Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
osmanlı, tarihi

Cevap : Osmanlı Tarihi

Eski 04-21-2009   #46
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Osmanlı Tarihi



MOTON ( = MODON )'UN FETHI
Inebahti gibi önemli bir limanin elden çikmasi, Venediklileri, önce karsi koyma, sonra da karsilik verme hareketlerine sevketmis ise de kendi zaaflarini bildiklerinden ve çok büyük bir masrafa mal olacak uzun harplere tahammül edemeyiceklerini anladiklarindan Osmanlilarla iyi geçinmeyi siyasetleri bakimindan daha uygun görmüslerdi Bu sebeple, Osmanlilarla baris yapmak üzere Lui Maventi adinda bir elçi vâsitasiyle Osmanlilara müracaat etmislerdi Venedik elçisi, Venedik tüccarlarinin serbest birakilmasini ve Inebahti'nin iade edilmesini istemisti Sayet Osmanlilar bu maddeleri kabul etmeyecek olurlarsa hiç olmazsa baris yenilenmeliydi Elçinin bu teklifine karsilik Sultan Bâyezid:
"Eger benimle baris yapmak istiyorsaniz, Mora'da elinizde bulunan Mudon, Koron ve Napoli (Napoli di Malvazya) sehirlerini teslim ile senede belli miktarda bir vergi vermelisiniz" demisti Böyle bir seyi beklemeyen elçi, böyle bir anlasma yapma yetkisinin bulunmadigini söyleyerek ayrilir Padisah, kis ortasinda Yakup Pasa'nin donanma ile birlikte hareket ederek Modon'u muhasara etmesini emreder Kendisi de ilkbaharda Ramazan 905 ( 7 Nisan l500) da Edirne'den hareket eder Temmuz ayinin yedisinde donanmasinin Moton önüne geldigini haber alinca, dört günde Güney Mora'ya iner Aslinda burasi bir aydan beri Rumeli ve Anadolu kuvvetleri tarafindan sarilmisti
Venedik amirali, Türklerin ilk önce Mora'nin güneyindeki Napoli'ye hücum edeceklerini zannederek buraya bir miktar donanma göndermisti Gerçekten Türkler, Venediklileri sasirtmak için bir miktar kuvvetle karadan buraya taarruza geçmislerdi Bu taarruz, sadece Venediklileri sasirtmak için yapilmisti Venedik amiralinin buraya donanma göndermis olmasi, Osmanlilarin bu tesebbüslerinde basarili olduklarini göstermektedir
Davut Pasa'nin komutasinda bulunup Inebahti limaninda yatan donanma, 27 Temmuz l500'de bu limandan çikip Navarin limani önünde Venedik donanmasi ile çarpisir Davut Pasa kendi gemisiyle (Bastarda) düsman amiralinin bastardasina rampa ettiyse de baska bir düsman mavnasi da Davut Pasa gemisine rampa ettiginden Kaptan Pasa tehlikeli bir duruma düsmüstü Tam bu esnada Pirî Reis kendi gemisiyle yetiserek Kaptan Pasa'yi kurtardigi gibi donanmanin bozulup bir felaketin meydana gelmesini de önlemisti
Çok saglam ve müstahkem bir kale olan Modon'un halki, kalenin saglamligina ve kara yönünü çeviren üç kat derin hendegin yürüyüse engel olacagina güvenerek teslim olmak istemiyordu Hatta halk, kendilerini kusatan ordunun kusatmayi kaldirip geri dönmek zorunda kalacagini gözlemekte idi Bu yüzden de savunmayi sürdürüyordu Topçulari ise sanatlarinda pek mahir olmuslardi Nitekim, bir mil mesafede bulunan hedeflere tam isabet ettiriyorlardi Bu yüzden kale bir türlü düsmüydrdu Bu gayretlerinin bir sonucu olarak kale, üç hafta kadar muhasara altinda kaldi Son günlerde Venedik Amirali Melchior Trevisano, donanma ile yardima geldiyse de fazla bir sey yapamadi Trevisano, sehre yardim etmek için Türk donanmasini yararak ikindi namazi vaktinde dört kadirgayi limana sokmus ise de bunlar, daha önce limana gerilen zincir yüzünden pek ileriye gidemediler Kale muhafizlarindan bir kismi, gemilerin zinciri geçmesi için istihkamlarini birakarak yardima geldikleri sirada Sultan Bâyezid, hücum emri verdiginden Anadolu Beylerbeyi Damad Sinan Pasa kuvvetleri, açtiklari gediklerden içeri girerek Modon'u aldiklari gibi limana girmis olan dört Venedik gemisini de yakmislardi l3-l4 Muharrem 906 (9-l0 Agustos l500)'de gerçeklesen fetihten sonra sehre giren Sutan Bâyezid, Hoca Saadeddin ( ll,l02 )'in ifadesine göre fethin besinci günü sehrin en büyük kilisesi olan Saint Jean'i câmie tahvil ederek maiyetiyle birlikte burada Cuma namazini kilmistir Sultan Bâyezid, duvarlarin yüksekligini ve hendeklerin derinligini görünce "Beylerbeyim Sinan Pasa'nin ve yeniçerilerimin kahramanliklari sâyesinde bu kaleyi Tanri verdi" der Hammer'in dedigi gibi bu yüksek duvarlardan ilk tirmanan yeniçeri, devletin en mamur sancaklarindan birine bey olmustu Kalenin bütünüyle onarilmasi ve yanan yapilarin yeniden yaptirilmasi, Anadolu Beylerbeyi olan Sinan Pasa'ya havale edildi
Modon'un, Türkler tarafindan zaptedildigi haberi, Venedik'te büyük ve derin bir matemin meydana gelmesine sebep oldu Içine düsülen ümidsizlik, Doge Augustinos Barbarigo'nun, 7 Eylül tarihi ile Papa ve diger Hiristiyan hükümdarlara gönderdigi yazidan anlasilmaktadir Venedikliler, tek teselliyi Venedik donanmasinin Modon'u geri alacagi hususunda besledikleri temelsiz ümitte buluyorlardi Venedik senatosu, Modon'dan kurtulan bir kisim halki Kefalonya adasina yerlestirmekle mesgul oluyordu Bu arada Pâdisah, tahkimatina hayran kaldigi sehrin fethini Allah'in kendisine bir lütfu olarak telakki ediyordu Bâyezid, Modon'a girdigi sirada sehrin bir kismi muhafizlar tarafindan yakilmisti
KORON VE NAVARIN'IN FETIHLERI
Biraz önce görüldügü sekli ile Osmanlilarca Modon kalesinden sonra Koron ve Navarin de feth edilmislerdi Sinan Pasa, Modon'un tamiri ile ugrasirken, Hadim Ali Pasa kara ordusu ile, Kaptan Davud Pasa da denizden gitmek suretiyle Koron kalesini almakla görevlendirildiler Hadim Ali Pasa, Koron'a giderken önce Anavarin (Navarin) veya Zensiyo kalesini de aldi Gerek Koron, gerekse Navarin halki, Modon'un durumunu ögrendikleri için harp yapmadan teslim oldu Solakzâde, sehrin teslimi ile ilgili olarak sunlari söyler: " Modon kalesi, Osmanli ülkesine ilave edildi Yakininda vaki olan Koron kal'asinin fethine Ali Pasa tayin olunmustu Deniz tarafindan da Davud pasa'yi gönderdiler Her iki taraftan üzerine varildiginda, Koron kalesi muhafizlari Modon halkinin ahvalinden ibret almakla ailelerini ve çocuklarini Frengistan'a nakil için izin, mal ve menallerinin korunmasi için de emân istediler Böylece kaleyi kendi rizalariyla teslim eylediler Pasa da istediklerine müsaade gösterdi Osmanli müsamahasinin güzel bir örnegi olan bu anlayistan dolayi b uralarda bulunan Latinler sehri terk edip giderken, yerli halk yani Rumlar, "Cizye" denilen basvergisine baglandi Sultan Bâyezid, 20 Agustos l500'de Koron'a girip büyük kiliseyi camie tahvil ederek orada namaz kildi O, Modon'da oldugu gibi bin Azeb ve bin besyüz yeniçeriyi kale muhafazasinda birakarak 23 Agustos'ta sehri terk edip Istanbul'a dönerken bu iki sehrin gelirini Mekke ve Medine (Haremeyn)'e vakf eyledi
Inebahti, Mudon ( = Modon ), Koron ve Navarin'in feth edilip Venedikliler'den alinmalari üzerine "Fetihnâme"ler yazilip etrafa gönderilmisti Bu fetihnâmeler, beylerbeyiler, Müslüman ve Hiristiyan devletlere, bu meyanda Macaristan, Lehistan, Fransa ve Ispanya krallarina, Ceneviz Cumhuriyeti ile Rodos Sövalyelerine gönderilmislerdi
DENIZLERDEKI HAÇLI SEFERI
Venedik, Inebahti, Modon, Koron ve Navarin gibi yerlerin ellerinden alinmasinin yaninda, iki sene üst üste inen Osmanli darbesine karsi koyamayacagini anlamisti Bu sebeple Osmanlilara karsi Alman Impraratoru, Papa, Ingiltere, Fransa, Ispanya, Napoli, Lehistan ve Macaristan'dan yardim talebinde bulunur Bu yardimla Osmanlilar aleyhine bir "Haçli Ittifaki" ortaya çikmis oluyordu Baslangiçta, menfaatleri geregi Türkleri, Venedikliler aleyhine harekete geçiren Papa, bu sefer de çagrisi üzerine Osmanlilar aleyhine bir ittifak kurmaya çalisiyordu Papa IV Aleksandr, Venedik'e verdigi cevapta kendilerine yardim gönderecegine degindikten sonra, Türklerin yaptiklarini, kiliselerin ugradigi hakaretleri ve Hiristiyanligin içine düstügü tehlikeleri tasvir ederek Haçli Birligini saglayacagini açikliyordu Hammer'in ifadesine göre Papa'nin bu sekildeki davranisi, kutsallik perdesine bürünmüs olan nefret, gönlünde Padisah II Bâyezid'e karsi yakip yikmalardan gelen bir üzüntüden çok, Sehzâde Cem'in tahsisatini kaybindan dolayi öfkelenen Aleksandr Borciya'nin öfkesine benziyordu Sonunda ortak menfaatler, Venedik, Papa ve Macaristan Krali'ni saldirma ve savunma konusunda bir anlasma ile birlesmeye götürdüBunun için Venedik, Papa ve Macaristan arasinda l500 yilinda bir muahede imzalanir Bu anlasma, Roma'da l50l yilinda Papa Kilisesi'nde Pantekot Yortusu'nun Pazar gününde ilan olundu Bu, Hiristiyan devletlerin, Türkiye aleyhindeki ikinci ittifaklaridir Bu sekildeki taahhütler, Osmanlilara karsi "Haçli Savaslari"nin yerini almisti Buna göre müttefik kuvvetler denizde Osmanlilari mesgul ederken, Macarlar da karadan taarruz edeceklerdi
l500 senesi sonbaharinda Venedik Âmirali Pisaro, Osmanlilara ait Egine adasini isgal ederken, Ispanya ve Venedik donanmasi da Kefalonya adasini zaptetmislerdi Bu arada Fransa Krali'nin yegenini komutan olarak tayin ettigi ve l5 bin kisilik askerî gücü bulunan Fransiz donanmasi da Zanta adasina gelip demirlemisti Bundan baska, Aragon ve Sicilya Krali'nin donanmasi da Korfo adasina yanasmisti Amiral Ravestayn komutasindaki donanma ile birlesen Venedik gemilerinin de dahil bulundugu donanmanin mevcudu 200 kadirgadan ibaretti Iste "Haçli Ittifaki"nin meydana getirdigi bu muazzam donanma, Ege Denizi'ne açilarak Midilli adasini kusatma altina almisti
Midilli'nin kusatilma haberi, Istanbul'a ulasir ulasmaz, bir anda büyük bir kargasanin yasanmasina sebep oldu Çünkü buranin düsman eline geçmesi, diger adalar halkinin isyanina ve dolayisiyle onlarin da elden çikmasina sebep olabilirdi Bunun için adaya büyük bir kuvvetin gönderilmesi gerekiyordu Asker toplanmasi için memleket içine seksen "Ulak" gönderildigi gibi Pâdisah bizzat bu isle mesgul olarak, sehirliden ve sanat erbabindan adam yazip Hersekzâde Ahmed Pasa komutasinda 300 parça gemi ile adaya gönderildi
Bu esnada, müttefik donanmasinin bir kismi, Ege sahillerini tahrib ederken Rodos Sövalyelerinin reisi emri altindaki donanma da Akdeniz'deki Osmanli adalarini vuruyordu
Gerçi Istanbul'dan önce, Midilli'nin Haçlilar tarafindan kusatilma haberi, buraya en yakin olarak Saruhan Sancakbeyi Sehzâde Korkut tarafindan duyulur duyulmaz o, Kethüdasi komutasinda 800 kisi ile Karesi Sancakbeyi maiyetindeki timarli sipahi kuvvetlerini derhal adanin yardimina gönderir Ayazmend'e gelen Sehzâde'nin kuvvetleri karanlik bir gecede düsman saflarini yararak hisara girerler Bununla beraber, askerlerden bir kismi, kaleye girmeye muvaffak olduysa da bir kismi giremedi Bu esnada Sehzâde'nin Kethüdasi sehid olur
Kaynaklarimiz, burada geçen olaylari tafsilatli bir sekilde verirler Biz de onlarin dil özelliklerine fazla müdahele etmeden, onlarin ifade ettikleri sekilde olanlari nakl etmeye dikkat edecegiz Ahmed Pasa, Cemaziyelevvel (Aralik l50l)'de Midilli yakinina geldigi zaman kâfirler, Midilli Kalesine dogru yürüyüse geçtiler Fransa birliklerinin komutani ve Krali'nin yegeni, kaleye girmek için kosup öne çiktigi zaman, Islâm gâzilerinden bir yigit, bu gâvuru öldürüp kellesini kuleye dikti Bunu gören Fransiz askerleri bozulmaya basladilar Fransiz Amirali, kendisine yardima gelmekte olan Rodos Sövalyelerinin 29 parçadan mütesekkil donanmasini beklemeden demir alip kaçar Yolda Cerigo adasi civarinda firtinaya tutulan Fransiz donanmasi, tamamen batar Artik, Venedik askerlerinin yapabilecekleri bir sey kalmamisti Müttefiklerinin kaçtiklarini görünce onlar da gemilerine binip memleketlerine dogru yol almaya basladilar Bütün çabalarina ragmen, Midilli'yi ele geçiremeyen Birlesik Haçli ordusunun çekilmesi üzerine Midilli kalesi, yeniden tamir edilerek muhafaza için buraya asker konur
Fransiz donanmasi Midilli'den kaçarken, Rodos ile Ispanya donanmalari Ege'ye girip Çanakkale Bogazi'na kadar sokulmuslardi Amiral Gonzalvo de Cordova'nin komutasindaki Ispanyollar, Kemal Reis'in yaptiklarinin öcünü almak için çalisiyorlardi Fakat Fransiz donanmasi ile birlesemedikleri ve tanimadiklari bu yabanci sulardan ürkmüslerdi Bu yüzden de umduklarini bulamadan ve hiç bir sey yapamadan dönüp gitmislerdi
Görüldügü gibi, Venedik, Ispanya, Macaristan, Lehistan, Fransa, Almanya, Rodos ve daha baska devletlerin, daha dogru bir ifadeyle bütün bir Avrupa'nin Osmanli'ya karsi güç birligi edip birlesmelerine ragmen, birlikte hareket etme imkânina kavusturulmadiklari için bu Haçli Seferi'ni kaybetmislerdi Böyle büyük bir orduyu tam anlamiyla maglub etmek, II Bâyezid döneminin mühim olaylarindan biridir
Osmanli iktisat tarihiyle ilgili kaynak ve eserlerin belirttiklerine göre "Avâriz", "Kürekçi Bedeli" ve "Azeb" gibi "Örfî Vergi"lerin ilk defa tarh ( konmasi) edilmesi, Midilli hadisesinden sonra olmustur II Bâyezid döneminin devam eden ve tehlikeli bir hal alan savaslari, külliyetli miktarda askerin beslenmesini ve donanmanin hazirlanmasini gerektiriyordu Zira harpler, sikintili günler yasayan hazineyi, daha da zor durumda birakiyorlardi Iste bu sebeple devlet, bu dönemde ilk olarak "Imdadiye-i Seferiye" adi verilen yukaridaki vergileri koymustu
Venedikliler, bütün ittifak faaliyetlerine ragmen, Osmanlilarla basa çikamayacaklarini anlamis olmalilar ki, harpten çekilmek isterler Bu konuda, arabuluculuk yapmalari için Fransa Krali XII Lui veya Lehistan Krali'na vas vururlar Venediklilerin bu istekleri, Osmanlilar tarafindan da müsbet karsilanir Çünkü bu dönemde dogu hududunda Akkoyunlu Devleti'nin yerine Siî Safevî Devleti'ni kurmus olan Sah Ismail tehlikesi bas göstermisti
Osmanli Devleti ile Venedikliler arasindaki müzekere esaslarini, harpten önce Istanbul'da Venedik elçisi olarak bulunan ve casuslugundan dolayi tevkif edilen Andre Gritti isminde biri idare ediyordu Müzakereler sonunda l4 Aralik l502 (Receb 908 )'ta Osmanlilarla Venedikliler arasinda 3l maddeden mütesekkil bir anlasma imzalanir On gün içinde uygulamaya konacak olan bu muahedenin en önemli maddeleri sunlardi:
l Venedik Cumhuriyeti, Inebahti, Modon ve Koron ile oralardaki diger küçük kaleleri Osmanlilara terk ettigi gibi Arnavutluk'ta elinden alinan Drac'in zaptini da taniyordu
2 Venedikliler, Osmanlilardan zaptettikleri adalardan Kefalonya'yi kendilerine alikoyup Santamavra adasini iade ediyorlardi
3 Osmanlilar tarafindan harp esnasinda müsadere edilen ve halka ait olan esya geri verilecekti Venediklilerin her sene verecekleri on bin duka altinin ve Santamavra'nin zapti esnasinda Venedik Amirali Pesaro'nun eline geçmis olan yirmi dört bin dukanin Osmanlilara iadesi gerekiyordu
20 Agustos l503 ( Rebiülahir 909 ) senesinde Osmanlilarla Macarlar arasinda da bir anlasma imzalandi Macarlar tarafindan gönderilen Barhabas Belabi adindaki elçi ile yapilan anlasma yedi yillik olacakti Buna göre Osmanli Devleti, Macar Krali'ni, Isklovanya, Moravya, Silezya ve Lozasi hükümdari olarak da tanimaktaydi Buna karsilik Macaristan Krali, Osmanli akincilarinin Kuzey Bosna'da son olarak aldiklari yerlerin Osmanlilarda kalmasini kabul ediyordu Bu arada Bogdan, Eflak ve Raguza'lilar da anlasmadan istifade edeckelerdi Buna karsilik bu üç devlet, hem Osmanlilara hem de Macarlara vergi vereceklerdi Iki taraf ticaret serbestisini ve bu münasebetle tüccarlarin birbirlerinin ülkelerine gidip gelmelerine müsaade edeceklerdi Macar Krali dört Incil (Matta, Markos, Luka, Yuhanna) üzerine, Osmanli Vezir-i A'zami da Kur'an-i Kerim üzerine yemin ederek bu muahedenâmeyi tasdik etmislerdi Gerek Venedik, gerekse Macarlarla yapilan anlasmalardan sonra devletin dis güvenligi emniyet altina alinmis oluyordu

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Osmanlı Tarihi

Eski 04-21-2009   #47
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Osmanlı Tarihi



OSMANLI - MEMLÜKLÜ MÜNASEBETLERI
Osmanlilar ile Misir, Suriye, Güney Anadolu ve Hicaz'da hakimiyet süren Memlûk sultanlari arasindaki münasebet, ilk zamanlardan yani XIV asrin ikinci yarisindan itibaren dostane bir sekilde baslamisti O dönemlerde, küçük bir beylik olan Osmanlilarin Rumeli'deki muvafakiyetleri ve Islâm dünyasinin sinirlarini genisletmeleri, Memlûk Devleti tarafindan memnunlukla takip ediliyordu Fakat daha sonra gerek Sultan II Murad, gerekse onun oglu Fâtih Sultan Mehmed zamanindaki bazi olaylar, iki devletin arasinin açilmasina ve bir müddet sonra da birbirlerine karsi hasmâne (düsmanca) tavirlarin ortaya çikmasina sebep olmustur
Sultan II Bâyezid, kendisine muhalefet edip Osmanli tahtinda hak iddiasinda bulunan kardesi Cem'i, dostça karsilayip himaye eden ve ayni zamanda onu mücadeleye tesvik eden Memlûk Sultani Kayitbay'in, Çukurova bölgesindeki Üç-Oklar ile Maras ve Elbistan'a hakim olan Boz-Oklar'i devamli bir surette baski altinda tutmasi üzerine, Dulkadir'li Türkmen Bey'i Alâüddevle Bozkurd Bey'i himayeye karar verir Sultan Kayitbay, Cem'in Anadolu'ya geçmesine müsaade etmesi onun, Osmanli Devleti'nin aleyhine çalistigini gösteriyorduBununla beraber ihtiyati da elden birakmiyordu Nitekim Bâyezid'in culûsundan sonra Istanbul'a gelen Memlûk elçisi, hem Bâyezid'in saltanatini tebrik etmis hem de biraz sonra bahsedecegimiz ve gaspedilen esyayi getirip teslim ettikten sonra Sultan Kayitbay adina özür dilemisti Bu hal, aradaki gerginligi bir derece hafifletmisti Gerçekten, Sultan Kayitbay için baslica siyasî mesele Osmanlilar ile olan münasebet meselesi idi Arsiv Begelerinden anlasildigina göre (Topkapi Sarayi Müzesi Arsivi, nr 620l - 6385) Dulkadir Beyi, Sultan II Bâyezid'i, Memlûk Devleti aleyhine tesvik ediyordu Öbür taraftan, Hindistan'da Dekkan'da hüküm süren Behmenîler'den III Muhammed Sah ( l463-l482)'in , Vezir-i A'zam'i Hâce-i Cihan ( Hoca Mahmud Gâvân ) ile Osmanli hükümdarina göndermis oldugu hediyeler, Kayitbay tarafindan müsadere edilmisti Bu yüzden, Memlûk Sultani'na karsi kirginligini izhar eden II Bâyezid'in tutumundan endiselenen Memlûklular, bazi tedbirler almak zorunda kalmislardiNitekim Karaman Beylerbeyi Hadim Ali Pasa tarafindan "Kubbe Vezirleri"ne gönderilen 888 ( l483 ) tarihli arizadan anlasildigina göre Atabekü'l-Asakir Emir Özbek ez-Zahirî emrinde Halep'te toplanan Memlûk kuvvetleri, Ramazanoglu Eflatun Bey ile maiyetindeki boybeylerinin yardimlarini sagladiklari gibi, Turgutoglu Mahmud Bey'i Osmanlilara müskilat çikarmak maksadiyla Ermenek üzerine göndermislerdi Turgutoglu'nun, Süleyman Bey'le savastigi bir sirada Alaüddevle harekete geçer
Baslangiçta Osmanlilar'dan himaye gören Alaüddevle Bozkurd Bey, Nisan l484'te Memlûklular'in Haleb ve Safed naiblerini arka arkaya maglub ettikten sonra Kayseri Valisi Yakub Pasa kuvvetleri ile birleserek, Misirlilarin kurmus oldugu tuzaklardan kurtulmustu O, Elbistan ovasinda, Osmanli askerinin gayret ve yardimi ile Haleb Naibi'ni öldürüp Kal'atu'r-Rum (Rum Kalesi), Bire (Birecik) ve Anteb Naibleri ile Haleb büyük hacibi basta olmak üzere birçok Çerkez beyini esir etmisti
Bununla beraber Emir Özbek es-Seyfî, Emir Özdemir ve Emir Mogolbay gibi emirlerin yönettigi Memlûk ordusu, sür'atle Malatya'ya giderek burasini takviyeye muvaffak olur Malatya kalesine karsi giristikleri tesebbüste muvaffak olamayan Osmanli - Dulkadirli kuvvetleri, Malatya derbendinde kurulan pusuya da düsmüslerdi Böylece, Eylül l484 yilinda Kayseri Valisi Yakub Pasa'nin komutasindaki Osmanli kuvvetleri ile Dulkadiroglunun kuvvetleri maglub olmuslardi
Yakub Pasa, zorlukla kaçabilmis, birdenbire Osmanlilarin aleyhine dönüp Yakub Pasa'nin odugâhini yagmalayan Alaüddevle ise Trablus-Sam ve Tarsus Naiblerini serbest birakmak suretiyle Memlûklulara basvurmustu
Içinde bulundugu malî ve idarî sikintilar yüzünden Osmanlilarla karsilasmayi arzu etmeyen Memlûk Sultani, emirleriyle bir görüsme yapmisti Bu görüsme esnasinda Atabey Özbek ile diger emirler, Osmanli hükümdarina elçi ve hediye gönderip aralarinin düzelmesini teklif etmislerdi Bu teklif kabul edildiginden Emir Cani Bey Habib elçi olarak gönderilmisti Memlûk Sultani Kayitbay, II Bâyezid'e uygun tekliflerde bulunuyordu Bu tekliflerden en mühimi de Osmanli Padisahi'nin, elindeki bütün yerlerde "Sultan" olarak kabul edilmesiydi Memlûk Sultani'nin emriyle Kahire'deki Abbasî Halifesi I Mütevekkil Alallah tarafindan, buna isaret olmak üzere, Bâyezid'e bir de "Sultanlik Mensûru" gönderilmisti Sultanlik mensûrunu göndermekle yetinmeyen halife, iki Müslüman hükümdar arasindaki ihtilafin bertaraf edilmesini de tavsiye ediyordu
Bütün bu tavsiyelere ragmen aradaki rekabet ve bazi kiskirtmalar sonucu iki taraf arasinda savas kaçinilmaz hale gelmisti Bu yüzden Osmanlilarla memlûklular arasinda l485'de baslayan ve l490 ( hicrî 890 - 895 ) senesine kadar bes sene devam eden ve alti seferde biten savaslar görülmektedir Osmanlilarin, Karamanogullarini tamamen ortadan kaldirmalarindan sonra, Ramazanogullari ile ayni hududu paylasir olmalari ve Osmanlilardan himaye gören Alaüddevle Bozkurd Bey'in, Memlûklular tarafindan sikistirilmasi da iki devleti karsi karsiya getirmistir
Bu dönemde, Misir'la son veya altinci sefer diyebilecegimiz seferde, Dulkadiroglu Alaüddevle Bey'in, Osmanlilardan yüz çevirip Memlûk tarafina geçer O, bununla da kalmayacak oglunu rehine (kulluk) olarak Misir'a gönderdigi gibi, kizini da Atabekü'l-Asâkir Emir Özbek'in ogluna verir Öyle anlasiliyor ki bu durum, Osmanlilarin, Çukurova'da memlûklulara maglub olmalari üzerine olmustu Alaüddevle Bey'in Misirlilarla anlasmasi üzerine Osmanlilar yeni tedbirler almak zorunda kalmislardi
Iki Müslüman devletin birbirleri ile olan mücadeleleri, her ikisinin de yipranmasina sebep olmustu Zamanla yön degistiren muvaffakiyetlere ragmen devam eden savaslar, özellikle Memlûk idaresini zor durumlarda birakiyordu Bu yüzden devlet, yeni tedbirler alma mecburiyetini hissediyordu Memlûk idaresi, iyi teskilâtlanmis bir vergi sistemine sahip degildi Osmanlilarin, savasa devam edebileceklerinin anlasilmasi üzerine Kayitbay, halktan zorla yeni vergiler almaya karar verir Dönemin müelliflerince siddetli bir tenkide maruz kalan Kayitbay, Osmanlilara karsi Napoli Krali ile anlasir Müslüman Osmanli Devleti'ne karsi kurulan bu ittifak üzerine Kayitbay'a tehdid mektubu gönderen Sultan II Bâyezid'in bizzat kendisi sefere çikma niyetindedir Bunun için, padisahin otagi, Besiktas'a nakledilmis ve Üsküdar'a geçme hazirliklari baslamisti
Kismî muharebeler tarzinda uzayan Osmanli - Memlûk çekismesi, Dulkadir Beyi Alaüddevle'nin, Memlûklularin geçici zaferlerine kapilip, onlarin tarafina geçmesi ile daha da gergin bir hal aldi Bunun üzerine Sultan Bâyezid, kayinpederi Alaüddevle'yi beylikten azlederek, yerine onun kardesi olan ve Vize Sancakbeyi bulunan Sah Budak Bey'i tayin eder Osmanli sultani, Sah Budak Bey'in yanina Mihaloglu Iskender Bey'in kuvvetlerini de vererek onu Alaüddevle üzerine gönderir Fakat Memlûk kuvvetlerinden de yardim alan Alaüddevle, Sah Budak Bey'i Elbistan yakinlarinda yenip esir alir Esir alinan Sah Budak, Kahire'ye gönderilerek orada idam edilir
Bu basarilar üzerine daha çok cesaretlenen Memlûklular, Emîr Özbek komutasinda Misir ve Dulkadir kuvvetleriyle Kayseri'yi muhasara ile Nigde, Eregli ve Larende'ye kadar akinlarda bulunurlar Üzerlerine gönderilen Hersekzâde Ahmed Pasa kuvvetlerini yenerek Ahmed Pasa'yi esir alirlar Iste bu haberi alan II Bâyezid, bizzat sefere katilmaya karar verecek ve otaginin Besiktas'a nakledilmesini isteyecektir
Osmanli devlet ricali, Memlûklularla olan savaslarda ugranilan basarisizliklarin, gevseklikten ve isin siki tutulmamasindan meydana geldigini biliyor, ayrica sefer için acele edilmemesi gerektigini düsünüyordu Ancak bunu hükümdara nasil bildireceklerini bilemedikleri gibi buna cesaret te edemiyorlardi Nihayet ulemadan Molla Arap demekle söhret bulmus olan Müftü Alaeddin Ali el-Arabî (öl l496) bu hali, yani harb için acele etmenin muhatarali oldugunu arzederek isi önledi O, daha önce Ebu Bekir adindaki kadisini Misir'a göndererek basta Atabekü'l-Asâkir Emîr Özbek oldugu halde Memlûk ümerasini barisa yanastirmis, savasin tehlikelerini arzederek dostluk kapisini açmisti Hoca Saadeddin, Alaeddin Ali el - Arabî'nin mektubundan bahsederken, onun gönül alici sözler söyledigini, "Dinin Nasihat olduguna" temasla bunun geregi olarak barisin yapilmasi icab ettigini söyledigini, Misir Sultani'nin da bundan çok memnun oldugunu yazar Esasen bu siralarda Istanbul'a kadirgalarla gelip bir nüsha Kur'an-i Kerim ve bazi Hadis-i Serif kitaplarindan ibaret hediyeleri Bâyezid'e takdim eden Tunus Emiri el-Mütevekkil Alallah Osman'in elçisi, bir sefaatnâme ile tavasutta bulunmus ve Tunus'un, Ispanyollar tarafindan hücuma ugradigi su sirada, iki Müslüman devlet arasinda sulh yapilmasi için Emir'in ricasini arzetmisti Böylece barisa dogru bir adim atilmis oldu
Nihayet, Cemaziyelahir 896 (Nisan l49l)'de daha önce elçilik vazifesi ile Osmanlilara gönderilmis olan Mamay Haseki serbest birakilir Bundan sonra o, Osmanli Devleti'nin murahhaslari ile Kahire'ye döner Osmanli elçisi Bursa Kadisi Seyh Ali Çelebi adinda bir kimse idi Memlûk Sultani tarafindan huzura kabul edilen elçi, Adana ve Tarsus'un Mekke ile Medine evkafina ait yerler olmasindan dolayi, buralarla diger kalelerin anahtarlarini Memlûk hükümdarina iadeye memur edilmisti Memlûk Sultani, elçiye büyük ikramlarda bulundu Daha önce esir edilip hapsolunan Mihalzâde Iskender Bey'le diger esirleri serbest birakir Bu arada Iskender Bey'i sadece serbest birakmakla kalmaz, ayni zamanda ona hil'at da giydirir Sultan, Osmanli elçisine karsilik, Emîr Canbulat b Yasbek'i elçilikle Osmanli padisahina gönderir Nitekim Istanbul'a gelen müstakbel Memlûk Sultani Emîr Canbulat, birçok siyasî tesebbüslerde bulunmus, daha sonra, yaninda Seyh Bedreddin b Cum'a oldugu halde tekrar Istanbul'a gelen Mamay el-Haseki, ayni siyaseti devam ettirmistir Memlûk elçileri, Tunus elçisinin de yardimlariyla barisin yapilmasina muvaffak olmuslardi Buna göre Gülek Hisari sinir kabul edilerek Çukurova eskiden oldugu gibi Sam'a ilhak edilmistir
Cem'in sebep oldugu siyasî buhran yüzünden müskül durumda bulunan Osmanlilar, Halil Bey'in ( öl l5ll) Ramazanogullari'nin basina geçip, Memlûklularin rizasi ile Adana ve Tarsus'a hakim olmalarini kabul ettikleri gibi, anlasma geregince adlari geçen sehirlerin Haremeyn evkafi olan vâridatini ( gelirini) da, kendi gemileri ile Iskenderiye'ye tasimislardir Nitekim Âsik Pasazade ile Ibn Kemal'den anlasildigina göre meshur Türk denizcisi Kemal Reis, Mekke ve Medine vakif malini l498 ( 903)'de, Iskenderiye'ye gemilerle götürüp, buranin beyine teslim etmistir
Anlasma ile iki taraf arasindaki baris iade edilmis ise de bu hal, Osmanlilari tatmin etmiyordu Baris, zaman zaman çikan bazi engeller bertaraf edilmek suretiyle l5 sene kadar devam etmistir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Osmanlı Tarihi

Eski 04-21-2009   #48
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Osmanlı Tarihi



OSMANLI DEVLETI VE ENDÜLÜS MÜSLÜMANLARI
II Bâyezid'in hükümdar olarak bulundugu dönemin önemli olaylarindan biri de süphesiz ki Islâm cografyasinin en bati ucunda, baska bir ifadeyle Endülüs'teki Müslümanlarin basina gelen felaket idi Bu felaketin baslangici esnasinda Osmanli donanmasi, uzak denizlerde savasacak kadar güçlü degildi Bölgenin Osmanlilara olan uzakligi ve o siralarda Cem Sultan'in, Avrupa'da siyasî bir alet olarak kullanilmasi bir anlamda Osmanlilarin elini ve kolunu bagliyordu Bunlardan baska, Akdeniz'in öbür ucundaki bu bölgeye ulasmak için, Osmanli donanmasinin gerektiginde yardim alabilecegi bir liman veya sehir de mevcud degildi Bütün bu olumsuz sartlar da nazari dikkate alindigi zaman Osmanlilarin bu konuda neden daha faal bir rol oynayamadiklari anlasilir
Hicrî 92 (M 7ll ) tarihinde Kuzey Afrika'yi bastan basa kat eden Müslüman mücahidler, Ispanya'ya girdikten sonra orayi terk edinceye kadar Iberik yarimadasini medenî eserlerle süslemis, çok sayida kültürel ve sosyal müesseseler meydana getirmislerdi
Müsümanlar, Ispanya topraklarina ayak basar basmaz, irk, din, dil, mezheb ve soy farki gözetmediler Got, Vandal, Romali, Hiristiyan ve Yahudi demeyip herkese Müslümanlar gibi haklar tanidilar Endülüs ( III Abdurrahman, II Hakem gibi) büyük hükümdarlar gördü Parlak devirler yasadiOrada (Kurtuba Camii gibi) âbideler, (Medinetü'z-zehra gibi) saraylar yapildi Doguda Bagdad, batida Kurtuba, dünya yüzünde Islâm medeniyetinin gözler kamastiran merkezleri haline geldi Kurtuba'da kadinlardan alimler, sairler ve muallimler yetisti
Yedi asri askin bir süre bütün Ispanya, Portekiz ve hatta Güney Fransa'da hükümranligini kabul ettirmis olan Islâm hakimiyeti, bütünüyle yok edilmek isteniyordu Halbuki bu medeniyet, bütün medenî sahalarda Avrupa'nin üstadi, hocasi ve mürebbisi olmustu Bu hâkimiyet öyle bir medeniyet vücuda getirdi ki, cihanin en yüksek medenî seviyesine ulasti Bu medeniyet, Insanligin yüz aklarindan olan ilim, fen, edebiyat ve felsefe dahileri yetistirmisti Medreselerinde okuyan Hiristiyan ögrenciler, sonradan Avrupa'da kral ve Papa olmuslardi Endülüs Müslümanlari, Avrupa'daki Hiristiyanlara sadece maddî degil, manevî hasletlerde de öncülük yapmislardi Insanlik, baskalarini da düsünme, müsamaha gibi konulari anlayip kavramada onlara hocalik yapmislardi
Bilindigi gibi Endülüs (Vandelozya veya Andalousie), Ispanya'nin güney eyaletinin adi idi Müslüman ordulari Iberik yarimadasini (günümüzde Ispanya ve Portekiz devetlerinin bulunduklari yarimada) feth etmeye basladiklari zaman bu topraklara "Endülüs" adini verdiler
Istanbul'un l453 senesinde fethi, diger Islâm ülkelerinde oldugu gibi Beni Ahmer Devleti'nde de büyük bir sevinçle karsilanmisti Zira, Istanbul'un fethi, Endülüs'teki bu son Islâm devleti açisindan, Hiristiyan dünyasinin tehdidlerine karsi yardim taleb edebilecekleri yeni ve büyük bir Müslüman gücünün dogusu anlamina gelmekteydi Böylece Endülüs Müslümanlari ile Osmanlilar arasinda hissî bir alaka tesis edilmis oluyordu Gerçi l477 senesinde Girnata halkinin, Hiristiyanlarin baskilari yüzünden içinde bulunduklari zor sartlardan haberdar etmek ve yardim istemek üzere, Fâtih Sultan Mehmed'e bir elçi gönderdikleri belirtilmektedir Bununla beraber, Endülüslülerle Osmanllar arasindaki bilinen bu ilk dogrudan iliski ve haberlesme hakkinda daha fazla bir bilgiye sahip degiliz Iç çekismelerden dolayi küçülüp Hiristiyanlara yem olmaktan kurtulamayan Endülüs'ün (Beni Ahmer Devleti), son sehri olan Girnata da Kral Ferdinand ile Kraliçe Izabella'nin eline düsmek üzereyken Girnata'nin son hükümdari Ebû Abdullah es-Sagir, Afrika hükümdarlarindan oldugu gibi Istanbul'dan da yardim ister Fakat beklenen yardim saglanamaz Ebû Abdullah es-Sagir, 89l ( l486) yilinda Istanbul'a bir elçi göndererek Bâyezid'den yardim istiyordu Elçinin elinde parlak bir de kaside vardi Ebu'l-Beka Salih b Serif er-Rundî'ye ait olan bu mersiye, Hiristiyanlar tarafindan Endülüs'teki Müslümanlara yapilan zulüm ve iskenceyi anlatiyor, onlarin çektikleri izdirabi dile getiriyordu Manzum olarak Türkçe'ye de çevrilen bu mersiyenin bir kismi söyledir:
Hengam-i tamaminda gelir her seye noksan,
Ömründeki hosluklara aldanmasin insan,
Her sey mütehavvil, bu fena sence de meshûd,
Bir lahza meserret göreni, kahreder ezman

Siz, Endülüs'ün halini hiç duymadiniz mi?
Her kafile etmisken onu âleme destan,
Acizleri, sizden ne kadar istedi imdad,
Hep öldü, esir oldu, kimildanmadi insan

Dün, her yere sultan iken onlar, bugün eyvah
Küfr ellerinin hükmüne kulluk ile nalân,
Görseydin eger onlari bikes ve mütehayyir
Eylerdi sana zilletin envaini ilan

Görseydin o aglasmayi onlar satilirken,
Saskin hale getirirdi seni ahval ile ahzân
Ya Rabbi! Ayirdilar mâder u tifli (çocuk ile annesini)
Eylerse teferruk nasil ervah ile ebdân (ruhla bedenin ayrilmasi gibi)
Yardimin istendigi sirada II Bâyezid, bir taraftan Çukurova'da Memlûklular'la, diger taraftan kendisine karsi taht mücadelesi veren kardesi Cem Sultan olayi ile mesgul idi Nitekim, Endülüs Tarihi adli eserde, bu konuya temasla, elçilerin gönderildigine dair eski tarih kitaplarindaki bilginin dogru olmadigi anlatilarak söyle denir: Hakan-i müsarunileyh (II Bâyezid) reis-i mezheb-i ruhanî olan Papa'ya iki elçi göndermekle, sayet kral Girnata muhasarasinda israr ve Müslümanlari zarara sokarsa, ülkesindeki Hiristiyanlar hakkinda da ayni muamelenin yapilacagini bildirerek krala vasiyette bulunmasini istemistiCem Sultan meselesi gözönüne alindigi zaman bu rivayetin (yani elçi göndermenin ) dogru olmadigi anlasilir Osmanlilar, bu dönemde, Memlûk gailesi ile mesgul olmalarina ragmen, Girnata heyetini ümitsiz ve üzüntülü bir sekilde göndermek istemiyorlardi Bunun için bir donanma tertibi ile Akdenize açilmasini saglamis ve Cebel-i Tarik ile Sebte sahillerine taarruz etmek suretiyle Hiristiyanlarin, Müslümanlar üzerindeki agirligini hafifletmek istemislerdi Bununla beraber o dönemde Portekiz deniz kuvvetlerinin diger devletlerle mukayese edilmeyecek kadar büyük olmasi ve o siralarda Osmanlilarin ne Misir, ne de Tunus gibi bir Kuzey Afrika devleti ile anlasmasinin bulunmamasi, donanmanin fazla bir sey yapamadan dönmesine sebep olmustur Böylece bu müracaattan önemli bir sonuç alinamadi Bununla beraber, Girnata'nin müracaatindan bir sene sonra Kemal Reis komutasinda, Ispanya sularina bir Türk donanmasi gönderildi Ispanya kiyilarini vuran Kemal Reis, buralardaki bir kisim Müslüman ve Yahudiyi kurtararak Istanbul'a getirmistiHammer ise, Sultan Bâyezid'in Endülüs Müslümanlari ile ilgili faaliyetleri hakkinda su bilgiyi verir:
"Davud Pasa, Karaman asi asiretlerini itaat altina aldigi sirada Sultan II Bâyezid, Istanbul'da elçileri kabul ediyordu Bunlar içinde gerek itimatnâmesinin sekli, gerek maiyetindeki sahislar bakimindan en çok dikkat çekeni, Ispanya'nin son Islâm hükümdarinin elçisi idi Beni Ahmer'den Girnata hükümdari olan bu zat, Aragon ve Kastil Krali Ferdinand tarafindan agir bir baski altinda bulunuyordu Müslüman olmayanlarin istilalari karsisinda "Sultanu'l-Berreyn ve Hakanu'l-Bahreyn'den yardim dilemekte idi Elçinin itimadnâmesi, Elhamra padisahlarinin romantik ve sövalye ruhuna uygun yazilmisti Bu, Müslümanlarin ugradiklari izdirabi belirten ve Islâm'in Ispanya'da içinde çirpindigi düsüsü dile getiren ve nihayet 700 yildir bu kitada hüküm sürdükten sonra yakinda buradan çikarilacaklarini ifade eden Arapça bir kaside idi En etkili ve dokunakli tarzda Islâm milletlerinin ve hükümdarlarinin yardim ve merhametlerini diliyordu Bâyezid, dindar ve ayni zamanda sair oldugu için, Ispanya sahillerini tahrib etmek üzere bir donanma göndermekle buna cevap vermis oldu Donanma komutanligini Kemal Reis adi ile Hiristiyan donanmalarina korku salan amirale tevdi etti"
Beni Ahmer Devleti, Osmanlilara bas vurdugu gibi Memlûk Devleti'ne de müracaat etmisti Fakat kuvvetli donanmalarinin bulunmamasi yüzünden onlar da yardim edemediler Bununla beraber Memlûk hükümdari, Endülüs Müslümanlarina yapilan mezâlimi önlemek için Papa'yi ve Ferdinand'i tehdid ederek, sayet Ispanyollar Girnata Müslümanlarindan el çekmezlerse bütün Filistin Hiristiyanlarini Kamame (Kimame) Kilisesi'nde kestirecegini ve Hiristiyanlara Suriye ile Kudüs kapilarini kapatacagini söylemek üzere bir heyet göndermisti Fakat bunun da bir tesiri olmadi
Bütün bu olaylardan sonra Beni Ahmer Devleti, Ocak l492 (29 Safer 897)'de 55 maddeden mütesekkil bir muahede ile teslim oldu Böylece hakimiyetleri sona erdi Akd edilen muahede ve teslim sartlarina göre Müslümanlara hangi sekilde olursa olsun kötü muamelede bulunulmayacagi gibi onlarin cemaat haklari da taninacakti Fakat bu ahde ancak üç hafta riayet edildi Bundan sonra gün geçtikçe dozu artirilmak suretiyle orada kalmis olan Müslümanlara yapilmadik eza ve iskence kalmadi Bu arada kurtulmak için oradan çikmak isteyenlere de müsaade edilmiyordu Çünkü Müslümanlar, san'atkâr ve is sahibi idiler Fen, ilim, san'at ve ziraat erbabinin çogu Müslümanlardandi Bunlarin gitmesi halinde memleket bu islerden mahrum kalacakti Bununla beraber firsat bulanlar kafileler halinde Afrika sahillerine can atiyorlardi Bunlardan bir kismi da korsanlik yapmak suretiyle Ispanyollari tehdid ediyorlardi
Öyle anlasiliyor ki Osmanli Devleti, muhtelif sefer ve gaileler sebebiyle Endülüs Müslümanlarina istenildigi sekilde yardimda bulunamamisti Ancak XVI asrin ortalarindan itibaren bu isi Cezayir beylerine birakmisti Bunun için, Kaptan-i Derya ve Cezayir Beylerbeyi olan Kiliç Ali Pasa'ya gönderilen Zilkade 977 (Nisan - Mayis l570) tarihli bir hükümle Ispanya'daki Müslümanlara yardim etmesi emredilmisti Bunun sonucu olarak birçok Müslüman ve Yahudi Afrika sahillerine geçirilmisti Bunlardan bir kismi da Adana, Uzeyr, Tarsus, Sis ve Trablussam sancaklarina yerlestirilmistir Bu muhacirler, kendilerini toplayip üretici bir hale gelineye kadar bes sene müddetle bütün vergi ve resimlerden muaf sayilmislardir
Müslümanlarin, Ispanya ve Portekiz'in bulundugu Iber yarimadasindaki hâkimiyetleri sekiz asra yakin sürmüstü Bu hâkimiyet, 2 Ocak l492'de Girnata'nin Katolik hükümdarlara teslim olmasi ile son bulmustu Böylece, tarihin bir devresi kapanmis oluyordu Zira Ispanyollarin Girnata'yi isgalleri ve bu esnada isledikleri cinayetler, medeniyet tarihi bakimindan silinmez bir leke olarak kalacaktir Onlar, yaptiklari ile tam bir barbarlik örnegi sergilemislerdir Kendilerine medeniyet ögreten ve bu konuda üstadlari olan Müslümanlarin seviyesine ulasamadiklarini isbat etmislerdir Katolik bir Kardinal'in emriyle Girnata sehrinin büyük meydaninda 500000 küsur cild yazma kitap yakilmisti Müslümanlar, bütün Avrupa kütüphanelerindeki kitaplarin yekûnundan fazla olan bu kitaplari, sekiz asirdan beri dünyanin her tarafindan toplamislardi Insanlik âlemi, bu kitaplarin yakilmasindan dogan boslugu, bugüne kadar telafi edememistir En degerli müelliflerin en degerli eserleri, atese atilmisti Bu tarihlerde Avrupa'da l0000 cild kitabi bir araya getiren hiç bir kütüphânenin bulunmadigini belirtmek gerekir
Kral Ferdinand ile Kraliçe Izabella'nin, Müslümanlara verdikleri sözlerini tutmadiklarini, medeniyet ve kültür ürünü kitaplarin nasil yakildigini, Müslümanlarin nasil iskencelere tabi tutuldugunu Hiristiyan bir arastirmaci su sözlerle ifade eder:
" Katolik majesteleri Ferdinand ve Isabella, Müslümanlarin tabi tutulduklari teslim sartlarina bagli kalmada basari gösteremediler Kraliçenin özel günah çikarma papazi Kardinal Ximenes de Cisneros'un komutasi altinda tertiplenen ve geride kalan Müslümanlarin kiliç ve zor kullanilmak suretiyle irtidad (Islâm'dan dönme) ettirilip Hiristiyan dinine sokulmalari maksadina matuf bir askerî harekat l499 yilinda baslatildi Bu kardinalin ilk isi, Islâmî konularda kaleme alinmis el yazmasi kitaplari toplatip yaktirmak suretiyle piyasadaki dolasimini durdurmak olmustur Simdi artik Girnata sehri, Arapça yazilmis bu kitaplarin yiginlar halinde yakilmasindan olusan "senlik atesleri"ne sahne oluyordu Engizisyon adi verilen iskence ve zulüm hareketleri, müessesevî bir hale getirilmis ve yogun bir biçimde devamli isler halde tutuluyordu" Bu yazar, Müslümanlara karsi yapilan iskence ve yakilan binlerce cild kitabin maruz kaldigi insanlik disi davranisi ne kadar yumusatmaya çalissa da yine de dindaslarinin isledigi bu câniyane hareketten bahs etmeden geçemiyor
Girnata, Araplarin her türlü dinî hürriyetlerine, can ve mallarina dokunulmamak sartiyla teslim olmustu Fakat Katolikler'e göre " Kâfir Müslümanlar"a verilmis sözün hiç bir ehemmiyeti olamazdi Böylece, Yeniçagin esiginde beser tarihinin en büyük yüzkaralarindan biri irtikâb edildi Insanligin müsterek mali olmasi icab eden medeniyetin, o çag için en zarif olan dallarindan biri sistematik bir sekilde imhaya baslandi Hele cihanin en büyük kütüphânesinin merasimle yakilmasi, yakin zamanlarda bütün Ispanyollar tarafindan bile lanetlenmis bir hadisedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Osmanlı Tarihi

Eski 04-21-2009   #49
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Osmanlı Tarihi



