Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ? |
05-26-2009 | #301 |
Şengül Şirin
|
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ?Velkanlı Hoca Mehmed Efendi Muş halkının çok sevip saydığı Velkanlı Hoca Mehmed Efendi , nin ‘Evinde Kur’an okutuyor” diye şikayet edildiğinde, dönemin Muş valisi tarafından,sırtına bir jandarma bindirilip sakalından da başka bir jandarma tarafından çektirilerek Muş çarşısında dolaştırıldığını (91) Yunandan İnsanlık Dersi(!) İstiklal Harbi senelerinde, Yunanlıların Ege bölgesini işgal etmesinden sonra İzmir’e gelen Yunan Kralı’nın civar kasabalardan birini teftiş ederken, şehit edilerek hendeğe atılmış bir sivilin cesedini gördüğünde Bu kokmuş ölüyü neden gömmüyorsunuz?” diye sorduğunda, yanındakilerin de “Halka ibret olsun diye bırakıyoruz” karşılığını vermeleri üzerine bir krala değil, bir cellada bile yakışmayan: Başka öldürecek Türk mü yok? Bu pisliği kaldırın ve başkasını öldürüp onun yerine atın!” emrini verdiğini…(92) “Sıfır Neye Derler?” Daha sonraları Milli Eğitim Bakanı olacak olan zamanın Maarif Müfettişi Hasan Ali Yücel ile Mustafa Kemal arasında bir gece Kayseri’de sofra sohbeti başlayınca Mustafa Kemal’in Hasan Ali Yücel’e:”Bugün lisede sizin mantık kitabınızı karıştırırken,Matematikte Usul’ diye bir bahis gördüm… Demek siz riyaziyeden de anlıyorsunuz…” diye sorunca Hasan Ali Yücelin Biraz paşam” diye cevap verdiğini…Bunun üzerine Mustafa Kemal’in: “Peki söyleyin sıfır neye derler?” diye ikinci bir soru sorması üzerine Hasan Ali Yücel’in gayet mütevazı bir şekilde: “Huzurunuzda bana derler paşam!”cevabını verdiğini… (93) Bez Parçası İskilipli Atıf Hoca’nın İstiklal Mahkemesi’nde yargılanırken savcının, dini kıyafetlerden bez parçası” diye bahsetmesi üzerine Atıf Hoca’nın hiddetli bir şekilde duvarda asılı olan bayrağı gösterip : İşte o da bez, hadi indirip yırtsana” diye haykırdığını (94) Bibliyoman 18 yüzyıl sonlarında yaşamış ve bugünkü İstanbul Millet Kütüphanesi’nin kurucusu olan Ali Emiri Efendi’nin bir bibliyoman(kitap hastası) olduğunu Elinde bulunan güzel bir Arapça kitabın kendisindeki noksan olan ikinci cildini temin etmek için,mevcut olduğunu öğrendiği Yemene tayinini çıkartmak istediğini …(95) Hakkı Tesbit Ahmet bin Hanbel Hazretleri’ne: Tehdit altındasın, kalbinle imanında sabit kalarak yalnız dilinle istediklerini söylesen olmaz mı ? ” dediklerinde, Büyük İmam’ın: Olmaz Alimler hakkı söylemekten kaçarsa, cahiler ne yapar? Böyle olursa hakkı tesbit nasıl olur? “cevabını vererek gerçek alimin nasıl olması gerektiğini gösterdiğini (96) Akif’i Büyük Yapan Meziyet Vatan şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un, İstiklal Marşı müsabakasındaki birinciliğinden dolayı kendisine zorla verilen 500 lirayı, fakr u zaruret içinde olmasına rağmen, fakir kadın ve çocuklara bir maişet temin etmek üzere kurulmuş olan “Darü’i Mesa i “ye bağışladığını… Halbuki İstiklal Marşı kabul edildiğinde, Mehmet Akif’in cebinde , Zonguldak milletvekili Hayri Bey’den borç aldığı iki lirasının olduğunu ve milli marş için 500 lira teklif edildiği günler de 140 lira ile Ankara’da bir çiftlik alınabildiğini… Paltosu dahi olmadığı için kışın bile ceketle dolaşan bu idealist şairin, çok soğuk günlerde ise, arkadaşı Baytar Şefik (Kolaylı)’dan muşambasını ödünç olarak giydiğini … Baytar Şefik’in bir gün : Akif Bey, hiç olmazsa kendine bir palto alsaydın” demesi üzerine, ona darılıp iki ay konuşmadığını Burdur Meb’us’u olarak I Millet Meclisi’ne seçildiğinde ailesine: “Biz bu maaşı hak etmiyoruz ya… Ama, pek hak etmiyoruz da denemez Elimizden geldiği kadar nihai zafer için çalışıyoruz ” dediğini (97) Pis Kokusundan Dolayı Kovulan Elçi Veli lakaplı II Bayezid’in padişahlığı döneminde İstanbul’a, Moskova kralının elçisi sıfatıyla Mihail Plachtneef isimli birinin geldiğini Bu adamın, insanı istifra ettirecek kadar pis kokmasından dolayı yıkanması için hamama götürüldüğünde, bu keferenin hayatında hiç hamam görmemiş olup yıkanmak ve çamaşır değiştirmek adetine aşina olmadığı ve kimse ile görüştürülmeden pisliğinden dolayı İstanbul’dan kovulduğunu… (98) Batıda Yemek Kültürü İsviçre , nin Branderburg Prensi, ziyafete çağırdığı bir derebeyine gönderdiği davetiyenin meşruhat (açıklama) hanesine: “”Eti yedikten sonra kemiği arkaya atmak yok! Yağlı ağzını yenine silmek yok! Tabağı kaldırıp altına tükürmek yok” diye yazmak mecburiyetinde kaldığını…(99) Orta Çağda Temizlik Farkı Orta çağda Müslümanların yaşayışları üzerine yapılan bir araştırmada,İslam dünyasındaki kimya sanayii anlatılırken: “”… Sabuncular loncası, en önemli loncalardan biriydi Çünkü Orta Çağ Müslümanları hergün yıkanırlardı ve çamaşırları da sarıkları da her zaman bembeyazdı Bu bakımdan onlar