Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
evliyalarımız

Eski 03-11-2007   #46
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH BİN MUHAMMED EL-HADRAMÎ

Evliyânın büyüklerinden İsmi, Abdullah bin Muhammed bin Abdurrahmân el-Hadramî'dir Künyesi Ebû Muhammed'dir Doğum târihi bilinmemektedir Hadramud'da yetişen evliyânın büyüklerinden idi 1288 (H687) senesinde vefât etti Yemen'deki Selâm şehri kabristanına defn edildi Mezarının üstüne bir türbe yaptırıldı Türbesi ziyâret yeridir

Abdullah-i Hadramî, ilk önceMuhammed bin Ali Ba'levî'den ilim öğrendi Maddî ve mânevî istifâdesi çok oldu Muhammed bin AliBa'levî kendisini çok sever ve methederdi Daha sonra ilim öğrenmek için Şeyh Ahmed bin Cu'd hazretlerinin ilim meclisine devâm etti Ondan çok istifâde etti Tasavvuf bilgilerini öğrenip üstün hâllere kavuştu ve icâzet, diploma aldı Sonra Ebü'l-Gays bin Cemîl ve daha birçok velî zâtların ders ve sohbetlerini dinledi Çok istifâde edip yüksek mertebelere kavuştu Birçok kerâmetleri görüldü İnsanlara, güzel ahlâkı öğretmek için çalıştı İnsanlar, çeşitli yerlerden kendisini görmeye ve sohbetlerini dinlemeye gelirdi Yüzlerce talebesi vardı Allahü teâlânın kendisine ihsân ettiği üstünlüğü ile insanlara ilim öğretti Dünyâ ve âhiret sıkıntılarından kurtardı Etrâfında pekçok talebe toplandı

Bir defâsında peygamberlerden Hûd aleyhisselâmın kabr-i şerîfini ziyâret için yola çıktı Binlerce kişi onunla gitti Bir defâsında da talebelerinden büyük bir cemâatle, hocası Ahmed bin Cu'd'u ziyârete gitmişti Huzûruna vardıklarında; "Hoş geldiniz evladlarım Yola çıktığınızdan beri melekler sizin etrafınızı sarmışlardı" dedi

Talebelerine nasîhat ederken; "Sizden biriniz nerede olursanız olunuz, herhangi bir sıkıntıya düşerse, beni vesîle ederek Allahü teâlâdan murâdını istesin Biiznillah istediğine kavuşur Allahü teâlâ, velî kulları vâsıtasıyla insanların müşküllerini çözer" buyurdu Talebeleri sıkıntıya düştükleri zaman, Abdullah-ı Hadramî'yi vesîle ederek, Allahü teâlâdan sıkıntılarını gidermesini istediler Hocalarının yetişerek, Allahü teâlânın izniyle onları sıkıntıdan kurtardığı çok defâ görüldü

Şöyle anlatılır:

Ebû Mehre adındaki zât, önceleri Sa'îd bin Îsâ'nın talebelerinin ileri gelenlerinden idi Daha sonra Abdullah-ı Hadramî'nin sohbetlerinde bulundu Onun sevdiği yüksek talebelerinden oldu Bir zaman Ebû Mehre, ilk hocasını ziyârete gitti Huzûruna girdiğinde eski hocasının hâtırının kaldığını gördü Sonra kendisinde, his, zevk ve istek ne varsa kaybolduğunu anladı Berâberinde amcasının oğlu vardı O zaman Abdullah-ı Hadramî hazretlerini vesîle kılıp, Allahü teâlâya yalvardı O ân Abdullah-ı Hadramî orada görüldü ve Ebû Mehre'yi düştüğü sıkıntılı durumdan kurtardı O da eski hâline tekrar kavuştu Sa'îd bin Îsâ, bu durumu görünce hayret etti O zaman Abdullah-ı Hadramî buyurdu ki: "Bu talebenin elinden siz tuttunuz Fakat kalbi bizimledir" Daha sonra oradan ayrıldı

Abdullah-ı Hadramî hazretleri yalnız kaldığı zaman ortalığı bir nûr kaplardı Kendisi bu nûrda kaybolur gibi olurdu

İmâm-ı Yâfiî onun hakkında; "Çok kimseler rüyâda, Resûlullah efendimizin kabr-i şerîfinden, Abdullah-i Hadramî'nin kabrine akan bir nehir gördüklerini anlatırlar Âlimler, bunu Resûlullah efendimizin ona yardımının çokluğuna delîl olduğunu bildirdiler" buyurdu

Abdullah-ı Hadramî, vefât edeceği zaman yaklaştığında, yanında bulunanlara; "Yavrularım, melekler âlemini görüyorum Melekler âleminde de Peygamberimizi görüyor, müşâhede ediyorum" dedi

1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c2, s114
2) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c8, s10
3) Tabakât-ül-Havvas Ehli's-Sıdkı ve'l-İhlas (Zebîdî); s70

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #47
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH BİN MUHAMMED MÜRTEİŞ

Evliyânın büyüklerinden İsmi, Abdullah bin MuhammedMürteiş en-Nişâbûrî olup, künyesi, Ebû Muhammed'dir Mürteiş diye tanınır Aslen Nişâbur'un Hîre nâmıyla meşhûr mahallesinden olup Bağdâd'a yerleştiŞunûziyye Mescidinde ikâmet eder Orada sohbetine devam edenlere Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatır, dünyanın zevk ve eğlencelerinin geçici, âhiretin ise ebedi olduğunu bildirirdi 939 (H328) senesinde bu mescidde vefât etti

Ebû Hafs-ı Haddâd'ın talebelerindendir Ayrıca Cüneyd-i Bağdâdî, Ebû Osman Mağribî ve diğer büyük zâtlarla görüşüp sohbet etti Kısa zamanda yetişip Irak'ta zamânının bir tânesi oldu Dünyâya düşkün olmaması, haram ve şüphelilerden çok sakınması belli başlı vasıflarıydı

Abdullah Mürteiş hazretleri tasavvuf yoluna girip bu yolda ilerlemesini ve buna sebeb olan ibret verici hâdiseyi şöyle anlatmıştır:

Babam, bulunduğumuz yerin ileri gelenlerinden idi Bir gün evimizin önünde otururken yanıma bir genç geldi Sırtında hırka, başında eski bir külâh vardı Fasîh, açık bir lisân ile benden bir şey istedi Ben; "Sapasağlam bir genç olsun da, utanmadan dilencilik yapsın, olacak şey değil!" diye düşündüm ve kendisine hiç cevap vermedim Bana sertçe; "Kalbine gelen şeyden, Allahü teâlâya sığınırım" dedi Bunu duyunca çok korktum ve kendimden geçerek yere düştüm Hizmetçilerimizden biri bu hâlimi görüp yanıma gelmiş Kendime geldiğimde, başımı dizine koyup, beni ayıltmaya çalışıyordu Herkes etrafıma toplanmıştı O gencin gittiğini öğrendim Çok üzüldüm ve yaptığıma çok pişman oldum O gün böyle geçti Gece olunca bu dert ve elem ile uyudum Rüyâmda hazret-i Ali'yi gördüm O genç de yanında idi Bana:

"Keşke öyle düşünmeseydin ve buna bir şeyler verseydin Allah rızâsı için hiç bir şey vermeyeni Allahü teâlâ sevmez" buyurdu

Sabah olunca kendime âit ne varsa, hepsini, Allah rızâsı için ihtiyâcı olanlara dağıtıp, sefere çıktım Bağdâd'a gelip ilim öğrenmeye başladım On beş sene sonra babamın vefât ettiğini haber alıp, Nişâbur'a geldim Babamdan bana çok büyük servet kalmıştı Onu da Allah rızâsı için dağıtıp Bağdâd'a döndüm O gencin, o bakışı hâlâ gözümün önünde Devamlı üzülüp, pişman oluyordum

Vefât edinceye kadar da bu üzüntünün böyle devâm ettiği bildirildi

Hocası Ebû Hafs-ı Haddâd, Abdullah Mürteiş'e ilim öğrenmesi için seyâhat etmesini söylemişti Hocasının bu emrine uyarak, ilim öğrenmek için her sene kilometrelerce yol yürür, uğradığı bir şehirde on günden fazla kalmazdı Bir gün Rakka'ya geldi İbrâhim-i Kassâr kendisine bir tabakta üzüm ve ekmek gönderdi Verilen hediyelere karşı, hediye ile cevap verdiği için kaftanını sattı İbrâhim-i Kassâr'a bâzı hediyeler alıp gönderdi

Abdullah Mürteiş hazretlerinin menkıbeleri çok olup sâlih bir zat şöyle anlatmıştır: Bağdâd'da bulunuyordum Hacca gitmeyi arzu ediyordum Gitmek için hiçbir şeyim yoktu Kendi kendime; "Abdullah Mürteiş hazretleri bana bir aba, elbise ve masraflarım için de on beş gümüş hediye etse Elbiseyi giyerim gümüşler ile de kova, ip ve ayakkabı alırım yolda sıkıntı çekmem" diye düşündüm

Bu sırada kapı çalındı Açıp bakınca, Abdullah Mürteiş hazretlerini gördüm Çok şaşırdım bana, bir aba, elbise ve on beş gümüşü uzatıp; "Bunları al" buyurdu

Almak istemedim, fakat; "Al, beni üzme, bunlar istemiş olduğun şeylerdir" dedi Mahcûbiyetle aldım

Bir defâsında ramazân-ı şerîf ayının son on günü câmide îtikâfa başladı Ancak birkaç gün sonra îtikâfı bırakıp çıktı Sebebini soranlara:

"Mescidde bâzı kimselerin riyâ ile, gösteriş yaparak ibâdet edip, Kur'ân-ı kerîm okuduklarını gördüm Bu hâlleri sebebiyle, onlara gelecek olan belâdan korkup dışarı çıktım" dedi

Abdullah Mürteiş hazretleri nasîhat ve sohbetleriyle uzun müddet insanlara rehberlik yapmıştır Bir defâsında da nasîhat isteyenlere; "Size nasîhat vermeye benden daha münâsib ve benden daha hayırlı olanlara gidiniz Böylece beni de, sizlerden çok daha hayırlı olan Rabbimle berâber bırakmış olursunuz ve ben de hep O'nunla meşgûl olurum" buyurdu

Hastalığı artıp vefâtı yaklaştığı sırada huzûrunda bulunan sevenlerine borcu olduğunu, elbisesini satmalarını ve borcunu ödemelerini söyledi Sonra buyurdu ki:

"Allahü teâlâya duâ edip bana üç şeyi nasîb etmesini istedim

Birincisi pekçok dost ve büyük zâtlarla görüşüp sohbet ettiğim Şunûziyye Câmiinde vefât etmek

İkincisi vefât edip, dünyadan ayrılırken dünyalık bir şeyim olmasın istedim Şu altımda serili olan hırkamdan başka bir şeyim yok! Ben vefat edince onu da altımdan alıp satın Parasıyla bir şeyler alın ve fakirlere verin

Üçüncü isteğim de şu idi: Ben vefât ederken yanımda sevmediğim kimse bulunmasın Burada bulunanların hepsini seviyorum Şu anda aranızda sevmediğim kimse yok Elhamdülillah bu arzumun üçü de oldu"

Buyurdu ki:

"Kul, Allahü teâlânın sevgisini, Allahü teâlânın sevmediklerine düşman olmakla kazanır Allahü teâlânın sevmedikleri ise, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeylerin hepsidir"

"Tasavvuf güzel ahlâktır Bu da üç kısımdır: Birincisi, Hakk ile beraber olmak yâni Allahü teâlânın emirleine uymak ve bu hususta gösterişten uzak durmaktır

İkincisi halk ile beraber olmak Bu da büyüklere karşı saygı ve edeb, küçüklere karşı şefkat, emsallere ise insaflı ve âdil davranmakla olur

Üçüncüsü nefse sâhib olmak Bu ise nefsin boş isteklerine, hevâ, hevese ve şeytana uymamakla olur Kim bu üç husûsu nefsinde doğru bir şekilde tatbik ederse güzel huylulardan olur"

"Tasavvuf tamâmen ciddiyettir Şaka nevinden olan herhangi bir şeyi ona karıştırmayınız"

"Kul ne ile muhabbete nâil olur?" diye sorulunca; "Allahü teâlânın evliyâsına dost olmak, düşmanlarına da düşman olmakla" buyurdu

Yine buyurdu ki:

"Kalbin, Allahü teâlâdan ve O'nun dostlarından başkasına meyletmesi, o kalbin hasta olduğuna işârettir"

"Sebeplere yapışmalı, fakat bu durum, o sebeblerin ve her şeyin yaratıcısı olan Allahü teâlâya îtimâd ve tevekkül etmeye mâni olmamalıdır"

"Bütün işlerin netîcesinin sıhhatli ve faydalı olabilmesi için iki şart vardır: Sabır ve ihlâs"

"İrâde, nefsin arzularına muhâlefet edip, onu Allahü teâlânın emirlerine yöneltmek ve kendisi için Allahü teâlânın takdir ettiğine râzı olmaktır"

"Kul, muhabbet makâmına, Allahü teâlânın dostlarını sevmek ve Allahü teâlâya düşman olanlara düşmanlık etmekle kavuşur"

"Amellerin en üstünü; doğru amel işlemek, sünnet üzere hizmete devâm etmektir"

"Kalbin Allahü teâlâdan başkasına meyletmesi, Allahü teâlânın azâbını çabuklaştırır"

"Yaptığı amellerin, kendisini Cehennem azâbından kurtarıp, Allahü teâlânın rızâsına kavuşturacağını zanneden kimse, büyük hatâ etmiştir Allahü teâlânın fadlı ve ihsânı ile kurtulabileceğini düşünen kimseyi, Allahü teâlâ rızâ makamlarının en sonuna ulaştırır Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde Yûnus sûresi 58 âyet-i kerîmesinde meâlen buyurdu ki: "De ki: Allahü teâlânın ihsânı ve rahmetiyle, işte yalnız bunlarla ferahlansınlar Bu, onların toplamakta olduklarından (dünya menfaatinden) daha hayırlıdır"

"Allahü teâlâyı Rab olarak tanı O'nu bir olarak ikrâr et ve O'na hiç bir şeyi ortak koşma Tevhîdin esâsı bu üç şeydir"

"Allahü teâlânın, senin rızkına kefil olduğuna îtimâd et ve sana emrettiği ibâdetleri yapmaya çalış! Böyle yaparsan, evliyâdan olursun"

ÜSTÜN KİMSE!

Abdullah bin Mürteiş'in dostlarından bir kısmı bâzı kimselerin hallerinden bahsederek; "Falan kimse su üzerinde yürüyor Onun bu hâline ne dersiniz?" diye sordular Buyurdu ki:

"Allahü teâlânın yardımı ile nefsinin arzularına uymayan kimse, havada uçandan ve su üzerinde yürüyenden daha üstündür"

KEŞKE YARDIM ETSEYDİM!

Abdullah-ı Mürteiş, evliyâ-yı kirâmdan
Şiddetle kaçınırdı, şüpheli ve haramdan

Dünyâya zerre kadar, vermez idi bir değer,
Methetti kendisini, evliyâ ve âlimler

Hânesinin önünde, otururken bir zaman,
Genç bir kişi gelerek, para istedi ondan

Vardı gencin üstünde, hem de "yeni bir abâ"
Düşündü: "Bu ne için, dileniyor acaba?

Yaşı genç, sakat değil, hem yeni elbisesi,
Yakışır mı bu gence, el açıp dilenmesi?"