BÂYEZID'IN SON SENELERI
Gençliginde, eglenceli ve tatli bir hayat sürmüs denebilen II Bâyezid, devletin basina geçtikten sonra tamamen farkli bir hayat sürmeye baslar Saltanatinin sonlarina dogru, kendini tamamen ibâdete veren II Bâyezid, yasinin ilerlemesi üzerine, devlet islerinin büyük bir kismini vezirlerine birakir Onun saltanatinin son senelerinde önemli bazi hâdiseler meydana gelmisti Bunlardan biri hemen hemen bütün bir Osmanli ülkesini ilgilendirecek olan ve "Küçük Kiyamet" denilen büyük depremdi Ikincisi de sehzâdeler arasindaki rekabet ve tahti ele geçirmek için birbirlerine karsi giristikleri çekisme idi
KÜÇÜK KIYAMET
Hicrî 9l5 senesinin Rebiülahir ayinin 25 Sali gecesi (l4 Agustos l509) Memaliki - Rûm denilen Amasya, Tokat, Sivas, Çorum ve havalisinde baslayip 45 gün siddetle devam eden depremde halk, iki ay kadar disarda çadir ve örtüler altinda kalip hayatini devam ettirmek zorunda kalmisti Bu deprem, ayni siddette Istanbul ve Edirne'de de oldu Gerçekten, l4 Eylül l509'da Istanbul, Osmanli tarihinin kayd ettigi en siddetli ve hizli depremine maruz kalmisti Küçük kiyamet denilen bu depremde Istanbul'da yüz dokuz cami ve mescid ile bin yetmis ev harab olmustu Halktan da bes bin kadar insan ölmüstü Istanbul'un, Egrikapi'dan Yedikule'ye kadar olan üç kat suru yikildigi gibi, Yedikule'den de baslayip deniz kenarindaki Ishak Pasa Semti kapisina kadar harab oldu Bunlardan baska Fâtih Camii'nin kubbesi ve direklerinin baslari çatladigi gibi imâret, hastahane ve Sahn Medreseleri'nden bazilari ile diger medrselerden bir kisminin kubbeleri yikildi Fâtih civarindaki Karaman Mahallesi, bastan basa harab oldu Sultan Bâyezid Camii'nin kubbesi dagildi Hadim Ali Pasa Camii'nin (Divanyolundaki Atik Ali Pasa Camii) kubbesi düstügü gibi Atmeydani'ndaki sütunlardan alti tanesi devrildi Yeni Saray (Topkapi Sarayi )'in deniz tarafi yer yer harab oldu Bu büyük depremde binlerce insan yikintilar altinda gömülü kalmisti Sadece Vezir Mustafa Pasa'nin konaginda atlari ile birlikte üçyüz süvari hayatlarini kayb etmisti Köpürmüs ve azgin bir hal almis olan deniz dalgalari, Istanbul ve Galata surlarini asarak sokaklarda tufan meydana getiriyordu Bu arada eski su bentleri de yikilmisti Sultan II Bâyezid, sarayinin duvarlarina güvenemediginden bahçesinde gayet hafif ve tehlikesiz bir çadir kurdurarak orada on gün kadar ikamet eder
Kirkbes gün kadar araliklarla devam eden bu deprem, Istanbul, Rumeli ve Anadolu eyaletlerinin sâkinlerini sürekli bir heyecan içinde yasatti Çorum halkinin üçte ikisi, sehirlerindeki toprak kaymalari yüzünden yarilip açilan topraklar içinde yok oldular Yine bu esnada Gelibolu istihkâmlari da yikildi Sultan II Bâyezid'in dogdugu sehir olan Dimetoka bir toprak yigini halini almisti
Sultan Bâyezid, bu deprem (zelzele) münasebetiyle devletin ikinci payitahti olan Edirne'ye gittiyse de ayni sene Receb ayinin dokuzunda, yani Istanbul zelzelesinden l5 gün sonra Istanbul'dakinin benzeri olan ve ayni siddette bir deprem meydana geldi Mimar Hayreddin, onbes gün içinde Pâdisah için Edirne'de ahsab bir ev yapti Pâdisah, bu ahsab evde ikamete basladi Ayni sene Saban'in üçünde Edirne'de yine benzer siddette bir deprem daha oldu Tunca Nehri tasarak ve yatagini da asarak depremin yikintilarini kapladi Üç gün geçit vermeyen Tunca'nin tasmasiyla da bir çok insan öldü
Rivayete göre Sultan Bâyezid, bu siddetteki bir depremi, vezir ve komutanlarinin halka yaptigi zulmun bir sonucu olduguna inanarak onlari: "Zulüm ve fesadiniz cevr ve bid'atiniz elinden, mazlumlarin ahlarinin atesi, Allah'in gazabina sebep olmustur Bu, sizin zulmünüzün semeresidir ki, iste ortaya çikti" diyerek ilgilileri azarlamis ve bundan sonraki hareketlerinde dikkatli olmalarini, halka zulüm etmemelerini, haksizlik yapmamalarini söylemistir Bundan sonra Istanbul'un tamiri için neler yapilmasi gerektigi hususunda ilgililerle istisarede bulunur Istisare sonunda Istanbul'da yikilan yerleri yeniden yapmak veya tamir etmek için yirmi evden bir kisi ve ev basina yirmi ikiser (yirmi beser oldugu görüsü de bulunmaktadir) akça takdiriyle "Cerahor", yani ücretli amele tedarik edildi Bu sekilde Anadolu'dan 37 bin, Rumeli'den de 29 bin cerahor çikarilip üç bin kadar mimar ve marangoz getirildi Bunlardan baska "Yaya"lardan sekiz bin, "Müsellem"lerden de üç bin kisi kireç yakmakla görevlendirildi Böylece devlet ve millete ait olan yerlerin insaati, 9l5 senesinin l8 Zilhiccesi'nde ( 29 Mart l5l0) baslamis ve altmis bes günde sona ermisti Bu insaat ve tamiratta, Istanbul surlarindan baska Galata'daki mahzenler, Galata kulesi, Kiz kulesi, Rumeli ve Anadolu hisarlari fenerlikleri, Çekmece köprüleri ile Silivri kalesi gibi önemli yerler de vardi Sutan II Bâyezid'in bu çabalari üzerine Istanbul kisa bir sürede adeta yeniden insa edilmis oldu Bu insaat, bütünüyle Mimar Hayreddin'in nezâreti altinda yapilmisti Insaatin tamamlanmasindan sonra hükümdarin emri üzerine üç gün ve gece, fakirlere yemek dagitildi
SEHZÂDELER MESELESI
Sultan II Bâyezid'in, Abdullah, Sehinsah, Alemsah, Mahmud, Mehmed, Ahmed, Korkud ve Selim isimlerinde sekiz oglu olmustu Bunlardan Abdullah, Sehinsah, Alemsah, Mahmud ve Mehmed, babalarinin sagliginda ölmüslerdi Geriye yas sirasina göre Ahmed, Korkud ve Selim kalmislardi Sehzâde Korkud Saruhan (Manisa), Sehzâde Ahmed Amasya, Sehzâde Selim de Trabzon valiliklerinde bulunuyorlardi
Pâdisahin yaslanmasiyle birlikte memleketteki düzensizlikler de artmaya basladi Hayatta kalan sehzâdelerden her biri, iktidari ele geçirmek için gayret ediyordu Bu gayrete sebep olan saltanat hirsi yaninda, Fâtih Sultan Mehmed Kanunnâmesi'ndeki "Nizam-i âlem için öldürülme" korkusu da vardi Bu düsünceler, her üç sehzâdeyi de, hayatinin son günlerini yasayan babalarinin yerine geçmek için harekete getirdi
Devlet adamlari, Ahmed'in yasça büyük, çocuklarinin çok ve babasi gibi uysal olmasi sebebiyle padisah olmasini istiyorlardi Bütün bunlar, o dönem anlayisi bakimindan Ahmed için birer avantajdi Ortanca ogul olan Korkud, sessiz, ilim ve musikî ile hayatini geçiren sair ruhlu bir sehzâde idi Onun bu hali, birçoklari tarafindan sevilmesine sebep olmustu O da içtenlikle tahta geçmeyi istiyordu Fakat erkek çocuklarinin olmayisi onun padisah olmasini zorlastiriyordu Sehzâdelerin en küçügü Yavuz Sultan Selim'di Onun da Süleyman adinda bir oglu vardi Sert olusundan ve devlet adamlarini, yaptiklari yanlislarindan dolayi acimasizca tenkid ettiginden, devlet ileri gelenleri tarafindan pek sevilmedigi gibi, padisah olmasi da istenmiyordu Devlet adamlarinin bu sekildeki görüslerine karsilik ordu, Selim'i destekliyor ve onun, babasinin yerine geçmesini istiyordu Böylece ülke, asker ve sivil güçler arasinda iki farkli ve birbirlerine tamamen zit olan iki anlayisla karsi karsiya kalmisti
Sehzâde Korkud
Bâyezid'in, hayatta kalan üç sehzâdesinin ortancasi idi 872 (M l467)'de dogan Korkud, dedesi Fâtih'in yaninda yetistiginden, tahsiline itina edilmisti Bu sebeple âlim, fâzil, sair ve musikisinas bir sahisti Islâm hukukuna dair genis bilgisi olup Arapça'yi hem anlar hem de yazardi Babasina gönderdigi bazi mektupari Arapça idi "Harimî" mahlasiyle siirleri vardi Dedesi Fâtih'in vefatinda, babasi yetisinceye kadar onun adina saltanata vekâlet etmisti Babasi zamaninda 888 ( l483 M ) senesinde önce Manisa Sancagi'na tayin edilmisken, bilahere agabeyi Ahmed'in tesiriyle Istanbul'a uzak olan Teke ili (Antalya) Sancagi'na naklolunmustu Ilk sancaginin kendisine tekrar verilmesi hususunda babasina mektup yazip istekte bulunduysa da bu istek, sarayca reddedildi Babasinin ,Ahmed'e olan meyli de onu kizdiriyordu Keza, Vezir-i A'zam Has'larindan olan ve kendisinde bulunan bir Has'sin, Hadim Ali Pasa'ya verilmesi kendisini çok üzmüstü Bu sebepler ve memleketin fena idaresi onu kizdirir Bu sebeple Hacca gitmek için hazirlik yapar Böylece 8 gemi, 80 kadar asker ve 50 kadar maiyyeti ile l8 yük akça kadar para alir Durumdan haberdar olan Sultan Bâyezid, Mevlâna Alaeddin (Imam Ali )'yi gönderip Izmir'in, sancagina ekledigini bildirir Buna karsilik Korkud:
"Bana saltanat gerekmez Ben, Hz Peygamber'i rüyamda gördüm Beni, Hacca davet etti" diyerek babasinin gitmeme teklifini reddeder Elçi dönüp durumu babasina anlattiginda Bâyezid: "Kazaya, rizadan baska çare yoktur" diyerek adamlarinin yerinde kalmasini emreder Misir Sultani, Korkud'u çok güzel bir merasimle karsilar Ona hediyeler verip ikramlarda bulunur Hatta ona günlük 3000 filorilik bir maas baglar Memlûk Sultani ile ilk görüsmede Sultan, onu evladi yerinde saydigi için gözlerinden, o da Memlûk Sultani'ni baba makaminda gördügü için gerdanindan öper Görüldügü gibi Misir'da çok iyi karsilanan Korkud, amcasi Cem Sultan gibi bir maceraya atilmak üzeredir
Memlûk Sultani, onun tahta çikmak için kendisinden yardim istemeye veya babasi ile arasini bulmaya geldigini zannetmisti Fakat onun gerçek niyeti, Kudüs ve Haremeyn gibi yerleri ziyaret edip hac etmekti Ancak, Memlûk Sultani'nin, Osmanlilarla aralarinin açilmasina sebep olur endisesiyle onun hacca gitmesine izin vermedigi belirtilmektedir Sehzâde Korkud'un, ülke ve memleket arzusu ile babasindan izinsiz gelmis olmasi, pisman olmasina sebep olmustu Misir Sultani, 9l7 (l5ll M ) yilinda geri dönen Sehzâdeyi 20 parça gemi ile ugurlar Sancagina dönen Korkud, babasina pekçok hediyeler göndererek yaptiklarindan dolayi özür diler Bunun üzerine bazi ilavelerle Saruhan Sancagi kendisine verilir
Sehzâde Ahmed
Bâyezid'in, hayatta kalan en büyük oglu olup 870 (M l465) yilinda dogmustur Babasi tarafindan çok sevildigi gibi Vezir-i A'zam Hadim Ali Pasa da onun tarafini tutuyordu Bu bakimdan, her an hükümdar olabilirdi Sehzâde Ahmed, mutedil ve her seyi düsünerek ona göre tedbir alan bir kimse oldugundan, bir kisim devlet erkâni da, onun, babasinin yerine geçmesine taraftardi Hatta Sah - Kulu (Seytankulu)'yu ortadan kaldirmakla görevlendirilen Hadim Ali Pasa, Sehzâde Ahmed'le görüstügü zaman kendisinin hükümdar olduguna dair padisah nâmina sehzâdeye teminat vermisti Bununla beraber bu isin, Sah -Kulu isyaninin bastirilmasindan sonra gerçeklesebilecegini söylüyordu Bundan dolayi Sehzâde Ahmed, kendisini hükümdar bilerek askere ve komutanlara ihsanlarda bulunuyordu Bununla berabr kendisine bey'at ettirmek istedigi yeniçerilerin "Padisahimiz hayatta oldukça kimseyi hükümdar tanimayiz" diye onun bu pesin kararina karsi çikip red cevabi vermeleri, sehzâdeyi müteessir etmisti Ahmed, en çok kardesi Korkud'un hükümdar olacagindan endise ediyordu Sehzâde Ahmed'in en samimi taraftari olan Hadim Ali Pasa'nin, Sah - Kulu olayinda ölümü, bunun isini biraz bozmus ise de gerek babasi, gerekse diger devlet erkâni, bu arada Rumeli'de Mihalogullari ve diger beyler kendisini istiyorlardi Hatta Rumeli akincilari " Biz, sana tabiyiz ne durursun" diye Ahmed'e haber göndermislerdi Fakat Hadim Ali Pasa'nin ölümü üzerine onun Sah - Kulu asilerini takip etmeyip Amasya'a gidisi yeniçerilerin hosnutsuzluguna sebep olmustu
Sehzâde Ahmed, en büyük taraftari olan Hadim Ali Pasa'yi kaybedince çok üzüldü Anadolu ve Kapikulu halkina agir sözler söyledi Ordu ile arasindaki sogukluk bir kat daha fazlalasti Hele Yavuz Sultan Selime'e Avrupa'da bir sancagin verildigini isitince hiddeti bir kat daha artmisti Bu yüzden, Sah - Kulu isini bir tarafa birakarak, Selim meselesini takib etmeye basladi Anadolu'yu Kizilbas'tan temizlemeye ugrasacagina Afyon'da oturarak Anadolu'nun yakilip yikilmasina ve halkin soyulmasina, devlet kuvvetlerinin yenilmesine âdeta seyirci kaldi Günlerini, padisahlik hayallerinin tahakkuku için Edirne'ye ulak ve mektuplar göndermekle geçirdi Sehzâdenin bu hali, Anadolu halki ve askerlerinin gözünden kaçmadi Böyle bir tutum ve davranis, onun, halk nazarindaki itibarinin düsmesine sebep oldu
Sehzâde Selim ve Hükümdar Olusu
Sultan II Bâyezid'in hayatta kalan üçüncü oglu idi Annesi Dulkadiroglu Alâuddevle'nin kizi Ayse Hatun'du Babasinin Sancakbeyi olarak bulundugu Amasya'da dünyaya gelmis olup dogum tarihi 875 ( l470 ) olarak kabul edilmekle birlikte hicrî 87l veya 872 seneleri olabilecegi de belirtilmektedir Selim de Sehzâde korkud gibi dedesi Fâtih'in yaninda büyüdü Devrin hocalarindan ders aldi Sehzâde Ahmed ve korkud'un yumusak huyluluguna karsilik Selim, sert, cevval ve hareketli idi Sairlik yönü de bulunan Selim,Türkçe, Farsça ve Tatarca siirler söylerdi
Sehzâde Selim, babasinin, uzun zamandan beri bozulmaya yüz tutan devlet islerinden müteessiren saltanati terk edecegini haber aldigi için, tertibat almayi uygun görmüs olmalidir Bilindigi gibi bu dönemde, hanedan içinde henüz bir "Verâset-i Saltanat Kanunu" bulunmadigindan, Fâtih kanunnâmesi geregince hükümdar olan sehzâde, diger kardeslerini "Nizâm-i âlem" için öldürebilirdi Bu sebeple Selim, kardesleri olan Ahmed ve Korkud'un durumlarini gözden irak bulundurmuyordu Bununla beraber, Istanbul'a uzak olmasindan dolayi saglikli haberler de alamiyordu
Sehzâde Ahmed, yumusakligi ve sakin hali ile bütün devlet erkâninin takdirini kazanmisti Halbuki Selim, atakligi ve sertligi ile taniniyor, bu yüzden de kendisinden çekiniliyordu Nitekim, bu siralarda Erzincan ve çevresinde faaliyette bulunan Sah Ismail'i o mintikadan uzaklastirdigi gibi, Gürcüler üzerine de sefer yaparak o taraflarda da kendisini göstermis oldugundan onun bu hal ve tavirlari babasina karsi " serkesâne vaziyet aldi" seklinde gösterilmisti Sehzâde Selim, saltanati elde etmek isteyen kardeslerine karsi hazirliklar yapmis, kendisine bagli olan kuvvetlerden baska, Kirim Hani kuvvetlerinden de istifade etmisti Nitekim, Rumeli'ye geçtigi sirada Kirim Hani'nin küçük oglu komutasinda yaninda üçyüz elli kadar Tatar askeri vardi O, taraftarlari vâsitasiyle Yeniçeri Ocagi'ni da elde etmisti
Sehzâde Selim'in, Rumeli'ye geçtigi haberi Istanbul'a ulastigi zaman devlet erkâni, padisahi Edirne'ye götürmek üzere yola çikarmisti Bu sayede Selim'in üzerine asker de sevk edilecekti Bu durumu ögrenen Selim, " asi olmadigini ve babasina tazimlerini arz için geldigini " bildirmisti Bu arada babasi tarafindan kendisine nasihatta bulunmak üzere gönderilen elçiye iltifatlarda bulunmustu
Selim'i sevmeyip onun aleyhinde bulunan kimseler, bu durumu kabul etmeyerek Selim'in üzerine Rumeli beylerbeyi Hasan Pasa'yi göndermislerdi Fakat Hasan Pasa, harb etmeden Edirne'ye dönmüstü Bunun üzerine padisah bizzat kendisi Selim'e karsi harekete geçmisti
Bâyezid, ihtiyar oldugundan araba ile hareket edip Çukurçayir'da Selim'in ordugahinin karsisina gelmisti Selim, ordusuna, karsi taraftan bir taarruz vaki olmadikça harekete geçilmemesi emrini vermisti Bu esnada, Sultan II Bâyezid'e, binmis oldugu arabanin penceresinden, elini öpmek üzere gelen oglunun kuvvetleri gösterildigi zaman padisah, üzüntüsünden aglamisti Sehzâde Selim'e taraftar olmalari ihtimal dahilinde buluan Rumeli akinci ve sancakbeylerinin istirham ve istekleri üzerine muharebeden vaz geçilerek iki taraf arasinda bir anlasma saglandi Buna göre Selim'e bir heyet gönderilip simdilik babasi ile görüsmesine imkân bulunmadigi, bununla beraber Sehzâde Ahmed'in veliahd olarak tayin edilmeyecegi bildirilmisti Ayrica, Rumeli'den istedigi Semendire sancaginini kendisine tevcih edildigi bildirildi
Bâyezid, sehzâdelerinden hiç birini, digerlerine tercih etmeyecek ve onlardan birini veliahd yapmayacagina dair bir de ahidnâme yazdirarak bu olayin ilk safhasini kapatmis oluyordu Böylece veliahd tayini isini önlmeyi basaran Selim, emri altindaki askerle Semendire'ye gitmeyip, Rumeli beylerinin karari ile Eski Zagra ve Filibe taraflarinda kalarak Semendire'ye bir vekil göndermist
Vezir-i A'zam Hadim Ali Pasa'nin, Sah - Kulu olayinda sehid olmasi ve o siralarda, Karaman Valisi olan oglu Sehinsah'in vefat haberini almasi üzerine çok üzülen Sultan Bâyezid, Edirne'den Istanbul'a hareket edip saltanattan çekilmeyi düsünür Böyle bir durumda kimin saltanata gelecegi meselesi tekrar gündeme gelir Devlet erkâni, Sehzâde Ahmed'in, babasinin yerine geçmesine taraftardir Fakat Hadim Ali Pasa'nin yerine Vezir-i A'zamliga gelen Hersekzâde Ahmed Pasa, bu görüse katilmamaktadir Bununla beraber yapabilecegi fazla bir sey de yoktur Daha önce Selim'e hiç bir sehzâdenin veliahd olmayacagina dair söz verilmis olmasina ragmen Ahmed, tahta geçmek üzere Istanbul'a davet edilir Filibe'de bulunan Sehzâde Selim, adamlari vâsitasiyle bütün bu görüsme ve gelismelerden haberdar olur
Selim, alinan kararin, kendisine verilen ahidnâmeye aykiri oldugunu görünce 40 bin kisilik bir kuvvetle Çorlu'da babasinin kuvvetlerinin bulundugu Karisdiran Ovasi'na gelir Sehzâde Ahmed taraftarlari, II Bâyezid'i, Selim'in aleyhine tahrik için arabasinin örtüsünü kaldirarak "Elinizi öpmeye gelen oglunuzun kuvvetini görün, müretteb ve müsellah (silahli) askerlerle ogul babayi böyle mi ziyaret eder?" diyerek padisahi ogluyla savasa tahrik etmislerdi
9l7 Cemaziyelevvel'inin sekizinci günü (Agustos l5ll )'de iki taraf arasinda meydana gelen muharebe, Selim'in aleyhine sonuçlanir Bundan sonra, Sehzâde Ahmed'in hükümdarligi kesinlesmis gibi olur Bu sebeple Ahmed Istanbul'a davet edilir Bununla beraber Hersekzâde Ahmed Pasa, daha önce verilmis ahidnâmeye sadik kalinmasini isteyecek ve fakat sözünü dinletemeyecektir Sehzâde Ahmed, aldigi emir üzerine sür'atle Istanbul'a dogru yola çikip Gebze'ye, oradan da Maltepe'ye gelir Fakat yeniçerilerin kendisini istememeleri ve Istanbul'da bazi isyan hareketlerine girismeleri üzerine tekrar Anadolu'ya döner
Selim'in aleyhtarlari, Ahmed'in muvaffak olamamasi üzerine bu defa da Sehzâde Korkud'u hükümdar yapmak üzere onu Istanbul'a davet ederler Manisa'da bulunan bu sehzâde, sür'atle Mihalic'e, oradan da kayiklarla Davut Pasa iskelesine gelip karaya çikar Önce yeniçeri ocagina gitmis sonra babasini görüp kardesi Ahmed'den kaçtigini söyler Yeniçeriler, Korkud'a karsi saygida kusur etmezler, ancak Selim'den baskasini hükümdar olarak istemediklerini de münasib bir sekilde anlatirlar
Bütün bu gelismeler karsisinda, idareyi Selim'e terk etmekten baska çare bulamayan II Bâyezid, oglu Selim'i Istanbul'a davet eder Sehzâde Selim, kara yolu ile Kefe'den Akkirman'a oradan da Rumeli'ye geçip Istanbul'a gelirDevlet erkâni tarafindan karsilanip tebrik edilen Selim'in, Divân-i Hümayûn'a gelip babasinin elini öpmesi istenir Fakat bir suikast olur endisesiyle Selim, ancak at üzerinde babasi ile görüsmeyi kabul eder Ertesi gün Selim, bütün devlet ricalinin hazir bulundugu bir sirada babasi ile görüsür Bâyezid, oglunun hükümdar olmak istedigini ve askerle bir kisim devlet adaminin da bunu destekledigini görünce, diger sehzâdelerden herhangi birinin kendisine muhalefet etmedikçe öldürülmemesi sözünü de aldiktan sonra saltanati kendisine terk eder Böyece 8 Safer 9l8 Cumartesi (25 Nisan l5l2) günü vezirler saraydan çikip Selim'in saltanata geçtigini ilan ederler Yavuz Sultan Selim'in tahta geçis tarihi olarak 7 Safer gününü veren kaynaklar da (M Süreyya, Sicill-i Osmanî, I, 38) bulunmaktadir Bundan sonra Selim gelip babasinin elini öper ve onun hayir duasini alir Bu esnada II, Bâyezid, ogluna su ögüdü verir:
Kâfirin katline eyle ihtimam
Kim anunla tutar din-ü mülk nizâm
Padisah oldunsa adli pise et (önde tut)
Zulm-ü bidad (adaletsizlik) eyleme endise et
Merhamet et âciz u bi-çareye (çaresize)
Sefkat eyle bi-kes (kimsesiz) u âvareye
Tangri içün it ehl-i ilme ihtiram
Derdmend ( dertli)in hatirin hos gör müdam
Müfsidin neslini kes ger sah isen
Adle meyl et bende-i Allah (Allah'in kulu) isen
Öyle anlasiliyor ki Yavuz Sultan Selim, babasina, kardesleri rahat durduklari müddetçe hayatlarina dokunmayacagina dair söz vermisti Verdigi bu söz sebebiyle gelisi ve tahta çikisi esnasinda, Istanbul'da bulunan kardesi Korkud'a saygi gösterdi Onu, Saruhan Sancakbeyligi'nde birakti Kirim Hani'na bir mektup yazarak padisah oldugunu ve yaninda bulunan Sehzâde Süleyman'i göndermesini bildirdi Yavuzun, padisah olusu, gerek Istanbul, gerekse bütün bir devlette büyük bir sevinç ve cosku ile karsilandi Hakkinda medhiyeler yazildi Fakat kardesi Sehzâde Ahmed ve ogullari bu haberi hiç begenmediler Bu sebeple Murad (Ahmed'in oglu ) Amasya'da, Ahmed ve Alâeddin Konya'da Selim'in hükümdarligini tanimadilar Onlar da müstakil birer hükümdar gibi yasamaya basladilar
Selim'in tahta geçisi, gerek Osmanli, gerekse Sünnî Islâm dünyasi için hayirli bir hareket olmustu Zira, bir bakima Iran'in ileri karakolu olarak vazife gören Siîlik, II Bâyezid döneminde Osmanli topraklarinda faaliyet gösterirken, Sünnî akide ve tarikatlar, bu istilaci hücuma ayni cins silahlarla mukabele edemiyorlardi Daha önce de temas edildigi gibi bir "Mehdi" hikayesinin arkasina siginan bu sekavet ve saltanat ihtirasinin maskesini düsürmek gerekiyordu Bu da ancak Selim gibi ileriyi gören, ufuktaki büyük tehlikeyi sezen, sert, cevval ve dirayetli bir idareci ile mümkün olurdu Ülkeye sizmaya çalisan bu Siîlik tehlikesi, onu, babasina karsi gelmeye kadar götürdü Kendisinin ve memleketin halini " pederimle görüsüp ahval-i devleti sifahen arz etmek muktezay-i maslahattir" diye ayak diredigi halde, kendisini istemeyen devlet adamlari, onun bu talebini yerine getirmekten siddetle çekindiler Onlar, sadece babasinin elini öpmeyi kast eden bir kimse, böyle bir ordu ile nasil gelir diyerek babasi ile görüsmesine bile müsaade etmediler Onlara göre yasli hükümdar, tahtini ogullarindan birine terk edecekse, bu, herhalde ele avuca sigmaz Selim degil, babasi gibi yavas ve halim Sehzâde Ahmed olmaliydi
Anlasildigi kadari ile Selim, her iki kardesini de Osmanli tahti için kifayetli görmüyor ve dedesi Fâtih Sultan Mehmed'den sonra devletin maruz kaldigi tehlikeleri ortadan kaldiracak ve bükülen belini, sadece kendi çabalarinin dogrultabilecegine inaniyordu
II BÂYEZID'IN SAHSIYETI VE VEFATI
O, yaratilisi itibariyle, babasina pek benzemiyordu Bu yüzden onun kadar hareketli, cevval ve atak degildi Bu sebeple o, daha sakin ve daha rahat bir hayati seviyordu Bu bakimdan, onun hayatini, iki devreye ayirmak mümkündür Bunlardan biri, sehzâdelik hayati ile saltanatinin ortalarina kadar olan dönem, digeri de belirtilen dönemden itibaren, ölümüne kadar geçen devredir Yerli ve yabanci kaynaklar onun yasantisi ve özellikleri hakkinda bize tafsilatli bilgiler vermektedirler Nitekim, Venedik elçisi Andre Gritti, onu söyle tavsif eder:
"Bâyezid'in boyu ortadan yüksek olup rengi zeytunîye çalar Çehresi, zihnen ciddi ve agir seylerle mesgul bulundugunu gösteriyor Fitratan magmum ve mahzundur En mes'ud hadiselerin zuhûrunda bile asla sevinip fazla gülmez Hiç sarap kullanmaz, az yemek yer, ata binmekten pek zevk duyar, giriftar oldugu nikris illeti men etmezse en sevdigi sey av eglenceleri ve at talimleridir Dinî merasimin hiç birini ihmal etmez, pek çok sadaka dagitir Felsefede behre ve malumati olmakla övünür, kozmografa (astronomi) ile fazla mesgul olur"
Bâyezid, gerek faziletli bir hükümdar olusu, gerekse iyi ahlâkindan dolayi komsu hükümdarlar ve kendileri ile anlasma aptigi devlet reisleri üzerinde bir hürmet hissi uandirmisti Kendileri ile birçok defa muharebe etmis olmasina ragmen Misir'da vefati duyulunca, gerek Memlûk hükümdari, gerekse Kahire halki tarafindan giyabî cenaze namazi kilinmisti
II Bâyezid, saltanati oglu Selim'e devr ettikten sonra, arzusu üzerine yirmi yük (2 milyon akça) yillik maas tayiniyle dogum yeri olan Dimetoka'ya gitmek ister Bâyezid Han, yasli ve rahatsiz olmasina ragmen bu yolculuga çikmak ister Yavuz Sultan Selim, Edirnekapi'ya kadar yaya olarak babasina refakat edip onu tesyi eder Bu arada baba, ogluna devlet idaresi hakkinda tecrübelerine dayanarak nasihatlarda bulundugu gibi, oglu da onun hayir duasini taleb ederek ellerini öper Babasinin arzusu üzerine Edirnekapi'dan geri döner Yavuz Sultan Selim, babasinin hizmetinde bulunmak üzere Rumeli beylerbeyi Hasan Pasa ile Defterdar Kasim Çelebi'yi ve Tabib Ahî Çelebi denilen Mehmed b Kemal'i tayin edip gönderir Bâyezid, daha Dimetoka'ya varamadan yolda vefat eder Vefat yeri hakkinda farkli bilgiler bulunmaktadir Buna göre onun vefat ettigi yer: Çekmece, Sazlidere, Çorlu'nun yakinlari, Edirne yakinindaki Sögütlüdere veya Hafsa kasabasinin Abalar köyünden biridir l0 Rebiülevvel 9l8 (26 Mayis l5l2)'de Nikris illetinden vefat ettigi zaman 67 yasinda bulunuyordu Babasinin ölüm haberini alan Yavuz Sultan Selim çok üzüldü Korkud, Ahmed ve diger sehzâdeler de haberi duyunca üzüldüler Halk da üzülmüs olacak ki, karalar giymeye basladi Yavuz, Yunus Pasa'nin, na'si Istanbul'a getirmesini emretti Yunus Pasa da na'si yikatip kefenleyerek Istanbul'a getirir Basta Yavuz Sultan Selim olmak üzere ulema, devlet erkâni ve halk tabutu karsiladilar Bundan sonra cenaze namazini kilip onu, yaptirdigi câmiin önündeki hazir olan kabrine defnettiler Yavuz, babasinin kabri üzerine altigen bir türbe yaptirdiTürbe için, türbedâr, hafiz ve bakicilar tayin etti Bunlar, gece gündüz onun ruhu için hatimler indirip dualar ettiler

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Osmanlı Tarihi

Eski 04-21-2009   #50
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Osmanlı Tarihi



YAVUZ SULTAN SELIM
Kaynaklarin, ortaboylu, toparlak ve kirmiziya çalan beyaz yüzlü, çatik kasli, beyaz disli, omuzlari ile gögüs arasi açik, sakalsiz, pala biyikli, sert bakisli, cesur, gayretli, çok mahir bir avci, harp sanatinda emsalsiz bir komutan olarak bildirdikleri Yavuz Sultan Selim, âlim ve edipleri seven, Sark dillerinden Arapça ve bilhassa Farsça'ya tam manasi ile vâkif bir hükümdar idi Kendi el yazisi ile olan Farsça manzumeleri, Topkapi Sarayi Müzesi Arsivi'nde bulunmaktadirlar Yavuz Sultan Selim, hem Farsça hem de Türkçe siir söyleyebiliyordu Farsça olan Divân'i l306 yilinda Istanbul'da basilmis olup, l904 tarihinde de Alman Imparatoru Wilhelm II'nin emri ile Paul Horn tarafindan Berlin'de yeniden nesredilmistir Trabzon'daki valiliginden itibaren meclisinde sairleri bulundurmayi aliskanlik haline getirmisti Câfer Çelebi, Ahi ve Revânî, onun meclisinin müdavimleri idiler Siyer ve Tarih ilminde epey mütalaasi oldugundan bu konuda mahir bir sahsiyet olarak kendisinden söz edilmektedir Bos zamanlarini âlim ve ediplerin meclislerinde geçirmekten hoslanirdi Ilmi sever ve ülemaya hürmet ederdi Tarih, felsefe ve tasavvuf sahalarinda genis bir bilgisi vardi Özellike edebî bir lisanla ve pek muglak olan "Tarih-i Vassaf"i çokça mütalaa ederdi ki bu, onun ilimdeki yüksek vukufunu göstermektedir Hazarda olsun seferde olsun, vakit buldukça ilmî mütalaalar ile mesgul olurdu Nitekim, Misir'dan Istanbul'a gelinceye kadar Ibn Tagriberdî'nin "en-Nücûmu'z-Zâhire" adli eserini Ibn Kemâl'e tercüme ettirerek menzillerde parça parça kendisine takdim edilen tercümeleri okurdu Yine o, Misir'daki ikameti esnasinda, Hind ve Çin haritalarini yaptirmisti O, sair, mutasavvif ve filozof bir hükümdardiUzunçarsili'nin degerlendirmesiyle o, Osmanli hükümdarlari arasinda ilim itibariyle en yüksegi idi Sam'in Sâlihiyye semtinde câmi ve imâret insa ettiren Yavuz Sultan Selim, oradaki Muhyiddin Arabî'nin türbesini de bulup yaptirdi Böylece o, ( ) Sam'daki bu tesisler ile Konya'da Mevlevî Tekkesi'ne getirdigi sudan baska bir hayir yapamamisti Zira benzer hayir isleri için fazla zaman bulamamisti Hatta Istanbul'daki kendi câmiinin bile temellerini attirmis fakat ikmâline imkân bulamamisti Osmanli Devleti'nin 9 hükümdari olan Yavuz Sultan Selim, Müslüman - Türk âleminin ilk halifesi olarak dünyada ilk defa "Hâdimu'l-Haremeyn es-Serifeyn" ünvanini almisti Babasi II Bâyezid, annesi Dulkadiroglu Alaüddevle'nin kizi Ayse Hatun'dur Babasinin sancak beyi olarak bulundugu Amasya'da dünyaya gelen sehzâdenin dogum tarihi hakkinda verilen kayitlar, hicrî 87l, 872 ve 875 (m l466, l467 ve l470) yillari seklinde epey farkliliklar göstermektedir
Kaynaklar, Ikinci Bâyezid'in, hayatta kalan ogullarinin en küçügü olan Yavuz Sultan Selim'in, sahsiyeti ve yönetimdeki enerjisi hakkinda yeterli bilgi verirler Kendi ifadesine göre, Trabzon Sancak beyligine 887 (l482) veya 892 (1487) yilinda tayin edilmisti Öyle anlasiiyor ki o, diger sehzâdelere göre daha cevval ve enerjikti Ileri görüslü bir sehzâde olan Selim, sert bir yaratilisa sahipti Yapacagi islerde karar vermeden önce çok düsünür, etrafindakilerle konusur ve bundan sonra kat'i bir karara varirdi Istisare ve arastirmadan sonra varilan karardan dönmezdi Bu konuda önüne çikacak bütün engelleri ortadan kaldirmak gayesiyle elinden geleni yapardi Kararlarini uygulayabilmek için planli bir sekilde çalisirdi Adam seçmesini iyi bilirdi Bütün bunlar, onun, pâdisah olmasinda ve basarili isler yapmasinda birinci derecede rol oynadi Babasinin yerine geçip Osmanli tahtina oturmayi kafasina koydugu zaman, en çok güvendigi adamlarini Istanbul veya sehzâdeler yanina gönderdi Onlardan aldigi raporlar sayesinde gerekli tedbirleri alarak, varmak istegi hedefe emin adimlarla ulasmaya çalistiZira adamlari nasil hareket etmesi gerektigi hakkinda da kendisine yol gösteriyorlardi Onun, tahta geçmeden önce kullandigi casuslar, Istanbul, Edirne ve Amasya'da esen havayi koklamakla kalmadilar, ayni zamanda Selim hakkinda genis propaganda yapma imkânini da buldular Istihbarati saglam olan bu adamlari sayesinde dünya siyasetine de vâkif bulunuyordu Bundan dolayi cülûsundan önce taninmayacak bir sekilde Iran ve Arabistan'i gezdigine dair söylentiler çikmisti Devlet hazinesini devamli surette dolu tutmak ister, debdebe ve ihtisamdan hoslanmazdi Sadeligi severdi Milletleri idare etme hususunda büyük bir kabiliyet göstermisti Ülkesinin her tarafinda yalniz adaletin hakim olmasini isterdi
Gerek Selimnâmelerde, gerekse diger kaynaklarda onun nasil bir hükümdar olduguna, tebeasi (halki) için nasil çalistigina, devletinin daha iyi bir sekilde idare edilip bütün Müslümanlari nasil bir birlik altinda toplayacagina ve bizzat kendi özelliklerine dair epey bilgi bulunmaktadir Kesfî'nin Selimnâmesi'nde ifade edildigi üzere tahta geçtigi gün, babasi II Bâyezid, kendisine bazi tavsiyelerde bulunarak söyle demisti:
"Ey nur-i didem (ey gözümün nuru) ve ey surûr-i sinem, bugün ki emr-i Rabbânî ve takdir-i Yezdânî birle mâlik-i mülk-i diyar ve serîr-i saltanata sehr yar oldin, gerekdir ki âd u sanimiz ve nâm u nisanimiz gözleyip ve âbâ-i kiramimiz ve ecdad-i izamimiz izini izleyüb sâhân-i kadim muktezasinca ve padisahân-i azim müddeasinca def'-i mezâlim-i esrâr (kötülerin zulmünü ortadan kaldirip yok etmek) ve ref'-i mekâdir-i ahyar kilub nâm-i nikle (iyi bir isimle) âleme tolasin" Kesfî'nin, devam eden ifadesinde, Yauz Sultan Selim'in, babasinin bütün isteklerini yerine getirdigini, iyi ve bilgili insanlarla nasil istisarede bulundugunu, dogruluktan ve devlet ile halkin menfaatlerini kollamaktan ayrilmadigini ögreniyoruz Hammer, Cenabî'nin, kismen sadelestirdigimiz asagidaki ifadeleri ile ondan su sekilde bahseder:
Selim, uzun boylu idi Giyimine dikkat etmeyi severdi Ince zevki ve zerafetiyle temayüz etmisti Kaftani kiymetli islemelerle süslü idi Kendisinden önceki hükümdarlar silindirik biçimde ve asagi kisminda tülbent sarili bir kavuk giymislerdi Sultan Selim ise bunun yerine yuvarlak ve yukarisi tamamiyle sal ile örtülmüs bir kavuk kabul etti ki, buna "Selimî" denilmektedir Kendisinden öncekiler sakal biraktiklari halde o, sakalini tiras ettirerek biyiklarini birakti Yuvarlak yüzlü olan Yavuz Sultan Selim'in gözleri büyük ve parlak idi Siyah ve sik kaslari ile büyük biyiklari da onun bütün güçlü ve heybetli niteliklerini belirten sahsiyetini karekterize ediyordu Fikrinde cür'et ve ziyadesiyle selamet vardi Siiri sever ve muvaffakiyetle söylerdi Öfkeli, sert, baskiya egilimli olarak kendisini bütünü ile halkin islerine hasretmisti Yeryüzünde düzeni koruma azminde idi Bu yüzden savasi ihtirasli denecek sekilde severdi Onun bu karekteri, yeniçerilerin kendisini sevmesine sebep olmustu Benzeri görülmeyecek kadar olaganüstü bir dinamizme sahipti Ne yeme - içmeye, ne de harem zevklerine düskündü Günlerini avlanmak veya silah kullanmakla geçirmeyi arzu ederdi Zamaninin çok azini uykuya ayirdigindan gecelerinin büyük bir kismini tarih veya Farsça siirler okumakla geçirirdi Olaganüstü bir zekâya sahip büyük bir padisahti Çogu zaman halk arasinda gezer ve taninmamak için her defasinda elbisesini degistirirdi Birçok mahremleri vardi ki, her tarafa girip çikar ve olup biten seylerden kendisine haber getirirlerdi Selim, Iran, Türk ve Arap siirinde temayüz etmisti Misir seferi esnasinda Ravza Adasi'nda bulundugu sirada, emri üzerine insa edilmis bir Arap köskünün duvarina kendisine ait olan iki beyit yazdirmistir" Hammer'in, Yavuz Selim'le ilgili olarak gerek Cenabî, gerek baska kaynaklardan yaptigi pek çok alinti bulunmaktadir Bununla berber biz bunlarin üzerinde fazla durmaksizin, hemen hemen bütün kaynaklarin verdigi bilgilerle onu söyle tanitmak istiyoruz:
"O, Pâdisahlik hasletlerini tamamiyle sahsinda toplayan, sert ve sasmaz bir disipline, tuttugunu koparir bir azim ve iradeye, son derece cevval bir dinamizme sahip oldugu için Osmanlilarca "Yavuz" adi ile anilan bir sultandi Babasinin feragati üzerine cihanin en büyük askerî ve siyasî kudretine sahip olan Osmanli hakanlik tahtina çikti
Yavuz Sultan Selim de l5l0 senesinde Korkud gibi pâdisah olmayi kafasina koymustu Bununla beraber belirtilen senede Sehzâde Ahmed'in padisah olacagi sayiasi yayilmisti Bu durum karsisinda sehzâdeler sancak degistirmek ve Istanbul'a daha yakin olmak için babalarina basvuruyorlardi Nitekim bu sebeple Yavuz da babasina bir mektup göndererek Trabzon'dan sikâyet ediyorduO, mektubunda söyle diyordu:
" Bu vilayette galle cinsinden nesne bitmeyüb killeti ve zarureti aleddevam oldugu sebepten sancak beyi olanlar, acz ve furûmande kalurlar imis Tereke tasradan gelür imis Bende-i fakir geleliden beru hemçünan galle gemi ile ve bazi Türkman canibinden gelür Bu yerin bid'ati ziyade olmagin evvelki zamandan simdi az gelür olmustur Bizim hod bir gemi yapmaga takatimiz yoktur Kendu maslahatimiza göre amma tereke bulundugu takdirde dahi bu miktar dirlikle ne verecek ve ne alacak bulunur Elhasil bu mertebede zaruret çekilir ki, vasf olmak hadd-i imkândan hariçtir Hâsâ, Hüdâvendigâr'in eyyam-i devletinde ki, bende-i hakir a'da agzinda bir vechle killet ve zaruret içinde kalub a'da halimize muttali ola Iç illerde refahiyette olan sehzâde bendelerünüz bunca âli himmetle yaylaklarinda ve âb-i revanda ve mürg ü zarlu sahralarda her nev'iyle huzurda ve refahiyette iken mezid-i merhamet rica ederler Ümmizdir, yevmen fe yevmen ziyade rif'atte ve refahiyette olalar Halbuki bende-i zaif dokuz tümen Gürcistan agzinda ve Sark vilayetinin serhaddinde bir girdab içinde kalub sey'-i kalil dirlikle zindegâni oluna ki, dosta ve düsmana cevab verub, Hüdâvendigâr sag olsun Eger bende-i fakirden kat'i nazar olunmadiysa sefkat-i sultanî ve inayet-i hakanî dirig olunmayub himmet oluna ki, bu yerde zindegâniye takat kalmadi" Yavuz'un, bu ve benzeri mektuplarla babasina bildirdigi istekleri, Sehzâde Ahmed'in baskisi yüzünden yerine getirilemiyordu

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Osmanlı Tarihi

Eski 04-21-2009   #51
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Osmanlı Tarihi