o çağın diğer ülke insanlarından ayrılırlardı 1600 yıllarına doğru İspanya’da Engizisyon Mahkemeleri Müslüman İspanyollarla Hristiyan İspanyolları temizliklerine bakarak ayırt ediyordu… ” diye yazdığını…(100) Adalet Kavramının Şümulü Osmanlı Devleti’nde adalet kavramının ; milliyet, cins, zümre yahut din farklarını aşan çok şümullü bir değer ifade ettiğini Bu adaletin sadece insanlara has değil, kurda, kuşa, toprağa ve suya şamil bulunduğunu ve bu yüzden Osmanlı kanunnamelerinde : “”… ve ayağı yaramaz beygiri işletmeyeler’ at, katır ve eşek ayağını gözedeler ve semerin göreler ve ağır yük urmayalar, zira dilsüz canavardurlar, her kangısında eksük bulunur ise sahibine tamam itdüre, eslemeyanı tamam gereği gibi hakkından geline ve hammallar ağır yük urmayalar, mütearef (örf) üzere ola…” diye hükümler konularak bu meselenin beygirin sakat ayağından eşeğin semerine kadar gözden uzak tutulmadığını (101) Risale-i Nur’ un Dili Merhum Albay Hulusi Yahyagil’in, Barla’da Bediüzzamar Üstadımıza, Risale-i Nur’un dilinin orijinalliği ile alakalı olarak: “”Üstadım, sen Türkçe’yi dahi zor konuşuyorsun, bu Risale-i Nur’daki Türkçe nasıl oluyor?” diye hayretini ifade ettikten sonra Bediüzzaman ‘ “”Kardeşim, bir hakaiki imaniye kalbe ihtar edildiği vakit ikiyüz ayat-ı Kuraniye imdadıma koşmak için birbirleriyle yarış ediyorlar Önce bana lisanı maderzadım(anne lisanım) Kürtçe geliyor Arapçaya çeviriyorum ve Türkçe yazdırıyorum” cevabını verdiğini…(102) Hacizli Cenaze Son Osmanlı Padişahı Sultan VI Mehmed Vahdeddin Han’a, “”Altıncı Mehmed sözündeki “”Altıncı kelimesinden kinaye olarak “”Altın seven adam manası çıkartılarak ithamlarda bulunulduğu Halbuki Sultan Vahdeddin Han’ın, hayatının tehlikeye girmesinden dolayı memleketinden ayrılmak zorunda kaldığında şahsi mirası mahiyetinde babasından intikal eden bütün serveti beraberinde götürme imkanı varken, dasitani bir namusluluk örneği göstererek bu serveti Hazine-i Hümayun’a gönderdiğini… İtalya’da geçirdiği fakr -u zururet içindeki bir hayattan sonra 1926 yılında San Remo’da vefat ettiği zaman 120 000 lira borcu kaldığı için alacaklıları tarafından tabutuna haciz konuduğunu Tahnit edilmiş cesedinin, kızı Sabiha Sultan’ın bu parayı binbir güçlükle temin etmesinden sonra Şam ‘a naklolunarak Yavuz Sultan Selim Camii avlusuna defnedildiğini (103) Milletin Sigorta Lambası Tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun, Sultan Vahideddin’in kaderi ile ilgili oldukça orijinal bir değerlendirmesinde : “”Mazileri çok temiz olan ve memleketleri felaket girdabına düştükten sonra işbaşına geçen, ağır mesuliyetler yüklenen, yenik milletleri daha fazla çiğnetmemek için nefret edilen galip düşmanlara dostane el uzatmak durumunda kalan o kara bahtlı insanlar, milletlerin tarihlerinde sigorta lambalarına benzerler Kendilerinin yanması büyük tesislerin kurtulmasını temin eder diye yazdığını (104) Biliyor muydunuz? İttihatçıların Akılsızlığı Sultan II Abdülhamid’in dahice bir politika güderek, her hangi bir isyan çıkartmalarını önlemek için Arabistan’ın Hicaz ileri gelenlerini, Şura-yı Devlet üyesi olarak İstanbul’da tuttuğunu Bunlardan Şerif Hüseyin’in, Mekke’ye emir olmak isteğini defaatla reddetmesine karşılık Ulu Hakan’ın tahttan indirilmesiyle birlikte İttihat ve Terakki yönetiminin, Şerif Hüseyin’in bu isteğini yerine getirerek onu emir olarak tayin ettiğini ve hemen ardından da Şerif’in Osmanlı’ya karsı isyan bayrağını açtığını… Çok sonraları İngiliz Başvekil Lloyd George’un Avam Kamarası’nda: “”Şerif Hüseyin Mekke emiri olduktan sonra kendisi ile Arap milliyetçiliği ve isyan konusunda anlaştık Bu isyana karşı ayda 40 bin altın vermiştik” dediğini … (105) Acı HatıraIar İtalyanların Libyayı bizden koparmak için Avrupalı müttefikleriyle siyasi alanda anlaştıktan sonra, bize karşı açacakları savaşın (Trablusgarp Savaşı) masraflarını karşılayacak yeterli hazinelerinin olmadığını… Buna karşılık Duyun-u Umumiye’ye başvurarak, bu savaşın masraflarını karşılamak için Anadolu’dan toplanan birikmiş paradan beş milyon altın lira çektiklerini ve bu bizim paramızla sağladıkları imkanlarla bizim toprağımız olan Libya’yı istilaya başladıklarını (106) Lavrens’in İtirafı Arapları aldatarak Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtıp isyana sevkeden İngiliz casusu Lavrence’in, yardımcıları Nuri Said, Faysal ve Şerif Hüseyin ile birlikte Şam’da Türkleri katlettikten sonra: “‘Evet onları isyana ben kışkırtmıştım Ama böylesine vahşice kan dökeceklerini hiç tahmin etmemiştim Bazı mahalleleri gezerken silahsız Türk askerlerinin nasıl öldürüldüklerine bakamadım;tiksindim bu vahşetten…” diyerek itirafta bulunduğunu (107) Vicdan Azabı Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in