Bunları düşünerek, vermedi cevap bile,
Genç ayrıldı ondan, "kırılmış bir kalp" ile

Eli boş, boynu bükük, gidince öyle mahzun,
Bu sefer pişman oldu, düşündü uzun uzun

Para vermediğine, çok üzülüp içinden,
Göremedi bir daha, koştuysa da peşinden

Dedi ki: "Ne olaydı, kırmasaydım hiç onu,
Nereden biliyordum nâ ehil olduğunu,

Rabbimiz bakıyor mu, hiç benim günâhıma?
Devamlı gönderiyor, rızkımı her gün ama

Belki o, Rabbimizin, çok sevdiği kuluydu,
Heyhât! Bana yakışan, muâmele bu muydu?"

Yaptığı o hatânın, kalarak tesirinde,
Yatıp, bir rüyâ gördü, o günün gecesinde

Şöyle ki otururdu, Allah arslanı Ali
Dikkat etti, vardı hem, yanında o genç dahi

Hazret-i Ali ona, buyurdu ki hemence:
"Ne için bir tasadduk, eylemedin bu gence?

Hâlbuki bir kimsenin, varken malı, parası,
Tasadduk eylemezse, sevmez onu Mevlâsı

Uyanınca kapladı, kendisini bir keder,
Dağıttı nesi varsa, kalmadı maldan eser

Hiç unutamıyordu, buna rağmen o ânı
"Ben niçin boş çevirdim, o fakir müslümanı?"

Ve hemen çıktı yola, Bağdat medresesine,
İlim tahsil eyledi, orada on beş sene

Babası zengin olup, çoktu malı, parası,
Vefât edip tamâmen, ona kaldı mîrâsı

Onu da fakirlere, dağıtarak bittamam,
Başladığı tahsîle, gece-gün etti devâm

Ebû Hafs-ı Haddâd'dan, alıp tasavvuf dersi,
Vilâyet makâmında, yükseldi derecesi

Buyurdu ki:"Allah'ı, hakkıyla sevmek için,
O'nun düşmanlarını, sevmesin kalbin, için

Ne ki uzaklaştırır, seni Hak teâlâdan,
Yaklaşma yanlarına, uzak dur hep onlardan

Eğer ki meyl ederse, kalbin "Hak"tan gayriye,
O kalp hasta demektir, bak hemen tedâvîye

Dünyalık kimselerle, kurma hiç münâsebet,
"Allah adamları"yla, bulunmağa gayret et

Onların her bakışı, "devâ"dır kalp derdine,
Şakî olmaz gidenler, onların sohbetine

1) Hilyet-ül-Evliyâ; c10, s355
2) Tabakât-üs-Sûfiyye; s349
3) Nefehât-ül-Üns; s198
4) Tezkiret-ül-Evliyâ; c2, s72
5) Sıfât-us-Safve; c2, s261
6) Şezerât-üz-Zeheb; c2, s317
7) Tabakât-ül-Kübrâ; c1, s105
8) Târih-i Bağdâd; c7, s221
9) Risâle-i Kuşeyrî; s150
10) Fâideli Bilgiler; s167
11) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c2, s104
12) Tabakât-ül-Evliyâ (İbn-i Mulakkın); s141
13) Tabakât-üs-Sûfiyye (Ensârî); s386
14) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c3, s350
15) Hazinet-ül-Meârif; c2, s193
16) Sefînet-ül-Evliyâ; s147

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #48
[KAPLAN]
Varsayılan


EBÛ MUHAMMED ER-RÂSİBÎ

Bağdat'ta yetişen evliyânın büyüklerinden İsmi, Abdullah bin Muhammed er-Râsibî olup, künyesi Ebû Muhammed'dir Bağdat'ta doğdu 977 (H367)de orada vefât etti İlim tahsîl etmek için bir ara Şam'a gitti Bir müddet sonra Bağdat'a döndü ve vefâtına kadar orada kaldı İbn-i Atâ Muhammed Cerîrî ve başka zâtlarla görüşüp sohbet etti

Buyurdu ki:

"İnsan ile Allahü teâlâ arasındaki en büyük perde, insanın Allahü teâlâya değil de, kendisi gibi âciz olan birine güvenmesidir"

"Sıkıntı ve üzüntüler, günahların cezâlarıdır"

"Bir kimse için en büyük sıkıntı, uygunsuz birisi ile sohbet etmek, berâber bulunmak mecbûriyetinde kalması ve o kimseyi terk edip gitmek mümkün olmamasıdır"

"Siz geçici dünyâ malını istiyorsunuz Halbuki Allahü teâlâ âhireti kazanmanızı diliyor" meâlindeki âyet-i kerîmeyi şöyle tefsîr etti: "Dünyâyı isteyen kimseyi, Allahü teâlâ âhireti istemeye dâvet eder Âhireti isteyen kimseyi de, Allahü teâlâ yakınlığına dâvet eder"

"Allahü teâlânın haram ettiklerinden sakınan bir kalpten, dünyâ sevgisi ve arzularına düşkünlük çıkıp gider"

1) Tabakât-us-Sûfiyye; s513
2) Tabakât-ül-Kübrâ; c1, s125
3) Nefehât-ül-Üns; s311
4) Tabakât-ı Ensârî; s478
5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c3, s157

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #49
[KAPLAN]
Varsayılan


EBÛ MUHAMMED RÂZÎ

Nişâbur'da yetişen büyük velîlerden İsmiAbdullah bin Muhammed er-Râzî, künyesi Ebû Muhammed'dir Şa'rânî ve Haddâd diye de tanınır Aslen Reyli olup, Nişâbur'da doğup büyüdü Doğum târihi bilinmemektedir 964 (H353) senesi Nişâbur'da vefât etti

Evliyânın büyüklerinden Ebû Osman Hîrî'nin sohbetlerinde yetişip kemâle geldi Ebû Osman hazretleri Ebû Muhammed Râzî'nin yetişmesinde husûsî ihtimâm gösterirdi

Ebû MuhammedRâzî; Cüneyd-i Bağdâdî, Muhammed bin Fadl, Ruveym, Semnûn, Yûsuf bin Hüseyin, Ebû AliCürcânî, Muhammed bin Hamid ve başka büyük zâtlarla görüşüp sohbet etti Fıkıh, hadîs ve diğer ilimlerde âlim idi Çok hadîs-i şerîf yazdı ve rivâyet etti Sika, güvenilir bir râvi idi Bilhassa tasavvuf yolunun inceliklerini iyi bilirdi Haram ve şüphelilerden sakınmakta, hattâ şüpheli olmak korkusu ile mübahların çoğunu terketmekte, nefse zor gelen şeyleri yapmakta çok dikkatli idi

Talebeliğinde Muhammed Râzî, hocasıOsman Hîrî'nin, Muhammed bin Fadl Belhî'yi medhettiğini işitmişti Onu görme arzusuna düştü Ziyâretine gitti Fakat zannettiği gibi bulmadı Hocasına döndü Hocası ona; "O zâtı nasıl buldun?" deyince, o; "Zannettiğim gibi değil" diye cevap verdiEbû Osman hazretleri ona; "Evlâdım! Sen onu küçümsedin Bir kimse bir kimseyi küçümserse ondan istifâde edemez Hemen hürmetle ona dön!" buyurdu Abdullah Râzî hatâsını anlayıp geri döndü Ondan çok istifâdesi oldu

Hikmetli sözleri pekçoktur

Kendisine; "Dünyâ sevgisi nedir?" denildi O; "Dünyâ, Allahü teâlâ ile senin aranda perde olan her şeydir" buyurdu

Yine, şikâyet ve gönül darlığından suâl edildi Buna da; "Şikâyet ve gönül darlığı, mârifet azlığından Allahü teâlâyı tanımamaktan ileri gelir" buyurdu

Sohbetlerinde; "Bir kimse, İslâmiyetin emirlerine uyup uymadığını anlamak istiyorsa, bu emir ve yasakları nefsine tatbik etsin Eğer emirleri yapmakta ve yasaklardan sakınmakta bir isteksizlik, gevşeklik yoksa, bilsin ki İslâmiyete uymaktadır"

"Ahlâk, Allahü teâlânın sana ihsân ettiklerini büyük, senin O'nun rızâsı için yaptıklarını küçük görmendir"

"Allahü teâlâya yakınlık makâmına kavuşmak isteyen, nefsin arzuları ile kendisi arasında, demir gibi kavî bir duvar bulundursun"

"Sabrın alâmeti, şikâyeti terk edip, musîbeti ve sıkıntıları gizlemektir"

"Devamlı ilimle meşgûl olmak, insanın ayıplarını anlamasına sebeb olur"

"İlim öğrenmek, ilmi ile amel etmek, amelini düzgün yapamadığını düşünüp korkmak, Allahü teâlâyı tanımanın alâmetlerindendir"

"Susmayı ganîmet saymayan kimse, ne kadar konuşursa konuşsun boşunadır" buyurdu

Hocası, Osman Hîrî hazretlerini çok sever ve; "Pek çok evliyâ ile görüşüp sohbet ettim Lâkin Allahü teâlâyı tanımak husûsunda hocamdan daha çok mârifet sâhibi birini görmedim" derdi

Ebû Nasr Harrânî anlatır: Ebû Muhammed Râzî'ye bana bir duâ öğretmesini ricâ ettim Bana şöyle duâ etmemi söyledi: "Yâ Rabbî! Bize, seni hakkıyla tanımayı, sana hakkıyla ibâdet edebilmeyi ihsân et Bizi sana yaklaştıracak şeyleri nasîb eyle Bizlere hâlis tevekkül, hüsn-i zan, dünyâ ve âhirette âfiyet ve iyilikler ihsân buyur"

TUHAF HÂLLER

Bu insanların hâli ne tuhaftır Kusur işler, kusurlu olduklarını bilirler, fakat bir türlü bu bozuk halden vazgeçmezler ve doğru yola dönmezler Böyle insanlar hakkında ne buyuruyorsunuz? diye soranlara; "Bunlar öğrendikleri ilimler ile amel etmekle değil, o ilimler kendilerinde bulunduğu için, öğünmekle meşgul oluyorlar Hep zâhir ile uğraşıyorlar ve bâtın edepleri ile meşgûl olmuyorlar Allahü teâlâ böylelerinin doğruyu ve hakkı gören basîret gözlerini kapatır Böylece âzâları da ibâdet yapamaz olur" buyurdu

1) Risâle-i Kuşeyrî; c1, s170
2) Tabakât-ül-Kübrâ; c1, s119
3) Tabakât-üs-Sûfiyye; s451
4) Nefehât-ül-Üns; s272 (Fârisî 216)
5) Tabakât-ı Evliyâ; s139
6) İslâm ÂlimleriAnsiklopedisi; c4, s89

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #50
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH BİN MÜBÂREK

Tebe-i tâbiînin büyüklerinden İsmi Abdullah ibni Mübârek bin Vâdıh Hanzalî Temîmî; künyesi, Ebû Abdurrahmân'dır Hadîs, fıkıh âlimi, mücâhid ve zâhid idi Tâbiînin, Peygamberimizi sallallahü aleyhi ve sellem görenlerin sohbetinde yetişti Din düşmanları ile muhârebelerde bulundu Dünyâya ve dünyâlığa rağbet etmezdi Emevî halîfelerinden Hişâm bin Abdülmelik devrinde 736 (H118) yılında Merv'de doğdu 797 (H181) senesi bir gazâ dönüşü, Bağdâd yakınlarındaki Hît adlı yerde vefât etti Türk asıllıdır

İlk tahsîlini, Merv'de yapan Abdullah ibni Mübârek tahsîl için Bağdâd, Basra, Hicaz, Yemen, Mısır, Şam gibi ilim merkezlerine gitti Bağdâd'da büyük âlimler ve evliyâ ile görüştü Onların ders ve sohbetlerinden faydalandı Hammâd bin Zeyd, Evzâî, Süfyân-ı Sevrî, Süfyân bin Uyeyne, Mâlik bin Enes gibi âlimlerden hadîs-i şerîf okudu Dört bin kişiden hadîs-i şerîf dinledi Bunlardan yalnız birinden hadîs-i şerîf rivâyet etti Kendisinden de büyük âlimler rivâyette bulundular Hocalarının önde gelenleri arasında İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe rahmetullahi aleyh de vardı Fıkıh ilmini ondan öğrendi İmâm-ı A'zam vefât edince, İmâm-ı Mâlik'in derslerine devam etti ve ilimde yüksek bir dereceye ulaştı

İlim tahsîlinden sonra tekrar Merv'e döndü İlmi, edebi çok olup, az konuşmak âdeti idi Geceleri ibâdet ile geçirirdi Sözü senetti Emânete pek riâyet ederdi Şam'da birinden aldığı kalemi unutup veremeden Merv'e gelmişti Kalemi sâhibine vermek için Merv'den tekrar Şam'a gitti Eshâb-ı kirâm (radıyallahü anhüm) ile onları gören Tâbiînin hâllerini anlatan eserleri okurken çok ağlar kendinden geçerdi Peygamber efendimizi sallallahü aleyhi ve sellem görüp sohbetlerinde bulunma şerefine kavuştukları için Eshâb-ı kirâmın üstünlüğünü anlatır ve:

"Muâviye'nin radıyallahü anh, Resûlullah'ın yanında giderken, bindiği atın burnuna giren toz, Ömer bin Abdülazîz'den bin defâ üstündür" buyururdu

Evinde hadîs-i şerîflerle çok meşgûl olduğundan; "Yalnızlıktan rahatsız olmuyor musun?" diye sorulduğunda; "Peygamber efendimiz ve Eshâbı radıyallahü anhüm ile berâber olunca insan hiç yalnızlık duyar mı?" karşılığını verirdi

Merv'de bir yıl ticâretle uğraşır, kazancının hepsini fakirlere dağıtırdı İkinci yıl İslâmiyet'i yaymak için cihâda, düşmanla harbe giderdi O, medresede müderris, hoca; câmide vâiz, şehirde tüccâr; harbde büyük bir kahramandı Kılıç ve kalem sâhibi idi Kalemiyle cihâda dâir eser yazdı, kılıcıyla da dillere destan olan kahramanlıklar gösterdi

Abbâsîler devrinde Bizanslılarla yapılan harplerden birine katılmıştı Abbâsî ordusu sessiz, sâkin ve aydınlık bir gecede Tarsus'un kuzeyinde karargâh kurmuştu Tarsus'un sırtlarında İslâm ve Bizans orduları görünüyordu İki taraf da kendilerini kuvvetli göstermek için alevleri göklere yükselen ateşler yakmışlardı Bu ateş ocaklarından birinin etrafında tepeden tırnağa silâhlı askerler hilâl şeklinde oturmuşlar, ortalarında ise ince yapılı, nûrânî yüzlü bir zat onlara ders anlatıyordu Kimse vaktin nasıl geçtiğinin farkına varmamıştı Sözü kesip, duâsını yapınca istirahate çekildiler

Sabah namazı kılındıktan sonra, harp hazırlıkları başladı İki ordu karşı karşıya geldi Bizans ordusundan iri yapılı, kendisi ve atı zırhlara bürünmüş biri kılıç sallayarak ortaya çıktı Döğüşmek için müslümanlardan er istedi Müslüman saflarından bir kahraman onun karşısına çıktı Fakat, şehîd düştü Bu hâl müslümanların gayretine dokundu, ikinci bir yiğit daha çıktı O da şehîd oldu Sonra birkaç er daha şehîdlik şerbetini içti Rum ordusunda sevinç çığlıkları yükselirken, müslüman ordusunda tekbir ve Allah Allah sesleri ortalığı çınlatıyordu Bu sırada müslüman askerlerin arasından, atının üzerinde heybetli birinin meydana çıktığı görüldü Tamâmen zırhlara bürünmüştü Fakat kimse tanımıyordu Rum'un karşısında dimdik durdu Herkes son derece heyecanlı idiÇarpışma başladığı gibi, çevik bir hareketle kılıcını Rum'un göğsüne sapladı Müslüman saflarında tekbîr sadâları yükseliyordu Rum tarafı ise şaşkına döndü İkinci çıkan er de birincinin âkibetine uğradı Sonra birkaç kişiyi daha öldürdü Müslümanlar son derece sevinçliydi Müslüman er yerine dönünce bu kahramanın Abdullah bin Mübârek hazretleri olduğunu görüp hayret ettiler