YAVUZ'UN SÖHRETININ ARTMASI
Daha önce de temas edildigi gibi, Sehzâde Ahmed, babasi II Bâyezid'in yerine tahta aday gibi görünüyordu Bununla beraber o, Amasya'da hükümdarlara yakismayacak bir takim eglencelere katilip eglenirken Yavuz Sultan Selim, Iran'in da etkisiyle gerek doguda gerekse Anadolu'nun baska bölgelerinde bir felâket halini almis olan Kizilbas tehlikesini önlemeye çalisiyordu Yavuz, gittikçe artan Kizilbas propagandasinin korkunç ve tehlikeli bir hal aldigini gören ilk sehzâde oldu Tehlikeli bu durumu defalarca babasi ile sadrazama yazdi Bununla beraber onlardan ciddi ve sonuç verici bir tepkinin gelmedigini gördü Bu sebeple doguda ortaya çikan ve devletin siyasî varligina kast eden bu yanginin söndürülmesi için, Anadolu'nun degisik bölgelerinden gelen yigitler ile Erzincan ve Iran üzerine akinlarda bulundu Bu hareketiyle o, Siîlige karsi Sünnîligin tabiî lideri durumuna geldi Onun bu seferlerini haber alan yigitler Trabzon'a kostular Bunlar, içten gelen bir arzu ve sevk ile dögüsmeye basladilar Zira bunlarin anlayisina göre bu bir cihâd idi Bu akinlardan sonra memleketlerine dönüp vardiklarinda, etraflrinda toplananlara Yavuz'un kahramanlik ve yigitliklerini anlatmaya basladilar Insanlarin toplu olarak bulunduklari yerlerde "ozanlar türkü çikarup " Yürü Sultan Selim devrân senindür" kelimatini zikreder oldular
Sehzâde Korkud ile Ahmed, iç bölgelerde yasarken Yavuz sinirda çarpisiyor, ilerisi için lâzim olacak bilgi ve tecrübeleri elde etmeye çalisiyordu Bu durum, hem halk hem de Kapikulu askerlerinde Yavuz'un, dedelerinin yolunda yüreyebilecek yegâne padisah namzedi oldugu kanaatini uyandirmisti
Bilindigi gibi, Müslüman bir topluma istinad eden bünyesi ile Osmanli Devleti, Islâm Hukukunu, devletin bütün organlarinda uygulamaya gayret ediyordu Bu arada "ilây-i kelimetullah" anlayisinin bir sonucu olan "cihâd ve gazâ" fikri de devlet ile halk için yerine getirilip yapilmasi geren bir farz olarak telakki ediliyordu Gerçekten devletin siyasî, idarî ve askerî organlari da buna göre düzenlendikleri gibi elemanlari da buna göre yetistirilmislerdi
Muhtemelen, sartlarin zorlamasi sonucu olarak II Bâyezid döneminin sonlarinda Kapikulu, Akinci ve Timarli askerler, bir nevi istirahata çekilmislerdi Onlar, eski sefer ve zaferlerin hikâyelerini anlatmakla ömürlerini geçirir olmuslardi Nigbolu'lar, Varna'lar ve Kosova'lar âdeta dillerde dolasan birer masal olmuslardi Damarlarinin her atisinda kahramanlik ve yigitlik darbeleri bulunan er ve beyler, eski günlerin hasretini çekiyor, tarihe yeni destanlar yazdiracak büyük bir liderin gelmesini sabirsizlikla bekliyorlardi Iste bu lider, Trabzon'dan seferleri ve haykirislariyla zaferlere susamis olan bütün bir tebeaya nurlu ve parlak günlerin isaretini vermeye baslamisti
24 veya 25 Nisan l5l2 (7 veya 8 Safer 9l8)'de padisah oldugu zaman 46 yasinda olan Yavuz Sultan Selim, devlete karsi zararli bir faaliyette bulunmadiklari takdirde kardeslerine dokunmayacagina dair babasina söz vermisti
Padisahligi resmen devr aldiktan sonra, babasi ile ayni sehirde kalmalari mahzurlu görüldügü için II Bâyezid, Dimetoka'ya gitmek üzere yola çikmisti Yavuz da onu belli bir yere kadar ugurlayip dönerken, yeniçerilerin tüfek ve kiliçlarini çattiklarini, yeni padisahi da bunlarin altindan geçirmek istedikleri haberi verilir Bu sekildeki bir hareketten yeniçeriler, padisahin kendilerine "râm" olacagini ve belki de bol bahsis verecegini umuyorlardi Fakat umduklarini bulamadilar Çünkü, onlarin kiliçlari altindan geçmeyi bir yenilgi alâmeti sayan Pâdisah, Yedikule'de babasina ait oldugunu söyledigi hazineleri almak bahanesiyle yol degistirdi Böylece yeniçerilere görünmeden saraya geldi Ancak onun bu sekilde hareket etmis olmasi, yeniçerilerin saraya gelerek "Caize" istemelerine engel olamadi Bunun üzerine hükümdar, sayilari takriben 35000 civarinda olan kapikullarinin mensuplarindan her birine ikiser bin akça cülûs bahsisi ve ayrica süvarilere 5'er, yayalara (piyade) da 3'er akça cihet-i aslîlerine (maaslarina) terakki vermek (zam yapmak) suretiyle ise baslamis oldu
Yavuz Sultan Selim tahta çiktiktan sonra ilim adamlari, devlet erkâni ve memleketin ileri gelenleri, gelip kendisini tebrik ederek bey'at ederler O da babasinin dönemindeki görevlileri yerinde birakarak gerekenleri yaptiktan sonra ellerini kaldirip söyle dua eder: " Ya Rabbi, senin kudretin, beni saltanata getirdi Bana devlet ve saltanat islerini kolaylastir Ona riayet etmeyi bana nasib eyle"
SEHZÂDELER MESELESI
Yavuz Sultan Selim, idareyi ele geçirdigi zaman, düsmanlari sindirilmis ve hududlari saglama baglanmis bir Rumeli'ye karsilik, devletin gelecegine göz dikmis Sark (Dogu) düsmanlariyla yüz yüze gelmisti Fakat iç emniyet saglanmadan disari ile ugrasmak mümkün degildi Her saltanat degisikliginde oldugu gibi, yine taht rakibi birkaç sehzâde çikabilirdi Bunlar, tahti ele geçirmek için komsu bazi devletlerle anlasmalar da yapabilirlerdi Böyle durumlarda üzerinde ittifak edilen konu, genellikle kendileri ile anlasilan devletlere bazi bölgelerin terk edilmesi seklinde oluyordu Bu yüzden, bazi sehzâdelerin basinin gitmesi gerekiyordu Ne çare ki, onlar gitmeyecek olsa, memleket gidecek veya memlekette kan gövdeyi götürecekti Memleketi ve bütün bir tebeayi (vatandasi) böyle bir duruma sokmamak için Osmanli hükümdarlari gözlerinden yaslar aka aka kardeslerini ortadan kaldirmayi adeta bir vazife biliyorlardi Zira bu, memleketin selâmeti için gerekliydi Bununla beraber, daha önce de belirtildigi gibi Yavuz Sultan Selim, zararli bir faaliyete girismedikleri takdirde kardeslerine bir fenalik yapmayacagina dair babasina söz vermisti Bu söze ragmen o, agabeyleri olan Sehzâde Ahmed ile Sehzâde Korkut'un durumlari ile yakindan ilgileniyordu Zira elde ettigi devlet idaresinin ve tahtinin temellerinin saglamlasmasi bir bakima bu ilgiye bagliydi Aksi takdirde tahti ile birlikte devlet de elden çikabilirdi Devletin elden gitmesi bir tarafa, zarar görmesi dahi bütün bir Müslüman toplumun yok olmasi veya baska din mensuplarinin idaresine girmesi demekti Nitekim kisa bir süre içinde cereyan eden hadiseler, Yavuz Sultan Selim'in bu ilgi konusunda ne kadar hakli oldugunu ortaya koyacaktir
Gerçekten, Sehzâde Ahmed, kardesi Selim'in, babasinin yerine tahta geçmesini bir türlü kabul edememisti O, gerek babasinin, gerekse devlet adamlarinin vaadleriyle kendisini Osmanli tahtinin tek varisi olarak biliyordu Tahti ele geçirmek için de her seyi yapmaya hazirdi Onun, devletin yönetimini ele geçirme faaliyetleri yüzünden Sultan Selim, Ahmed gailesini bertaraf etmek üzere hazirlanmak zorunda kalir Zira Ahmed, babasi II Bâyezid'in sagliginda hükümdar olmak üzere harekete geçmis, Üsküdar'a kadar gelmis, fakat yeniçerilerin müdahelesi sonunda geri dönerek Konya'ya çekilmis ve orada hükümdarligini ilan ederek her tarafa hükümler göndermeye baslamisti Ahmet Konya'da padisahligini ilan etmekle kalmamis, ayni zamanda oglu Alaeddin'i göndererek l9 Haziran l5l2'de Bursa'yi da ele geçirmisti Alaeddin, Bursa Subasisi'ni öldürterek Hutbe ve Sikkeyi babasi Sultan Ahmed adina çevirtmek ister Fakat Bursa halki buna karsi direnerek Selim'e bagli olduklarini göstermeye ve ona itaat etmeye devam eder Lütfi Pasa, Alaeddin'in Bursa'da yaptiklarini çok özet bir sekilde su ifadelerle nakleder: "Sultan Alaeddin, Bursa'ya gelüp ve Bursa'yi zapt edüb subasisini ve Sultan Selim'e tabi olanlarin ekserin (çogunu) kiliçtan geçürüp ve mîrîye müteallik emvâli (mallari) zapt edüp ve sehirlisinden dahi nice mal ve menal alub ve babasi Sultan Ahmed adina Hutbe okudub" Lütfi Pasa'nin verdigi bu bilgi, Sehzâde Alaeddin'in, Bursa'da yaptiklarini ortaya koyup sergiledigi gibi, babasinin, hükümdar olarak vazifeyi deruhte etmesi halinde yapabilecegi isler hakkinda da bir ip ucu vermektedir Sehzâde Ahmed, böyle bir hareket karsisinda Selim'in sessiz kalmayacagini kestirmis olmali ki, yaninda bulunan ve kendisini destekleyen devlet adamlarinin tesviki ile yardim talebinde bulunmak üzere oglu Murad'i da Sah Ismail'e göndermisti Sah Ismail'in izniyle etrafinda 20 bin civarinda asker toplanir O da gelip Tokat taraflarinda halka eziyet etmeye baslar Ordusunda bulunan Kara Iskender, onun hem komutani hem de akil hocasi idi Öbür taraftan Sah Ismail'in adami Nur Ali de etrafi yakip yikiyor ve " Il ü gün Sah Ismail'indir" diye ilan ediyordu
Sehzâde Ahmed ve ogullarinin hareketleri, halk üzerinde çok kötü tesirler meydana getirmeye baslar Zira halk, daha önce alismis oldugu sukûnet, devlete güvenme ve haksiz bir sekilde vergi vermeme prensipleri artik ortadan kaldirilmis, idareyi ele geçirmek isteyen bu insanlarin keyfine göre vergi vermek ve onlara hizmet etmekle yükümlü tutulmustu
Öbür taraftan Yavuz Sultan Selim, Kefe'de bulunan oglu Süleyman'i Istanbul'a çagirip onu, yerine Kaim-i makam (Kaymakam) biraktiktan sonra askerini toplayip durumun enine boyuna tartisilmasi için müzakere açar ve der ki: " Babama söz vermistim, kardeslerim rahat durduklari müddetçe onlara dokunmayacaktim Fakat görüyorsunuz, memleket ne hale geldi? Benim arzum sonuna kadar bunlarla savasmak ve memleketi bunlardan kurtarmaktir" Bu arada kardesi Ahmed'e de bu durumdan vaz geçmesi için bir mektup yazip ileri gelen devlet adamlarindan biri ile gönderir Fakat Ahmed, basina toplamis oldugu Turgutlu ve Varsak askeri ile Selim'in bu baris teklifini kabul etmeyip isyana devam eder Bundan sonra, devlet erkâninin tamami, Selim'i destekler Selim'in arzusu üzerine Istanbul'dan Anadolu'ya geçilir l5 Cemaziyelevvel 9l8 (29 Temmuz l5l2 )'de Bursa üzerine gidilir Halk tarafindan sehri terk etmeye mecbur birakilan Alaeddin, çekilmek zorunda kalmisti Bu esnada Ankara'da bulunan Ahmed, Amasya'ya geri dönmüs ise de Amasya Sancakbeyi Mustafa Pasa'nin, sehrin kapilarini açmamasi ve bu arada Ankara'ya kadar ilerleyen Yavuz Sultan Selim'in kuvvetleri tarafindan takip edildiginden doguya dogru kaçmaya devam eder Darende ve Malatya'yi geçip oradan Misir Sultani veya Sah Ismail'e siginmak ister Yavuz Selim'in, takibi için gönderdigi Malkoçoglu Tur Ali Bey, pesinden Darende ve Malatya'ya kadar gelirTur Ali Bey, buradan Yavuz Selim'e bir mektup yazarak Memlûk topraklarina girip girmeme hususunda fikrini sorar Bunun üzerine Yavuz Selim, Memlûk topraklarina girmeden geri dönmesini ister Tur Ali Bey, oradan Sivas'a gelir Bursa'dan Ankara'ya gelmis olan Yavuz Selim de kisin yaklasmasi üzerine Bursa'ya döner Ahmed, Darende'den Yavuz'a bir mektup gönderir Mektubunda kendisinin yabanci bir devlete iltica etmesinin Osmanli Devleti için büyük bir utanç vesilesi olacagini bildirerek anlasma teklifinde bulunur Bu mektuba karsilik veren Yavuz Sultan Selim, onun bu teklifini red ederek sadece Müslüman bir devlette kalabilecegini bildirerek bu sartla her türlü ihtiyacinin karsilanacagini söylemisti Bu siralarda, Amasya'yi zapteden Ahmed'i ani bir baskin ile ele geçirme tesebbüsü de sonuçsuz kalmisti Bununla beraber Yavuz Sultan Selim, Ahmed'e olan meyli yüzünden Vezir-i Azam Koca Mustafa Pasa'yi Ahmed'le haberlesiyor diye Bursa'da idam ettirerek onun yerine Hersekzâde Ahmed Pasa'yi dördüncü defa olarak sadarete getirir
Yavuz Sultan Selim, devletin bekasi ve halkinin selâmeti için sehzâdeler gailesini bütünüyle bertaraf etmek zorunda idi Tarihî bilgi ve tecrübeler, hayatta kalan sehzâdelerin devamli olarak devlet için bir proplem olduklarini, dis güçlerin, bunlarin saltanat hirsindan devamli surette yararlandiklarini gösteriyordu Bunun içindir ki, Yavuz Sultan Selim, Sehzâde Mahmud'un ogullari Kastamonu Beyi Musa ile Orhan ve Emirhan, Âlemsah'in oglu Çankiri Beyi Osman ve Sehinsah'in oglu Nigde Beyi Mehmed'i de ortadan kaldirdirmak zorunda kalir Selim, ilmi, irfani ve cömertligi ile her sinif halkin, bu arada yeniçerilerin sevgisini kazanmis bulunan agabeyi Korkut'un saltanat hakkindaki görüslerini ögrenmek için, kendisine devlet ricali agzindan mektuplar yazdirir Bu mektuplara kanan Korkud'un, hâla saltanata gelme arzusunda oldugunu "derûnunun saltanat havasi ile" gören Yavuz Sultan Selim, Bursa'dan hareketle Saruhan (Manisa) üzerine yürür Maksadi onu kendi sarayinda ansizin bastirmakti Bu haberi alan Korkut, yanina Pervâne (Piyale) adli lalasini alarak Rodos sövalyelerine veya Avrupa devletlerinden birine iltica etmek gayesiyle gizlice Antalya'ya dogru kaçmaya muvaffak olmustu Bu kaçis esnasinda onun Teke ili'nde veya Hamid ili'nde bir magaraya gizlendigi bildirilmekle birlikte onun Bergama civarinda bulunan bir magaraya gizlendigi anlasilmaktadir* Sultan Selim, gelip agabeyi Korkud'u bulamayinca, onun Frenk veya Misir'a gitme ihtimalini düsünerek denizler dahil olmak üzere her tarafi kontrol altina alir Agabeyini yakalayamayan Yavuz Sultan Selim, geri dönerken Anadolu'dan kus uçurtmaz olur Bu esnada Korkud Çelebi, yerini kesfeden Türkmenlerin ihbari üzerine Piyâle ile birlikte yakalanir Bursa'ya getirildigi bir sirada Egrigöz'de 9 Mart l5l3'te Kapicibasi Sinan Aga tarafindan uykuda iken yay kirisi ile bogulmak suretiyle öldürülür Daha önce Muhafizlar tarafindan Korkud'un yanindan uzaklastirilmis bulunan Piyâle, döndügünde efendisinin öldürülmüs oldugunu görerek büyük bir teessüre kapilir Artik hiç birsey kendisini avutamaz Onun tek tesellisi, ölünceye kadar, Bursa'da Sultan Orhan türbesine defn edilen Korkud'un türbedârligini yapmak olur Gerçekten Sultan Selim, Sehzâde Korkud'un nedimi (lala) olan Piyale'yi efendisine sâdikane hizmet ettigi için takdir edip mükafatlandirir Bol ve külliyetli miktardaki bir tahsisatla onu türbedarliga tayin eder Korkud Çelebi'nin ölümü üzerine üç günlük genel bir matem ilan eden Yavuz Sultan Selim, biraderinin saklandigi yeri haber veren Türkmenlerden bazilarini öldürtür
Korkud, Osmanogullari'nin kiymetli bir mensubu idi Âlim, fâzil, sair ve musikisinasti Bahriye (denizcilik) isleriyle ilgilenmekten büyük bir haz duydugu gibi denizcileri de himaye ederdi Devletin, denizcilikle ilgili gelecekteki hedeflerini derin bir vukufla görüp takdir ettigi rivayet edilir Keza Barbaros biraderlerin onun himayesini gören denizcilerimiz oldugu söylenir
Yavuz'un hükümdar ilan edildigi sirada Istanbul'da bulunan Sehzâde Korkud, ona sadik kalacagina ve saltanat dâvasina kalkismayacagina dair söz vermisti Selim de muhalefet edilmedigi müddetçe rahat ve müreffeh bir hayat geçirebilecegini kendisine vaad etmisti Bununla beraber Korkud'un büyük bir huzursuzluk ve sikinti içinde bulundugu anlasilmaktadir Çünkü her seyden önce Yavuz'un verdigi söze sadik kalip kalamayacagi belli degildi Ayrica onun sert ve hasin tabiatini da biliyordu Belki de bunlari dikkate aldigi içindir ki, Istanbul'dan ayrilip sancagina hareket ettigi zaman Yavuz'dan Midilli Adasi'ni istemisti Bu talebi yaparken elbette bir düsüncesi vardi Bunu sadece gelir bakimindan mi istemisti, yoksa basina nasil olsa bir felaket gelecegini düsünerek, buradan Misir'a veya amcasi Cem gibi baska bir ülkeye kaçmayi mi düsünmüstü? Bunu simdilik kesin olarak söylemeye imkân yoktur Ancak onun bu arzusu, ne padisahça ne de henüz o tarihlerde sag olan II Bâyezid tarafindan olumlu karsilanmisti Bununla beraber Yavuz Sultan Selim, istediklerinden daha çogunun verilebilecegini ancak biraz sabirli olmasi lazim gelecegini kendisine bildirir Bu vaad samimi olmasa bile tam zamaninda yapilmasi bakimindan dikkate sayandi Çünkü Sehzâde Ahmed isyaninin devam ettigi bu siralarda Korkud'un da ayaklanacagina dair söylentiler çogalmisti Öyle bir an geldi ki bizzat Sehzâde Korkud bir mektupla Yavuz'a "taife-i ehl-i nifakin" bos durmadigini ve aleyhinde birçok seyler uydurdugunu, bunlara inanilmamasi gerektigini ve kendisinin tam bir sadakat içinde bulundugunu bildirmek zorunda kalir Selim'in, bu mektuba verdigi cevapta kisaca "sen sözünde durdukça bu cânipten asla endise etmemelisin" denilmisti Korkud'un süpheli bir hareketi de, Midilli'yi elde edemeyince Teke ve Alaiye taraflarinin kendisine verilmesini istemesi idi Halbuki vaktiyle kendisine ait olan bu yerlerden o, sihhatine elverisli olmadigini söyleyerek ayrilmis bulunuyordu Onun, yeniden bu topraklara sahip olmak istemesini, bir tehlike vukuunda, deniz yolu ile baska bir tarafa kolayca kaçma maksadina baglamak mümkün oldugu gibi idare ettigi topraklarin biraz daha genisletilmesi seklinde yorumlamak da mümkündür Ancak, sehzâdenin bu gibi istekleri, Yavuz'un süphelerini artirmaktan baska bir ise yaramadi
Yavuz Sultan Selim, Ahmed'e karsi kesin sonuç almak için harekete geçme zamaninin geldigine karar vererek, devlet ricali agzindan ona da mektuplar göndertmis, geldigi takdirde bu ricalin kendisine iltihak edecekleri bildirilmisti Bu mektuplardan cesaret alan Ahmed, topladigi kuvvetler ile Bursa üzerine yürümüstü Iki kardes Yenisehir Ovasi'nda karsilastiklari zaman Ahmed, kendisine gönderilen mektuplarin uydurma oldugunu anlamis ise de artik savasi kabul etmekten baska çare bulamamisti Burada maglub olan Ahmed kaçarken atindan düserek yakalanir Yakalandiktan sonra kardesi Selim'e adam gönderip özür diler ve kendisini affedip küçük bir yer vermesini ister Fakat Selim, Sahkulu olayinda askerinin basinda olup onlarla savasmadigi ve birçok Müslümanin ölümüne sebep oldugu için kendisini bagislamaz Bundan sonra Selim, fitnenin ortadan kalkmasi için, daha önce Korkud'u öldürdügünü gördügümüz Sinan Agayi gönderip 8 Safer 9l9 (5 Nisan l5l3)'te onu da bogdururTahnid edilen cesedi, Bursa'da II Murad türbesi dahilinde bulunan Sehinsâh'in türbesi yanina defn edilir Bununla beraber Selim, bu olaydan dolayi çok üzülmüstü Selim, bu üzüntüsünün bir nisânesi olmak üzere Bursa'da bin koyun kestirecek ve fakirlere de 700000 akça dagitacaktir
Sehzâdelerin sebep oldugu iç karisikliklari sona erdiren Yavuz Sultan Selim, yukarida görüldügü gibi kardeslerini ortadan kaldirmaya muvaffak olur O, kardesleri arasinda en çok Korkud'u severdi Kaynaklar, Yavuz Selim'in, Korkud'un idami esnasinda adeta çocuklar gibi agladigini kaydederler Onun, bu esnada "nesl-i Osman"in bu garip kaderine âh-u vah ettigi de nakledilir Yavuz'un bu sekildeki davranislari, kardesleri ve yegenleri hakkindaki mülahazalari, onun iki yönünü açikça ortaya koymaktadir Biraderlerinin ölümüne karsi derin ve insanî bir aci duymakta ve bunun için aglamakta, onlarin kadin, kiz, ana ve hizmetinde bulunanlara en büyük lütfu gösterip elinden gelen iyiligi yapmaktadir Iste bu, onun kardeslik tarafidir Bununla beraber, Osmanli mülkünün parçalanmamasi ve milletin rahat etmesi (nizâm-i âlem için ) de kardeslerinin katlini emretmekteydi Bu, onun devlet reisligi vazifesidir Bu vazife kendisine, devletin selâmetinin, akrabalik, sahsî alaka ve muhabbetinden daha üstün oldugunu devamli olarak hatirlatip duruyordu Bunun için, birbirine zit gibi görünen bu iki hareketi, gelecekteki nesillere ve tarihe, bu isleri isteyerek yapmadigini, kardeslerini isteyerek ortadan kaldirmadigini, bunu yaparken de büyük bir izdirap ve aci çektigini, buna ragmen devletin devam ve tekâmülü için buna mecbur oldugunu anlatan belig ifadelerle doludur Nesl-i Osman'in müsterek izdirabi olan bu aciyi duyanlarin hareketlerini takdirle karsilamak gerekir
Devletin selâmeti için kardeslerini ve onlarin çocuklarini ortadan kaldirmayi bir vazife bilen Sultan Selim, idam ettirdigi kardes ve yegenlerinin servetlerini hazineye mal etmeyerek tamamini ölenlerin zevcelerine, kizlarina, analarina, baska bir ifadeyle kanunî mirasçilarina vermisti O, bu kadarla da kalmayarak bunlarin tamamina maas baglatmisti Ayrica o, agabeyi Korkud'un iki kizi hakkinda pek lütufkâr davranmisti Sultan Ahmed'in pek büyük olan mal ve servetini, son kurusuna kadar hayatta bulunan yasli anasi Bülbül Hatun'a vermis, oglunun sanina layik hayir eserleri yaptirmasini da tavsiye etmisti Bu durum gözönüne alindigi zaman, daha önce sözü edilen idamlardan, Yavuz'un sorumlu tutulamayacagini, devletin birlik ve beraberligi ile yüksek menfaatlerinin bunu gerektirdigini söyleyebiliriz
Babasinin son saltanat yillarini ve memleketin Sah Ismail'in propagandasi sonucunda düstügü durumu bir süre vali bulundugu Trabzon sehrinden endise ile takib eden Yavuz, sonunda babasini tahttan indirerek devletin islerini ele almisti II Bâyezid devri sona ererken, gevsemis olan idareden türlü sekillerde faydalanmak isteyenler, kendi emellerini, ideolojilerini ve çikarlarini gerçeklestirmek üzere harekete geçip halkin huzurunu bozmuslardi Bu hâle sebep olanlar arasinda, vezirden devletin en küçük görevlisine kadar olanlar vardi Tansel, Topkapi Sarayi Müzesi Arsivi'nde 3l92 (ll) numarada kayitli bulunan Ali b Abdülkerim Halife'nin, Yavuz Sultan Selim'e sundugu rapora dayanarak hemen her zümrenin, memlekette bu neviden kanunsuz hareketlere giristigini açiklar Gerçekten, âlim, cesur ve konulara vâkif bir kimse olan Ali b Abdülkerim Halife, anabasliklar halinde raporunda su konulara temas etmektedir:
a Rüsvet belasi kadilara kadar inmistir
bYer yer lüzumsuzca konan vergiler, halki çok zor durumda birakmistir
c Ölen sahislarin miraslari evladina kalmayip Beylik araziye katilarak, yetimlerin aç kalmalari
d Ulaklarin zulmü ve yagmalari
e Toplumun, gayr-i mesru (içki, zina, riba, afyon vs gibi) islere düskünlügü
f Kizilbas tehlikesi
Bu bakimdan biz de, burada anahatlari ile bilgi vermek suretiyle bir hatirlatma yaparak konuyu islemeye çalisacagiz Ali b Abdülkerim, raporunda bu konuya genis bir yer ayirmaktadir Gerçekten, birligini kurup Akkoyunlu Devleti'ni ortadan kaldiran, Iran, Azerbaycan, Horasan ve Irak'i zapt eden Sah Ismail, bütün gücünü Osmanli topraklarina çevirmisti Kendisi, Trabzon Rum Imparatorlugu'nun akrabasi sifatiyle Osmanli topraklarinda hak iddia ediyordu Halbuki böyle kritik bir dönemde Osmanli topraklari, birbirinden çok farkli, hatta birbirlerine düsman zümre ve siniflarin toplandigi bir saha halinde idi Asiri Rafizî, Babâî ve Bâtinî akidelerini benimseyenlerin yaninda Kalenderî, Haydarî, Abdal ve Seyyadlar vardi Sah Ismail, bütün bunlari kendisine baglamisti Bu gruplar, sadece onun propagandasini yapmakla kalmiyor, ayni zamanda "Nezir" adindaki vergiyi de muntazaman ona ödüyorlardi Rumelideki Seyh Bedreddin taraftarlari da bunlarla birlikte hareket ediyorlardi Bunlar, Sünnî Müslüman'i öldürmek kâfir öldürmek kadar gazâdir, sevabtir diyorlardi Farkli dinî kimlik tasiyan bu gruplar, her an Sah Ismail'in gelmesini bekliyorlardi Bunlar, "Sah Sah" diye Osmanli'yi yikmak isterlerdi
g O, Osmanli idaresinin, II Bâyezid döneminin sonlarinda nasil bozulup dejenere oldugunu da anlatir Devlet adamlarinin vergi ve gelirden baska bir sey düsünmediklerini, "halkin bir kisminin yokluktan öldügünü" belirterek, halki idare edenlerin "azgun ve bozgun" oldugunu ifade eder

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Osmanlı Tarihi

Eski 04-21-2009   #52
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Osmanlı Tarihi



YAVUZ SULTAN SELIM'IN DOGU SIYASETI
Trabzon'da vali bulundugu siralarda Sah Ismail'in faalietleri sonucu memlekette meydana gelen ve Siîlige dayanan iç isyanin tehlikeli boyutlarini gören Yavuz Sultan Selim, ancak babasinin yerine geçip iç güvenligi sagladiktan sonra yüzünü doguya çevirebilirdi Bunun için o, önce agabeyleri ile olan taht kavgalarina son vermek üzere harekete geçer Bundan sonra da içeride huzursuzluga sebep olan kaynagi kurutmayi düsünür Bu sebeple o, düsüncesini gerçeklestirebilmek için derhal harekete geçer Her ne kadar Stanford Shaw, onun hakkinda "II Mehmed (Fâtih)'in enerjik fetih politikasini izlemek ve dünya imparatorlugu kurmak hedefini gerçeklestirmek arzusu ile çikmisti" diyorsa da gerçekte onun hedefi imkânlari ölçüsünde Islâm birligini kurmak ve Sünnî Islâm dünyasi için tehlike olmaya devam eden Siîlige bir set çekme idi Bu sebeple biz, onun dogu siyasetini ilk olarak Sah Ismail, baska bir ifadeyle Safevîler'le olan münasebetleri bakimindan ele alacagiz
OSMANLI - SAFEVî MÜNASEBETLERI
Erdebil Sufileri neslinden gelen Seyh Haydaroglu Sah Ismail'in, mense itibariyle Anadolu'lu Boy ve Uluslardan Ustaclu, Samlu, Rumlu( Anadolulu), Musullu, Tekelü, Bayburdlu, Çapanlu, Karamanlu, Dulkadirlu, Varsak, Afsar, Kaçar ve Karacadag Sufilerini etrafina toplamak suretiyle l500'de Azerbaycan, l507'de Diyarbekir, niayet l508'de de Bagdad'i alip Akkoynul Türkmen Devleti'ne son vermesi, Yakindoguda Anadolu'nun ve Osmanli Devleti'nin aleyhine tecelli etmesi mukadder yeni bir buhranin zuhuruna sebep olmustu
Ehl-i Beyt sevgisi iddiasiyle Iran'da Siî bir devlet kuran Sah Ismail'in, dedesi Seyh Cüneyd ve babasi Seyh Haydar gibi, halifeler (daî = propagandaci) göndermek suretiyle Anadolu'nun, Bâtinî fikirlere sahip halki arasinda giristigi propaganda faalieyetleri gayesine ulasmis görünmektedir Bu propagandanin sebep oldugu olaylardan, II Bâyezid dönemi anlatilirken kismen bahsedilmis ise de Osmanli - Safevî münasebetlerini ve Yavuz'un Iran'a karsi girismek zorunda kaldigi savasin sebeblerini daha iyi anlayabilmek için az da olsa Anadolu'daki Siî faaliyetlerine deginmek gerekiyor
Osmanli ülkesinde Siî faaliyet ve tesebbüslerin çogaldigi devir, sehzâdeler arasindaki rekabetin meydana çiktigi bir zamana tesadüf eder Nitekim, bu karisiklik anlarinda timarlari ellerinden alinip baskalarina verilen bir kisim Tekeli sipahileri, propagandanin da tesiriyle Sah Ismail'in vaadlerine aldanarak Iran'a göç etmislerdi Bunlar, daha önce temas edilen Sah Kulu (veya Osmanli deyimi ile Seytan Kulu)'nun isyaninda önemli rol oynamislardi Bâyezid'in aldigi tedbirler, Siî tehlikesini bertaraf edememisti Bununla beraber II Bâyezid, oglu Selim'e tahti teslim ederken "Kizilbastan ehl-i Islâmin intikamini aliviresin" demisti Öyle anlasiliyor ki, ülke ve Sünnî Islâm dünyasi için Siî tehlikesini önleyebilecek sehzâdenin Selim oldugu hususunda herkes ittifak etmisti Nitekim halkin fikrine tercüman olan Celalzâde, bütün meclislerde ozanlarin: "Yürü Sultan Selim devrân senündür" diye türkü çikardiklarini belirtir
Filhakika Bâyezid'in son senelerinde sehzâdeler arasindaki vaziyetten istifade etmeyi düsünen Sah Ismail, faaliyetlerini artirmis ve daha sonra yanina kaçacak olan Sehzâde Ahmed'in, Kizilbasligi kabul eden oglu Murad'i da himayesine almisti
Yavuz'un agabeyi olan Sehzâde Ahmed'in en büyügü Murad adini tasiyan dört oglu vardi Murad, babasinin Amasya'dan ayrilmasindan sonra bura valiligini yapti O, Amasya ve Çorum çevresinde bulunan Kizilbaslarin tesiriyle Siîligi sevmeye ve benimsemeye basladi Bu yüzden Siîler tekrar harekete geçtiler Sahkulu, Antalya'dan Iç Anadolu'ya dogru ilerlerken Amasya ve çevresinde bulunan Kizilbaslar, küme küme toplanip sehirleri yakip yiktilar Sahkulu, Bati ve Güney Anadolu'daki faaliyetleri yürütürken, Orta Anadolu'dakini de Nur Ali Halife idare ediyordu Rumiye'li olan Nur Ali Halife, Sah Ismail tarafindan Amasya ve çevresine gönderilmisti Nur Ali Halife, devletin çok nazik bir zamaninda, Çorum, Amasya, Yozgat ve Tokat taraflarinda bulunan Yörük, Türkmen ve Kürd alevîlerini devletin aleyhine kiskirtmak üzere görevlendirilmisti Hele 3000 Kizilbasla Faik Bey kuvvetlerini yenip Tokat'i zapt edip Sah Ismail adina hutbe okutmasi, daha sonra, Amasya Vaisi Sehzade Ahmed tarafindan üzerine gönderilen Yular -Kisdi Sinan Pasa'yi magub etmesi, yeni bir buhranin çikmasina sebep olmustu
Nur Ali'nin tesvikiyle harekete geçen Kara Iskender ve Isa Halife, Çorum ile Amasya havalisinde bulunan Kizilbaslari ayaklandirdilar Bunlardan, Sah adina asker toplayip, baslarina kirmizi tac giydirdiler Ondan dolayi bunlara Kizilbas (Surhser) denildi Bu iki halifenin telkinlerine kanan Sehzâde Ahmed'in oglu Murad, merasimle kirmizi taci giyerek Kizilbas olur Murad, etrafinda bulunan halifeleri Geldigelen'de toplantiya çagirir Gelmeyenleri öldürtüp mallarini yagma ettirir Sehzâde Ahmed, oglunu yola getirmek için epey ugrastiysa da muvaffak olamadi Bundan sonra Sehzade Murad, Nur Ali Halife ile birlestigi gibi Tokat'i atese verip yakacak, arkasindan da Nur Ali ile Sah Ismail'e siginacaktir
Bütün bu olaylar, iki devletin arasinin gittikçe bozulmasina sebep olmustu Babasini da dinlemeyen Murad'in, Iran'a siginip Sah'tan yardim görmesi, durumu daha da vahim bir hâle getirmisti Pâdisah, Kizilbasligi kabul eden Murad'i Sah Ismail'den istemisti Sah Ismail ise bunun için gönderilmis olan Türk elçisini Iran sarayinda öldürtmüstü Öbür yandan Sah Ismail, Sultan Ikinci Bâyezid devrinde baslamis oldugu yikici hareketlerini Anadolu'da devam ettiriyordu Bu hususta onun, Karamanogullari ve onlarla akrabalik kurmus olan Turgutogullari ile gizli mektuplasmalari oluyordu Nitekim 7 Rebiülevvel 9l8 (23 Mayis l5l2) de Musa Turgutoglu'na yazdigi mektup çok dikkate sayandi Çünkü bu mektubunda o, degerli adamlarindan Ahmed Karamanlu'yu o tarafa gönderdigini, ona tabi olunmasini ve birlikte hareket edilmesini istiyordu Yavuz'un tahta çikisindan bir ay kadar sonra yazilan bu mektup, Sah Ismail'in Osmanli Devleti'ni parçalamak yolundaki çabalarinda hâlâ israr ettigini gösteriyordu Bundan baska Sah Ismail, Osmanli tahtina çikisindan dolayi Yavuz'u tebrik etme ihtiyacini bile duymuyordu Çünkü Sah Ismail, Akkoyunlu ve Karakoyunlu ailelerini ortadan kaldirarak kuvvetlerini artirmis, Sirvan ile Mazenderân topraklarina hâkim olmus, Irak- Arab'a ve Horasan'a kadar uzanmis; stratejik mevkii büyük olan Diyarbekir'i ele geçirmis; Özbek Hani Seybek'i yenerek Ceyhun'un beri tarafindaki ülkeleri feth etmisti Hammer'in de ifade ettigi gibi Sah Ismail, öldürülen Seybek'in kafatasini altinla kaplatarak kadeh olarak kullanmisti O, bu basin derisini baharatla doldurarak zaferinin bir nisanesi olarak Yavuz Sultan Selim'e göndermisti Böylece Sah Ismail, askerî kuvvet ve kabiliyetiyle, hatta bundan daha ziyade propaganda ve nifak ekibi tarzinda teskilâtlandirdigi tarikat ve mezheb organizasyonu ile Erzurum, Kars, Diyarbekir, Musul, Bagdad, Horasan, Semerkant ve Buhara'nin güneyini içine alan büyük bir devlete sahip olmustu On dört senelik hükümdarliginda giristigi muharebelerin tamaminda gâlip gelmisti On dört kadar hükümdar ve meliki yenmisti Bu zaferleriyle hakli bir gurur duymakta, dünyanin büyük devletleri arasinda sayilan kudretine güvenmekte idi l00 - l20 binlik bir süvari ordusuna sahip bulunmakta idi Bütün bunlar gözönüne alindigi zaman Sultan Selim'e de gâlip gelecegini ümid ediyordu
Sah Ismail, Iran'da kisa bir zaman içinde fevkalâde kuvvetlenen Safevî Devleti'ni kurdu Burada, zaten yaygin bulunan Siî mezhebini, devletin resmî mezebi haline getirdi Siyasî ve dinî basbuglugu kendi sahsinda topladi Bu arada Siî telkinleri yaymak hususunda Anadolu'da çok müsait bir zemin buldu Öyle ki, Safevî hânedaninin muvaffakiyetinde Anadolu Kizilbaslarinin da rolü oldu Sahin daî ve halifeleri tarafindan halk arasina sokulan emirleri, büyük bir kudsiyeti haiz telakki ediliyordu Bu yüzden, Osmanli hânedanina gâsip nazari ile bakan bir cereyan günden güne büyüyordu Gerçekten kendisine bagli olanlar ile komutan ve askerleri âdeta kendisine perestis edercesine itaat etmekte idiler Nitekim Âsik Pasazâde, halkin, askerlerin ve müridlerinin Sah Ismail'e olan bagliligini su ifadelerle dile getirir: " Müridleri ona tabi oldular Öyleki memeketteki bütün müridleri birbirleri ile bulusunca "Selâmün aleyküm" diyecekleri yerde "Sah" diyorlardi Hastalarini ziyarete gittikleri zaman dua yerine de "Sah" diyorlardi Anadolu'daki Ehl-i Sünnet'e mensûb Müslümanlar, onun buradaki müridleine "bunca zahmet çekip Erdebil'e varacaginiza Mekketu'l-Lah (Ka'be)'a gitseniz, Hz Peygamber'i ziyaret etseniz daha iyi olmaz mi? dediklerinde onlar " Biz, diriye variriz, ölüye varmayiz" derlerdi
Iran'da bu gelismeler olurken, Ehl-i Sünnet efkâr-i umumiyesinde büyük bir endise hüküm sürmekte, Kizilbas faaliet ve hareketleri derin bir izdirap ve aciyla izlenmekte idi Gerek Misir'da, gerekse Osmanli diyarinda Islâm efkâr-i umumiyesi, bu proplemi çözecek bir el ariyordu Misir'da, daha önceki Fâtimî tecrübesinin aci ve korkunç hatiralari henüz hâfizalarda tazeligini koruyor, Bagdad'daki Siî Büveyhîlerin (Büveyhogullari) zulümleri akillara geliyor; Bâtinî beliyyesinin kanli sahneleri tekerrür edecek saniliyordu Bu üzden, Sah ve askerlerinin vahsiyâne zulümleri endise ile takib ediliordu
Agabeyleri ile olan proplemleri halleden Sultan Selim, gerçek gayesini anladigi Sah Ismail'e büyük bir darbe vurmak için hazirlanmaya baslar Bu maksatla, Anadolu'da devlet için tehlikeli gördügü Kizilbaslardan bir kismini ya haps etmis veya öldürtmek suretiyle içeride çikabilecek isyanlari önlemeye çalismisti
Ibn Iyas (Bedayiu'z-Zuhur , IV, l9l)'in ifadesine bakilacak olursa Sah Ismail, Memlûk Devleti için de büyük bir tehlike idi Zira o, Kahire'de bulunan Sünnî halifeye karsi Siî mezhebini destekleyip orayi da kendi mezhebine sokmak için çaba harciyordu Bu gayenin tahakkuku için de her hareketi mübah görüyordu Bu sebeple olacak ki, Frenkleri, Memlûkler aleyhine kiskirtip onlarin denizden, kendisinin de karadan Suriye üzerine yürümesini teklif etmisti
IRAN SEFERI
Yavuz Sultan Selim, Sah Ismail'in, ülkesine karsi giristigi ve sebep oldugu tahriklere son vermek, bu arada Osmanli hududlarina olan tecavüzünü önlemek maksadiyle Iran üzerine yürümeye karar verir Bu yüzden, daha babasinin sagliginda Siîlerle mücadeleyi bir görev sayan Selim, sipahilerden bir kisminin Iran'a gitmesini önlemisti O, siklasan Kizilbas - Safevî münasebetlerini yok etmek ve Anadolu Kizibaslarina siddetli bir darbe indirmek niyetinde idi Fakat daha önce, Antalya ve çevresinde meydana gelen isyan hareketi gibi bir kiyâm ile karsilasmamak ve ordunun arkadan vurulma ihtimalini önlemek için, son derece dürüst ve itimad edilen adamlari vâsitasiyle Sah Ismail taraftarlarini defter ettirir 40 bin kisiyi buldugu söylenen bu Erdebil Tekkesi dâilerinin, en serir ve mutaassib olan iki bin kadarini ölüm, geri kalanlarini da sürgün cezasiyle cezalandirdigi rivayet edilir Bununla beraber, Iran üzerine yürümenin gerekliligine sadece kendisinin degil, devlet erkâni ile askerlerin de inanmasi gerekiyordu Çünkü açilacak seferin birtakim hususiyetleri ve tehlikeleri vardi Her seyden önce çok uzun sürecek yol ve yolculuk messakatine katlanmak gerekiyordu Ayrica Sah Ismail'e karsi açilacak seferin mesrulugunun mutlaka ortaya konmasi ve bunun itirazsiz kabul edilmesi gerekiyordu Gerçekten de bu mesele önem tasiyordu Zira mezhebleri ayri da olsa Müslüman bir orduyu, baska bir Müslüman ordunun üzerine sevk etmek söz konusu idi Keza, birbirleri ile harb edecek olanlarin büyük bir kismi, ayni irka mensub olan kimselerdi Bunlar arasinda birbirleri ile akraba olanlar bile vardi Bundan baska, Safevî halifeleri tarafindan kandirilmis olan Anadolu Kizilbaslarinin durumu kritik görünüyordu Bir çarpisma vukuunda beklenmeyen bir durumun meydana gelmesi, yani Iran lehine bir hareketin dogmasi imkânsiz bir sey degildi Ayrica Osmanli Devleti'nin istinad ettigi askerî kuvvetin basinda gelen Yeniçeriler de bir proplem çikarabilirlerdi Zira Haci Bektas-i Veli'yi pir olarak kabul eden Yeniçerilerin, Hz Ali'ye karsi duyduklari kayitsiz, sartsiz ve sonsuz baglilik, zayif bir ihtimal de olsa Iran'daki Kizilbaslara karsi harekete geçmelerini güçlestirebilirdi Bütün bu güçlükleri bilen ve düsünen Padisah, sefere çikmadan önce önemli bazi kararlarin alinmasi gerektigine inaniyordu Bunun için de Divân'in toplanmasini emreder Yavuz Sultan Selim, Edirne'de toplanan ve devlet erkâni ile birlikte ulemanin da katildigi bu toplantida fikirlerini kisaca söyle açikladi:
"Tevfik-i Rabbanî, refik-i hânedân-i Osmanî olub ecdad-i cihad itiyadimiz ashab-i Salib ve Nakus'un perde-i namuslarin hark (yirtmak) ve Zünnarlarin hark(yakma) idüb dest-i iktidariyle çanlarina od tikup memâlik-i mahrûseye el kaldirmaga mecalleri ve mücahidîn ile mukabele ve mukatele edecek halleri kalmamistir" Bu ifadelerden anlasildigina göre Yavuz Sultan Selim, Divan'da, Hiristiyanlarin su anda bas kaldiracak durumda olmadiklarini açikladiktan sonra esas tehlikenin dogudan gelebilecegine isaret ederek, Sah Ismail'in, Iran'a hâkim olduktan sonra yaptiklarina dikkat çeker Ayrica onun, Gence, Sirvan, Geylan, Mazenderan, Taberistan, Cürcan, Kürdistan ve Gürcistan'i ele geçirerek buralarda öndört nefer sehriyar-i öldürdügünü, bunlarin kuvvetlerini dagitip hazinelerini yagmaladigini ve Özbek Hani Seybek'i öldürünce onun, kesilmis bulunan kafatasini bir kupa haline getirerek onunla sarap içtigini belirttikten sonra, bu zatin cemaat ile namaz kilmayi men edip Ehl-i Sünnet'e mensub ulemayi öldürdügünü anlatir Ayrica kendisine bagli olanlarin ona nasil itaat ettiklerine ve ugrunda her seyi yapabileceklerine dikkatleri çekerek bu tesekkülün Osmanli topraklari için büyük bir tehlike teskil ettigini, bu sebeple onlarla savasmanin "aklen ve ser'an" lazim oldugunu belirterek ulemâdan fetva ister Öyle anlasiliyor ki ulemâ bu fetvayi vermistir Nitekim, Sünnî ulemânin bu konuda kaleme aldiklari fetvâ ve risâlelerin çoklugu, meselenin önemi hakkinda bize bir fikir vermektedir Müneccimbasi, Edirne'deki duruma temasla söyle der: " Edirne'de iken mulûk-i kefereden elçiler ve hedâya gelüp cümlesi tecdid-i sulh eylediler" Ondan sonra ulemadan fetva alup Acem seferi kararlastirildi Bu baglamda Kemal Pasazâde ile Sari Gürz'ün, Kizilbaslar hakkinda vermis olduklari fetvâ ve risâleler, Osmanlilarin fikir ve düsüncelerini aksettirmesi bakimindan önemlidir Nitekim, Kemal Pasazade "ulemay-i millet ve fudalay-i ümmet küfr u ilhad ve katl u ifnasina hükm idüb heme-i a'day-i din u devletten bunun itfa-i sirer-i serareti akdem idügüne bi-isrihim fetavay-i sahiha virdilerdi" demek suretiyle Ehl-i Sünnet'in, Sia'ya bakis açisini ortaya koymus olmaktadir
Görüldügü gibi, özellikle Kemal Pasazâde'nin risâlesinde, Sah Ismail ile Ehl-i Sia hakkindaki Sünnî akideyi görmek mümkündür Bu risâlede küfür ve irtidadina hükmedilen Sah Ismail ile askerlerine karsi açilacak savaslarin, diger din düsmanlari ile yapilacak savaslardan farkli olmadigi, bu sebeple de cihâd sayilacagi belirtilir Iste bu fetvâ ve risâlelerin kaleme alinmalari üzerine, Iran'daki Safevî Devleti'nin Kizilbas idaresine karsi harekete baslama zamaninin geldigine kanaat getirilerek harekete geçilir Bununla beraber Selim, Iran'a karsi harekete geçmeden, daha önce temas edildigi gibi memleket dahilindeki Siî ve Kizilbaslarin müfritlerinin tesbiti ile deftere kayd edilmesini emretmisti Bazi rivayetlerde bu sekilde defter edilip öldürülen Siilerin sayisinin 40 bin civarinda oldugu söyleniyorsa da bunun mümkün olmadigi artik anlasilmis bulunmaktadir Bunlardan sadece 2 bin kadarinin öldürüldügüne, digerlerinin de sürgün edildigine daha önce temas edilmisti Hammer'in dikkat çektigi bir konuya burada temas etmek istiyoruz Böylece dönemin gerek dahilî, gerekse haricî efkâr- i umumiyesinin bu hareketinden dolayi Yavuz'u "Âdil" sifati ile tavsif etmis olmasidir O söyle diyor: "Râfizîlik mezhebini cesetler yigini altina defn etmek bu merhametsize nasib oldu Osmanli tariçileri ona kirk bin kisiyi öldürtmüs oldugu için Âdil lakabini vermislerdir Lakin, daha sayân-i hayret olan cihet surasidir ki, yanina gönderilmis olan Hiristiyan elçiler de kendi hükümdarlarina gönderdikleri raporlarin tamaminda onu, bu lakapla andiklari gibi, onun bu adaletini övmekten de çekinmemislerdir Böylece Selim, kendi devleti dahilinde kilicini gezdirdikten ve topragi Rafizîlerden temizledikten sonra onu, harice (disariya, Iran'a) götürmeye hazirlandi Kayb edilecek vakti yoktu Çünkü Sah Ismail, Sehzâde Ahmed'in oglu ve Pâdisah'in yegeni olan Murad'i Osmanli tahtinin yegane vârisi olarak kabul ettigi gibi Kizilbaslarin intikamini da almak üzere büyük bir ordu ile ilerliyordu"
Osmanli diyarinda yukarida temas edilen gelismeler olurken, Murad Çelebi'yi, Osmanli tahtinin yegâne vârisi olarak ilan eden Sah Ismail, Osmanlilara karsi açacagi savasa istirak etmesi için Sünnî olan Memlûk Sultani'na hediyelerle birlikte bir sefaret heyeti gönderiyor, Anadolu'da Siîlere karsi girisilmis öldürme hareketleri üzerine birbirini müteakip Anadolu'ya sevk ettigi Halifeler ile de Bâtinî ve Siî halki, yeniden devletin aleyine isyana tesvik ediyordu
Bu son hareket üzerine Edirne'de toplanmis bulunan olaganüstü Divân'da savas kararini açiklayan Selim, Yenisehir ovasini, askerin toplanma yeri olarak tayin eder Padisah, savasla ilgili sözünü üç defa tekrarladigi halde - bakislari altinda titremekte olanlardan - hiç biri ona cevap vermiyordu Bunun üzerine Abdullah adinda bir yeniçeri sessizligi bozarak hünkârin ayaklarina kapanir ve arkadaslarinin, padisahin emri altinda, Iran Sahi'na karsi yürüme kararindan duyduklari sevinci onlar adina arzeder Yavuz Sultan Selim, vezirlerin tereddüdlerini gideren bu yigitçe davranisindan dolayi mükâfat olarak yeniçeriye Selanik Sancagi'ni tevcih eder Sultan Selim, üç gün sonra 22 Muharrem 920 (l9 Mart l5l4) Sali günü Edirne'den hareket edip l0 günlük bir yürüyüsten sonra 2 Safer (29 Mart)'de Istanbul'a gelir Burada eski bir an'aneye uyarak çadirini Eyüb'de Fil Çayiri'na kurdurur Önce Hz Peygamber'in mihmandari Ebû Eyyub el-Ensarî Hazretlerinin kabrini ziyâret ederek seferin basarili geçmesi için onun mânevî yardimini diler Daha sonra Fâtih ve babasi Bâyezid'in kabirlerini de ziyâret eden Selim, kurbanlar kestirip fakirlere de pek çok sadaka dagitir Sünnî ulemanin verdigi fetvâlar üzerine büsbütün heyecana kapilan halk, Kizilbaslara karsi sefere çikan Selim'i görmek üzere Eyyub'u doldurdugu gibi kayiklar da Halic'i istila etmislerdi
Selim, sefer için yola çikmadan önce, kendisine vekâleten devlet islerini görmek ve Edirne muafazasinda bulunmak üzere oglu Süleyman'i Manisa'dan Edirne'ye getirtmisti Bundan sonra askerini Üsküdar'a dogru hareket ettirdi Bu siralarda Rumeli Beylerbeyi Hasan Pasa'nin komutasi altinda bulunan yeniçeriler, Gelibolu'dan gemilerle Anadolu yakasina geçip Bursa Yenisehir ovasinda toplandilar Yavuz Sultan Selim, 24 Safer 920 (20 Nisan l5l4) Persembe günü yola çikip Maltepe'de ordusuna katilir Burada, Bosna Valisi Hadim Sinan Pasa'yi Anadolu Beylerbeyligi'ne tayin eder 23 Nisan'da Izmit'e geldigi sirada Siî halifelerinden olup, Iran adina casusluk yaparken yakalanip orduda esir olarak tutulmus bulunan Kiliç adinda birisi vâsitasiyle Sah Ismail'e hem tehdid, hem de nasihat dolu Farsça bir mektup (nâme) gönderir Bu mektupla, üzerine yürüdügünü de kendisine bildirmisti Yavuz Sultan Selim, bu mektupla da yetinmeyerek gönderilen o sahsa " var gördügün söyle ve malum olan muradi beyan eyle" diyerek gördüklerini söylemesini istemisti 27 Safer 920 (23 Nisan l5l4) tarihini tasiyan Selim'in bu ilk bu nâmesi, Kadiasker ve Nisanci Tâcizâde Cafer Çelebi tarafindan yazilmisti Gerek uslûbu, gerekse mahiyeti itibariyle o asrin ruh ve anlayisi ile Selim'in dehâsini temsil eden bu mektup dönemin bütün kaynaklarinda bulunmaktadir Besmele ve âyetlerle baslayan mektupta Sah Ismail'e söyle deniyordu:
"Bilesin ve âgah olasin ki, ilahî hükümlerden yüz çevirenlerin, dini ve seriati yikmaya çalisanlarin bu hareketlerine, bütün Müslümanlarin ve bu arada adalet sever hükümdarlarin, kudretleri nisbetinde mani olmalari farzdir Bunu söylemekten maksadimiz sudur: Tekke kösesinden hâkimiyete yükselen sen, bu yolda yürüdün, Müslümanlarin memleketlerine saldirdin, sefkat ve utanmayi bir tarafa atarak zulüm kapilarini açtin, günahsiz Müslümanlari incittin, fitne ve fesadi kendin için temel prensip olarak kabul ettin, "umur-i padisahî ve ahkâm-i sehinsâhiyi muktezay-i heva-yi nefs ve ragbet-i tabiiyeye uydurup kuyud-i seriati hakk"ettin Ibâhe-i muharreme ve irakat-i dima-i mükerreme, ve mescidleri yikma, türbe ve mezarlari yakma, ulemâ ile Peygamber neslinden gelmis olan seyyidlere ihânet "ve ilka-i mesâhif-i kerime der kazurat ve sebb-i Seyheyn-i Kerimeyn" gibi isler, senin kötü hallerinden bir kaçidir Dillerde dolasmakta olan bunlar ve bunlara benzer hareketlerinden dolayi ulemâ kesin delillere dayanarak senin küfür ve irtidadina, senin ve sana tabi olanlarin öldürülmelerinin vâcib olduguna; mal ve riziklarinizin yagma, kadin ve çocuklarinizin esir edilmesinin mübah olduguna ittifakla karar vermislerdir Bu durum karsisinda ben, Allah'in emirlerini yerine getirmek, zulüm görenlere yardim etmek ve "merasim-i nâmus-i pâdisâhî için " ipekli elbiselerimi çikardim, zirh giydim, kiliç kusandim, ata bindim ve Safer ayinin basinda Anadolu yakasina geçtim Maksadim, Allah'in inayetiyle senin padisahligini yok etmek ve böylece âcizler üzerinden zulmünü ve fesâdini kaldirmaktir Ancak, kiliçtan önce sana, Sünnet-i Seniyye icâbi Islâmiyeti teklif ederim Eger yaptiklarina pisman olup can ve gönülden istigfar eder ve aldigin kaleleri geri verirsen, tarafimizdan dostluktan baska bir sey görmezsin Fakat kötü hallerine devam ettigin takdirde "zulmet-i zulümden" simsiyah yaptigin yerleri nura kavusturmak ve senin elinden almak üzere insallah yakinda gelecegim Takdir ne ise öyle olacaktir Selâm, hidâyete tabi olanlaradir (Safer 920)"
Osmanli insâ (mektup yazma) san'atina nümûne olabilecek bir mükemmeliyette kaleme alinmis olan bu nâme (mektup), dip notta da görülecegi gibi birçok müellif tarafindan asil metinle birlikte alinmis olup, önemi herkes tarafindan kabul edilmistir Osmanlilarin, Siî ve Kizilbaslar hakkindaki düsünceleri yaninda, niyet ve maksatlarini ortaya koyan bu mektupta, din ulemâsinin küfür ve irtidâdina hükmettikleri Sah Ismail'in, Hülefâ-i Râsidîn'e sebb etmesini kabul etmeyip tenkid eden Yavuz Sultan Selim, bu yüzden katline cevaz verildigini açikliyor, kendisinin de dinin takviyesi ile birlikte zulme ugramis ve kalbi kirilmis olanlarin yardimlarina kosacagini söyleyerek, padisahlarin bu konuda gerekenleri yapmak zorunda olduklarina isaret ettikten sonra, denizden geçip üzerine yürümek suretiyle zulmünü âciz ve zavallilarin üzerinden kaldiracagini açiklar Bununla beraber savastan önce "Sünnet-i Seniyye"geregi kendisine Islâm'i teklif ile son pismanligin fayda vermeyecegini de açikliyordu
Selim'in mektubunu Sah Ismail'e götüren Kiliç adindaki elçi, onu Hemedân'da bularak mektubu verir Mektubu alan Sah Ismail, elçi Kilic'i öldürmekle birlikte kendisinin de muharebeye hazir oldugunu Selim'e bildirmisti Bu haber, Osmanli ordusu Erzincan ovasinda bulundugu sirada gelmisti Lütfi Pasa, Sah Ismail'in bu haberi aldigi zaman çok korktugunu, fakat bu korkusunu açiga vurmayip gizledigini söyler Ayrica asker ve ordusuna da su sekilde hitab ettigini açiklar: " Diyar-i Rûm'dan (Anadolu'dan) bir kârban (kervan) gelürmüs Size firâvân genc (büyük bir hazine) ve mal getürür Üsenmem, korkmam ki, anlari (onlari) imamlar bize verüptür ki simdi on iki imam leskeriyle (askerleriyle) gelüp bunda alem (bayrak, sancak) dikmistir, el -ân (simdi) bizimledirler
Selim, ayni gün Akkoyunlu Hânedani hükümdarlarindan olan ve o esnada Sah Ismail'e karsi savasa girismis bulunan Ferruhsad Bey'e de bir mektup göndermek suretiyle onu da kendisiyle birlesmeye davet etmisti
Osmanli ordusu Yenisehir'den Konya'ya müteveccihen hareket ederek Seyitgazi'ye gelir Selim, burada Kapikulu askerlerinden her birine biner akça sefer bahsisi dagitir 20 bin timarli sipahiden meydana gelen öncü ordusuna da komutan olarak Vezir Dukakinzâde Ahmed Pasa'yi tayin eder Sinop Valisi Karaca Ahmed Pasa'yi 500 süvari ile Sah tarafindan esir almak ve kesiflerde bulunmak üzere akina gönderen Selim, bunlarin arkasindan Mihal oglu Mehmed Bey'i de akincilari ile akina memur eder Osmanli ordusu bundan sonra, Konya'ya gelerek Filâbâd Çayiri'na yerlesir Müelliferin ve özellikle sefere istirak edenlerin bildirdiklerine göre Konya'daki ikameti esnasinda, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî'nin türbesini ziyâret etmis olan Yavuz Sultan Selim, fakirlere de yüz bin akça sadaka dagitmis idi Ayni zamanda timarli sipahilere de l00'er akça terakki ihsan eden Yavuz Sultan Selim, Kayseri'ye geldigi sirada Dulkadir oglu Alaüddevle Bozkurt Bey'le müzakerelere giriserek yaninda yer almasini ister Ancak, ihtiyarligindan bahisle sefere gelemeyecegini bildiren Dulkadir oglunun, hakikatte daha II Bâyezid devrinde Osmanlilara iltica ile Selim'in yaninda savasa istirak ettigi bilinen ve Osmanli taraftari Sehsuvar oglu Ali Bey sebebiyle bu teklife pek sicak bakmadigi biliniyordu O, Memlûklulara taraftar bir siyaset takib ederek Osmanlilara karsi cephe almis ve zahire yollarini da vurmak suretiyle orduda bas gösteren erzak buhraninin artmasina sebep olmustu
Dulkadirlilarin, Osmanlilar aleyhinde çikaracaklari muhtemel zorluklari gözönünde tutan Selim, Alaüddevle ile ugrasmaktan simdilik vaz geçerek 26 Haziran'da Sivas'a gelir ve l40 bin asker, 5 bin zahireci 60 bin deveye yükselen ordusunu bir yoklama ve sayima tabi tutma geregini duyar Yoklamadan sonra muhtemel bir Siî ayaklanmasini önlemek maksadiyle Kayseri ile Sivas arasinda, Iskender Pasa komutasinda 40 bin kisilik bir ihtiyat kuvveti birakilmistir Büyük bir kisminin hasta ve yasli oldugu anlasilan bu ihtiyat kuvveti, ordunun ric'at hattini tutacak, ayni zamanda Sah Ismail'in Diyarbekir ve Bati siniri komutani Ustaclu oglu Mehmed Han'in yaptigi tahribat yüzünden ugranilan zahire ve saman buhranini da önleyecekti Çesitli yollarla zahire buhranini önlemeye çalisan Selim, Erzincan'dan Sah Ismail'e üçüncü defa Türkçe bir mektup gönderir Bu nâmede, daha önceki mektuplari hülasa eden Selim, yakinda Azerbaycan'a ulasacagini da bildirip Sivas ile Kayseri arasinda bir ihtiyat kuvvetini biraktigini açiklamaktan çekinmez
Osmanli ordusu, l8 Temmuz'da Erzincan'a bagli Yassi- Çemen'deki Hasan Bey çayirina geldigi sirada Sah Ismail'in elçisi Sah Kulu Akay Bevey Nuker ordugaha gelip Selim'e bir name ile içi afyon dolu altin bir kutu takdim eder Sah Ismail, nâmesinde, Selim'i savasa zorlayan sebebi arastiriyor, Dulkadirlilarla düsmanlikta bulunmamis oldugundan bahsediyordu Ayni zamanda Selim'in mektuplardaki ifadesini de bir padisaha yakistirmayan Sah Ismail, bunlarin, afyon ile sarhos olmus kâtiplerin kaleminden çikmis oldugunu iddia ettikten sonra mektubunu Isfahan'da bir av esnasinda yazdigini bildiriyordu Osmanlilarla dostluktan bahsetmekten geri kalmayan Sah Ismail, Timur zamaninda oldugu gibi memlekete karisikligin âriz olmasini arzulamadigini bu sebeple savas istemedigini belirttikten sonra, aksi halde kendisinin de savasa hazir oldugunu beyan ediyordu
Öte yandan, Sah Ismail'in, verdigi söze ragmen henüz ortalarda görünmemesi, çorak arazide büyük bir müzayakaya (sikinti) maruz kalan asker arasinda hosnutsuzluga sebep olmustu Nitekim Firat Nehri (Karasu) kenarina gelindigi bir sirada isyan belirtileri görülür Bununla beraber, sancak beyleri gibi vezirler de, baslangiçta ileri gitmenin aleyhinde olmalarina ragmen, bunu açiklamaktan çekinirler Ancak askerin hareketini tanzim ile Erzincan'dan Azerbaycan'in merkezi olan Tebriz'e kadar katedilecek yolu 40 merhaleye taksim eden Selim'in, kararinda sebat etmesi üzerine, daha ileri gitmenin mahzurlarini arzetmek maksadiyle, Karaman Beylerbeyi Hemdem Pasa'yi, Selim'e gönderirler Sehzâde Ahmed vak'asinda Selim'e hizmet etmek suretiyle onun, kardesine gâlip gelmesini saglamis bulunan ve çocuklugundan beri Selim ile birlikte Harem-i Humâyun'da büyümüs olan Hemdem Pasa, Padisahin, hakkindaki teveccühüne itimad ederek bu hususu arzeder Isaret edilen tehlikeler ve ordunun içinde bulundugu sikintilar gözönüne alindigi zaman bu fikir makuldu Fakat hiç bir engel tanimayan ve tereddüt göstermeyen Selim, bunun askere çok kötü bir örnek olacagini düsünerek, Hemdem Pasa'yi feda etmek zorunda kalir
Zeynel Pasa'nin, Karaman Beylerbeyi olarak tayin edilmesi üzerine harekete geçen ordu, seri bir yürüyüsle Çermük'e gelir Bu mevkide Selim, Bali Bey tarafindan esir edilen iki Kizilbasi, Türkçe olarak kaleme alinmis bir mektupla Sah Ismail'e gönderir Osmanli Pâdisahi, bu dördüncü mektubunda da Sah Ismail'i tahrik ediyor, memleketinde günlerce yürüdügü halde kendisinden bir haber alinmadigini belirttikten sonra, onun korktuguna hükm ederek bir tabibe müracaat etmesini tavsiye ediyordu Mektubunda, "Ey Ismail, ülkemin sinirinda görünmekle bana meydan okudun Iste ben geldim, haftalarca yürüdügüm halde ne senden ne de askerinden bir eser görmedim Ölümüsün yoksa sagmisin bilemiyorum, hile ve aldatmaktan baska bir sey bilmez misin? Sayet korkuyorsan bir tabib getir ki seni tedavi etsin Seni daha fazla korkutmamak için güzide askerlerimden kirk bin kisiyi Kayseri yakinlarinda biraktim Düsman hakkinda ancak bu kadar lutuf gösterilebilir" dedikten sonra, Sah Ismail'in yönetimden vaz geçip inzivaya çekilmesini tavsiye eder Müellifler, Yavuz'un, gizlenmekte devam edecegini tahmin ettigi Sah Ismail'e bir de kadin elbisesi gönderdigini kayd ederler Buna ragmen kendisini gizlemeye devam ederse erkek sayilmayacagini bildiren Selim, Sünnî olan Özbek Hani Ubeyd gibi Memlûk Sultani Kansu GavriÔye de birer mektup yazip, düsman memleketinde bulundugunu bildirir Çermük'ten yoluna devam eden Osmanli ordusu, Sökmen'e gelir Daha Tercan'da iken sonradan vezir olan Yanya Beyi Mustafa Bey ile Trabzon Sancak Beyi Mehmed Beyi, Bayburt'un zaptina me'mur etmis olan Selim, Sökmen'de Gürcü Beyi Mirza Çabuk'un elçilerini kabul eder Elçiler, yanlarinda iki bin bas koyun ve bir miktar da zahire getirmislerdi Gürcü Beyi bu vesile ile dostlugunu göstermis oluyordu
Bundan sonra Tebriz'e dogru yeniden hareket emri verilmisti Bunun üzerine günümüzde Agri vilayetine bagli Elesgirt kazasi Sakalli Köyü (Konagi)'ne gelen ordunun, ümerâdan bazi kimselerin de tesviki ile " Düsman yok, harab memlekette nice seyahat ederiz?" diye mirildanip isyana basladigi görülür Hatta bir rivayete göre bu ordu tarafindan, Selim'in çadirina içleri tehdid dolu mektuplar birakiliyordu Bunun üzerine yigit padisah atina atlayip askerin içine dalmis, heybetle ve gayet vakurâne bir sekilde "Ehl ü iyal kaydinda olarlara destûrdur, gerü karilarinun yanina gitsünler, biz buraya gerü dönmek içün gelmedük! Rahat isteyen bu yola yarasmaz Bizi isteyüp fi - sebilillah can ve bas feda edecek yigitler ölümden havf itmez (korkmaz) Ölümden korkanlar gerü dönsün! Düsmanla çarpisacak merdler benümle gelsün Eger içünüzde er yogise ben yalinüz giderüm" diyerek askerin hamiyet duygularini tahrik etmisti Asker, bu cesaret ve yigitlik âbidesinin bir at oynatisina, bu tarzdaki heybetli hitâbetine ve küçük bir kiliç kimildatisina dahi vurgun ve âsikti Sevdikleri hükümdar komutana büyülenmis yekpâre bir kitle gibi baglandi Bu sözlerinden sonra hareket emri veren Sultan'i, tek bir yeniçeri bile terk etmedi
Esasen bu sirada öncü (pisdar) kuvvetlerin komutani Mihaloglu Memed Bey, Sah'in Diyarbekir emîri olan Ustacluoglu'nun Hoy'a geldigini, Sah Ismail'in de yaklasmakta bulundugu haberini vermesi, heyecanin yatismasina sebep olmustu Bu arada Sah'tan gelen bir mektup ta bunu teyid etmisti Pâdisah, Ismail'in isledigi bu hatadan istifade edip konak mesafelerini kisaltarak Sah'i karsilamak üzere harekete geçer Iki gün sonra, gece Makû ile Hoy arasinda Tebriz'e 20 fersah mesafede bulunan Çaldiran tepelerine ulasir Selim, bu mevkide yeni tertibatlar almis ve safakla birlikte savasa girismek veya askere 24 saat istiraat vermek cihetlerinden birini tercih etmek üzere Divân ( Meclis )'in reyine müracaat eder Genellikle, yol yorgunlugu münasebetiyle hemen savasa girisilmesini tehlikeli bulan devlet büyükleri, askere 24 saat istirahat verilmesinin uygun olacagi teklifinde bulunurlar Buna karsilik, askerin içinde Alevî ve Siîlerin bulunmasindan ve istirahat aninda bunlarin düsmanla anlasabileceklerini gözönünde bulunduran Rumeli Defterdari Pîrî Mehmed Çelebi, hemen savasa baslanilmasi gerektigini belirterek Yildirim Han devrindeki Çubuk ovasi (Timur'la yapilan Ankara Savasi ) çözülmesinin bir benzerinin vuku' bulabilecegini, bu sebeple safakla beraber harbe mübaseret edilmesi (baslanilmasi) re'yinde oldugunu bildirir Bu teklif, Yavuz Sultan Selim tarafindan kabul görür Böylece devlet büyükleri, safakla birlikte savasa baslama görüsünü kabul etmek zorunda kalirlar Onlar, Selim'in emri üzerine savas nizami alip tepelerden ovaya inen kuvveterinin basina geçerler

