdendir İlim tahsîline başlayınca, önce Kur'ân-ı kerîmi ezberledi Seyyid Muhammed bin Abdurrahmân'dan kırâat ilmini öğrendi Bu ilmin ehline kırâatını, hıfzını dinletti Ayrıca fıkıh ve nahiv ilmine âit kitaplar okuyup, ezberledi Haviyu's Sagîr ve Dîvân-ı Şeyh Abdullah bin Es'ad el-Yâfiî'nin çoğunu ezberledi Ezberlediği bu metinleri hocalarına dinletip kontrol ettirdi Babasından, amcası Şeyh Abdullah Ayderûs'dan, meşhûr âlim Sa'd bin Ali'den, meşhûr fıkıh âlimi Şeyh Abdullah bin Abdurrahmân'dan ilim öğrendi Sonra Yemen'e gidip, tahsîline orada devâm etti Allâme Abdullah bin Ahmed ile Allâme Muhammed bin Ahmed'den ders alıp çeşitli ilimleri öğrendi Bu âlimlerden işittiklerini rivâyet etmek ve eserlerini okutmak da dahil olmak üzere icâzet, diploma aldı ve dört sene Aden'de kaldı Aden'den Zebîd şehrine gitti Orada da Hâfız Yahyâ el-Âmirî'den ve Safiyüddîn Ahmed bin Ömer el-Meczed'den ilim öğrendi, icâzet aldı Bu tahsîlleri sırasında Hâfız Yahyâ el-Âmirî'den Peygamber efendimizin mübârek parmak izlerinin bulunduğu bir mahalli göstermesini ricâ etti O da kabûl edip gösterdi O mahalde parlayan bir nûr gördüler

Abdurrahmân bin Ali Sekkâf, bir elini devamlı gizli tutar, göstermek istemezdi Bir defâsında bâzıları ısrarla sebebini sorunca şöyle anlatmıştır:

Peygamber efendimizi methetmek için bir kasîde yazdım Sonra dünyâya düşkün olan bâzı kimseleri de methettim Bunun üzerine Peygamber efendimizi rüyâmda gördüm Beni azarlayıp elimi kesmemi emretti Ben de elimi kestim Ebû Bekr-i Sıddîk (ranh) bana şefâatçi olup, Resûlullah'dan affetmesini diledi Bunun üzerine af buyurdular Kestiğim elimi birleştirdim, eskisi gibi oldu Uyandığım zaman elime bir baktım, kesilmiş ve birleştirilmiş olan yerde bir iz vardı Sonra elini çıkarıp o ısrar edenlere gösterdi Baktılar ki elindeki o izden bir nûr parlıyordu

1475 (H880) senesinde hacca gitti Mekke'de Hâfız es-Sehavî'den ilim öğrenip rivâyetlerini ve eserlerini nakil hususunda icâzet aldı Hac ve ömre yaptı Kâbe'yi birçok defâ tavâf etti Bu ziyâreti sırasında kendisinde üstün hâller hâsıl oldu, kalbi nûr gibi parladı Sonra Peygamber efendimizin kabr-i şerîfini ziyâret için Medîne'ye gitmeye karar verdi Yanında amcasının oğlu vardı Fakat o hasta olması sebebiyle memleketine dönmek istiyor, Ali Sekkâfın da kendisiyle berâber dönmesi için ısrar ediyordu

Bu duruma çok üzüldü Resûlullah'ın kabr-i şerîfini ziyâret edemeyeceğim diye derin bir düşünceye daldı

Abdurrahmân bin Ali Sekkâ bu kederli hâli ile Kâbe'yi tavâf ederken, birdenbire karşısına babası çıktı Fakat babası memleketleri Terîm şehrinde idi Bu hâle çok şaşırdı Babası takdire râzı olması gerektiğini hatırlattı O günün gecesinde ayrıca rüyâsında Peygamber efendimizi gördü Peygamber efendimiz başını okşayıp tebessüm ederek; "Bizi ziyâret edememekten dolayı üzüldün Biz senden râzıyız, seni kabûl ettik İlerde bizi çok güzel bir hâlde ziyâret edeceksin" buyurdu

Bu rüyâdan sonra büyük bir sevince gark olan Abdurrahmân bin Ali Sekkâf memleketi Terîm'e döndü Büyük bir şevkle babasının derslerine devâm etti Babasının bütün eserlerini okudu Büyük İslâm âlimi İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin İhyâ-u Ulûmiddîn kitabını babasından baştan sona kırk defâ okuyup bitirdi Ayrıca memleketinde bulunan diğer âlimlerden de okudu Din ve edebiyât ilimleri ile tasavvuf ilminde, Arapça'da âlim oldu Tahsîlinin bu safhasından sonra ilk ziyâretinden altı sene sonra ikinci defâ hacca ve Peygamber efendimizi ziyârete gittiAden'e ve Zebîd şehrine, oradan da Cidde'ye varınca Muhammed bin Tâhir adında sâlih bir tüccar ona hürmet gösterip bütün ihtiyâçlarını karşıladı, misâfir etti Hac ibâdetini büyük bir rahatlık içinde yaptıktan sonra Peygamber efendimizin kabr-i şerîfini ziyâret için Medîne yoluna çıktı Altı sene önce gördüğü rüyâ artık gerçekleşmek üzere idi Medîne'ye yaklaştığı sırada kendisini Medîneli çocuklar âdetleri üzere karşıladılar Yanında yirmi dinar parası vardı Hepsini bu çocuklara dağıttı Sonra Peygamber efendimizin kabr-i şerîfini ziyâret etti İçindeki büyük hasret ateşiyle uzun zamandan beri yanan Ali Sekkâf murâdına ermesi sebebiyle tarife sığmaz bir mutluluk ve sevinç içinde idi Kavuştuğu bu nîmetten dolayı sevinci her an bir kat daha artıyordu Bu ziyâreti sırasında anlatılamayacak derecede ve ifâdeye sığmayan hâllere ve nîmetlere, üstün derecelere kavuştu

Medîne'ye vardığı sırada Melik Eşref Kayıtbay'ın yakın adamlarından İbn-i Zaman adıyla meşhur bir tüccar da Medîne'de idi Tüccar onu görünce çok hürmet ve ikrâmda bulundu Hattâ sayısız mal ve eşyâ hediye etti

Abdurrahmân bin Ali Sekkâf hazretleri ziyâretini tamamlayıp memleketi Terîm'e döndü Bu dönüşünde akrabâları ve memleketin ahâlisi onu büyük bir hürmet ile karşıladı İnsanlar onun sohbetine ve derslerine toplandılar O da insanlara ilmi ve mârifeti yudum yudum sundu Derslerinde velîlerin yazdığı kitapları ve bilhassa İhyâu Ulûmiddîn adlı eseri okuturdu Hadîs ilminde de âlim olup tâliplere ders verirdi Bütün hallerinin İslâmiyete uygun olması husûsunda büyük bir titizlik gösterirdi Az yer, az uyur, az konuşurdu Fakirleri, garibleri, yetimleri, zayıfları gözetir, yardım ederdi Pekçok âlim ve velî onu methetmiştir

Hadîs âlimlerinden ve Gurer kitabının müellifi Muhammed bin Ali şöyle anlatmıştır:

Rüyâmda bana Abdurrahmân Sekkâf'ın üstün hallerini, güzel hasletlerini söyleyip çok methettiler Sabahleyin yanına gittim, kendi kendime hatırımdan; "Keşf ve kerâmet sâhibi ise ben daha söylemeden gördüğüm rüyâdan haber verir" diye geçirdim

Evine yaklaşınca onu kapı önünde bekler gördüm Beni görünce tebessüm edip, akşam gördüğüm rüyâyı anlattı

Abdurrahmân bin Ali Sekkâf'ın vefâtından sonra kabrini ziyâret ettiğim zaman Kur'ân-ı kerîm okurdum Bu sırada bir yanlışım çıksa veya bir yer unutsam, kabirden gelen bir ses doğrusunu bildirirdi

Terîm Sultânı Muhammed bin Ahmed ile Şahar Sultânı arasında harb oldu Abdurrahmân bin Ali, Terîm Sultânının muzaffer olacağını haber verdi Dediği gibi oldu

Abdurrahmân bin Ali'nin sevdiklerinden biri vefât etti Definden sonra, telkîn için kabrin başında durdu Bir müddet sonra ayrıldı Bulunanlar, telkîn vermeme sebebini sordular Buyurdu ki: "Her kişinin telkîne ihtiyâcı vardır Lâkin bana bunun ihtiyâcı olmadığı bildirildi"

Abdurrahmân bin Ali, bir gün Mervân Mescidinde talebelerine ders okuturken, mescidin bir kenârına bir şeyin düştüğü görüldü Oradakilerden birine; "Git, o düşen şeyi getir!" buyurdu

O kişi, düşen şeyi getirdi Bu, üzeri mühürlenmiş bir zarf idi Zarfı açıp içindekini okudu Sonra bir kâğıda cevâbını yazıp; "Bunu, gelen mektubun düştüğü yere bırakın" buyurdu Oraya koydular

Az sonra bir kuş gelip, o mektubu aldı gitti Talebeleri sebebini sordular O da;

"Sevdiğimiz Muhammed Ba'bâd bize haber göndermiş Biz de cevâbını yazdık" buyurdu

1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c2, s63
2) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c13, s210
3) El-Meşre-ur-Revî; c2, s134

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #62
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDURRAHMÂN ARVÂSÎ

Anadolu'da yetişen büyük âlim ve velîlerden Seyyiddir, yâni hazret-i Hüseyin'in evlâdındandır İsmi, Abdurrahmân, babasının ismi Seyyid Abdullah'tır Âlim-i Arvâsî, Kutb-i Arvâsî, Abdurrahmân Kutub lakablarıyla da bilinmektedir Zamânının kutbu idi Hicrî on ikinci asrın ikinci yarısında Arvas'ta doğdu On üçüncü asrın ilk yarısında vefât etti Kabri Van'ın Hoşab (Güzelsu) kazâsındadır Ziyâret olunur ve bereketlerinden istifâde edilir Hacet sâhipleri murâdlarına, isteklerine kavuşur

Şeceresi şöyledir: Seyyid Abdurrahmân bin Abdullah bin Muhammed bin Muhammed Şehâbeddîn bin İbrâhim bin Âlim-i Rabbânî Cemâleddîn bin Kemâleddîn bin Kutub Muhammed bin KâsımBağdâdî'dir

Seyyid Abdurrahmân Arvâsî'nin büyük dedesi Seyyid KâsımBağdâdî hazretleri Hülâgû'nun Bağdâd katliamı sırasında Bağdâd'dan hicret edip, âile fertleri ile birlikte uzun yıllar Anadolu'nun çeşitli yerlerinde kaldı Tasavvuf yolunda olgunluk derecesine ulaşan Muhammed Velî veyaKutub Muhammed diye meşhûr olan oğlunu doğu Anadolu'ya gönderdi Kendisi de Mısır'a gidip Ezher Medresesi müderrisleri reîsi oldu SonraMedîne-i münevvereye gidip orada vefât etti Anadolu'ya gelen ve etrâfını aydınlatan Muhammed Velî, Hakkârî Beyi İbrâhim Hanın kızı Fâtıma Hanımla evlendi Yüksek dağlar arasında geçidi zor bir yere bir dergâhla iki katlı bir ev yaptırdı Arvas yâni Van'ın Bahçesaray ilçesine bağlı Doğanyayla köyünü kurarak sevenleri ve akrabâlarıyla birlikte oraya yerleşti Burada nâdide eserlerden bir de kütüphâne teşkil ederek ilim ve feyz neşr etti Pekçok kimse onun sohbet ve ilim meclislerine devâm edip ilâhî lutfa ve feyzlere gark oldular Çok talebe yetiştirdi Neslinden gelenler yolunu tâkib etti Seyyid Muhammed Velî'nin torunlarından Seyyid Abdullah vefât ettiği zaman oğlu Abdurrahmân Arvâsî küçük yaşta yetim kaldı

Seyyid Abdurrahmân, önce küçük yaşta kaybettiği babasından, onun vefâtından sonra da vaktin büyük âlimlerinden ilim tahsîl etmeye başladı

Yedi-sekiz yaşlarında iken Kur'ân-ı kerîmi hatmedip Arabî ilimleri öğrenmeye başladı Kısa zamanda aklî ve naklî ilimlerle zamânının fen ilimlerinde büyük âlim, allâme oldu

Büluğ çağına gelince, annesi, Arvâsî soyunun Van havâlisinde devâmı için, genç yaşta onu zorla evlendirdi Abdurrahmân Arvâsî hazretlerinin MollaAbdullah, Hacı Molla Lütfullah, Molla Efendi (Muhammed), Molla (Muhammed) Zâde, Molla Ubeydullah, Molla Abdülhamîd, Şeyh Seyyid Muhammed, SeyyidTâhir ve ismi bilinemeyen dokuz oğlu olduğu bildirilmektedir