Seferde bile ibâdetlerini gizlerdi Gazâ arkadaşı Muhammed bin Âyun şöyle anlatır:

Seferde bir gece, Abdullah bin Mübârek (raleyh) istirâhate çekilmişti Ben de mızrağıma dayanmış oturuyordum Benim uyuduğumu zannedip kalktı ve fecr vaktine kadar namaz kıldı Sonra beni namaza kaldırmağa geldi Uyumadığımı ve halinden haberdar olduğumu anlayınca, hayâsından yüzü kızardı Sefer boyunca böyle yaptı

İbn-i Hibbân ise şöyle anlatır:

Bütün mücahidler İbn-i Mübârek ile Şam'a varmıştık Orada halkın ibâdetini, gazâya hazır hallerini, her gün seriyyelerin, küçük askerî birliklerin geliş-gidişlerini görünce, İbn-i Mübârek; "Bu güzel haller ile Rabbimizin huzûruna çıkacağız Burada Cennet kapılarını açtık" buyurdu

Misis'teki ikâmeti sırasında ilim, ibâdet ve cihâddan geri durmadı Misis'te, ikindi namazında Cumâ Mescidi'ne gelir, güneş batıncaya kadar kıbleye karşı oturur, Allahü teâlânın zikriyle, meşgûl olur, kimseyle konuşmazdı "Kim gündüzünü Allahü teâlâyı anarak geçirirse, o, bütün gün zikretmişlerden sayılır" buyururdu

Misis nâhiyesinde on yedi bin hadîs-i şerîf rivâyet etti Küçük yaştaki talebesi Abde bin Süleymân'a hadîs-i şerîf yazdırır ilim öğretir, üstelik ona para da verirdi

Pekçok kez hacca gitti

Bir sene hacdan sonra rüyâsında gökten inen iki melekten birinin diğerine; "Bu sene kaç kişi hacca geldi?" dediğini duydu Öbür melek; "Altı yüz bin kişi" dedi "Peki kaç kişinin haccı kabûl edildi?" O da; "Bunlardan hiç birinin haccı kabûl edilmedi" diye cevap verdi

Abdullah bin Mübârek buyurdu ki:

Bunu işitince üzerime büyük bir sıkıntı çöktü Dedim ki:

"Bunca insan, bunca zahmet ve meşakkate katlanıp dünyânın her tarafından hacca geldiler Çöller aşarak zor şartlarda büyük sıkıntılara katlandılar Bütün bu emekler boşa mı gidecek?"

Bunun üzerine o melek; "Şam'da ayakkabı tâmir eden Ali bin Muvaffak adında biri vardır O, hacca gitmeye niyet etmişti, fakat gidemedi Lâkin haccı kabûl edildi Altı yüz bin hacıyı ona bağışladılar da hepsinin haccı kabûl edildi" dedi

Abdullah bin Mübârek şöyle anlatıyor:

Bunu işitince uykudan uyandım ve; "Gidip o zâtı ziyâret etmeliyim!" dedim Arkadaşlarımdan ayrılıp, Şam kâfilesine katıldım Şam'a gidince, o zâtın evini araştırıp buldum Kapıyı çaldım Bir kimse kapıya çıktı Adını sordum "Ali bin Muvaffak" dedi İsmimi sordu "Abdullah bin Mübârek" deyince, feryâd edip kendinden geçti Ayılınca, gördüğüm rüyâyı kendisine anlattım Haccının kabûl edildiğini ve kendi haccı ile berâber altı yüz bin kişinin ibâdetinin kabûl edildiğini de haber vererek; "Bana nasıl hayırlı bir amel işlediğini anlat" dedim O da anlattı:

Ben ayakkabı tâmircisiyim Otuz seneden beri hacca gitmeyi arzu ederdim Bu işimden, otuz senede üç yüz dirhem gümüş biriktirdim Bu sene hacca gidecektim Hanımım hâmileydi Komşu evden burnuna yemek kokusu gelince; komşudan yemek istememi söyledi Gidip, onun arzusunu bildirdim Komşum ağlayarak şöyle dedi: "Ey Ali bin Muvaffak, bizim bu yemeğimiz size helâl değildir Çünkü üç gündür, çocuklarım bir şey yememişlerdir Bütün Şam şehrinde hiç bir iş bulamadım Kimse bana iş vermedi Ölü bir hayvan gördüm Zarûret mikdârınca ondan bir parça kesip getirdim Çocuklara yemek pişiriyorum Size helâl olmaz"

Bunu duyunca içime bir acı düştü Hac için biriktirdiğim gümüşleri getirip verdim ve; "Bunu çocuklarına nafaka yap, haccımız bu olsun!" dedim Abdullah bin Mübârek bunun üzerine; "Allahü teâlâ, doğru rüyâ gösterdi" buyurdu

Abdullah bin Mübârek hazretleri çok mütevâziydi Doğru ve güzel sözü, bir çobandan bile duysa kıymet verirdi

Cömert idi Arkadaşlarına ve muhtaçlara para vererek yardımlarına koşardı Süfyân-ı Sevrî, Süfyân bin Uyeyne, Fudayl bin İyâd, İbn-i Semmâk, Mesrûk gibi zâtlara çok ihsânı vardı

Bir sene hacca giderken bir çöplüğün yanından geçiyorlardı Orada yerden ölü kuşu alan bir kızcağız gördü Ona hâlini sordu O da; "Benden başka bir de kardeşim var Yoksuluz, bir şeyimiz yok Üç gündür açız Biz zengindik Babamızın malı vardı Zulm ve haksızlıkla malını alıp öldürdüler Gördüğünüz gibi muhtaç hâle düştük" dedi Gözleri yaşaran Abdullah bin Mübârek hazretleri yanındaki bin altından 40'ını memlekete dönmek için ayırdı, kalanının o kızcağızın âilesine verilmesini emrederek; "Geri dönüyoruz bu seneki haccımız bu olsun" buyurup, geri döndü

Abdullah bin Mübârek misâfirperverdi Canının istediği bir şeyi misafirsiz yemezdi Sebebini sorduklarında; "Kıyâmet günü misafir ile yenenden sual olunmayacağını duydum da ondan" diye cevap verirdi Onun çok ikrâmda bulunduğunu gören birisi; "Malınız azalıyor, misâfire ikrâm işini biraz azaltsanız?" dediğinde; "Mal azalıyorsa, ömür de bitiyor" buyurdu

İnsanların iyiliğini isterdi Yanına sık sık gelen kötü huylu bir kimse birgün ondan ayrıldı, gelmez oldu Bunun ayrılmasına çok üzüldü; "Niçin üzülüyorsun?" dediklerinde; "O zavallı gitti O kötü huylar kendinden ayrılmadı Onun haline üzülüyorum Bizim yanımızda bir müddet daha kalsaydı ahlâkı düzelebilirdi" dedi

Gördüklerinden ibret alırdı Soğuk bir kış günü Nişâbur pazarında giderken, sırtında yalnız bir gömleği olduğu için üşüyüp titreyen bir köleye rastladı Ona; "Efendine söylesen de sana bir palto alsa olmaz mı?" dedi Köle; "Efendime ne söyleyebilirim ki, o hâlimi görüyor ve biliyor" deyince, Abdullah bin Mübârek hazretleri feryâd edip yere düştü Kendine geldiğinde; "Sabrı ve kanâatı bu köleden öğreniniz" buyurdu

Firâset sâhibiydi Söylenen sözlerin inceliğine hemen vâkıf olurdu Sehl bin Ali bin Abdullah Mervezî, Abdullah bin Mübârek'in derslerine devâm ederdi Bir gün; "Artık senin dersine gelmeyeceğim Çünkü, bugün gelirken, senin kızların dama çıkmış, beni çağırıyorlardı Benim Sehl'im, benim Sehl'im diyorlardı Bunların terbiyesini vermiyor musun?" dedi Abdullah bin Mübârek, o gece talebesini toplayıp; "Sehl'in cenâze namazına gidelim" dedi Gidip, vefât etmiş buldular "Vefâtını nereden anladın?" dediklerinde; "Benim hiç câriyem yok O gördükleri Cennet hûrîleri idi Onu Cennet'e çağırıyorlardı" dedi

Din gayreti çoktu Allahü teâlâdan başkasına ibâdet edilmesine hiç tahammülü yoktu Kendisi şöyle anlatır: "Bir ateşperest ile çalışıyorduk Namaz vakti gelince ondan, namaz kılarken, bana zarar vermeyeceğine dâir söz aldım Bunun üzerine namaz vaktinde rahatça bir namaz kıldım Sonra ateşperest şahsın ibâdet zamânı geldi Şimdi sıra bende, ben ibâdet ederken, sen de zarar vermeyeceğine dâir söz ver deyince, rahatça ibadet edebileceğini bildirdim

Fakat ateşperest ateşe tapmak üzere secdeye varınca, sözümde duramadım ve üzerine atıldım O anda; "Söz verdiğin zaman ahdini yerine getir!" diye bir ses duydum ve hemen geri çekildim Ateşperest ibâdetini bitirince; "Evvelâ hücûm ettin Sonra niye vazgeçtin?" diye sordu "Ben Allah'tan başkasına secde ettiğin zaman, dayanamadım, üzerine atıldım Seni öldürmek istiyordum Fakat tam o anda; "Söz verdiğin zaman, ahdini yerine getir!" diyen bir ses, beni bu işten alıkoydu" dedim Bunun üzerine ateşperest; "Rab, senin rabbindir! Kendi düşmanı için, dostunu bile azarlıyor! İşte huzûrunda müslüman oluyorum" diyerek Kelime-i şehâdet getirdi

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #51
[KAPLAN]
Varsayılan


Abdullah bin Mübârek hazretleri duâsı makbûl olanlardandı Muhtâc olanlar, ondan duâ isterlerdi Bir gün bir âmâ gelip; "Bana duâ buyurun da, Allahü teâlâ gözlerime görme kuvveti versin!" dedi Bunun üzerine Allahü teâlâya yalvarıp duâ eyleyince derhal gözleri görmeye başladı

Her işi ilmine uygundu Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ilmine tam vâristi Sünnete uyar, bid'atten ve bid'at ehlinden nefret ederdi Böyle kimselerle oturmadığı gibi, oturanları da men ederdi Zararını anlatır ve münâfıklık alâmetlerinden olduğunu söylerdi

Horasan âlimlerinden Abdullah bin Ömer Serahbî şöyle buyurdu: "Bir keresinde bid'at ehliyle oturup yemek yedim Abdullah bin Mübârek bundan haberdâr olunca, bana; "Seninle otuz gün konuşmayacağım" dedi ve öyle yaptı

Başkasında gördüğü bir kusuru münâsib bir lisanla anlatmaya çalışırdı Huzûrunda birisi aksırdı ve "Elhamdülillah" demeyi unuttu O kimseye, suâl sorar bir edâ ile; "Aksıranın ne demesi îcâb eder efendim?" dedi O cevâben; "Elhamdülillah" deyince, Abdullah bin Mübârek de; "Yerhamükellah" buyurdu Bu rivâyeti bildiren Muhammed bin Cemîl; "Bu edebli hareket bizi şaşırttı Bu edebe hayrân olduk" demektedir

Buyururdu ki:

"Biz çok ilimden ziyâde az da olsa edebe muhtâcız"

"Âlimler edeb hakkında çok şeyler söylediler Bize göre edeb, insanın kendini tanımasıdır"

"Âlimleri hafife alanların âhireti, ümerâyı hafife alanların dünyâsı, dostlarını hafife alanların mürüvveti yıkılır"

"Kalbinde Allah korkusu çok az olan, dünyâ sevgisi bulunan, haramlardan sakınmayan, âlim olduğunu söylerse şaşılır"

"Sâlih kimselerden olmadığım hâlde, sâlihleri severim Kötü kimselerden daha aşağı olduğum halde, kötüleri sevmem"

"Eğer gıybet etseydim, anamı, babamı gıybet ederdim Çünkü sevâblarımın onlara verilmesi daha hayırlı olur"

"Müstehabları yapmakta gevşek davranan, sünnetleri yapamaz Sünnetleri yapmakta gevşek davranmak, farzların yapılmasını zorlaştırır Farzlarda gevşek davranan da mârifete, Allahü teâlânın rızâsına kavuşamaz"

Birisine; "Allahü teâlâyı murâkabe et!" dedi O kişi; "Bu nasıl olur?" deyince; "Allahü teâlâyı görür gibi ol" buyurdu

"İnsan; nefs, şeytan, münâfık gibi üç düşmanla karşı karşıyadır ve bunlardan kurtulmak çok güçtür"

"Çalışıp kazanma zahmeti çekmemiş kimsede hayır yoktur"

"İlmin evveli niyet, sonra anlamak, sonra yapmak, sonra muhâfaza, sonra da yaymaktır"

"Nefsini bilen Rabbini bilir" hadîs-i şerîfinin sırrına eren, nefsini sokakta gördüğü köpekten aşağı bilir"

"Nice küçük amel, niyetle büyür, nice büyük amel ise niyetle küçülür"

"Kim ilmi ararsa öğrenir İlmi öğrenen, günah işlemekten korkar Günahtan korkan ondan kaçar Ondan kaçan ise kıyâmet günü hesaptan kurtulur"

"Şüpheli bir kuruşu geri vermeyi, binlerce lira sadaka dağıtmaktan daha fazla severim"

"Din kardeşimin bir ihtiyâcını görmem, bir sene nâfile ibâdet etmemden daha önemlidir"

"İnsanların en alçağı kimdir?" diye sorulunca; "Din kisvesi altında dünyâ menfaati sağlayandır" buyurdu

"İlimde cimrilik yapan kişiye Allahü teâlâ üç belâ verir: Ya ölür, ilmi gider Yâhud unutur veya kendine ilmi unutturacak kimse ile dostluk kurar, öylece ilmi gider"

"Ben, peygamberlikten sonra ilimden daha üstün bir rütbe olduğunu zannetmiyorum Âlimlerden biri, bir ihtiyaçla karşılaşınca, onun ile meşgûl olur, okuyamaz Onun ihtiyâcını giderip, okumasını sağlamak daha makbûldür"

"İnsandaki en üstün haslet hangisidir?" diye sorulunca; "Kâmil akıl" buyurdu "Eğer o yoksa?" dediler "Güzel edebdir" buyurdu "O da yoksa?" dediler "Kendisiyle istişâre edilecek şefkatli bir kardeş" buyurdu "O da yoksa?" "Devamlı sükût" buyurdu "O da bulunmazsa?" dediklerinde; "Ölmek" buyurdu

"Şu dört cümle, dört bin hadîs-i şerîften seçilmiştir; kadına güvenme, mala aldanma, mîdeni fazlaca doldurma, işine yarıyacak kadar ilim öğren"

"Bir âlimin sakınması gereken en önemli husus; Allahü teâlânın haram kıldığı şeylerden uzak durması ve dünyâya gönül bağlamamasıdır"

"Dünyâ sevgisi ve günahların istilâ ettikleri kalpten nasıl hayır beklenir"

"Allahü teâlâya isyân ederken, O'nu sevdiğini açıklarsın Bu ise kıyasta acâibdir Eğer sevgin doğru olsaydı, O'na itâat ederdin; çünkü seven, sevdiğine itâat eder"

"Güzel ahlâkı, bir cümlede hülâsa eder misin?" diye sorduklarında; "Kızmamaktır" buyurdu

Abdullah bin Mübârek vefâtı yaklaştığı zaman bütün malını fakirlere verdi Hizmetinde bulunan bir talebesi; "Efendim, mâlûmunuz üç çocuğunuz var Onlara mîras bırakmayacak mısınız?" deyince:

"Onları Allahü teâlâya emânet ediyorum O, en iyi vekildir Eğer çocuklarım, sâlih olursa, cenâb-ı Hak, hiç ummadıkları yerden rızıklandırır Yok, fâsık olurlarsa, malımın kötü insanlara kalmasını istemem" buyurdu

Vefâtı ânında gözlerini açtı, güldü ve meâlen; "Amel edenler, bu ebedî nîmete kavuşmak için çalışsınlar" (Sâffât sûresi: 61) âyet-i kerîmesini okudu

Abdullah bin Mübârek vefâtı esnâsında, âzâdlı kölesi olan Nasr'a; "Başımı toprağa koy!" dedi Nasr ağladı "Niçin ağlıyorsun?" deyince; "Senin iki varlığını, servetini ve şimdi de yoksul olarak ölümünü görüp ağlıyorum" dedi İbn-i Mübârek; "Ağlama Zîrâ ben, Allahü teâlâdan zenginler gibi yaşamamı ve yoksullar gibi ölmemi istedim Sonra sen, bana şehâdeti telkîn et ve ben başka bir söz konuşmadıkça da onu terk etme" buyurdu

Fudayl bin Iyâd'ın oğlu Muhammed şöyle anlattı:

Abdullah bin Mübârek'i rüyâmda gördüm Ona; "En üstün amel nedir?" dedim "İçinde bulunduğundur" buyurdu "Hudud boylarında beklemek de cihâd mıdır?" dedim "Evet" buyurdu "Allahü teâlâ sana ne muâmele yaptı?" dedim "Beni sonsuz mağfireti ile mağfiret edip, izzet ve ikrâmlarda bulundu" dedi

Misisli İsmâil ibni İbrâhim anlatır:

Hâris bin Atiyye'yi rüyâda görüp ona hâlini sordum; "Rabbim beni mağfiret etti" dedi "Abdullah bin Mübârek nerededir?" dedim "O, her gün Allahü teâlânın huzûruna çıkanlardandır" dedi

Nevfel anlatır:

"Abdullah bin Mübârek'i rüyâda gördüm ve; "Rabbin sana ne muâmele yaptı?" dedim O da; "Beni mağfiret etti" buyurdu "Süfyân-ı Sevrî'ye ne yaptı?" dedim "O, şehîdlerin içinde yüksek derecelerindedir" buyurdu

Buyurdu ki:

"Ölümden sonrası için ölmeden önce hazırlık yap"

"Kişi için en güzel süs; sükût, doğruluk ve vakârdır"

"Allahü teâlâdan korkan kimselerle berâber ol Bid'at sâhipleriyle oturmaktan sakın!"

"Bir kimsenin çoluğu-çocuğu, olup, onların ihtiyâcı için çalışsa, geceleri kalkıp üzerleri açık olarak gördüğü evlâdının üzerlerini yorganları ile örtse, onun bu çeşit işleri gazâ ve cihaddân daha üstündür"

Büyük âlimler onu methetmiştir

İbn-i İshâk şöyle dedi: "Ben, Sahâbe-i kirâm ile Abdullah bin Mübârek'in işlerine, hâllerine dikkat ettim Onların aynı idi Yalnız, Eshâb-ı kirâmın (r anhüm) üstünlükleri, Peygamber efendimizin eşsiz sohbetlerinde bulunmaktan ileri geliyordu"

Fudayl bin İyâd: "Onu sevmemin asıl sebebi Allahü teâlâdan çok korkmasıdır"

Abdullah bin Mus'ab: "Hadîs ve fıkıh ilmini, Arap edebiyâtını iyi bilen, şecâatı, ticâreti, cömertliği ve yanında olmadıkları zaman da, arkadaşlarına muhabbeti kendisinde toplamış mümtâz bir zât idi"

Eserleri:

1) Kitab-üz-Zühd ver-Rekâik: Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem, Eshâb-ı kirâmın ve Tâbiîn'in ibâdet, tevekkül, tevâzû ve kanâata dâir sözlerinden meydana gelmiştir 2) Kitâb-ül-Cihâd: Cihad ile ilgili hadîs-i şerîfleri ihtivâ eder Keşf-üz-Zunûn'dabu ikisinin onun ilk eserleri olduğu zikredilmektedir 3) Müsned, 4) Kitab-ül-Birri-Ves-Sıla, 5) Kitâb-üt-Tefsîr, 6) Kitabüt-Târîh, 7) Es-Sünen fil Fıkh

ALLAHÜ TEÂLÂYI BİLİR MİSİN?

Bir gün yolda gidiyordu Önünde birkaç koyunla bir çoban çocuk gördü Ona acıdı ve; "Zavallı, çocuklukta çobanlık yaparsa, büyüdükte Allahü teâlânın ibâdet ve mârifetine nasıl erişir?" dedi Sonra kendi kendine; "Gideyim, ona Allahü teâlâyı tanımakta bir mesele öğreteyim" deyip, çocuğun yanına geldi ve:

-Evlâdım, Allahü teâlâyı bilir misin? buyurdu

Çocuk:

-Kul nasıl sâhibini bilmez?" dedi

-Allahü teâlâ'yı ne ile biliyorsun?

-Bu koyunlarımla

-Bu koyunlarla, O'nu nasıl bilirsin?

-Bu birkaç koyun çobansız işe yaramaz Bunlara su ve ot verecek, kurttan ve diğer tehlikelerden koruyucu birisi lâzımdır Bundan anladım ki, kâinat, insanlar, cinler, hayvanlar ve canavarlar ve bu kanatlı kuşlar bir koruyucuya muhtaçtır Bu binlerce çeşit mahlûkatı korumaya kâdir olan, Allahü teâlâdan başkası değildir İşte bu koyunlarla Allahü teâlâyı, böylece bildim

-Allahü teâlâyı nasıl bilirsin?

-Hiç bir şeye benzetmeden bilirim

-Böyle olduğunu nasıl bildin?

-Yine bu koyunlardan

-Nasıl?

-Ben çobanım Onların koruyucusuyum Onlar benim korumam ve tasarrufumdadırlar Onlara dikkatle bakıyorum Ne onlar bana benzerler, ne de ben onlara benzerim Buradan, bir çoban koyunlarına benzemezse, Allahü teâlânın elbette kullarına benzemiyeceğini anladım Abdullah bin Mübârek:

-İyi söyledin İlimden bir şey öğrendin mi? buyurdu

Çocuk:

-Ben bu sahrâlarda, nasıl ilim tahsîl edebilirim, dedi

-Peki başka ne öğrenmişsin?

-Üç ilim öğrendim Gönül ilmi, dil ilmi ve beden ilmi

-Bunlar nelerdir, ben bunları bilmiyorum

-Gönül ilmi şudur ki, bana kalb verdi ve kendi mârifet ve muhabbeti yeri eyledi ki, bu kalb ile O'nu bileyim O'nun sevdiklerine gönülde yer vereyim, sevmediklerine yer vermiyeyim ve böylelerinden uzak olayım Dil ilmi şudur ki, bana dil verdi ve dili zikretmek, O'nun ismini söylemek yeri eyledi Bununla O'nu hatırlatanları dile getirmeği, O'ndan bahsetmiyen sözden onu korumayı, böyle sözden uzak olmayı îmâ etti Beden ilmi şudur ki, bana beden vermiştir ve onu kendine hizmet yeri eylemiştir Böylece O'na hizmet olan her şeyi yaparım, hizmet olmayan şeyi ise bedenimden uzaklaştırırım

Abdullah bin Mübârek, bunun üzerine:

-Ey çocuğum! Evvelki ve sonraki ilimler, senin bana bu öğrettiklerindir! dedikten sonra: Ey oğul, bana nasîhat ver, buyurdu

-Ey efendi! Âlim olduğun yüzünden belli oluyor Eğer ilmi Allah rızâsı için öğrendiysen, insanlardan istemeyi, beklemeyi kes Yok, dünyâ için öğrenmişsen, Cennet'e kavuşamazsın, dedi

KIZIMI KİME VEREYİM?

Merv şehri kâdısının bir kızı vardı Ülkedeki, ileri gelen zengin, makam ve mevkı sâhibi kimseler bu kızı isteyince hiç birine vermedi Bu zâtın Mübârek adlı, bağına-bahçesine bakan bir kölesi vardı Aradan iki ay geçmiş meyveler olgunlaşmış bolluk bereket gelmişti Efendisi, Mübârek'ten üzüm isteyince, toplayıp geldi Getirdiği üzüm çok güzel olmasına rağmen henüz olmamıştı, başka üzüm istedi O da ekşi çıktı Efendisi; "Bahçede o kadar üzüm var, niçin böyle üzüm getiriyorsun?" demekten kendini alamadı Mübârek; "Efendim! Ekşisini tatlısını bilmiyorum!" diye cevap verdi Bağ sâhibi; "Sübhanallah iki aydır bağdasın, daha hangisinin ekşi, hangisinin tatlı olduğunu bilmiyorsun" diye çıkıştı Mübârek onları yemekle değil korumakla vazîfeli olduğunu biliyordu Efendisi; "Niçin onlardan yemedin?" deyince; "Siz benden bağınızdaki meyvelerin muhâfazasını istediniz Yeyiniz demeyince alıp yemem uygun olur mu, emrinize karşı gelebilir miyim?" cevâbını verdi

Efendisi böyle bir hâdiseyle ilk defâ karşılaşmıştı Mübârek'in bu hâline hayran kaldı Güvenebileceği birini bulmuştu Gerçekten onu ve hâlini çok sevmişti Kölesine dönerek; "Sana bir şey soracağım" diye söze başladı Sonra; "Benim bir kızım var, malı makamı yüksek pekçok kimse onu ister Hangisine vereceğimi ne yapacağımı bilemiyorum Bu hususda bir fikrin olur mu? Sen ne dersin?" diye sordu Mübârek, bu söze karşı şöyle dedi:

"Efendim! İnsanlar, dâmâd için; câhiliyye devrinde soya sopa; yahûdîler ve hıristiyanlar güzelliğe, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem zamânında dindârlığa, Allahü teâlâdan korkup, haramlardan sakınmaya bakarlardı Zamânımızda ise, mala ve makama bakılıyor Artık bunlardan dilediğini seç"

Bunun üzerine efendisi:

"Ben dindarlığı ve takvâyı seçiyorum ve kızımı seninle evlendirmek istiyorum Çünkü sende haramlardan kaçma, dînine bağlılık, iyi hal, emânet ve güvenilirlik gördüm ve bunları sende buldum" dedi

O ise kendisinin köle olduğunu, parayla satıldığını, böyle olunca evlenmelerinin garib karşılanacağını, hem kızın buna râzı olmayacağını bir bir anlattı Akıl da öyle diyordu Ancak kâdı kararlı idi "Kalk eve gidelim" dedi Eve varınca hanımına; "Bu sâlih, dindâr, takvâ sâhibi bir köledir Kızımızı onunla evlendirmek istiyorum, senin fikrin ne?" deyince, hanımı; "Sen bilirsin, fakat bir de kıza soralım" cevabını verdi Anne durumu kıza açıp babasının niyetini söyleyince, kızı da bu hususta her şeyi anne ve babasına bıraktığını bildirdi Kadın kızın râzı olduğunu babasına anlatınca nikahları kıyıldı Fakat Mübârek, kızın yanına gitmiyordu Bu hâl kırk gün sürdü Bir vesîle ile anne durumdan haberdâr olunca dayanamadı; "Kızımızı kölene verdin, aradan bunca zaman geçtiği halde dönüp yüzüne bile bakmadı, bu yaptığı nedir? Bu nasıl iş?" diye şikâyet ve sitemde bulundu Bunun üzerine kâdı; "Ey Mübârek! Kızıma nâz mı ediyorsun? Niçin yanına gitmiyorsun?" demekten kendini alamadı Buna karşılık dâmâd:

"Ey müslümanların kâdısı! Ey efendim! Bu nasıl söz? Sizin kerîmenize nâz etmek ne haddime Lâkin kâdısınız Ola ki kızınız şüpheli bir şey yemiştir Şüpheden uzak olmak için bu zamâna kadar bekledim ve ona helâl yemek yedirdim Belki Allahü teâlâ bize sâlih bir evlâd verir Bundan başka bir düşüncem yoktur" dedi

Kırk gün geçtikten sonra ehline yaklaştı Haram ve helâle bu derece dikkat ettiği için Allahü teâlâ ona Abdullah isminde bir çocuk verdi

1) Tabakât-ı İbn-i Sa'd; c7, s372
2) Hilyet-ül-Evliyâ; c8, s162
3) Târih-i Bağdâd; c10, s152
4) Sıfat-üs-Safve; c4, s134
5) Vefeyât-ül-A'yân; c3, s33
6) Şezerât-üz-Zeheb; c1, s295
7) Abdullah bin Mübârek Mervezi; (Abdülmecîd Muhtesib, Amman 1392)
8) Tabakât-ül-Kübra (Şa'rânî); c1, s59
9) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c2, s104
10) Tezkiret-ül-Evliyâ; c1, s166
11) Nesâyim-ül-Mehabbe; s15
12) Rehber Ansiklopedisi; c1, s14
13) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c2, s97
14) İslam Târihi Ansiklopedisi; c1, s60
15) Ravd-ur-Reyyâhin; s90
16) Nevâdir-ül-Âlem; s 6,65,83
17) Tam İlmihal Seâdet-i Ebediyye; s1027

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #52
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH-I ŞEMDÎNÎ

Anadolu'da yetişen büyük velîlerden Kendilerine Silsile-i aliyye adı verilen büyük âlim ve velîler silsilesinin otuzuncusudur Bu diyârda Nakşibendî, Müceddidî, Hâlidî kolunun önde gelen temsilcisidir İsmi Abdullah'tır Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin onuncu torunu ve Seyyid Tâha-i Hakkârî'nin amcasıdır Lakâbı, Sirâcüddîn ve Menba-ul-Hilm'dir Doğum târihi bilinmemektedir Şemdinli civârında dünyâya gelmiş, 1813 (H1228) senesinde Şemdinli'nin Nehrî kasabasında vefât etmiştir Kabri orada olup, ziyâret edilmekte ve bereketleri hâsıl olmaktadır

Şemdinli'de dünyâya gelen asîl, temiz ve şerefli bir âileye mensûb olan Seyyid Abdullah Şemdînî, küçük yaşta ilim tahsîline yöneldi Zamânının usûlüne göre ilk tahsîlini gördükten sonra, Irak'ın Süleymâniye beldesine giderek oradaki medresede ilim öğrenmeye devâm etti Aklî ve naklî ilimleri tahsîl edip büyük âlim oldu Bu medresede ilim öğrenmekle meşgûl iken medrese arkadaşı Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî ile bir kardeş gibi yaşadılar Yüksek yaratılışı olan bu iki gönül dostu zâhirî ilimleri tahsîl ettikleri sırada kalb ve gönül ilmi olan tasavvufa karşı alâka duymaya başladılar Bu alâka, muhabbet ve aşk derecesine ulaşıp, kendilerini mânevî olarak terbiye edip, bâtınî ilimleri öğreterek yetiştirecek bir rehber, yol gösterici aradılar

Sonunda aradıkları rehberi hangisi daha evvel bulursa, o büyük zâttan alacağı mânevî feyz ve bereketin aralarında müşterek olmasını kararlaştırdılar Bu hususta birbirlerine söz verdiler Yâni aradıkları o büyük velîyi hangisi daha evvel bulur ve tanırsa hemen diğerinin de o zâtı tanımasına, ona bağlanıp feyz almasına vâsıta olacaktı