İngilizlerle anlaşarak Osmanlı’yı arkadan vurduğunu ve mükafat olarak da İngilizler tarafından Hicaz Krallığı’na getirildiğini Daha sonra Vehhabiler tarafından alaşağı edilerek İngilizlerin himayesinde Kıbrıs’a yerleştirildiğini ve hastalandığında da oğlu tarafından Amman’a getirildiğini… Ve günün birinde adet vechile saray bandosunun bahçede konser verirken “İzmir Marşı”nı çalması üzerine, oğlunun babasının üzülmemesi için pencereleri kapattırmak isterken baba oldukça ibretli bir şekilde: “Evlat, neden o pencereyi kapıyorsun? Ben velinimetine ihanet etmiş asi bir kulum, günahım büyüktür Kral olacağımı düşündüm Allah beni sürgünlüğe düşürdü Hastayım diye kapatıyorsun Bırak pencereyi aç, şu marşı dinleyeyim Duyduğum vicdan azabının şiddeti, o eski hatıraların canlanması ile büsbütün artsın; bu dünyada çektiğim ızdıraptan vicdan azabıyla büsbütün ağırlaşsın, ta ki Cenab-ı Hakk bu günahkar kulunu dünyada affederek, ahirette hesap gününde cezadan korusun”dediğini (108) “Milletimin Ocağı Yanıyor” Sultan Vahdeddin Han’ın ikamet etmekte olduğu Yıldız Sarayı’nın, bir elektrik arızasından dolayı yanmaya başlaması üzerine, orada vazifeli bulunan bekçibaşının hüngür hüngür ağladığını ve bunun üzerine Sultan Vahdeddin in: “Benim milletimin ocağı yanıyor, ben onu düşünüyorum, kendi evim yanmış ne ehemmiyeti var’ dediğini…(109) “Ayağını Yüzüme Bas ki Yüzüm Allah Katında Şeref Kazansın” Hintli Müslüman kardeşlerimizin, Osmanlı Devleti’nin Balkan Savaşı’nda yüzlerce şehit ve binlerce yaralı verdiklerinin haberini almaları üzerine, kilometrelerce ötedeki kardeşlerinin acılarını bir nebze olsun dindirebilmek için bir Kızılay heyeti teşkil ederek Türkiye’ye gönderdiklerini… Bu heyetin savaş boyunca birçok din kardeşinin yaralarını sarıp başarılı hizmetlerden sonra 1913 Temmuz’unda Hindistan’a döndüğünü - Kızılay heyetine Bombay’da büyük bir karşılama merasimi hazırlanıp, gemi limana yanaştığında o günkü Hintli Müslüman liderlerden Muhammed Ali Cevher’ in, heyet başkanı Doktor Ensari’ye : “Sen mücahit Osmanlı ordusuna hizmet edip geldin Ayağını Hindistan topraklarına basmadan bu benim yüzüme bas da, yüzüm Allah katında şeref kazansın” diyerek başını yere koyup yüzünü Dr Ensari’nin ayakları altına uzattığını…(110) Osmanoğullarının Dramı Son Halife ll Abdülmecid Han’ın, sürgün edildikten sonra diyar-ı gurbette vefat etmesi üzerine, kızı Dürrüşehvar Sultan’ın İstanbul’ a gelerek Savanora yatında İsmet İnönü’yü ziyaret ettiğini ve kendisinden babasının vatan toprağına gömülmesini rica ettiğini… Altı asır cihanı aydınlatan bir neslin son temsilcisinin bu vatan toprağına gömülme isteğinin ; halk tarafından mezarının bir ziyaret yerine dönüştürebileceği endişesiyle İsmet İnönü tarafından reddedildiğini ve Hindistan Hükümeti’nin araya girmesiyle Suudi Arabistan makamlarından izin alınarak Medine’deki Cennetü’l-Baki kabristanının içindeki Ali Aba’nın ayak ucuna defnedildiğini (111) Tökeli İmre Osmanlı idaresinde bir krallık olan Erdel Kralı Apafi ile birleşerek Osmanlı ordusuyla aynı safta çarpışan Orta Macar Kralı Tökeli İmre’nin Osmanlı Devleti’ne karşı itaat ve bağlılığını göstermek için mührüne: “Muin-i Ali Osman’a itaat üzreyim emre Kral-ı Orta Macar’ım ki namım Tökeli İmre” beyitini kazıttığını (112) “O Kendi Kaderini Kendi Yazmış Oldu” Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin 1960 Mart’ında ağır hasta vaziyette Urfa’ya gelmesi üzerine, bunu haber alan İçişleri Bakanlığı’nın, derhal Üstad’ı geri gönderme emri çıkardığını… Halkın yoğun baskısı üzerine Urfa valisinin “Efe Nedim, Said Nursi çok hasta ve müsaid bir araba da yok ” demesine karşılık İçişleri Bakanı Namık Gedik’in: “Çöp arabasıyla da olsa göndereceksiniz!” talimatını verdiğini ve bunu öğrenen Bediüzzaman Hazretleri’nin ibretli bir şekilde: “O kendi kaderini kendi yazmış oldu” dediğini ve ,çok kısa bir zaman sonra İçişleri Bakanı Namık Gedik’ in Genelkurmay binasından kendini atarak intihar edip, cesedinin de çöp arabasıyla taşındığını (113) Biliyor muydunuz? İsrail ve Orman Kanunu 1953- 1955 yılları arasında İsrail Başbakanlığı’nı yürüten Moshe Sharett’in, İsrail askerlerinin yaptığı katliamlarla ilgili olarak tuttuğu özel günlüğünde: “İsrail devleti, dünyanın gözünde çağdaş toplumların geliştirip benimsediği temel hukuk kanunlarını tanımayan ve orman kanunlarına göre davranan bir devlet haline gelmiştir” diye yazarak itirafta bulunduğun (114) Yahudilerden Müthiş İtiraf 1967 yılında Pariste düzenlenen dünya Yahudi Kongresi’nin zabıtları arasında bulunan bir belgedeki kayıtlara göre bir delegenin : “Evet bugün bağımsız bir devletimiz var ama mesut muyuz? Osmanlı’nın devrindeki gibi huzurlu muyuz? Samimiyetle ve hepinizin içinden