Dedelerinin yolunu devâm ettiren Abdurrahmân Arvâsî, zâhirî ilimlerde yükseldiği gibi tasavvuf yolunda da ilerleyip kemâle gelmiş, Kâdirî ve Çeştî kollarında irşâd sâhibi, zamanının mürşid-i kâmili olmuştu

Medresesinde talebe yetiştirmeğe başladığında, her taraftan akın akın yüzlerce hak âşığı huzûruna koştular Sohbetleriyle şereflenip bereketli feyzlerine kavuştular

Seyyid Abdurrahmân'ın ömrü, zâhir ve bâtın ilimlerini yaymakla geçti Arvâs'taki ve Hoşab'daki medrese ve dergâhı dolup taştı İstanbul, Hicâz, Mısır, Irak gibi memleketlerde çözülemeyen meseleler Abdurrahmân hazretlerine getirilirdi Çevredeki bütün bölgeler, onun irşâd, yol gösterici nûruyla aydınlanmıştı Bu sebeple Sultan İkinci Mahmûd Han ona çok hürmet gösterir, duâsını ister, husûsî hediyelerle selâmlarını gönderirdi

Pekçok kerâmetleri görülmüş olan Seyyid Abdurrahmân hazretleri zamânın beylerine, paşalarına mektuplar yazarak nasîhat ederdi Bu mektuplardan bir kısmını uzak memleketlere de göndermiştir İrisân beylerinden Emîr Şerefüddîn Abbâsî'ye yazdığı Fârisî mektuplar çok kıymetlidir Bu mektuplardan birinde Muhammed Kerîm Han, Mustafa ve Feyzullah beylere selâm ve duâ etmektedir Şerefüddîn Han, Seyyid Abdurrahmân'dan gelen başka bir mektubun sonuna; "Mevlânâ hazretleri bu mektubu bu fakîre 1778 senesinde göndermiştir Musîbete sabretmek lazım olduğu ve sabrın kıymetini bildirmiştir Birkaç ay sonra pederim Abdullah Han vefât etmiştir Mevlânâ'nın kerâmetini buradan anlamalıdır" satırlarını eklemiştir

Seyyid Abdurrahmân her sene üç-beş ay o havâliyi dolaşır, Vâz ü nasîhat ve irşâdla, halka İslâmın esaslarını anlatır, bilhassa bozuk mezhep ehline karşı hısn-ı hasîn (sağlam kale) vazîfesi görürdü Bu yüzden memleketimizin sulhuna hizmeti çoktur Çünkü onların olduğu bölgede bozuk îtikâdlı kimse bulunmazdı Böyle âlim ve velîlerin Osmanlı Devletine hizmetleri bey ve paşalardan az değildi Hatta hizmetleri kalıcı olduğundan daha çoktu denilebilir

Seyyid Abdurrahmân, yakınlarından birini dünyâ malına muhabbeti sebebiyle yanından uzaklaştırmıştı O zât da Beyrut'a gidip, zekâsıyla vâli olmuştu Birgün kendisine; "Efendim! O yakınınız Beyrut'ta vâli oldu" dediklerinde; "O, ateşte yanmadı mı?" buyurdu O günün târihini bir yere kaydettiler Sonradan haber geldi ki, Beyrut vâlisi bir gece konağında çıkan bir yangın sebebiyle çocuklarıyla birlikte yanmıştı Târihini sordular, Seyyid Abdurrahmân hazretlerinin onun hakkında söylediği günün târihini tutuyordu

Seyyid Abdurrahmân hazretleri çok cömert olup, misafiri ve geleni gideni pek fazla olurdu

Bir gün hanımı ona; "Efendim gelenimiz gidenimiz çok Beylerin, paşaların ve eşrâfdan olan kimselerin hanımları da geliyorlar Büyük bir kapıya geldiklerini bildiklerinden çeşitli elbiseler, kıymetli entariler giyiyorlar Benim üstümde ise hep bu entâri var Mümkünse bir entâri daha yaptırsanız da arada bir onu da giysem" dedi Seyyid Abdurrahmân hazretleri; "Sen git mutfağında bulunan teknedeki hamurunla meşgûl ol" buyurdu Hanımı mutfağa girdi Tekneyi hamurla değil, altınla dolu buldu Koşup efendisine geldi, bir yandan ağlıyor, bir yandan da; "Beni affet, bundan sonra senden bir şey istemiyeceğim" deyip, özür diliyordu

Birgün Abdurrahmân Arvâsî hazretleri sevenleri ve talebeleri ile Van Gölü kıyısında giderken, gölde bulunan AhtamarAdasındaki Ermeni kilisesinden bir papas çıkarak su üstünde yürümeye başladı Abdurrahmân Arvâsî hazretlerinin talebelerinden bâzılarının hatırına; "Allah'ın düşmanı dediğimiz papas su üzerinde yürüyor da, evliyânın büyüğü Abdurrahmân Kutub hazretleri acaba neden kıyıdan yürüyerek dolaşıyor?" düşüncesi geldi Talebelerinin düşüncelerini anlayan Abdurrahmân Arvâsî hazretleri, ayakkabılarını çıkararak ellerine alıp birbirine çarptı Her çarpışta papas suya battı Boğazına kadar battığı zaman son defa çarptı ve papas tamâmen batıp boğuldu Abdurrahmân Arvâsî hazretleri böyle düşünen bâzı talebelerine dönerek; "O sihir yaparak su üstünde gidiyor ve sizin îmânınızı bozmak istiyordu Ayakkabıları çarpınca sihri bozulup battı Müslümanlar sihir yapmaz, Allahü teâlâdan kerâmet istemekten de hayâ ederler" buyurdu Kerâmeti ile papasın sihrini bozdu

Ömrü boyunca ilim öğrenen, öğreten, insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak onların iki cihan seâdetine kavuşmalarına çalışan Abdurrahmân Arvâsî hazretleri Osmanlı-Türk devleti için büyük bir velînîmet idi Hicrî on üçüncü asrın ilk yarısında vefât etti Van'ın Hoşab (Güzelsu) nahiyesinde defn edildi Kabr-i şerifi sevenleri tarafından ziyaret edilmektedir

Kerâmetleri vefâtından sonra da görüldü Abdurrahmân Tâgî (Tâhi) şöyle anlattı:

Babam Budağ Hanın yanında çalışırdı O anlattı: Han, askerleriyle berâber Seyyid Abdurrahmân Kutub hazretlerinin kabri yakınlarına gelmişti Mola verdikleri yerde, Yûsuf Efendi askerlerden ayrılıp, Seyyid Abdurrahmân'ın kabri başına geldi ve Seyyid hazretlerini kabrin üzerinde oturuyor gördü Kendini görünce yüzünü çevirdi, başka yere bakmaya başladı, hiç iltifât etmedi Yûsuf Efendi yüz bulamayınca, doğru askerin yanına gelip komutana silâhını ve elbiselerini çıkararak teslim etti Silâhını teslim ettiğini gören Han, Yûsuf Efendiyi tehdîd ederek; "Bizden vaz geçersen seni Nirib nâhiye müdürlüğünden azlederim, evini oradan çıkarır seni öldürürüm" dedi Yûsuf Efendi aldırış etmedi Doğru Abdurrahmân hazretlerinin kabri başına geldi Bu defâ kabrinin üzerinde oturduğu hâlde ona güler yüzle bakıyordu ve; "Mevlânâ Yûsuf! İlk geldiğinde senden yüz çevirmiştim Şimdi ise yüzümü sana döndüm, tövbe et!" buyurdu O da şimdiye kadar yaptıklarına tövbe edip Abdurrahmân hazretlerinin elini öptü Ondan nasîhat alarak ayrıldı O nasîhatlara uyarak mutlu bir hayat yaşadı ve han da kendisine hiç bir kötülük yapamadı

1974 Kıbrıs harekâtından sonra Van'ın Hoşab(Güzelsu) kazâsına âilesi ile birlikte bir hava binbaşısı gelip SeyyidAbdurrahmân Arvâsî hazretlerinin kabrini sordu Kabrin bulunduğu yere varıp, orada bir koç kesip fakirlere, şeker alıp çocuklara dağıttı Kendisine bu yaptıklarının ve ziyâretinin sebebi sorulunca, şöyle anlattı:

Kıbrıs harekâtı sırasında adanın üzerinde uçuyordum Beşparmak Dağlarındaki Rum yuvalarını, oyuklarını, mazgallarını ve müstahkem mevkı ve mevzilerini bombalayıp dönecektim Omuzumda iki el hissettim Korktum Baktım ki sarıklı, sakallı, nûr yüzlü ihtiyâr bir zât "Evlat, filan mevzileri de bombala!" buyurdu "Benzinim dönüşe yetmez" dedim "Korkma ben tekeffül ediyorum" deyince döndüm Gösterdiği mevzi ve hedefleri de bombaladım Mersin'e doğru gelirken; "Gördün mü benzinin yetti" buyurdu Ben merak edip o zâta; "Siz kimsiniz?" diye sordum "Van'ın Hoşab kazâsından Seyyid Abdurrahmân'ım" buyurdu "Sağ mısınız?" dedim "Değilim ama, böyle savaşlarda ve sıkıntılı durumlarda yardıma koşarım" buyurdu

Abdurrahmân Arvâsî hazretlerinin vefâtından yüz elli seneden fazla zaman geçtiği hâlde müslümanların yardımına koşması onun kutup ve yüksek kerâmet sâhibi olduğunu göstermektedir Onun kutb olduğu zamânında ve sonraki zamanlarda da hep tevâtür hâlinde bilinmektedir Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin halîfesi ve asrının kutbu olan Seyyid Tâhâ-yı Hakkârî hazretleri kendisinden bahs ederdi

Abdurrahîm Arvâsî hazretlerinin torunlarından Muhammed Emin Garbî Efendi anlatır:

Hoşab halkı bilirler Kuraklık olduğu zaman gidip Seyyid Abdurrahmân hazretlerinin kabrinin başucundaki taşı alıp aşağısındaki dereye sokarlar ve yağmur yağar Bunun için o taş suda durmaktan incelmiştir Böyle olduğunu bu fakir de gördüm Bu da Abdurrahmân Arvâsî hazretlerinin kerâmetidir

Abdurrahman Arvâsî hazretlerinin oğullarından Seyyid Lütfullah, hacı olup, âlim, fâdıl ve velî idi Arvas'tadır Seyyid Sıbgatullah Arvâsî (Gavs-i Hizânî) bunun soyundandır

Oğullarından biri Seyyid Molla Abdülhamîd'dir Arvas'da kalırdı Arvas medrese, tekke ve zâviyesini sevk ve idâre ederdi Arvas ve civârında bunun çocukları kaldı Seyyid Fehîm Arvâsî hazretlerinin babasıdır

Oğullarından biri de Seyyid Molla Muhammed'dir Başkale'ye yerleşti Nesli burada çoğaldı Âlim, kâmil, kadirşinâs ve hal ehli olup, Seyyid Tâhâ hazretlerinin sohbetinde bulunmuş idi Neslinden Seyyid Abdülhakîm Arvâsî gibi bir âlim ve mürşid yetişmiştir

Oğullarından biri de, Seyyid Abdullah'dır Arvas'da medfundur Hacıdır Medresede müderris idi Babasına mensûb idi Oğlu Abdülcelîl Zûgûla (Daldere) köyüne yerleşti

Biri de MollaEfendidir Aslında ismi Seyyid Muhammed Efendi olup, ismine hürmeten, babası sâdece "Efendi" derdi Büyük âlim idi Babasına mensûb, kâmil bir zât idi Pîr Yûsuf kabristanındadır

Biri de Seyyid Ubeydullah olup, kısaca Ubeyd denir Arvas'da doğdu Molla ve müderris idi Oğulları Gevaş tarafına geldi

Adı geçen oğullarından bu altısının nesli günümüzde devâm etmektedir Babalarının vazîfesini hakkıyla yapmışlardır Allah hepsinden râzı olsun

KANLI ELBİSELER!