Kendilerine yol gösterecek mânevî bir rehberi aradıkları sırada Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî aldığı bâzı mânevî işâretler üzerine Hindistan'a gitmeye karar verdi Zâhirî ilimlerde yüksek bir âlim olan Abdullah-ı Şemdînî de onunla gitmek istedi Fakat Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî ona; "Ben gideyim, oradan alıp getirdiklerime ortağız" dedi Nihâyet Hindistan'a gitmek üzere Süleymâniye'den yola çıktı Uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra Hindistan'a ulaştı Sonunda Nakşibendiyye mânevî yolunun mürşid-i kâmili Şâh Gulâm-ı Ali Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin huzur ve sohbetleriyle şereflendi Kısa zamanda lâyık ve müstehak olduğu fazîlet ve olgunluğa ulaştı Tasavvuf yolunda ilerleyip evliyâlık derecesine yükseldi Hocası ona, İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak sûretiyle, insanların dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşmalarına vesîle olabilmek ve talebe yetiştirmek hususunda tam bir icâzet, diploma ve hilâfet verdi Hocasının tam ve mutlak vekili olarak aldığı yüksek feyz ve kemâlâtı, ilim ve edeb âşıklarına sunmak ve onları yetiştirmekle vazîfeli olarak Bağdâd'a gönderildi

Bundan sonra bütün âlem, vâsıtalı vâsıtasız irşâd ve feyz kaynağı olan Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin mânevî nûru ile nûrlanmaya başladı Böylece Bağdâd'da feyz ve nur saçan rahmet güneşi doğdu

Seyyid Abdullah-ı Şemdînî, daha önceki anlaşmalarının gereği bir müddet Bağdâd'da kaldıktan sonra Süleymâniye'ye dönen Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin ziyâretine gitti Mevlânâ'nın Hindistan'da elde ettiği mârifet ve kemâlâtı, olgunluğu görünce ona olan muhabbeti daha da arttı Medrese talebeliğinde arkadaşı olduğunu düşünmeyip o evliyâlık güneşinin sohbetlerine devâm etmeye başladı Onun önde gelen talebelerinden oldu Bâzı hasetçi ve inkârcı kimselerin, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin karşısına çıkıp, söz ve yazı ile onu kötülemeye, türlü türlü iftirâlarla ve düzme yalanlarla, ona gönül verenlerin yolunu kesmeye çalıştıkları sırada, o hep onun yanında bulundu Kendisinde bulunan asâlet ve yüksek kâbiliyet ile Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin talebe yetiştirmek husûsundaki mahâretinin birleşmesiyle kısa zamanda bütün ilimlerde ve tasavvuf hallerinde yetişerek olgunlaştı Mevlanâ hazretlerinin binlerce talebesi arasında en yükseklerinden oldu Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri ona talebe yetiştirmek üzere icâzet, diploma verdi Mevlânâ hazretlerinden icâzet ve hilâfet alanların baştan üçüncüsü olan Seyyid Abdullah-ı Şemdînî, kardeşi Seyyid Ahmed Geylânî hazretlerinin oğlu Seyyid Tâhâ-i Hakkârî'yi de, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'nin sohbetlerine götürerek, onun da bu yolda yetişmesine vesîle oldu

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri bir ara, Bağdâd'a gitti Bu sırada Abdullah-ı Şemdînî talebelerin başına geçip onları yetiştirmekle meşgûl oldu Daha sonra tekrar Süleymâniye'ye dönen Mevlânâ hazretleri, insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak üzere çeşitli beldelere yetiştirip gönderdiği talebeleriyle birlikte, Seyyid Abdullah-ı Şemdînî'yi de Şemdinli'ye gönderdi Seyyid Abdullah-ı Şemdînî, Şemdinli civârındaki Nehrî kasabasına yerleşti Nehrî'de medrese, tekke ve zâviyeler yaptırarak talebe yetiştirmeye başladı Türkiye, İran ve Irak'ın çeşitli yerlerinden ilim meclisine ve sohbetlerine koşan pekçok kimseyi zâhirî ve bâtınî ilimlerde yetiştirdi Peygamber efendimizden bu yana, evliyânın ve İslâm âlimlerinin anlattığı ve yaşadığı İslâmiyeti, güzel ahlâkı insanlara anlattı Bilhassa edeb ve ahlâktan mahrûm aşîretler üzerinde çok tesirli olup, onların düzelmesine vesîle oldu Kabîle ve aşîretlere, anlayacakları şekilde güzel nasîhatlar vermek sûretiyle onların doğru yola kavuşmalarına vesîle oldu

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri onun hakkında Seyyid Tâhâ-i Hakkârî'ye; "Seyyid Abdullah ne güzel bir şeyhdir Onda hiç kusûr yoktur Yalnız kusûru, onun münkiri yâni karşısına çıkıp onun büyüklüğünü inkâr eden kimseler bulunmamasıdır" buyurdu

Yine buyurdu ki:

"Beni, Seyyid Abdullah ve Seyyid Tâhâ'dan üstün tutmayınız" Eshâbı; "Onlar sizin talebenizdir, nasıl böyle dersiniz?" diye arz ettiklerinde; "Onlar şehzâdelerdir Pâdişâh olacaklardır Biz ise, bir müddet onların terbiyesi ile meşgûl olan ve böyle yüksek bir vazîfenin kendisine verildiği bir mürebbiyeyiz Mürebbî, şah olacak şehzâdeden üstün olabilir mi?" buyurdular

Berdesûr kasabasında bir medrese yapıp, müderrislik yapan ve mezunlar vermeye başlayan yeğeni Seyyid Tâhâ, arada bir huzûruna gelir, sohbetinde bulunurdu Her defâsında kendisine tasavvuf yoluna girmesi söylenir, o da; "Bir gün inşâallah o da olur" der ve kendi kendine; "Peygamberlerin, âlimlerin ve evliyânın hep düşmanları, hasetçileri, sevmiyenleri olmuştur Amcam, dedikleri gibi büyük evliyâdan olsa, muhakkak hasetçisi, düşmanı, çekemeyeni olurdu Hele bu âhir zamanda ve kıyâmetin yaklaştığı, hakîkatın unutulup, bid'atin revâc bulduğu böyle bir devranda acaba niçin hiç büyüklüğünü inkâr eden düşmanı yoktur?" diye düşünürdü Bir gün Berdesûr'da çarşıda birisinin, amcasının aleyhinde konuştuğunu gördü Bunun üzerine; "Sevmeyeni, kabûl etmeyeni olduğuna göre, evliyâdandır" deyip, Nehrî'ye geldi Amcasına teslîm olup, bir müddet istifâde etti Sonra Mevlânâ'nın dâveti üzerine Bağdâd'a gitti, orada kemâle geldi

Ömrünü ilim tahsîl etmeye, İslâmiyeti öğrenmeye ve öğretmeye vakfetmiş olan ve pekçok kerâmetleri görülen Seyyid Abdullah-ı Şemdînî hazretleri 1813 (H1228) senesinde Şemdinli'nin Nehrî kasabasında vefât etti Nehrî kabristânının girişinde defn edildi Kabrinin üzerinde sâde bir türbe vardır Mübârek kabri sevenleri tarafından ziyâret edilmekte, âşıkları duâ edip mübârek rûhundan feyz almaktadır Onu vesîle ederek duâ edenlerin maddî ve mânevî dertlerine dermân buldukları dilden dile anlatılmaktadır

Şemdinli'nin Nehrî kasabasında ilk defâ irşâd ve feyz kaynağı olan Seyyid Abdullah-ı Şemdînî, Şâfiî mezhebi fıkhında ve diğer ilimlerde derin âlim olup, ilmiyle âmil, büyük veli, peygamberlik sırlarına vâkıf ve hazret-i Osman'ın güzel ahlâkını hatırlatan güzel ahlâk sâhibi olup, hayâ ve edebin kaynağı idi Her hâli istikâmet ve doğruluk üzere idi Sohbetleri hasta ruhlara gıdâ, bakışları kararmış kalblere şifâ idi İnsanların dünyâda ve âhirette kurtuluşa ermelerinin, saâdet kapısının anahtarı idi Allahü teâlâ şefâatine ve feyzlerine mazhâr eylesin Amin

1) El-Minah; s108
2) Şems-üş-Şümûs; s136
3) Mecd-i Tâlid; s106
4) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s1128
__________________

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #53
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH-I ŞÜTTÂRÎ

Hindistan evliyâsından Doğum târihi ve yeri belli değildir Büyük âlim Şihâbüddîn Sühreverdî'nin torunlarındandır Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur İlim tahsîline başladıktan sonra Hemedâniyye tarîkatını Ali Hemedânî'den, Kâdiriyye tarîkatini ise Şeyh Abdülvehhâb'dan öğrendi Daha sonra Tayfûriyye tarîkati şeyhlerinden Muhammed Ârif'in sohbetlerine devâm ederek, talebesi oldu

Abdullah-ı Şüttârî nefsinin isteklerini yapmamakta çok azimli olduğundan hocası tarafından "Şüttâr" lakabı verildi Şeyh Muhammed Ârif, tasavvuf yolunda iyi bir şekilde yetişen Abdullah-ı Şüttârî'yi; icâzet, diploma vererek, halka doğru yolu göstermesi için Hindistan'a gönderdi ve; "Vardığın yerde şeyhlik yapanlara şöyle söyle: "Sâhib olduğunuz ilimden beni faydalandırınız Bu hususta bana cömerdlik ediniz Eğer bana verecek bir şeyiniz yoksa, ben sâhib olduğum ilmi sizden esirgemem" buyurdu

Hindistan'a gitmek üzere yola çıkan Abdullah-ı Şüttârî ilk olarak Bankipûr şehrine uğradı Burada yaşayan velî zâtlardan Şeyh Mahdûm Hüsâmeddîn, Râcî Seyyid Hâmid ve Şâh Seyyid bir yerde oturmuş sohbet ediyorlardı Abdullah-ı Şüttârî'nin geldiğini duyunca, Şeyh Hüsâmeddîn;"Şeyh Abdullah misâfirdir Bizler ise ev sâhibi olduğumuzdan onu ziyârete gitmemiz münâsib olanıdır" dedi ve yola çıktılar Onların geldiğini haber alan Şüttârî misâfirlerini çadırın dışına çıkıp karşıladı Şeyh Abdullah onlara; "Bana bir şey lutfedin, ben Hakkın tâlibiyim Yoksa ben hocalarımdan öğrendiklerimi size anlatmaya hazırım" dedi Şeyh Hüsâmeddîn tam bir tevâzû ile; "Bir şeyim yok ki, bu hususta sana bir şey vereyim Hocalarımdan öğrendiklerimin henüz mütâlaasını bitirmedim Fakat sizden bir şeyler öğrenmek isterim" dedi Bunun üzerine Abdullah-ı Şüttârî; "Elhamdülillah Hindistan'da kâmil bir ârif gördüm" dedi

Abdullah-ı Şüttârî, daha sonra yoluna devâm ederek Canpûr şehrine gitti Orada meşhûr oldu Devlet ricâli ve birçok ilim tâliplisi sohbetlerinde bulundu Abdullah-ı Şüttârî'nin bir kösü, büyük davulu vardı Ona vurup; "Hakkı, talep eden, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak isteyen var mı gelsin Ona bu hususta rehberlik edeyim" diye seslenirdi Mecliste oturduğu zaman etrafına bakındıktan sonra; "Burada ilim talebesi olan, kalbi şüphelilerle dolu kimseler var Bir şeyler anlatmak için, inanmak lazımdır Bu olmadan olmaz" buyururdu

Bir gün Sultan İbrâhim Şarkî, Abdullah-ı Şüttârî'nin huzuruna geldi ve; "Duyduğuma göre siz Hakk'a çağırma, Hakk'a ulaşmak için rehberlik dâvâsında bulunuyormuşsunuz? Niçin bana da bir şey göstermiyorsunuz?" diye sorunca; "Allahü teâlâ herkesi bir iş için yaratmıştır Siz saltanat, idârecilik işleri ile uğraşınız Halkın fayda görmesi size bağlıdır" dedi Bunun üzerine Sultan; "Başka birine tasarrufta bulunun" deyince, Şeyh Abdullah; "Kabûl edecek cevher lazımdır" dedi Sultan; "Burada bu kadar insan var İçlerinden birinde de mi bu cevher yok?" diye sorunca Abdullah-ı Şüttârî'yi bir hâl kapladı Sultanın arkasında duran bir gence teveccüh eyledi Genç kendinden geçti Sonra bu genç bütün işini bırakıp Abdullah-ı Şüttârî'ye talebe oldu

Abdullah-ı Şüttârî daha sonra Câbih vilâyetine gitti Câbih sultanı başşehir Mend'de ona bir ev tahsis etti Burada sakin ve sessiz bir şekilde halkı Allahü teâlânın emirlerine uyma ve yasaklarından sakınmaya dâvet etti

Talebe olmak için birisi huzuruna gelince akıl ve uyanıklık bakımından derecesini ölçmek için ona katıklı ekmek gönderir, ekmeği katıkla beraber mi yiyor, yoksa birisi kalıyor mu diye tâkib için de birini vazîfelendirirdi Eğer beraber yediği görülürse, bunu onun firâset ve akıllılığına, uyanıklılığına işâret sayar, ona kalb ile yapacağı vazîfeler verirdi Yok, birini yiyip, diğerini bıraktığı görülürse, onun bu işte kuvvetinin azlığına işâret sayarak zâhirle alâkalı kolay yapabileceği vazîfeler verirdi

İnsanları Allahü teâlânın rızâsını kazanmaya çağıran bir rehber olan Abdullah-ı Şüttârî 1428 (H832)de vefât etti Kabri, Mend kalesindedir

1) Ahbâr-ul-Ahyâr; s182
2) Tıbyânu Vesâil-il-Hakayık (Süleymâniye Kütüphânesi Fâtih Kısmı, 431); c2 s148b
3) Hazînet-ül-Asfiyâ; c2, s185
4) Nüzhet-ül-Nevâtır; c3, s180
5) The Sufi Orders in İslâm; s97

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #54
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH TERCÜMÂN

Büyük âlim ve evliyâ Onbeşinci asırda yaşamıştır Kabri Tunus'tadır Akdeniz'de bulunan Balear adalarının büyüğü olan Mayorka Adasında hıristiyan bir âilenin tek çocuğuydu Tahsil yaşı gelince Nebuniye şehrinin en meşhur papazı olan Nikola Nertil'in yanında yetişti İncil'i ezberledi Hocası olan papazın yol göstermesi ile Tunus'a gitti ve orada müslüman oldu Arapça'yı öğrenip İslâm ilimlerinde yetişti Hıristiyanlığın iç yüzünü ve nasıl bozulduğunu anlattığı Tuhfet-ül-Erîb adlı eserini yazdı 1420 yılında tamamlanıp 1873 yılında Londra'da ilk baskısı yapılan bu kitap 1981 yılında da İstanbul'da İhlâs Vakfı tarafından bastırıldı Eser Hacı Zihni Efendi tarafından Türkçeye tercüme edildi ve Osmanlıca baskıları yapıldı El yazması Berlin Kütüphanesindedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #55
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH İBNİ VEHB

Mısır'da yetişen âlim ve velîlerden İsmi Abdullah bin Vehb el-Fihrî, künyesi Ebû Muhammed'dir 742 (H125) senesinde doğdu 812 (H197) senesinde vefât etti Fıkıh ve hadîs ilminde güvenilir ve fazîlet sâhibi bir zât idi