geçenleri dile getirdiğime inanarak söylüyorum ki hayır! Bizim bu dünyada huzurlu ve emniyetli yaşamamız ( Osmanlı’yı yeniden kurmaya bağlıdır!” diyerek bir gerçeği itiraf ettiğini (1 l5) Müfti,s Sakaleyn Kanuni Sultan Süleyman devrinin büyük Şeylhülislamı İbn i Kemal’in, çeşitli sahalarda yazmış olduğu 300 kadar eseri olduğunu Hergün bin kadar fetvaya cevap verip kendisine insanlardan başka cinlerin de fetva almak için müracaat ettiğini ve bundan dolayı kendisine: “Müfti’s Sakaleyn” (İnsanların ve cinlerin müftüsü) denildiğini (116) Batının İslam,la Kavgası Protestan mezhebinin kurucusu Martin Luther’in, Osmanlı’nın Avrupa içlerine kadar ilerleyip, ortaya koyduğu adilane sistemle yerli halkın gönlünde taht kurması üzerine, halkını acımasızca sömüren yöneticileri:” Sizin gibi gözü doymaz prenslerin, toprak ağalarının ve burjuvaların idaresi altında yaşamaktansa, Türk idaresi fakirlere daha hayırlı gelebilir” diyerek Hristiyanları uyardığını,, (1 17 /a) Yine Luther’in Hristiyanları Türklerle savaşmaya teşvik etmek için çıkardığı bir emirnamede “Türklerin başlattığı bir savaşta o ara karşı savaşan bir kimsenin, Tanrının bir düşmanı ve İsa’ya hakaret eden biriyle hakikatte bizzat şeytanla savaşmakta olduğunu düşünmeli ve bundan dolayı, masum bir kimsenin kanını döktüğü veya bir Hrıstiyanı öldürdüğü zehabına kapılmamalıdır” diye yazdığını,,(117/b) Nüfusun Önemi Nüfusun, milletler ve medeniyetler arasındaki mücadelede çok önemli bir faktör olduğunun idrakinde olan Roma İmparatoru Sezar’ın , çok çocuğu olan aileleri mükafatlandırdığını ve çocuk yapmayan kadınları da bazı haklardan mahrum ettiğini(118) Endülüs ve Batıda İlim 10 yüzyılda Endülüs’te ilim ve irfanın Avrupa ile kıyaslanamayacak kadar gelişmiş olduğunu ve Halife elHakem kütüphanesinde altıyüzbin yazma kitabın bulunup, bunların kırk dördünü katalogların teşkil ettiğini… O tarihten dörtyüz sene sonra bile Avrupa’da bilgili Charles diye tanınan Fransa Kralı V Charles’in krallık kütüphanesinde sadece ve sadece dokuzyüz eser bulunduğunu… (1l9) Batıda Karanlığın Saltanatı 19 Y üzyılda bile batıda karanlık fikirlerin hüküm sürdüğünü ve Klönische Zetung(18 Mart 1819) gazetesinin bir yorumunda, “Geceleri yolların sokak lambalarıyla aydınlanmasının teolojik sebeplerle ayıp birşey olduğu, İlahi nizam ve karanlığı insanın bozamayacağı” düşüncelerin ileri sürdüğünü Bundan yıllar önce 950 yılında Endülüs’teki Kurtuba şehrinin arabalarla düzenli de temizléndiğini ve evlerin dış duvarlarına yerleştirilen lambalarla caddelerin aydınlatıldığını (120) Teravih Şerbeti Sultan Dördüncü Mehmed’in annesi Hatice Sultan’ıın, Galata köprüsünün başını süsleyen ve Sinan mektebinin bir şaheseri olan Yeni Cami’yi ve yanına da onun kadar muhteşem bir vakıf yaptırdığını 116 kişinin vazife aldığı bu cami ve vakıfta, yaz ayları boyunca içine kar atılıp soğutmak suretiyle halka dağıtılıp bu iş için her sene yirmi bin akçe tahsis edildiğini Ayrıca Hatice Sultan’ın: “Bu vakfiye şartlarını her kim değiştirirse günahı onların üzerine olsun Allah, duyuran ve bilendir” diye başlayan bu vakfiyesine: “Ramazanlarda, teravih namazından sonra, caminin üç kapısından Atina balından yapılmış şerbet dağıtılsın Eğer Ramazan yaza rastlarsa şerbete kar konsun Her sene şerbet için 3000 okkalık Atina balı alınsın ve her kapı için , her gece 33 okkalık baldan şerbet yapılarak ikişer şerbetçi tarafından cemaata dağıtılsın” diye hayır hasenat için yapılması gerekenleri yazdırdığını (121) Misyonerler ve Sinsi Planları İzmir’e yerleşmiş ve Bergama, Marmaris ve Bodrum civarında maden işletmeciliği yapmakta olan İngiliz ailelerinden Percy Hatkinson’un II Dünya Savaşı yıllarında, Cizvit papazlarıyla birlikte Türkiye aleyhine casusluk yaptıklarını Bergama’da ele geçen bu casusluk şebekesinin belgeleri arasında, harpten evvel İsviçre’nin Friburg şehrinde toplanan Beynelmilel Hristiyan Misyonerler kongresinde alınan kararlar bulunduğunu Bunların bir tanesinde: “Türkleri Hristiyan yaparmıyız Bu is için sarfettiğimiz paranın yarısıyla onlara papaz yerine şantöz gönderelim corription(fesat) yolu ile Böylece zaafa sürüklenirler ve biz de kuvvetimizi artırırız diye yazdırdığını (122) Osmanlı’nın Parlayan Kılıçları 16 yüzyılın kudretli padişahı Yavuz Sultan Selimin huzuruna girerek yer öpüp itimatnamesini sunan Venedik elçisi Antonio Jüstiniani’ne ülkesine döndüğünde Padişahın nasıl biri olduğu hakkında bilgi istediğinde elçinin şaşkınlık içinde: ‘Kılıcı öyle parlıyordu ki yüzünü göremedim” diye itirafta bulunduğunu Elçinin bu itirafının daha sonraları Yavuz Selim tarafından öğrenilmesi üzerine Haşmetli Hünkarım,Paşalarım Osmanlının kılıcı parladığı sürece düşmanların başı daima önde olur A m a Allah korusun bu