Seyyid Abdurrahmân, ihsân sâhibiydi Mal ve canını Allahü teâlânın dînini yaymak için sarf etti Zamânının kutbu olduğu için uzak yerlerde Allah yolunda, O'nun dînini yaymak için savaşanların yardımına koşardı Hanımı şöyle anlattı:

Efendim, arada-sırada silâhlarını kuşanır, evden çıkar, sabahtan önce yine eve gelirdi Geldiğinde üstünde-başında kan lekeleri olurdu Elbiselerini yıkar sesimi çıkarmazdım Yine elbiseleri kan içinde kaldığı bir gün kendisine; "Efendi! Sık sık gidip, sabaha bu vaziyette geliyorsun Nereye gidiyorsun ve elbisen niçin kan içinde dönüyorsun?" diye sordum O da; "Hanım, sağlığımda iken kimseye söylemezsen, bu sırrı sana söylerim" dedi Ben de; "Söylemem" dedim Bunun üzerine; "Biz vazîfemiz îcâbı zaman zaman dünyânın neresinde müslümanlarla kâfirlerin harbi varsa oraya gideriz Müslümanlara yardım eder, küffâr ile harbederiz Ayrıca darda kalmış müslümanların da yardımına yetişiriz" buyurdu Ben bu sırrı o vefât edinceye kadar kimseye söylemedim, sakladım

1) İslâm MeşhurlarıAnsiklopedisi; c1, s194
2) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c17, s302
3) Eshâb-ı Kirâm; s288

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #63
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDURRAHMÂN BABA

Harifet-ül-Acâyib adlı eserde belirtildiğine göre; Abdurrahmân Gâzi Baba, Ankara'da medfun Seyyid Muhammed Hasan, Ahlat'ta medfun Seyyid Muhammmed Hüseyin ve Erzurum'da medfun Habib Baba ile birlikte Hindistan taraflarından Anadolu'ya gelen ilk gâzi dervişlerdendir Bölgede vâlilik ve kale muhâfızlığı yapmış olup on dokuzuncu asrın ortalarında vefât etmiştir Târihî Van kalesinin kuzey cephesinde ve orta kısmına yakın eteklerinde bulunan türbesinin yanında kendi adına yapılan bir câmi ile eski Van belediye reisi ve şâir Gâlip Paşanın türbesi vardır

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #64
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDURRAHMÂN BECELÎ

Tâbiîn devri velîlerinden İsmi Abdurrahmân, babasının ismi Ebû Nu'm'dur Doğum târihi ve yeri belli değildir Sahâbînin büyüklerinden ilim öğrendi ve birçoğundan hadîs-i şerîf nakletti 718 (H100) senesinde vefât etti

Abdurrahmân Becelî, çok ibâdet eden, haramlardan kaçan, devamlı Allahü teâlâyı zikreden bir zâttı Hemen ölecekmiş gibi dünyâya rağbet etmez, vaktini ilim, ibâdet ve hayır işlerle geçirirdi Çok az yemek yerdi Genellikle oruç tutardı Bütün günlerini;"Rabbim emrine âmâdeyim" cümlesini hazin bir sesle söylemekle geçirirdi Devamlı ihrâm ile dolaşırdı Kendisine nasılsın diye soranlara; "Eğer iyi bir kul olabilirsek, bize ne mutlu, yok eğer günahkâr isek pek bayağı ve bedbahtız" buyururdu

Abdurrahmân Becelî bir harâbenin yanından geçerken; "Seni harâbe hâline getiren kimdir?" diye sordu Harâbe, Allahü teâlânın izni ile dile gelerek; "Geçmiş kavimleri ve ülkelerini harabe hâline getiren!" diye cevap verdi

Cemâcim vak'asında iki müslüman ordu harb yaptı Bu savaş sırasında Abdurrahmân Becelî, Haccâc'a; "İnsanları öldürme konusunda ileri gitme" buyurdu Haccâc bu nasîhata kızarak; "Senin kanınla yeryüzünü sulayacağım" deyince Abdurrahmân Becelî; "Yerin altındakiler üstündekilerden daha çoktur" buyurdu Bunun üzerine Haccâc, hiçbir şey yapamadı Doğruyu söylemekten hiç çekinmezdi Her yerde doğruyu söylemeye çalışırdı

1) Hilyet-ül-Evliyâ; c5, s69

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #65
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDURRAHMÂN BUCEYREMÎ

Evliyânın büyüklerinden Doğum târihi belli değildir Mısır'ın Buceyrem köyünde doğdu Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur Devrin âlimlerinden ilim öğrendi Halvetî tarîkatı büyüklerinden Şeyh Ömer Yâfî ile arasında dostluk ve yakınlık vardı Sık sık mektuplaşırdı Sonraları Hayfa'nın Tantura köyüne yerleşti ve burada insanlara doğru yolu anlattı Hayfa bölgesinde büyüklüğü ve kerâmetleri ile meşhûr oldu Mısır Hidivi İbrâhim Paşa Şam'a kadar olan bölgeyi ele geçirdikten sonra sık sık Abdurrahmân Buceyremî'yi ziyâret etti ve nasîhatlerini dinledi Abdurrahmân Buceyremî on üçüncü hicrî asrın ortalarında vefât etti Kabri Tantûra köyündedir

Yûsuf Nebhânî'nin babası İsmâil Nebhânî humma hastalığına yakalandı Tantûra'ya, Abdurrahmân Buceyremî'den hastalıktan kurtulmak için duâ istemeye gitti Huzûruna girip elini öptü ve durumunu arz etti Abdurrahmân Buceyremî; "Sen odanın kapısından içeri girerken, o hastalık da senden geçti Seninle beraber odaya girmedi" buyurdu Gerçekten onda hummadan hiçbir eser kalmamıştı Elini öpüp huzûrundan sevinçle ayrıldı

1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c2, s67

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #66
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDURRAHMÂN EFENDİ (Zileli)

On yedinci asır Anadolu velîlerinden Zileli olup doğum târihi ve âilesi hakkında bilgi bulunmamaktadır Tahsîl ve terbiyesini Zile'deki âlimlerden aldığı anlaşılmaktadır

Abdurrahmân Efendi daha sonra Kastamonu'ya gelerek Şeyh Şâbân-ı Velî tekkesinde Mustafa Çelebi Efendiden dersler aldı Evliyâlık yolunda ilerledi 1660'da Şeyh Mustafa Çelebinin vefâtı üzerine Şâbân-ı Velî tekkesinde sekizinci şeyh olarak irşâd makâmına oturdu Bir taraftan talebe yetiştiriyor, diğer taraftan halka vâz ve nasîhatler vererek Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmeye devâm ediyordu

Ağır başlı, vakar ve heybet sâhibi, sâkin bir zât idi Edeb ve hayâsı çok yüksekti Sabah namazını evvel vaktinde kılar, bu vakitten kuşluk vaktine kadar talebelere ders verirdi Sonra evine gider, öğle namazı vaktinde tekrar gelip namazı kıldırırdı Namazı kılınca bir saat halka vâz ve nasîhat eder sonra talebelerine ders vermeye devâm ederdi En ince meseleleri çok güzel îzâh eder ve anlatırdı Sorulan suâllere derhal ve yerinde cevaplar verirdi Yüksek hâlleri ve kerâmetleri ile Kastamonu'da yediden yetmişe herkesin sevip saydığı, candan bağlandığı bir kimse idi

Abdurrahmân Efendi 13 sene Şeyh Şâbân-ı Velî tekkesinde insanlara doğru yolu göstermekle meşgûl oldu 1673 senesi içerisinde vasiyetnâmesini yazarak Amasya'da bulunan ve orada halkı irşâd etmekte olan Şeyh İbrâhim Efendiye gönderdi Vasiyetnâmenin özeti şu şekildedir:

"Ey benim aziz kardeşim Hâfız İbrâhim Efendi! Size dahî` mâlum olsun ki biz zâhirî olarak hacca gitmeye niyet edip onun tedâriki ile meşgûl iken, bir seher vaktinde gaipten bir sedâ geldi "Hazır ol mânevî hacca gitsen gerektir" denildi Biz cenâb-ı Hakk'ın emrini beklemekte iken Recep ayının yirmi yedinci gecesi ki mîrâc gecesi ruhlar âleminde geziyorduk Resûl-i ekrem mîrâca giderken bindiği burağa binmiş olarak geldiler Bizi de burağın arkasına aldılar ve gittik Levh-i mahfûzun yanına varınca; "Siz burada eğlenin, bundan öte izin yoktur" buyurdular Levh-i mahfûza nazar eyledik, baktık ki kendimizin Şâban ayında dünyâ evinden âhirete gideceğimizi, sizin de Şâban Efendi Tekkesinde şeyh olacağınızı gördük Ey benim kardeşim! Levh-i mahfûzda yazılan sizsiniz Hemen fakîre duâ eyle ve duâdan unutmayıp tekkede meşgâle ve mücâhede Allahü teâlânın dînini yaymakla meşgûl olup gayret kemerini yedi yerden kuşanıp ve benim evlatlarımı dahi gözden ve gönülden çıkarmayınız Kapı dervişi Molla Hasan altı senedir tekkenin hizmetindedir Lâkin irşâdı sizden olmakla bu zamâna tehir edilmiştir İrşâd ile faydalanmadıkça salıvermemenizi ricâ ederiz Bize lâzım olan hakkı tebliğ eylemektir"

Şeyh Abdurrahmân Efendi bu vasiyetnâmeyi İbrâhim Efendiye gönderdikten sonra yazdığı gibi 1673 (H1083) senesi Şâbanında hayâta gözlerini kapadı Kastamonu'daki Şâbân-ı Velî hazretlerinin türbesine defnolundu

1) Kastamonu Evliyâları; s39-41
2) Menâkıb-ı Şâbân-ı Velî; s50

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #67
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDURRAHMÂN EFENDİ

On altıncı yüzyıl Anadolu evliyâsından Erzincan'da doğdu Doğum târihi belli değildir Lüzumlu ilimleri tahsîl ettikten sonraErdebil taraflarına gidip, Safiyüddîn Erdebîlî'nin torunlarından Alâeddîn Ali'ye talebe oldu Orada uzun zaman kalıp, maddî ve mânevî ilimlerde kendisini yetiştirdi Hâl ve hareketlerini, söz ve işlerini, Resûl-i ekremin güzel ahlâkına göre düzeltmek için büyük gayretler gösterdi Hocası vâsıtasıyla, Safiyüddîn Erdebîlî yolundan aldığı feyzlerle kemâle geldi İnsanlara doğru yolu göstermek, Allahü teâlânın güzel dînini öğretmek, Resûl-i ekremin örnek ahlâkını yaymak vazîfesiyle, hocası tarafından Anadolu'ya gönderildi Amasya'nın batısında bir dağ başına yerleşti Kimseye bir şey söylemeyip, kimseyle irtibat kurmadı Fakat hak yolunun âşıkları, onu arayıp bulmakta gecikmediler Akın akın huzûruna geldiler Kısa zamanda pekçok talebe yetiştirip insanların dünyâ ve âhirette huzûra kavuşmaları için büyük gayret gösterdi Vazîfeli olduğu bölgeyi nûrları ile aydınlattı Nice ölü kalbleri diriltip, kurumuş gönülleri suladı İnsanların gönüllerine Allah aşkını nakşedip, birbirlerine karşı şefkat ve muhabbetle davranmalarına, memleketin huzûr ve sükûna kavuşmasına vesîle oldu

Bir sabah ibâdet ile meşgûl iken odasından çıkıp, talebelerine; "Misâfir gelecek, yiyecek bir şeyler hazırlayın" buyurdu Hâlbuki, dergâhta yemek yapacak bir şey yoktu Talebeleri durumu arzedince, dergâhtan dışarı çıkıp, çevresine baktı Karşı tepeden bir ceylan sürüsü dergâha doğru koşarak geliyordu Yanındakilere dönüp; "Bu ceylanlar, misâfirlerimize ziyâfet için birbirleriyle yarışıyorlar" dedi Ceylanlar önüne gelince; "Bizim misâfirimiz için canını fedâ edecek olan öne çıksın" dedi En öndeki ceylan, fırlayıp ileri atıldı Talebeler; o ceylanı tutup kestiler Yemek hazırlandığı sırada misâfirler geldiler İkrâm edilen yemeği yediler Allahü teâlâya ibâdet için güç ve kuvvet kazandılar

Bir köyün kıyısında bulunan ve köyün su ihtiyâcını karşılayan kaynak kuruyunca köy halkı Abdurrahmân Erzincânî'ye başvurdu O da pınarın başına gidip duâ ettikten sonra âsâsını suyun aktığı yere değdirdi Allahü teâlânın izni ile pınardan altın aktı Bunun üzerine; "Yâ Rabbî! ben altın istemedim su istedim" diye münâcâtta bulununca su eskisi gibi akmaya başladı O günden beri pınarın suyu hiç kesilmedi

İnsanlara; Allahü teâlânın emir ve yasaklarını öğretmek için büyük gayret gösteren Abdurrahmân Erzincânî on altıncı asrın sonlarında vefât etti