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Osmanlı Tarihi

Eski 04-21-2009   #53
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Osmanlı Tarihi



ÇALDIRAN ZAFERI
Savasa, 23 Agustos l5l4 ( 2 Receb 920 ) Çarsamba günü günes dogarken Iranlilarin taarruzu ile baslandi Dogubâyezid'in 80 km güney dogusuyla Van Gölü'nün kuzey dogusunda bulunan Çaldiran Ovasi'nda mevzilenen Osmanli ordusunun sag kolunu, Anadolu Beylerbeyi Sinan Pasa ile Zeynel Pasa'nin emrindeki Anadolu ve Karaman kuvvetleri, sol kolunu ise Rumeli Belerbeyi Hasan Pasa komutasindaki Rumeli askerleri teskil ediyordu Selim ise, eskiden beri alisageldigi ve uygulandigi sekilde sipahi, silahdâr, ulûfeci ve gurebâ bölükleri ile çevrilmis olup, yaninda Hersekzâde Ahmed Pasa, Vezir Dukakinoglu, Vezir Mustafa Pasa ve Ferhad Pasa gibi devlet büyükleri, kadiasker vs gibi din ve hukuk adamlari bulunuyordu Bu arada, padisahin önünde yer alan tüfekçi ve yeniçeriler, araba ve develerden meydana gelen bir siper gerisinde bulunduklari gibi, sag ve sol cenahin nihâyetinde olup, biri l0000, digeri 8000 kisiden mürekkeb Anadolu ve Rumeli azepleri, birbirlerine zincirlerle baglanmis 500 topun önünde dizilmislerdi Öte yandan, öncü kuvvetinin çogunlugunu teskil eden Dulkadirli Türkmenleri ile Sahsuvaroglu Ali Bey'in ardçi kuvvetleri de Sadi Pasa'nin emrinde idiler
Osmanli ordusunun bu dizilisine karsilik, ekserisi Ustaçlu, Varsak, Rumlu, Samlu, Kaçar, Afsar ve Karamanlu Türkmenleri'nden ibâret olup muhtelif hanlarin emrinde bulunan 80000 kisilik bir süvari kuvvetinin basindaki Sah Ismail, ordusunu ikiye ayirmak ve sol kanadin idaresini verdigi Ustaçluoglu ile birlikte girisecekleri bir çevirme hareketi sonunda azepleri yarmak ve onlarin saflarini geçmek suretile yeniçerileri arkadan vurmak niyetinde idi Bu gayesini gerçeklestirmek için de sag cenahin komutasini üzerine almisti Böylece, mükemmel bir sekilde techiz edilmis 40000 seçkin süvarisi ile azeplerin ve özellikle Rumeli kuvvetlerinin üzerine hücum eden Sah Ismail, baslangiçta basarili olur Böylece, basta Rumeli Beylerbeyi Hasan Pasa olmak üzere pek çok sancak beyini sehid edip, bu kismi dagitir Ancak karsi taraftan hareket eden Ustaçluoglu, Anadolu askerinin mukavemeti ve Sinan Pasa'nin aldigi tedbirler üzerine Sah Ismail ile birlesmek üzere giristigi tesebbüste muvaffak olamaz Zira Sinan Pasa, askerlerin saflarini muhafaza ederek, intizamli bir sekilde sür'atle toplara dogru çekilmelerini temin etmis, Ustaçluoglu ile kardesi Kara Han'i, maiyyetlerindeki Türkmenlerle birlikte, Osmanli topçusu ile karsi karsiya getirmisti Bu savasta Safevîler "Sah", Osmanlilar ise "Allah" nidâlari ve tekbir sadâlariyla muharebe ediyorlardi
Bu arada sunu da belirtmek gerekir ki, Safevî ordusunda piyade ve atesli silahlar hemen hemen bilinmiyordu Her ne kadar Iran'da top kullaniliyor idiyse de bu, kale müdafaalarina hasr ediliyor, meydan muharebelerinde kullanilmasina ehemmiyet verilmiyordu Bununla beraber Sah Ismail, casuslari vâsitasiyle, Sultan Selim'in askerî tertibatina vâkif oldugu ve toplarin tanziminden haberdar bulundugu için askerini iki kola ayirmisti
Sah Ismail'in süvarileri, sayi olarak Osmanli kuvvetleri ile hemen hemen denk idiler Bundan baska Iran ordusu, savasi kendi topraklarinda kabul ettigi için yorgun degildi Buna karsilik, Yaklasik 2500 kilometrelik uzun bir yoldan gelen l00000 kisilik Osmanli askerleri ile atlari yorgundu Ayni zamanda yiyecek sikintisi da vardi Sayica en az Osmanli kuvvetleri kadar olan Sah'in ordusu ise dinçti Zira bu ordu, Tebriz gibi çok kisa bir mesafeden gelmisti Asker iyi beslenmis ve sahlari için her türlü fedakârliga hazir, ona taabbüd edercesine bagli idi Topuz, yay ve mizraklarla donatilmis savasçilarin atlarina çelik eyerler vurulmustu O zamana kadar, zaferden zafere kosmus bir hükümdara mâlik olduklarindan dolayi da mâneviyatlari bir hayli yüksekti
Osmanli toplarinin ates açmalari üzerine Siî ordusu dagilir Zira basta Ustaçluoglu olmak üzere pek çok komutan bu esnada öldürülmüstü Bunun üzerine savas, Osmanlilarin lehine döndü Öbür taraftan Yavuz Sultan Selim, Rumeli askerlerine yardim etmek üzere bir kisim yeniçerileri yardima göndermis, siperlerin arkasinda bulunan yeniçerilerin de tüfek ile ates etmelerini emr etmisti Beklemedikleri böyle bir durumla karsilasan Siî ordusunda genel bir panik havasi esmeye baslar Bu arada vaziyeti düzeltmek ve ordusunun moralini takviye etmek maksadiyle her tarafa kosan Sah Ismail, birkaç defa at degistirmis, bir aralik da atindan düsüp yere yuvarlanmisti Bu hengamede, üzerine yürüyen bir Osmanli süvarisinin, Sah üzerine yürüyüp öldürmek üzere iken, tipki onun gibi giyinmis ve kendisine benzeyen en yakin adami Mirza Sultan Ali'nin esareti göze alarak öne geçmesi üzerine kurtulur O, bu kurtulusunu sonradan at-çeken lakabini alacak olan Hizir ismindeki bir Türkmen korucunun, hayati pahasina ona atini vermesiine borçludur Böylece, esir olmaktan kurtulan Sah Ismail, aksama dogru artik hiç bir ümidin kalmadigini görünce, sür'atle Tebriz'e dogru kaçmis, ancak kendisini burada da emniyette görmedigi için Sultaniye (veya Dergüzin)'ye çekilmek zorunda kalmisti Onun kaçmasi üzerine bütün Siîler, karsi koymaktan vaz geçerler Bu arada bir kismi esir, bir kismi da maktul düser Lütfi Pasa, Siîlerin büyük hezimeti ile sonuçlanan Çaldiran Savasi'na " Sûfi-kiran " adini verir
Sah'in, yaralanip kaçmasindan sonra Iran ordusu daha fazla direnemeyerek dagilmis ve safakla baslamis olan bu korkunç savas, o gün aksam üzeri, Osmanlilarin büyük bir galibiyetiyle sona ermisti Bununla beraber Pâdisah, yatsi vaktine kadar atindan inmez Tarihin en büük meydan savaslarindan biri olan Çaldiran Savasi'nin kazanilmasinda "tertip ve tahkim islerindeki" üstünlügün, atesli silahlara sahip olmanin, Osmanli askerinin essiz fedakârliginin ve son olarak Yavuz Sultan Selim'in askerî dehasinin büyük payi vardir
Bu muzafferiyeti müteakip Siî ordugahi, bütün hazineleri, Sah'in ve ümerasinin zevceleri ile birlikte Osmanlilarin eline geçer Çok çetin geçtigi anlasilan Çaldiran Savasi'nda, her iki taraftan da pek çok insan ölmüstü Savasi müteakip Çaldiran sahrasinda iki gün divân kurduran Selim, Muhyî Çelebi'nin bildirdigine göre, sehid düsenlerin nâmina bir kabir yaptirip üstüne ölüm tarihlerini bildiren amûd (direk) diktirmistir
Çaldiran Zaferi, Anadolu birliginin hâlâ devam eden en büyük istinadgâhi olmakla kalmamis, ayni zamanda Güney Anadolu ile Ortadogu'nun anahtarlarini da Yavuz'a takdim etmisti
Çaldiran Zaferi'nden sonra Hoy Sahrasi'na gelerek Dukakinzâde ile Defterdâr Pirî Çelebi ve büyük bir Osmanli tarihi (Hest Behist) yazmis olan Idris-i Bitlisî'yi Tebrize gönderen Sultan Selim, bunlar vâsitasile sehirliye emân vermis ve uzun bir yürüyüsten sonra, yerlere serilmis kiymetli halilar üzerinden geçerek 5 Eylül l5l4'te sehre girmistir Bir hafta kadar Tebriz'de kalan Sultan Selim, Sah'in hazinelerini ile bazi sanatkârlari Istanbul'a gönderir Bu sirada Tebriz'de bulunan Timur'un torunu Hüseyin Baykara oglu Bediüzzaman ile kendisine biri Farsça, digeri Çagatayca olmak üzere kaleme alinmis iki kaside takdim eden Mehmed Hâfiz ve oglu Hasan Can ( Hoca Sa'düddin Efendi'nin babasi ) ile birlikte Sultan Selim'e siginmislardi Özellikle, Sultan Selim'in büyük hürmet ve saygisina mazhar olmak suretiyle kendisine günde l000 akça tayin edilen Bediüzzaman, Osmanli ordusu ile birlikte Istanbul'a gelecek ve bir müddet sonra Eyüb'de vebadan vefat edecektir
Yavuz Sultan Selim'in, bir haftalik ikameti esnasinda Tebriz'deki faaliyetleri, bize onun hakkinda bilgi vermektedir O, Tebriz'in Sâhib - Âbad mahallesinde bulunan ve mavi altin sarisi çinilerle süslü Sultan Hasan Câmii'nde, Hülefa-i Rasidîn ile Ashab-i Kirâm'in isimlerini hutbede okutmus, Sah Ismail tarafindan gerek Akkoyunlulardan, gerekse Seybek Han'dan müsadere edilmek suretiyle alinmis bulunan hazinelere el konmustu Bu arada bir kisim fillerle, Sah Ismail'in, Akkoyunlu Türkmen Ulusu Beyleri'nden Yakub ve Timur torunlarindan Ebû Said'den gasb etmis oldugu emanetleri Istanbul'a sevk eden Selim'in, Tebriz'in mahir usta ve sanatkârlarindan bir kismini Istanbul'a gönderdigine dair kaynaklarda bilgiler bulunmaktadir Nitekim Muhyi Çelebi'nin Selimnâmesi'nde, kiliççilardan, cebecilerden, okçulardan ve yaycilardan l700 hânenin Istanbul'a gönderildigine dair verilen haberler, seferin rûznâmesini tutan Haydar Çelebi tarafindan da te'yid edilmektedir
Sah taraftarlari (Kizilbas) ile meskûn bu mintikada daha fazla kalmayi tehlikeli bulan Sultan Selim, bir hafta sonra Tebriz'i terk edip Nahçivan yoluyla Karabag'a çekilmek zorunda kalmistir Bununla beraber, onun, kisi bu eski Ilhanli merkezinde geçirmek tasavvurunu anlayan devlet büyüklerinin telasi, bazi karisikliklarin çikmasina sebep olmustur Nitekim, ordu, Aras Nehri kiyilarina geldigi zaman, bunlarin tesvikiyle harekete geçen yeniçeriler, padisahin etrafini sararak, parça parça olmus elbiselerini mizraklari önünde göstererek dönmek istediklerini hatirlatmak isterler Böyle bir hareketle karsilasan Selim, Kars ve Bayburt üzerinden Istanbul'a dogru hareket eder Bu arada zaferi bildirmek için, komsu devletlere fetihnâmeler yazilip gönderilir
Yavuz Selim, Amasya'da iken, Sah Ismail tarafindan gönderilen elçilik heyetini kabul etmez Bu arada, Kemah kalesine siginmis olan ve kalelerinin metanetine (saglamligina) güvenen Kizilbaslar, kendilerine yakin olan Osmanli topraklarina durmadan tecavüz ettikleri için, kisi Amasya'da geçirmekte olan Yavuz Selim'e tecrübeli bazi kimseler: "Kemah kalesi Kizilbaslar elinde bulundukça, Bayburt ile Erzincan gibi kasaba ve sehirlerde bir güvenlik saglamanin mümkün olmayacagini" bildirirler Bunun üzerine Dogu Anadolu'da esasen hakimiyet kurmayi gerekli gören Pâdisah, Yildirim Bâyezid zamaninda Osmanli topraklarina katilmis, fakat Timur istilasindan sonra kaybedilmis bulunan Kemah kalesinin kusatilmasini Biyikli Mehmed Pasa'ya emreder l9 Mayis l5l5'te bizzat Pâdisah'in istirak ettigi hücumla alinan Kemah kalesinin muhafizligina Karaçin oglu Ahmed Bey tayin edilir Bu arada Iran üzerine yapilan hareket esnasinda, Osmanli ordusunun yiyecek kollarini vuran Dulkadirogullari'nin ülkesi alinarak Maras ve Elbistan Osmanli topraklarina ilhak edilir Daha sonra Istanbul'a hareket eden Sultan Selim, ll Temmuz'da sehre girer
Çaldiran Zaferi'nden sonra, basta Diyarbekir olmak üzere, Dogu Anadolu'nun birçok sehri, Osmanlilarin eline geçer Böylece, Selçuklulardan sonra bozulan Anadolu birligi tekrar ve kalici olarak saglanmis olur Biyikli Mehmed Pasa, Diyarbekir Beylerbeyligi'ne getirilir Tarihçi Idris-i Bitlisî de müsavir olarak onun yanina verilir Idris-i Bitlisî'nin gayretleriyle Harput, Meyafarikin, Bitlis, Hisnikeyfa, Urfa, Mardin, Cezire ve Rakka'ya kadar Güney Dogu Anadolu bölgesi ile Musul dolaylari Osmanli idaresine geçer Bu sayede Tebriz - Haleb ve Tebriz - Bursa Ipek yolu Osmanlilarin kontroluna girmis olur Ayrca, Siî akidesinin yayilmasi büyük ölçüde durdurularak propaganda malzemesi saglayacak imkânlara set çekilmis olur Yine bu zaferle geçici de olsa Safevî tehlikesi ortadan kalkmis oluyordu Bu zaferden sonra Yavuz Sultan Selim "Sah" ünvanini kullanmaya baslamis, hatta bu ünvan "Sultan Selim Sah" diye sikkelere de islenmistir Yavuz'dan sonra gelen padisahlar da ayni ünvani kullanip kendi dönemlerinde basilan paralara bu ünvani yazdirdilar Bundan dolayi bu ünvanla basilan paralara "Sâhî" adi verilmektedir
YAVUZ DÖNEMINDE CELÂLîLER
Yavuz Sultan Selim döneminde, sadece ülkenin sinirlari disinda bulunan Kizilbaslar degil, ayni zamanda sinir içinde bulunanlari da devleti ugrastiriyordu Zira Osmanli sinirlari içinde uzun süreden beri, Safevîler adina yapilan propagandalar, kisa zamanda tesirini göstermisti Bu yüzden, sayilari küçümsenmeyecek bir insan kütlesinin gönlü, Safevî Devleti'ne baglanmisti Osmanlilar aleyhine çalisan bu insanlar, ayaklanmak için uygun bir zaman ve firsat kollamakta idiler Nitekim bunlar, sehzâdeler arasindaki rekabet esnasinda Yavuz'un, babasina karsi olan isyanini, devletin en zayif ani olarak degerlendirip Sah - Kulu'nun idaresi altinda harekete geçerler Böylece memleket adina büyük bir tehlikenin meydana gelmesine sebep olurlar Birçok cana mal olan ve güçlükle bastirilan bu ayaklanmadan sonra sükûnet saglanamadi Zira bu sefer de Nur Ali isyani bas göstermisti Bu da Sah - Kulu isyanindan daha az korkunç degildi Sayet Yavuz Sultan Selim'in aldigi tedbirler olmasaydi, belki de o tarihlerde bunlarin daha korkuncuna sahid olunacakti Bunlara karsi onun, yerinde ve müsamaha göstermeden harekete geçmesi, bir an bu isyan alevinin etrafi sarmasina mani olmus, fakat atesin büsbütün söndürülmesine yetmemisti Bu itibarla Siîlik, daha dogru bir ifadeyle Safevîlik adina, zaman zaman ortaya çikanlar oldu Iste l5l9'da Celâl adindaki Kizilbasin çikardigi isyan da bunlardan biriydi Bozok'lu ve Kizilbas ileri gelenlerinden biri olan Celâl, "kendüyi mecnûnluga urup ve abdal kisvetine girüp vatani ve eskiya encümeni olan Bozok'tan Tokat semtine firar" edip Turhal civarina gidip orada bir magaraya yerlesir Burada, gizlice onu ziyarete baslayan Kizilbaslar, "MeczûbGi ilâhidir" diyerek adini etrafa duyurmaya ve söhretini artirmaya basladilar O tarihlerde, bu bölge halkinin çogunun Kizilbas ve Kizilbasliga mütemayil oluslari, Celâl'in isine çok yaramisti Öte taraftan o, derece derece kendisini halka kabul ettirmee çalismis ve etrafini aldatmakta büyük bir maharet göstermisti Gerçekten önceleri o, "Mehdi bu gardan (magara) asikâr olsa gerektir, ve ben intizarla (beklemekle) me'murum" diye ise baslayarak birçok insani buna inandirdiktan ve bu böylece yeterince güçlendigini hissettikten sonra gerçek yüzü ile ortaya çikar Bu esnada da kilicin kendisini kesemeyecegini iddia ederek " Halife-i zaman ve Mehdi-i devrân benim" demeye baslamisti O günkü toplum içinde böyle sözlere inananlar büyük bir yekun tuttuklari için kisa zamanda Celâl'in yaninda çok sayida Kizilbas toplandi Bir müddet sonra da "âlemi men serbeser alsam gerek, cümle münkir gitse ben kalsam gerek" diye kendisine büyük bir pâye veren bu adamin etrafinda toplananlardan bir kisminin, onun politik bir gaye ugruna çalistigini bilmemeleri mümkündür
Vezir-i A'zam Piri Pasa'nin, Firat kenarindan ayrilarak padisahin yanina gidisini firsat bilen Celâl, Sah - Veli ünvani altinda ve belki de Sah Ismail'den aldigi emir sonunda harekete geçer Isyan, önce Bozok vilayetinde baslamisti"Ol etrafta bulunan kura (köy) ve kasabatin (kasabalar) sükkânina (sakinlerine) teaddi ve tecavüz" etmek suretiyle baslayan bu hareketin çok çabuk gelistigi anlasilmaktadir Çünkü Bozok'ta, Sehsüvaroglu Ali Bey'in oglu Üveys'in evini bastigi zaman Celâl'in yaninda 4000 kisilik bir kuvvet vardi Bu kuvvetin kisa bir süre içinde çogaldigi ve Rum Beylerbeyi olan Sâdi Pasa'nin kuvvetlerini yenecek duruma geldikleri görülmektedir Gerçekten Sâdi Pasa, isyanin çiktigi ilk anlarda bu isyani bastirmak ve bununla çarpismak gayesiyle asker toplamak için Zile'ye gidip etrafa ulaklar gönderdigi bir sirada onlarin hücumuna ugramisti Asker sayisi az olmakla birlikte isyancilarin önünden kaçmayi düsünmeyen Sâdi Pasa, onlarla savasa girer Sabahtan aksama ve ertesi gün ögleye kadar devam eden savasta yaralanan Sâdi Pasa'nin yaninda bir çok askeri de sehid düsmüstü Bununla beraber, yarali olarak Amasya'ya çekilen Sâdi Pasa, yeniden asker toplayip tekrar faaliyete geçer Ancak Sah-Veli'nin kuvvetleri, "Keçeci ve çanagi diye bilinen melâhide (mülhid, dinsiz) taifesinden " ve Kizilbaslardan büyük yardimlar gördügü için günden güne sayilari artiyordu Bu arada, Sâdi Pasa'ya karsi kazanmis oldugu zafer de Celâl'in söhretine söhret katiyordu Hatta bu söhret, Sah Ismail'in adini bile unutturmustu
Sâdi Pasa'nin mektubundan veya baska bir kaynaktan haber aldigi bu isyani çok önemli ve ciddi telakki eden Sultan Selim, Rumeli Beylerbeyi Ferhad Pasa'ya, vezirlik pâyesi vererek isyani bastirmaya me'mur eder Ferhad Pasa, kapihalkindan ve yeniçeriden bir miktar askerle yola çikar Bilahere o, Sehsüvaroglu Ali Bey, Karaman Beylerbeyi Hüsrev Pasa ve Sivas (Rum) Beylerbeyisi olan Sâdi Pasa ile birlikte, isyan eden Celâl ve askerleri üzerine yürürler Bunun üzerine, burada tafsilatina girmeyi gerekli görmedigimiz büyük bir mücadele meydana gelir Bu mücadelenin sonunda, Lütfi Pasa'nin ifadesiyle "nihayet ol bagilerin (eskiya) ekseri kirilüb ve baslari olan habisin basi kesilüb Sultan Selim'e gönderdiler" diye verdigi bilgi ile yetinmek istiyoruz
Devletin en kudretli devrinde, büyük gayret ve zorluklar sonucunda bastirilan bu isyandan sonra, Anadolu'da her ne sebeple olursa olsun meydana gelen ayaklanmalara, bu Celâl'in adina izafeten Celâlî denecektir Celâlîler, özellikle Anadolu'da, zaman zaman harekete geçip yurdun tahribinde ve halkin soyulmasinda önemli rol oynayacaklardir Celâlîlerle ilgili olarak Tosya kadisi ile vilayet halkindan ileri gelenlerin gönderdikleri mektup, bunlarin isledikleri cinayetler ve sebep olduklari kötülükler hakkinda bilgiler vermektedir Bu mektuptan anlasildigina göre on yildan beri halkin rahatinin kalmadigi, evlerinin yakildigi, yiyeceklerinin ve hatta kadinlarinin zorla ellerinden alindigi, bu yüzden, köy halkindan da pek çok kimsenin kaçip yurdunu terk ettigi, geri kalanlarin ise gerek malî gerek siyasî hiç bir seye güçlerinin yetmedigi belirtilmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Osmanlı Tarihi

Eski 04-21-2009   #54
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Osmanlı Tarihi



YAVUZ SULTAN SELIM'IN GÜNEY SIYASETI
Tuttugunu koparan bir padisah olarak bilinen Yavuz Sultan Selim, dönemindeki imkânlarla her bakimdan âdil ve mazbut dinî, idarî, ekonomik ve sosyal bir nizam kurarak Islâm âlemini tek elde toplamak gayesini güdüyordu Bu yüzden olacak ki, kendisini bu hedefinden uzaklastirmak isteyen her seye karsi mücadele etme kararinda idi Bu bakimdan, dur durak bilmeyen atesîn mizaci ile o, geçmisi unutmak istiyordu Herhalde bunda haksiz da sayimazdi Zira babasi II Bâyezid'in zamani, bir bakima baba mirasi ile yetinen, nisbeten kisir ve durgun bir devir idi Binaenaleyh, bu yeni çark, muhtesem mazi mirasina yeni bir seyler ilave etmeliydi Gerçekten, tempoyu yükselten Yavuz Sultan Selim'in gayesi belli idi O, bir Islâm birligi kurmak ve Osmanli Devleti'ni de bu birligin merkezi haline getirmek istiyordu
Bütün dostane çabalarina ragmen, savas olmadan kurulmasini istedigi bu birlik, bir türlü saglanamiyordu Bunun içindir ki, birlik davasinin gerçeklesmesi ve bu düsünceyi fiile geçirip tercüme edecek olan vâsita da kiliçtan baskasi degildi O, bu kilici kimlere çalacagini da çoktan planlamis bulunuyordu Zira o, bu birlige engel olmaya çalisanlari çok iyi taniyordu Bu bakimdan onlarla gerektigi sekilde mücadele etmeliydi Önce, büyük hayal ve ümitlerle, yalniz ordularini degil, akide (inanç) ve mezheplerini de seferber etmis olan Iranlilar'i hizaya getirecek, sonra da oynak ve iki yüzlü bir siyaset takip ederek Suriye ile Misir'in arasina gerilmis olan Dulkadirogullari'ni ortadan kaldirip güney yolunu açacakti Böylece sira, "Sâhib-i Haremeyn" ünvanini tasiyan Memlûk Devleti ile ugrasmaya gelecekti Fakat bu bahadir ve cesur insanlarla savasmak belki de harp tarihinin ender gördügü cenklerden biri olacakti Bununla beraber hem gözünü hem de gönlünü Sark'a ve Sark'i tek elde toplmaya dikmis olan hükümdar, "Sâhib-i Haremeyn" ünvanini, Memlûk Sultani'nin elinde birakmama azminde idi
Yavuz Sultan Selim'in bu düsüncesini degerlendirdigimiz zaman onun, Güney ve kismen Dogu Siyasetini üç baslik altinda ele almak gerekir Bunlar:
1 Dulkadirogullari Beyligi'nin Ortadan Kaldirilmasi,
2 Diyarbekir'in Zapti,
3 Memlûk Devleti ile Olan Münasebetler ve Bu Devletin Ortadan Kaldirilmasi
DULKADIROGLU BEYLIGI'NIN ORTADAN KALDIRILMASI
Iran seferine çikan Yavuz Sultan Selim, Alaüddevle'nin, Sah Ismail'e karsi olan husumetinden dolayi, kendi saflarinda harbe katilmasini istemisti Fakat Alaüddevle bu istegi kabul etmedigi gibi kendisine tabi bazi asiret kuvvetlerini, Osmanlilarin zahire kollarini vurmak için görevlendirmisti
Daha önce, Osmanlilarin yardimi ile Dulkadir Beyi olan Sehsuvar Bey, ugradigi maglubiyet üzerine Kahire'ye götürülüp orada idam edilmisti Osmanlilara siginip iltica etmis olan oglu Ali Bey, devlet hizmetine girmis, gerek Çaldiran'dan önce, gerekse bizzat Çaldiran'da büyük hizmetler görmüstü Bundan dolayi padisah tarafindan, Gedik Ahmed Pasa'ya ait olup hazineye alinmis olan bir altin kiliç ile taltif edilmisti Bundan baska, Alaüddevle'nin elinden alinacak yerlerin Ali Bey'e verilmesi de padisah tarafindan va'd olunmustu Nitekim Çaldiran Seferi'nden dönülürken Kayseri ve Bozok sancaklarinin ikisi de Ali Bey'e verilir Böylece o, Dulkadir Beyligi'nin sinirlarindaki bölgeye tayin edilmis olur
Sehsuvaroglu'nun bu iki sancaga tayininden süphelenen Alaüddevle, bu durumu Memlûk Sultani'na sikâyet eder O da Sultan'in, Kemah üzerine sefere gittigi bir sirada Yavuz'a elçi gönderip bu halden sikâyet etmis ve Ali Bey'in o sancaklardan alinmasini rica etmisti Buna karsilik Yavuz Sultan Selim, Alaüddevle'nin elinde bulunan Dulkadir ülkesinin kendisinden alinip Ali Bey'e verilecegini bildirir Bu haber, Memlûk hükümdarini epey tedirgin eder
Yavuz Sultan Selim, Kemah'i alip Sivas'a geldigi sirada Rumeli Beylerbeyligi'ne tayin ettigi Hadim Sinan Pasa'yi 40000 kisilik bir kuvvetle Dulkadir üzerine gönderir Bu arada Sehsuvar oglu Ali Bey'i de bu birlige rehber ve öncü olarak tayin eder Kendisi de onlari takiben Ürgüp'le Kayseri arasindaki Incesu'ya gelip bekler
Sinan Pasa'nin, Dulkadir hududlarini geçtigi haberini alan Alaüddevle Bey, karsi koymak için muharebeye hazirlanir Fakat Göksun muharebesinde bozularak sür'atle kaçip Elbistan'in güneyindeki Turna Dagi ( Nurhak )'na sigindiysa da takip olunur Son defa burada yapilan savasta basta kendisi ile dört oglu ve beylerinden otuz kadari maktul düser
Böylece Dulkadir Beyligi, tamamen zapt edildikten sonra basta Maras ve Elbistan olmak üzere, bir sancak itibar edilerek, Osmanlilarin yüksek hâkimiyeti altinda kalmak üzere Sehsuvaroglu Ali Bey'e verilir Dulkadir ailesini bir hamlede ortadan kaldiran Hadim Sinan Pasa, bu hizmetine karsilik olarak, münhal bulunan vezir-i a'zamliga tayin edilir
Osmanlilar, Dulkadir topraklarini elde etmek suretiyle Memlûk Devleti'ne bagli günümüzde Suriye denilen bölge ile el-Cezire mintikalarini tehdid edebilecek duruma gelmislerdi Zira artik onlarla ayni sinirlari paylasmaya baslamis oluyorlardi Bu da Osmanli - Memlûk savaslarini hazirlayan sebeplerden biri olarak kabul edilmektedir
a Istanbul'da Alinan Bazi Tedbirler

Dulkadir Beyligi'nin, Osmanli mülküne ilhakindan sonra Istanbul'a dönen Yavuz Sultan Selim, devlet yönetiminde gördügü birtakim aksakliklari gidermek için bazi tedbirlere bas vurma ihtiyacini hisseder Bu tedbirlerden biri yeniçeriler, digeri de Haliç Tersanesi ile ilgiliydi Bu konularda yeni düzenlemelere gitmek zorunda oldugunu hisseden hükümdar, Misir'a gitmeden önce bu isleri tamamlamaliydi Bir kere, firsat buldukça ayaklanan, yagmalara, fitnelere ve isyanlara kalkisan ordunun içinde bir islâthat yapmak ve bu arada donanmayi da güçlendirmek gerekiyordu Zira, Arap ordularinin, bir zamanlar Akdeniz'de bir Müslüman hâkimiyeti kurmak için, kara ordusu kadar deniz kuvvetlerine de ihtiyaç duymus oldugunu, tarihten ögrendigi gibi tecrübeleri de onun bu fikrini destekliyordu Plan ve hesaplarini, iyi bir idarî kavrayis ve askerî anlayisla düzenleyen Pâdisah için, mâzinin dogru ve yanlis hareketleri, kulak verilmesi gereken iki önemli sâhid demekti
YENIÇERI AGALIGINDA ISLÂHAT
Dulkadir Beyligi'nin ilhakindan sonra Istanbul'a dönen Pâdisah, gerek Çaldiran öncesi, gerekse Amasya'da asker tarafindan meydana gelmis olan yagma, serkeslik ve isyan hareketleri üzerine bazi tedbirler alip derhal uygulamaya koyma zaruretini duymustu Bu bakimdan o, askeri tam bir disiplin altina alip ocagi islâh etmek arzusunda idi Bu sebeple, ocak üzerinde an'ane geregince büyük bir nüfuzu bulunan ocak ihtiyarlarini huzuruna çagirarak Amasya'daki itaatsizligin müsebbiblerinin kimler oldugunu sorar Bunlar, yine ocak anlayis ve yardimlasmasi geregi olarak "Cümlemüz mücrimüz, devletlû Hüdâvendigâr'dan afvumuzu reca eylerüz" diye cevap verirler Onlarin bu cevaplari ocak an'anesine uygundu Pâdisahin, devlet ricalini bu yolla sorguya çekmesi, ortaya bir takim isimler çikardi Bunlardan Iskender Pasa ve Sekbanbasi Balyemez Osman Aga idam edildiler Kadiasker Tâcizâde Câfer Çelebi, "Ilmiye Sinifi"ndan oldugu için, huzura çagirilip, kendisine "Islâm askerini itaatsizlige ve isyana tesvik edenin cezasinin ne oldugu" sorulur O da "sâbit ise ser'an siyaset edilmesi gerekir" cevabini verince l8 Agustos l5l5'te siyaset edilirAdi geçen devlet adamlarini siyaset etmekle beraber Yavuz, büyük hatip, sair ve Türk insa mektebinin (ekol) büyük temsilcilerinden biri olan Tâcizâde'nin ortadan kaldirilmasina çok üzülür Yavuz, derin bir tahkikat sonucu, isyan tesvikçileri olarak gördügü sahsiyetleri ortadan kaldirdiktan sonra Yeniçeri Ocagi'nin islahi için, ihtiyarlarla anlasip bazi tedbirler alir Buna göre, bundan böyle "Yeniçeri Agasi", saray tarafindan, ocak erkân-i harbiyesi de, saltanat makaminca tayin edilecekti Bu suretle, yüksek kumanda heyetini, daha siki baglarla saltanat makamina bagladi Bütün bu çalismalar, Selim'in, yorulmak bilmeyen gayretlerinin, idaredeki tezahürlerini bize aks ettiren görüntülerinden baska bir sey degildir Benzer gayretleri, devlet kademelerinin her safhasinda görmek mümkündür
HALIÇ TERSANESININ GENISLETILMESI
Yavuz Sultan Selim, aldigi askerî islâhat tedbirlerinden sonra, deniz kuvvetlerinin gelistirilmesi ve Venedik ile Ispanya donanmalarindan daha üstün bir duruma gelmesini istiyordu Güçlü bir donanmaya sâhip olmak için de Haliç Tersanesi'nin, günün sartlarina göre genisletilmesini düsünüyordu O, bir taraftan asker üzerindeki tesirini artirirken, bir taraftan da devletin durumuna göre kifayetsiz kalan deniz gücünün yeniden kuvvetlenmesine çalisiyordu Iran Sahi üzerine açilan sefer esnasinda ordunun yiyecegini Trabzon'a kadar götürmek için kullanilan donanma, bu is için yeterli olmadigi gibi Hiristiyan donanmalarina karsi koyacak güçte de degildi
Sehzâdelik yillarindan beri çok az bir uyku ile yetinip, kitap mütalaasi ve tefekkürle mesgul olan Pâdisah, bir gece yarisi Vezir Pirî Pasa'yi çagirarak, ona Tersanenin genisletilme fikrini açarak "Bu akreplerin (Hiristiyan devletlerin), denizi gemilerle örttüklerini, Rumeli sahillerinde Venedik, Papalik, Fransa ve Ispanya bayraklarinin dalgalandigini, bunun da vezirin tenbelligi ile kendisinin müsamahasindan dogdugunu, artik güçlü ve çok sayida gemiden mütesekkil bir donanma sahibi olmak istedigini" söyler Pasa, "bunu, kendisinin de düsündügünü, yarin Divân'a girdigimizde diger vezirler ile özellikle beni tekdir etmenizi ve hemen tersane insasi ile 500 harp gemisinin techizi için emir vermenizi, bu hareketin Frenkleri korkuya dûçar edip, onlari muâhedelerini yenilemeye ve vergilerini vermeye zorlayacagini, bu suretle masrafin küffârin altinlariyla karsilanacagini beyan ile en fazla 40 kadirganin denize indirilmesinden sonra Frenklerin, muâhedelerini yenilemek ve vergilerini vermek için birbirleriyle yarisacaklarini" söyler Böylece Haliç'te l60 gözlü, büyük bir tersane vücuda getirilerek gemilerin insaasina baslanir Böyle bir tesebbüsün yerinde oldugu anlasiliyor Çünkü henüz gemiler bitmeden Avrupa devletlerinden bazilari muâhedeleri yenilemeye ve vergi ödemeye baslarlar Pirî Pasa'nin görüsü dogrultusunda Macaristan Osmanlilarla bir senelik mütareke imzalar Lehistan da anlasmaya dahil olanlardan olur Eflak Prensi de vergi verecegine dair Pâdisah'a arzda bulunur Bütün bu gelismeler, Misir'a el atma arzusunda olan Pâdisah'a lüzumlu donanma ile Avrupa barisini sagladi Bu tesebbüsler, Yavuz'un siyasî yönünün büyüklügünü ve onun azametini göstermeye kâfidir
Bu tedbirlerin, görünüste Iran'a karsi yapilacak yeni bir seferin hazirliklari oldugu etrafa duyurulmus ise de, gerçekte Yavuz Sultan Selim'in, büyük bir önem verdigi Sark (Dogu) ticaretini, Kizildeniz'in güney kapisini (Bâbu'l-Mendeb) dahi ele geçirip kapayan Portekiz donanmasina karsi koruma hususunda acz gösteren ve elinden bir sey gelmeyen Memlûk Devleti aleyhine harekete geçmis bulunuyordu Öyle anlasiliyor ki, Kizildeniz'i kapatan Portekiz donanmasina karsi bir varlik gösteremeyen Memlûk Devleti, Portekiz donanmasinin, Mekke'nin liman sehri olan Cidde'ye gelmesine de mani olamayacakti Bu da "Haremeyn"in, tehlikeye girmesi demekti Böylece, Islâm âleminin kalbi durumundaki bölge, bütün bir Islâm dünyasini mateme bogacak ve onu huzursuz bir hâle getirecekti Gerçi, l508 yilinda Hindistan'in Saul limanindaki savasta, Memlûk donanmasi Portekizlilere ait birlikleri hezimete ugratmisti Ancak Portekizliler, Misir donanmasina büyük bir zayiat verdirerek bunun intikamini aldilar Onlar sadece bu intikamla kalmadilar, l5l3 yilinda Aden'i de ele geçirdiler Kansu Gavri, onlarla savas için yeni bir donanma hazirladi Bu donanma için gerek gemi malzemesi, gerekse silah olarak Osmanlilardan büyük ölçüde yardim aldi Süveys'te tamamlanan ve Selman Reis komutasina verilen bu donanmaya 2000 Osmanli denizcisi de katilmisti Memlûk idaresinin bu konudaki zayifligini bilen Yavuz Sultan Selim, hem bu yüzden, hem de yukarida temas edilen konulardan dolayi büyük bir donanmanin insaasini emr etmisti Nitekim, Misir'in zaptindan hemen sonra kurulan Süveys donanmasi ile Kizildeniz'e açilmasi bunu teyid etmektedir
DIYARBEKIR VE GÜNEY DOGU ANADOLU'NUN ZAPTI
Yavuz Sultan Selim'in, Çaldiran'da Sah Ismail'e karsi kazandigi zafer, bir manada, Güney Dogu Anadolu'yu da Osmanli Türkleri'ne açmis ve bölgeyi Siî tehlikesi ile Iran kültürünün hâkimiyetinden kurtarmisti Bu sirada Dogu Anadolu'da, Çaldiran zaferinin meyvelerini toplamak için çalismalar yapiliyordu Zira o bölgede yasayan, Sia baski ve nüfuzundan nefret eden Sünnî Kürd ve Türkmen ahali, Iran hegemonyasini kirip Osmanlilara baglanmak istiyordu
Ele aldigimiz dönemde, Güney Dogu Anadolu'nun merkezi, o zamanki ismiyle "Âmid" denen Diyarbakir sehri idi Bu sehir, hem tarihî, hem de stratejik önemi büyük bir sehir idi Sayet Osmanlilar burayi elde edebilirlerse o zaman devamli olarak bölgeyi Iran tehdidinden kurtarabilirlerdi Bu gayenin tahakkuku için Diyarbakir'in alinmasi kararlastirilinca Osmanli idaresini Siî Iran idaresine tercih edip Osmanlilara iltica eden meshur âlim ve tarihçi Idris-i Bitlisî vâsitasiyle bütün bölgenin sulh yoluyla alinmasi için çesitli tesebbüslerde bulunulur Biraz sonra görülecegi gibi bu tesebbüslerde basari saglanir
Gerçekten, Çaldiran meydan muharebesinden sonra halkinin büyük bir kismi Sünnî olan Dogu Anadolu beyleri, Yavuz Sultan Selim'in tarafini tutmuslardi Basta Diyarbekir olmak üzere birçok sehir kapilarini Osmanlilara açmisti Ancak bazi sehirler, bu arada Mardin, Iran kuvvetlerinin elinde kalmisti Biyikli Mehmed Pasa, Diyarbekir beylerbiyligine getirilerek bu bölgenin idaresi onun yönetimine verilmis ve meshur tarihçi Idris-i Bitlisî de bu konuda yardim etmek üzere bas müsavir olarak onun yanina verilmisti
Sah Ismail, Osmanli ordusunun ayrilmasindan sonra kaçip gizlendigi yerden çikip tekrar Tebriz'e dönünce Diyarbakir'a, Çaldiran seferinde maktul düsen Ustacluoglu Mehmed Han'in yerine onun kardesi Karahan'i yollamis, o da Diyarbakir'i muhasara altina almisti Yavuz, buranin muhasaradan kurtarilmasi için mirahur iken 92l (m l5l5)'de Erzincan, Bayburd, Sebinkarahisar ve Trabzon havalisi kendisine verilen Biyikli Mehmed Pasa'yi memur eder Bu esnada Sivas Beylerbeyi olan Sadi Beyi de Mehmed Pasa'ya yardim için göndrir Bu arada Idris-i Bitlisî de on bin gönüllü ile bunlara iltihak eder Diyarbakir üzerine yürüyen bu kuvvetlere karsi koyamayacagini anlayan Karahan, muhasarayi kaldirip Mardin taraflarina çekilir Yine Idris-i Bitlisî'nin yardim ve tesebbüsüyle Mardin de alinir Bu arada Diyarbakir'i geri almak için Karahan tarafindan yapilan hücumlar sonuçsuz kalir Nihayet, H 923 (M l5l7)'de Karahan'in, Urfa ile Nusaybin arasinda bulunan Koçhisar mevkiindeki bir muharebede maktul düsmesi üzerine Diyarbakir isi tamamen Osmanlilarin istedigi sekilde halledilip bir sonuca baglanir Koçhisar muharebesinden sonra buraya, Osmanli müteferrikalarindan olup aslen Diyarbakirli olan Ahmed Bey isminde biri, vali olarak tayin edilir
Diyarbakir ile dogudaki diger sehirlerin alinmasinda Idris-i Bitlisî'nin büyük hizmetleri görüldü Bu zat, Sünnî olan Kürd beylerini görüp anlasarak onlari Osmanlilarin tarafina çekmisti Bu suretle Urmiye, Itak, Imadiye, Cizre, Egil, Bitlis, Hizan, Garzan, Palu, Siirt, Hasankeyf, Meyyafarikin, Ceziretu'b-nü Ömer gibi takriben 25 mintika beyi devlete itaatini bildirirler Pâdisah da, eskiden oldugu gibi yerlerinde kalmak üzere kendilerine beratlar gönderdi
Yavuz, hem bunlardan baglilik yemini almak, hem de Urmiye Gölü sahilinden Malatya'ya kadar olan yerleri tesellüm için, çok sevdigi ve hürmet edip saygi gösterdigi Idris-i Bitlisî'yi gönderir Bölgeyi bütün hususiyetleri ile taniyan, nüfuz sahibi ve siyasî sahada mümtaz bir kabiliyete sahib olan bu zât, bölgenin manevî fâtihidir Hest Behist adiyla bir eser yazan ve Osmanlilarin, "ilâ-yi kelimetullah" ugruna verdikleri mücadelelerde oynadiklari önemli rollerini ortaya koymak suretiyle de büyük bir Islâm âlimi oldugunu göstermistir
Iran serdari Karahan ile Biyikli Mehmed Pasa ve Karaman Beylerbeyi Hüsrev Pasa'nin teskil ettikleri Osmanli kuvvetleri arasinda meydana gelmis olan siddetli muharebede Sah'in maiyyet askerlerini de yanlarinda getiren Iranlilar, perisan olmuslardi Bu galibiyet sayesinde Ortadogu'daki denge Osmanlilarin lehine degismisti H 922 (Ml5l6)'daki bu muharebe sonucunda, Anadolu birligi perçinlenmis oluyordu Bölgenin, Osmanli idaresine girmesinde büyük rol oynayan âlim ve tarihçi Idris-i Bitlisî'ye karsi Yavuz Sultan Selim'in, saygida kusur etmedigi anlasilmaktadir Yavuz, Idris'i çok seviyor vekendisine gönderdigi hatt-i hümâyûnda "Umdetu'l-Efâdil, kudvetü erbâbi'l-fezâil " diye hitab ediyor, "hüsnü diyânet ve emanet ve fart-i sadakat ve istikameti dolayisiyle Diyarbekir vilayetinin feth-i küllisine bâis oldugu" anlatildiktan sonra "yüzünün ak olmasi" temenni ediliyordu Padisah, bu büyük âlimin hizmet ve ihlasindan o kadar memnun olmus, kendisine o kadar yüksek bir güvenle baglanmistir ki, uygun görecegi kimselere beylik tevcihini temin için, kendisi tarafindan doldurulacak hatt-i hümâyûnlar dahi göndermisti Müverrihin ise bunu, izinsiz kullanmadigi rivâyet edilir ki bu, Pâdisahla âlimin birbirinden baskin âlicenapliklarinin açik bir ifadesidir Gerçekten Yavuz Sultan Selim, gönderdigi beratta Idris-i Bitlisî'ye söyle diyordu:
"Diyarbekir vilayetinin feth-i küllisine bâis oldugun ilam olunmus, yüzün ag (ak) olsun Insaallahu'l-eazz sâir vilayetlerin dahi fethine sebeb-i küllî olasin Benim, enva-i inâyet-i aliyye-i hüsrevânem senin hakkinda mebzûl ve munatiftir Elhaletu hazihi, ahir-i Sevval-i Mübareke (Sevval ayinin sonuna ) degin vaki olan ulûfeniz ile 2000 sikke-i efrenciye fluri ve bir samur ve bir vasak ve iki murabba suf ve iki çuka ve bunlardan gayri bir samur ve bir vasak kürk kapli suflar dahi ve bir frengi kemha kilifli müzehheb kiliç in'âm ve irsal olundu"
Yavuz Sultan Selim, Biyikli Mehmed Pasa'ya bölge emirlerinin bagliliklarini te'yid ve kendilerine dagitilmak maksadiyle l7 sancak, sirma islemeli 500 hil'at ve 25 yük (l yük = l000000 akçadir) akça göndermisti Hoca Sa'düddin, bu konuda "Padisah, Diyarbekir Beylerbeyisi Mehmed Pasa'ya surh ve sefidden kise-i emele sigmaz mebâlig-i kesire gönderdiler ve esbab ve emtia-i nefiseden bi had ve bi kiyas nesne ata buyurup hila-i mütenevvia-i fâhire ihsani ile serefraz eylediler Ve ümeray-i Diyarbekir'e ve mulûk ve hukkâm-i ekrâda bahs olunmag içün 25 yük akça, ve 500 câme-i zerrin ve l7 alem-i pür tezyin irsal buyurdular" diyerek yollanan bu emtianin, Biyikli Mehmed Pasa'ya gönderildigini açiklar
Bundan sonra, Yavuz Sultan Selim'in, Misir seferi esnasinda Haleb'in fethini müteakib, Memlûk idarî teskilâtindaki bölgeye bagli sehirlerden Malatya, Urfa, Behisni (Besni), Ergani, Harput, Divrigi ve Siverek ile diger sehirler Osmanli idaresine geçmisti

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Osmanlı Tarihi

Eski 04-21-2009   #55
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Osmanlı Tarihi