kılıç kınına girer ve paslanmaya başlarsa o zaman bu kafalar yavaş yavaş dikilir ve birgün bize yukardan bakar dediğini… (123) Biliyor muydunuz? Japon İmparatoru ve AbdüIhamid Han Japon İmparatorunun Sultan Abdulhamid’den:İslam dininin bilhassa tefekkür, gaye, felsefe ve manevi terkibi üzerinde şahsen kendisine izahat vermek için japonca bilen yoksa tercihen İngilizce Fransızca ve Almancası kifayetli Osmanlı alimleri, istemesi üzerine Ulu Hakanın çaresizlik içinde, karşı tarafa menfi müsbet arası, zaman kazandıran dolaylı bir cevap verdiğini… Abdülhamid Han’ın kalbinde yara olan bu hadise hakkın da, daha sonraları(sürgün yıllarında) Ali Fethi Bey’e: “Eğer ben, Japon İmparatorunun istediği kıymette din ve maneviyat şahsiyetleri bulabilseydim evvela kendi memleketimi kurtarırdım ” dediğini…(124) İhtilal Mantığı Sık sık ihtilal yapılan Güney Amerika ülkelerinin birinde,batılı bir gazetecinin, kaldığı otelin müdürüne: “Burada niçin bu kadar çok ihtilal yapılıyor?” diye sorması üzerine otel müdürünün : “Anayasamıza göre herkesin devlet başkanı olmaya hakkı var Bu yüzden her vatandaş bir defa devlet başkanı olmayı deniyor” diye cevap verdiğini (125) “Ruhu Batırmamak İçin” Yunan filozof ve ahlakçısı Sokrat’ın (M Ö 47 0-3991 hayranı olan zengin bir tüccarın, bütün serveti olan bir çuval altını bu filozofa bağışladığını… Tüccarın ölümünden sonra, vasiyeti gereği aldığı bir çuval altını, bir kayığa yükletip, denizin ortasına teker teker atan Sokrat’ın : “Ey para! İşte seni batırıyorum ki, benim ruhumu batırmayasın!” hikmetli sözünü2 söylediğini…(126) Kızılderililerin Ataları Kanadalı Tarihçi, Profesör Miss Ethel G Steward’ın 1987 yılında Türkiye’de düzenlenen tarih kongresinde sunduğu bildiride ve yazdığı “Cengiz Han’dan Amerika’ya Kaçış” isimli kitabında “Kızılderililerin atalarının Türk olduğunu ” yazdığını Kitapta anlatıldığına göre, 13yüzyılda Orta Asya’daki Moğol baskısından kaçan bazı Türk boylarının iki koldan Alaska’ya ulaşarak oradan da kıtanın güneyine yayıldıklarını Yine Steward’ın araştırmalarına göre Kızılderililer ile Türk boyları arasında gerek fiziki, gerek sosyolojik ve gerekse kültürel açıdan büyük benzerlikler bulunduğunu tesbit ettiğini…(127) Kızılderili Medeniyeti Sömürgeleştirmek gayesi ile gittikleri Kuzey Amerikada, Kızılderili kabilelerinin hayat tarzlarını ve kültürlerini araştıran bir misyonerin : “Son derece hayret uyandırıcı nokta şu ki karşılıklı münasebetlerde, medeni dünyanın alelade insanları arasın da görülemeyecek şekilde nazik ve lütufkarlar Bu da şüphesiz, bizim kalplerimizdeki cömertlik şefkat hissini söndüren ‘benim , ve ’senin’ kelimelerinin bu insanların dilin de bulunmadığı için” diyerek itirafta bulunduğunu…(128) Gaflettekine İmdat Hazreti Mevlana’nın, müridi Siraceddin’in evinde misafir kaldığı gün sabaha kadar namaz kılıp Rabbine niyazda bulunması üzerine, müridinin: “Sultanım sabah oldu bir nefes dinlenseniz” diye ricada bulunduğunu Bunun üzerine Hz Mevlana’nın:”İyi ama, eğer biz de uyursak, bunca uyuyana kim imdat edecek?” diye hikmetli bir cevap verdiğini…(129) Türk Vergisi Osmanlı Devleti’nin l521′de Belgrad’ı, l522′de Rodos’u fethetmeleri ve 1526′da da Mohaç’ta büyük bir zafer kazanmalarının ardından batı dünyasında büyük bir panik yaşandığını… Çeşitli kentlerde toplanan Alman Meclisleri’ nin (Reich stag) , Türklere karşı ordu toplayıp sefer düzenleyebilmek için “Türk Vergisi” adı altında yeni bir vergi konulmasını kararlaştırdıklarını (130) İade-i Ziyaret Meşhur bir politikacımıza Fransa’da: “Siz Osmanlıların Viyana kapılarında ne işiniz vardı?diye sorması üzerine, o politikacımızın gayet veciz bir şekilde: “Haçlı seferlerinin iade-i ziyaretiydi diye cevap verdiğini …(131) Paspas Sultanüş-şuara Necip Fazıl Kısakürekin yürekten bağlı olduğu Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretlerine: “Efendim! Ben kurtulacak mıyım?” diye sorması üzerine Arvasi Hazretleri’nin : “Bir gemi giderken, paspas da içinde gider Yeterki o geminin içinde ol Necip!’diye cevap verdiğini…(132) Biliyor muydunuz? Sibirya’ya Sürgün Tarihin en korkunç emirlerinden birinin 1799 yılında Rus Çar’ı I Paul tarafından verildiğini… Bir sabah, önünde resmi geçit yapan birliğin yürüyüşünü beğenmediği için: “Sibirya’ya marş marş!” diye emir verdiğini ve dörtyüz kişilik bu birlikten bir daha haber alınamadığını… ( 133)
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ? |
05-26-2009 | #302 |
Şengül Şirin
|