DOĞRU YOLDAN AYRILDILAR

Bir sabah Abdurrahmân-i Erzincânî hazretleri, odasından dışarı çıktı Çok üzüntülü idi Talebeleri, üzüntüsünün sebebini sordular O da; "Erdebîl'deki SafiyyüddînErdebîlî'nin talebeleri, bu zamâna kadar temiz îtikâdlı, Peygamber efendimizin ve Eshâbının yolunda, bid'atlerden sakınıp, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyet eden, kötülüklere meydan vermeyen kimselerdi Ama şimdi, doğru yoldan ayrıldılar İnançlarına bid'at pislikleri karıştırdılar Şeytan, onları büyüklerin yolundan saptırdı" buyurdu Çok geçmeden, Erdebîl tarafından bir haber geldi Safiyyüddîn Erdebîlî'nin torunlarından Cüneyd oğlu Haydar'ın, Ehl-i sünnet îtikâdından, Selef-i sâlihînin yolundan ayrılarak sapıttığı haberi verildi Haydar, Eshâb-ı kirâm efendilerimizin bâzılarına dil uzatmış, pâdişâhlık dâvâsına kalkışmıştı

1) Şakâyık-ı Nu'mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s 78
2) Tâc-üt-Tevârih; c5, s7
3) Erzincan Târihi; c1, s484
4) Tıbyan-ül-Vesâil; c2, s222
5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c11, s374

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #68
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDURRAHMÂN GÂZİ

Erzurumluların büyük hürmet ve tâzim göstererek, özellikle Cumâ günleri ziyâret ettiği Abdurrahmân Gâzi hakkında târihî vesikalarda ve kitaplarda bilgi bulunamamıştır Türbesi, Erzurum'un kıble tarafından yarım saat uzaklıkta olan Eğerlidağ (Şığveler) Dağı eteklerindedir

Abdurrahmân Gâzi türbesi eskiden bu adı taşıyan bir tekkenin içindeydi Bu tekkede Erzurumlu İbrâhim Hakkı hazretleri, oğlu Mehmed Şâkir Efendi ve yeğeni Yûsuf Efendi türbedarlık yapmışlardır Daha sonra yıkılan bu tekkede şimdi görülen câmide yoktu Bu câmi, Vakıflar Genel Müdürlüğündeki kayıtlara göre daha sonraları sabık Edirne vâlisi Ahmed İzzet Paşa tarafından yaptırılmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #69
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDURRAHMÂN-I HARPÛTÎ

Anadolu velîlerinden Sivrice ilçesine bağlı Çöke köyünde 1756 (H1169) târihinde doğdu Doğum târihi ihtilaflıdır Küçük yaşta Elazığ Medresesinde tahsîle başladı Sonra tahsîl hayatına Diyarbakır'da devâm etti

Diyarbakır'da tahsîli sırasında, bütün derslerden geri kalması üzerine, arkadaşları onunla alay ederlerdi Bu durumu hocası öğrenince, onun daha çok rencide olmaması için, yanına çağırarak; "Şimdiye kadar okudukların ve öğrendiğin bilgi sana kâfidir Köylerde çok rahat imamlık yapabilirsin Var git oralarda kısmetini ara" dedi Bunun üzerine medrese tahsîlini bırakarak, şehirden ayrıldı Yolda bir hanın önünden akmakta olan bir çayın kenarında oturup düşünürken, çayın içerisindeki taşların, suyun şiddetli akıntısından yusyuvarlak olduklarını ve pırıl pırıl parladıklarını gören genç Abdurrahmân, üzüntü ve kırık bir kalb ile; "Yâ Rabbî! Beni sen yarattın Bu dersleri anlayamamam da senin kudretin iledir Senin emrinde akan sular, şu taşları nasıl yusyuvarlak yapıyor ve parlatıyorsa, sen de benim zihnime kuvvet ihsân et de, rızâna kavuşturacak ilim deryâsından biraz nasîb alayım" diye Allahü teâlâya yalvardı Daha sonra yorgunluğu sebebiye uykuya daldı Rüyâsında, yanına nûrânî üç zât gelerek, yanlarında getirdikleri bir çuval darıyı Abdurrahmân Molla'ya nöbetleşe yedirdikten sonra, kaybolup gittiler Abdurrahmân Harpûtî uyanınca, içinde bir ferahlık bir sevinç duydu ve zihninin açıldığını hissetti

Abdurrahmân-ı Harpûtî bu hâdiseden sonra medreseye geri döndü Arkadaşları onu aralarında görünce yine alay etmeye başladılar Fakat bunlara hiç aldırış etmedi Ders saatinde hocasının huzuruna çıkarak elini öptü ve müsâade isteyerek yerine oturdu Cevapsız kalan bâzı sorulara, Abdurrahmân Efendi cevap verince, hocası dâhil herkes hayret içinde kaldı Hocasının geçmiş derslere âit sorularını da rahatlıkla cevaplandırdı Aradan kısa bir zaman sonra yapılan imtihanda birincilik alınca, hocası ona icâzet, diploma vererek İstanbul'a gönderdi

Abdurrahmân-ı Harpûtî, İstanbul'a gitti ise de bir vazîfe verilmemesi üzerine memleketine döndü Burada tâliblere ders vermekle meşgûl oldu Bir müddet sonra tekrar memleketini terk ederek İstanbul'a gitti Bir gün vakit namazını kılmak için girdiği Ayasofya Câmiinin duvarında asılı bir levhaya gözü takıldı Levhanın altındaki kâğıtta; "Bu levhadaki ibâreyi, her kim doğru olarak hâllederse, mükâfatlandırılacaktır" yazıyordu Hemen bir kâğıda ibâreyi bütün kâideleri ile çözen Abdurrahmân-ı Harpûtî, kâğıdın altına "Daha başka mânâların da mevcûd olduğu ibâreden anlaşılmakta ise de, kâğıdım olmadığı için bu kadarıyla iktifâ edilmiştir" diye bir şerh koyarak adını ve adresini yazdı ve tahlilnâmelerin içine bıraktı Ertesi gün kâğıtlar sultânın huzûrunda teker teker tetkik edildi Bu tetkik esnasında Abdurrahmân Efendinin yaptığı tahlilin diğerlerine göre, daha yüksek bilgilerle donatılmış olduğu anlaşıldı ve Abdurrahmân Efendi irâde-i seniyye ile saraya dâvet edildi Kendisine mesleğinin gereği kıyâfetler giydirilerek sultânın huzûruna çıkarıldı İkinci Mahmûd Han; "Siz benim hocamsınız" diyerek yanına oturttu ve büyük iltifâtlarda bulundu Üsküdar'da bir ev verildi ve evlendirildi

Bu sırada Osmanlı Devleti içerisinde yeniçeri isyân ve zorbalıklarının önü alınamaz bir hâle gelmişti Tâlim ve eğitim kabûl etmiyorlar, savaşa çıkmayı da reddediyorlardı Kendilerine harp fenlerinin öğretilmesini isteyen din ve devlet adamlarına karşı harekete geçtiler Bunun üzerine İkinci Mahmûd Han vezirleri ve ulemâ sınıfını toplantıya çağırdı Abdurrahmân-ı Harpûtî hazretleri de bunlar arasında idi Yeniçerilerin artan zorbalıklarından bahisle ne yapılması gerektiği soruldu Mesele son derece nâzikti Yeniçeriler tekrar isyân ederek devlet ileri gelenlerinin kellelerini istemeye başlamışlardı Tamâmen bid'at yuvaları hâline gelen bektâşî tekkeleri de kendilerini tahrik ediyordu Sonuçta ulemâ birlik içerisinde bunların öldürülmeleri câizdir diye fetvâ verdi Savaşın başlangıcı olmak üzere sancak-ı şerîfin çıkarılması kararlaştırıldı Fakat sancağı şerîfin açılması çok önemli bir olaydı Bu işin dönüşü yoktu Yeniçeriler ile yapılacak mücâdelenin sonu ise kestirilemiyordu Bu sebepten karar alınmasına rağmen herkeste bir tereddüd vardı İşte bu devlet adamlarının çekingen ve kararsız hâlleri sırasında Abdurrahmân Harpûtî hazretleri söz aldı

"Bu din ve devletin ayakta kalması Allahü teâlânın istediği şeyse yeniçerileri vururuz, yok ederiz Değilse biz de bu din ile berâber batıp gideriz, daha ne ihtimâl kaldı?" diyerek kalplerdeki şüpheleri giderdi Herkes tek bilek tek yürek oldu Nitekim bu inanç ve îmânla harekete geçerek yeniçeri ocağını ortadan kaldırdılar ve bozulmuş bektaşî yuvalarını kapattılar

Kürd Hoca ünvânı ile de meşhûr olan Abdurrahmân-ı Harpûtî hazretleri sonra Şam'a giderek Emevîyye Câmii İmâmı Saîd Efendinin derslerinde bulundu Ayrıca Nakşibendiyye yolunu Muhammed Sâdık Erzincânî'den öğrenerek icâzet, diploma aldı

Abdurrahmân Efendi 1851 (H1267) senesinde Üsküdar'daki evinde vefât etti Karacaahmet mezarlığındaki türbesine defnedildi

1) Sicilli Osmânî; c3, s327
2) Harput Yollarında; c2, s134
3) Tahrirü'l-Veciz; s26
4) Tarih-i Cevdet; c12, s138

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #70
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDURRAHMÂN MAĞRİBÎ

Büyük velîlerden İsmi Abdurrahmân bin Ahmed bin Muhammed bin Abdurrahmân bin Ahmed el-İdrisî'dir Hazret-i Hasan soyundan olup, şerîflerdendir 1614 (H1023) senesinde Mağrib (Fas) beldelerinden Miknâset-üz-Zeytün denilen yerde doğdu Zamânının teki ve evliyânın seçilmişlerinden idi 1674 (H1085) senesi Zilkâde ayının on yedinci günü vefât etti Vasiyeti üzerine Bender'de Seyyid Sâlim dergâhına defnedildi

Abdurrahmân Mağribî küçük yaşta ilim tahsîline başladı Bulunduğu yerdeki âlimlerden okudu Evliyânın sohbetlerinde kemâle geldi, olgunlaştı Kerâmetleri görüldü İsmi her yere yayıldı Mısır, Şam, Anadolu da dahil pekçok yeri gezip dolaştı Anadolu'ya gelişinde âlimlere büyük önem veren Sultan dördüncü Murâd Han ile görüştü 1633 senesinde hacca gitti Mekke-i mükerremede mücâvir olup orada bir müddet ikâmet etti

Talebelerinden olan Şeyh Mustafa bin Fethullah anlatır:

Mekke-i mükerremede iken bir gün, Şeyh Hüseyin bin Muhammed ile birlikte Abdurrahmân Mağribî'nin evine gittik Tasavvuf ehli hakkında hiç bilgim yoktu Huzûruna girince bana; "Tasavvuf büyükleri hakkında ne dersin?" diye sordu Ben de bilgim olmadığı için sükût ettim O zaman Abdurrahmân Mağribî; "İmâm-ı Gazâlî hazretleri üstün olup İhyâ'sı çok kıymetlidir Muhyiddîn Arabî'ye düşman olma Tasavvuf ehlini sev, onların kitaplarını oku" buyurdu Sözleri kalbimde hemen yer etti O andan îtibâren kalbim velîlerin sevgisi ile doldu ve Allahü teâlâdan beni onlarla haşretmesini diledim Abdurrahmân Mağribî; "Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah" kelime-i tayyibesini çok okumamı söyledi ve bana çok duâ etti

Abdurrahmân Mağribî birkaç sevdiği ile birlikte Yemen'e gitti Yolda kerâmetleri görüldü Talebelerinden Seyyid Ömer bin Sâlim anlatır:

Abdurrahmân Mağribî, birkaç sevdiği yanında olduğu halde bir gemi ile Yemen'e gidiyorlardı Yolda fırtına çıktı ve deniz kabardı Gemi nerede ise batacaktı Berâberindekiler ona; "Efendim içinde bulunduğumuz durumu görüyorsunuz Duâ buyurun da bu tehlikeden kurtulalım" dediler O da; "Ey Deniz! Allahü teâlânın izni ile sâkin ol!" buyurdu Hemen fırtına dinip deniz sâkinleşti O zaman da; "Rüzgâr olmadan gemi gitmez" dediler O da; "Allahü teâlâ rüzgâr gönderir" buyurdu Sonra hoş bir rüzgâr esti Gemi de selâmetle yerine ulaştı

Abdurrahmân Mağribî hazretleri Yemen'deki âlim ve velîlerle görüştü Seyyid Abdurrahmân bin Akîl, Yemen'de sohbet ettiği büyüklerden idi

Mağribî hazretleri Yemen dönüşü Mekke-i mükerremede ders ve sohbet meclisi kurdu İlim ve edeb öğretti Çok cömert idi Verdiği ziyafetlere herkesi çağırırdı Şöhreti her yere yayıldı

Hindistan, Şam, Mısır ve başka yerlerden kendisine gönderilen hediyeleri fakirlere dağıtırdı Herkesten sevgi ve îtibâr görürdü Borçlu bir kimse kendisine gelip yardım istediğinde, elinden tutup, borcunu öderdi