OSMANLI - MEMLÛK MÜNASEBETLERI
Takib ettigi siyaset yüzünden iki devlet arasinda devam eden iyi münasebetlerin bozulmasina sebep olan Aalüddevle Bozkrt Bey'in, Selim tarafindan bertaraf edilip Dulkadir Beyligi'nin Sehsüvaroglu Ali Bey'e verilmesi, Memlûk Sultanligi'nda bir endiseye sebep olmustu Bu yüzden, Selim'in Suriye islerine karismasindan çekinen Memlûklular, Iran savaslarini dikkatle takib ediyor, ayri mezhebten olmalarina ragmen, Sah Ismail'in sahsinda yeni bir müttefik buluyorlar idi Öte yandan, Sah Ismail de Memlûk Devleti'ne müracaat etmis, Iran'dan sonra Suriye'nin de Selim tarafindan isitila edilecegine dikkati çekmisti Iste bunun üzerine, Kansu Gavri, Sünnî ülemanin karsi koymasina ragmen, ittifak için adamlarindan birini Sah Ismail'e yollamis ve Osmanlilarin yeniden Iran üzerine yürümelerini önlemistir
Iran ile Memlûk Devleti'nin, Osmanlilara karsi, müsterek hareketine mani olmak için tedbirler alinmasi gerekiyordu Güneydogu'da fethedilen yerlerin elde tutulabilmesi için, Memlûk Devleti'ne bir darbenin indirilmesi gerekiyordu Misirlilar, Osmanlilara böyle bir firsati vermekte gecikmediler Öbür taraftan, Ortadogu "Ehl-i Sünnet" efkâr-i umumiyesi, Siâ belasina büyük bir darbe indirip, bunun ilerlemesini durduran ve asirlarca Hiristiyan dünyasinin müsterek ve güçlü kuvvetlerine karsi koyan Osmanlilar'i, Islâm riyâsetinde görmek istiyordu Yavuz için bu, gerçeklestirilmesi zarurî bir vazife idi Islâm riyâsetinin baslica imtiyazi olan "Hilâfet" ve "Haremeyn"e sâhip olmanin, artik Osmanli Hânedani'nin hakki oldugu düsünülüyordu Islâm dünyasindaki "ehl-i hall ve'l-akd"in kanaatinin de böyle oldugu anlasiliyor Zira, dogu denizlerinde dolasmaya baslayan Portekizlilerden büyük zararlar görmüs olan Memlûk Devleti, onlara karsi koyacak gücü kendinde bulamiyordu Portekiz, l502 yilinda Hindistan'a yerleserek Hindistan ile Avrupa arasindaki bütün ticaretin kendi denetiminde olan Güney Afrika'dan dolasan deniz yolundan yapilmasini istiyordu l507'de Aden Körfezi'nde Sokotra, l508'de de Hürmüz'ün ele geçirilmesiyle bu abluka, daha siki bir sekilde uygulanir olmustu Böylece Memlûk ekonomisi ile devlet hazinesinde sürekli bir bunalim meydana getirmislerdi Bu arada Sah Ismail, henüz yeni eristigi Iran körfezinin, Avrupalilarin tekeline geçmesini istemiyorsa da, Osmanlilara karsi kendisine destek olmalari karsiliginda Portekiz gemilerine yardimda bulunmaya hazirdi Gerçekten, Dogu Akdeniz'e tam hâkimiyetin temini, Hiristiyan dünyasinin müsterek hareketine karsi Islâm âlemine yaslanma lüzumu ve Anadolu emniyetinin sürekli olabilmesi için objektif noktadan bir zaruret olarak görünen Misir seferine karar verilir
Esâsen Misir Sultani Kansu Gavri, Dülkadir Devleti'nin ortadan kalkmasiyle "Sâhib-i Haremeyn" olarak hutbenin kendi adina okunmakta devam etmesini Sultan Selim'den istemisti Bu teklif üzerine Pâdisah "Koca Çerkes er ise hutbesini Misir'da okutmaya devam etsün" diyerek Misir'in gelecegi hakkindaki düsünce ve niyetini açikça belli etmisti
Hükümdara göre, bir vakitler Avrupa'ya siçrayarak muhtesem bir Müslüman - Arap medeniyeti kuran, bir taraftan da Irak, Acem, Hind ve Çin diyarlarina kadar kol atip buyruk yürüten o büyük Islâm devletinden sonra "Sâhib-i Haremeyn" ünvanina sahip olmak, fikir ve medeniyet planinda yerinde sayan su Memlûk Sultanligi'na nasil birakilirdi?
Bu düsünce ve anlayisla, bir zamanlar Islâm dini ve prensipleri adina giristigi cihadlar ile yeryüzüne baris, adalet, fazilet ve insanlik dagita dagita ögretici ve kurtarici olarak kitadan kitaya geçerken, âdil ve her kesimi memnun eden sosyal bir ahenkle beraber, gittigi yerlere tek Allah fikrinin huzurunu da tasiyarak bir yeni dünya nizaminin müjdelerini vermisti
Iste Yavuz da, dedesi Fâtih gibi, Müslüman - Türk âlemine karsi kendini ayni borcun altina girmis, aktif bir eleman olarak görüyordu Bu ruhla, Islâm âlemini içine düstügü karanliktan kurtarmak için onu tek bayrak altina almanin lüzumuna inaniyordu Bu planin, mühim bir safhasi olarak da Misir seferi artik bir zaruret haline gelmis demekti Fakat bu planin açikça bilinmeyip tahmin edilen tamamlayici çizgileri Hindistan'a ve daha kim bilir nerelere kadar variyordu
Gerek Haliç tersanesinin genisletilmesi, gerekse seyahat maksadiyle Iran ve Arabistan'a gitmenin yasaklanmasi, Memlûk Sultani Gavri'nin telaslanmasina ve Yavuz Sultan Selim'e bir mektup göndermesine sebep olmustu Yavuz'un Misir üzerine hareketinden dört ay kadar önce yazilmis olan bu mektupta Gavri, Pâdisah'a karsi oksayici bir uslûpla hitab ederek "Oglum Hazretleri" ifadesini kullaniyordu Bu mektubunda Gavri, tacirler hakkinda Osmanlilarca uygulanan hükümlerden sikâyet ettikten sonra ayrica denizden ve karadan Misir üzerine gelinmek istendigini haber aldigini bildiriyor, ikisinin de Müslüman padisahlar olduklarini, hükümleri altinda bulunan insanlarin da mü'min ve muvvahidler oldugunu belirtiyordu Bu mektuptan ve daha sonra Osmanlilar tarafindan gönderilen mektuplardan anlasilacagi üzere, herhalde her iki taraf ta, gerçek niyetlerini saklamak suretiyle birbirlerini kollama gayreti içindedirler
Evail-i Muharrem 922 (Subat l5l6) tarihini tasiyan ve Edirne'den gönderilen mektupta Yavuz Sultan Selim, yegane gâyesinin "müfsid ve mülhid-i bî - dinin âsâr-i küfr ve dalaleti bi'l-külliye âlemden mahv eylemek niyetine diyar-isarka müteveccih olicak âdet-i sâlife muktezasinca " babasinin da yaptigi gibi kendilerinin hayir dualarini beklediklerini, kendilerine durumu bildirmek ve sadece müfsid-i bî-din üzerine gitmek istediklerini, böylece din düsmanlarini ortadan kaldirmayi hedeflediklerini, bunu yapmanin da ser'-i serif geregi oldugunu bildirdikten sonra kendileri ile bir proplemleri bulunmadigini, insa ettirdigi gemilere gelince, kendilerinin de bildigi gibi denizcilik bakimindan kâfirlere karsi cihad etmek ve onlara gâlip gelmek için bunun gerekli oldugunu bildirir Mektubun dili ile bu konuda söyle diyordu: " Malumunuzdur ki, cânib-i bahrde (denizcilik bakimindan) cenâb-i âlimizin küffâr-i haksâre daima gazâ ve cihadi eksik olmayup hifz-i derya (denizleri korumak) için merâkibimiz cemi-i zamanda müheyyadir ki, (gemilerimiz devamli olarak hazirdirlar) bu halette muhabbete münafi bir va'd olunmamistir" Bütün bunlara ragmen din düsmani olan Safevî hükümdarini ortadan kaldirmak için kendisi onun tarafini tutar ve bu konuda onu desteklerse o zaman, Allah'in muradi ne ise o sekilde olacagini bildirmisti Gayesinin, Misir'i zapt edip ilhak etmek olmadigini Kansu Gavri'ye bildiren Yavuz Sultan Selim, uzunca mektubunda bu konuda söyle der: "Selâtin-i Islâmiyeden hiç birinin kendüye veya memleketine tama' veya gezend (zarar) eristirmek kat'a hatira hutûr etmemistir (hiç birinin hatirina gelmemistir), dahi etmez de Madem ki emr-i ser'-i serif icâb etmeye Hususan, sizlerle meveddet-i sabika-i mevrusî ki derece-i übüvvet ve bünüvvete yetisüb (eskiden beri, aramizda baba ve evlad sevgisine benzer bir sevgi varken), Haremeyn-i Mükerremeyn hürmeti dahi mer'î iken makam-i âlimizden simdiye degin beyne'l-cânibeyn (iki taraf arasinda) tekdire bais bir kaziyye ve adavet (düsmanlik) ve tama-i memleketten mebni bir vaz' sâdir olmamistir"
Islâm dünyasinin bu iki büyük devleti, birbirlerinden emin olmadiklari için gerçek maksatlarini gizliyor ve fakat hazirliklarini da yapmaktan geri kalmiyorlardi Bu sebepledir ki Selim, yeniden Sah Ismail üzerine yürümeden evvel, Osmanli ordusunun arkasina düsmeleri ihtimali bulunan Memlûklulari bertaraf etmek üzere hazirliklara baslar Esasen, bu siralarda Kansu Gavri de Selim'i tehdid etmek maksadiyle Haleb'e gelmisti Yaninda da Sehzâde Ahmed'in, kendisine iltica eden ve orada iyi muamele gören oglu Kasim Çelebi'yi getirerek onu, Osmanli tahtinin yegâne vârisi olarak ilan etmisti Kansu Gavri'nin bu son hareketi üzerine Memlûk Sultanligi tebeasini teskil eden "Ehl-i Sünnet"e mensûb Sünnîleri elde etmek üzere tesebbüse geçen Selim, Memlûk emirlerinden birçogunu kendi tarafina çekmeye muvaffak olur Genellikle Osmanlilar gibi Hanefî Mezhebi'ne mensûb bulunan Antep, Haleb ve Sam valileri, Selim'in dâvetine kosmakta gecikmezler Böylece Hanefî ve Safiî halkin destegini saglayan Selim, kisi Edirne'de geçirdikten sonra l5l6 senesi Ilkbahari'nda, Veziriazam Sinan Pasa'yi 40000 kisilik bir kuvvetle Maras üzerinden Firat taraflarina sevkeder Seferin, Iran üzerine oldugunu ilan eden Sinan Pasa, Diyarbekir'e gitmeye memur oldugunu hududdaki Memlûk nâiblerine bildirmis ve Firat'i geçmek üzere onlardan müsaade istemisti Selim'in hareketlerini dikkatle takib eden Kansu Gavri, Veziriazam Sinan Pasa'nin Firat'i geçmek için müsaade istemesi, Dulkadir Beyligi'nin Osmanli idaresine geçmis olmasi, Selim'in büyük bir harp için hazirliklarinin bulundugunu ögrenmis olmasi gibi sebeplerden dolayi, yaninda, Sehzâde Ahmed'in oglu da oldugu halde, Maras'i geri almak ve Sah Ismail'e yardimda bulunmak için l8 Mayis'ta 50000 kisilik bir ordu ile Sam'a oradan da Haleb'e gelmisti Bu gelisini de, memleketi teftis etme bahanesine baglamisti Kansu Gavri, Sam'a gelirken yerine kardesinin oglu Tomanbay'i "Nâibu'l- gayb"i olarak birakmisti Lütfi Pasa'nin ifadesine göre, Kansu Gavri'nin Haleb'e, güya memleket teftisi bahanesiyle gelmesi üzerine Selim, kendisine haber göndererk " Git Misir'da otur, babam yerindesin, beni hayir duadan unutma Ben, Sah Ismail üzerine gidiyorum" deyince, Kansu Gavri "Memleketimdir, gitmem" diyecektir Bunun üzerine Sultan Selim " Senin arzun böyle olunca, açiktan düsmanlik yapiyorsun, Sah Ismail ortalikta yok, senin Haleb'de oturman benim askerim ve vilayetim için hayirli degildir Senin düsmanligini göz görüp dururken ben, görünmeyen düsmana varip seni arkamda birakamam" diyen Sultan Selim, Malatya'dan Haleb'e dogru yürümeye baslar
Selim, Kansu Gavri'nin Haleb'e gelis haberini alir almaz Rumeli Kadiaskeri Zeyrekzâde Rükneddin ile ümerâdan Karaca Ahmed Pasa'dan mütesekkil bir elçilik heyeti gönderir Bu heyet önce iyi bir kabul görmez ise de, sonra Sah Ismail'e karsi olan gerginlikte, arabulucu bir rol oynayabilecekleri teklifi ve Yavuz'un harekete geçmesi üzerine geri döner Böyle bir davranisa karsilik Selim, askerin Kayseri'de toplanmasini emrederek l5l6 Haziran'inda Üsküdar'a geçmis, oglu Süleyman'i Edirne'de, Pirî Pasa'yi Istanbul'da ve Zeyrekzâde'yi de Bursa'da muhafiz olarak biraktiktan sonra, yeniden teskil olunan Osmanli donanmasini da Suriye sahillerine göndermisti
Elçilerine yapilan hakarete tahammül edemeyen Selim, bu hakareti, iki devlet arasinda bir harb sebebi sayar Misir Sultaninin, 50000 kisilik büyük bir orduyla ve yaninda Abbasî Halifesi III Mütevekkil Alallah oldugu halde Haleb'e gelip mevki almasi, Osmanlilara aradiklari firsati vermis olur Dönemin Osmanli Seyhülislâmi Zenbilli Ali Cemalî Efendi, Islâm ve seriat düsmanlarina yardim eden Memlûk ümerasi üzerine harb için fetva vermisti Pâdisah, Aksehir, Konya, Kayseri yoluyla Elbistan ovasina gelip Vezir-i a'zam Hadim Sinan Pasa kuvvetlerine iltihak eder Böylece savas kaçinilmaz bir hal almis oluyordu Bu sebeple, Evâsit-i Receb (Receb ortalari) 922 (l0 Agustos l5l6) tarihli bir mektupla Kansu Gavri'yi, gerek Sah Ismail'i desteklemek, gerekse elçilerine yaptigi hakaretten dolayi savasa davet edip: "Benim, azimet-i âlim, ihyay-i seriat-i garra içün diyar-i sarka münsarif kilinmisken senin, ol mülhid-i bî-din ve müfsid-i bed âyine takviyet kastina bazi evza-i nâ - sâyesten zâhir olup sen onlardan esedd oldugun haysiyetten teveccüh-i hümâyûnum senin üzerine mün'atif kilinup" diyerek, nerede ve nasil isterse kendisi ile karsilasmaya hazir oldugunu bildirir Bu sirada Mogolbay nâmiyle Misir Sultani'ndan gelen ve pürsilah huzura giren elçiye sinirlenen Yavuz, "Bana, gönderecek, ulemâdan bir zât yokmuydu?" diyerek Memlûk elçisini tahkir ile gönderdikten sonra Ayintab (Gaziantep) istikametine dogru yol alir Bu hareket esnasinda yol üzerinde bulunan sehir ve kasabalar ile Malatya'yi zapt eder Ayintab'a geldikten sonra burada, Haleb'e kadar Osmanli ordusuna rehberlik edecegini va'd eden sehrin valisi Yunus Bey'in ilticasini kabul eder Osmanli kuvvetleri kendilerine iltihak edenlerle birlikte, Haleb'e bagli bazi sehirleri de alirlar Bazi arsiv belgelerinden anlasildigina göre bu siralarda muhtelif sehirlerde oldugu gibi Haleb'in ekâbir ve ümerasi da Osmanlilara müracaat edip kendilerini Memlûklularin elinde birakmamak sartiyle Osmanli ordusunu memnuniyetle karsilayacaklarini bildirmislerdir
MERC-I DÂBIK VE RIDÂNIYE SAVASLARI
Memlûk Sultani Kansu Gavri, yaninda Abbasî Halifesi el-Mütevekkil Alallah oldugu halde takriben 80000 kisilik ordusuyla Haleb'den çikarak Merc-i Dâbik'a gelip karargâhini kurar Bununla beraber Selim'e gönderdigi son mektupta Haleb'e gelmesinin kendi elinde olmayip ümerâsinin israriyle oldugunu bildirip özür diler Acaba Selim, beyan edilen bu özre güvenebilirmiydi? Zira onun Haleb'e gelisi de kendi ifadesine göre sadece bir teftis içindi Fakat savastan sonra karargâhinda l00 kantar altin ve 200 kantar gümüsten ibâret olan ordu hazinesinin ele geçirilmesi düsünülürse, bu kadar büyük bir hazine ile sadece memleketi teftis degil, Yavuz'u maglub ettikten sonra, Istanbul'u zaptetmek gayesiyle lüzumlu olan masraflari karsilamak için böyle bir hazineyi beraberinde getirdigi rivayet edilmektedirBütün bunlari bir tarafa birakacak olsak dahi, kendisinin Kilis yakilarindaki Merc-i Dâbik mevkiine gelmesi artik bütün baris ümidlerini bosa çikarmisti
Merci-i Dâbik'a, Memlûk ordusundan sonra gelen Osmanli ordusunun sag kolunda, Anadolu Beylerbeyi Zeynel Pasa, Sol kolunda Rumeli Beylerbeyi Küçük Sinan Pasa, merkezde de Kapikulu askerleriyle Yavuz Sultan Selim yerlerini almis bulunuyorlardi Ön tarafa da zincirler ile birbirlerine baglanmis toplar yerlestirilmisti Osmanlilar, âdetleri üzerine hilâl seklindeki harp nizamlarini burada da uyguladilar Osmanlilarin bu harp düzenine karsilik Memlûk ordusunun sag kolunda Haleb Nâibu's-saltanasi Hayir Bey, sol kolda Sam Nâibu's-saltanasi Sibay, merkezde de Sultan Gavri maiyetiyle cephe almislardi
Iki taraf, 24 Agustos l5l6 (26 Receb 922 )'da Merc-i Dâbik'ta karsilasir Savasin ilk karsilasmasinda Hayirbey kuvvetleriyle birlikte savasi terk edip kaçar Osmanlilar'in teknik üstünlüklerine dayanamayan Memlûklar, kisa bir zamanda maglub olmuslardi Osmanli topçusu bu savasta büyük bir rol oynamisti Ordusu dagilan Kansu Gavri'ye dair verilen haberler, birbirini tutmayan rivâyetler seklinde karsimiza çiktamaktadirlar Bununla beraber en dogru gibi kabul edileni, Ömer Satir'dan rivâyet edilen Ibrahim Gülsenî'nin menakibinda nakledilen rivâyettir Ona göre savastan maglub çikan Kansu Gavri, Satir ve daha birkaç kisi ile kaçarken çöle düsmüs, yorgunluk ve bitkinlikten gece yattigi yerde ölüp kalmistir
Savasin kazanilmasindan iki gün sonra Haleb'e dogru yola çikan Pâdisah, iki günlük bir yolculugu müteakiben Haleb yakinlarina gelir Sultan Selim, herhangi bir çatismaya girmeden burayi teslim alir Haleb, Selim'i merasimle karsilar Yavuz Sultan Selim, Haleb'de iken basta Abbasî Halifesi el-Mütevekkil Alallah Ebû Abdullah Muhammed ile üç mezhebin kadilarini kabul ederek onlara karsi iyi muamelede bulunur Muhtemelen burada, Halife'den, hilâfet alamatlerini de alir l8 gün kadar Haleb yakininda kurdugu ordugâhinda kalan müzaffer hükümdar, buraya vali olarak Karaca Pasa'yi, kadi olarak da Çömlekçizâde Kemal Çelebi'yi tayin eder
Yavuz Sultan Selim, Haleb Ulu Câmii'nde Cuma namazini eda ederken hatib, Mekke ve Medine'nin hâkimi mânasina gelen "Hâkimu'l-Haremeyn es-Serifeyn" ünvaniyle hitab edince o, yerinden kalkip bu elkabin yerine "Hâdimu'l-Haremeyn es-Serifeyn" (Haremeyn'in hizmetkâri) kelimelerini telaffüzla kendisine bu ünvanin verilmesini istemisti Hatib'in ayni sözleri tekrarlamasi üzerine çok sevinen Yavuz Sultan Selim, l000 dukadan daha fazla degeri olan kaftanini çikarip hatibe giydirecek ve üzerinde namaz kildigi haliyi kaldirip topraga secde edecektir Böylece o, Isâm tarihinde diyânetperverliginin ne kadar üstün oldugunu gösterdigi gibi, Hz Peygamber'in, Sair Ka'b b Züheyr'in kasidesine (Kaside-i bürde) karsi bürdesini (hirka) vermesini örnek alarak böyle bir harekette bulunmustur Bu hareket tarzi, Selim'in Islâm'a ve Resûlullah'a ne kadar bagli oldugunun en belig ve açik nümûnesidir ki bu, Osmanogullari'nin en karekteristik vasfini teskil eder Yavuz için kullanilan bu ünvan, kendisinden sonra gelen bütün Osmanli hükümdarlari için de kullanilan önemli bir elkab olmustur
Yavuz Sultan Selim, Hama ve Humus üzerinden Sam (Dimask)'a dogru ilerler Memlûkler tarafindan terk edilip bosaltilan Sam, mesayih ve diger ileri gelenlerce Osmanlilara teslim edilir Sam'a giren Yavuz Sultan Selim, burada iki gün kadar kalir Bu süre içinde ordusunu yeniden bir nizam ve düzenlemeye tabi tuttugu gibi memleketin ihtiyaçlari ile de ilgilenir Bu arada Muhyiddin el-Arabî'nin kabri yanina bir de câmi yaptirir
Sultan Selim, Osmanli idaresine geçen Suriye ve Lübnan mintikalarini yeniden teskilâtlandirdigi bir sirada, Güney Suriye ve Filistin'deki Safed, Nablus, Kudüs Aclun ve Gazze gibi belli basli sehirleri ele geçiren Vezir-i'azam Sinan Pasa, Memlûk Devleti'nin Gazze Valisi Canberdî Gazalî'yi maglub etmek suretiyle Osmanli kuvvetlerine Misir yolunu açmis bulunuyordu
Merc-i Dâbik hezimetinden sonra, Misir'a kaçabilen bazi Memlûk emirlerinin gayretleriyle Kahire'de Memlûk Devleti'nin basina Tomanbay getirilmisti Memlûklar, Merci-i Dâbik muharebesinden sonra, Osmanli hükümdarinin yaninda bulunan Halife el-Mütevekkil yerine de el-Müstemsik'i halife olarak tayin ettiler Bu haber üzerine Yavuz Sultan Selim,Tomanbay'a iki elçi gönderir Bunlar, Tomanbay'in, Sultan Selim'in hâkimiyetini tanimak sartiyle Gazze'den öteye olan Misir topraklarini Memlûklar'a birakmak istedigini, bu ve daha baska sartlarla sulh (baris) teklifinde bulunacaklardi Mektubun tesirinde kalan Tomanbay, Sultan Selim'in sartlarini kabul edip sulh yapmak istediyse de yaninda bulunan emirler, siddetle karsi koyarak bu teklifleri reddederler Onlara göre Suriye muvakkat olarak Osmanli idaresine geçmisti Yavuz, daha önce Cengiz ogullarindan Hülagu ile Timur hâdiselerinde oldugu gibi Misir üzerine gelemeyecek, Suriye ve Filistin'den geri dönecegini zannediyorlardi Çünkü onlar, Hülagu ile Timur'un yapamadigini, Selim'in yapabilecegine inanmiyorlardi Bu bakimdan, Pâdisah'in, Anadolu'ya dönmesinden sonra zapt edilen yerler, tekrar geri alinacakti Olaylari bu açidan degerlendiren Misir ümerasi, Tomanbay'in muhalefetine ragmen Osmanli elçilerini öldürmekten de çekinmez Elçilerinin Misirliar tarafindan öldürülmesi, artik buraya (Misir'a) yapilacak seferi kaçinilmaz hâle getirir
Bu arada, Sultan Selim'in, Hayir Bay vâsitasiyle Misir ümerasindan bazilari ile temasa geçip, lehinde propaganda faaliyetlerine giristigi anlasilmaktadir Ancak bütün bu tesebbüs ve faaliyetlerden bir sonuç alamayan Selim, sür'atle ilerleyecek ve sirasiyle el-Aris, Hân Yunus, Sâlihiyye ve Belbis'i zaptederek Kahire önünde Matariye ile Cebel Ahmer arasinda bulunan Ridâniye'ye ulasacaktir Seferde hazir bulunan müelliflere göre, cündîler (süvari) yaninda sehir halkindan, Urban, Zenci ve Magriblilerden mürekkeb 20 bin (kaynaklara göre 50 bin) kisilik Memlûkler, Iskenderiye'de bulunan Venediklilerden ve diger Batili'lardan top temin etmek, siper ve hendek kazmak suretiyle tahkim ettikleri Ridâniye'de Osmanlilarla yeniden savasmak üzere tesebbüse geçmislerdi Bu maksatla, Kahire'nin kuzeyindeki el-Mukattam dagindan baslayarak Nil Nehri'ne kadar uzanan bir sahada mukavemete çalismislardir
Misir üzerine yürümek üzere Sam'dan ayrilan Sultan Selim, Kudüs'ü ziyaret ettikten sonra Gazze'de bulunan Osmanli ordusuna ulasir l3 günde çölü katederek Kahire'nin kuzey dogusunda ve bu sehrin çok yakininda bulunan Ridâniye'ye varir Burada yapilacak muharebe, Merc-i Dâbik muharebesinden daha zor ve tehlikeli idi Zira Ridâniye cephesi, 50 binle 20 bin arasindaki bir kuvvetle ve biraz önce sözü edilen Frenklerden temin edilen 200 kit'a topla, siper ve hendeklerle tahkim edilmisti Tomanbay, ecnebilerden top ve topçu tedarik ederek Iskenderiye sahlindeki toplari da buraya getirtmisti
Savas, 22 Ocak l5l7 (29 Zilhicce 922)'de Yavuz Sultan Selim'in bizzat yaptigi plan geregi, Memlûk ordusunu sasirtacak bir sekilde baslamisti Bununla beraber Misir ordusu da siddetle karsi koymustu O gün bitmeyen harb, ertesi günü ikindi vaktine kadar devam eder Muvaffakiyetten ümidini kesen Memlûk Sultani Tomanbay, son bir ümid ile Osmanli ordusunun merkezine hücum ederek Selim'i yakalamak veya öldürmek istemisti Fakat Yavuz, o anda merkezde degil, el-Mukattam Dagi'ni dolasan kuvvetlerin basinda bulunuyordu O sirada merkzde bulunan Vezir-i a'zam Hadim Sinan Pasa ile Ramazan oglu Mahmud ve Yunus Bey'ler maktul düsmüslerdiYeniçerilerin mukavemeti üzerine geri çekilmek ve bir müddet sonra da muvaffakiyetten ümidini keserek Said bölgesine kaçmak zorunda kalan Tomanbay'i takib eden Osmanli kuvvetleri, Kahire'nin bir kismini ele geçirmeye muvaffak olurlar Selim, üç gün sonra yaninda halife ve dört mezebin kadilari oldugu halde Kahire'ye girip Bulak'ta ordugâh kurar Öyle anlasiliyor ki, Osmanlilar, Ridaniye savasini müteakip Kahire'yi bütünüyle ele geçirmek üzere giristikleri tesebbüslerde büyük zorluklarla karsilasmislar Nitekim 27 - 28 Ocak gecesi, yatsi namazindan sonra, on bin kisi ile ansizin Selim'in karargâhina hücum eden Tomanbay, Osmanlilarla siddetli çarpismalara girismis, iki gece sonra yeniden girdigi Kahire'de hendekler kazdirip barikatlar kurdurtmak suretiyle sokak savaslarina baslamistir Bunun üzerine yeni Vezir-i a'zam Yunus Pasa, maiyetindeki yeniçeri bölükleri ile, o dönemde dünyanin en büyük sehri oldugu anlasilan Kahire'ye girerek sokak savaslarina istirak eder Bu arada Kahire'liler de Osmanlilar'a karsi savasmis ve dar sokaklarda damlardan Osmanli askerlerine tas ve benzer seyler atmislardi Bununla beraber, gerek Tomanbay'in, gerekse halkin bütün çabalari, Kahire'nin Osmanlilar'in eline geçmesine engel olamadi Bu çabalardan bir sonuç alamayacagini anlayan Tomanbay, ele geçmemek için kadin kiyafetine girip Kahire'yi terk eder Tomanbay, yedi kisi ile kaçip kurtulmus olmasina ragmen, Misir'in diger ümerâsi, mukavemetten tamamiyle ümidlerini kestikleri için gelip teslim oldular ki, bunlarin içinde Canberdî Gazalî de vardi Bu son taarruzda Tomanbay, dörtbin telefat verdikten baska, bir hayli de esir birakmisti Said taraflarina kaçtigi anlasilan Tomanbay'dan aff edilmesi için mektuplar gelir Bunun üzerine kendisine emannâme gönderilip iki defa aff edilir Buna ragmen o, emannâme getiren hey'ete itimad edemiyerek, hey'et azalarini öldürtür
Delta bölgesinde, basina topladigi üç bin kisiyle son defa talihini denemeye kalkisan Tomanbay, bu denemesinde de basarili olamaz Yakalanmasi ile ilgili görüslerin farklilik arzetmelerine ragmen onun, müttefiklerinin ihanetine ugrayarak Osmanlilara teslim edildigi belirtilir Sultan Selim, önceleri kendisine hürmet ederek onu, hükümdarlara yarasir bir sekilde agirlar Bu arada onu, Misir valisi veya Anadolu'da kendisine kayd-i hayat sartiyla ( ölünceye kadar ) bir sancak vermeyi düsündügü belirtilir Bununla beraber, kendisini seven Misir halkinin "Allah, Tomanbay'a yardim etsin" gibi sözlerle onun lehinde gösterilerde bulunmalari ve Hayir Bey ile Canberdî Gazalî'nin israrlari neticesinde l5l7 senesi Nisan ayi baslarinda idamina ferman çikar Bunun üzerine Tomanbay, Sehsüvar oglu Ali Bey'e teslim edilir Ali Bey, 2l Rebiülevvel 923 (l3 Nisan l5l7)'de günümüzde de ayni isimle anilan "Bâbu Züveyle" denilen yerde onu asarak idam eder Idam için adi geçen yerin seçilmesinin bir sebebi vardi O da Memlûklarin, daha önce Ali Bey'in babasini burada asmis olmalariydi
Sultan Selim, Tomanbay'in cenazesinin, bir hükümdarin cenazesi gibi defn edilmesini ve ona gereken sayginin gösterilmesini emretmisti Seim, Misir Baskadisi'nin imamlik yaptgi cenaze namazina bizzat istirak eder Müteveffanin ruhu için üç gün fakirlere altin ve yiyecek dagitip in'amlarda bulunur
Tomanbay'in ölümünden sonra Suriye gibi Misir da Osmanlilarin bir eyâleti haline gelmisti Sultan Selim, burada itaatlerini arzetmeye gelen hey'etleri kabul etmisti Bu hey'etler içinde en önemli olani, Haremeyn Serifi Ebu'l-Berekât b Muhammed'in, Sultan Selim'i tebrik için oglu Ebû Nümey'in basinda buundugu hey'et idi Ebu'l-Berekât, oglu vâsitasiyle Ka'be'nin anahtarlari yaninda bazi mukaddes emânetler ve hediyelerle göndermisti Ebû Nümey'e, büyük ikramlarda bulunuldu Ebû Nümey, l5l7 senesi Mayis ayinin sonlarina dogru Pâdisah tarafindan kabul edildi Bu kabul esnasinda o, babasinin Memlûk idaresinden çektigi eziyetleri anlatti Haremeyn Serifi, Memlûk Sultanlari'na karsi duydugu memnuniyetsizlik ile Sultan Selim'in, Suriye'de mukaddes mahallere karsi göstermis oldugu büyük alaka ve ihtimam sebebiyle, severek Osmanli idaresine girmis, Sultan Selim'in adini hutbede zikretmeye âmade bulundugunu bildirmisti Sultan Selim tarafindan iyi karsilanmis olan Ebû Nümey, zengin hediyelerle geri dönmüstü Bu arada, Haremeyn fukarasina dagitilmak üzere gemilerle bölgeye zahire ile 200 bin dinar gönderilmisti Hoca Saadeddin, Haremeyn'e gönderilen yardim için su ifadeleri kullanir: "Haremeyn-i Serifeyn mücavirlerine mebâlig-i mevfûre gönderüp idrar-i müteariflerini müdaaf eylediler Ve gestilerle (gemilerle) nihayetsiz gallat ve hububat gönderdiler Ve kudat-i Misir'dan (Misir kadilarindan) mezid-i istikamet ve tedyin birle tayin buyrulan iki kadi ile 200 bin mikdari dinar-i kâmilu'l-ayâr gönderüp ma'rifet-i nüzzâr ve küttâb ile Haremeyn-i Muhteremeyn fukarasina tevzi' ettirdiler" Ilk defa olarak hac kervâni ( Sürre ), Sultan Selim'in, Sam'dan Ka'be için gönderdigi bir örtüyü hâmilen Hicaz'a hareket etmistir Bu tarihten (h 923 / m l5l7) itibaren Osmanli Sultanlari "Hâdimu'l-Haremeyn es-Serifeyn" (Haremeyn'in Hizmetçileri) ünvanini aldilar Bu ünvan, Osmanli Pâdisahlarina hem Islâm, hem de Hiristiyan âleminde büyük bir itibar te'min etmisti Bu esnada elçilik vazifesi ile gelen hey'etlerden biri de Venedik hey'eti idi Hey'etin vazifesi o ana kadar Kibris için memlûklere vermekte oldugu vergiyi, Memlûklerden saglamis oldugu imtiyazlar baki kalmak üzere, Osmanlilara vermek hususunda müzakerelerde bulunmak idi Bu hey'et, ayni zamanda, Venediklilerin Osmanlilara karsi Kölemenlere yardimda bulundugu töhmetini de redd ederek, devletini bu hususta müdafaa edecekti
Yavuz Sultan Selim, ikamet etmek için Kahire'de bir kösk insa ettirir O, burada kaldigi müddet zarfinda bu köskte ikamet eder Mayis sonlarinda Pîrî Pasa komutasinda gelen Osmanli donanmasini teftis etmek üzere, Iskenderiye'ye bir seyahatta bulunmus olan Selim, l2 Haziran'da Kahire'ye dönerek burada üç ay kaldiktan sonra l0 Eylül'de Hayirbey'i vali olarak tayin ederek Misir'dan ayrilir Böylece, Misir'a geldigi ilk gün ile, ayrilis günü olan 23 Saban 923 (l0 Eylül l5l7)'a kadar 8 ay Misir'da ikamet etmis olur Pâdisah'in, Misir'da bu kadar uzun müddet kalmasi, belki de yeni yerlerin ilhaki içindi Fakat Misir'da fazla kalmaktan dolayi usanmis olan "erkân ve a'yan ve ashab-i divan" Istanbul'a dönmek istiyordu Bunlar, Yavuz'un ulemaya gösterdigi saygiyi da dikkate alarak o dönemde Anadolu Kadiaskeri olan Kemal Pasazâde'ye müracaatla Pâdisah'i ikna etmesini rica ederler Bunun üzerine bir gün, gezinti esnasinda Pâdisah, etrafta neler konusuluyor dedigi zaman Kemal Pasazâde firsati kaçirmamis ve askerin dönme arzusunda oldugunu söyleyerek:
"Sultanim, askerlerin Nil'den davarlarini suluyorlardi O askerlerden birinin su türküyü söyledigini duydum" der ve askerin isteklerini, türkülerle dile getirdigini açiklayarak, türkünün metnini su sekilde Pâdisah'a arzeder:
"Nemiz kaldi bizim mülk-i Arab'da
Nice bir dururuz Sam u Haleb'de
Cihan halki kamu ays ü tarabda
Gel gel ahi , gidelim Rûm illerine"
Efkâr-i umûmiyenin görüsüne tercüman olan bu türkü, aslinda o anda bizzat Kemal Pasazâde'nin kendi dilinden nakledilmis sözleriydi Gerçi hükümdar da bunu anlamakta gecikmemisti Bu sebeple birkaç gün sonraki bir sohbet esnasinda Pâdisah: "Geçen gün söyledigin türkü senin ihtirâin miydi?" diye sorunca, Kadiasker Kemal Pasazâde çok rahat ve cesûrâne bir sekilde "evet" der Böyle bir cevab karsisinda belki de hiddetlenecegi tahmin edilecek olan Pâdisah, bu itirafa karsilik 500 duka altin ihsan etmekle cevap vermis olur Kaynaklarda bu olay su ifadelerle nakledilir Bir gün yine yolda sohbet ederlerken Pâdisah, Kemâl Pasazâde'ye sorar :
Tokat'li Molla Lütfi hocaniz imis, ilim ve irfani yüksek degerli bir ilim adami iken katline sebep ne oldu? Kemâl Pasazâde bu soruya su cevabi verir: " Hased-i akran belâsina ugradi Tam bir âlim, kâmil, salih ve dindar bir kisi iken düsmani çogalib hased ettiler ve katline sebep oldular Bu duruma üzülen hükümdar, onun sakaci biri oldugunu, zaman zaman öyle sakalar yaparmis ki, isitenler gerçek zannedermis Siz de üstâdiniz gibi öyle sakalar yapmazmisiniz ki, gerçek zannedilsin? diye sorunca Kemal Pasazâde:
"Biz, geçen gün siramizi savdik, simdi sira Pâdisahimiz hazretlerinindir" cevabini verince, Yavuz Sutan Selim düsünür ve der ki:
"Yoksa, geçen gün, yeniçeriler agzindan söylenen o kita, öyle bir saka miydi? Yani yeniçeriler agzindan siz mi uydurdunuz?" Bu söz üzerine Kemâl Pasazâde:
"Evet, dogrusu, Pâdisahimizin buyurduklari gibidir" der Pâdisah, hosuna giden bu açik ve cesurâne sözü karsisinda Kemal Pasazâde'ye yukarida belirtilen ihsanlarda bulunur
Yavuz Sultan Selim, Misir'da kaldigi süre içinde mahallî bazi islâhatlarda bulundu Bu meyanda o, Suriye ile Misir'in toprak ve vergi islerini bir sisteme baglayarak düzene sokar Gerçi Osmanlilar, bir kisim Türk ve Islâm devletlerinden zapt ve ilhak ettikleri devletlerin büyük bir kisminda bazan eski kanunlari hiç degistirmeden ve eski isimleri ile muhafaza ediyorlardi Bununla beraber, özellikle vergi konusunda halk için bir çesit zulüm niteligini tasiyan vergileri "Fena bid'atlar" addederek ortadan kaldiriyorlardi
Memlûk Sultanligi'nin ortadan kalkmasi, Osmanli Devleti'ne Asya Kit'asin'da Suriye, Filistin ve el-Cezire ile Hicaz'i, Afrika'da ise Misir gibi stratejik önemi büyük ve mamur bir bölgeyi kazandirdi Böylece, Kizil Deniz'in karsilikli iki sahiline de sâhip olan Osmanlilar, Hind ve Ak Deniz arasindaki Kizil Deniz ticaret yoluna hâkim olmuslardi Böylece, Arabistan, Haremeyni's-Serifeyn, Zebid, Aden, Yemen, Habesistan, Said, Nubye, Magrib'e kadar, Umman sahilinden Firat ve Bagdad'a kadar olan memleketlerin emir ve sultanlari Yavuz Selim'in emrine girmis oluyorlardi Böylece Yavuz Sultan Selim, atalarinin kurduklari devlete büyük bir katkida bulunmus oluyordu O, Fâtih Sultan Mehmed tarafindan daha iyi bir sekilde gelistirilen orduyu kullanarak, gerek onun ve gerekse II Bâyezid'in stratejik ve idarî temellerinden yararlanarak Safevîleri yenmekle de kalmamis, ayni zamanda Müslüman devletlerin önemli bir kismini da kendine baglamisti
Sultan Selim, Istanbul'a hareket etmeden önce idarî bir tedbir olmak üzere Kahire'deki bazi hükümdar ogullariyla, halife ve akrabalarini, nüfuzlu âlim, seyh ve beylerden, ileride tehlike arzedebilecek olanlari Istanbul'a göndermisti Istanbul'a gönderilenler arasinda Misir'daki Abbasî Halifesi III Mütevekkil Alallah ile amcasi Halil'in ogullari ve Sultan Kansu Gavrî'nin oglu Mehmed de vardi Bu arada o, kütüphânelerdeki kiymetli bazi eserler ile mimar ve san'atkârlardan bir kismini da Istanbul'a göndermisti Bu nakillerin tamami, deniz yoluyla yapilmisti Selim, bilgili bir kimseden Misir pramitleri ile Nil hakkinda bilgi almisti ki, bu zata karsi büyük bir saygi besleyip ona ikramlarda bulundu
Daha önce de, biraz temas edildigi gibi, Yavuz Sultan Selim, iyi tahsil görmüs, müsait zamanlarda vaktini okuyup arastirmakla geçiren âlim bir hükümdardi Kendisi, tasavvufun "vahdet-i vücud" felsefesini begendiginden, bu felsefenin Anadolu'da yayilmasini temin eden ve "Seyh-i Ekber" nâmiyle söhret kazanmis olan Muhyiddin ibnu'l-Arabi'ye karsi büyük bir hürmeti vardi Merc-i Dâbik zaferinden sonra Sam'a girdigi vakit, "Seyh-i Ekber"in kabrini sormus ve bazilari tarafindan "Seyh-i Ekfer" (en büyük kâfir) diye tahkir edilen bu büyük zâtin kabrini buldurmustu Misir dönüsünde dört ay kadar Sam'daki ikameti esnasinda seyhin kabrine türbe ve yanina bir de câmi ile her gün fakirlere yemek dagitmak üzere bir de imâret yapilmasini emretmisti Bu insaat öyle sür'atli yapilmaliydi ki, kendisi henüz buradan hareket etmeden önce bitmeliydi Filhakika, mimarlarla usta ve ameleden bir kismi, gece çalismak suretiyle bunlari tamamlamislardi Yavuz bu câmide ilk Cuma namazini kilmis ve vakiflarini tertib ettirerek vaaz ile Kur'an okumaya me'mur görevliler de tayin etmisti
Sam'dan sonra yoluna devam eden Yavuz Sultan Selim, 22 Safer 924 (5 Mart l5l8) tarihinde Haleb'e gelir Iki ay kadar Haleb'de kalan Selim, iki ayda da Istanbul'a gelir Merasim ve tantanai karsilamalardan pek hoslanmadigi anlasilan Yavuz Sutan Selim, törenle karsilanmamak için, gece gizlice Topkapi Sarayi'na gelir Istanbul'da on (veya yirmi) gün kadar kalan Yavuz Selim, 27 Receb (4 Agustos)'de payitahttan ayrilarak Edirne'ye hareket eder Pâdisah'in Edirne'ye gelmesinden dokuz gün sonra Sehzâde Süleyman, gelirine 500 bin akça ilave edilmis oldugu halde babasi ile vedalasarak geldigi Saruhan Sancagi'na tekrar döner Selim, Edirne'de bulundugu sirada Venedik, Macar ve Ispanya gibi Avrupa devletleriyle muâhedeleri yenilemistir Sultan'in, Avrupa devletlerine karsi sulh siyâseti takib edisi, herhalde yeni bir Iran seferine çikmasi ile izah edilebilir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Osmanlı Tarihi

Eski 04-21-2009   #56
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Osmanlı Tarihi



YAVUZ SULTAN SELIM'IN BATI SIYASETI
Yavuz Sultan Selim'in, Bati devletleri ile olan münasebetleri, onun hükümdarlik makamina geçmesiyle birlikte, cülûsu tebrik için gelen komsu devletlerin elçileri ile baslamisti Bu münasebetlerin baslangici ise onun, babasina karsi giristigi hareket esnasinda, Rumeli'de bir sancak istemesi ve Hiristiyanlarla mücadele edebilmesi için burada sayilari 25 bine ulasacak bir askerî birlik toplamasi ile olmustu denebilir Zira onun tahta çikisi esnasinda Avrupa'li hükümdarlar, hem cülûsu tebrik etmek hem de mümkün olursa eski anlasmalari yenilemek üzere elçilerini göndermislerdi Fakat, Sehzâde Ahmed'in çikardigi isyandan dolayi hemen Anadolu'ya geçmek zorunda kaldigi için gelen veya gelecek olan elçilerle fazla ilgilenemiyordu Bununla beraber, kendisini selamlamak ve himâyesini taleb etmek üzere gelmis olan Raguza elçilerini fazla bekletmemis ve eskiden beri Osmanlilara vergi veren bu cumhuriyetin temsilcilerine Bursa'da eski imtiyazlarini taniyan bir ahidnâme vermisti l5l2'de verilen bu ahidnâmede Sultan Selim, Raguza'lilarin verecekleri vergiler için "buyurdum ki, sâbika babam tâbe serâhu zamaninda verdikleri l2500 filori sâl be sâl (her sene) âdet-i kadime üzre elçileriyle dergâh-i muallama göndereler" diyordu
Pâdisah, diger devlet elçileri ile de gerekli anlasmalari imzalamayi faydali buluyordu Çünkü Anadolu'da bir müddetten beri Kizilbaslarin çikardiklari karisikliklari ve onlari tahrik eden Safevî Devleti'ni dikkate almadan Bati'ya yönelmek akillica ve dogru bir hareket olmazdi Bu sebepten dolayi bütün Bati'li devletlerle dostça münasebetlerde bulunmayi lüzûmlu sayan Yavuz Sultan Selim, bu anlayisin bir sonucu olarak onlarin elçilerine karsi mültefit davranmis, bu arada Eflâk ve Bogdan'in gönderdigi hediyeleri kabul ettigi gibi, babasinin zamaninda, Bogdan Beyi ile imzalanmis olan anlasmayi da yenilemisti Bu muahede ile Bogdan kendisini Bâb-i Humâyun'un tabii ve haraçgüzâri saymisti
OSMANLI - VENEDIK MÜNASEBETLERI
Olaylarin cereyan tarzindan anlasildigina göre, bu dönemde Osmanlilarin önemli telakki ettikleri devlet, Venedik idi Zira Yavuz Selim, daha tahta çikar çikmaz, Venedik hükümet reisine bir mektup göndermis, bu mektupta özellikle II Bâyezid'in, kendi istegiyle hükümdarliktan ayrildigini belirtmisti Pâdisah'in, mektubunu götüren Semiz Çavus, kalabalik bir maiyet ile Venedik'e gidip Sark'a (Dogu) yakisir bir debdebe izhar etmisti Bu zât, on asilzâde tarafindan senatoya götürülmüstü Bu durum, Venediklilerin, Osmanli elçisine karsi çok samimi davrandiklarini göstermektedir Buna karsilik, cülûsu tebrike gelmis olan Venidk elçisi Nicolo Giustianiani'ye de Pâdisah büyük iltifatlarda bulunmus, hatta onu, Sehzâde Ahmed'in isyanini bastirmak üzere Anadolu'ya giderken, Bursa'ya kadar beraberinde götürmüstü Iste karsilikli dostluk ve itimad belirtileri gibi sayabilecegimiz bu hareketlerin iki taraf için de bir mânasi olmaliydi Muhtemelen Osmanlilar, bu tarzdaki hareketleriyle, Dogu'ya yapmayi düsündükleri sefer esnasinda, Venedik'ten gelebilecek olan tehlikeleri önlemek, Adriyatik, Ege ve Akdeniz kiyilarindaki topraklarinin güvenligini saglamak istiyorlardi Venediklilere gelince onlar da, Osmanlilar ile baris halinde bulunmayi, birçok yönden faydali görmüs olmalilar Çünkü her seyden önce Santa - Maura önündeki Türk gemileri ile Mustafa Pasa idaresinde Apulya'ya göderilecegi söylenen ve Avlonya'da hazirlanmakta bulunan ll0 hafif ve 30 agir gemiden mürekkeb olan filo, onlar için bir endise konusu idi Ayrica Sultan II Bâyezid zamaninda Osmanlilara karsi giristigi mücadele, Venedik'i ma'nen ve maddeten o kadar sarsmisti ki, bundan sonra Osmanlilarla dost kalmayi menfaatlarina daha uygun görüyordu Bu yüzden Venedik, Antonio Giustiniani adindaki bir elçisini Osmanlilara gönderdi Edirne'ye gelen ve Venedik Cumhuriyeti'nin, Osmanli Devleti hakkindaki saadet temennilerini bildiren bu zat, Pâdisah tarafindan iyi karsilanmakla beraber, yapilmasi düsünülen anlasma, kolayca imza edilemedi Ayrica, Istanbul'da anlasma müzakerelerinin devam ettigi siralarda Osmanli kuvvetleri, Venediklilerin yardimda bulundugu Hirvat Bani J Johan'in arazisini bastan basa çigneyip iki bin Hiristiyani alip götürürler Bununla beraber iki devlet arasinda l7 Ekim l5l3 'de imzalanan anlasma ile Venedikliler bütün isteklerini elde edememekle birlikte, II Bâyezid zamaninda kendileri için taninmis olan ticarî imtiyazlari yeniden elde ederler Bu durum, Venedik için çok iyi olmustu Çünkü devamli savaslardan dolayi bosalmis olan hazinesini ancak bu suretle doldurabilirdi Bundan baska Osmanlilarin her konuda kendilerine yardim edeceklerini umuyorlardi Nitekim bundan sonra iki devlet arasinda Napoli aleyhine olmak üzere çok ilgi çekici müzakereler cereyan edecektir Bu arada Venedik de, Sah Ismail'in israrla istedigi yardimi red eder Hatta, Papa'nin va'd ettigi büyük ve önemli menfaatleri de dikkate alip Osmanlilar aleyhine harekete geçmez Aksine Çaldiran zaferinden dolayi Yavuz'u tebrik eder Böylece, Osmanlilar ile Venedik arasinda uzunca bir süre devam edecek olan dostluk münasebetleri gelistirilmis olur Bunun üzerine iki devlet arasinda l5l7 tarihinde yeni bir anlasma imzalanir
OSMANLI - MACAR MÜNASEBETLERI
Osmanli Venedik münasebetlerinden bahsedilirken temas edildigi gibi, Venedik elçisinin Edirne'ye ulastigi siralarda, bir Macar elçisi de gelmisti Bu elçi, II Bâyezid zamaninda imzalanmis bulunan ve kisa bir zaman önce, Osmanlilarin Sava Nehri kiyilarina yaklasmalarini bahane ile zedelenen mütarekeyi yenilemek için müzakerelere girisecekti Halbuki bu elçinin yolda bulundugu siralarda Wesprim Piskoposu Peter Berislo, Sava ve Unna arasindaki Türklere hücum ederek 2000 kadar Müslümani öldürmüstü Bununla beraber daha sonralari da Macaristan'la olan siyasî münâsebetleri ihlal edecek küçük bazi hudud çekismeleri devam ettiyse de bunlar, harple sonuçlanacak bir hâdiseye sebep olmadi Su kadar varki Macaristan, Osmanlilar'a karsi büsbütün hazirliksiz kalmak da istemiyordu Bu sebeple Papa'dan hem para hem de Osmanlilara karsi bütün Avrupa devletlerinin müsterek bir harekette bulunmalarini saglamak için ricada bulundu ll Mart l5l3'te papalik makamina oturan ve Medici ailesine mensub olan Papa X Leo, kendinden önce bu makami isgal edenler gibi bütün Bati âlemini Türklere karsi ayaklandirmaya çalisan bir insandi Papa'nin, Türklere karsi duydugu düsmanligin asil sebebini, Tunus'lu veya Türk denizcilerinin hareketlerinden dolayi degil, Osmanli Devleti'nin kurulusundan beri, gittikçe güçlenip kuvvet kazanan ve Bati'yi tehdid eden Müslümanliga karsi duyulan kin, nefret ve bunun sonucu olarak da Osmanlilari Bati topraklarindan sürüp çikarma teskil ediyordu Onun için bu ise gönül verenlerden birisi olarak görülen Papa X Leo'nun, papalik makamina geçer geçmez, hemen bütün Hiristiyan prenslere, Alman Imparatoru Maximilian'a, Polonya ve Ingiltere krallarina, Rodos Üstad-i A'zamina ve Liefland'da Alman sövalyeleri reisine gönderdigi bir çok mektup, bu konuda yeterli delilleri teskil etmektedirler Ayrica, rönesans fikirlerini tasiyanlarin çogu da, bir takim güzel yazilarla, eski Yunan topraklarinin, barbar saydiklari Müslüman Türklerden, kurtarilmasini istiyorlardi Papa, zaten bütün kuvveti ile bu isin pesinde idi Kardinallari vasitasiyle yaptigi Haçli propagandasi, özellikle Macaristan'da tesirini gösterir Bunun sonucu olarak binlerce çiftçi büyük gruplar halinde toplanir Fakat bunlar, ciddi bir sevk ve idareden mahrum olduklarindan, alt seviyedeki rahiplerin tesvik ve tahrikleri ile etrafa ölüm ve dehset saçarak kendi vatanlarinda bile birçok sato, köy ve bölgeyi harabeye çevirirler Papa'nin, birçok Avrupa ülkesine çagrida bulunarak bir Haçli seferi düzenlemek istemesi ve l6 Mart l5l7'de Lateran'da toplanan rûhanî meclis (concilium) te önemli kararlar aldirarak, Osmanli Devleti'nin istilasi ile ilgili teferruatli noktalari bile tesbit ettirmis olmasina ragmen, bir netice alinamamisti
Avrupa'nin içinde bulundugu karisik duruma iyice vâkif olan Sultan Selim, bundanfaydalanmasini bilmis, komsu devletler ile iyi geçinerek Sark'in karisik islerini endisesiz bir sekilde halletmeye muvaffak olmustu Nitekim bu sebeple Ragusa (Dubrovnik )'ya karsi bile mülayim davranilmis, bir ara gümrük vergisi % 5'e çikarilmis ise de, bilahere eskiden oldugu gibi % 2'ye indirilmisti
Yavuz'dan önce (l499), Kirim Hani Mengli Giray'in tavassutu ile baslamis bulunan Osmanli - Rus ticarî münasebetleri, bazi tesebbüslere ragmen bu devirde pek inkisaf edememisti Bununla beraber, mevcud eski anlasmalara riayet edilecegi yeniden tasdik edilmisti
Yavuz Sultan Selim, karsilikli sinir ihlallerine ragmen Macarlarla savasa girmek istemiyordu Onun, bazi meseleleri büyütmeyerek barisa meyilli olmasi, Macar Krali ile akrabasi olan Polonya Krali'ni memnun etmis olmali ki, l5l9 yilinda Osmanlilarla Poloyalilar arasinda bir baris antlasmasi imzalanmisti Bütün dostlarinin bir yil içinde girebilecegi maddesini de ihtiva eden bu antlasma ile Yavuz, takip etmek istedigi baris politikasini bütün bir Bati dünyasina ilan etmis oluyordu Nitekim bu hükme uyarak l5l9 baharinda Macarlar, Osmanlilarla üç yillik bir mütareke imzaladilar
YAVUZ SULTAN SELIM'IN ÖLÜMÜ
Memlûk Devleti'ni ortadan kaldirip güney ve bir manada da güney dogu cephesini emniyet altina alan Yavuz Sultan Selim, artik Avrupa isleri ile yakindan ilgilenebilirdi Zira, Papa X Leo'nun, papalik makamina gelisinden sonra Hiristiyanlik âleminin fikir, düsünce ve hareketlerinde, Osmanlilar aleyhinde büyük bir degisiklik meydana gelmisti Bu düsmanligin farkinda olan ve aleyhinde meydana geen degisiklik ile ilgili hareketleri çok yakindan takib eden Yavuz Sultan Selim, Papa'nin, kendileri aleyhinde olmak üzere birlesik bir Haçli ordusu hazirlamak için Avusturya, Fransa, Ingiltere ve Ispanya devletlerine birer kardinal gönderdigini biliyordu O, ülkesinin genis sahillere sahip olmasindan dolayi yapilacak herhangi bir tecavüzü önlemek için donanmaya büyük bir ehemmiyet veriyordu Bununla beraber onun, Haçli ordusuna karsi alacagi tedbirleri sadece donanma insasiyle sinirli saymamak gerekir Zira l5l9'da Kamama Kilisesi ile Hiristiyan ziyaretçlerinin vergi muafiyetleri hakkinda görüsmek üzere Istanbul'a gelen Ispanya elçisi ile konusan Pâdisah, elçiye, sayet Ispanya Krali kendisi ile anlasmak istiyorsa murahhaslarini göndermesini beyan etmek suretiyle Papa'nin gerçeklestirmek istedigi ittifaktan onu ayirmak istiyordu O, bununla da yetinmeyerek Macaristan'la olan mütarekeyi uzatmis, Venediklilerin, Kibris için vermekte olduklari vergiyi getiren elçiyi huzuruna kabul etmis ve alisilagelmis protokolun hilafina elçi ile konusarak, Venedik Devleti'nin antlasmalara bagli kalip bunlara riayet ettigi sürece kendileri ile baris halinde bulunacagini belirtmisti