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ?Keçeli Beni Orman Korucusu mu Yaptın?” Bediüzzaman Hazretleri’nin Barla’da Nur risalelerini telif ettiği yıllarda, Bedre yakınlarındaki bir korulukta yangın çıkması üzerine orada bulunan Sıddık Sabri Efendi’nin yangını söndürmek için çok uğraştığını… Yangının sönmemesi üzerine sırtındaki Üstadı’ndan yadigar olan cübbeyi çıkartan Sabri Efendi’nin, onu alevlere doğru savurup yandan da: “Yak işte yakabilirsen bu Bediüzzaman’ın cübbesi” diye haykırdığını ve ardından alevlerin yavaş yavaş azalarak söndüğünü… Daha sonraları bu hadisenin Bediüzzaman Hazretleri’ne intikal ettirilmesi üzerine, Nurlu Üstad’ın tebessüm buyurarak Sabri Efendi’ye: “Keçeli beni orman korucusu mu yaptın!diye latifede bulunduğunu… ( 1 34) Miskinler Tekkesi Sari ve tehlikeli bir hastalık oluşundan dolayı, toplum tarafından istiskal görerek tecrid edilen cüzzamlılara, Osmanlı vakıf medeniyetinin şefkat elini uzatarak, onlar için her türlü bakım ve görümünün yapıldığı miskinhaneler kurduğunu… Bunların ilkinin de, 1421-1451 seneleri arasında Edirne’de II Murat tarafından yaptırıldığını ve buralara “Miskinler tekkesi ” denildiğini…(135) Son Halife Abdülmecid Han’ın İnkisarı Son halife Abdülmecid Han’ın, Osmanoğulları’nın yurt dışına Sürülmesi ile ilgili çıkartılan kanun gereğince apar topar İstanbul’dan çıkartılmasına müteakip ziyaretine gelen bir dostunun kendisine Halife Hazretleri!” diye hitap etmesi üzerine, Abdülmecid Han’ın büyük bir inkisar içinde: “Bizim hilafetmeablığımız artık kalmadı Bir gece apar topar hanedanımızın altıyüz sene hükümdar olduğu bir memleketten kovulduk Kim derdi ki, Fatihlerin, Yavuzların, Kanunilerin torunları, çamaşırlarını bile alamadan yolcu edilecekler’ dediğini (136) Akif ve Destanı Mehmet Akif merhumun: “Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor tevhidi Bedr’in arslanları ancak bu kadar şanlı idi” diyerek başlayan muhteşem Çanakkale Destanı”nı yazmadan önce ellerini Yüce Dergah’a açıp: Allahım! Bana, bu aciz kuluna, bu destanı yazma imkanı bahşet… Bu ulvi vazifeyi bana nasib et Sonra canımı al Ya Rabbi! Bana bu lütfu çok görme İn’am ve ikramının hazinesinden bu aciz kulunun şu duasını barigah-ı uluhiyetinde kabuleyle!” diye gözyaşları içinde dua dua yalvardığını (137) Asla Dönüş Pakistanlı iş adamı Abdullah Delhi’nin Sovyet havayolları ile seyahat ettiği esnada uçakta namaz vaktinin girmesi üzerine hosteslerden birini çağırıp namaz kılması için kendisine bir yer göstermesini istediğinde hostesin ancak kaptan pilotun yanında müsait bir yer bulabildiğini ve Abdullah namazını bitirip Rus pilotu ile göz göze geldiğinde, pilotun gözlerinden yaşlar süzülmekte olduğunu görüp de sebebini sorması üzerine pilotun: 4-5 yaşlarında iken babam da senin yaptığın gibi bir şeyler yapardı Bunun namaz olduğunu şimdi anladım ve birden hem babamı, hem de dinimin ne olabileceğini düşündüm Din konusu ile alakalı bugüne kadar bana hiçbirşey anlatılmadı Ancak şu anda düşündüm ki, babam, senin yaptığın gibi namaz kıldığına göre Müslüman olmalı Dolayısı ile benim aslım da Müslüman olabilir Yılardır içimde bir düğümdü bu Ama ilk defa namaz kılan birisini, sizi görünce kafamdakiler çözülmeye başladı Bunun üzerine gideceğim ve aslımı araştıracağım ” dediğini…(138) Trablusgarp Mücahitleri Trablusgarp Savaşı,nda Osmanlı askerlerinin arasında bulunmuş olan Fransız gazetecisi Georges Lemo nun gördükleri karşısında hayretler içinde kalarak: Türk subayları içinde on iki kez yaralanmış olanlar vardı Müthiş birşey kendileri ile konuştuğum zaman edindiğim intiba şu oldu: Türk subaylarında yenmek ve ölmek duygusu, cinnet derecesine varmış bir istek halinde yaşıyordu” diye hatıralarında intibalarını yazdığını… (139) “Çadır İçinden Savaş İdare Etmeyüz” Merc-i Dabık Savaşı öncesi Büyük Hünkar Yavuz Sultan Selim’in ordusunun önünde askerleriyle beraber göğüs göğüse çarpışmak için atını ileri doğru mahmuzlaması üzerine, sadrazam Sinan Paşa’nın padişahın ellerine sarılıp: “Şevketlü hünkarım, olmaya ki heyecana gelir, kendinizi ateşe atarsınız, yüreğimiz dilhun olur” diye gitmemesi için yalvardığını… Alem-i İslam’ın birliğini sağlama adına hayatı at sırtında geçmiş olan bu büyük dava adamının bunun üzerine: “Biz cennetmekan Fatih Sultan Mehmet Han,ın torunuyuz, çadır içinden savaş idare etmeyüz” diye haykırdığını (ı40) Biliyor muydunuz? Halkını Düşünen Gerçek Devlet Adamı Okkası 30 paraya satılan ekmeğin fiyatına 10 paralık bir zam yapmak isteyen fırıncıları huzuruna çağıran müşfik sultan Abdülhamid Han’ın onlara: Siz yine ekmeği 30 paraya satmaya devam edin Sattığınız her ekmek için istediğiniz 10 parayı ben vereceğim Çünkü bir memlekette ekmek fiyatına zam yapılırsa, bunu bütün zaruri ihtiyaçların pahalılaşması gibi bir hareket kovalar ki, halkımız bundan büyük ızdırap çeker” diyerek, halkını gerçek manada düşünen bir devlet adamlığı örneği sergilediğini (141) İbret Mevlevilerin piri Mevlana Hazretleri’nin vefat tarihi olan ve ‘İbret” kelimesinin