Abdullah ibni Vehb, küçük yaşta ilim tahsîline başladı İlim öğrendiği hocalarının sayısı üç yüz yetmiş civarındadır Bunların en meşhurları İmâm-ı Mâlik, Havye bin Şüreyh, Saîd bin Ebî Eyyûb, Leys bin Sa'd, Süleymân bin Bilâl, İbn-i Cüreyc, Süfyân-ı Sevrî veSüfyân bin Uyeyne hazretleri gibi büyüklerdir İmâm-ı Mâlik hazretlerinin derslerinde kemâle gelip olgunlaştı İmâm-ı Mâlik, Abdullah bin Vehb'e yazdığı mektuplarında; "Mısır'ın fakihi (fıkıh âlimi) Ebû Muhammed Müftî" diye hitâb ederdi Bundan başkasına fakîh diye hitâb etmez ve yazmazdı Abdullah bin Vehb'e ayrıca "Dîvân-ül ilm" yâni İlmin kütüphânesi denilmiştir Hadîs-i şerîf ilminde hâfız, yüz bin hadîs-i şerîfi, râvileri ile birlikte ezbere bilen ünvânı verildi Kendisinden rivâyet edilen hadîs-i şerîflerin sayısı yüz bin civârındadır İmâm-ı Mâlik'in talebelerinden, hocası tarafından en çok sevilen ve sünneti en iyi bilen olduğu rivâyet edilmektedir Ahmed bin Sâlih; "İbn-i Vehb'den daha fazla hadîs-i şerîf rivâyet eden birini tanımıyorum" dedi

Hazret-i Abdullah bin Vehb, fıkıh ilminde de çok yüksek idi Bu yüzden, kendisi için; "Hadîs ilmi ile fıkıh ilmini cem' eden" buyruldu Bir defâsında, İmâm-ı Mâlik'in huzurunda, İbn-i Kâsım ile İbn-i Vehb'den bahsediliyordu İmâm-ı Mâlik; "İbn-i Vehb bütün ilimlerde âlimdir İbn-i Kâsım ise sadece fakîhdir" buyurdu

Medîne ahâlisi bir meselede ihtilaf ettikleri vakit, İbn-i Vehb'in gelmesini beklerler, geldiği zaman ihtilaf ettikleri meseleyi kendisine arzedip verdiği fetvâyı kabûl ederlerdi

Abdullah ibni Vehb buyurdu ki: "Allahü teâlâ beni, İmâm-ı Mâlik ve Leys bin Sa'd vesîlesi ile dalâlete düşmekten kurtardı" "Bu nasıl oldu?" diye sordular "Ben hadîs-i şerîfleri toplamakla meşgûl iken, bana ulaşan çeşitli rivâyetler karşısında şaşırıp kalmıştım Ne zaman ki, İmâm-ı Mâlik ve Leys bin Sa'd hazretleri ile karşılaştım Onlar beni, şu rivâyeti al, şunları alma Bu hadîs-i şerîfin mânâsı şudur Şunun mânâsı şöyledir, diye îkâz ettiler Böylece şaşırmaktan ve dalâlete düşmekten kurtuldum" buyurdu

Bir defâ, zamanın halîfesi, kendisine mektup yazıp, kâdı olması için teklifte bulundu ise de, mesûliyetinin çok ağır olması sebebiyle kabûl etmedi "Niçin kabûl etmiyorsunuz? Allahü teâlânın kitâbı, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sünneti ile hüküm verirsiniz" diyenlere; "Bilmiyor musunuz? Kıyâmet günü âlimler peygamberler ile ve kâdılar sultanlar ile berâber haşr olunacaklar, berâber diriltilecekler" buyurdu

Öğrendiği ilmi başkalarına da öğretti Bu şekilde yetiştirdiği talebelerin en meşhurları arasında kardeşinin oğlu, Ahmed bin Yûsuf et-Tenîsî, Ahmed bin Sâlih el-Mısrî, İbrâhim bin Münzir, Yahyâ bin el-Mekâbirî bulunmaktadır

Yahyâ bin Bekir diyor ki: "Hazret-i Abdullah ibni Vehb'in ömrünün üçte biri, kendi nefsini terbiye ve hesâba çekmekle, üçte biri ilim öğretmekle ve üçte biri de hacca gidip gelmekle geçmiştir"

Otuz altı defâ hac ettiği rivâyet edilmektedir

İmâm-ı Ahmed bin Hanbel'e İbn-i Vehb hakkında sordular Buyurdu ki: "İbn-i Vehb akıllı, din ve sâlih ameller sâhibidir"

Abdullah ibni Vehb hazretleri bir gün bir kimsenin; "(Kâfirler) (Cehennem) ateşinin içinde birbirleriyle çekişirlerken, zayıf olanlar, o büyüklük taslıyanlara; "Biz size uymuştuk, şimdi ateşin birazını bizden savabilir misiniz?" derler" (Mü'min sûresi: 47) âyet-i kerîmesini okuduğunu işitti Titremeye başladı ve uzun müddet kendisine gelemedi

Bir gün talebeleri kendisine; "Korktuğumuzdan emin olmak için ne yapalım?" dediler O zaman onlara Peygamber efendimizin şu hadîs-i şerîfini okudu:

"Biriniz bir yere indiği zaman, (Eûzü bi-kelimâtillahittâmmâti min şerri mâ haleka) desin Çünkü oradan gidinceye kadar hiç bir şey ona zarar ve kötülük yapmaz"

Yine kendisinden; duânın kabûl edilmesi, hayır ve misâfire ikrâmdan soruldu O zaman şu hadîs-i şerîfleri okudu:

"Kul günâh veya kat'-ı rahm (sılayı rahmi terk) dâvâsında bulunmadıkça ve acele etmedikçe duâsı kabul edilir" Eshâb-ı kirâm; "Yâ Resûlallah, acele etmek nedir?" diye sorunca; "Duâ ettim de kabul edildiğini görmedim der ve o anda vaz geçerek duâyı bırakır" buyurdular

Bir kimse Peygamber efendimize suâl edip "Müslümanların hangisi daha hayırlıdır?" dedi Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); "Elinden ve dilinden müslümanların emîn olduğu kimsedir" buyurdu

"Her kim Allah'a ve âhiret gününe îmân ederse ya hayır işlesin, yahud sussun Her kim Allah'a ve âhiret gününe îmân ederse, komşusuna ikrâm etsin Her kim Allah'a ve âhiret gününe îmân ederse, misâfirine ikrâm etsin"

Bir gün huzurunda kendisinin telif ettiği Kitabu Ahvâl-il Kıyâme isimli eserinden, kıyâmet hallerine ait mevzular okunuyordu Kitap bittiğinde, benzi sararmış, yüzünün kanı çekilmişti Bundan sonra hiç konuşamadı ve birkaç gün sonra vefât etti

Abdullah ibni Vehb'in son sohbetindeki nasîhati; "Kişinin beğendiği şeyi başkası için de beğenmesi güzel olur Kendisine faydası olmayanın başkasına faydası olmaz" şeklinde idi

Abdullah ibni Vehb hazretleri İmâm-ı Mâlik'den duyduğu hadîs-i şerîfleri, eserleri (Eshâb-ı kirâmdan nakledilen sözleri), edeb ve terbiye ile alâkalı meseleleri toplayıp El-Mücâlesât adında bir kitap meydana getirdi Ayrıca, hadîs ilmine dâir El-Câmi adlı iki cildlik eseri ve yine Muvatta-ı Sagîr, Muvatta-ı Kebîr, Kitâbu Ahvâl-il-Kıyâme ve Tefsir-ul Kur'ân adlı eserleri vardır

1) Vefeyât-ûl-A'yan; c3, s36
2) Hilyet-ül-Evliyâ; c8, sh324
3) Tehzîb-üt-Tehzîb; c6, s71
4) El-A'lâm; c4, s144
5) Tezkiret-ül-Huffâz; c1, s279
6) Brockelmân; Sup1, s257
7) Şezerât-uz-Zeheb; c1, s347
8) El-İntika; s48
9) Ed-Dîbâc; s132
10) Tertîb-ul-Medârik; c2, s421
11) Mu'cem-ül-Müellifîn; c6, s162
12) İzâh-ul Meknun; c1, s438, c2, s428
13) Mizan-ul-İ'tidal; c2, s86

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #56
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH YÂFİÎ

On dördüncü asırda Yemen'de yetişen Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerinden ve evliyâdan İsmi, Abdullah bin Es'ad bin Ali bin Süleymân bin Fellâh'tır Yâfiî nisbesiyle meşhûr olmuştur Künyesi Ebû Muhammed, Ebü'l-Berekât lakabı Afîfüddîn'dir Kutb-i Mekke diye de bilinir 1298 (H698) senesinde Aden şehrinde doğdu, 1367 (H768)'de Mekke'de vefât etti Mualla kabristanındadır

Küçük yaşta ilim tahsîline başlayan Abdullah Yâfiî önce Kur'ân-ı kerîm okumayı öğrendi Yemen'de AllâmeEbû Abdurrahmân Muhammed bin Ahmed ez-Züheynî, Ebû Abdullah Muhammed bin Ahmed el-Başşalî ve Aden Kâdısı Şerefüddîn Ahmed bin Ali el-Harrâzî'den aklî ve naklî ilimleri tahsîl etti Bir zaman ilmi bırakıp hep ibâdet ve tasavvufla meşgûl olmak istedi Bu düşüncesi ziyâdesiyle ilerlediğinden üzüntü ve keder hâlini aldı Bu arada o zamâna kadar eline almadığı bir kitaptan bir yer açıp;

Üzüntülerini at, işini kazaya bırak
Bâzan darlık açılır, bâzan dar olur fezâ

Sıkıntının ardından bakarsın gelir rızâ
Bir hâlle sevinirsin, mâziyi unutturur
Allah dilediğini yapar, sakın sen yüz döndürme

mısralarını okuyunca, üstüne bir rahatlık çöktü Allahü teâlâ kalbine ilme karşı bir meyil ihsân etti 1313 senesinde hac için Mekke-i mükerremeye gitti Şeyh Ali et-Tavâşî ile görüşüp meclis ve sohbetlerine katıldı Ondan zâhirî ve bâtınî ilimleri öğrendi İlimde ve tasavvufda yüksek derece sâhibi oldu Tarîkat silsilesi birkaç koldan Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerine ulaşır

Mekke-i mükerremeye yerleşip evlendi ve başka âlimlerin derslerini dinledi Fakîh Necmeddîn et-Taberî'den Hâvi kitabını okudu Hadîs ilmini Radıyüddîn Taberî'den öğrendi Sonra Mekke'den ayrılarak on sene insanlardan uzak yaşadı

1333 senesinde Kudüs'e gitti ve İbrâhim aleyhisselâmın makâmını ziyâret etti Oradan Şam'a, sonra da Mısır'a giderek İmâm-ı Şâfiî hazretleri ve Zünnûn-i Mısrî'nin kabirlerini ziyâret etti Karafe denilen yerde Hüseyn el-Câkî ve Şeyh Abdullah el-Menûfî'nin sohbetlerinde bulundu Tasavvuf yolunda ilerleyip evliyâlık derecelerine ulaştı

Sâlih kimselerden biri Resûlullah efendimizi rüyâsında gördü Resûlullah efendimiz Abdullah Yâfiî'nin ağzına tâze hurma koyuyordu Resûl-i ekremin yanında hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer de vardı Onlara ise olgun hurma ikrâm ediyordu Bu rüyâyı gören sâlih kimse, sabahleyin Abdullah Yâfiî'nin meclisine gidip rüyâsını anlatmak istedi Huzûrunda büyük kalabalık vardı Oradakilerden biri; "Yaş hurma ile Şeyh temyiz edildi" dedi Orada bulunanlardan fakir bir kimse de; "Ey Abdullah! Korku ile ümid arasında olduğundan Resûl-i ekrem sana tâze hurma verdi Hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer'in îmânları kuvvetli olduğundan, Server-i âlem onlara tam olgunlaşmış hurma ikrâm etti" dedi Abdullah Yâfiî'nin meclisinde bulunanlar böyle olursa Yâfiî hazretlerinin derecesini düşünmelidir

İmâm-ı Yâfiî hazretleri bir sohbetinde buyurdu ki:

"Mevtâları iyi veya kötü hâlde görmek, cenâb-ı Hakk'ın bâzı kullarına ihsân ettiği bir keşf ve kerâmettir Dirilere müjde vermek, onlara doğru yolu göstermek veya ölüler için hayırlı bir iş yapılmasına, borçlarının ödenmesine yaraması içindir Ölüleri görmek, daha çok rüyâda olmaktadır Uyanık iken görenler de vardır Evliyâ ve hâl sâhipleri için kerâmettir"

"Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki: Ölülerin illiyyîndeki veya siccîndeki rûhları, arasıra, yâni Allahü teâlâ dileyince, mezarlarındaki cesedlerine iâde olunurlar En çok Cumâ geceleri böyle olur Birbirleri ile buluşurlar, konuşurlar Cennetlik olanlar, nîmetlere kavuşur Azap görecekler, azâb olurlar Rûhlar, illiyyînde veya siccînde iken cesed olmaksızın da, nîmetlenir ve azap çekerler Kabirde ise, rûh ve cesed birlikte nîmetlenir Yâhut azaplanır"

Yüksek ilim sâhibi olan velîlerden Abdullah Yâfiî etrafında toplanan insanlara İslâm dîninin emir ve yasaklarını anlattı Kabir ziyâretine karşı çıkan ve evliyânın kerâmetini inkâr edenlere cevaplar verdi Bozuk îtikâd, inanış sâhibi olan İbn-i Teymiyye'ye cevaplar verdi Evliyânın kerâmetiyle ilgili olarak kendisine soru soran talebelerine şöyle buyurdu:

"Allahü teâlânın yardımı ile derim ki, evliyâda kerâmetlerin zuhûru, meydana gelmesi, aklen câiz ve naklen vâkidir Aklen câiz olması: Allahü teâlâ her şeye kâdirdir Kerâmetler de, mûcizeler kâbilinden mümkün olan şeylerdir Ehl-i sünnet ve cemâat âlimleri eserlerinde böyle olduğunu bildirmişlerdir Bu, şarkta, garbda, Arab diyârı olsun, Acem diyârı olsun, her tarafta böyledir

Kerâmetlerin vukûu naklen sâbittir; bu husus, Kur'ân-ı kerîmde, hadîs-i şerîflerde ve haberlerde bildirilmiştir Kur'ân-ı kerîmde, Âl-i İmrân sûresi otuz yedinci âyetinde hazret-i Meryem hakkında meâlen; "Bunun üzerine Rabbi, Meryem'i güzel bir kabûl ile kabûl buyurdu ve onu iyi bir şekilde yetiştirdi Zekeriyyâ Peygamberi de ona kefîl (himâyesine me'mur) kıldı Zekeriyyâ ne zaman Meryem'in bulunduğu mihrâba girdiyse, onun yanında bir yiyecek buldu "Ey Meryem! Bu sana nereden geliyor?" dedi O da; "Bu, Allah tarafından gönderiliyor Şüphe yok ki, Allah dilediğini hesapsız olarak rızıklandırır" dedi" buyrulmuştur Zekeriyyâ aleyhisselâm, yazın hazret-i Meryem'in yanında kış meyvesi, kışın da yaz meyvesi buluyordu Yine Kur'ân-ı kerîmde, Meryem sûresi yirmi beşinci âyetinde hazret-i Meryem hakkında meâlen; "Hurmanın da dalını kendine doğru silkele, üzerine devşirilmiş tâze hurmalar dökülsün" buyrulmuştur Bu tâze hurma, zamânının dışında oluyordu

Yine Mûsâ aleyhisselâmın annesine, oğlu Mûsâ'yı Nil Nehrine bir sepet içinde bırakması ilhâm olunmuştur Ayrıca Eshâb-ı Kehf'in (ranhüm) kıssası, köpeğin onlarla konuşması gibi hayret verici hâdiseler ve daha başkaları, kerâmetlerin naklen delilidir Bütün buraya kadar zikredilenler, peygamber değil velîlerdendir"

Bir müddet Medîne-i münevverede ikâmet eden veResûlullah efendimize komşuluk yapan Abdullah Yâfiî hazretleri tekrar Mekke-i mükerremeye döndü Orada ikinci defâ evlendi Sonra yaşlı hocası Şeyh Ali Tavâşî'yi ziyâret için Yemen'e kısa bir seyahatte bulundu Tekrar Mekke-i mükerremeye döndü Orada insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatıp talebe yetiştirmeye devâm etti 1346 senesinde hac için Mekke-i mükerremeye gelen İmâm-ı Sübkî ile tanışıp sohbetlerde bulundu