Johann Johansson'un meshur Osmanli haritasi
Siyasî çabalari ile Haçli ordusunu durdurmayi planlayan Yavuz Sultan Selim, öteden beri Avrupa'ya karsi girisecegi bir sefer için büyük bir donanmaya ihtiyaç oldugunu biliyordu Bu sebeple o, askerî faaliyetlerine hiz vermekten geri kalmiyordu Bu maksatla Haliç'te daha önce Bizans tersanesi olarak kullanilan yerde, Fâtih'in insa ettirmis oldugu eski tersaneyi Kagithâne'ye kadar genisleterek 300 kadar insaat tezgâhini (Göz) ihtiva edecek bir sekilde büyütmüstü Böyle siki bir çalisma sonunda Istanbul ve Çanakkale'de 250 gemiden mürekkeb bir donanma, savasa hazir hale gelmisti Anadolu'da ise birçok topla takviye edilmis 60 binden fazla asker toplanmisti Hiç kimsenin nereye çarpilacagini bilemedigi bu seferin Hiristiyan bir devlet için oldugu zanni uyanmisti Bu hazirliklar, belki de Roma'da gerçeklesilmesine çalisilan Haçli seferini karsilamak için yapiliyordu Bununla beraber hazirliklarin bilhassa Rodos için oldugu kanaati yaygin bir hal almisti Böyle bir kanaatin yayilmasinin hakli sebepleri de yok degildi Nitekim Rodos'un, korsanlar ile hirsizlar duragi ve barinagi olmasi, bu sebeplerin basinda geliyordu Osmanli Devleti, Akdeniz'de ticaret yapan Müslüman gemilerine saldiran bu hirsizlarla, Misir'in alinmasindan sonra daha çok ilgilenmek zorunda idi Zira Rodos, güven altinda bulunmasi icab eden Istanbul - Iskenderiye ticaret yolunun üzerinde idi Vezirler de "Su Akdeniz, sadece Devlet-i Aliyye'ye bir mersâ (liman) olabilir" demek suretiyle Pâdisah'i Rodos'un fethine tesvik ediyorlardi Bununla beraber o, Fâtih Sultan Mehmed zamaninda oldugu gibi kötü bir netice ile karsilasmamak için hazirliklarin daha fazla olmasini vezirlerine ihtar ederek: " Benim muradim bir kisver (memleket, ülke) almaktir Siz beni, bir hirsiz kalesi almaya tergib edersiz" der Bununla beraber bu sefer için kaç aylik tedarik gördünüz diye sordugunda Pirî Pasa: "Dört aylik" diye cevap verir O, bunun kifayet etmeyecegini söyleyerek fikrini açiklamak suretiyle kale muhasaralarindan hoslanmadigini , meydan muharebelerinin sonuçlarinin daha büyük ve mesakkatlerinin daha az oldugunu söyleyerek âdeta keramet sahibi gibi " Bizüm simden gerü sefer-i ahiretten gayri seferümüz yoktur" demisti Bu, birbirinden parlak ve büyük zaferler kazanan bir insanin, bunlari asacak bir sefer yapamayacagi ve tarihteki azametinin gölgelenecegi ihtimalini düsünmesidir ki, Sultan'in, sorumluluk hususunda dahi sahikaya ulastigini gösteren bir delildir Gerçekten de o, yapilan sefer hazirliklari hakkinda ilgililerden bilgi alip dört aylik barutun bulundugunu ögrenince bunu yetersiz görmüs ve Hoca Sa'düddin'in ifadesiyle "bu gûna tedâbir-i vâhiye ile ben sefer itmem ve kimse sözü ile yola gitmem ve bi'l-cümle bize sefer yok, meger sefer-i âhiret" demek suretiyle, artik maddî ve dünyevî seferler için degil, manevî ve âhiret yolculuguna hazirlanip Allah'ina kavusmak üzere oldugunu, etrafindakilere bildirmek ister gibiydi
Sultan Selim, Vezir-i A'zam'i Kapikulu askerleriyle Edirne'ye gönderdikten sonra kendisi de Agustos l520'de (2 Saban 926) Edirne'ye dogru yola çikar Rahatsizdi Zira iki omuzunun sag tarafina yakin kisminda bir çiban çikmisti Halk arasinda yanikara olarak isimlendirien bu çiban, "Sirpençe" ismiyle bilinmektedir Hoca Sa'düddin, Yavuz Sultan Selim'in ölümüne sebep olan çiban hakkinda tafsilatli bilgiler vermekle beraber biz, olayi günümüzün ifadesiyle kisaca nakl etmek istiyoruz:
Yavuz Sultan Selim, Edirne'ye harekete karar verdikten sonra bir gün musahibi Hasan Can'la saray bahçesine inmis, dönüsünde yokusu çikarken Hasan Can'a sirtina bir seyin battigini söyleyince Hasan Can, elini hükümdarin sirtina sokmus ve fakat bir sey bulamamis, ancak ikinci sefer yine ayni seyden sikâyet edilince o zaman Hasan Can, sultanin dügmelerini çözüp sirtinda henüz bas vermis, etrafi kizarmis ve tam olgunlasmamis sert bir çiban görür Bunu Sultan Selim'e söyleyince o, çibani sikmasini istemisse de Hasan Can: "Pâdisahim, büyük bir çibandir, henüz hamdir, zorlamak caiz degildir, bir münasib merhem koyalim" deyince Sultan Selim "Biz Çelebi degiliz ki, bir çiban için cerrahlara müracaat edelim" cevabini vermisti O geceyi izdirab içinde geçiren Hünkâr, ertesi gün hamama giderek orada çibani siktirip zedeletmis Fakat bu da izdirabini artirmaktan baska ise yaramamisti Bunun üzerine Hasan Can'a "Seni dinlemedik amma kendimizi helâk ettik" deyip çibanin macerasini anlatinca Hasan Can "neredeyse aklim basimdan gidiyordu" diyecektir Bütün bu sikintilara ragmen Pâdisah, Edirne seferi daha önce kararlastirildigi için geri dönmeyerek hasta oldugu halde 2 Saban 926'da çadira çikar
Sultan Selim'in hastaligi yüzünden yollarda agir gidiliyor ve bazi menzillerde fazla kaliniyordu Yavuz, Çorlu'da kirk gün Bashekim Ahmed Çelebi tarafindan tedavi edildi Yara büyüyüp açilmisti Pâdisah, hareket edemiyecek kadar takatsiz düsmüstü Iki aya yakin ( Lütfi Pasa, 284'te 47 gün) devam eden tedaviden ve adeta kendisinden ümidini kesince Edirne'de bulunan Vezir-i a'zam Pirî Mehmed Pasa ile vezir Mustafa Pasa'yi ve Rumeli beylerbeyi Ahmed Pasa (Hain Ahmed Pasa)'yi acele yanina çagirtarak vasiyetini yapar Daha sonra da Pirî Pasa ile yalniz görüsür Son demlerini yasadigini anladigindan acele edip yetismesi için Manisa Valisi olan oglu Sehzade Süleyman'a haber gönderdi Oglu gelmeden 2l Eylül l520 (8 Sevval 926) Cuma günü aksami 5l yasinda iken Çorlu karargahinin bulundugu Sirt köyünde vefat etti Vefatindan önce yaninda bulunan müsahibi Hasan Can'a, yatakta bulunusunu kast ederek "Hasan Can ne haldür?" demis, o da "Sultanum! Cenâb -i Hakk'a tevecüh edüp Allah'la olacak zamandur" deyince Yavuz: "Ya bizi bunca zamandan berü kimün ile bilürdün? Cenâb-i Hakk'a teveccühümüzde kusur mu fehm ettün?" cevabini vermisti Bunun üzerine Hasan Can: "Hâsâ ki, bir zaman zikr-i Rahman'dan gufûl müsahede etmis olam Lâkin bu, gayr-i ezmâna benzemedügü cihetten ihtiyaten cesâret eyledüm" demisti Bunun üzerine Sultan: " Sûre-i Yâsin tilâvet eyle" diyerek kendisi de Hasan Can'la birlikte okumus Ayni sûreyi Ikinci defa okuyup "Selâmun kavlen" diye devam eden 58 âyeti okuyunca teslim-i ruh eyler Böylece, Islâm tarihinin en büyük hükümdarlarindan birinin, göz kamastirici hayati sona ermis oluyordu Onun ölümü için tarihler düsürülüp mersiyeler yazildi Sekiz buçuk sene gibi çok kisa bir saltanat dönemine basarili bir sekilde sigdirilan fevkalade büyük ve önemli islerden dolayi, Seyhülislâm Kemal Pasazâde onun hakkinda:
"Az müddetde çok is etmis idi
Sâyesi olmustu âlemgîr,
Sems-i asr idi asirda semsin,
Zilli memdûd olur, zamani kasîr
Girse meydan-i rezme siri delir,
Çiksa eyvan-i bezme mihr-i münir
Hayf, Sultan Selim'e hayf ve dirig,
Hem kalem aglasin âna hem tig"
demek suretiyle onun sekiz buçuk senelik saltanat dönemine sigdirdigi islerinin, çok büyük ve önemli olduguna isaret etmekteydi Bilindigi gibi ikindi günesinin ömrü kisadir Fakat bu zamandaki gölge ise çok uzundur Ayni zamanda büyük bir sair ve edip olan Kemal Pasazâde, bu beyitleri ile Yavuz'un çok kisa bir zamanda büyük isler basardigini söylemek istemistir
Bir celâdet atespâresi olan Yavuz, bu özelligiyle savas meydanlarini ates tufanlarina bogmus, düsmanlarinin kalbine korku ve dehset salmisti Ne çare ki, bütün dünyayi dizginine alacak kadar zaman bulamadan sir pençe-i ecel, onun vücudunu, âlemden almis idi
Sultan selim'in vefati, tek oglu olan Manisa valisi Sehzâde Süleyman gelinceye kadar gizli tutuldu Ancak yeni hükümdarin, Sevval'in onbirinci günü Istanbul tarafina gelip kadirga ile saraya indigi haber alindiktan sonra, Selim'in vefati ve yeni Pâdisah'in Istanbul'a geldigi ilan olundu
Devlet erkâni, derhal Istanbul'a gelip yeni Pâdisah'i tebrik ettikten sonra Selim'in naasi, bütün ilgililer tarafindan Edirnekapi haricinde, baglar ucunda karsilanip, hazirlanmis bulunan tabuta konur Fâtih Sultan Mehmed Câmii'nde cenaze namazi kilindiktan sonra, o tarihlerde, Mirza Sarayi denilen günümüzdeki Sultan Selim Câmii yanindaki mahalle defnolundu Sultan Selim, vefatindan evvel ara sira gezintilerde bulunarak geldigi ve çok sevdigi bu mevkie câmi temellerini attirip ise baslattiysa da ömrü vefa etmediginden câmi ve türbesi, oglu Sultan Süleyman tarafindan tamamlattirildi
Selim, Osmanli Devleti'nin hududlarini genisletmis, o zamana kadar sadece iki kit'a üzerinde bulunan devleti, Misir'in ilhakiyla üçüncü bir kit'aya da geçirmisti Böylece o, üç kit'aya hâkim muazzam bir devlet kurmus oluyordu Dogu Akdeniz, boydan boya Osmanli sahili hâline gelmisti Dünyanin yol güzergâhlari, deniz ve kara ticaret yollari, Osmanli topraklarindan geçer hâle gelmisti Bu durum, devletin ekonomik, sosyal ve askerî gücünün artmasina sebep olmus; tebea, bu büyük devletin nimetlerinden huzurlu bir sekilde faydalanir olmustu Yavuz'un, bütün çaba ve gayretlerini sadece fütûhât askiyla izah etmeye kalkismak, pek dogru olmasa gerekir Zira bu seferlerin, dinî, ictimaî, iktisadî, askerî ve jeopolitik noktadan bir zaruretin neticesi oldugu gâyet açiktir Bu seferlerle ipek yolu, kalay yolu, baharat yolu, samur yolu ve kiymetli madenler yolu Osmanli ülkesinden geçmeye baslamis, devletin Avrupa seferlerinden dolayi gerekli gördügü vâridati bu sâyede epey artmisti O, Süveys tersanesini kurdurmak suretiyle Kizildeniz donanmasini da artirmis, böylece Hindistan ticaret yolu üzerinde, Portekiz'le mücâdele baslamisti Bu mücâdele sadece ticarî sahada degil, ayni zamanda siyasî ve askerî sahayi da kapsiyordu Bütün bunlar, Yavuz'un ne kadar ileri görüslü ve her seyi planlayan biri oldugunu göstermektedir
Sekiz buçuk sene gibi devlet hayatinda çok kisa sayilan bir sürede, ülkesinin hududlarini iki buçuk misline çikarmis olan Yavuz Sultan Selim'in, Hindistan, Orta Asya ve Türkistan'a yönelmeyi arzuladigi, Iran niyetiyle çikmak istedigi sefer hedefinin buralar oldugu rivâyet edilmektedir Onun hilâfeti aldiktan sonra, bütün bir Islâm dünyasini birlestirip tek güç haline getirmek istedigi de söylenmektedir Bu sâyede, Hiristiyan dünyasinin tehlikesini de bertaraf edebilecegi gibi Din-i Muhammedî'nin sesini her tarafa ulastirabilecekti Yahya Kemal'in deyimi ile:
"Sultan Selim-i Evvel'i râm etmeyip ecel,
Fethetmeliydi cihani, sân-i Muhammedî"
Kisa zamanda dünya haritasini degistiren, bu büyük Sultan'in vefati, oglu Süleyman'in gelmesinden sonra Ordu-yi Hümâyûna bildirildi Arkasinda zaferden zafere, dünyanin bir ucundan öbür ucuna gitmis olan asker, eski bir Türk an'anesine uyarak, üsküflerini (külahlarini) atip, çadirlarini yikarak aglamaya baslarlar Harp meydanlarinin en tehlikeli anlarinda sarsilmayan bu gazi ve mücahidler ordusu, kendilerine istedikleri ve tahayyül edebildikleri sekilde sultanlik ve komutanlik yapan bu adamin göçüp gitmesiyle (ufûlüyle) sarsilmis bulunuyorlardi Gerçekte bu sarsilma, sadece askerde degil, bütün bir tebeada da görülmüstü

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Osmanlı Tarihi

Eski 04-21-2009   #57
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Osmanlı Tarihi



YAVUZ SULTAN SELIM'IN HIZMETI
Yavuz Sultan Selim, dedesi Fâtih zamanindaki Akkoyunlu tehlikesi gibi olmayan ve sadece Osmanli Devleti'ni degil, bütün bir Sünnî Islâm âlemini kökünden sarsabilecek olan ve Siî'lik üzerine kurulmus bulunan Sah Ismail tehlikesini zamaninda fark etmisti Bu kadar büyük bir tehlikeyi ortadan kaldirmak için içeriden ve disaridan vurdugu kuvvetli darbe ile bu nazik ve nazik oldugu kadar da tehlikeli olan durumu bertaraf etmisti Bu hareketiyle o, bir zamanlar Siî Fâtimî Devleti'ini ortadan kaldirip Islâm dünyasindaki ikilige son vermeyi düsünen Selçuklu Sultani Alparslan'a benzemektedir Gerçekten o dönemde de Sünnî Abbasî Hilâfeti'ni ortadan kaldirmayi düsünen ve bu sebeple oralara çesitli isimlerle daî (propagandaci) gönderen Fâtimî Devleti'ne karsi, Sultan Alparslan harekete geçmis, bunun için, Haleb'e kadar gelmis ve fakat basgösteren Romen Diojen tehlikesi yüzünden buradan geri dönüp Malazgirt Savasi'na katilmak zorunda kalmisti
Dogu Anadolu'yu idaresi altina alan Yavuz Sultan Selim, bu taraflarda emniyeti temin etmisti Onun asil hedefi Siî akide üzerine kurulmus bulunan Safevî Devleti'ni ortadan kaldirmak ve Orta Asya'ya kadar gidip oralardaki Sünnîleri nüfuzu altina almakti Böyle bir düsünceye sahip oldugu için, Sah Ismail'in, baris için gönderdigi elçilerle hiç bir sekilde anlasmayip isi askida birakiyordu Fakat bu arzusunun gerçeklesmesine ömrü vefa etmemisti
Dogu Anadolu'dan baska, Güney Anadolu'da da devletine ilhak ettigi yerler ve Ramazanogullarina ait Adana, Tarsus ve havalisi , Memlûk Devleti'nden aldigi el-Cezire, Suriye, Filistin , Misir ve Hicaz ile Osmanli ülkesine bir misli daha ilavelerde bulunmustur Bundan baska, o asirlara göre en büyük Islâm Devleti olmasi hasebiyle halifeligi de almis olmasi, gerek kendisinin, gerekse kendisinden sonra gelecek olan bütün Osmanli hükümdarlarinin mevki ve nüfuzlarini yükseltmisti Bu arada, Islâm'in zuhûr ettigi Hicaz Bölgesi'nin Osmanli idaresine girmesi ve Yavuz'un, bu bölgeye olan saygisini göstermesi bakimindan, mütevazi bir tabir olarak kullandigi "Hâdimu'l-Haremeyn es-Serifeyn" ünvani, bütün bir Islâm dünyasinda bu devlete karsi bir saygi ve itibarin dogmasina sebep olmustu
Yavuz Sultan Selim, Avrupa'daki durumu oldugu gibi muhafaza ederek asil tehlikenin Asya'dan gelecegini görmüstü Bu sebeple, saltanati müddetince, bütün gayret ve enerjisini bu tehlikeyi ortadan kaldirmaya hasr etmisti Böylece, kendisinden sonra gelecek olan oglunun, Avrupa ve Akdeniz'de daha emniyetli bir sekilde faaliyette bulunmasini saglamisti
Yavuz Sultan Selim, bir bakima vatan ve iman borcu bildigi prensiplerinin tehlikeye düsmesine riza göstermezdi Bunun için, bu prensipleri tehlikeye sokan kimselerin canlarina kiymayi veya onlari aninda cezalandirmaktan çekinmezdi Hükümdar olarak verdigi ölüm kararlari için, insan olarak da gözyasi döküp kahirlanmaktan geri kalmamistir Gerçekten o, devlet ve milletin menfaatlerini tehlikeye sokmayan konularda çok daha rahat ve insanî kararlar veren bir hükümdardir Nitekim Misir'in zaptindan sonra, muazzam bir servet terk ederek ölen bir tâcirin metrûkâtindan bir kismina el konulmasi, defterdarlikça uygun görülmüstü Pâdisah'a gönderilen takrire Yavuz, kendi kalemiyle sunlari yazmisti: " Müteveffaya rahmet, malina bereket, evlâdina afiyet, gammaza lanet" Defterdarlik teklifinin, bu sekilde sert bir cevapla redd edilmis olmasi, onun muhtesem adaletini anlamayan, anlamadigi için de gerek prensipte, gerek tatbikatta sürçüp onun hakkinda su veya bu sekilde konusanlara çok siddetli bir ihtar idi Ayverdi, onun verdigi kararlara güzel bir yorum getirerek söyle der:
"Dikkat edecek olursak, vazife ve mes'uliyet sinirlarini tayin etmis olmasina ragmen, verdigi idam kararlari onda bir ölüm soku yaratarak bâzan hüzün, bâzan gözyasi, bâzan siir ve çok defa da derin bir izdirap olarak ömrü boyunca arkasini kovalamistir Fakat kütle selâmeti için kabullenilmis bu sahsî elemleri de yine ayni toplum adina metânetle sineye çekmesini bilmistir"
YAVUZ SULTAN SELIM VE OSMANLILARDA HILÂFET
Islâm dünyasinda, Hz Peygamberin vefatindan hemen sonra ortaya çikan halifelik, asirlarca Islâm cemaatinin dinî, fikrî, idarî, sosyal ve siyasî gelismesinde rol oynayan önemli bir müessese olmustur Islâm tarihinde, siyasî bazi mezheblerin dogmasina sebep olan bu müessese, ayni zamanda Müslümanlarin bir bayrak altinda toplanmalarina ve daha isin basinda siyasî bir birlik kurmalarina da sebep olmustu Bu bakimdan hilâfet, 3 Mart l924 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafindan ilga edilinceye kadar devamli olarak bütün bir Islâm toplumunun gündeminde kalmaya devam etmistir
Anlasildigi kadari ile hilâfet, Islâmiyete has bir idare seklidir Bu, hem dünya, hem de ahiret (din) islerinin halk tarafindan uygulanip bir düzene sokulmasini saglayan bir idaredir Halife ise bu idarenin basinda bulunan kimsedir O, Hiristiyan dünyasinda oldugu gibi dinî bir reis olmamakla birlikte her türlü hareket ve davranisinin kaynagini dinden alir Binaenaleyh onun idaresi, dinî emir ve yasaklarla sinirlandirilmistir Bu bakimdan o, dünyanin diger hükümdar, sultan, sah, padisah, kral ve imparatorlarina benzemez O, bütün bunlardan daha farkli bir özellik tasir Bunun için, hilâfetle diger hükümdarliklar arasinda büyük bir fark vardir Gerçekten hilâfet, ne kralliklara, ne sultanliklara, ne imparatorluklara, ne de tam anlamiyle cumhuriyetlere benzer O, nev'-i sahsina münhasir bir özellige sahiptir Bu bakimdan halifeleri de yukarida belirtilen müesseselerin basinda bulunan birer idareci olarak kabul etmek mümkün degildir
Uzun tarihî geçmisi içinde, degisik merhaleler geçiren hilâfetin bütün bu merhalelerinden bahs etmek mümkün degildir Bunun için biz, müessesenin Osmanlilara geçisi ve Osmanlilarin bu müesseseyi nasil kullandiklarina kisaca temas etmek istiyoruz
Daha önce temas edildigi gibi degisik siyasî sebepler yüzünden, zaman zaman pek dostça olmayan iliskileri de bulunan Osmanlilar ile Memlûk-lerin bu münasebetleri, Osmanli Pâdisahi Yavuz Sultan Selim ile Memlûk Sultani Kansu Gavri dönemlerinde büyük bir muharebe ile sonuçlanir 25 Receb 922 (24 Agustos l5l6) günü Mercidabik denen yerde baslayan Meydan Muharebesi, Osmanlilarin kesin zaferi ile sonuslanmisti Ölü olarak muharebe meydaninda bulunan Kansu Gavri'nin ordusu perisan olmustu
Kansu Gavri'nin ölümünden sonra Kahire'de Memlûk Devleti'nin basina, Sultan Tomanbay getirilmisti Memlûk idarecileri, Mercidabik Muharebesi'nden sonra Osmanli Pâdisahi Yavuz Sultan Selim'in yaninda bulunan Abbasî Halifesi el-Mütevekkil yerine de el-Müstemsik'i halife olarak tayin ederler Bu durumdan haberdar olan Osmanli hükümdari, Tomanbay'a iki elçi gönderir Bunlar, Tomanbay'in, Sultan Selim'in hâkimiyetini tanimak sartiyle baris teklifinde bulunacaklardi Fakat her iki elçi de Tomanbay'in arzusu hilâfina diger yöneticilerin baskisi ile öldürülür Elçilerin öldürülmesi, harbi kaçinilmaz bir hâle getirmisti Böylece, Osmanlilarin zaferi ile sonuçlanacak olan Ridâniye Savasi olmustu Bu savastan sonra Misir da Suriye gibi bir Osmanli eyâleti haline getirildi Yavuz Sultan Selim, burada kaldigi müddet içinde Islâm dünyasindan pek çok hükümdar ve idareci, hey'etler göndermek suretiyle bagliligini arzeder Bunlar içinde en önemli olani Haremeyn Serifi Ebu'l-Berekât b Muhammed'in, Sultan Selim'i tebrik için oglu Ebû Nümey'i göndermesidirO, oglu vâsitasiyle Ka'be'nin anahtarlari ile mukaddes emânetlerden bazisini göndermisti Böylece, Osmanli Memlûk savaslari neticesinde Arabistan, Haremeyn-i Serifeyn, Zebid, Aden, Yemen, Habesistan, Said, Nübye'den Magrib'e kadar, Umman Sahili'nden Firat ve Bagdad'a kadar olan memleketlerin emir ve sultanlari Sultan Selim'in emrine girmis oluyorlardi
Hilâfetin, Misir'daki son durumu karisik bir hal almisti Abbasî Halifesi el-Müstemsik billah 905 (l509) da bu makamdan çekilerek yerine oglu el - Mütevekkil getirilmisti Kansu Gavri ile Mercidabik Savasi'na katilan halife, Sultan Selim'e teslim olmustu Yavuz'la birlikte Kahire'ye gelen el-Mütevekkil, tekrar makamina getirildi Daha sonra Sultan Selim ile birlikte Istanbul'a gelen el-Mütevekkil, Yavuz'un ölümünden sonra 927 (l52l)'de tekrar Kahire'ye dönecek ve orada vefat edecektir
Osmanli sultanlarina hangi tarihte ve ne suretle halife denildigi kesin olarak bilinememektedir Bununla beraber, "muhakkak olan bir nokta var ki o da Yavuz'un Misir fethi üzerine hilâfet makamini deruhte etmis olmasidir" Islâm dünyasi, Yavuz Sultan Selim'in, Siî Iran'i dize getirmesi, Memlûk Devleti'ni ortadan kaldirmasi, Hiristian Avrupa'ya karsi basari kazanmasi ve o dönemlerde Memlûk idaresinde olmakla birlikte Kizil Deniz'deki Portekiz donanmasinin tehdidi altinda bulunan Haremeyn'i bu tehlikeden kurtarmasi sebebiyle Osmanlilarin gücünün farkina varmisti Burada suna da isaret etmek gerekir ki, Islâm dünyasi, Haremeyn ile hilâfet arasinda büyük bir bagin bulundugunu kabul ediyordu Binaenaleyh, gerçek mânada halife olabilmek için, Haremeyn bölgesine hakim olmak gerekiyordu Bu bölgeye hakim olamayana halife denilemezdi Bu sebepledir ki, Yezid b Muaviye ile Abdülmelik b Mervan zamanlarinda Abdullah b Zübeyr'in Mekke'de hilâfetini ilan etmesi, Abbasîler zamaninda da 3l8, 338 (m 930, 950) yillarinda Haremeyn'in Karamita'nin eline düsmesi esnasinda meydana gelen olaylar, bu anlayisin o dönem müslümanlarinca da kabul edildigini göstermektedir
Osmanlilarin, "halife" sifati üzerinde pek fazla durmadiklari anlasilmaktadir Zira tarihî kayitlar, hem Misir'in ilhakindan önce, hem de sonra zaman zaman Osmanli hükümdarlarina halife ünvani ile hitab edildigini göstermektedirler Bununla beraber, Misir'in ilhakindan sonra dahi Yavuz Sultan Selim için "Hadimu'l-Haremeyn", "Sultan" ve "Hakan" gibi ünvanlar kullanildigi halde "Halife" tabiri pek kullanilmamistir Öyle anlasiliyor ki, buna pek fazla gerek te bulunmuyordu Zira Osmanli Padisahi, artik tek basina Islâm âleminin en güçlü hükümdari olarak idareyi eline almisti Çagdas bir arastirici da hilâfetin Osmanlilara geçisi ile ilgili bilgileri verdikten sonra söyle der: " Yavuz Sultan Selim'in, Misir'a yaptigi seferi sirasinda dinî ve siyasî ehemmiyeti haiz büyük bir hadise, Hilâfetin Osmanli hânedanina intikali cereyan etti Yavuz Sultan Selim zamaninda Imparatorlugun kazandigi büyük söhret ve seref itibariyle, Osmanlilar hilâfetin asil ve hakli iddiacilari oldugunu isbat etmislerdi Ayrica el-Mütevekkil'in vefatindan sonra halefleri halifelikten feragat ettiler Böylece, bu boslugu doldurmak Osmanlilara düsmüstü Fakat ne var ki, hilâfet ünvani o zamana kadar bütün özelliklerini kaybetmis ve sadece sözde kalmis bir ünvandan ibaretti Osmanlilarin kudreti, böyle bos bir ünvana muhtac degildi Bu sebepten onlarin, o zamanda bu mesele ile pek ugrasmadigi anlasiliyor Fakat her seye ragmen hilâfet Islâm âleminde yine saygi ve hürmete deger bir mevkii idi Osmanli Pâdisahlari da arada sirada bu durumdan istifade etmeye çalismislardir" Gerçekten, Hiristiyan Dünyaya karsi tek basina koyabilen, Islâm âlemini düsmanlarindan koruyup ona karsi bir kalkan vazifesi gören bu devletin, böyle bir sifat ve ünvani kullanmaya ihtiyaci yoktu Zira o, zaten fiilen bu ünvana hak kazanmisti Binaenaleyh, Osmanlilardan baska bu sifatla Islâm dünyasinin bayraktarligini yapabilecek güçte kimse mevcud degildi Bu sebepledir ki Yavuz'a halife diyenler sadece Osmanlilar degildi Çünkü Ehl-i Sünnet akidesine bagli Sünnî Müslümanlar ve özellikle Iran ile Orta Asya'dakiler, Selim'in sahsinda Iran'da gerçek Müslümanligi ihya etmekle mükellef bir Islâm Halifeligi görüyorlardi Bundan dolayidir ki, Çaldiran zaferinden sonra Tebriz'e girmis olan Yavuz Sultan Selim'e, Mâveraünnehr ulemasinin ayni fikirleri tasidigi haberi gelir l5l6'da Muhammed Isfahanî ona "Hilâfet tahtnin Sultani" demekle de yetinmiyor ve "simdiki halde sen kendine has asil vasiflarla Allah'in ve Muhammed (sav)'in halifesisin" diyordu Arablar ise, Halife Mütevekkil'in, kendi yetkilerini ve bu yetkilerden dogan hukukunu Yavuz'a terk edip etmedigini arastirmak lüzûmunu bile duymadan Yavuz'a "Halife" demeye basladilar Gerçekten, Ibn Sünbül, Yavuz Sultan Selim için, dünyada Allah'in Halifesi, Mekke'li Kutbeddin ise "Halifeturrahmanlarin en iyi Halifesi" diyordu Bütün bunlar, Yavuz'un, Misir'i almasiyle hilâfetin Osmanlilara geçtigini göstermektedirler Osmanli hükümdarlarinin, halife ünvanini resmî bir kayit olarak ilk defa Silistre'nin güneyinde bulunan Küçük Kaynarca'da 8 Cemaziyelevvel ll88 (l7 Temmuz l774) tarihinde Ruslarla yapilan antlasmada kullandiklari görülmektedir II Katerina, Osmanli ülkesindeki Ortodoks Hiristiyanlarin himâye hakkini istedigi zaman, Osmanli murahhasi da muahedeye (antlasmaya) Halife ünvanina istinaden Sultanin tabiiyetinden çikan Türk ve Müslümanlar üzerinde, dinî hüküm ve nüfuzuna dair bir bend koydurdu Antlasmanin, üçüncü maddesindeki fikra söyledir:
"Ve Cenâb-i Bârîden gayri kimesneye tabi olmamak üzere tâife-i merkume itiraf ve kabul velakin mezhebleri ehl-i Islâm'dan olup zât-i ma'delet simât-i sehriyaranem imâmu'l-mü'minîn ve halifetu'l-muvahhidîn olduguna binaen"
Sultan II Abdülhamid ( 1876 -1909 ), 31 Agustos 1876'da, V Murad'in yerine Osmanli tahtina geçtigi zaman, Osmanli Devleti, Kuzey komsusu Rusya, Balkan ülkeleri ve diger Hiristiyan devletlerle iç açici bir münasebette degildi Zira tahta geçisten bir sene sonra Rusya savas açmis, Sirbistan ve Karabag bagimsizliklarini kazanmis, Bulgaristan, Osmanlilara bagli görünmekle birlikte bagimsiz bir devlet durumuna gelmisti Balkanlarda birkaç eyâlet, kan, ates, isyan ve huzursuzluk içindeydi Tabir caizse bu dönem, azginlasmis Avrupa emperyalizminin Osmanli Devleti için kötü ve büyük emellerinin bulundugu bir dönemdir Iste bu sebepledir ki Sultan II Abdülhamid, Halife sifati ile haiz bulundugu mevkie ehemmiyet vermis ve saltanatinin baslangicinda ilan edilen "Kanun-i Esasî"de bu cihet açikça ortaya konularak: "Zât-i Hazret-i Padisahî hasbe'l-hilâfe din-i Islâm'in hâmisi" kaydi konulmustur Sultan Abdülhamid, halife sifati ile Islâm birligini saglamak için Islâm dünyasinin muhtelif bölgelerine adamlar göndermisti Avrupa devletlerinin, Islâm âlemine olan hücumlari, oralarda bulunan Müslümanlarin durumlari ve yegane müstakil Islâm devletinin Osmanli Devleti olmasi gibi sebeplerden Sultan Abdülhamid'in bu siyaseti, basarili olmus görünmektedir Çünkü akli basinda olan bütün Müslümanlar, Avrupa emperyalizminin eline geçirdigi bölgelerde, yerli halka nasil muamele ettiklerini görüyorlardi Bu da, onlarin, Islâm halifesi etrafinda toplanip kenetlenmelerine sebep oluyordu
Sultan II Abdülhamid'den sonra Osmanli Devleti'ndeki siyasî kriz, bunun arkasindan gelen Birinci Dünya Harbi ve nihayet Istiklâl Savasi'ndan sonraki olaylar, son Osmanli Sultani Vahdeddin (VI Mehemd )'in vazifeden alinmasina ve saltanata son verilmesine sebep olmustu Osmanli saltanatinin 1922 yilindaki ilgasindan sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Sultan Abdülaziz'in ogullarindan Veliahd Abdülmecid Efendi'yi halife ilan eder Fakat bir müddet sonra, Meclis'teki bazi münakasalar (bk Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabit Ceridesi, VII, 44 - 70) ve özellikle Ismet Pasa (Inönü)'nin, hilâfetin kaldirilmasi, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin dahilî ve haricî siyaseti üzerine fena hiç bir tesiri görülmez demesi ve bu konuda çektigi nutuktan sonra kabul edilen kanun geregi, 3 Mart 1924 tarihinden itibaren hilâfet, tarihe mal olan bir müessese haline geldi Konu ile ilgili kanun maddesi: "Halife hal' edilmistir Hilâfet, hükümet ve cumuriyet mâna ve mefhumunda esasen mündemic oldugundan makam-i hilâfet mülgadir" demektedir Böylece, Islâm dünyasinin l0l, Osmanlilarin 29 halifesi olan Abdülmecid Efendi'nin hilâfeti, 1 yil, 3 ay 14 gün sürdükten sonra nihayete erdi
3 Mart l924 tarihinde hilâfetin ortadan kaldirilmasindan sonra, Islâm dünyasinda bir bosluk dogmustu Bu boslugun doldurulmasi ve imkân dahilinde ise yeni bir halifenin seçilme çalismalari yapilmisti Bu sebeple kongreler tertiplenmisti Fakat bütün bunlar, bir sonuca ulasamamisti Zira kongrelerde ileri sürülen görüsler, herkes tarafindan ittifakla kabul edilemiyordu

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Osmanlı Tarihi

Eski 04-21-2009   #58
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Osmanlı Tarihi



KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN DÖNEMI Osmanli Devleti'nin onuncu pâdisahi olup, Yavuz Sultan Selim'in ogludur Osmanli hânedanindaki resmî ve mesrû silsileye göre onuncu hükümdar ve bu isimdeki pâdisahlarin ilki sayilmaktadir Osmanli kaynaklari ve umumî efkâri onu, kanun koyucu (vâzii) vasfidan dolayi genellikle "Kanunî Sultan Süleyman" diye isimlendirirken, bati kaynaklari ile batililar, büyük ve kudretli vasfindan dolayi kendisini "Muhtesem ve Büyük" (Magnificent, Magnifique, Der Practige, çogu zaman da sadece Grand Turc) gibi isimlerle anmislardir
Batili bir tarihçi, onun dönemi ve sahsiyetinin büyüklügü hakkinda bilgi verirken su ifadeleri kullanir: "Kanunî, "Muhtesem" ve "Büyük" gibi ünvanlarla anilan Süleyman'in sultanlik çagi, Osmanli tarihinin en önemli devresidir Devlet, kudret, yeni fetihler, medeniyetinin, kanun ve mimarlik anitlarinin en güzel varligini bu pâdisaha borçludur Osmanlilarin sadece "Kanunî" ünvanini verdikleri, fakat Avrupa tarihçilerinin "Büyük" sifati ile adlandirdiklari Osmanli Pâdisahi sadece Sultan Süleyman'dir Sultan Süleyman devri, bütün dünyada gelisen büyük olaylar dolayisiyle Yeni Çag tarihinin en dikkate deger safhalarindan birini teskil eder XVI yüzyilin baslarinda, Amerika'nin kesfinden sonra, Avrupa politikasinin denge sistemi kurulmus ve kuvvetlenmis; Hiristiyanlikta ortaya çikan Reform, insan esprisine bir yeni yol açmistir Bundan daha hasmetli çalisma ve büyük sonuçlu zaman, insan tarihinde güç bulunur Fransa'da I François ve Ingiltere'de VIII Henri'nin kurduklari hükümetler; Papa X Leo'nun kültür, bilim ve sanayinin gelismesine ön ayak olmasi, Sarlken'nin yeni mezhebe karsi bas kaldirisi, Andreas Gritti'nin Venedik Doçu makamini isgal etmesi gibi tarihin önemli olaylarini bünyesinde toplayan bir asra az rastlanir Iste Kanunî, söhret sahibi bütün bu hükümdarlarla hakkiyle rekabet edebilecek bir hükümdardir Kanunî, Osmanli Pâdisahlari'nin onuncusudur Bu rakam, ugurlu telakki edilmistir Ayrica, Padisahin onuncu hicret asrinin basinda (H 900 / Ml495 ) dogmus olmasi da mânali sayilmistir"
Muazzam ve âdil bir devletin vatandasi olmakla övünen büyük bir halk kitlesi, tebeasi olmak ve devrinde yasamakla iftihar ettigi Sultan Selim'in vefatina ne kadar müteessir olduysa, meziyetlerini yakindan bildigi Sultan Süleyman'in cülûsuna da o derecede sevindi Bu cülûs, Kur'an-i Kerim'in en-Neml Sûresi'nde Hz Süleyman'in Belkis'a gönderdigi mektuptan bahs edilirken temas edilen: " O, Süleyman'dandir Rahman ve Rahim olan Allah'in adiyla (baslamakta) dir "Bana bas kaldirmayin, teslimiyet gösterip bana gelin, diye (yazmaktadir)" âyetleri bir fal-i hayr olarak kabul edildi Gerçekten de Kanunî Sultan Süleyman, saltanati boyunca bu âyetlerin sirrina mazhar oldugundan onun döneminde Müslüman Türkler ile birlikte bütün bir Islâm dünyasi en bahtiyar yillarini yasadi
Fiilen l3 sefer harbe katilan ve döneminde 300'den ziyade kalenin fethedildigi Kanunî ile birlikte dünyaya parmak isirtan Osmanli Devleti, fütûhatta olsun, idare, siyaset ve medeniyette olsun, yeryüzünün daha önce benzerini tanimadigi, belki bir daha da taniyip bilemeyecegi bir kemâli zirvelestirmis bulunuyordu Asya'da Kafkas daglarindan, Acemistan içlerine, Yemen'e, Aden'e, uçsuz bucaksiz Arabistan çöllerine uzarken, Afrika'da Habes, Misir, Tunus, Fas ve Cezayir'i almis, Hind denizlerinde görünmüs, Akdenizde ise kasirga gibi eserek Venedik ve Ceneviz denizciliginin itibariyle beraber, büyük küçük bütün adalari çiçek devsirircesine koparip derleyerek vatanina ilhak etmisti
Avrupa'da ise Egri ve Estergon kalelerine kadar Macaristan'i itaati altina almis, Erdel Kralligi, Eflâk, Bogdan Beylikleri, Kirim Hanligi ile Lehistan arasindaki genis stepleri ele geçirmis, Avusturya Devleti ve Venedik Cumhuriyeti muayyen vergiler ve peskesler ödemeye mecbur edilmis, Fransa, Italya, Lehistan dize gelmis, Ispanya yedigi bir kaç kuvvetli sille ile hizaya getirilmisti
Kanunî Sultan Süleyman'in, l520'deki cülûsu esnasinda Osmanli Devleti, Türk tarihinde esine kolay kolay rastlanmayan bir kuvvet ve kudrete sahip bulunuyordu Babasi Yavuz Sultan Selim'in, dogu ve güneye dogru iki büyük hamlesi, Osmanli Devleti'nin seklini temelden degistirip hakimiyetindeki topraklarini neredeyse iki misline çikarmisti Bu arada Siîlik, adeta Anadolu'dan atilmis, Iran Safevî Devleti, öyle agir bir darbe yemisti ki, hâla ondan kurtulma çabasi içindeydi Buna karsilik heybetli Memlûk Devleti artik yeryüzünde mevcud degildi Bu devletin bütün topraklari ile birlikte Kudüs, Haremeyn, Sam ve Kahire gibi önemli merkezleri Osmanli hâkimiyetine girmisti Müslüman Türkler, Afrika'nin büyük bir kismina el uzatmislardi Bu gidisle de pek yakinda neredeyse bütün medenî Afrika'yi ele geçireceklerdi Cezayir'in, Osmanlilara itaat etmesi ve Barbaros kardeslerin mücadeleleri, Osmanlilari, Bati Akdeniz'in en güçlü kuvveti haline getirmisti Müslüman Türk nüfuzu, güneyde Mozambik'e kadar uzaniyordu Tunus, olgun bir meyve gibi Osmanlilarin eline düsmeye hazirdi Kisaca Osmanli Devleti, üç kita üzerinde hâkimiyetini tesis etmisti Böylece bir "Cihan Devleti" haline gelmisti Bu durum, siyasî, iktisadî ve askerî bakimdan kendisini rakipsiz bir hale getirmisti Böylece, Dogu ve Bati'daki devletlerden hiç biri, bütün bu sahalarda kendisi ile rekabete girisip boy ölçüsecek durumda degildi
Yavuz Sultan Selim'in takib ettigi Dogu ve Güney siyaseti vasitasiyle büyük bir gelisme ve ilerleme gösteren Osmanli Devleti, her bakimdan rakipsiz bir duruma geldiginden son derece zengin gelir kaynaklarina da sahip olmustu Güçlü Osmanli deniz armadasinin temelleri de yine bu devirde atilmisti Bütün bu müsait sartlar, Yavuz'un vefatindan sonra, onun yerine geçen oglu Süleyman devrinin, son derece parlak geçecegini müjdeler nitelikteydi Nitekim tarihçi Âli, onu "amûd-i neseb-i saltanat" itibariyle ve on rakaminin sayi basi olmasindan dolayi ugurlu saydigi onuncu pâdisah olarak, bununla beraber Emir Süleyman ile Emîr Musa'nin da "Fetret Dönemi"nde bir müddet Osmanli tahtinda bulunmalarindan dolayi ayni zamanda on iki remzinin hikmetlerini sahsinda toplayan bir hükümdar telakki etmekte ve bu mes'ud tesadüfleri, onun büyüklügüne bir isaret gibi göstermektedir Öyle anlasiliyor ki Âli, bu tesbitlerinde pek de yanilmisa benzememektedir Zira, Kanunî'nin sâhane talihi, tahtiniYavuz gibi ender yetisen bir harp dehâsindan ve bir islahatçidan devr almis olmasiyla baslar Öyle ki bir tarafta idare ve askerlik isleri, kili kirk yararcasina inzibat altina alinmis, diger taraftan Türk - Islâm birligine kasteden Siâ bozguna ugratilarak ülkede istikrar saglanmis, öbür tarafta ise Iran ve Misir seferleri yüzünden dolup tasan bir hazine sebebiyle malî ve iktisadî refah son haddini bulmustu Ve nihayet, bu medeniyet cihazini el ve gönül birligi ile isleten kahraman ve celâdetli büyük adamlar, yeni Pâdisah'in mükemmel ve mücessem talii idiler Nitekim, Ibrahim Pasalar, Rüstem Pasalar, Sokollular, Iskender Çelebiler, Kara Ahmedler, Turgut Reisler, Molla Cemâlîler, Ibn Kemaller, Ebu's-Suûd Efendiler, Celâlzâdeler, Ramazanzâdeler, Bâkiler, Sinanlar Bütün bu ve daha önceki idare, siyâset, askerlik, ilim ve irfan ordusu sâyesinde baslangiçta Edirne'de dünya tarihinin en büyük medeniyetini mihraklandiran Osmanli mucizesi, artik bu muazzam yapicilar kadrosunun müsterek sevki ve imani ile en sâhane ve muhtesem çizgilerini verip, arkasindan da Istanbul medeniyetini gerçeklestirmis bulunuyordu Osmanlilar, Islâm'dan aldiklari ilhamla bütün tebeasi için "saadet ve mutlulugun kapisi" anlamina gelen Dersaadet, yani Istanbul'un temsil ettigi medeniyetlerini öyle emsalsiz bir hâle getirmislerdi ki, bir yazarimiz bunu asagidaki ifadelerle güzel ve o medeniyete yakisir bir ahenkle ifade etmektedir:
Osmanlilarca sadece "Kanunî" ünvani ile anilan Sultan Süleyman, yeni bir hukuk devleti anlayisinin da müjdecisi oldu Nitekim babasi Yavuz Sultan Selim'in cihan çapindaki icraati sirasinda gerçeklestirdigi bazi uygulamalar, onun döneminde derhal uygulamadan kaldirildi Kanunî Sultan Süleyman döneminde devlet görevlilerinden her birinin yetki ve sorumluluklari tesbit edilmisti Bu bakimdan herkes kendi yetkisini rahatlikla kullanabiliyordu Baska birisinin buna müdahele etmesi pek düsünülmezdi Özellikle hukuk ve idare gibi halk ile devleti yakindan ligilendiren sahalarda bunu görmek mümkündü Mesela sadrazamin otoritesi yüksek ve kesindi Makaminda kaldigi müddetçe pâdisah, sadrazaminin islerine müdahele etmezdi Nitekim, Kanunî'nin yetistirmesi olan Damad Ibrahim Pasa, Alman elçisine, pâdisahin hükümet islerine karismadigini, hatta kendisi hükümet baskani oldugundan, reyi olmaksizin pâdisahin emirlerinin icra edilmeyecegini açikça söylemekten çekinmemistir Bu sözleri, kismen Ibrahim Pasa'nin gururu ile tefsir etsek dahi, devrin hukuk anlayisi ve devlet baskani ile hükümetin selâhiyet ayriliklari, meydana çikmaktadir
Avrupa, Osmanli'nin bir hukuk devleti oldugunu biliyordu Bunun içindir ki, Ingiltere Krali VIII Henry, bu siralarda Osmanli Devleti'ne bir hey'et göndererek onlarin adlî sistemini tedkik ettirmisti Bu hey'etin raporu müvacehesinde Ingiltere adliyesinde islahatlar yaptirmisti
"Istanbul medeniyeti Hangi yönden, hangi ucdan, hangi kenar ve kösesinden tutulacak olsa, sanki bir rüya gibi, bir murâkabe, bir tilsim, bir tefekkür, bir ask, bir vecd gibi insani kavrayan, ürperten, derinden derine hükmeden, tasarruf eyleyen bir sihirdi Bir macera, bir kivam, bir terkip ve essiz bir sahlanisti
Bu, nasil dengeli ve islenmis bir ruhun yarattigi dünya idi ki, madde ile yek-vücud olup ondan konusan imân, âdeta madde denen kesif varligi billurlastirmis, elle tutulan, gözle görülen her surette kendi söyleyici olmustu Devletçilikte bu ruh, idârecilikte bu ruh, barista, savasta, cemiyette, ailede, alista veriste, hünerde ve san'atta hulasa, hayatta, ölümde seyreden, hükmeyleyen hep bu ruh idi
Insafla kahramanligin, adâletle merhametin, merdlikle cengâverligin, takvâ ile ibâdetin ölçülü bir nizâm, barisik bir kaynasma, ahenkli bir is birligi hâlinde tozu dumana katarak zamanin ötesine geçtigini, olmazlari oldurdugunu, târih ilk ve belki de son defa görüyordu"

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Osmanlı Tarihi

Eski 04-21-2009   #59
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Osmanlı Tarihi