ebcet değerine tekabül eden Hicri 672 tarihinin; “İbret, İbret” diye iki defa tekrarının 672+672=1344(Hicri)/ 1925(Miladi) tekkelerin kapatıldığı Miladi 1925 ” tarihine tekabül ederek enteresan bir tarih cilvesi oluşturduğunu (142) Yavuz Çocuk Yavuz Sultan Selim’in asıl isminin “Selim ” olmasına karşılık çocuk iken çok hareketli yerinde durmayan, cevval bir yapıya sahip oluşundan dolayı kendisine “Yavuz” lakabının takıldığını Bu çelik çavak çocuğun idman yaparken kafesten uçurulan güvercinleri, çift elle fırlattığı hançerlerle havada vurduğunu (143) Sultanlık Stajı Osmanlı Şehzadelerinin küçük yaşlardan itibaren, ileride devleti yönetebilecek şekilde çok ciddi bir eğitime tabi tutulduklarını ve buluğ çağına gelince de (yani günümüz nesillerinin sokakta çember çevirdikleri bir yaşta) bir nevi “sultanlık stajı” anlamına gelen önemli vilayetlerin başına Sancakbeyi olarak tayin edilip devlet idaresini tatbiki şekilde öğrenmelerinin sağlandığını Böylece ilerisi için onlar devleti tanırken, devletin de onları tanıma fırsatı bulduğunu (144) Türklerin Korkutan Hatıraları Çarlık Rusyası’nın Balkanlar’ı Osmanlı’dan koparmak gayesi ile Balkan milletlerine gizliden gizliye silah dağıtıp, bir yandan da fitne tohumları ekerek ayaklandırmaya çalıştığını… Bu iş için vazifelendirilen Rus generali Çirnayev’in 1877 yılında Bulgaristan’dan Çar’a gönderdiği gizli raporda “Buralarda hiç yoktan ordular meydana getirdim Bu askerleri ölüme sevkediyorum Fakat bu insanları sendeleten bir engel var Türklerin yaşayan hatıraları! Ölümden korkmayanlar bu hatıralardan korkuyorlar Yalnız Türkleri değil, onların tarihlerini de yenmek lazım Onlarda herhalde bir sihirbaz zekası var Bir değil birkaç istila bile, onların iliklerine işleyen gizli üstünlüklerini yıkmaya bence kafi gelmeyecektir” diye yazarak oldukça ibretli bir itirafta bulunduğunu…(145) Kervansaraylar Osmanlıların, yaptıkları her işte Allah’ın rızasını gözetme düşüncesinin bir eseri olarak, yolcuların istifade etmeleri için, o zamanın şartlarına göre bir günlük yolculuk mesafesi olan 50_60 kilometre aralıklarla kervansaraylar inşa ettiklerini… Bu kervansaraylarda ırk, din, millet ayrımı gözetmeksizin herkesin misafir kabul edilip üç gün müddetle ücretsiz yedirilip, içirilip hayvanlarına bakıldığını - Yolcuların istirahattan sonra, sabah mehteran eşliğinde uğurlandığını ve uğurlama esnasında kervansaray vazifelilerinin “Ey ümmeti Muhammed! Canınız, malınız tamam mıdır?” diye nida etmesi üzerine yolcuların da: “Cümlesi tamamdır, Cenabı Hakk, hayrat sahibine rahmet eyleye diye karşılık vererek dualarla yolcu edildiklerini…(146) Yedi Ben Yavuz Sultan Selim Han’ın doğumundan az bir zaman önce babası ll Bayezid’in sarayına gelen bir dervişin: Bugün bu hanedandan bir erkek çocuk dünyaya gelecektir ve babasının yerine geçecektir Vücudunda yedi ben bulunacaktır ve onların miktarınca alişan beylere galebe edecektir diyerek ortadan kaybolduğunu Hakikaten de Yavuz Sultan Selim’in altı yıl gibi kısa süren hükümdarlık döneminde yedi tane devleti yeryüzü haritasından sildiğini (147) Bir Siyaset Dahisinin Ölümü Devrinin en buhranlı döneminde devraldığı Osmanlı Devleti’ni 33 yıl süreyle dahice politikalar takip ederek yöneten Ulu Hakan Abdülhamid Han a kıblesi batıya ayarlı yerli aydınlarca birçok iftiralar atılıp batılı ağzıyla “kızıl sultan” denmesine karşılık dönemin İngiltere Hariciye Nazırı Sir Edvvard Grey’in Sultan Abdülhamid’in vefatını öğrendiği zaman: “Ne büyük kayıp! Hasmımdı ama onun ölümü ile diplomasi mesleği artık şevkini kaybetti” dediğini…(148) Cihad Nişanları Kafkasya istiklal mücadelesinin efsanevi dava adamı Şeyh Şamil’in, bu mukaddes cihatda ölümü göze alarak büyük fedakarlıklar gösteren gazilerine hatıra olarak, hilal şeklinde ve üzerinde Arapça olarak : “Kılıç Cennet’in anahtarıdır”, “Sonunu düşünen cesur olmaz” “Yiğide Cennet yeri açıktır” ve “Ecel gelmedikçe ölüm olmaz” yazan nişanlar hediye ederek taltif ettiğini…(149) Halkın Sağduyusuna Güven(!) 27 Mayıs ihtilalinden sonra Cemal Gürsel Paşa’nın, Anayasa komisyonu başkanı 0rdProf Sıddık Sami 0nar’a: “Cumhurbaşkanı ‘nın tek dereceli ve halk tarafından seçilmesini temin edecek bir anayasa yapılsın” diye mesaj göndermesi üzerine Sıddık Sami Onar’ın: “Laikliği pekiştirecek tadilatı yapalım, ama bu seçim usulünü getirecek olursak halk ya Said Nursi’yi seçer, yahut da onu destekleyen profesörü…” diye cevap vererek halka ne kadar güvendiklerini(!) gösterdiklerini…(150) Yavuz Sultan Selim’de Kulluk Şuuru Makedonya kralı Büyük İskender’in, Mısır’ı işgal ettiği zaman kendisinin Yunanlılar için haşa ilah kabul edilen Jüpiter yıldızından geldiğini iddia ederek, uluhiyet davasında Firavun’u taklit ettiğini Buna