Mağribî'nin sohbeti çok tatlı idi Bir kimse onun meclisinde bulunsa, ayrılmak istemezdi Herkese iyilik ederdi Âlimleri çok sever, onlara izzet ve ikrâmlarda bulunurdu Fakirlere çok yardım ederdi Hâliyle, sözleriyle insanları Allahü teâlânın dînine çağırırdı Kış ve yaz giydiği tek elbisesi vardı Huzûruna gelenleri hayırlı işlere teşvik eder, Kur'ân-ı kerîm, Peygamber efendimize salevât ve çok istigfâr okumalarını tenbih ederdi Tasavvuf yolunu, bu yolun büyüklerini, onların sözlerini ve hâllerini sevmeyi bildirirdi Bilhassa Şeyh-ul-Ekber Muhyiddîn-i Arabî'ye rahmetullahi aleyh çok hürmet ve tâzim eder ve ona saygıyı emrederdi

Abdurrahmân Mağribî Bendermehâ şehrinde idi Sevdiği iki kişi gelip, Hindistan'a gitmek istediklerini söyleyerek duâ istediler O da birisine; "Senin deniz yolculuğun çok meşakkatli geçer Netîcede selâmettesin" buyurdu Aynen öyle oldu Diğerine de; "Hindistan'da beni görürsün fakat konuşman nasîb olmaz" buyurdu O da Hindistan'ın saltanat şehri olan Cihânâbâd'a geldi Bir gün evinin önünde otururken, karşısında siyah bir elbise içinde Abdurrahmân Mağribî'yi gördü Dikkatlice bakınca hemen tanıdı Oradakilere gösterip; "Bu zât Abdurrahmân Mağribî'dir" dedi Elini öpmek için ilerledi Fakat hocasının kendisine söylediği sözü hatırladı ve durakladı Sonra da kendisini bir hal kaplayıp kendinden geçti Kendine geldiğinde hocasını bulamadı

O, ALLAHÜ TEÂLÂNIN SEVGİLİ KULUDUR

Seyyid Ömer anlatır:

Abdurrahmân Mağribî, Şeyh Ahmed bin Alvân'ın kabrini ziyâret etmek istedi O gece İbn-i Alvân, rüyâda hizmetçisine; "Yarın şu şu vasıfta bir zât gelecek Ona ziyâfet hazırla, hürmet ve hizmette kusûr etme Zîrâ o Allahü teâlânın sevgili kullarındandır" buyurdu Hizmetçi sabahleyin hocasının buyurduğu hazırlığı yaptı Ziyâretçiyi beklemeye başladı Fakat gelen olmadı Merakla ve bulurum ümîdiyle şehrin dışına çıktı Kimseye de rastlamadı Bir haber elde edemeden geri döndü Üzgün bir vaziyette hocasının türbesine gitti Orada hocasının târif ettiği zâtı gördü Hâlbuki türbenin kapısı kilitli idi Hemen yanına gidip, ellerinden öptü ve hocasının rüyâda kendisine verdiği vazîfeyi anlattı Abdurrahmân Mağribî'yi alıp evine götürdü Ziyâfet verdi İzzet ve ikrâmda bulundu

1) Hulâsât-ül-Eser; c2, s346
2) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c2, s66

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #71
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDURRAHMÂN BİN MEHDÎ

Velî ve hadîs âlimi Künyesi Ebû Saîd'dir Lü'lüi diye meşhur oldu 752 (H135) senesinde Basra'da doğdu Ezd'in veya BenîAnber'in âzâdlısı olduğu söylenir 813 (H198)de doğduğu yerde vefât etti Tahsîline Kur'ân-ı kerîmi ezberlemekle başladı Sonra devrin büyük âlimlerinin vâz meclislerine devâm etti Ebû Âmir Abdülmelik el-Kâdî'nin nasîhatı üzerine hadîs ilmini tahsîle başladı Mâlik bin Enes, Şu'be, Süfyan bin Uyeyne ve Süfyân-ı Sevrî'den hadîs ve fıkıh ilmini öğrendi Hadîs ilminde çok derin bilgiye sâhib oldu O, birinden rivâyet yapınca, o kimse, ondan sonra hüccet sayılırdı Hadîs rivâyetinde çok titiz davranırdı Yanında okunan hadîs-i şerîfin yanlış nakledilen kısımlarını hemen söyler, araştırıldığında dediği doğru çıkardı

Abdurrahmân bin Mehdî hazretleri ilmiyle amel eden, İslâmı nefsinde yaşayan bir zât idi Kahkaha ile gülmez, sâdece tebessüm ederdi Zamânındaki insanlar, din ve dünya işlerinde Abdurrahmân bin Mehdî hazretlerine mürâcaat ederlerdi

Her gece Kur'ân-ı kerîmin tamâmını hatmedip baştan sona okurdu Yarısını teheccüd namazında, yarısını namazın dışında okurdu Sohbetine ve ilim meclisine gelenler, huzûrunda, oturdukları zaman, başlarında sanki kuş varmış gibi, gâyet edepli ve dikkatli otururlardı Onun bulunduğu mecliste ilim, edep ve ciddiyet hâkimdi Bir gün, Onun ilim meclisinde oturanlardan birisi gülmüştü Bunun üzerine, onu, iki ay ilim meclisine gelmekten menetti "Bu, bizim meclisimize iki ay gelmesin" dedi Sonra, Allahü teâlâdan onun için af diledi Ona şöyle dedi: "İnsan, ilmi, göz yaşı dökerek istemeli Çünkü ilim, insana nefsi için bir hüccet, delildir"

Abdurrahmân bin Mehdî hazretleri, gece sabaha kadar ibâdet etmişti Bir ara, uykusu çok geldi Yatağına yattı, uyuyakaldı Sabah namazına uyanamadı Buna çok üzüldü Bu yüzden iki ay yatağa yatmadı

Abdurrahmân bin Mehdî hazretleri zaman zaman; "Kabrinde mü'min olarak yatana gıbta ederim, onun gibi olmak isterim" derdi

"Dînine bağlı olmayan bir kimse ile arkadaşlık etmek hakkında ne dersin?" diye sorulunca; "Böyle kişilerle beraber olma, çünkü o, sana pis veya haram bir şey yedirebilir" buyurdu

Ölümü istiyen kimse hakkında sorulunca; "Dînine zarar geleceği korkusundan, ölümü istemekte bir mahzûr yoktur Fakat, yoksulluk, ihtiyaç, eziyet ve buna benzer şeylerden, dolayı ölüm temenni edilmez" buyurdu

İnsanlara sık sık nasîhatlerde bulunur ve buyururdu ki:

"İlim husûsunda birbirinize faydalı olunuz Birbirinizden ilmi gizlemeyiniz "İlimdeki hıyânet, maldaki hıyânetten daha kötüdür" hadîs-i şerîfini kendinize rehber edininiz"

"Bir kimse, ilim bakımından kendinden üstün bir kimse ile karşılaşınca, bunu fırsat ve ganîmet bilmelidir Çünkü onun ilminden istifâde eder Kendi dengi birisi ile karşılaşınca, bir biriyle müzâkere eder ve birbirlerinden faydalanırlar Kendisinden aşağı bir kimse ile karşılaşınca, ona tevâzu gösterir ve bir şeyler öğretir Her işittiğini söyleyen, istisnâî ve şâz (kaide dışı) meselelere göre konuşup anlatan kimseler, ilimde yüksek mertebeye erişemezler"

"Ehl-i sünnet vel-cemaat îtikâdına sarıl Ehl-i bid'at ile oturup kalkma Onların yanına gitmek, onlara kıymet vermek olur"

"Müminde, küfürden sonra, yalandan daha kötü bir haslet yoktur Çünkü yalan en şiddetli nifak alâmetidir"

1) Hilyet-ül-Evliya; c9, s3
2) Tezkiret-ül-Huffaz; c1, s329
3) El-A'lâm; c3, s339
4) Tehzib-üt-Tehzîb; c6, s276
5) Tarih-i Bağdad; c10, s240
6) El-Lübâb; c3, s72
7) Tabakât-ı Hanâbile; c1, s206
8) Vefeyât-ul-A'yân; c2, s387-388
9) El-Menhel-ül-Azb-ül-Mevrûd; c1, s61
10) Mu'cem-ül-Müellifin; c5, s196
11) Miftâh-üs-Seâde; c2, s217,261,290,296
12) Tabakât-ül-Kübrâ; c1, s63 (113)
13) Şezerât-üz-Zeheb; c1, s355
14) Ikd-ül-Ferîd; c2, s96,120
15) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c2, s10

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #72
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDURRAHMÂN BİN MUHAMMED

Veli, fıkıh ve tefsîr âlimlerinden İsmi, Abdurrahmân bin Muhammed bin Abdullah bin Zekeriyyâ, künyesi Ebû Muhammed'dir Kaynaklarda doğum târihine rastlanmayan Ebû Muhammed Abdurrahmân 1379 (H781) senesinde Zebid şehrinde sabah namazı kılarken vefât etti

Âlim ve ârif bir zât olan Abdurrahmân bin Muhammed, İhyâu Ulûmiddîn gibi kitapları tetkik eder, okuyup incelerdi İlim öğrenmek ve öğretmekte gayretli, zühd ve verâ sâhibi, haramlardan ve şüphelilerden son derece sakınan, dünyâya gönül vermeyen, çok ilim sâhibi bir zât idi Kur'ân-ı kerîm okunurken kendinden geçerdi Görenler ölüyor zannederdi Âilesi kalabalık olduğu hâlde, evinde dünyâlık bir şey bulundurmazdı Çünkü o, dünyâya ehemmiyet vermez, gönül bağlamazdı Bir şeye ihtiyâcı olduğu zaman gayb âleminden, Allahü teâlâ tarafından kendisine gönderildiği rivâyet olunur Eliyle topraktan bir şey alsa, Allahü teâlânın izni ile o şey, Ebû Muhammed hazretlerinin arzu ettiği şeye dönüşüverir, sayı ve aded olarak tam istediği gibi olurdu

Fakîh Muttarî diye tanınan ve ismi Muhammed olan torunu şöyle haber verir:

Küçükken dedemin yanında bulunur, Kur'ân-ı kerîm okurdum Her gün bana bir parça hamur mayası verirdi Biz de o mayayı ekmek yapmakta kullanırdık Halbuki, bizim bulunduğumuz beldede o maya bilinmez ve hiç yapılmazdı Onun, bunu nereden bulup bana verdiğini anlayamazdım Demek ki bu, onun kerâmetiydi Bir gün de bana tavandan helva parçası alıp verdi Hâlbuki orada helva olması mümkün değildi Böyle daha nice kerâmetleri vardır Ölü ile konuşur, karşılaştığı evliyânın derecesini anlardı Onunla İsmâil Cebertî ve Ebû Bekr bin Hassân arasında arkadaşlık ve dostluk vardı Zamânının birçok âlimleri ile mesela Fakîh Muhammed bin Hüseyin Hüşeybir ile mektuplaşırdı Sık sık Zebîd şehrine gider oradaki Allah adamlarını ziyaret ederdi Talebelerinin en büyüğü Muhammed bin İsmâil el-Mükeddeşti

1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c2, s58
2) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c9, s345
3) Tabakât-ul-Havâs; s64

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #73
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDURRAHMÂN BİN MUHAMMED EL-KAYRAVÂNÎ

On üçüncü yüzyılda Kuzey Afrika'da yetişen velîlerden ve Mâlikî mezhebi âlimlerinden İsmi, Abdurrahmân bin Muhammed bin Ali el-Ensârî'dir Künyesi Ebû Zeyd olup büyük dedesi için kullanılan "Debbağ" lakabı ile meşhûr oldu Debbağ Abdurrahmân diye anıldı Soyu Medîne-i münevverede bulunan Evs kabîlesine dayandığı için "Evsî", bu kabîle Ensârdan yâni Medîneli müslümanlardan olduğu için "Ensârî", Üseyd bin Hudayr el-Eşhelî'nin radıyallahü anh torunlarından olduğu için "Üseydî", Kayravânlı olduğu için de "Kayravânî" nisbeleriyle tanındı 1208 (H 605) senesi Zilhicce ayında Tunus'un Kayravân şehrinde doğdu, 1300 (H 699) senesinde yine orada vefât etti Kabri Kayravân'da olup ziyâret edilmektedir

Abdurrahmân bin Muhammed el-Kayravânî küçük yaşta ilim tahsîline başladı İlk önce Kâdı Ebû Zekeriyyâ Yahyâ el-Berkî'den ilim öğrendi Kâdı Abdülcelîl el-Ezdî ve oğlu Ebû Amr Osman bin Şakar, Kâdı Ebû Muhammed Abdullah bin Bertale el-Ensârî, Muhammed bin İbrâhim bin Osman el-Hadramî, Hanefî mezhebi âlimi Muhammed bin Osman ez-Zenâtî el-Muhtevî ve başka âlimlerden aklî ve naklî ilimleri tahsîl etti Muhammed bin Osman el-Hanefî'den birçok hadîs-i şerîf rivâyet etti Hadîs, fıkıh ve târih ilimleri ile aklî ilimlerde mütehassıs oldu