KANUNî SULTAN SÜLEYMAN'IN CÜLUSU VE ILK ICRAATLARI
Yavuz Sultan Selim'in vefatindan sonra akd edilen divanda, Manisa Valisi olan Sehzâde Süleyman'a derhal haber gönderilmesine ve o gelinceye kadar da ölüm haberinin gizli tutulmasina karar verilmisti Zira Yavuz Sultan Selim'in ölümünün duyulmasi halinde meydana gelecek fitneden korkuluyordu Bu sebeple Sehzâde'ye yazilmis olan mektup derhal yola çikarilmis, bundan sonra da hiç bir sey olmamis gibi günlük islerin yürütülmesine devam edilmisti Babasinin ölüm haberi Sehzâdeyi oldukça sarsmisti Bununla beraber Süleyman "kazaya riza" göstermesini bilmis ve haberi aldiginin ertesi günü Manisa'dan Istanbul istikametine dogru yola çikmistir
Sultan Selim'in, Süleyman adinda bir oglu ile alti kizi vardi Sultan Süleyman Istanbul'a gelerek l7 Sevval 926 (30 Eylül l520)'da hilafet merkezinde saltanat tahtina oturup hükümdar oldugu zaman saltanatta kendisine rakib olacak kardesleri bulunmuyordu Lütfi Pasa, Sehzâde Süleyman'in, Osmanli tahtina geçisinden bahs ederken su ifadeleri kullanir: " Süleyman, cenk ve cidal olmadan geçip tahta oturdu Selim, bu dünyanin zahmetini çekip dikenlerini temizleyip ortaligi gülistanlik bir hale getirdikten sonra göçüp gitti Süleyman da zahmet çekmeden o bag, bostan ve gülistanin meyve ile güllerini zahmetsiz bir sekilde devsirdi" Böylece Osmanli Devleti'nin en muhtesem çagi baslamis oluyordu Onun, 30 Eylül l520 tarihinde Osmanli tahtina cülûsunun duyurulmasi için her tarafa ulaklarla hükümler gönderilmisti Cülûsunun ertesi günü Selim'in cenazesi de Istanbul'a gelmis bulunuyordu Fâtih Camii'nde cenaze namazi kilinarak Mirza Sarayi denilen yerde defn edildi Daha sonra Sultan Süleyman, babasinin temellerini attirdigi ve fakat tamamlamasina imkan bulamadigi bu yerde, onun adina bir câmi ve imâret ile mezarin üzerine bir türbe yaptirdi
Babasinin defin islerini bitiren Süleyman, bundan sonra vüzera, ümera, dergâh-i âli kullari, yeniçeriler vesair sipaha ihsanlarda bulunmus, her birinin dirliklerini artirmistir Bu arada hemen her gün akd edilen divanlarla memleket islerinin yürütülmesine çalisilmisti Divanda alinan kararlar mucibince liyakatli kimselerin mansiplari yükseltildigi gibi mahlûl bulunan mansiblara da yeni tayinler yapilmistir Öbür taraftan, Yavuz Sultan Selim'in Iran ile olan ipek ticaretinin men'i hakkindaki kararina aykiri hareket etmis olan tüccarin zaptedilmis bulunan mallarinin tazmini cihetine gidilmis ve bunun için hazineden külliyetli miktarda mal çikarilarak herkesin hakki kendisine teslim edilmistir Öbür taraftan, kaynaklarimizin verdigi bilgiye göre Yavuz Sultan Selim zamaninda, Misir'dan Istanbul'a gönderilen 600 kadar hânenin (Kemal Pasazade'ye göre 800) memleketlerine dönmelerine müsaade edilmistir Böylece, daha tahta geçer geçmez, degisen sartlara göre yeni faaliyetlerde bulunan ve babasinin dönemine göre bazi degisiklikler yapan hükümdar, halkina karsi adâlet ve merhametle hükm edeceginin ip uçlarini vermis oluyordu Nitekim bazi sayialar üzerine "Kanli" lakabi ile meshur Gelibolu Beyi olan Kaptan Cafer Bey'i kethüdasi vâsitasiyle teftis ettiren Kanunî, bu teftis sonunda Cafer Bey'in gerek bazi haksizliklari, gerekse halka karsi yapmis oldugu zalimâne muameleleri tesbit edildiginden ilk önce, halka karsi yapmis oldugu haksizliklari kendi "rizkindan" (malindan) ödemeye mecbur birakilmis, daha sonra da Kasim l520 (Zilhicce 926) tarihinde hayatina son verilmistir Kemal Pasazâde, Kanunî'nin tebeasina karsi gösterdigi adâlet örnegi ile Cafer Bey hakkinda su bilgileri verir:
"Mimar- rûsen -ara-yi himmet-i âlî-sâni bin-yi sara-yi cihan ara-yi insaf u intisafa bünyad urub icra-yi ahkâm-i vâcibu'l-ihkâm-i adl u dâd ile kura vu bilâdi mamur (adaletle köy ve ülkeleri imar) ve esnaf-i benî Âdem'i pür - huzur ve etraf-i âlemi âbâd eyledi Hima-yi himâyetinde olan vilayetlerden nur-i adl ile deycur-i cevri dûr idüb keff-i kifayetinde olan memleketlerden zalâm-i zulm-i eyyâmi ref' itdi"(yönetiminde bulunan yerlerde adalet nuru ile zulüm karanligini ve haksizligi kaldirip uzaklastirdi
" Raiyyete ve leskere, nükere ve beylere ayn-i adl ile yeryüzünden nazar eyleyüp ümerayi ve fukarayi insaf u intisafda beraber gördi Mirliva-yi Gelibolu olan Kapudan Cafer Aga'yi ki, seffâk-i bî - bakidi, zulm ile halkin mal ü menalin alub nâ - hak yere kan döker kattal ü fettak idi"
Hammer de Kanunî'nin adaleti ile ilgili bu ilk icraati hakkinda su bilgileri vermektedir: " Zulümleri yüzünden "Kanli" lakabi almis olan donanma kaptani Cafer Bey'in, tersane kethüdasi tarafindan su-i istimal (görevini kötüye kullanma)'i ortaya çikarildi Bu haberler üzerine Pâdisah, Cafer Bey'i önce azl ettirir Yapilan muhakeme sonunda suçu sabit görüldügü için de astirir Bu sekildeki adâletli hareketleri ve yüceligi Pâdisaha büyük bir sevgi kazandirdi Bütün Osmanli ülkesinde hududun son noktasina varincaya kadar Asya ve Avrupa'da bulunan eyâlet valilerine, Misir'da Hayri Bey'e, Mekke Serifi'ne ve Kirim Hani'na cülûstan birkaç gün sonra gönderilen ilannâmeler kadar yeni Pâdisahin güzel hareketleri de sür'atle her tarafa yayiliyordu"
KANUNî DÖNEMINDEKI OLAYLAR
Osmanli Devleti'nde Kanunî dönemi, idare, kaza, askerlik, kültür ve san'at muhitini teskil eden, son derece degerli aktif unsurlarin is ve el birligi yapip bir araya geldikleri bir devirdir Bununla beraber bu dönemin daha baslangicinda bazi proplemler çikmis ve saltanatinin ilk yillarinda Avrupa'ya yönelmek isteyen genç hükümdar, tahta cülûsundan hemen sonra, doguda beliren gailelerle ugrasmak zorunda kalmasi, Osmanli tarihi bakimindan fevkalade önemli olan bu dönemi bir manada kronolojik siraya göre takib etmek yerinde bir hareket olacaktir l Canberdi Gazalî Hadisesi :Memlûk Sultani Melik Esref Kayitbay'in azadli kölelerinden ve Sultan Gavri ile Sultan Tomanbay'in nüfuzlu beylerinden olan Canberdi Gazalî, Misir'in ilhaki esnasinda Hayir Bey vâsitasiyle af edilmis ve Yavuz Sultan Selim'in, Sam'dan Istanbul'a hareketi esnasinda Sam Beylerbeyligine tayin edilmisti Yavuz'un ölümü ve yerine Süleyman'in geçmesi üzerine Melik Esref ünvaniyle hükümdarligini ilan ederek isyan etmis, adina hutbe okutup para bastirmisti O, bununula da yetinmeyerek kendisi ile birlikte hareket etmeleri için Sah Ismail ile Misir Beylerbeyi Hayir Bey'e elçi ve mektup göndererek onlari da yanina çekmeye çalismisti Zira ona göre çok uygun bir firsat dogmustu Osmanli tahtina geçen bu genç ve tecrübesiz hükümdarin, kendilerine bir sey yapamayacagina inanmisti Hatta ona göre devir "eyyam-i fetret ve hengâm-i firsat" devri idi
Halbuki, böyle bir düsünceye kapilip isyan bayragini açmis olan Canberdi Gazalî, daha önce af edilmis ve kendisine itibar gösterilmisti Sadece kendisinin degil, arkadaslarinin da rahat ve huzur içinde yasamasi temin edilmisti Öyle anlasiliyor ki o, Selimin'in ölümünden önce dahi isyan için uygun bir firsat kolluyordu Zira Yavuz Sultan Selim'in ölümünden önce o, çevreye dagilmak suretiyle hayatlarni kurtarmis olan silah arkadaslarini etrafina toplayarak, yönetimine verilmis bulunan Sam vilayeti dahilinde onlara mevkiler vermisti
Canberdi Gazalî, Suriye ve Filistin'i ele geçirmek, sonra da Misir'i zapt edip hilâfeti elde etmek gibi büyük emeller pesinde kosuyordu Bu sebeple Hayir Bey'den de istifadeyi düsünerek ona mektuplar göndermisti Böyle bir tekliften telasa düsen Hayir Bey, bir taraftan onu oyalarken diger taraftan da deniz yoluyla devleti keyfiyetten haberdar ederek, Gazalî'nin kendisine yolladigi mektuplari Istanbul'a gönderir
Bu arada, 20000'e ulasan kuvvetleriyle harekete geçip Beyrut'u zaptetmis olan Gazalî, Cebel-i Lübnan'daki Dürzîleri de isyana tesvik etmisti Daha sonra Haleb'i kusatip muhasara altina alan Canberdi Gazalî, büyük bir mukavemetle karsilasmisti Hayir Bey, Gazalî üzerine asker sevki hususunda Istanbul'un fikrini sormus, merkezin verdigi çok isabetli bir cevapla buna lüzum olmadigi ve icab eden kuvvetlerin Anadolu'dan sevkedilecegi bildirilmisti Nitekim üçüncü vezir Ferhad Pasa ile Anadolu, Karaman ve Sivas eyaletlerinin timarli sipahileriyle kapikulu efradindan dört bin yeniçeri gönderildigi gibi Dulkadiroglu Sehsuvarzâde Ali Bey de isyani bastirmak üzere yardima memur edilmisti Ferhad Pasa kuvvetleri henüz yetismeden Sehsuvaroglu Ali Bey maiyyetindeki kuvvetlerle Haleb üzerine yürür Ali Bey'in gelisini haber alan Gazalî, buradaki kusatmayi kaldirarak Sam'a çekilir Bu arada, Ferhad Pasa'nin kuvvetleri ile birlesen Haleb Beylerbeyi Karaca Ahmed Pasa'nin birlikleri ile Sehsuvaroglu Ali Bey'in kuvvetleri, iki kol halinde Sam yakinlarina gelirler 27 Ocak l52l'de Mastaba mevkiinde vuku bulan çarpismalar sonucunda Gazalî yenilerek yakalanir Devletin, gerek kendisine, gerekse arkadaslarina sagladigi bütün imkânlari bir tarafa birakip halife olma sevdasina düsen Canberdi Gazalî'nin bu nankörlügü, ibret-i âlem olmak için basinin kesilip Istanbul'a gönderilmesi ile son bulur
Canberdi Gazalî isyaninin sür'atle bastirilmasi, bu hadiseden istifade ve Gazalî ile birlikte hareket etmek isteyen Sah Ismail'in isini bozmustu Gazalî'nin maglubiyetini duyan Sah Ismail, yaylak bahanesiyle Tebriz'den kalkarak Kazvin taraflarina gitmisti Elindeki kuvveterle Kayseri dolaylarinda bir müddet Iran taraflarini tarassut eden Ferhad Pasa, vaziyetten emin oluncaya kadar o yörelerde kalmisti Bu hâdiseden hemen sonra Sam Beylerbeyligi'ne Ayas Pasa, Kudüs, Gazze ve Safed sancaklarina da birer sancakbeyi tayin edilmisti 2 Belgrad'in Fethi Canberdi Gazalî'nin isyani esnasinda Macaristan'a karsi yeni bir seferin açilmasina karar verilir Çünkü stratejik önemi haiz olan Belgrad, Avrupa'ya karsi girisilecek seferler için bir üs olarak kullanilabilecek durumda idi Nitekim, bu stratejisinden dolayi Fâtih de daha önce, burayi almak için tesebbüslerde bulunmustu Ayrica askerî güçlerine güvenen Macarlar, yeni Pâdisahi tebrik için bir heyet göndermedikleri gibi cülûsu haber vermek, iki devlet arasindaki barisi yenilemek ve daha önce taahhüd edilen haraci (vergi) istemek üzere Macaristan'a gönderilen Osmanli elçisini de öldürmüslerdi Onlar, elçiyi öldürmekleyetinmemis olacaklar ki, onun kulaklari ile burnunu da keserek cevap diye Süleyman'a göndermislerdi Böylece, insanlik tarihi için yüz karasi olabilecek bir vahset örnegi de sergilemislerdi Bütün bu olumsuz gelismeler üzerine harp kaçinilmaz hale gelmistiDowney, böyle bir hareketin karsiliginda Kanunî'nin yaptigi hazirliklari, bu hazirliklar esnasindaki geçit resmini , genç hükümdarin bunlari seyr ederken duydugu memnuniyeti ve ordunun maneviyatinin ne kadar yüksek oldugunu canli birer levha gibi tasvir edip gözler önüne serer Gerçekten Kanunî, kendisine ve devletine yapilan bu hakaretin cezasinin verilmesi gerektigine inandigi için harp hazirliklarina baslanilmasi için emirler göndermisti Iran hududunun güvenligi saglanip savas karari alindiktan sonra babasi ve dedeleri II Bâyezid ile II Mehmed (Fâtih)'in türbelerini ziyaret ettikten sonra l8 Mayis l52l'de bizzat kendisinin basinda bulundugu Osmanli ordusu, Belgrad üzerine hareket eder Yol boyunca yapilan müzakerelerde Osmanli kuvvetlerinin, Veziriazam Pîrî Mehmed Pasa'nin görüsü dogrultusunda, dogrudan Belgrad üzerine yürümesi ve Rumeli Beylerbeyi olan Ahmed Pasa'nin önceden hareketle Bögürdelen (Sabacz, Czabacz) hisarini almasi kararlastirilmisti
Sabacz'i kusatma altina alan Ahmed Pasa, muhasarayi daraltip sikistirmakla birlikte, kaledeki garnizon, kendisini savunuyordu Sonunda muhafizlar yok edildiler Bu kusatma esnasinda Osmanlilardan da epeyce sehid verilir Ahmed Pasa, büyük bir mücadele sonucu (2 Saban) 7 Temmuz'da Sabacz (Bögürdelen)i zapteder Böylece Kanunî ilk fethini gerçeklestirmis oluyordu Sultan Süleyman, ertesi gün Ahmed Pasa ile sancakbeylerini huzuruna kabul ettikten sonra kaleye gelir Pâdisah, sehrin istihkâmlarinin arttirilmasini emr ettikten sonra askerinin Sirmi'ye geçmesi için Sava üzerine köprü yaptirir Insaatin sürdügü dokuz gün içinde Sultan Süleyman, isçilerin gayretlerini artirmak için nehir kenarinda bir çardak altinda kalip insaatin tamamlanmasini bekler Böyle manevî bir destek ve etki altinda kalan ordu ve saray agalari can ve basla çalisarak köprü yapim isini çabucak tamamlatmak hususunda elden geleni esirgemezler Bu sirada daha baska kalelerin feth edildigi haberi gelir Insaata baslandiginin onuncu günü köprü tamamlanmisti Ancak nehir birden tastigindan köprü kismen harab olmussa da kisa bir süre içinde yeniden onarilmis ve asker buradan geçmisti
Bu sirada Belgrad'in kusatilmasi ile ugrasan Pîrî Pasa ise buranin karsisindaki Zemin Kalesi (Zemun, Zemlin)'ni ele geçirmisti Bu esnada Pîrî Pasa'yi çekemeyen Ahmed Pasa'nin tesiriyle Belgrad muhasarasinin kaldirilip Budin üzerine yürünmesi kararini alan Sultan Süleyman, daha sonra bu karardan vaz geçerek l Agustos'ta Zemin civarinda yüksek bir mevkie otag kurup, kusatmanin bir an evvel sonuçlandirilmasi emrini verir Siddetle kusatilan Belgrad'in kale muhafizi dayanamayacagini anlayinca eman dileyerek 30 Agustos'ta kaleyi teslim eder Kale halkindan bir kismi Macaristan'a giderken, aslen Sirpli olan bir kismi da evlad, aile ve mallariyla Istanbul'a nakl olunarak Yedikule civarinda iskan edilirler Belgrad'dan getirilenlerin yerlestirildikleri mahalleye Belgrad Mahallesi denilmeye baslanir Fetihten sonra 200 top ile tahkim edilen Belgrad Kalesi, Semendire ile birlikte muhafazasina 900 bin akça has ile Bosna Sancakbeyi Yahya Pasa oglu Bâli Bey muhafazasina tayin edilirken Bosna da Sultanzâde Hüsrev Bey'e verilir
Belgrad seferi esnasinda Osmanli ordusunda filler de bulunuyordu ki, Lütfi Pasa bunlarin iki tane oldugunu belirtir Kanunî'nin bu ilk seferine Edirne, Filibe ve Sofya medreseleri talebeleri de istirak etmislerdi Belgrad, ele geçirildigi tarihten itibaren Avrupa seferlerinde Osmanli ordusunun en mühim üslerinden biri olmus ve "Dâru'l-cihâd" adini almistir
Kanunî Sultan Süleyman, Belgrad'dan Istanbul'a dönerken l9 Ekim'de iki yasindaki oglu Murad'in, gelisinden iki gün önce de bir kizinin ölüm haberini almisti Istanbul'a girdikten on gün sonra da dokuz yasindaki oglu Mahmud çiçek hastaligindan öldü (29 Ekim) Vezirler, Pâdisah'in çocuklarinin cenazelerine yaya olarak refakat ettiler Bunlar, Yavuz Sultan Selim türbesinin yanina defn edildiler3 Rodos'un Fethi Bilindigi gibi, Kanunî Sultan Süleyman'in Akdeniz'de Osmanli hakimiyetini kurmak için giristigi büyük mücadelede, Rodos seferi ilk, Malta seferi ise son dönemi ifade eder Dünya tarihinin esine ender rastladigi ünlü Pâdisahin saltanatinin ikinci yilinda Rodos'u ve ona bagli bulunan adalari ele geçirmesi, Dogu Akdeniz'de Osmanli hâkimiyetinin yerlesmesini sagladigi gibi, mücadelenin bundan böyle Orta ve Bati Akdeniz'e intikal ettirilmesi imkanini da saglamisti
1309'dan beri Saint Jean d'Hospitaliers veya Saint Jean de Jerusalem denilen sövalye tarikatinin elinde bulunan Rodos adasi ile civarindaki adalar, eskiden beri Osmanlilarin ele geçirmek istedikleri önemli yerlerdi Sultan Süleyman, Belgrad'i almayi basardiktan sonra Osmanli siyasetinin bu ikinci mes'elesini de halletmek istiyordu Zira fethi zarurî kilan bazi sebepler vardi Buranin fethi, Osmanli ülkesine yeni ilhak edilmis bulunan Misir, Suriye ve Dogu Akdeniz sahillerinin emniyeti bakimindan önemliydi Bunun için de Rodos ve ona bagli olan diger adalarin Osmanlilarin elinde bulunmasi gerekiyordu Nitekim bu zorunlugu takdir eden Yavuz Sultan Selim, saltanatinin son yillarinda, Sövalyeler üzerine yürümek için büyük çapta bir donanma hazirlamaya koyulmus, ancak bu tasavvurunu gerçeklestiremeden hayata gözlerini kapamisti Hiristiyanligin, Osmanli hac, ticaret ve ulasim yolu üzerinde, bu emniyeti tehlikeye sokabilecek tehlikeli kalesi durumundaki Rodos'ta bulunan sövalyeler, Osmanli ticaret ve hac gemilerine saldirmakla kalmamislar, ayni zamanda Canberdi Gazali'ye de yardimda bulunmuslardi Bundan baska onlar, Rodos'ta bulunan Cem Sultan'in oglu Murad'i da taht vârisi olarak ortaya sürmüslerdi Ayrica kalelerinin saglamligina güvenmekte olan Rodos sövalyeleri, korsanlik faaliyetlerine devamla, bir taraftan Müslümanlarin yollarini kesip gemilerini aliyor, öbür taraftan da Osmanli sahillerinde ardi arasi kesilmeksizin bazi fesatliklarda bulunuyorlardi Bundan baska bes alti bin civarinda Müslüman'i esir alip adalarinda onlara türlü iskenceler yaptiklari da biliniyordu
Iste Kanunî, bu siyasî ve stratejik sebeplerden dolayi Rodos proplemini halletmek istiyordu Böylece, bir bakima babasindan miras olarak devr aldigi bir siyaseti devam ettirmek ve babasinin yarida birakmak zorunda kaldigi önemli bir meseleyi halletmek niyetinde idi Ayni zamanda o, Rodos'u feth etmek suretiyle dedesi Fâtih Sultan Mehmed'in gerçeklestiremedigi bir seyi de yapmis olacakti Eserimizin, Fâtih'le ilgii bölümünde de görülecegi üzere o, birbirlerini kovalayan zaferleri arasinda sadece iki yerde istedigini ele geçirememisti Bunlardan biri Belgrad, digeri de Rodos'tu Tahta henüz geçmis olan genç Süleyman, saltanatinin ilk yilinda Belgrad'i zapt etmek suretiyle Fâtih'in düsüncesini gerçeklestirmis oluyordu Onun, Belgrad'in hemen arkasindan Rodos üzerine yönelmesinde, nisbeti az da olsa ayni psikolojinin etkili oldugunu söylemek mümkün olsa gerekir
Rodos'un fethi hususunda Divan-i Hümayûn'da yapilan müzakerelerde ekseriyet, Rodos seferine taraftar görünmüyordu Zira bunlar, Sövalyelerin söhreti, adanin müstahkem olup uzun süre muhasaraya dayanabilmesi ve bir sefer vukuunda Avrupa'nin derhal buraya yardimda bulunabilecegini düsünüyorlardi Bunlara göre sonu tehlikeli bir macera ile bitecek sefere girismek dogru degildi Bu düsünceye karsilik Vezir-i A'zam Pirî Mehmed Pasa ile ikinci vezir Çoban Mustafa Pasa ve denizci Kurdoglu Müslihiddin Reis, Rodos seferine taraftar olup Avrupa tarafindan endise edilmemesi gerektigini ileri sürüyorlardi Bu arada casuslari vâsitasiyle Rodos hakkinda bilgi toplayan Kanunî, sefere karar verir Bununla beraber sefere çikmadan önce, Hammer'in ifadesiyle " Kur'an-i Kerim'in emrini yerine getirmek için Üstad-i A'zam'a bir mektup gönderir Bu mektupta Üstad-i A'zam teslim olmasi isteniyor ve arzusu ile itaati kabul ettigi takdirde sövalyelerin hürriyetleri ile mallarina dokunulmayacagina dair, yerlerin ve göklerin yaraticisi olan Allah, O'nun elçisi olan Hz Muhammed ve diger Peygamberler adina yemin ediyordu" Fakat bu teklif, Üstad-i A'zam tarafindan red edilir
Bu sirada Avrupa devletleri de birbirleri ile mücadele halinde bulunduklarindan, Rodos ile ilgilenebilecek durumda degillerdi Rodos ile ilgilenebilecek tek devlet olan Venedikliler de yapilan ticaret antlasmasi ile pasif hale getirilmislerdi Divan'da alinan sefer kararindan sonra hazirliklarina baslayan Osmanli ordusunun basina serdar olarak ikinci vezir Çoban Mustafa Pasa getirilir Öte yandan bu seferi haber alan Rodos Üstad-i A'zami Philippe Villiers de l'Isle Adam, bazi tedbirler alarak kaleyi tahkim ettirmis, yiyecek depolatmis, sehrin önündeki limana zincir çektirmis, ayrica Papa ve Fransa'dan da yardim istemisti
Osmanli donanmasi, 5 Haziran l522'de 300 gemi ile Çoban Mustafa Pasa komutasinda harekete geçer Donanmada pek çok mühimmattan baska onbin deniz ve itfaiye neferi bulunuyordu Sultan Süleyman da 2l Receb 928 (l6 Haziran l522) tarihinde Istanbul'dan hareketle Üsküdar'a geçmis, buradan Kapikulu askerleri ve sefere memur olan diger eyâletlerin timarli sipahileriyle birlikte karadan yola çikmisti Bu sefere nadir bir istisna olmak üzere, Sadrazam Pîrî Mehmed Pasa'nin amcasi olan Seyhülislâm Zenbilli Ali Cemalî Efendi (l503 - l525) de katilmistir
Osmanli donanmasi, Rodos yakinlarindaki Gnido adasina varmisti 24 Haziran'da Rodos önlerine gelen Osmanli donanmasi, Rodos kalesinin dört mil kadar dogusundaki bir limana demir atar Kaleyi abluka altina alan ordu, Pâdisahin karadan gelmesini bekler Nihayet Kütahya - Aydin yolu ile Marmaris'e, oradan da 28 Temmuz'da Rodos adasina geçen yüzbin kisilik ordu, surlar boyunca mevzilenir Bu esnada Ingiliz, Fransiz, Italyan, Ispanyol, Alman ve Portekiz milletlerine mensub sövalyeerden mütesekkil Rodos müdafileri ise kalenin bes ana burcunu müdafaaya basamislardi
Çarpismalar, l Agustos'ta Alman burcuna top atisi ile baslar Kanunî, Kiziltepe denen yerde otagini kurdurarak kusatmayi buradan idare eder Siddetle ve birbiri ardinca süre gelen Osmanli hücumlari, bes ay kadar devam eder Bu arada zaman zaman kismî basarilar da kazanilmisti Sonunda dayanamayacaklarini anlayan sövalyeler, kaleyi teslim edeceklerini Kanunî'ye bildirmek zorunda kalirlar Yapilan müzakereler neticesi 21 Aralik 1522'de bir teslim antlasmasi imzalanir Buna göre 2l3 yillik sonuncu Haçli Devleti de tarihe karisir Buna göre Katolik Hiristiyanlarin Yakin Dogu'dan tamaman uzaklastirilmalari da saglanmis olur Antlasma geregi sövalyelerin adadan çekilmelerine müsaade edildigi gibi, sehirdeki Hiristiyanlarin dinî âyin ve inançlarinda serbest olmalari, ada sakinlerine bes yil kadar vergi vermemeleri ve kendilerinden devsirme alinmamasi gibi imtiyazlar da bahsedilmistir Bu arada tanassur etmis olan (Hiristiyanligi kabul eden) Sultan Cem'in oglu Murad da yakalanarak iki oglu ile birlikte ortadan kaldirilir Sövalyelerin Rodos'u terkinden sonra Pâdisah, 20 Ocak 1523'te Câmie çevrilen Saint Jean Kilisesinde Cuma namazi kilmisti Bu namazda imamligi, sefere istirak etmis olan Seyhülislâm Zenbilli Ali Cemalî Efendi yapmisti Rodos, Midilli sancagina baglanarak Dizdarzâde Mehmed Bey'in idaresine verilmistir Osmanlilar, ayrica bu sefer sonrasi Anadolu sahillernde Bodrum, Aydos, Tahtali kalelerini, Leros, Sömbeki, Kalimnos, Limonsa adalarini ele geçirmislerdir Böylece Rodos kalesi ve adasiyle birlikte Oniki adanin tamami ve Bodrum da teslim olmustu Bodrum'un fethi, Anadolu tarihi bakimindan da önemlidir Zira burasi, Anadolu'da Hiristiyanlarin elinde bulunan tek toprak parçasi idi
29 Aralikta Kanunî, Rodos sehrine girip kaleyi gezer Bu günlerde Hiristiyanlik âleminde Noel kutlaniyordu Papa Ikinci Hadrianus, Roma'da Saint Pierre'de Noel âyinini icra ederken, kilisenin saçagindan bir tas düsüp Papanin ayagina dogru yuvarlanir Kardinaller bu hâdiseyi muhasarasi aylardan beri devam eden Rodos'un düsmesine isaret saydilar
Rodos'un fethi, Türk topçulugunun Avrupa topçulugu karsisindaki üstünlügünü gösterdigi gibi, o çagda alinmasi adeta mümkün görülmeyen ve Hiristiyanligin Islâm âlemine dogru bir kalesi sayilan adanin zapti, Avrupa'da büyük bir hayret ve teessür uyandirmistir Bu arada Rodos'un fethini müteakib Rodos hapishanelerinde bulunan alti bin kadar Müslüman esir de kurtarilmistir
Rodos'a derhal Türk göçmenleri yerlesmeye basladilar Birçok câmi, imâret, mektep, medrese, çesme ve yol yapilip ada imar edilir Rodos, bir sancak merkezi olur Buraya devamli olarak bahriye sancakbeyleri (Tümamiral) vali tayin edildi 2 Ocak günü aksam üzeri Kanunî Yesil Melek kadirgasina binip Rodos'tan ayrilir Anadolu'da Marmaris'e geçer 3 Ocak'ta da Marmaris'te idi Aydin, Midilli, Karasi, Mentese ve Saruhan sancakbeylerine, Anadolu beylerbeyisi Kasim Pasa'nin nezaretinde Rodos'taki insaat , imar ve iskân isleri bitinceye kadar adada kalmalarini emr ettikten sonra Istanbul'a dogru yola çikan Kanunî 26 günde Istanbul'a varir 29 Ocak l523'te yedi ay on iki gün süren bu ikinci sefer-i hümayûnunu bitirerek Istanbul'a gelmis olur Bu arada Osmanli donanmasi da Istanbul'a döner
Rodos'un fethi edilmesi ile ilgili olarak gönderilen zafernâmelere Venedik mukabelede bulundugu gibi Sah Ismail de cülûstan beri ilk defa olarak taziyet ve tebrik vecibesini yerine getirmis, Rodos fethinden dolayi da memnunlugunu bildiren bir mektup ile bir elçi göndermisti
Rodos'un fethi ile Avrupa'da Kanunî'nin söhreti biraz daha artmis oluyordu Belgrad ve Rodos'un, Hiristiyan dünyasinin bu iki kilit noktasi sayilan müstahkem kalelerinin Kanunî tarafindan düsürülmesi, Osmanlilarin ileride basaracaklari daha büyük fetihleri için bir isaret sayildi
5 Ibrahim Pasa'nin Misir'daki IslâhatlariMisir'da, sosyal düzenin saglanmasina önem verdigi anlasilan Kanunî, burada, sarsilan devlet otoritesi ile düzenini yeniden tesis, Osmanli kanunlarni vaz' ve bozulan idareyi islâh etmek istiyordu Bu maksatla Vezir-i A'zam Ibrahim Pasa'yi Misir'a gönderir l Zilhicce 930 (30 Eylül l524)'da donanma ile ugurlanan Ibrahim Pasa'ya, bizzat Pâdisah, Marmara adalarina kadar refakat ederek orada kendisine pek dostane bir sekilde veda eder Uhdesine Misir Beylerbeyligi de havale olunan Ibrahim Pasa'nin maiyetine Rumeli Defterdari Iskender Çelebi, Ulûfeciler Agasi Hayreddin Aga, Çavusbasi Sofuoglu Mehmed ile 30 nefer çavus, Divan kâtibi olarak Celâlzade Mustafa Çelebi ile bazi hazine kâtipleri ve 500 kadar yeniçeri memur edilip on kadirga ile yola çikmisti Ibrahim Pasa, Sakiz Adasi'na ugrayarak orada Ceneviz idarecileri tarafindan selamlandiktan ve kendisine takdim edilen hediyeleri aldiktan sonra l0 Muharrem ( 7 Kasim )'da Rodos'a yanasir Osmanli donanmasi Iskenderiye'ye yelken açtigi halde, sonbahar rüzgarlari yüzünden Anadolu sahiline düserek Rodos'tan hareketinden üç hafta sonra Marmaris körfezine girmek zorunda kalir Yilin bu mevsiminde deniz yolculuguna güvenilemedigi için Ibrahim Pasa karadan gitmeye karar verir Geçtigi bütün yollarda halka karsi iyi davranan, idarecileri kontrol eden ve onlarin tebeaya karsi daha müsamahali davranmasini saglayan Ibrahim Pasa, bu iyi niyeti ve tarafsizligi sebebiyle halkin duasini alir Bu uzun ve yorucu yolculuktan sonra 2 Nisan l525'te Kahire'ye giren Ibrahim Pasa, eyâletin ahvalini teftis, islâh ve tanzim etmek üzere maiyetindeki idarecilerle, Misir'daki Memlûklü idarecilerden mürekkeb bir hey'et teskil edip Kal'atü'l-Cebel'de devamli divan akdine baslar halkin çesitli sikâyetlerini dinler Kayitbay zamanindaki kanunlari gözden geçirir O, halkin içinde bulundugu ekonomik ve sosyal durumu ile hazineyi esas alarak kanunlar tasarlar Fetihten beri sâdir olan fermanlar ve Misir idaresinin geçirdigi safhalari gözönüne alarak tasarladigi bu kanunlar, Misir'in eski kanununu ta'dilen mutedil ve mufassal bir kanunnâme sekline bürünür Hazirlanan bu tasari, Istanbul'a gönderilir Pâdisah tarafindan tasvibi alindiktan sonra kanun haline getirilen bu tasari, "düstûru'l - amel olmak üzere" Misir hazinesine teslim edilir
Ibrahim Pasa'nin, Misir'da geçirdigi üç ayin her günü, bir baska adaletli ve lütufkâr icraatla dikkati üzerinde topluyordu Sürekli olarak memleketin ihtiyaçlarina uygun kanunlar koyuyor ve eskilerini düzeltiyordu Eski idarenin açtigi yaralari onarmaya çalisiyordu Bu arada Beni Havare ve Beni Bakar adiyla anilan ve hainlikle itham olunan asiretlerin reislerini astirmakla cezalandirdi Bu cezalar, digerleri için de bir manada ibret oldu Böylece vahalara ve Habesistan'a kadar Asagi ve Yukari Misir'daki öbür Arap asiretleri seyhlerine, Pâdisah'a itaatla bagli kalacaklarina yemin etmeleri ihtar olundu Sehirlerde tellâllar dolasarak idareden sikâyetçi olanlarin gördükleri zulümleri bildirmeleri ilan olundu Memlûklü zamanindan beri borçlu oldukarindan dolayi haps edilen fakirlerin borçlari ödenerek saliverilmeleri saglanir Egitim ve öksüzlerin yiyeceklerinin saglanmasi için özel yönetmelikler konularak bunlara maas baglanir Ibrahim Pasa, kalede vali konaginin karsisinda, hükümet hazinesini muhafaza için iki kule yaptirir Ibrahim Pasa, Beylerbeyi sifati ile Misir'da bulundugu sirada öteden beri Kahire'nin ugradigi gaileler sebebiyle yikilmis veya harab olmus câmi, medrese ve diger hayrat eserleri kendi hesabindan ve kendi masrafi ile tamir ettirmisti ki, Ömer Câmii bunlardan biridir Vergi defterleri Sultan Kayitbay ve Kansu Gavri zamanlarindaki hallerine konuldu Gerçekten o, tatbik edilen mevzu ve muhdes nizami, özellikle sikâyet konusu olan vergi hususunu, âmil, mübasir, urban seyhi ve sair a'yândan istisfar etmis (sorusturup ögrenmis), Memlûklü devrine ait eski defterleri buldurup Kayitbay devri nizami ile Gavri ve Hayirbey zamanindaki muamelati inceletip, bu sonuncularla, Hain Ahmed Pasa'nin ihdas ettigi haksizlik, zulüm ve bid'atleri ortadan kaldirmistir
Pâdisah, Malî ve idarî islâhatlar için üç ay kadar Misir'da kalan Ibrahim Pasa'nin eyâlette yaptigi islâh ve düzenlemesine kani olunca istedigi kimseyi Beylerbeyi olarak tayin etmesi hususunda kendisine selâhiyet vermisti O da, Defterdar Iskender Çelebi'nin tavsiyesine uyarak eyaleti, Sam Beylerbeyi olan Süleyman Pasa'ya verip Misir Beylerbeyligi'ne, Hamzavî'yi de defterdarliga tayin ederek 22 Saban 93l (l4 Haziran l525)'de Kahire'den ayrilir Sam yolu ile Anadolu'ya hareket eder Maras'tan Kayseri'ye gitmekte iken bazi Türkmen boylarinin agirliklarini vuracaklari haberini alir Bunlarin ileri gelenlerini çagirtarak, Sehsuvaroglu Ali Bey'in, Ferhad Pasa'nin tesiriyle öldürülmesi sonucu Dulkadir ülkesinde timari hazineye aktarilan Türkmen sipahîlerinin timarlarini iade ettirir Daha sonra da l525 senesi Eylül'u basinda Istanbul'a varip Pâdisahin huzuruna çikan Ibrahim Pasa, Misir'daki icraati hakkinda ona bilgi verir Pâdisah, onun Misir'daki icraatindan memnun olarak kendisine ihsanlarda bulunur

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Osmanlı Tarihi

Eski 04-21-2009   #60
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Osmanlı Tarihi