Kutb-i Mekke adıyla da bilinen Abdullah Yâfiî hazretleri tatlı sohbetlerinde evliyâullahın hâllerinden bahs eder; "Allah adamlarının anıldığı yere Rahmet-i ilâhî yağar" hadîs-i şerîfi gereğince hareket ederdi Onu dinleyenler saatlerce dinleseler usanmazlar, devamlı anlatmasını isterlerdi Tarîkat silsilesinde bulunan Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin hâl ve kerâmetlerinden çok anlatırdı

Abdülkâdir-i Geylânî'ye âit şu kıssa çok meşhûrdur Evliyânın büyükleri bunu bildirmişlerdir: "Bir kadın, Abdülkâdir-i Geylânî'ye çocuğunu getirip; "Oğlum seni çok seviyor Ben, Allah için bu oğlumdaki hakkımdan vazgeçtim Onu sana verdim" dedi Abdülkâdir-i Geylânî rahmetullahi aleyh de çocuğu kabûl etti Ona, nefsiyle mücâdeleyi ve tasavvuf yoluna girmeyi emretti Aradan bir müddet geçtikten sonra, annesi oğlunu görmeye geldi Oğlunu, açlıktan ve uykusuzluktan zayıflayıp sararmış gördü Oğlunun sâdece arpa ekmeği yediğini anladı Bunun üzerine Abdülkâdir-i Geylânî'nin huzûruna girdi Bu sırada Abdülkâdir-i Geylânî'nin sofrada tavuk yediğini gördüAbdülkâdir-i Geylânî'ye; "Sen kendin tavuk eti yiyorsun benim çocuk arpa ekmeği yiyor" dedi Bunun üzerine Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri, elini o kemiklerin üzerine koydu ve; "Çürümüş kemikleri dirilten Allahü teâlânın izni ile kalk!" dedi Tavuk, gıdaklıyarak kalktı Sonra Abdülkâdir-i Geylânî, kadına; "Oğlun böyle olduğu zaman, dilediğini yesin" buyurdu Kadın da çocuğunun böyle bir hoca elinde olgunlaşacağını düşünerek Allahü teâlâya şükür etti

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #57
[KAPLAN]
Varsayılan


Yine Abdülkâdir-i Geylânî'nin bulunduğu meclise, fırtınalı bir günde bir kuş geldi Mecliste karışıklık meydana getirdi Bunun üzerine Abdülkâdir-i Geylânî; "Ey rüzgâr! Bu kuşu yakala!" buyurunca, o ânda kuş bir tarafa, başı bir tarafa düştü Sonra Abdülkâdir-i Geylânî kürsüden inip, o kuşu aldı ve; "Bismillâhirrahmânirrahîm" dedi Kuş, hemen canlandı ve uçtu Orada bulunan herkes bunu gördü Abdülkâdir-i Geylânî rahmetullahi aleyh bir gün cumâ namazına gitmek için yola çıkmıştı Yolda içki yüklü üç hayvan gidiyor ve içki kokusu her tarafa yayılıyordu Abdülkâdir-i Geylânî, o yüklerin sâhibine durmasını ve gitmemesini söyledi Fakat o durmayıp yola devâm etti Bunun üzerine Abdülkâdir-i Geylânî, içki yüklü hayvanlara; "Durun!" deyince hareketsiz kaldılar Sâhibi, hayvanları ne kadar dövdü ise hiç kımıldamadılar Hayvanların sâhibi de kulunç hastalığına yakalandı Duyduğu ızdıraptan kıvranıyordu Bunun üzerine Abdülkâdir-i Geylânî'den af diledi Sonra bu hâli geçti İçki yüklerinden bu sefer sirke kokusu geliyordu Hayvanlar artık yürümeye başladı Görenlerin, hayretten ağızları açık kaldı Abdülkâdir-i Geylânî, sonra câmiye gitti Bu durum sultâna bildirilince, korkusundan ağladı Bu sebeple haramlardan vazgeçti Abdülkâdir-i Geylânî'nin ziyâretine geldi ve tevâzu ile onun huzûrunda oturmaya başladı

Abdullah Yâfiî hazretleri talebelerine karşı çok şefkatli idi Onların her türlü ihtiyaçlarını karşılamayı kendisine vazîfe bilirdi Tasavvuf yolundaki ve ilimdeki şöhreti her tarafa yayıldı Bununla ilgili olarak Şeyh Alâeddîn Harezmî şöyle anlatır:

Bir gece Şam beldelerinden birinde halvette idim Yatsı namazından sonra oturmuştum Halvette olduğum yerin kapısı iyice kapalı idi İçeriye nereden girdiklerini anlayamadığım iki kişi gelip yanıma oturdu Bir müddet benimle sohbet ettiler Birbirimizle fakîrlerin hâllerini konuştuk Şam'dan bir kimseyi zikrettiler ve ondan övgü ile bahsettiler Daha sonra; "Bizim selâmımızı yoldaşın Abdullah Yâfiî'ye ulaştır" dediler Ben onlara; "Abdullah Yâfiî'yi nereden biliyorsunuz?" diye sordum Onlar; "Onun hâli bize gizli değildir" deyip mihrabtan tarafa yürüdüler Namaz kılacaklarını zannetmiştim Halbuki duvardan dışarı çıkıp gitmişlerdi

Yine Şeyh Alâeddîn Harezmî şöyle nakletti:

Şam taraflarında 1341 senesinde, Recep ayında yatsı namazından sonra nûrânî yüzlü iki ihtiyar içeri geldi Nereden girdiklerini göremediğim bu kimselerin hangi şehirden olduklarını da bilmiyordum İçeri girince bana selâm verdiler ve müsâfehâ ettiler Onlara yaklaşıp nereden geldiklerini sorunca; "Sübhanallah, senin gibi kişi bu halden suâl mi eder?" dediler Sonra bir mikdâr kuru arpa ekmeğini önlerine getirip ikrâm ettim Onlar; "Biz bunun için gelmedik" deyince ben ne için geldiklerini sordum O zaman; "Sana selâmımızı Abdullah Yâfiî'ye götürmeni vasiyet ederiz" dediler Ayrıca ona; "Müjdeler olsun sana" diye söylememi istediler Onlara; "Abdullah Yâfiî'yi nereden tanırsınız?" dediğimde; "Biz onunla görüşürüz, o bizimle görüşür" cevâbını verdiler Sonra onlara: "Bu müjdeyi ona eriştirmeye size izin verildi mi?" diye sorduğumda; "Evet izin verildi" dediler Devam ederek; "Onun şarkda, doğuda kardeşleri vardı Onların yanından gelirler" deyip, kayboldular

Mekke'de bulunduğu zamanda hac için çeşitli İslâm memleketlerinden gelen ve onun şöhretini duyan pekçok âlim, velî ve sâlih kimse onun ilim meclislerinde ve sohbetlerinde bulundular

1367 senesi 21 Şubat günü Mekke-i mükerremede vefât etti Cennet-ül-Muallâ kabristanına defnedildi

Ömrünü ilim öğrenmek, öğretmek ve insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmakla geçiren İmâm-ı Yâfiî hazretleri birçok eser yazdı Bu eserlerinden bâzıları şunlardır: 1) Mir'at-ül-Cinân ve İbret-ül-Yakazân: Tabakât ve târih kitabı olup yıllara göre tetib edilmiştir Hicrî 750 senesine kadar olan hâdiseleri ve hâl tercümelerini anlatmıştır 2) Ravdu'r-Riyâhîn fî Hikâyeti's-Sâlihîn, 3) Neşrü'l-Mehâsin-il-Galiyye fî Fadli Meşâyihi's-Sofiyye, 4) Esnel-Mefâhir fî Menâkıb-iş-Şeyh Abdülkâdir 5) Merhem-ül-İlel-il-Mudille, 6) El-İrşâd vet-Tatrîz fî Fadl-i Zikrillâh ve Tilâvet-i Kitabi'l-Azîz, 7) Ed-Dürrü'n-Nazîm fî Havassi'l-Kur'ân-ı Azîm, 8) Misbâhüz-Zalâm fil-Müstegisin-i bî Hayri'l-Enâm, 9) Divanüş' Şi'r

İLLÂ EDEB

Abdullah-ı Yâfiî, Hicaz'a ilk geldiğinde Medîne-i münevvereye girmeden önce kendi kendine; "Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem izin vermeyince bu şehre girmem" diye söz verdi Çünkü ilmi ve edebi çok yüksekti Büyüklerin, bilhassa Peygamber efendimizin huzûruna edeple girileceğini biliyordu On dört gün Medîne'nin giriş kapısında bekledi Devamlı ibâdet edip kabûl buyurulması için Allahü teâlâya duâ etti Bir gece rüyâsında Peygamber efendimiz; "Ey Abdullah! Ben dünyâda senin peygamberin âhirette şefâatçin, Cennet'te ise arkadaşınım Yemen'de on kişi vardır Onları ziyaret eden beni ziyaret etmiş olur Onları üzen beni üzer" buyurdu Abdullah Yâfiî hazretleri; "Yâ Resûlallah! Onlar kimlerdir" diye sorunca; "Onların beşi vefât etmiştir Beşi ise hayattadır" buyurdu Abdullah Yâfiî; "Yaşayanlar kimlerdir?" diye sorunca; "Şeyh Ali Tavâşî, Şeyh Mansûr bin Ca'da, Muhammed bin Abdullah, Fakih Ömer bin Zeylaî, Şeyh Muhammed bin Ömer Nehârî'dir Vefât etmiş olanlar ise Ebü'l-Gays bin Cemil, Fakîh İsmâil Hadramî, Fakih Ahmed bin Mûsâ bin Acîl, Şeyh Muhammed ibni Ebû Bekr Hakemî ve Fakîh Muhammed bin Hüseyin İclî'dir" buyurdu

Peygamber efendimizin mânevî işareti üzerine Medîne-i münevvereden ayrılarak Mekke'ye oradan da Yemen'e geçti Önce, Mekke'den Yemen'e gitmiş olan hocası Şeyh Ali Tavâşî'yi ziyâret etti Peygamber efendimizin rüyâda ziyâret etmesini tavsiye buyurduğu zâtlardan sağ olanları ziyâret etti ve sohbetlerinde bulundu

Ziyâretine gittiği zâtlardan Şeyh Muhammed bin Ömer Nehârî ona; "Merhaba ey Resûlullah'ın elçisi!" diye hitâb etti Abdullah Yâfiî hazretleri ona; "Bu hâle ne ile kavuştun?" diye sorunca, Bekara sûresi iki yüz seksen ikinci âyet-i kerîmesinin "Allah'tan korkun, Allah size ilim öğretiyor" meâlindeki son kısmını okudu Peygamber efendimizin rüyâda tavsiye buyurduğu zatlardan vefât etmiş olanların da kabirlerini ziyâret edip Medîne-i münevvereye döndü Fakat yine Medîne'ye girmeden on dört gün Medîne kapısında bekledi İbâdet edip kabûl olunması içinAllahü teâlâya niyâzda bulundu Bir gece yine Resûlullah efendimiz ona; "Tavsiye ettiğim zâtların onunu da ziyâret ettin mi?" buyurdular Abdullah Yâfiî; "Evet yâ Resûlallah! Ziyâret ettim Medîne'ye girmeme izin var mı?" diye sordu Resûlullah efendimiz; "Gir sen emin olanlardansın" buyurdu Sevgili Peygamberimizin bu hitâbına mazhar olan Abdullah Yâfiî hazretleri edeple ve gözyaşları dökerek Medîne-i münevvereye girdi Efendimizin mübârek kabr-i şerîflerini ziyâret edip yüksek feyzlerine kavuştu

1) Câmiu'l-Kerâmât-il-Evliyâ; c2, s120
2) Mu'cemü'l-Müellifîn; c6, s34
3) Şezerât-üz-Zeheb; c6, s210
4) Ed-Dürer-ül-Kâmine; c2, s247
5) Tabakât-üş-Şâfiîyye (Esnevî); c2, s579
6) Esmâü'l-Müellifîn; c1, s217
7) Tabakât-üş-Şâfiîyye (Sübkî); c10, s33
8) Miftâh-üs-Seâde, c1, s217
9) Keşf-üz-Zünûn; c1, s90, 117,719,918 c2, s1637,1841,1944
10) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s1082
11) Kıyâmet ve Âhiret; s224
12) Habîb-üs-Siyer; c2, s29
13) Sefînet-ül-Evliyâ; s68
14) Nesâyim-ül-Mehabbe; s381
15) Tabakât-ül-Evliyâ; s555
16) Nefehât-ül-Üns; s529
17) Mu'cem-ül-Matbuât; c2, s1952
18) Brockelmann; Gal-2, s176, Sup-2, s227
19) De Slane Cataloque des Manuscripts Arabes; c1, s300
20) Ahlvardt Verzeichniss der Arabischen Handchriften; c9, s194
21) Tabakâtü'l-Havâs; s67-70

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #58
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH-I YEMENÎ

Yemen'de yetişen büyük velîlerden İsmi, Abdullah bin Ali bin Hasan bin Şeyh Ali'dir Abdullah-ı Yemenî diye meşhûr olmuştur Hadramût'un Terîm şehrinde doğdu Doğum târihi bilinmemektedir 1627 (H1037) senesinde Yemen'in Veht köyünde vefât etti Kabri orada olup ziyâret mahallidir

Küçük yaşta ilim tahsîline başlayan Abdullah-ı Yemenî ilk önce Kur'ân-ı kerîmi ezberledi Zamânının büyük âlimlerinden çeşitli ilimleri tahsîl etti Şeyh Zeynüddîn bin Hüseyin, Seyyidü'l-Celîl Abdullah bin Sâlim ve Şeyh Şihâbüddîn gibi zâtlar onun ilim öğrendiği âlimlerdendir Abdullah Yemenî daha sonra Bender şehrine gitti Orada büyük fıkıh âlimi Nûreddîn Ali bin Bâyezîd'den fıkıh ilmini tahsîl etti Uzun müddet onun ilim meclislerinde kalıp kendini yetiştirdi ve fıkıh ilminde âlim oldu Bulunduğu yerlerde Tasavvuf ehli zâtların sohbetlerinde bulunup tasavvufda ilerlediSâhil bölgesine gidip, oradaki âlimlerle görüştü, karşılıklı ilim ve mârifet alış-verişinde bulundu Bâzı âlimlerden ilim aldı, bâzı kimselere ilim öğretti

Yemen bölgesinde yüksek âlimlerden okuduktan sonra Hindistan'a giden Abdullah-ı Yemenî hazretleri Ahmedâbâd şehrinde Şeyhülislâm Şeyh bin Abdullah Ayderûs'u ziyâret edip, onun ilim meclislerinde bulundu Ondan bâzı eserlerini okudu Uzun müddet hizmetinde bulunup istifâde etti Şeyh bin Abdullah Ayderûs ona talebe yetiştirmek üzere hırka giydirip icâzet, diploma verdi

Daha sonra da Bender'de bulunan Seyyidü'l-Kebîr Ömer bin Abdullah Ayderûs'a gitmesini emretti Bender'e giden Abdullah Yemenî Ömer bin Abdullah Ayderûs'dan da çeşitli ilimleri öğrendi Uzun müddet hizmetinde kalıp icâzet aldı İlim ve tasavvufta yüksek dereceye ulaştıktan sonra Yemen'e döndü

Yemenliler ona büyük iltifât gösterip, ondan istifâde etmek için etrâfında toplandılar