Aklî ve naklî ilimlerde yüksek âlim olduktan sonra tasavvufa karşı alâka duyup, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak istedi Sûfî Ebû Muhammed Abdüsselâm binAbdülgâlib el-Murtâtî el-Kayravânî'ye talebe olup, ondan tasavvuf ilmini öğrendi Tasavvufî mârifetlere kavuşup evliyâlık derecesine ulaştı

Kendisi zâhirî ilimlerde yüksek âlim olduğu hâlde hocasının sohbetlerinde bulunmayı büyük nîmet bildi Hocasının kıymetini bildirmek için bir arkadaşına şöyle dedi: "O benim şeyhim ve hocamdır Allahü teâlâ beni onun sohbetine kavuşturmakla nîmetlendirdi Ben onun huzûruna ve tatlı sohbetlerine çok gelip gittim Benim gözüm; ibâdeti, fazîleti, kendine güveni ve insanların da kendisine ehemmiyet vermesi bakımlarından onun gibi olan bir kimseyi görmedi O, insanlara iyilikleri tatlı dille bildirmek ve kötülüklerden sakındırmak hususunda çok gayretli idi Yâni çok nasîhatte bulunurdu Sâlih insanların haber ve kıssalarını ondan daha çok ezberleyen bir kimse görmedim Hâfızasındaki kıssaları çok güzel anlatırdı Başkalarından nakl edilenleri sağlam muhâfaza eder, korurdu Çok hoş sohbet olup, konuşmaları çok tatlı idi Meclislerin dostu idi" Abdurrahmân bin Muhammed Kayravânî'nin tasavvufa yönelmesine ve bu yola girmesine hocası Sûfî Ebû MuhammedAbdüsselâm bin Abdülgâlib el-Murtâtî el-Kayravânî vesîle olmuştu

Tasavvuf yolunda ilerlediği sırada başka âlimlerden de ilim tahsîline devâm eden Abdurrahmân el-Kayravânî, Tunuslu İbn-i Uleym diye meşhûr olan Emînüddîn bin Ebî Câfer Ahmed bin Ali bin Talha es-Sebtî'den ilim tahsîl etti Mısır'daki Hâfız Ebû Tâhir es-Silefî'nin talebelerinden Abdülvehhâb bin Zafir bin Ravvac, Ebû Tâkî Sâlih bin Şücâ, Ebü'l-Hasan Ali bin Hibetullah bin el-Cümeyzî, Silefî'nin torunu Ebü'l-Kâsım bin el-Hâşim'den de ilim tahsîl etti Okuduğu her hocadan icâzet, diploma aldı Abdurrahmân el-Kayravânî Bernâmec adlı eserinde bildirdiği gibi seksen kadar âlimden ilim öğrendi

Bilhassa hadîs ve fıkıh ilminde yüksek âlim olan Abdurrahmân el-Kayravânî; ağırbaşlı, heybetli ve tevâzû sâhibi idi İlimle uğraşanları çok severdi Herkesle iyi geçinir, kimseyi üzüp kırmamaya dikkat ederdi Sâkin bir hayat yaşardı Her isteyene ilim öğretirdi Tevâzûu ve ilme düşkünlüğü sebebiyle herkes onun yanına kolayca girip çıkardı Gerek ilim meclislerinde, gerekse sohbetlerinde insanlara çok güzel davranırdı Onun iyilikleri ve ahlâkının güzelliği talebe ve sevenlerini kendisine sıkı sıkıya bağlardı Kayravân şehrine gelen fazîlet ve ilim sâhiplerinin menkıbelerini ve güzel hâllerini toplardı Eser ve haberleri, hadîs-i şerîfleri toplamak husûsunda çok îtinâ ve titizlik gösterirdi Kendisiyle görüşüp ondan çok istifâde eden Abderî, eserlerinde onu övmüş ve rivâyetlerinin çokluğunu medh etmiştir Abdurrahmân el-Kayravânî, Abderî'ye, rivâyet husûsunda umûmî icâzet vermişti

Tunus'da Muhammed bin Câbir el-Vâdî el-Âşî de onunla karşılaşıp, ilim öğrendi ve ondan rivâyetlerde bulundu Zamânındaki ve daha sonraki zamanlarda gelen âlimler Abdurrahmân el-Kayravânî'yi büyük velî, âdil bir fıkıh ve hadîs âlimi, her hususta sened bir fakîh ve târihçi olarak vasıflandırmışlardır İbn-i Nâcî onun hakkında; "O yazdıklarının ve anlattıklarının hepsinde âdil idi Yazdıklarının çokluğu ile tanınıp meşhûr oldu Memleketi olan Kayravân'da yazdıklarının doğruluğu ile tanınmıştı" demektedir

Eserleri: Abdurrahmân el-Kayravânî'nin yazdığı başlıca eserleri şunlardır:

1) Hadîs-i Erba'în-i Tısâ'iyye: Senedinde dokuz râvî bulunan kırk hadîs-i şerîfi toplamıştır 2) Kitâb-ül-Ehâdis-il-Erba'în fî Umûm-i Rahmet-illâhi li-Sâir-li-Mü'minîn 3) Sirâc-ül-Müttekîn-il-Müntehab min Kelâmı Seyyid-il-Mürselîn 4) Cilâ-ül-Efkâr fî Menâkıb-il-Ensâr 5) Bernâmec: Hocalarının isimlerinin ve onlardan rivâyet ettiklerinin fihristidir 6) Şerhun (veya Ta'lîkun) alâ Tehzîb-il-Müdevvene: Berzâî'nin Tehzîb adındaki eserinin şerhidir 7 Kerâmâtü Ebî Yûsuf ed-Dehmânî İbn-i Nâcî diyor ki: "Bunun bir nüshası Cezâyir Umûmî Kütüphânesinde 1718 numarada kayıtlıdır Tunus Vatan Kütüphânesinde de, orta büyüklükte 13 varak hâlinde mevcuttur 8) Menâhicü Ehl-id-Dîn ve Tarâiku Eimmet-il-Müttekîn: Sahâbîlerden, Tâbiînden, meşhûr tasavvuf âlimlerinden, evliyânın ve sâlihlerin büyüklerinden Kayravân'da olanları anlatmaktadır Bu eseri, onun talebesi Muhammed bin Câbir el-Vâdî, Bernâmec'inde zikrettiğini ve Me'âlim-ül-Îmân adı ile tanındığını, Abderî de Rıhle'sinde "Me'âlîm-ül-Îmân ve Ravdât-ir-Rıdvân fî Menâkıb-il-Meşhûrîn min Sulehâ-il-Kayravân ve başka bir matbû' nüshasında da Me'âlim-ül-Îmân fî Ma'rifet-i Ehl-i Kayravân adı ile bilinen bir eser olduğunu yazmaktadır Müellif bu eserinde, İslâmî fetihlerin târihçesini, Kayravân şehrinin kuruluşunu, fıkıh, hadîs, lügat, edebiyat, tıb, tasavvuf âlimlerinin hâl tercümelerini anlatmaktadır Bunların tercüme-i hâllerinin arasına, ictimâî ve iktisâdî birçok faydalı bilgiler serpiştirmiştir Bu kitap ilk defa 1911 (H1330) senesinde İbn-i Nâcî'nin ta'lîkleriyle berâber Tunus'ta Arapça olarak basılmıştır 9) Meşâriku Envâr-il-Kulûb ve Mefâtihu Esrâr-il-Guyûb: Bu eser, tasavvuf ilmi hakkında yazılmış olup, ilâhî aşkı anlatmaktadır Tasavvuf ehlinin aşk hakkındaki sözlerini bildiren örneklerle dolu güzel bir eserdir 10) Vâsıtat-ün-Nizâm fî Tevârîhi Mülûk-il-İslâm: Bu eser, Ubeydoğullarının güzel hâllerini anlatmaktadır

1) Mu'cem-ül-Müellifîn; c5, s185
2) Esmâ-ül-Müellifîn; c1, s526
3) Neyl-ül-İbtihâc (Dîbâc kenarında); s163
4) Terâcim-ül-Müellifîn it-Tûnusiyyîn; c2, s288
5) Brockelman; Sup-1, s812
MÜJDEMİ İSTERİM!

Abdurrahmân bin Muhammed el-Kayravânî'nin "Debbağ, Derici Abdurrahmân" diye anılmasının sebebi şöyle nakl edilir:

Abdurrahmân bin Muhammed el-Kayravânî'nin âlim bir dedesi vardı Zamânının kâdısı Abdurrahmân el-Kayravânî'nin dedesinin Kayravân kâdılığına tâyin edilmesini Sultâna teklif etti Durumu yazılı olarak da arz etti Abdurrahmân el-Kayravânî'nin dedesini Sultan'a gönderdi O zât Sultan Zâhir'in duha vaktinde kendisine gelenleri kabûl etmediğini öğrendi Vakit erken olduğu için bir debbağhâneye, tabakhâneye gitti Hemen elbiselerini çıkarıp onları bir paket hâline getirdi Bir kenara koyduktan sonra debbağlara mahsûs bir elbise giyip, tabakhânenin kuyusundan su çıkarmaya ve derilerin üzerine dökmeye başladı Bir haberci gelip Sultan Zâhir'in kendisiyle görüşmek istediğini bildirmek için onu aradı Buluncaya kadar kimseye bir şey söylemedi Kuyudan su çekerken yanına varıp Sultan Zâhir'in kendisiyle sarayında veya mescidde görüşmek istediğini söyledikten sonra; "Ey Efendim! Müjdemi isterim" dedi Makam ve şöhrette gözü olmayan o zât da dedi ki:

"Hemen Sultan Zâhir'e dön ve ona, senin görüşmek üzere dâvet ettiğin kimseyi debbağ olarak buldum Bu halde olan kimsenin, insanların işlerini görmeleri için kâdı olarak öne geçirilmesi hiç uygun değildir, diye söyle"

Haberci gidip durumu Sultan Zâhir'e bildirdi Onun üzerine başka birini kâdı tâyin ettiler Bundan sonra da Abdurrahmân el-Kayravânî'nin dedesi "Debbağ" adıyla anıldı Bu sebeple Abdurrahmân el-Kayravânî'ye de Debbağ Abdurrahmân denildi

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #74
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDURRAHMÂN BİN MUHAMMED ES-SEKKÂF

On dördüncü yüzyılda Suriye'de yetişen velîlerden İsmi, Abdurrahmân bin Muhammed'dir Hâllerini gizlediği için Sekkâf lakabıyla anılmıştır 1338 (H739) senesinde Hadramût bölgesindeki Terîm şehrinde doğdu Mısır'ın Izz beldesinde doğduğu da bildirildi 1416 (H819) senesinde Terîm'de vefât etti Kabri, Zenbil Kabristanında olup, ziyâret edilmektedir

Küçük yaştan îtibâren ilim öğrenmeye başlayan Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf zamânının âlimlerinden Ahmed bin Muhammed el-Hatîb'den tecvîd ilmini öğrendi ve Kur'ân-ı kerîmi ezberledi Zamânının diğer âlimlerinden çeşitli ilimleri tahsîl etti Bilhassa fıkıh ilminde yüksek derece sâhibi oldu Terîm'de Allâme Muhammed bin Alevî bin Ahmed ibni Üstadi'l-azâm'ın huzûrunda İmâm-ı Gazâlî ve Şeyh Ebû İshak'ın kitaplarını mütâlaa etti Daha sonra Fakih Muhammed bin Sa'd'den İhyâ-ı Ulûm, Risâle-i Kuşeyrî ve Avârifü'l-Meârif adlı eserleri ve başka tasavvufî eserleri okudu Şeyhulislâm Muhammed bin Ebî Bekr'in hizmetinde ve ilim meclisinde bulundu Ondan çok istifâde etti Daha sonra Aden'e gitti Kâdı Muhammed bin Sa'îd'den sarf, nahiv ve diğer Arabî ilimleri tahsîl etti Tefsîr, hadîs, meânî, beyân ilimlerinde yüksek derece sâhibi oldu Şeyh Ali bin Sâlim, Ali bin Sa'd, Ebû Bekr bin Îsâ, İmâm Ömer binSaîd gibi tasavvuf ehli zâtlarla görüşüp onların sohbetlerinde bulundu Ârif-i billah Müzâhim Ahmed, büyük velî Abdullah bin Tâhir ed-Devânî gibi zâtlardan tasavvuf ilmini öğrendi

Zâhirî ve bâtınî ilimlerde yükseldikten sonra zamânının büyük âlim ve evliyâları arasına girdi Bulunduğu beldedeki âlim ve velîlerin imâmı, önderi ve en yükseği olduğunu bütün âlim ve evliyâlar kabûl ettiler

Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf hazretleri güzel ahlâk sâhibi olup hep iyilik ederdi Kimseye karşı kırılmaz ve kin beslemezdi Hızır aleyhisselâmla görüşüp sohbet ederdi Aralarında kardeşlik akdi yapmışlardı Yanına ilk defâ bir köylü sûretinde gelen Hızır aleyhisselâm devamlı onu ziyâret ederdi Bir gün çok güzel bir koku duyan talebelerinden biri bu kokunun kaynağından suâl edince, hazret-i Hızır'dan bahsetti

Allahü teâlâya çok ibâdet eden Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf gecenin son üçte birini ibâdetle geçirirdi Kur'ân-ı kerîmi çok okurdu Gündüzleri insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatır, onların dünyâ ve âhiret saâdetlerine vesîle olmak için çalışırdı Otuz sene boyunca gece ve gündüz çok az uyudu "Neden uyumuyorsun?" diyenlere; "Sağ tarafına yattığında Cennet'i, sol tarafına yattığında Cehennem'i gören kimse nasıl uyur?" diye cevap verdi

Hûd aleyhisselâmın kabrini ziyâret eder, bâzan bir ay müddetle orada kalır, bu müddet içinde çok az bir şey yerdi Âlimlerin, evliyâların kabirlerini sık sık ziyâret eder, her gece Terîm'deki mescidlerin hepsinde namaz kılardı Namaz kıldığı zaman kıyamda çok uzun müddet kalır, onu uzaktan gören cansız bir cisim zannederdi O; "Biz zâhir (görünen) amellere îtibâr etmeyiz" derdi

Bir ara hacca gitmek için yola çıktı ve hacdan sonra memleketi olan Hadramut'a dönmeyip başka beldelere seyahat etmeye niyet etti Cûf denilen yere vardığında Peygamber efendimiz, Eshâbından bir topluluk ve evliyâullahtan bir cemâat rûhânî olarak ona geldiler Onların yanında babası da vardı Ona memleketine dönmesini emrettiler ve dediler ki: "Senin memleketinde kalman başka yerlere gitmenden daha efdâldir" Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf bu emir üzerine zâhiren hacca gitmeyip geri döndü Fakat memleketinden giden hacılar tarafıdan hac ederken görüldü Yakınlarından bâzıları ona; "Sen hacca gittin mi?" diye sorduklarında; "Zâhiren gitmedim" buyurdu

Âlimlerden ve evliyâdan birçok zât ona insanları doğru yola dâvet etmek ve kötülüklerden uzaklaştırmak ve talebe yetiştirmek husûsunda icâzet (diploma) verdiler Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf pekçok talebe yetiştirip hadîs, fıkıh, usûl ve fürû ilimlerini okuttu Onun ilim ve fazîletteki şöhreti her tarafa yayılıp, insanlar doğudan ve batıdan onun ilim meclisine ve sohbetlerine koştular Deniz ve kara yoluyla gelerek müşkillerini ve fetvâlarını ona sordular Büyük cemâatler ondan istifâde etti İnsanlara tatlı dil ve hoş sohbetle İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatıp gönüllerine taht kurdu

Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf'ın ilim meclislerinde yetişen âlimlerden bâzıları; kendi oğulları, kardeşinin oğulları, Ârif-i billah Ebû Bekr bin Alevî eş-Şeybe ve kardeşleri, büyük İmâm Muhammed Sâhib Aydeyd bin Ali, Ârif-i billah Ahmed bin Ömer, İmâm Sa'd bin Ali Müdhac, Şeyh Muhammed bin Abdurrahmân el-Hatîb, Şeyh Şuayb bin Abdullah el-Hatîb, Şeyh Abdurrahîm bin Ali el-Hatîb, Şeyh Ahmed bin Ebî Bekr Baharemî, Şeyh Abdullah İbnü'l-Fakîh Baharemî, Şeyh Abdullah bin Ahmed el-Amûdî, büyük velî Abdullah bin Nâfi', Îsâ bin Ömer bin Behlül, Şeyh Muhammed bin Saîd el-Mağribî gibi sayısız zâtlardır Burada en meşhûrları zikr edilmiştir Abdullah bin Muhammed es-Sekkâf ekseriyetle El-Basît vel-Vesît, Mühezzeb, Muharrer adlı eserleri okutur bu vesîleyle kalbindeki gizli mânevî sırları talebelerine açıklardı O her talebesine anlayabileceği ve seviyesine uygun ders verirdi Nice kimseler onun bu tatlı üslûbu ve sohbetleri vesîlesiyle tasavvuf yolunda ilerlediler Pek çok kimseye tarîkat yolunda icâzet verdi ve hırka giydirdi Nice kimseler onun gönülleri feth eden sohbetleri sebebiyle dünyâdan yüz çevirip, âhirete yöneldiler ve kötü sıfatlardan uzaklaşıp iyi ve güzel huylara sâhib oldular O talebelerine ve sevenlerine şöyle buyururdu:

"Kalb ile ilgili ameller işleyiniz Zîrâ kalb ile yapılan ameller zâhirî amelleri güzelleştirir"

Bâzı derslerinde fıkıh ilminin fazîletinden bahsederdi Bu sebeple oğlu Ömer bütün ömrünü fıkıh ilmini öğrenmeye hasretmişti Bir gün dersin bitiminde oğluna şöyle buyurdu:

"Ey Ömer! Kalb ile ilgili amellere çalış Çünkü fıkıh âlimlerinde ateşin alevi, tasavvuf ehlinde ise ateşin kor kısmı vardır"

Bâzı zamanlar talebeleriyle birlikte seyâhate çıkan; peygamberlerin, âlimlerin ve velîlerin kabirlerini ziyâret eden Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf hazretleri onlardan istifâde ederdi

Talebelerinden Abdürrahîm bin Ali el-Hatîb şöyle anlattı:

Hocamız ile berâber Hûd aleyhisselâmın kabrini ziyârete gitmiştik Dönerken; "İnşâallah akşam namazında Rebî' beldesinde oluruz" buyurdu Hâlbuki bulunduğumuz yer, Rebî' beldesine çok uzak idi ve vakit de isfirâr yâni güneşin, kendisine bakılacak kadar sararıp batmak üzere olduğu bir vakit idi Hocamın bu sözüne çok hayret ettim Sözünde bir hikmet bulunacağını düşünerek birlikte yürüdük Bir taraftan da batmak üzere olan güneşe bakıyordum Güneş sanki durmuştu Biz Rebî' beldesine gelinceye kadar aynen o hâlde kaldı Biz ismi geçen beldeye girince güneş battı Namazlarımızı kıldık Bu durum benim çok garibime gitmişti Hocamın bir kerâmeti olduğunu anladım

Abdurrahmân bin Muhammed, talebelerinden bâzıları ile bir seferde idiler Talebeler, çok susadılar Yollar ıssız, su bulmak ihtimâli de çok zayıf idi Şaşıran talebeler hocalarına bir şey diyemiyorlardı Allahü teâlânın izni ile talebelerinin bu sıkıntılarını anlayan Abdurrahmân es-Sekkâf büyükçe bir taşın yanında durdu ve; "Şu taşı çevirin!" buyurdu Taşı çevirdiklerinde, bir su kaynağı ile karşılaştılar ve çok sevindiler Kana kana içip, abdest aldılar ve kaplarını doldurarak, yollarına devâm ettiler

Başka bir yolculukta, yanındakilere; "Şimdi hava çok sıcak Birazcık konaklayalım Hava serinleyince yola devâm ederiz" dedi Öğrencileri; "Bu sıcak, hocamızın yola devâm etmelerine mâni değildir İsterlerse, bu sıcak havada da yola devâm edebilirler Burada konaklamalarında başka bir hikmet olsa gerek" diye düşünüp merakla beklerlerken, yanlarına, susuzluktan ölmek üzere olan bir âmâ çıkageldi Yanında bulunanlara; "Şu yakınlarda su vardır Bu zavallının ihtiyâcını giderin" diyerek, bir yeri târif etti Gidip su getirdikten sonra yollarına devâm ettiler Böylece orada biraz dinlenmelerinin hikmeti anlaşılmış oldu Biraz sonra oraya bir kimse geldi Âmâ da orada idi Biraz önce başından geçen hâdiseyi, gelene anlattı O kimse; "Bunda bir yanlışlık var Ben buraları çok iyi tanırım Bu civarda su bulmak ihtimâli hiç yoktur" dedi Daha sonra bu hâli öğrenen talebeler, o suyun, hocalarının bereket ve kerâmeti ile bulunduğunu anladılar

Allahü teâlânın bildirmesiyle talebelerinin ve yanına gelen kimselerin kalplerinden geçenleri bilirdi

Talebesi Abdurrahmân diyor ki:

"Hocamdan arzu ettiğim, yapması için kalbimden geçirdiğim her şeyi, hocam en güzel şekilde yaptı, yerine getirdi Allahü teâlânın ona ihsân ettiği basîret gözü ile kalbimizden geçenleri anlıyordu"

Abdurrahmân es-Sekkâf'ın talebelerinden olan Ârif-i billâh Muhammed bin Hasan şöyle anlatır:

Bir gece hocamın mescidinde idim Hocam da odasında bulunuyordu Karnım çok acıkmıştı Bu sırada biri gelerek, hocamın beni istediğini söyledi Kalkıp, yanlarına gittim Huzûruna vardığımda, ortada lezzetli yemeklerin bulunduğu çok güzel bir sofra vardı Karnımı doyurmamı söyledi Gecenin bu geç vaktinde bu yemekleri kimin getirdiğini suâl ettim "Birisi getirdi" buyurarak, açıklamak istemedi Allahü teâlânın izni ile, benim çok aç olduğumu anlayıp bu yemekleri benim için hazırlattığını anladım ve daha nice kerâmetlerine şâhid oldum

Abdurrahmân es-Sekkâf hazretlerinin bir mikdâr hurması vardı Hurmaları satmak üzere birisini vekil edince hurmalar satıldı Fakat paranın bir kısmını vererek geri kalanını gizledi Abdurrahmân hazretleri, Allahü teâlânın izni ile paranın tam olarak kendisine verilmediğini anlayıp, ona; "Mü'minin firâsetinden korkunuz! Çünkü o, Allahü teâlânın nûru ile bakar" hadîs-i şerîfini okudu O kimse diyor ki:"Ondan bu sözü duyunca vermediğim paranın, bir yılan olup vücûduma girmek üzere olduğunu hissettim Yaptığıma çok pişman olup, kendisinden özür diledim ve bir daha hatâ işlememeye ve tevekkül sâhibi olmaya kesin karar verdim

Talebelerinden biri şöyle anlatır:

Hocam ile birlikte yolculuğa çıkmıştık Kâhlân denilen yere vardığımızda duhâ, kuşluk namazı kılmak için mola verdik Ben hâcet için tenhâ bir yere gittim Abdestimi tâzeleyip geri döndüğümde, hocamın yanında taze hurmalar gördüm Hâlbuki yakınlarda hurma bahçesi yoktu ve mevsim de hurma mevsimi değildi Çok hayret edip, kendisinden bunun nasıl olduğunu, nereden geldiğini suâl ettim Tebessüm etti ve; "Hurmalardan ye! Fakat nereden geldiğini sorma!" buyurdu

Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf verâ sâhibi, Selef-i sâlihînin yoluna çok bağlı idi Bu yönden çok meşhurdu Zühd sâhibi olup, dünyâya îtibâr etmezdi Cömert ve kerem sâhibi idi Binlerce dinar para ve çeşitli nîmetlerden ihtiyâç sâhiplerine verirdi Her hurma ağacını dikerken yanında bir Yâsîn-i şerîf okurdu Fidan dikilme işi tamamlandıktan sonra bir hatm-i tehlil (70000 kelime-i tevhîd) okuyarak sekiz oğluna ve altı kızına hediye ederdi Onlar da bu hediyenin sevâblarını ona bağışlarlardı Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf on tane mescid, oğulları ise üç tane mescid yaptırmışlardı ayrıca bu mescidlerin devâm etmesi için her mescide âit vakıflar bırakmıştı

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #75
[KAPLAN]
Varsayılan


Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf'ın meclislerinde evliyâdan ve ricâl-i gayb denilen zâtlar da hazır bulunurdu Bu zâtlar arasında İmâm-ı Gazâlî, Abdülkâdir Geylânî gibi büyükler de vardı O büyüklerin rûhâniyetlerinden istifâde eden Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf kutbiyyet makâmına yükselmişti