MACARISTAN SEFERLERI
Osmanlilarin Rumeli'ye ayak bastiklari günden itibaren bir buçuk asirdan daha fazla bir sürede karsilarinda ya hasma yardimci veya hasim olarak Macarlari gördükleri bilinmektedir Bundan dolayi Türkler'in Macarlar'a, Macarlar'in da Türkler'e karsi olan düsmanliklari, Macaristan'in zaptina kadar devam etmistir Belgrad ile birlikte bir kaç kalenin Osmanlilar'ca alinmis olmasi, Macarlar için büyük bir darbe olmustu Gerçekten Belgrad'in zapti, Avrupa fetihlerine yol açan önemli bir âmil olmustu Nitekim Belgrad'in alinmasindan sonra Macaristan, Hirvatistan, Transilvanya ve Dalmaçya gibi yerler, daha rahat ve güvenli bir sekilde Osmanli akinlarina hedef oldular Bu arada Gazi Hüsrev, Sinan ve Bâli Beyler'in akinlari Mohaç savasina kadar devam edecektir
Macarlar'in, Eflâk islerine karismalari, Osmanlilar aleyhine Bogdan'la ittifak yapmalari, Sarlken'in bir Avrupa Imparatorlugu kurma tehlikesi ve Safevîler'le anlasma yapmasi gibi hadiseler üzerine Üngürüs seferine karar verilirl Mohaç Meydan Muharebesi Belgrad'in fethi, Osmanlilar'in tabii yayilma sahasi olarak gördükleri Orta Avrupa üzerine yürümek yolunda önemli bir adim olmustu Bu arada hudud bölgelerinde de bazi karisikliklar çikmis, Tuna boylarinda Macarlar'la küçük çapli çarpismalar olmustu Bununla beraber, Kanunî'nin sefere karar vermesi, Papalik, Macaristan ve Lehistan münasebetlerinin neticesi olarak ortaya çikan birçok âmile dayanmakta ise de, bu kararda Fransizlar'in da önemli sayilabilecek bir rol oynadiklari belirtilmektedir
Kanunî Sultan Süleyman'in saltanat yillarinin basinda Fransa ile Almanya birbirlerine karsi hasim duruma geldikleri gibi birbirleriyle mücadeleye de baslamislardi Fransa Krali I François'nin, Alman imparatorluk seçiminde Sarlken (Charles Quint)'e rakip olarak adayligini koymus olmasi, iki devletin siddetli bir mücadeleye girmesine sebep olmustu I François'nin, l5l9'da imparator seçilen Habsburg hânedanina mensub Sarlken ile yaptigi mücadelede esir düsmesi üzerine, I François'nin annesi ve saltanat nâibesi Angouleme düsesi Louise de Savoie, Kanunî Sultan Süleyman'a bir mektup göndererek kendisinden yardim talebinde bulunmus, Pâdisah da Macaristan üzerine yürümek suretiyle fiilî bir yardimda bulunacagini va'd etmisti Kanunî, Sarlken'in kurmak istedigi Avrupa Imparatorlugu'nu, Osmanlilar için büyük bir tehlike olarak görüyordu Bu tehlike sadece Bati'dan degil, l524 Mayis'i sonlarinda vefat etmis olan Sah Ismail'in yerine geçen Tahmasb vesilesiyle Dogu'dan da kendini gösteriyordu Zira Sarlken ile Tahmasb, Osmanlilarin aleyhindeki bir ittifak içinde idiler Iran, Çaldiran'i bir türlü unutmamisti Buna ragmen tek basina Osmalilar'la basa çikmalari da mümkün görünmüyordu Bu sebeple Avrupa'nin en büyük gücü haline gelmis ve bütün bir Bati tarafindan desteklenen yeni Imparator Sarlken ile Osmanlilar aleyhine bir ittifak kurma gayretinde idi Hem Iran'in hedeflerini, hem de Sarlken'in kendisine karsi meydana sürecegi büyük kuvvetin farkinda olan Kanunî, bu sebeple Fransa'yi himaye etmek istiyordu Böylece Bati'yi siyaseten bölmeyi hedefliyordu
Öyle anlasiliyor ki, bu siralarda Macaristan'in iç durumu da pek iyi degildi Macar Krali'nin kötü yönetimi devam ettiginden, Erdel Beyi Zapolyai hem krala, hem de krallik üzerindeki Habsburg nüfuzuna karsi çikiyordu Kötü bir yönetimin altinda âdeta ezilen Macar köylüleri, memnuniyetsizliklerini belirtmek gayesiyle Protestanlik hareketlerine katildiklari gibi, paralarini alamayan birçok Macar askeri de Osmanli Akinci Beyi Bali Bey'e siginiyordu Kanunî'nin, gerek akinci, gerekse diger kaynaklardan istihbarat ettigi bu durum, onun sefer kararini çabuklastirmisti Ayrica Macaristan'in ele geçirilmesi ile Osmanlilar, Habsburglarla aralarindaki engeli kaldirmis olacaklar ve böylece Viyana kapilarina varilmasi için büyük bir mania asilmis bulunacakti
Macaristan seferinin hazirliklari tamamlandiginda Kanunî, bir yil önce vefat etmis olan Seyhülislâm Zenbilli Ali Cemali Efendi'nin yerine, Osmanli dünyasinda hukuk, edebiyat, dil ve tarih alanlarinda hakli bir söhrete sahip olan Kemal Pasazâde'yi tayin ederken, kendisinin bulunamayacagi sirada Pâyitaht (baskent) in idaresi için de Misir'in eski valisi olan Kasim Pasa'yi Kaymakam (Kaim-i makam) olarak görevlendirir
Sefer hazirliklarini tamamlayan Pâdisah, ll Receb 932 (23 Nisan l526)'de yüz bin kisilik bir ordu ile yeni dökülmüs ve Avrupa'nin hayalinden geçiremeyecegi derecede mükemmel 300 top ile birlikte Istanbul'dan hareket eder Bu üçüncü "Sefer-i Hümâyunu"na çikmadan önce hükümdar, Eyyub Sultan, Ebu'l-Vefa ile babasi Yavuz, dedesi II Bâyezid ve Fâtih'in türbelerini ziyaret ederek dua eder Bütün bu mekânlarda, Allah'in kendisine yardim etmesini diler
Gerçekten Islâmî anlayisa göre savasin gerçek mahiyeti, körü körüne bir kirma ve kirilma hâdisesi degildir O, presipler adina yapilan bir cihaddir Cihad için de her seyden evvel ordulara mânevî güç gerektir Iste Kanunî de Mohaç Meydan Muharebesi'ne girismeden evvel gözlerinden yaslar akitip, yüzünü yerlere sürerek mânevî kuvvetlerden istimdad ediyordu Öyle ki, önüne düstügü ordulari, gittiklere yerlere tevhidi de beraber tasiyacaklari için devleti dinin, dini de devletin yardimcisi ve tamamlayicisi görerek, ecdadi gibi maddî kuvvetlerinin ikmali kadar, mânevî kuvvetlerinin yardimini da ihmal etmiyordu
23 Nisan'da Istanbul'dan hareket edip Halkali Pinar denen menzile varan ordunun, büyük bir düzen ve disiplin içinde bulundugu anlasilmaktadir Zira Kanunî'nin emrine göre ekilmis tarlalara girmek, hayvan otlatmak ve toprak sahiplerinin hayvanlarini almak, ölüm cezasini gerektiriyordu Pâdisahin emri hilafina hareket eden birkaç kisinin ya basi kesildi veya asildilar Hammer'in ifadesine göre, Pâdisahin emrine uymayan bir kaç kadi bile cezanin siddetinden kurtulamadi Pâdisahin, reâyâsinin menfaatlerini korumak ve onlara her ne sekilde olursa olsun bir zararin gelmemesi için gösterdigi bu çaba, onun tebeasini ne kadar düsündügünün bir isaretidir Iyi bir Müslüman hükümdar olan Kanunî'nin anlayisina göre, kendisinin idare ettigi halkindan yine kendisi sorumludur Gerek Kur'an-i Kerim, gerekse Hz Peygamber'in hadislerinde bu konuda pek çok emir bulunmaktadir Bütün bunlari bilen Pâdisah, elbetteki bu emirlere riayet etmekle kendini vazifeli biliyordu Iste bunun içindir ki o, halkinin malina en ufak bir zararin gelmesini istemiyordu Harp içinde dahi olsa, böyle bir zarara tahammül edemiyen hükümdar, aksine davranislarin, en büyük ceza olan idamla sonuçlanacagini ilan etmekten çekinmiyordu Onun, kanunsuz davranislari affetmeyisi, orduda büyük bir disiplinin meydana gelmesine sebep olmustu Gerçi bu disiplin sadece Kanunî döneminde degil, hem daha önce, hem de daha sonra vardir Zira bütün Osmanli hükümdarlari, yönetme bakimindan kendilerini Allah'a karsi sorumlu tutuyorlardi Bu sorumluluk anlayisi onlarda, baska dinden olan hükümdarlara benzemeyen hasletler meydana getirmisti Bunun içindir ki Kanunî dönemi Osmanli dünyasinin sosyal hayati ile birlikte ordusundan da bahs eden ve Osmanli ülkesinde senelerce kalmis olan Avusturya elçisi Busbecq, kendi arzusu üzerine üç aya yakin bir süre karargaha yakin bir köyde kalarak Müslüman Türk ordusunu yakindan görmek ve takib etmek firsatini bulduktan sonra görgü ve müsahedelerine dayanarak asagida özetleyecegimiz su bilgileri verir
"Yanimda bir iki arkadas oldugu halde kendimi belli etmeden her tarafta dolastim Dikkatimi çeken ilk nokta, muhtelif teskilâtlara mensub askerlerin kendi karargahlarindan disariya çikmamalari oldu Bizim karargahlarimizda meydana gelen olaylari bilenler, buna inanmakta zorluk çekerler Fakat hakikat su ki, her tarafta tam bir sükût ve sükûnet hüküm sürüyordu Asla kavga ve münakasaya rastlanmiyor, herhangi bir cebir ve siddet hareketi görülmüyordu Sarhosluk, öfke veya hiddetten ileri gelen yüksek sesler bile yoktu Bundan baska her taraf öylesine temizdi ki, ne süprüntü, ne gübre yiginlari, ne de göze ve buruna fena gelen bir seye tesadüf imkani vardi" Busbecq, Müslüman - Türk dünyasina dis biledigi halde su ifadeleri kullanmaktan da kendini alamaz " Simdi benimle beraber geliniz ve sarikli baslardan meydana gelen bu büyük kalabaliga gözlerinizi çeviriniz Türlü türlü, renk renk parlak esvablar (elbiseler) Her tarafta altin, gümüs, lâal, ipek ve atlas piriltisi Bu manzarayi dil ile anlatmak imkan disi bir is Yalniz sunu söyleyelim ki, gözlerim simdiye kadar bundan güzel bir manzara görmemistir Mâmafih, bütün bu servet ve ihtisam içinde yine de büyük bir sadelik ve iktisad göze çarpiyor Herkesin elbisesi ve mevkii ne olursa olsun, ayni biçimde lüzumsuz islemeler ve kenar süsleri yok Halbuki bizde bu âdettir Pek çok masrafa mal olur ve üç günde de bozulup gider"
Elçi bunlari anlattiktan sonra, kumar ve sarhosluk bilmeyen askerin çalgi ve türkülerle eglendigine, çagirip söyledikleri havalarin da gazâ ve sehâdet (sehidlik) temlerini isleyen hamâset destanlari bulunduguna isaret ettikten sonra, ordunun, hayvanî gidalardan ziyade nebatî, basit ve sihhî gidalarla beslendigini, Ramazan ayini karsilamak için ise mutad yiyeceklerini daha da sadelestirdiklerini, fakat Ramazan arefesinde yalniz yiyip içmede degil, haram ve yasak zevklere karsi da, oldugundan daha çekingen davranarak oruca kendilerini hazirladiklarini söyler O, Hiristiyanlarin perhize girmeden önce sanki bu imsakin acisini pesin olarak çikarmak ister gibi, kendilerini çilginca eglenceye, dans ve sarhosluga verdiklerini, senenin bu günlerinde memleketlerini ziyaret eden yabancilarin, Hiristiyanlarin çildirmis olduklarini söylemelerine sasilmamasi gerektigini uzun uzun anlatip, sonunda Türkler'de üstünlügün ve basarinin sirrina temas ederek: "Türkler'de seref ve makam, idarî mevkiler, sadece liyakat ve bilginin mükafatidirTenbel ve agir olanlar, hiç bir zaman yükselemezler Iste Türkler'in, her neye tesebbüs ederlerse muvaffak olmalari, hâkim bir irk haline gelmeleri ve her gün devletlerinin hududlarini biraz daha genisletmelerinin hikmetini liyakat, kabiliyet ve çaliskanliga verdikleri bu ehemmiyette aramalidir"
"Bizim askerî sistemimizle Türk sistemini karsilastirinca gelecegin bize neler hazirladigini düsünüp korkudan titriyorum Karsilasan iki ordudan biri galip gelecek -ki bu herhalde Türk ordusu olacak- digeri ise mahv olacaktir Çünkü Türk ordusu sirtini kuvvetli bir imparatorlugun genis kaynaklarina dayamis, zinde, tecrübeli ve sarslmamis bir kuvvet Askerleri zafere alismis, zor sartlara dayanma kabiliyetine sahip, intizam ve disipline riayetkâr, uyanik ve kanaat ehlidirler Bizimkilerde ise umumi bir fakirlige mukabil hususi israf, yipranmis kuvvet, mâneviyat bozuklugu, tahammül yoklugu ve idmansizlik var Serkes askerler, aza kanaat etmeyen subaylar Disiplin kavramiyla alay ederiz Basibosluk, sarhosluk, serkeslik ve zevke düskünlük bizde alabildigine vardir Bu durumda neticenin ne olacagi gün gibi asikârdir Herhalde simdilik Iran lehimize bir durum yaratmakla beraber, Türkler Iran'la bir anlasmaya vardiklari zaman onlardan ve diger Sark devletlerinden de yardim görerek bütün güçleriyle bogazimiza sarilacaklardir Bu büyük tehlikeye karsi ne kadar gevsek ve hazirliksiz oldugumuzu düsündükçe içim ürperiyor"
Avusturya elçisi Ogier Ghiselin de Busbecq'in dedigi gibi, gerçekten de Osmanli medeniyeti âbidesi örülürken bu âbideyi yükselten her tas, mutlaka kendi mevziine ve kendi mevkiine konmus bulunuyordu Son derece titiz bir inzibat fikri ile yapilan vazife ve selahiyet taksimi ise, devlet düzeninin aksamadan dönmesinde en büyük rolü oynamakta idi
Devletin bu mevzuda en göze deger örnegi olan ordusu, Belgrad'in fetinden bes sene sonra Mohaç ovasina konarak Macaristan'in karsisina çiktigi zaman , ezici kuvveti, essiz intizami ve ibâdet derecesine varmis cengaverligi ile sanki bir ordu degil, efsanevî bir heybet ve azamet örnegi idi
Daha önce, sefer hazirliklarini tamamlayan Pâdisah'in, 23 Nisan l526'da yüz bin kisilik ordu ve 300 top ile birlikte Istanbul'dan hareket ettigine temas edilmisti Yol boyunca orduya yeni yeni kuvvetler katilmis, Istanbul'dan hareket edildikten iki buçuk ay sonra Belgrad'a varilmisti Ibrahim Pasa'nin basinda bulundugu öncü kuvvetler, Tuna Nehri üzerinde bulunan Petro Varadin (Petervaradin)'i karadan ve nehirden sikistirarak alir Bundan baska, Bosna beyleri tarafindan Sirem mintikasindaki kaleler zapt edilir Son derece muntazam yürüyen ve etrafa hiç bir hasar vermeyen asil kuvvetler de Ilok (Illok, Ulak) ve Ösek (Ösiyek, Eszek)'i almisti
Osmanlilar'in, Macaristan üzerine yürüyecekleri haberini alan Macar Krali II Layos (Lui) bir taraftan harbe hazirlanirken, diger taraftan da Avrupa kral ve prenslerine müracaat ederek yardim istemisti Bu arada Macar meclisi, kiralin bizzat savasta hazir bulunmasina karar vermisti
Ösek kalesinin alinmasindan sonra Tuna'yi takib için iki üç gün içinde gemiler üzerine kurulan köprüden Drava Nehri geçilecegi sirada Macarlar karsi koymak istedilerse de muvaffak olamazlar Nihayet Macar ordusunun Mohaç ovasinda bulundugu da ögrenilmisti Osmanli ordusu hem agir yürüyor, hem de harp tertibati aliyordu Sag kolda Vezir-i A'zam ve Rumeli beylerbeyi Ibrahim Pasa, sol kolda Anadolu Beylerbeyi Behram Pasa, merkezde de Pâdisah, yeniçeri agasi ve kapikulu askerleri mutad olan yerlerini alacaklardi
Macar Krali II Layos, Osmanli kuvvetlerini Mohaç ovasinda beklemeye baslamisti 26 Agustos'ta Mohaç'a gelen Osmanli ordusu muharebe düzeni alir Osmanlilar, büyük hücuma baslanacagi gece, muhtesem bir mum donanmasi yaparak, yedi gögün yildizini bir yere toplamis sanilan büyük bir gazâ senligi tertib ettiler Mes'alelerin meydana getirdigi aydinlik ile kizil bir sevk ve heyecan kiyameti yasayan ovada kösler vuruluyor, davullar, zurnalar çaliniyor, atlar kisniyor, sancaklar dalgalanip kiliçlar sakirdiyordu Aylardan beri siddetle yagan ve araziyi yer yer bataklik haline getiren yagmur, hizini kesmekle birlikte çiselemeye devam ediyordu Mohaç ovasinin bir tarafi zaten Türklerin "Karasu" dedikleri bataklika çevrilmisti Kanunî, sabah namazini kildiktan sonra askere belig bir hitâbede bulunmustu Bundan sonra Pâdisah, gözleri yasli oldugu halde ellerini göge dogru kaldirarak:
"Ilahî, kudret ve kuvvet senden, imdad ve himaye senden Ümmet-i Muhammed'e yardim et Müslümani yerindirme, kâfiri sevindirme " diye dua eder Bu güzel davranisi gören Osmanli saflarindaki bütün askerlerde cesaret ve din sevki artar Birlesik bir duyguya kapilan süvariler, atlarinin üzerinden siçrayip yapraklarin agaçtan düstügü yere atladilar Yüzlerini topraga sürüp secde ettiler ve Allah'tan kendilerine zafer nasib etmesini dilediler Sonra yeni bir sevk ile atlarina bindilerVe Pâdisahlarinin ugrunda canlarini vereceklerine and içtiler
Bu düzenin bir geregi olarak Pâdisah, cenk elbisesi, yani zirhli harp elbisesi giymis ve beyaz bir ata binmis olarak merkezdeki yerini almisti Sabah namazi üzerinden saatler geçtigi halde iki taraf da taarruza geçmiyordu Kanunî, düsmanin iyice yaklasmasini bekliyordu Nihayet Kanunî'nin bekledigi an gelir Ikindi vaktiine dogru, Osmanlilarin yerlerinden kimildamadigini gören Macarlar taarruza geçerler Böylece savas, 29 Agustos l526 (20 Zilkade 932) Çarbamba günü ikindi zamani Macar hücumuyla baslamis olur Osmanlilar'in son savas planina vâkif olmayan Macarlar, altmis bin kisilik zirhli süvarileriyle eski Osmanli plani zanniyle asil merkeze hücum ile isi halledeceklerini ümit etmislerdi Buna karsilik Osmanlilar da planin geregi olarak Macarlar'i merkeze çekip çenbere almak suretiyle imha etmek istiyorlardi Macar komutanlarindan Piyer Pereney ile Papas Pol Tomori, bütün kuvvetleriyle Vezir-i A'zam komutasindaki Rumeli askeri üzerine hücum ettiler Osmanli kuvvetleri plan geregi olarak geri çekilip düsmani içeriye aldilar Bunun üzerine yandan Anadolu kuvvetlerinin sikistirmasi ile Macar kuvvetleri daha içeri alinip toplarin önüne getiriliyordu Bâli Bey kuvvetleri, sür'atle düsmanin arkasini çevirerek Macar süvarilerini ikiye ayirdilar Bundan baska Macarlarin bizzat Kral Layos komutasindaki ikinci kolu, Anadolu kuvvetlerinin üzerine yüklendi Bu kuvvetler de mukavemet edememis gibi hareket ettiginden bunlar da merkez üzerine yani Pâdisah'in bulundugu ordunun kalbine dogru hücum ettiler Kendisini muvaffak olmus gören düsman iyice içeri girdi Bu siralarda 35 (veya 32) Macar sövalyesi Kanunî'ye sokulmaya çalisiyordu Bunlar, Pâdisah'i esir veya öldürmeye yemin etmislerdi Bunlar, Marczali ismindeki birinin komutasinda bulunuyorlardi Yeniçerilerin siddetle çarpistigi ve Pâdisahin etrafinda küçük bir maiyyet kuvvetinin kaldigi bir anda Marczali ile iki arkadasi, Kanunî ile bizzat karsi karsiya gelirler Diger arkadaslari, Pâdisaha sokuluncaya kadar imha edilmislerdi Kanunî, tek basina bu üç sövalye ile dögüsür Bu esnada bir kaç ok yediyse de bu oklar, zirhi delip vücuduna nüfuz edemedi Sonunda Kanunî, üç sövalyeyi de bizzat kendi kiliciyla öldürür
Macar kuvvetleri içeriye alinip toplarin önüne getirildikten ve daha önce de belirtildigi gibi gerileri de "akinci" ve "deli" kuvvetleri tarafindan çevrildikten sonra 300 topa birden ates verilir Macar ordusu bu atesin dehsetiyle neye ugradigini sasirir Bu saskinlik üzerine panige kapilip darmadagin olurlar Bu atesten sonra savasta komutan olan kral bir daha görünmez Ordunun dönüsünden sonra bataklikta ölüsü bulunmustu Osmanlilarin kilicindan kurtulan askerler de gece karanliginda bilmeyerek batakliga düsüp bogulmuslardi Mohaç Muharebesi iki saat sürmüstü Bu muharebede Osmanli ordusunun mevcudu 300 bin, Macarlarinki ise l50 binden fazla idi Öyle anlasiliyor ki, sayi itibariyle Macar kuvvetleri Osmanli kuvvetlerinden pek az degildi Nitekim, Mohaç olayini birçok kimseden dinleyip gerçegi ögrendigini anlatan tarihçi Peçevî, "Mohaç gazâsinda ikiyüz bin kâfir katl ve esir olundu denilse belki noksani var, mubalagasi yoktur" derken, iki tarafin kuvvetlerinin denk oldugunu belirtmek ister Keza Lütfi pasa da Macar askerlerinin sayi ve durumunu su ifadelerle dile getirir: "Ve 200 bin atli ve otuz bin piyade tüfenk endâz her nereye ki atalar, hata etmezlerdi" Bu ifadelerden anlasildigina göre Macar Krali'nin kuvvetleri 230 bin civarinda idi Lütfi Pasa, Macar askerlerinin sayilarini verdigi gibi savasin, Osmanli planina uygun bir sekilde nasil cereyan ettigini de anlatir Ona göre Kral Layos, askerini üç kola ayirmis, bizzat kendisi merkezden Pâdisah üzerine yürümüsse de, yeniçerilerin önünde bulunan ve zincirlerle birbirlerine bagli olan toplara karsi, geçmek üzere bir gedik bulamamistir Bununla beraber Rumeli kolunu geri çekilmeye mecbur etmisler, sonra plana göre Anadolu kolu da geri çekilerek Macarlar'in çenbere alinmasi saglanmistir Böylece Osmanlilar, Allah Taala'nin: âyet-i kerimesi'nin isaret ettigi gibi galip gelmislerdi Macar Kralinin komutasi altinda Macarlar'dan baska Alman, Leh, Çek, Italyan ve Ispanyollar'dan meydana gelen büyük bir ordu bulunmakta idi
Mohaç zaferinin ertesi günü akincilar, düsman ülkelerinin içlerine dogru akinlara gönderilmisti Macar ordusu ise tamamen imha olunmustu Böylece Osmanlilarin önünde bir engel kalmamisti Mohaç ovasindaki üç günlük istirahattan sonra Osmanli ordusu Macaristan'in baskenti olan Budin üzerine yürür l0 Eylül l526'da sehir teslim olur Ordu sehre gelmeden önce Hiristiyan olan yerli halkin bir kismi kaçmisti Bu yüzden, buradaki Yahudiler çogunlugu meydana getiriyorlardi Bunlarin reisi olan Salamon oglu Yasef, Budin kalesinin anahtarlarini Sultan Süleyman'a teslim etmisti Böylece sehir, herhangi bir mukavemetle karsilasilmadan Osmanli hükümdarina teslim edilmis olur Pâdisah, sehir halkinin can ve malina karsi yapilacak bir tecavüzü en büyük cezalarla tecziye edecegini bildirir Pâdisah, burada on dört gün kadar kalip Kurban Bayramini burada geçirir Osmanli ordusunun Budin'den Istanbul'a dönüsü esnasinda Segedin ve Baç (Bacs) sehirleri de ele geçirilir Ayrica Beçne mevkiinde direnis gösteren Macar kuvvetleri de bozguna ugratilarak dagitilir Öyle ki, asil orduyla vurusacak hiç bir düsman kuvveti kalmamisti Mohaç'tan sonra Macarlarin elinde, Erdel voyvodasi, yani Transilvanya genel valisi Zapolyai'nin 30 bin kisilik askerinden baska hiç bir kuvvet kalmamisti
Yaka yakaya ve bogaz bogaza cenk edilen Mohaç Meydan Muharebesi, Kral Layos ile beraber bütün bir Macar ordusunun imhasina mal olmus ve müstakil (bagimsiz) Macar Devleti'nin hayatina son vermisti Bundan sonra tarih, Osmanli himayesinde bir Macaristan taniyacakti
Osmanlilar tarafindan Macar tahtina Zapolyai Janos'un seçilmesi, Alman Imparatoru Sarlken'in kardesi ve ölen Macar Kirali'nin hem enistesi hem de kayinbiraderi olan Avusturya Arsidük'ü Ferdinand'i harekete geçirir Macar Kiralligi üzerinde hak iddia eden Ferdinand'a, Istoni Belgrad'da bulunan Macar kirallik tacinin giydirilmesi ile Macaristan'da iki krallik ortaya çikmis oluyordu Buna göre Macaristan'in bati ve kuzey batisi Ferdinand'in idaresinde, Orta Macaristan ile Erdel ise Zapolyai'nin hâkimiyetin-de bulunuyordu 2 Ikinci Macaristan Seferi ve Viyana KusatmasiOsmanlilar sayesinde Macar krali seçilen Zapolyai, Osmanlilar'in kendisine hazirladigi bu imkani geregi gibi degerlendiremez O, Osmanlilar'a yaklasmak söyle dursun, l527 baharinda toplanan Regensburg Imparatorluk meclisinde Osmanlilar'a karsi yardim dahi istemisti Öbür yandan Macar beylerinin çogunlugu tarafindan kralliga seçilmis bulunan Ferdinand'in, Osmanli ordusunun geri dönmesini firsat bilip büyük bir ordu ile Budin üzerine yürüyüp onun kuvvetlerini Tokaj'da maglup etmesi üzerine kayinpederi olan Lehistan Krali'nin yanina siginmak zorunda kalan Zapolyai, Osmanlilar'dan tekrar yardim istemeye mecbur olur Bu yardim için de Istanbul'a bir elçi gönderir Gerçi Zapolyai böyle bir yardim talebinde bulunmasa dahi Osmanlilar'in bu duruma müsaade edecegi düsünülemezdi Bununla beraber onun yardim talebi, Osmanlilar'in daha sür'atli bir sekilde harekete geçmesine sebep olmustu Böylece durum, Zapolyai'nin müdafaasi seklini almisti 29 Subat l528 tarihli antlasmaya göre Osmanli Devleti, Zapolyai'yi tâbi bir hükümdar olarak tanimaktaydi Öbür taraftan, Osmanli Devleti'nin kendisini burada birakmayacagini anlayan Ferdinand da elçi göndererek vergi vermek sartiyla Macar Krali olarak taninmasini teklif ettiyse de bu teklif kabul edilmeyerek Budin'in Zapolyai'ye iade edilmesi istenir Böylece, 29 Mayis l528'de Istanbul'a gelen bu ilk Avusturya elçilik heyeti, herhangi bir sonuç alamadan geri dönmek zorunda kalir
Kanunî, Vezir-i a'zam Ibrahim Pasa'ya II Macaristan seferinin serdarligini tevcih ederek büyük yetkiler vermisti Aslinda Macaristan'in yönetimi için asker ve kaynak kullanmak yerine, simdilik Zapolyai'nin idaresinde yari bagimli bir Macar Devleti'ni Habsburglar'a karsi tampon bir devlet olarak birakmayi tercih eden Kanunî Sultan Süleyman, l0 Mayis l529'da iki yüz bin kisilik bir ordu ile sefere çikar Macar topraklarina girildigi sirada, Zapolyai, Istanbul'a gelen elçisi Lasczky ve Macar asilzâdeleri itaatlerini arzedip huzura kabul olunurlar Lütfi Pasa, Zapolyai'nin Kanunî tarafindan nasil karsilandigini ve tercüman vâsitasiye ikisi arasinda geçen konusmalari da verir Buna göre Zapolyai, diger kullari gibi kendisinin de Pâdisah'in kulu olmak istedigini bildirerek söyle der: " Ey Pâdisah-i âlem penah, Müslümanlardan ve kâfirlerden (gayr-i müslim) kullarinin nihayeti yoktur Ben dahi ol kullarinin silkine münselik olmaga geldim (onlarin meslegine, yani senin tebean olmaya geldim) Ve hem Pâdisahtan bir muradim vardir, emr olunursa hizmet-i seriflerine diyelim" Tercümanin anlattigi bu sözleri begenen Kanunî: "Muradin desin, elimizden geldikçe bitirmesine sa'y edelim (çalisalim) der 3 Eylül'de Budin önlerine gelen ordu, kusatma hazirliklarina basladigi sirada, sehirdekiler teslim olurlar Böylece sehir, yarim günlük bir mukavemetten sonra tekrar ele geçirilmis olur 7 Eylül'de sehre giren Kanunî, senelik belli bir vergi karsiliginda burayi Zapolyai'ye vererek merasimle ona Macar Kralligi tacini giydirir Hammer'in ifadesine göre onu, merasimle krallik tahtina oturtan ne pâdisah, ne vezir-i a'zam, ne diger vezirler, ne beylerbeyiler, ne de yeniçeri agalarindan biri degil, "aganin ikincisi demek olan Sekban basi marifetiyle" olmustur Bununla beraber, Kanunî, Zapolyai'yi ayakta karsilamis, elini öptürmüs, altin tahtinin karsisina iki altin sandalye koydurmus, birine Ibrahim Pasa'yi, digerine de Zapolyai'yi oturtmustur Böyle bir uygulama, Osmanli protokolona göre Macar Kralligi'nin durumunu göstermektedir Gerçekten, Küçük Bali Bey'in, Ferdinand için kaçirilirken ele geçirdigi tac, Yeniçeri Sekbanbasisi tarafindan Zapolyai'nin basina konmustu Günümüzün ifadesiyle bir Yeniçeri generalinin, Osmanli protokolunda ancak sancakbeyi (Tümgeneral) derecesinde olan bir sahsin Macaristan Krali'na tac giydirmesi, Türk tarihinin unutulmaz hadiselerinden biri olarak kalacaktir
Bu siralarda Macar krallik taci, Ferdinand'in casuslari tarafindan çalinip Viyana'ya kaçiriliyordu Bunu haber alan Osmanli istihbarati, derhal harekete geçer Bosna eyaletinin Izvornik sancakbeyi Küçük Bali Bey, 20 Agustos'ta Viyana yolunda tarihî taci ele geçirip 4 Eylül'de Kanunî'ye gönderir Kanunî ise taci Zapolyai'ye gönderir Bu meshur tac, Macarlar tarafindan kutsal sayiliyordu Bu sebeple onlar, bu taci giymeyen hükümdara mesru krallari nazari ile bakmiyorlardi Ferdinand da Macaristan Krali olma iddiasinda oldugu için bu tarihî taci ele geçirmek istiyordu "Korona" denilen bu tarihî tac, üst üste geçmis iki tactan mütesekkildir Asil taci l000 yilinda Papa, sonradan aziz mertebesine çikarilan ve Arpadlar'dan ilk defa Samanligi birakip Hiristiyanligin Katolik Mezhebi'ne giren Büyük Istvan'a göndermisti Sonradan Bizans Imparatoru olan VII Mikhail Dukas'in, Malazgirt Savasi'indan iki yil sonra (l073), gönderdigi altin çelenk, iste bu Papa'nin yolladigi tacin üzerine geçirilmek suretiyle tarihî Korona son seklini almistir
7 Eylül'de Budin'e giren Kanunî, burada alti gün kadar kaldiktan sonra, Ferdinand ile karsilasmak niyetiyle Viyana'ya dogru harekete geçme karari alir Yoluna devam eden ordu, Avusturya - Macar sinirindaki Ovar kasabasini ele geçirdikten sonra Viyana önlerinde toplanmaya baslar Bu arada Ferdinand'in Viyana'da olmadigi anlasilir Zira o, kuvvet toplamak için Avusturya içlerine dogru çekilmisti
Çok iyi tahkim edilmis olan Viyana sehrinin muhasarasi ise 27 Eylül'de baslar Fakat Osmanli ordusu muhasara için gerekli büyük toplar ile malzeme getirmedigi için hazirliksiz sayilirdi Filhakika, Belgrad, Mohaç ve Budin'de birakilan agir toplar olmaksizin, orta ve hafif toplarla kalede istenilen büyüklükte gedikler açilamadi Almanlar, kaleyi büyük bir fedakârlikla savnuyorlardi Surlarin önünde iki taraf da agir zayiatlar veriyordu Surlar altindan lagim açma tesebbüsleri de basarili olamiyordu Yine de araliksiz süren çalismalar sonucunda surlarda yeni gedikler açilip buralardan hücumlarda bulunuldu ise de, havalarin sogumaya baslamasi, kisin yaklasmasi ve erzak sikintisinin had safhaya ulasmasi, askerin gücü ile dayanikliligini etkiliyordu Kanunî, l7 günlük muhasarayi kâfi görmüs olmali ki, bu kadar kisa bir müddet içinde böyle müstahkem bir mevkiin düsürülmesi, kusatan ordu ne kadar kuvvetli olursa olsun imkânsizdi l4 Ekim l529'da yapilan umumi hücum da basariya ulasmayinca, muhasaranin kaldirilmasina karar verilir Halbuki bu son hücum sirasinda birçok gedik açilmis ve müdafilerin dayanma güçleri de tükenmek üzere idi Lütfi Pasa ile Peçevî'nin ifadelerine göre kisin vakitsiz gelip kar ve yagmurun yagmasi üzerine "Pâdisah-i Islâm emriyle leskere (askere) zarar ve ziyan müretteb olmasin diye "bir adami on bunun gibi hisara vermezen" deyip ândan dis varosu yaktirip ve yiktirip ve etraflarini yagma ve talan ettikten sonra Muharremu'l-Haram'in yirmi ikisinde Beçten (Viyana) göçüp Budim'e gelüb" Benzer ifadeleri yabanci kaynaklarda da gördügümüz için, bu konuda Kanunî'nin ne denli hakli oldugunu ve yerinde bir karar aldigini anlamak mümkün olmaktadir Kis ve soguklarin erken bastirmasi üzerine Osmanli hakani, kusatmayi kaldirma karari alir ki, bu kararda kendi askerini düsünme payi büyüktür Kusatmaya son verme kararinin alinmasi üzerine l5 Ekim'de orta büyüklükte toplar, gemilere bindirilerek Tuna üzerinden Belgrad'a dogru yola çikarilir
Gerçekten, bölgede kar yagisi basladigindan siddetli kis soguklari bir felaket getirebilirdi Bu arada Sarlken (Charles Quint) bütün Avrupa'dan topladigi kuvvetleri Linz'e yigiyordu Bununla beraber Viyana ancak iki hafta daha dayanabilirdi Ancak kale feth edilse bile sonra ne olacakti ? Kanunî çekilir çekilmez, Linz'deki Alman ordusu gelip sehri muhasara edecekti Bu muhasaraya dayanabilmek için Viyana'da çok büyük bir askerî güç birakmak icab ediyordu Sehirde, Türk topçu atesinden yikilmadik bir yer kalmamisti Böylece Charles Quint, imparatorluk taht sehrinin tahribi ile cezalandirilmisti Kanunî, bu kadarini kâfi gördü Bu seferde l4 bin kadar Osmanli askeri ya sehid olmus veya yaralanmisti Buna karsilik Almanya ise tamamen perisan olmustu Bu seferden sonra Istanbul'a dogru yola çikan Pâdisah, Ordu-yu Hümayûn ile l6 Aralik'ta Istanbul'a gelir Böylece bu sefer-i hümayûn 7 ay, 7 gün devam etmisti Bu sefer sayesinde Macaristan'daki Osmanli hakimiyeti saglamlasmis, Avusturya ve Kuzey Macaristan tahrib edildigi için karsi saldiri ihtimali ortadan kalkmisti 3 Üçüncü Macaristan Seferi (Alaman Seferi) Kanunî, Istanbul'a döndükten sonra, Macaristan'da yeniden bazi olaylar cereyan etti Ferdinand, Budin'i tazyike baslar Bununla beraber Istanbul'a bir elçilik heyeti göndermekten geri kalmayarak Macaristan'in kendisine verilmesini ister Bu arada Budin, Ferdinand kuvvetleri tarafindan kusatilmis olmakla birlikte alinamaz Peçevî'nin (veya Peçuylu) ifadesine göre basta Ferdinand olmak üzere bölgedeki diger bazi kral, kont ve dük gibi ünvanlari tasiyan kimseler, bizzat Kanunî Sultan Süleyman'in emri üzerine Macaristan tahtina getirilmis olan Yanos'u (Jan Zapolyai')yi tanimak istemiyorlardi Onu kralliktan düsürmek için çesitli bahaneler ariyorlardi Kanunî, Budin'in kusatildigindan haberdar olunca krala verdigi söz üzerine sefere çikmaya karar verir Böylece Osmanli hükümdari l9 Ramazan 938 (25 Nisan l532)'da sefere çikar Bu arada o, Alman Imparatoru Sarlken ile de hesaplasmak istiyordu l00 bin kisiyi asan bir kuvvetle sefere çikan Kanunî, Nis'e vardigi zaman Ferdinand'in elçileri ordugâha gelerek önceki tekliflerini tekrarladilar Buna göre Macaristan Ferdinand'a verildigi takdirde her sene 25000 - l00000 duka kadar vergi verecegini kabul ediyordu Böyle bir teklifi reddeden Kanunî, Ferdinand'in topraklarinda ilerlemeye devam eder
Bu bölgedeki pek çok kasaba, Yahya Pasa oglu Bali Bey ile onun oglu Mehmed Bey ve Bosna Beyi Hüsrev Bey tarafindan zapt edilir Osmanli ordusu zorlu bir muharebeden sonra Köseg (Guns, Köszeg)'i ele geçirir Bu sirada Ferdinand'in elçileri bir daha gelirler Bunlara, Ferdinand'i harbe davet eden mektuplar verilir Ancak Ferdinand ile Sarlken, Osmanlilarla bir meydan muharebesi yapmaktan çekindikleri için oyalama ve yipratma taktigi kullaniyorlardi Fakat onlarin bu taktikleri pek fazla ise yaramamis olmali ki Osmanli ordusu ileri harekâta devamla bazi sehirleri zapteder Bu arada Gratz gibi bazi sehirlerin etrafi yakilip yikilmakla yetinildi Osmanli ordulari, Macaristan'da Ferdinand'a ait topraklar üzerinde bir müddet ilerleyip, birçok sehir ve kasabayi ele geçirmisti Kanunî'nin bütün çabalarina ragmen Sarlken ile Ferdinand ortaya çikamiyorlardi Mevsimin geçmis olmasindan dolayi güney yolu ile geri dönüldü Bununla beraber bu sefer sonunda Ferdinand, Pâdisah'in arzularina uygun bir antlasma istemeye mecbur olmustu
Bu sefer esnasinda yine sulh veya mütareke talebiyle gelen Alman elçilerine, Charles - Quint'e hitab eden hakaretâmiz bir mektup verilerek teklifleri reddedilip geri gönderilirler Bu mektubunda Kanunî, bu kadar zamandir erlik ve imparatorluk dâvasi ettigi halde kaç kere üzerine geldigini, mülkünü diledigi gibi tasarruf ettigini, buna ragmen ne kendisinden, ne de kardesinden nâm ve nisan göremedigini, Hak Teâlâ'nin takdiri ne ise yerine gelmesi için Beç sahrasinda meselelerini halletmelerini, kendisinin tabiiyeti altinda bulunan reâyâ fukarasina yazik oldugunu, aksi halde avretler gibi ig ve çikrik alip pâdisahlik tâci giymemesini bildiriyordu
Alman veya Alaman seferi denilen bu seferde ordu mevcudu ikiyüz binden fazla olup "Çekaloz" denilen ve kaz yumurtasi seklinde gülle atan 300 kadar küçük top da vardi Akinci ve deli kuvvetleri 80 bin kadardi Bu sefer yedi ay kadar sürmüstü Pâdisah, l532 senesi Kasim ( 939 Rebiülahir ) ayi sonlarina dogru Istanbul'a gelmisti Bu son seferin basarili bir sekilde sonuçlanmasi üzerine bes gün üst üste senlik yapildi Istanbul, Üsküdar, Eyyub ve Galata bes gece kandiller ile donatildi Bu arada pazarlar, dükkanlar, bezazistan ve çarsilar geceleri dahi açik tutuldu Halk, hemen her gün birbirlerine ziyafetler çekerek eglendi
Bu arada, daha önce II Bâyezid döneminde feth edilmis olan Mora yarimadasindaki Koron kalesi, Osmanli hükümdarinin Alman seferiyle Sarlken'i aradigi sirada ona intisab etmis olan Andrea Doria komutasindaki filo tarafindan bir hile ile alinmisti Kalenin alinmasindan sonra Iç kaleye Frenkler, dis kaleye de yerli Rumlar yerlestirilmislerdi Bu durumda, burasi birlikte müdafaa edilecekti Koron'dan sonra Patras ve Inebahti da ele geçirilmisti Alman seferi sonunda Istanbul'a gelen Avusturya elçisi Cornelius, bu yerleri koz olarak öne sürecek ve sayet Macaristan kralligi Ferdinand'a verilirse Koron kalesi ile Afrika sahilinde Barbaros'a ait olan Arcel adasinin iade olunacagini bildirmisti Bu teklife Vezir-i A'zam Ibrahim Pasa'nin cevabi " Biz, harple almayi tercih ederiz" olmustu Nitekim, Semendire Sancakbeyi olan Bâli Beyzâde Mehmed Bey'in Mora Sancakbeyligine atanmasi ile 940 Ramazan (l534 Mart) tarihinde burasi yeniden ele geçirilmistir Peçevî, Mehmed Bey'in Koron kalesini ele geçirisini su ifadelerle günümüze ulastirir: " Kalenin içinde, biri Frenk, ikincisi o bölgenin âsi Rumlari, digeri de inatçi Arnavutlar olmak üzere üç kisim kâfir vardi Sancakbeyi, her birine ayri ayri va'dlerde bulunup kolaylik göstermek suretiyle (istimâlet) aralarina anlasmazlik soktu Böylece, bir kismi, köyleri talan etmek üzere disari çikan kâfirleri kirar Bundan sonra kâfirler iki gruba ayrilirlar Dis kaleyi ellerinde tutan Rum ve Arnavutlar, burayi Mehmed Bey'e teslim ederler Iç kaledeki Frnekler de canlarina emân verilmek sartiyla savas yapilmadan teslim olurlar"4 Osmanli - Avusturya Barisi ve Sonuçlari Osmanli seferleri karsisinda bunalan ve kardesi Sarlken'in yardimi sayesinde ayakta kalabilen Ferdinand'in, Macaristan Krali olabilmek için giristigi bütün tesebbüsler, hep bosa gidiyordu Osmanli Devleti'nin Jan Zapolyai'yi tutmasi, onun bu emeline ulasmasina engel oluyordu Bati Avrupa'da görülecek bir takim isleri bulunan Alman Imparatoru'nun tavsiyesi üzerine Ferdinand, Osmanlilarla anlasmaktan baska çare bulamamisti Bu sebeple o, Istanbul'a elçi göndermisti Ferdinand'in müracaati, Osmanlilarin da isine gelmisti Zira Macaristan üzerine yapilan seferler büyük masraflara sebep oldugu gibi sadece bu tarafla ugrasilmasi, memleketin dogu hududlarinin ihmal edilmesine sebep oluyordu Bu durum, doguda bazi olaylarin çikmasina da sebep oluyordu Nitekim Sah Ismail'in l524 yilinda meydana gelen vefati üzerine yerine geçen oglu Tahmasb Han, Dogu Aanadolu'da yikici bazi faaliyetlerde bulundugundan iki devlet arasinda bazi hâdiseler cereyan etmisti Bu sebeple Osmanli Devleti Ferdinand ile bir barisa sicak bakiyordu
l4 Ocak l533'te Pâdisah tarafindan kabul edilen Avusturya elçilik heyetinden, kesin bir baris için Ferdinand'in itaat alâmeti olarak Estergon kalesinin anahtarlari istenmistir Kanunî, ancak bundan sonra barisa riza gösterebilecegini ima etmisti Bundan baska 5 veya 7 senelik bir sulha hazir oldugunu da bildiren Kanunî, Estergon (Esztergom Gran) kalesine karsilik Macaristan'daki bazi kaleleri de verebilecegini belirtmisti Öyle anlasiliyor ki, iki taraf arasinda geçen görüsmeler, epey çekismeli olmaktaydi Nitekim Kanunî'nin bu sartlarini bildiren mektubu ile Avusturya elçisinin yanina katilan bir Osmanli elçisi, l Subat l533'te Ferdinand'a gönderilmisti Hammer'in ifadesine göre Viyana sehrinin gördügü bu ilk Osmanli elçisi, büyük bir tantana (merasim) ile kabul edildi Ferdinand, elçiyi sirmali kumasla süslenmis bir taht üzerinde oturmus oldugu ve basinda kiymetli bir tac bulundugu halde kabul etti Mütareke sartlari, Bohemya'lilari epey korkuttu Fakat Ferdinand, Gran anahtarlarinin istenilmesinin sadece bir baglilik isareti oldugunu belirtmeye çalisti 29 Mayis'ta Estergon (Gran )'un anahtarlari ile Ferdinand'in iki mektubunu getirecek olan elçi Cornelius, Osmanli elçisi ile Istanbul'a hareket eder Böylece çavus (Osmanli elçisi) elverisli bir cevapla geri gönderilmis oluyordu Istanbul'da yapilan görüsmeler ise 22 Haziran l533'te antlasma ile sonuçlanmisti Bu antlasmaya göre Ferdinand, Macaristan üzerindeki veraset iddialarindan vaz geçecekti Sadece Macaristan'da fiilen hakim oldugu topraklar kendisine ait sayilacakti Elindeki bu topraklar için de her yil 30000 altin verecekti Ayrica protokol geregi Ferdinand, Osmanli Vezir-i A'zami Ibrahim Pasa ile müsavi (esit, denk) sayilacakti Kaynaklar, elçilerin Pâdisah'in huzurunda yaptiklari konusma hakkinda dikkat çeken bilgiler vermektedirler Buna göre Pâdisah'in huzuruna kabul edilen elçiler, Ibrahim Pasa'nin kendilerine verdigi tâlimat dairesinde konusarak, Sultan'a "Oglun Kral Ferdinand, senin mâlik oldugun seyleri kendi mali ve kendisinin sahip oldugu memleketleri senin mülkün addeder, çünkü o, senin oglundur" dediler Buna karsilik Pâdisah, oglu Ferdinand'in dostlarinin dostu ve düsmanlarinin düsmani olacagini bildirir Bu antlasmadan sonra Ferdinand ile Zapolyai'nin hâkim olduklari yerler, bir sinir hatti ile Osmanli temsilcileri nezâretinde belirlenecekti
Bu antlasma geregince biri dogrudan dogruya Osmanli Devleti'nin himayesi altinda Jan Zapolyai'ye, digeri de vergi vermek sartiyla Ferdinand'a ait iki Macaristan ortaya çikiyordu Bu antlasma, Macaristan meselesini bir müddet için halletmis ve Osmanlilarin dogu proplemi ile ilgilenmelerine firsat vermisti
Görüldügü gibi Osmanli kilicindan gözü yilan Ferdinand, Macar tahti üzerindeki hakkini da kayb ederek baris istemek zorunda kalinca, Orta macaristan'da kendisine birakilan bir kalenin idaresine razi olarak protokol geregince Pâdisah'a "Pederim", Vezir-i A'zam'a da "Birâderim" diye hitab etmek zorunda kalir Fakat yillarca sonra Zapolya'nin ölümüyle taht vârisi küçük Sigismund'u tanimak istemeyerek tekrar ayaklanacak ve ana Kraliçe Isabella'nin yine Osmanlilari yardima çagirmasiyle, Macaristan'in durumu yeniden gözden geçirilerek Budin tamamen Osmanli idaresine geçecektir
Jan Zapolyai'nin l540 yilindaki ölümü üzerine Macaristan isleri yeniden karismaya baslar Zapolyai'nin esi kocasinin ölümünden önce bir erkek çocuk dünyaya getirmisti Kraliçe Isabella (veya Elizabet), Istanbul'a bir elçilik heyeti göndererek oglu Sigismund'un Macar Krali olmasi istirhaminda bulunmustu Bu istirham üzerine Osmanli Devleti, kendisine teminat vermisti Fakat, Zapolyai'nin öldügünü duyan Ferdinand ile Sarlken'in kuvvetleri, Budin'i muhasara ederler Bununla beraber herhangi bir basari elde edemezler Bu durum karsisinda Macaristan'a yeni bir sefer yapilma mecburiyeti dogar
Osmanli hükümdari, l54l senesinin Ilkbahar'indaki hareketinden evvel, Budin'in Ferdinand'in eline geçmemesi için derhal Rumeli Beylerbeyi, arkasindan da üçüncü vezir Sokullu Mehmed Pasa'yi 3 bin yeniçeri ve süvari kuvvetleriyle gönderir Bundan sonra da bizzat kendisi sefere çikar Budin'i kurtarmaya giden kuvvetler, bir aydan fazla ugrastiklari halde düsmani tarda (kovmaya) muvaffak olamamislardi Bu arada Budin'i almaktan ümidini kesen ve asil ordunun yaklasmakta oldugunu duyan Ferdinand kuvvetleri, bir gece gizlice kaçmak istedilerse de muvaffak olamayarak tamamina yakin bir kismi imha edillir Ordugâhlari da Türklerin eline geçer Baskomutanlari olan Rokendorf yakalanarak Komaran mevkiinde öldürülür Pâdisah'in komutasindaki ordu Budin'e yaklastigi sirada böyle basarili bir haber alinir
Bu savas esnasinda Avusturyalilar, ordugahlarinin etrafina hendekler kazip manialar koyduklari ve "Istabur - Tabur" adi verilen istihkâmlari yapmislardi Macarlarca bu tahkimata verilen "Tabur" adi, tarihlerimizde "Istabur" seklinde ifade edildiginden, Kanunî'nin bu dördüncü Macaristan seferine "Istabur seferi" adi verilmistir
Budin'e gelindikten sonra küçük kral, Pâdisah'in sehir disindaki karargâhina getirilir Daha önce verilen karar geregi piyade kuvvetleri Budin'e girerler Kraliçeye küçük Kral Sigismund büyüyünceye kadar Budin'in Türk idaresinde kalacagi söylenir Sigismund, altin ve lâciverd damgali ahidnâme ile kendisine nâib olan annesiyle birlikte Zapolyai'nin eski beylik mahalli olan Erdel (Transilvanya )'e gönderilir
Bu ugulama ile daha önce Zapolyai'nin idaresinde bulunan Macaristan dogrudan dogruya Osmanli topraklarina ilhak olunup on iki sancaklik Budin Beylerbeyligi tesekkül ettirilmis oldu Bu Beylerbeylige de Bagdad Valisi olup aslen Macar olan Süleyman Pasa tayin olunur Bundan sonra Macaristan'da derhal arazi tahriri yaptirilmistir Böylece Macaristan, Osmanlilara, Ferdinand'a ve bir de Erdel'de Sigismund'a ait olmak üzere üç kisma bölünmüs olur
Böylece, bir buçuk asir Türk hâkmiyetinde kalacak olan Macar topraklarinin yönetimi hususunda son derece akillica hareket eden Osmanlilar, Budin'e tayin edilecek Pasalari devamli olarak birinci derecede degerli kimseler arasindan seçiyorlardi Onlar, bu insanlarin hem muktedir bir serdar, hem siyasî kuvveti olan bir diplomat, hem de ahlâkça son derece mazbut, mert, dürüst ve faziletli kimseler olmasina bilhassa dikkat ediyorlardi
Artik Osmanli idaresinde gelisme imkâni bulan bir Macar medeniyeti ve bu medeniyet ile yaris ve baris halinde olan bir Müslüman Türk dünyasi, ayni cografya üstünde yasiyorlardi Bir taraftan Macarlar'dan devr alinan kültür ve medeniyet mirasi diyebilecegimiz eserler muhafaza edilirken, bir taraftan da sehrin bir Müslüman Türk ülkesi haline gelmesi için garet sarfedilmistir Bu gayret hareketi, sür'atle inkisaf etmistir Böyece Budin, yüz yila varmadan saraylar, câmiler, mescidler, medreseler, sebiller, türbeler, tekkeler, imâretler, köprüler, hanlar, çarsilar, pazarlar, ziyâret ve mesirelerle tipik bir Müslüman Türk beldesi oluvermisti Öyle ki, Macar topraklarindan fiskirircasina bu kültür ve medeniyet müesseselerinin yalniz isimleri üzerinde durup düsünmek bile idarî, askerî, ictimaî, hukukî ve kültürel mânada sâbit olmus Türk kasesini göstermeye kâfidir Öyle anlasiliyor ki Osmanlilar, Budin'i önemli bir merkez olarak kabul ediyorlardi Bilhassa Ila-yi kelimetullah için burayi hem maddî görüntü olarak hem de mânevî bakimdan bir Islâm sehri haline getirmeyi önemli ve vazgeçilmez bir hedef olarak görüyorlardi Bu sebepledir ki, l54l'de Osmanli Devleti'ne ilhak olunan Macaristan topraklari, vaktiyle pâyitahtlik etmis sehirler gibi (Bagdad, Misir), devletin en mühim beldelerinden biri sayilan Budin merkez olmak üzere, yeni bir eyâlet teskil edilmis ve bütün diger eyâletler gibi bir beylerbeyinin idaresi altina konulmustur Bu sebeple Budin beylerbeyi olan pasanin protokol bakimindan önemli bir yeri bulunmakta idi Koçulu kayiga binmek, rikâbta peyk ve solak yürütmek ve bazi tevcihatlarda bulunabilmek selâhiyetine sahip olmak ilk akla gelenler olarak belirtilebilir Nitekim Budin Beylerbeyligi uhdesinde kalmak üzere 1574 yilinda vezir olan Sokullu Mustafa Pasa'ya gönderilen hükümde kendisinin, eskiden oldugu gibi mahlûl timar tevcihi, hisar müstahfizlari ve kethüda yeri tayini haklarina sahib oldugu açik bir ifade ile belirtilmistir(BOA MD nr 26, s 97) Budin beylerbeyileri, meydana gelecek önemli hudud muharebelerinde toplanan kuvvetlere komutan olarak tayin edilir Bu arada civar eyâletlerin komsu devletle olan ihtilaflari, diger mahallî makamlar tarafindan bir çözüme baglanamazsa o zaman Budin beylerbeyinin hakemligine müracaat olunurdu Bundan baska, Budin'deki Pasa Sancagi haslarinin miktari, buradaki cebelîler ile diger görevlilerin sayisi da bize Osmanlilar tarafindan bu eyâlete ne denli önemin verildigini göstermektedir
Bütün bu gelismelerden sonra Kanunî'nin Macaristan fütûhati ile ilgili siyasetine baktigimiz zaman, onun bir tek hedefinin oldugunu görürüz O da ilâ-yi kelimetullah için buralara gitmek ve bu vasita ile Islâmiyeti daha uzaklara götürmektir Gerçi özellikle günümüzde, zaman zaman, Kanu-nî'nin Macaristan ve Bati seferlerine sarf ettigi kudreti, emek, gayret ve masrafi tenkid edilerek bu gücün, Iran ile Türkistan taraflarina, baska bir ifade ile Türk ve Müslümanlarla meskûn sahalara harcanmasi ve bu sayede bunlarin önemli bir kisminin tek bir bayrak altinda toplanmasina çalismasi daha iyi olmazmiydi? denilmektedir Muhtemelen Mustafa Nuri Pasa da ayni sorulara muhatab olmus olmali ki, bu konuda çok güzel ve detayli bilgiler vermektedir M Tayyib Gökbilgin de kaynak belirtmeden büyük ölçüde bu görüsleri aynen kullanarak bu tenkidlere söyle cevap verir:
a) O dönem, günümüzden oldukça uzaktir Binaenaleyh o devrin zihniyeti ile deger ölçülerini tamamen ve dogru bir sekilde kavramak mümkün olmayabilir Bunun içindir ki, tarih ilmi ile ugrasanlar, ilgilendikleri dönemin olaylarini incelerken mümkün mertebe o günün sartlarini, anlayislarini, fikir ve düsünce akimlarini hesaba katmak zorundadirlar Ancak bu sâyede dogruya yakin bir sonuca ulasabilirler
b) Gerek Arap, gerekse diger Müslüman devletlerden zapt edilen topraklari, uzun zaman idaresi altinda tutmayi basaran Osmanli Devleti, bir mânada bu basarisini muazzam bir disiplin altinda yetistirdigi askerî gücüne borçludur Halbuki bu ordunun kaynak ve çekirdegini "devsirme" dedigimiz sistemle gayr-i müslim tebeanin çocuklari teskil ediyordu Devlet, Avrupa seferlerinde kayb ettigi nüfusun çok daha fazlasini bu yolla almak ve onlari müslümanlastirmak suretiyle kendi nüfusuna katarak kazançli çikiyordu Bu sistem sâyesinde hem Kur'an'a muhalefet edilmiyor, hem de savaslarda ölen veya yaralanmak suretiyle savasamayacak duruma gelen kendi asil Müslüman nüfusunu korumus oluyordu Böylece Osmanli Devleti, Islâm'in intisarini (yayilmasini) saglamis oluyordu Halbuki elde edilen Müslüman ülkelerin çocuklari için böyle bir sey söz konusu olamazdi Bu bakimdan Osmanli, Bati Hiristiyan dünyasi ile savasmakla dinî mânada daha kârli çikmis oluyordu
c) Cihâdin faziletlerini de burada zikr etmek gerekir Müslüman olmayan bir devletle cihâd yapmanin, diger yerlerdeki gibi olmayip çok hayirli ve sevapli bir mücadele olmasi Gerçekten, ilâ-yi kelimetullah için yapilan bir mücadele, baska bir ifade ile Islâm'in sesini, bundan haberdar olmayan yerlere ulastirmanin ne kadar hayirli bir is oldugu gerek Kur'an-i Kerim'de, gerekse Hz Peygamber'in hadislerinde açikça belirtilmistir Bu sebeple Müslümanlar, cihâdla ilgili müjdelere nail olmak için devamli olarak Müslüman olmayanlarla mücadeleye önem vermislerdir
d) Ganimet elde etme arzusu Fethedilen memleketlerin maddî imkânlarindan istifade etmenin de bu konuda etkisi düsünülebilir Bu düsünce bir bakima dogrudur Çünkü savasmak isteyen bir devlet veya ordunun paraya ihtiyaci olacaktir Bu da nisbeten zengin yerlerden elde edilebilir Orta Avrupa ve Macaristan için sefer yolu hem kisa, hem de ulasilmasi bakimindan kolaydir Bütün bunlara ilaveten sunlari da söylemek mümkündür:
XVI ve hatta daha sonraki asirlarda günümüzde oldugu gibi milliyet mefhumundan söz edilemez Bu bakimdan Türklük diye bir sey de pek düsünülmüyordu Binaenaleyh Türkmenistan'daki Türklerle bir birligin saglanmak istenmesi, milliyet bakimindan degil, onlarin da Müslüman ve özellikle Sünnî olmalarindan dolayi olabilirdi
O zamanki Safevîler Iran'inda Siî Mezhebi hâkimdi Etnik bakimindan bunlarin büyük bir ekseriyeti Türk ve Türkmen kabilelerinden (Kaçarlar, Afsarlar, Türkmenler vs) olmakla beraber, mezheblerinin farkli (Siî) olmasi onlari, Osmanli Türklerinden derin bir uçurum ile ayiriyordu Nitekim hem Sah Ismail, hem de oglu Sah Tahmasb Türk idiler Bununla beraber Iranlilik adina, Siî Mezhebi savunuculari olarak Sünnî Osmanlilarla kiyasiya mücadele ediyorlardi Binaenaleyh bir birlik söz konusu olamazdi Safevîler, Keyhüsrev'lerin, Dârâ'larin tahtinda âdeta eski Iranliligi temsil ediyorlardi-
Bütün bu ifadelerden anlasildigina göre Kanunî Sultan Süleyman, Islâm birligine zarari dokunacak ve onu tehlikeye sokacak bir harekette bulunmadiklari müddetçe, Müslüman devletlerle ugrasmayi pek istemiyordu Zira böyle bir ugrasma, ayni dine mensub insanlari birbirlerine düsürecek, bu da Islâm ümmetinin zayiflamasina sebep olacakti Keza böyle bir savasta cihâd da söz konusu olmayacakti Zira cihâd, gayr-i müslim devletlere karsi yapilan bir mücadele idi Bu sebeple Kanunî, Müslüman Dogu ile ugrasmak yerine, Hiristiyan Bati ile ugrasmayi yeglemisti Bununla beraber Islâm birligini tehhlikeye düsürecek veya kendi topraklarinda Sünnî Islâm akidesi yerine, Siî akideyi yerlestirmeye çalisanlara karsi harekete geçmekten de çekinmemistir Nitekim Siî Mezebi akidesini yerlestirmeye çalisan Safevî Iran'la yapilan muharebeler ve bu muharebelerin basariya ulasip zaferle sonuçlanmasi için bas vurulan çareler bunu göstermektedir5 l543 Macaristan SeferiBudin'den dönen ve kisi Edirne'de geçiren Kanunî, Istanbul'a geldiginde Ferdinand'in elçileri gelerek eski isteklerini tekrarladilar Buna göre Avusturya elçisi, Macaristan'in terk edilip kendilerine verilme karsiliginda senede l00000 duka altin vergi vermeyi taahud ediyordu Fakat Osmanli Pâdisahi Kanunî böyle bir teklife sicak bakmadigindan elçi, 9 Ekim l542'de geri dönmüstü Bu arada Ferdinand, degisik milletlerden mütesekkil ve takriben 80000 kisilik bir ordu topamis bulunuyordu Ferdinand'in bu büyük hareketini Fransiz elçisi vasitasiyle haber alan Osmanlilar, Budin'e yardim göndermek için derhal hazirliklara baslarlar Tuna'yi takiben Peste önlerine gelen bu büyük ordu, 8000 kisilik bir kuvvet tarafindan müdafaa edilen kaleyi muhasara altina alir Osmanli kuvvetlerine göre sayica kat kat üstün olan bu ordu, yedi günlük bir kusatmadan sonra Kanuni'nin büyük bir ordu ile gelmekte oldugu haberini alinca bozguna ugrayip geri çekilmek zorunda kalir
Peste muhasarasinin duyulmasi üzerine gerekli hazirliklarini tamamlayan Kanunî Sultan Süleyman, yaninda oglu Sehzâde Bâyezid oldugu halde 18 Muharrem 950 (23 Nisan 1543)'de Istanbul'dan Macaristan üzerine hareket eder Bu sirada önden gönderilen Osmanli kuvvetleri ile hudud beyleri, Pojega civarindaki bazi kaleleri , Nana ve Valpo gibi önemli iki kaleyi zaptettikten sonra Siklos'u kusatirlar Bu siralarda Ösek'e gelmis bulunan Kanunî, Siklos'un kusatilmasina yardima gider Böylece kale 8 Temmuz l543'te alinir Bu arada Pecs (Peçuy) sehri de teslim olmustu Bundan sonra Kanunî Budin'e gelir Gerekli malzemelerin yetismesi üzerine daha önce Osmanlilar tarafindan feth edilen ve bilahere tekrar Avusturyalilar tarafindan zaptedilen Estergon üzerine varilir Kusatma altindaki kalenin müdafileri teslim teklifini kabul etmediklerinden siddetli bir muharebe baslar Dayanamayacaklarini anlayan kaledekiler, bir heyet göndererek l0 Agustos l543'te teslim olurlar Estergon'un fethi ile sonuçlanan bu seferde Ferdinand'in elinden eski Macar kirallarinin merkezi olan Gran (Estergon) ve Budin'in güney - batisinda Macar kirallarinin kabirlerinin bulundugu Istoni Belgrad (Stulvaysenburg) ile Drava nehri üzerindeki Valpo, Siklos ve Tata gibi yerler alinir Böylece bu harekât sonucunda Budin'in emniyeti için civardaki kalelerin zapti ve eyalete ilhaki gerçeklesmis olur Kanunî, Istanbul'a dönüs sirasinda Saruhan sancakbeyi olan oglu Mehmed'in Manisa'da vefat ettigi haberini alarak büyük bir üzüntü ile sarsilir Bu yüzden mateme bürünür Istanbul'a gedikten sonra da oglunun nâsinin Manisa'dan Istanbul'a getirilmesini emrederek l8 Saban'da Bâyezid Camii'nde bütün Istanbul halki ile birlikte cenaze namazini eda eder Yine Pâdisah'in emir ve arzusu üzerine cenaze, Sehzade Camii yanindaki hazireye defn olunur Kanunî'nin zafer sevincini yasayamamasinin sebebi olan Sehzâde'nin ölümü ile ilgili belge, onun ölümünü su ifadelerle nakleder: "Sehzâde-i saidu'l-baht Sultan Mehmed, Estergon Belgrad ve nice kal'alar fethi için müjdegâneye gelen aga ki, sene 950 ve Saban'in gurresinde (ilk günü) vaki olan Çarsamba günü gelüp donanma oldugu gün hasta olup alti gün sahibfiras (yatakta yatip) yedinci sülesa (Sali) gecesi fevt olup azim matem olup mah-i mezburun (belirtilen ay) dokuzuncu Çarsambasi günü Lala Pasa, Defterdar Ibrahim Çelebi ve nice agalar Islambol'a maiyyetin alip gittiler "
Bütün çabalarina ragmen Osmanlilarla basa çikamayacaklarini anlayan ve her seferde ellerindeki mühim sehir ve kalelerin bir kismini kayb eden Ferdinand ile Sarlken, baslangiçta bir mütareke, daha sonra da bes yillik bir baris antlasmasi yaparlar Haziran l547'de bes yil için imzalanan bu muahede (antlasma), bir mütareke mahiyetinde kalir Zira meydana çikan Erdel hâdisesi, harbin yeniden baslamasina sebep olur
Daha önce de temas edildigi gibi Erdel Kiraliçesi yani eski Macar Kirali Jan Zapolyai'nin zevcesi Izabella, Osmanlilarin himayesinde idi Kiraliçenin maiyetindeki müsavirlerden birisi Ferdinand taraftari olup Erdel'in buna verilmesine çalisiyordu Bu duruma vâkif olan Osmanli Devleti, Ferdinand'i tehdid ettiyse de Ferdinand buna aldiris etmez Zira bu siralarda Osmanli ordusunun Iran seferinde oldugunu bildiginden kendisine bir sey yapamayacagindan emindi
Kanunî, Avusturya kuvvetlerinin Erdel'e girdigine kani olunca Avusturya elçisinden durumu sordurtarak onu haps ettirdigi gibi Rumeli Beylerbeyi Sokullu Mehmed Pasa'yi Erdel üzerine yürümekle görevlendirmisti
10 Temmuz l55l'de Sofya'dan areket eden Sokullu, bir müddet sonra 7 Eylül'de Slankamen'den ayrilarak Beçe önlerine gelip burayi ele geçirir Ayrica, Beçkerek ve Çanad'dan baska oniki kaleyi daha zaptederek Osmanli hâkimiyetine katar Lipva'yi da kolaylikla ele geçirdikten sonra Timisvar'i kusatir Fakat iklim sartlarinin müsait olmamasi üzerine Belgrad'a döner
Sokullu Mehmed Pasa'nin çekilmesi üzerine Avusturya ordusu Erdel'e girerek lipva'yi geri aldigi gibi Segedin'i de muhasara eder Bu sirada Segedin sancakbeyi olan Mihal oglu Hizir Bey'in iç kaleye kapanip, Budin Beylerbeyi olan Hadim Ali Pasa'yi keyfiyetten haberdar etmesi üzerine Segedin önlerine gelen Ali Pasa, Avusturya ordusunu imha etmisti
Iki taraf arasindaki savas 970 ( 1562 ) yilina kadar sürer Bu tarihte Ferdinand, Busbecq adindaki elçisini anlasmak üzere Istanbul'a gönderir Yine bu sirada Sarlken'in çekilmesinden dolayi Ferdinand bes seneden beri Alman Imparatoru bulunuyordu Böylece en son olarak Ferdinand, Erdel (Transilvanya)'den vaz geçmis ve eskisi gibi elinde bulunan Macaristan için 30000 duka altini kabul ile sekiz senelik bir muahede imzalamisti(l562)6 Bogdan SeferiBogdan, II Bâyezid döneminden beri Osmanlilar'a bagli bir voyvodalik haline getirilmisti Bogdan voyvodaligi, Kili ve Akkirman kaleleri alindiktan sonra siki bir sekilde devletin nüfuzu altina girmislerdi Bunlar, yarim asirdan daha fazla bir süre devleti ugrastiracak hareketlerde bulunmamislardi Her ne kadar voyvodalik zaman zaman vergisini vermekte ihmal göstermisse de buna Iran, Misir ve Macaristan seferleri münasebetiyle göz yumulmus ve sadece ikaz ile iktifa edilmisti
Kanunî, Macaristan seferi sirasinda Voyvoda Petru Rares'e bir berat göndererek, burayi onun idaresine birakmisti Voyvodalik, her yil Osmanli Devleti'ne 4000 duka altin, 40 kisrak ve 20 tay göndermekle yükümlü tutulmustu Bunun içindir ki Voyvoda Petru Rares, Viyana seferi esnasinda orduya elçisini göndererek sadakatini te'yid ile bu seferinden avdette de vergisi olan 4000 duka altin ile 40 kisrak ve 20 taydan ibaret olan vergisini bizzat takdim etmisti Hammer, Rares'in Osmanlilar'a getirdigi vergiler konusu ile onun, Kanunî tarafindan karsilanisi ve kendisine yapilan muameleyi su ifadelerle nakletmektedir: "Sultan Süleyman, Viyana'dan dönüsünde kararlistirilan hediyeleri bizzat Rares'ten alarak karsiliginda bir samur kürk (vezirlere mahsus elbise), iki tug (sancakbeyi alâmeti), bir kuka (yeniçeri ortabasilarinin serpusu) hediye eder"
Petru Rares, Kanunî'nin teveccühüne mazhar olmakla birlikte hariçten yapilan tesirlerle gizlice Osmanli Devleti'nin aleyhine çalismaya baslamisti Nitekim gizlice Ferdinand ile muhabere ve müzakerelere baslamis bulunan Petru Rares, o siralarda karisikliklar içinde bulunan Erdel'e tecavüz ettigi gibi, Zapolyai'ye karsi Ferdinand ile gizlice temasa geçmisti Bundan baska göndermekle yükümlü oldugu vergileri de göndermemeye baslamisti Keza, Osmanli Devleti'nin o taraflardaki mutemed adami olup Osmanlilar'a bagli bir hükümet kurmak üzere Erdel'e gönderilmis bulunan Venedikli Gritti'yi de öldürtmüstü
Iste Rares'in bu neviden faaliyeteri ve Lehlilerle iyi geçinmeyip onlar tarafindan voyvodanin azledilmesi hususunda vaki olan müracaatlar sonrasi Kanunî l538 Mayis'inda Bogdan üzerine yürümeyi kararlastirir Ancak bu kararini gizli tutar Barbaros'un donanma ile denize açildigi (7 Temmuz)'nin ertesi günü Istanbul'dan hareket eden Osmanli ordusu, Edirne'ye ulasip oradan hareket ettigi zaman Kanunî "Seferimiz Bogdan üzerinedir" diyecektir Ordu, Sultançayiri denen mevkide iken Rares'ten gelen bir elçi, emre itaat edilecegini bildirmis, ancak Kanunî, ona verdigi mektupta, Rares'in hirçirlik ve azginliga son vermesi ve gelip itaat arzetmesi halinde ona karsi merhametli davranacagini bildirmisti Bununla beraber alinan haberlerden Rares'in samimi olmadigi anlasilmis oldugundan sefere devam edilmistir Osmanli ordusunun harekâti karsisinda dehsete düsen Rares, Transilvanya içlerine dogru kaçmaktan baska bir çare bulamamisti Osmanli ordusu ise Yas sehrini yakip yiktigi gibi l6 Eylül l538'de Voyvodanin merkezi olan Suceva sehrini de alir Bu sehrin fevkalade müstahkem bir kalesi olmasina ragmen sehir halki, mukavemet edemiyecegini anladigindan, kale anahtarilarini getirip Osmanli kuvvetlerine teslim eder Bunun üzerine Kanunî, sehirde umumi af ilan ederek beylerin kendi aralarindan bir voyvoda seçmelerini ister Seçilen voyvoda ise Kanunî tarafindan intihab olunur ki bu, muhtemelen Petru Rares'in kardesi olan Stefan Lacusta'dir Kanunî, bu yeni voyvodaya bir de berat verir
Bu seferin sonunda Osmanlilar, Prut ile Diniester nehirleri arasinda kalan yerleri ellerine geçirmislerdi Elde edilen bu yerler, bir sancak haline getirilmisti Bundan baska yiktirilan Kili kalesi yeniden insa edilmis, Akkirman ise müstahkem bir hâle getirilmisti Yine bu esnada Bender sehri de ele geçirilmisti Bogdan meselesinin hallinden sonra Osmanli ordusu geri dönmüs, sefere katilmis bulunan Kirim Hani Sahib Giray'a da geri dönme izni verilmisti Osmanli ordusunun dönüsünden sonra, beylerin seçtigi ve Kanunî'nin göreve getirdigi yeni voyvoda ile yeni idareciler, vaziyete hâkim olamazlar Bunun üzerine Kanunî Sultan Süleyman, Rares'i Istanbul'a davet ederek ikinci defa voyvodaligi ona verir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.