Çok ibâdet eden Abdullah Yemenî riyâzet, nefsin istediklerini yapmamak ve mücâhede, nefsin istemediklerini yapmak sûretiyle Allahü teâlânın rızâsına kavuşmaya çalıştı Tasavvuf yolunda ilerleyip evliyâlık derecesine ulaştı Onun riyâzet ve mücâhede ile meşgûl olduğu günlerde şeytan siyah bir köle şeklinde karşısına çıktı Abdullah Yemenî hazretlerinin önünde diz çöküp; "Senin ibâdet ettiğin gibi ibâdet eden hiç bir kimseyi görmedim" diyerek ucba, kendi ibâdetlerini beğendirmeye, böylece onu ibâdetlerinden vazgeçirmeye yeltendi Keşf ve kerâmet sâhibi olan Abdullah Yemenî bunun iblis olduğunu anlayıp huzûrundan kovdu Çünkü o iblisin Allahü teâlânın sevgili kullarına musallat olup, onları doğru yoldan saptırmaya çalışacağını biliyordu

Yemen'in Veht köyüne yerleşen Abdullah Yemenî insanlara İslâm dîninin emir ve yasaklarını anlatmak sûretiyle onların dünya ve âhirette kurtuluşa ermelerine çalıştı İnsanlar uzak ve yakından onun sohbet meclislerine koştular Pek çok kimse ona talebe olmakla şereflendi Yolunu kaybetmiş pek çok kimse, onun bereketli sohbetleriyle hidâyete, doğru yola kavuştu Onun talebeleri arasından pekçok velî yetişti Sohbetinde yetişen velî ve âlimlerden bâzıları şunlardır: Haremeynden gelen Seyyidü'l-Velî Muhammed bin Alevî, İmâmü'l-Celîl Abdurrahmân bin Akîl, Seyyid-ül-Kebîr Ebü'l-Gays binAhmed, Seyyidü'l-Azîm Abdullah el-Musâvî, Seyyid Akil bin Ömer ve başkaları

Abdullah Yemenî hazretleri ilim ve fazîlet sâhibi, ilmiyle âmil, cömert bir zât idi Sultanlar gibi ikrâm ve ihsânlarda bulunurdu Fakirlere pekçok sadaka verirdi Devlet adamları yanında, îtibârı çoktu Çok güzel yazı yazar ve şiirler söylerdi Şiirleri bir dîvânda toplandı ve insanlar arasında meşhûr oldu

Hâller ve kerâmetler sâhibi olan Abdullah Yemenî hazretlerinin çok kerâmetleri görüldü Bir defâsında Sâhil bölgesine gitmişti Vâlinin adamları haksız olarak vergi ve mal istediler Abdullah Yemenî hazretleri haksız vergi vermenin haram olduğunu belirterek vermek istemedi Vâli vazifelilerine emir verip ısrar edince, Abdullah Yemenî hazretleri dört kişinin bile zor kaldırabileceği bir yükü elleriyle kaldırdı, bir kenara fırlattı ve oradan uzaklaştı Bu durumu işiten vâli korktu, huzûruna gelerek af ve özür diledi

Bir defâsında da fakirlerden bir topluluk Abdullah-ı Yemenî hazretlerine gelerek Allahü teâlâya kendilerini zengin kılması için duâ etmesini istediler Duâ etti ve Allahü teâlâ onları zengin kıldı Bâzıları da Allahü teâlânın kendilerine hacca gitmeyi kolaylaştırması için duâ etmesini istediler O kimseler ellerinde hiç imkân olmadığı hâlde kolaylıkla hacca gittiler

Abdullah Yemenî hazretleri kerâmetlerini gizlerdi Yakın talebe ve dostlarına da gizlemelerini emrederdi "İstikâmet yâni doğruluk üzere olunuz Çünkü en büyük kerâmet istikâmet üzere olmaktır" derdi Kendisinden zuhûr eden ve görmüş oldukları kerâmetleri hicrî 1040 senesine kadar anlatmamaları üzerine söz almıştı Böylece 1040 yılına yakın vefât edeceğini de kerâmetle bildirmişti

Ömrünü İslâmiyeti öğrenmek ve öğretmekle geçiren Abdullah-ı Yemenî hazretleri 1627 (H1037) senesinde Yemen'in Veht köyünde vefât etti Orada defn edildi Kabri ziyâret mahallidir Ziyâret edenlerin, onu vesîle ederek yaptıkları duâlar kabûl olunmakta ve korktuklarından emin olmaktadırlar Abdullah-ı Yemenî hazretlerinin kabri üzerine, Osmanlılar zamanında Yemen vâlisi Muhammed Paşa bir türbe yaptırmıştır

1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c2 s127
2) El-Meşre-ur-Revî; c2, s192

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #59
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDULLAH BİN ZEYD

Tâbiîn devri velîlerinden İsmi, Abdullah bin Zeyd bin Amr el-Cevmî, künyesi Ebû Kilâbe'dir Basra'da doğdu Doğum târihi bilinmemektedir 722 (H104) senesinde Şam'da vefât etti

Abdullah bin Zeyd, Eshâb-ı kirâmdan Sâbit bin Kays, Enes bin Mâlik ve Tâbiînden büyük âlim Katâde'den (ranhüm) ders alıp ilimde yükseldi Hadîs-i şerîf ilminde sika, sağlam, güvenilir bir zât oldu Bir hadîs-i şerîfi öğrenmek için uzun süre seyâhat ederdi Bu hâlini şöyle anlatır:

Hiç bir işim olmadığı halde Medîne'de, sırf bir hadîs-i şerîfi daha önce duymuş olan bir şahıstan dinlemek için üç gün kaldım

Hadîs-i şerîflerin toplanıp, yazılması için uğraşırdı Vefâtından evvel, kitaplarının Tâbiînin büyüklerinden, fıkıh âlimi ve evliyâdan Ebû Eyyûb-i Sahtiyânî'ye verilmesini vasiyet etti Bir deve yüküne yakın kitâbı Ebû Eyyûb-i Sahtiyânî'ye verildi

Abdullah bin Zeyd devamlı helâl kazanmayı teşvik ederdi Bir gün Eyyûb-i Sahtiyânî'ye; "Çarşıya git, iş ara Zirâ en büyük huzûr insanlara muhtâc olmamaktır" buyurdu Başka birine de; "Seni, geçimini temin ederken görmek, câmi köşesinde görmemden daha sevimlidir" buyurdu Döküntü hurma satan ve sohbetine devâm eden bir talebesi vardı Ona; "Ben, senin sohbet meclisinden faydalandığını zannediyordum Fakat şu bir hakikattir; Allahü teâlâ kötü olan her şeyden bereketini almıştır" buyurdu

Çok sıcak bir günde bir kâfile ile hacca gidiyordu Susuzluğu çok şiddetli idi Ellerini açıp; "Yâ Rabbî! Sen hararetimi ve susuzluğumu giderirsin" diye duâ edince, başı üzerinde bir bulut belirip üzerine yağmur yağdı Elbisesi ıslandı ve susuzluğu gitti Lâkin kâfilede bundan başkasına bir damla yağmur düşmedi

Abdullah bin Zeyd hazretlerinin hikmetle dolu pekçok nasîhat ve sözleri vardır Bir gün; "Hem dünyâ, hem de âhirette yaşayan kimseye ne saâdet!" buyurunca; Âhirette nasıl yaşandığı kendisinden soruldu, cevâbında; "Böyle bir insan dünyâda Allahü teâlâyı hatırından çıkarmadı, dâimâ O'na yalvardı ve bu sâyede âhirette O'nun rahmetine mazhar oldu" buyurdu

"Kimlerden uzak duralım?" diye soruldu Cevâben; "Arzu ve istekleri peşinden koşanlarla berâber oturup kalkmayınız Onlarla konuşmayınız Çünkü, sizi kendi sapıklıklarına düşürmelerinden zihninizi karıştırmalarından korkuyorum" buyurdu

Bir tanıdığı arkadaşından şikâyet etmişti "Sana, din kardeşinden istemediğin bir şey ulaşırsa, onun için bir özür ara Bir mâzeret bulamazsan, kendi kendine, belki benim bilmediğim bir durum vardır, de" buyurdu

Bid'at yâni dinde sonradan ortaya çıkarılan ve dindenmiş gibi olan hurâfelere ve bid'at sâhiblerine çok kızar ve şöyle derdi:

"Bid'at ehli ile oturmayınız Onlarla sohbet etmeyiniz Zîrâ sizi dalâlete düşürebilirler veya bilmediğiniz kötülüklere bulaştırabilirler Bir kimse bir bid'at ortaya çıkarırsa onunla harb ederim"

İlim sâhipleri sorulduğunda:

"Âlimler üç kısımdır Bir kısmı, ilmi ile amel eder, insanlar da onun ilmiyle amel ederler Diğer bir kısmı, ilmi ile amel eder, fakat insanlar onun ilmiyle amel etmez Başka bir kısmı da ilmiyle kendisi amel etmediği gibi insanlar da amel etmez" buyurdu

Kendisine münâfıkların âhiretteki hâlleri nasıldır? denildi Buyurdu ki:

"Kıyâmet günü Arş-ı a'lâ tarafından bir münâdî Yûnus sûresi 62 âyet ile meâlen; "Ey Allah'ın sevgili kulları! Sizin için bir korku yoktur Siz mahzûn da edilmezsiniz" nidâ eder Bu nidâdan sonra herkes başını yukarı kaldırır ve; inandık îmân ettik, derler Ancak, münâfıkların başları hiç yukarı kalkmaz ve eğik kalır"

Bir defâsında da; "Allahü teâlâya şükre sebeb olan dünyâlık insana zarar vermez" buyurdu

"Bir sözü anlamayacak kimseye söyleme! Çünkü o söz, ona zararlı olup, fayda vermez"

Abdullah bin Zeyd hazretleri namazlardan sonra "Allahümme innî es'elüke't-tayyibât ve terk-el-münkerât ve hubbe'l-mesâkîn ve en tetûbe aleyye ve izâ eradte Lî ibâdike fitneten en teveffenî gayre meftûnin" duâsını okurdu

Bir talebesi nasîhat istediğinde rivâyet ettiği şu hadîs-i şerîfleri bildirdi

"Üç şey vardır ki, bunlar kimde bulunursa o kimse imânın tadını bulur Birincisi, bir kimseye Allah ve Resûlü, başkalarından daha sevgili olmak İkincisi, bir kimse sevdiğini Allah için sevmek Üçüncüsü, bir kimseyi Allah küfürden kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmekten, ateşe atılmaktan tiksindiği gibi tiksinmek"

"İşlerin en hayırlısı, çok aşırı veya eksik olmayıp, orta mertebede olanıdır"

1) Hilyet-ül-Evliyâ; c2, s282
2) El-A'lâm; c4, s88
3) Tehzîb-üt-Tehzîb; c5, s224
4) Tezkiretü'l-Huffâz; c1, s94
5) Sünen-i Dârimî; c2, s470
6) Câmiu Kerâmât-il Evliyâ; c2, s104
7) Tehzîb-i İbn-i Asâkir; c7, s426

Alıntı Yaparak Cevapla

Eski 03-11-2007   #60
[KAPLAN]
Varsayılan


ABDURRAHMÂN BİN AHMED (Abdurrahmân-ı Zâz)

Şâfiî mezhebinde derin fıkıh alimi ve meşhûr veli Tebrizlidir Künyesi Ebü'l-Ferec olup, "Zâz" diye meşhûrdur 1040 (H 432) senesinde İran'da Tebrîz'e bağlı Serahs kasabasında doğdu Sonra Merv'e yerleşti Birçok âlimden hadîs ve fıkıh ilmini öğrendi Kâdı Hüseyin'in önde gelen talebelerindendi Şâfiî mezhebinde büyük bir âlim olarak yetişti Çeşitli memleketlerden gelen pek çok kimse kendisinden ilim aldılar Çok talebe yetiştirdi 1101 (H 494) senesinin Rebî-ül-âhir ayında vefât etti

Merv şehrine gelip yerleştikten sonra, Kâdı Hüseyin'den fıkıh ilmini öğrendi Merv'deki Şâfiî âlimlerinin en üstünü oldu Ebü'l-Kâsım el-Kuşeyrî, Hasan bin Ali el-Mutavvi'î, Ebü'l-Muzaffer Muhammed bin Ahmed et-Temîmî ve daha başka âlimlerden hadîs-i şerîf dinleyip ezberledi Kendisinden de; Ebû Tâhir es-Sincî, Ömer bin Ebî Mutî', Ahmed bin Muhammed bin İsmâil en-Nişâbûrî ve daha başkaları hadîs-i şerîf rivâyet ettiler

İlimde yüksek dereceye ulaşan âlimlerden olup zühd ve verâ sâhibi, haram ve helâli ziyâdesiyle gözeten biri idi Az yer, az içerdi Kendisinden ilim öğrenmek için, çeşitli memleketlerden pek çok talebe geldi Böylece ismi ve ilmi, birçok şehirlerde duyuldu

Ebû Sa'd es-Sem'ânî diyor ki: "O, İslâm âlimlerinin en büyüklerinden birisi idi İsmi çeşitli yerlerde darb-ı mesel oldu Çünkü o, Şâfiî mezhebini ve onun imâmına âit en ince bilgileri ezbere biliyordu İmlâ ismini verdiği eseri, her yere yayıldı Kendisine dört bir taraftan gelen büyük âlim ve fakîhler ilim tahsîl ettiler Bu hususta ona sarsılmaz ve çok büyük îtimâdları vardı İlmi çok geniş olup, kendisine yetişen olmadı Fetvâları o kadar kuvvetli idi ki, aksini bildiren çıkmadı Fazîletinin ve ilminin çokluğu ile berâber, dînine çok bağlı, verâ sâhibi, günahtan uzak duran bir zât idi Yiyip içmede ve giyinmede ihtiyatlı hareket eder, haram ve şüpheli olmasından çok sakınırdı

Hanımı Hurre binti Abdurrahmân anlatıyor:

Kocam pirinç yemezdi Çünkü pirinç, ekildiği zaman suya ihtiyâcı çok olurdu Pirinç ekenlerin, bu ihtiyaçlarını karşılayabilmek için ister istemez başkalarına haksızlık yapmış olabileceklerini düşünürdü

Hanımı şöyle anlatır:

Evimize hırsız girmiş, giyecek eşyâların hepsini alıp götürmüştü Hattâ üzerinde namaz kıldığım seccâdem dahî alınmıştı Kocam İmâm-ı Abdurrahmân'ın cübbesi, evin ortasındaki bir ipin üzerinde bulunduğu halde alınmamıştı Hırsız, beş ay sonra bulunup yakalandı Çalınanların çoğunu geri verdi Fakat bazı şeyleri getirmedi Kocam hırsıza; "Niçin cübbemi almadın?" diye sordu Hırsız da; "Ey Şeyh! O gece birkaç defa almak istedim Ona yaklaşınca her defâsında, ondan bir ateş parladı Hattâ beni yakacaktı Sonunda onu ipin üzerinde bırakarak, evden ayrıldım" diye cevap verdi

Başlıca eserleri şunlardır:

1) Kitâb-ül-Emâlî veya İmlâ: Şâfiî mezhebinde kıymetli bir fıkıh kitabıdır

2) Et-Ta'lîka

Esnevî; Mühimmât ismindeki eserinde diyor ki: "Râfi çoğu nakillerini İmâm-ı Gazâlî'nin sözleri dışında, altı kitaptan yapardı Bunlar Tehzîb, Nihâye, Tetimme, Şâmil, Tecrîd-i İbn-i Kec ve Abdurrahmân bin Ahmed'in Emâlî'sidir"

1) Mu'cem-ül-Müellifin; c5, s121
2) Tabakât-üş-Şâfiîyye; c5, s101
3) Tehzîb-ül-Esmâ vel-Lüga; c2, s263
4) Şezerât-üz-Zeheb; c3, s400
5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c4, s312

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.