Âlimler ve evliyâlar, hâllerini gizlemesi sebebiyle ona Sekkâf lakabını vermişlerdi Çünkü o insanları hâliyle, makâmıyla ve sözüyle üzmezdi İlmiyle ve ameliyle insanlara karşı büyüklenmezdi Şöhretten şiddetle kaçınırdı Hâlbuki o, zamânındaki evliyânın en yükseği idi Abdurrahmân es-Sekkâf sâdece Allahü teâlâdan rızâsını kazanmak için çırpınır; "Vallahi kalbim Allahü teâlânın başka, evlâda, mala, âile fertlerine, Cennet'e ve Cehennem'e hiç iltifat etmez Allahü teâlânın rızâsına muvafık olmayan ne bir ev, ne bir mescid binâ ettim, ne de bir hurma fidanı diktim" buyururdu

Abdurrahmân es-Sekkâf insanlara karşı güzel huylu, tatlı dilli ve güler yüzlü davranırdı Kimseyi üzmemeye çok dikkat ederdi Ancak ona zarar verenler veya onu üzenler başlarına bir hâl gelip pişman olurlardı

Kur'ân-ı kerîmi ezbere bilen bir kimse vardı Bu zât, Abdurrahmân es-Sekkâf hazretlerinin hizmetçilerinden birini üzdü O da, durumu efendisine arz edince, üzüldü Tam bu sırada, hizmetçiyi üzen kimse, hâfızasında ne varsa hepsinin silindiğini hissetti Hemen sebebini anladı ve gidip hizmetçiden özür diledi Tövbe istigfâr ettiğini, bildirdi Hizmetçi özrünü kabûl edip, durumunu efendisine arz etti ve onu sevindirdi O sırada özür dileyen kimse, hâfızasının yerine geldiğini hissetti Başına gelen bu hâl sebebiyle, o zâtın büyüklüğünü daha iyi anladı

Haramlardan ve şüphelilerden şiddetle kaçınır, harama düşmek tehlikesinden dolayı mübâhların fazlasını bile terk ederdi Malı varsa zekâtını, bahçesinden kalkan mahsüllerinin uşrunu eksiksiz verir, fazlasını tasadduk ederdi Etrafında hurma bahçeleri bulunan bir bahçesi vardı

Bir defâsında çocuklar, bu bahçeler arasında oynarlarken ateş yaktılar Sonunda ateş büyüyerek etrâfı sardı Bahçelerdeki ağaçlar yanmaya başladı Bütün ağaçlar bu yangında yandıkları hâlde, mahsüllerinin uşrunu tam olarak verdiği için, bu zâtın bahçesine hiçbir şey olmadı Ağaçlardan biri bile zarar görmedi İnsanlar hayret içinde kaldılar

Tayy-i zaman ve tayy-i mekân sâhibi olan Abdurrahmân bin Muhamed es-Sekkâf her sene hac mevsiminde memleketinde bulunuyordu Fakat hacca gidenler onu, Hicaz'da hac vazîfesini yaparken görürlerdi Kendisine bu durumdan suâl edildiğinde; "İşte gördüğünüz gibi, buradan ayrılmadım" diyerek bu kerâmetini setreder, gizlerdi Yine Abdurrahmân es-Sekkâf, Allahü teâlânın velî kullarına ihsân edip verdiği bir hâl ile bir anda başka başka yerlerde, başka başka hâllerde görülürdü

Bir defâsında, uzak bir yerden bâzı kimseler, Abdurrahmân hazretlerine misâfir olmuşlardı Onlara; "Falan gün sizin beldenizde şiddetli yağmur yağmış, çok sel olup, beldenizde bulunan dere taşmış ve sel sizin beldede çok zarara sebeb olmuş" buyurdu O kimseler bu habere hayret ettiler Memleketlerine döndüklerinde, Abdurrahmân bin Muhammed'in haber verdiklerinin hepsinin doğru olduğunu, bildirdiği şeylerin aynen meydana geldiğini hayretle gördüler O zâtın bu hâlleri, kerâmet olarak anladığının ve kendilerine bildirdiğinin farkına varıp daha çok şaştılar Ona olan muhabbetleri daha çok arttı

Fazîletler ve kerâmetler sâhibi olan Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf hazretlerinin duâları kabûl olurdu Bir defâsında, fâsıklardan, açıkça günah işleyen kimselerden bir kısmı yanına gelmişti Kendisinden duâ istediler O da hâzır olanlara sâlih ameller işlemek nasîb olması için duâ etti O fâsık kimseler tövbe edip, sâlih ameller işlemeye başladılar ve tövbelerini bozmadılar

Bir defâsında da çocuğu olmayan bir kadın, Abdurrahmân binMuhamed'e haber gönderip, çocuklarının olmasını çok istediklerini, fakat olmadığını, bunun için kendisinden duâ istirhâm ettiklerini bildirdi O da duâ etti Bundan sonra o kadın hâmile oldu ve çok güzel bir çocuğu oldu

İşlerinde, masraflarında çok isrâf eden bir topluluk vardı Abdurrahmân bin Muhammed bunlara duâ edince, tövbe ettiler Hâlleri, yaşayışları gitgide güzelleşti

Abdurrahmân binMuhammed es-Sekkâf hazretleri talebelerinin ve sevenlerinin imdâdına yetişirdi Talebelerinden birisi şöyle anlatır:

Bir yolculukta bulunuyordum Issız yerlerden geçerken, yolumu kaybettim Bir taraftan da çok şiddetli susuzluk çekiyordum Ne kadar aradıysam su bulamadım Duâ edip, hocamdan yardım istedim Bu esnâda yanıma biri gelip, su verdi O sudan kana kana içerek rahatladım Sonra, yola devâm ettim Yolculuğum müddetince de su içmek ihtiyâcı hissetmedim

Abdurrahmân es-Sekkâf'ı sevenlerden biri, bir yolda yalnız başına giderken, önüne yırtıcı bir hayvan çıktı Kendisine saldırmak üzere iken, yolcu sesinin çıktığı kadar bağırarak, Abdurrahmân hazretlerinden yardım istedi Bu sırada, kuvvetli ve heybetli bir kimse görünüp hayvanı tuttu Güçlü kuvvetli olduğundan hayvan, elinde zor hareket ediyordu Bu sıkıntıdan kurtulan kimse, hocasının yanına döndüğü zaman, henüz bir şey söylemeden, hocası; "Bir sıkıntıda kalırsan, yine bizden yardım iste! Fakat o kadar şiddetle bağırmana lüzum yok Hafifçe söylesen, hattâ kalbinden bile geçirsen, Allahü teâlânın izni ile onu duyar ve yardımına geliriz" buyurdu

Talebelerinin ve onların âile fertlerinin giyim ve iâşelerini de düşünen Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf hazretleri bir defâsında talebesi Abdurrahîm ile Şu'ayb'e bir parça kumaş verdi ve; "Bu kumaştan çocuklarınıza üç tane elbise dikiniz" buyurdu Şu'ayb terzi idi Kumaşı görünce; "Efendim, bu kumaştan çıksa çıksa iki elbise çıkar Üç elbisenin çıkması mümkün değildir" dedi "Siz Besmele ile kesmeye başlayın İnşâallah bu kumaştan üç elbise çıkar" buyurdu Dedikleri gibi üç elbise çıktı

Abdurrahmân hazretlerinin hizmetçilerinden birisi huzurda, bir elbiseye ihtiyâcı olduğunu, bunun için on beş dirhem lâzım geldiğini bildirdi Hizmetçiye; "Falan yerde bulunan kesenin içinde on beş dirhem olacak Onu al! İhtiyâcın için kullan!" buyurdu Hizmetçi, keseye baktığını ve boş olduğunu bildirdi Bunun üzerine; "Sen git bak! O kesede on beş dirhem bulursun" buyurdu Bildirilen yerdeki kesenin yanına tekrar giden hizmetçi, kesede on beş dirhem bulunduğunu gördü ve alıp ihtiyâcına sarfetti

Abdurrahmân es-Sekkâf'ın talebelerinden, Abdürrahîm bin Ali anlatır:

Hocam Abdurrahmân bin Muhammed bana bir mikdâr gümüş para vererek, mutfağın ihtiyaçlarını almak üzere, vekil etmişti Elimdeki para bitmek üzere iken, gidip; alacağımız nevâle için, bu paranın yetmeyeceğini bildirdimBiraz düşündü "Hangi şeyler ihtiyaç ise, siz onları almak üzere gidin İnşâallah yeter" buyurdu "Peki efedim" deyip gittim İhtiyaçlarımızı aldıktan sonra, paranın bir mikdârını artmış buldum ve bunun bir kerâmet olduğunu anladım

Başka pekçok kerâmetleri de görülen Abdurrahmân es-Sekkâf hazretleri, bir defâsında bulunduğu Izz köyünden bir yolculuğa çıkacaktı O sırada hanımı hâmile idi Yola çıkacağı zaman hanımına bir bez verdi ve dedi ki:"Ben yolda iken, belki bir oğlumuz doğabilir Aynı gün vefât edebilir Eğer öyle olursa, bu bezi ona kefen yaparsınız" Hanımına bunları söyledikten sonra yola çıktı Hakîkaten, bir erkek çocuğu oldu Bildirdikleri gibi, aynı gün vefât etti Bıraktığı bezi çocuğa kefen yaptılar

Abdurrahmân bin Muhammed'in hurma ağaçlarından birisinin, boyu çok kısa ve dalları yere yakın olduğundan, gece köpekler gelerek hurmaları yerdi Bunun için hizmetçilerden birisi, her gece o hurma ağacının yanında bekçilik yapar, köpeklerden korurdu Bir gece Abdurrahmân hazretleri hizmetçiye; "Sabaha kadar beklemenize ne lüzum var Ağacın etrâfında genişçe bir dâire çizin! Kendiniz de gidip istirahat edin!" buyurdu Hizmetçi bildirilen şekilde yaptı Sabahleyin baktıklarında, çizginin dışında köpek izleri görüldü, gerçekten içeri girememişlerdi

BENDEN NE FARKI VAR?

Kardeşim Abdurrahmân ile hurmaların taksimi husûsunda aramızda bir husûmet meydana gelmişti Kendi kendime; "Onun benden üstün yanı nedir, o oruç tutuyorsa ben de tutuyorum, o namaz kılıyorsa ben de kılıyorum Babamız birdir Benim misâfirlerim ise ondan çoktur" dedim Rüyâmda bir kişi bana gelerek; "Kardeşin hakkında böyle böyle söyledin mi?" dedi Ben de; "Evet söyledim" dedim "Öyleyse benimle berâber gel" dedi Birlikte kardeşim Abdurrahmân'ın yanına gittik Kardeşimin bedeninin nûr ile kaplı olduğunu ve uzuvlarının üzerinde nûr ile "İhlâs" ve "Lâ ilâhe illallah Muhammedürresûlullah" yazılı olduğunu gördüm O kimse bana, bu makâma ulaştığın zaman böyle böyle konuş, eğer bundan sonra ona inat edersen bu rüyâyı hatırla" dedi Ben de ondan sonra kardeşim hakkında kötü düşünmekten vazgeçtim

PİŞMAN OLDULAR!

Bir defâsında, bâzı kimseler gemi ile bir yere gidiyorlardı Yolcular arasında Abdurrahmân hazretlerinin talebelerinden birkaç kişi de vardı Bir ara, geminin tabanından bir yer delindi Ne yaptılarsa delinen yeri tıkayamadılar Vazîfeliler çâresiz kalıp, geminin batmasından korktular Onlardaki bu telaşı görüp, vaziyeti anlayan talebeler, hocaları Abdurrahmân bin Muhammed'den yardım istediler O esnâda hocalarını gemide gördüler Ayağını, gemiye su giren yere koydu Sonra bir şeyler ile o delik yeri kapadı Su girmez oldu Bu duruma yolcular çok sevindi Herkes rahatlamıştı Abdurrahmân hazretleri, birden gözden kayboldu O büyük zâtın talebeleri hürmetine, diğerleri de kurtuldular ve yollarına devâm ettiler Bu hâdiseyi işitenlerden bâzıları, onun bu kerâmetini inkâr ettiler "Böyle şey olmaz" dediler Îtirâzcılar, bir yolculuğa çıkmışlardı Yollarını kaybettiler Üç gün üç gece dolaştıkları hâlde yollarını bulamadılar Ellerinde bulunan yiyecek ve suları da bitmişti Başlarına gelen bu sıkıntının, o zâtın kerâmetini inkâr etmekten olduğunu anladılar Îtirâzlarına tövbe ederek, bu sıkıntıdan kurtulmaları hâlinde mallarından belli mikdârını o zâta vermeyi ve hizmetinde bulunmayı adadılar Tam bu sırada yanlarına, hiç tanımadıkları biri geldi Bunlara tâze hurma ve su verdi ve yolu târif edip gitti O kimseler, hurmalarla karınlarını doyurdular ve sudan içtiler Târif edilen yere doğru gidince, yollarını kolayca buldular Memleketlerine vardıkları zaman adaklarını yerine getirdiler

1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c2, s58
2) El-Meşre-ur-Revî; c2, s141
3) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c11, s228

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.