mukabil Yavuz Sultan Selim’in, Mısır tahtına nail olduğu zaman : Mülk, Allah’ındır şayet benim veya başka bir kimsenin yeryüzünde parmak ucu kadar toprağı olsa bu Allah’la ortaklık değil midir?” diyerek kulluk şuuruyla secde-i şükre kapandığını (151) Gazneli Mahmüd’da Mana Buüdu İ’la-yı Kelimetullah için durup dinlenmeden arka arkaya yaptığı seferler ile tevhidin bayrağını Hindistan içlerine kadar ulaştırarak tarihin kaydettiği ender komutanlardan biri olan Gazneli Mahmud’un, maddenin fatihi olduğu kadar mananın da fatihi olduğunu… Her gece üzerindeki padişahlık elbisesini çıkartıp eski bir elbise giyerek sabaha kadar kulluk şuuruyla Rabbine yalvarıp yakardığını ve kendini daima kusurlu görüp ; Ben ne emreden sultan, ne büyük bir fatihim, Bu dergaha yüz süren, zavallı bir fakirim Elimden, amelimden hiçbirşey hasıl olmaz Ancak Sen’in lütuf elin, inşaallah olur yarim” diyerek Yüce Mevla’dan mağfiret dilendiğini… (152) Nurdan Zülmete Batılı sömürgeci ülkeler tarafından vatanımızın dört bir yandan kuşatılarak Türk milletinin kaderinin tayininin söz konusu olduğu İstiklal Savaşı’nın o kan kokulu günlerinde : Her çehre bize yabancı Bari Sen bir parça acı Süründürme altın tacı Bize yardım et Ya Rabbi!…” diyerek Kabe’ye yönelip Rabbine yalvaran şair Kemaleddin Kamu’nun, savaş sonrası Cumhuriyet döneminde ise: “Ne örümcek ne yosun Ne mucize ne füsun Kabe Arab’ın olsun Bize Çankaya yeter…” diyebilecek kadar özünden uzaklaşıp değerlerimizi yitirerek tefessüh ettiğini (153) Toprağın Bereketi Artar Bir yazarımızın askerlik yaptığı yıllarda Gaziantep’de bir köylünün tarlasında tank manevrası yapmak zorunda kalıp daha sonra tarla sahibinden özür dilediğini ve o Anadolu köylüsünün bütün samimiyetiyle : Ayıp ettin yeğen… Devletin tankının tarlamızı çiğnemesi bizim için şereftir Toprağımızın bereketi artar diye cevap verdiğini (154) Dilim Bu Özelliğni Kaybetmesin ! Bediüzzaman Hazretleri’nin talebelerinden rahmetli Zübeyr Gündüzalp’in tam bir dava şuuru ve sadakati içinde: Kardeşim ben hasta olduğum ve Üstad’ı kimseye anlatamadığım zamanlarda, odamdaki eşyalara Üstad’ı anlatırım Ta ki dilim bu özelliğini, bu kabiliyetini kaybetmesin” diyerek eşsiz bir bağlılık örneği gösterdiğini…(155) Neuzü Billah Timur’un, Nasreddin Hoca’yı huzuruna çağırıp onunla sohbet ederken bir ara: “Abbasi halifelerinin isimlerinin sonunda ‘Allah’ lafzı da var Kimine el-Mu’tasım Billah, kimine, el-Mütevekkil Alellah ve kimine de el-Kaim Biemrillah deniliyor Bu lakaplar bizim için de adet olsa acaba bana ne isim yaraşırdı diye sorması üzerine Nasreddin Hoca’nın büyük bir pervasızlık ve hazırcevaplılıkla: Neuzü-Billah!(Allah ‘a sığınırız) lakabı yakışır”diye cevap verdiğini…(156) Milli Şahlanışın Ruhuna Tükürmek Kendi yaşadığı dönemde de kız öğrencilerin başörtüsü takmaları yüzünden üniversitelere alınmaması üzerine, merhum Necip Fazıl Kısakürek’in bu haksızlığa: Bir kız öğrenciyi, başını örttüğü için tahsil hakkından mahrum etmek İstiklal Savaşı başlarında ve Maraş’ta düşmanlar tarafından başörtüsü çekilip düşürüldüğü için başlayan milli şahlanışın ruhuna tükürmektir” diye yazarak kalemini kılıç gibi kullandığını…(157) 84′ lük Bedbaht Çıkardığı dergileri kapatıp, kendisini hapishane hapishane dolaştıran bir iktidarın en üst makamındaki bir şahıs için, Necip Fazıl merhumun: “Bundan üç çeyrek asır önce Tophane’de talebeyken zabitleri görsün de iyi not versinler diye seccadesini koridora atıp namaz kılan çeyrek asır önce de başbakanına, gazetelere tamim edilmek üzere: ‘Allah ve ahlaktan bahsetmek yasaktır’ emrini dikte ettiren seksendörtlük bedbaht” dediğini (158) Diyojen ve İnsanın Kıymeti Yunan-Pers savaşları sonunda esir edilen Pers (İran) askerlerinin Atina meydanında satılığa çıkarılması üzerine, esirlerin üzerindeki göz kamaştırıcı elbiselerin bir çırpıda satılmasına karşılık, esirlere alıcı çıkmaması üzerine, orada bulunan Diyojen ‘in düşünceli düşünceli : “İnsan ne garip mahluk! Arızi meziyetler üzerinden sökülüp atılınca kendisi on para etmiyor” dediğini (159) Hamid ve Hamit Latin harflerinin kabulüyle birlikte isminin “Hamit ” diye yazılmasına müthiş tepki gösteren şair Abdülhak Hamid’in: “Ömrümün sonunda ismimin sonuna bir de’ it’ taktılar” dediğini (160) Cahız’da İlim Aşkı Büyük alim Cahız’ın (vefatı 255/868) ilim aşkıyla yanıp tutuştuğunu kitap satın alıp okumaya para yetiştiremediği için, kitapçı dükkanlarını kiralayıp, gece üzerinden kilitleterek sabaha kadar kitap okuyarak ilmini geliştirmeye çalıştığını (161) Batılıların Gerçek Yüzü Aşırı beslenme sonucu her yıl binlerce insanın hastalanıp tedavi gördüğü batı ülkelerinden biri olan Almanya’da, Stern dergisinin okuyucuları arasında yaptığı bir araştırmada sorduğu: Devletinizin hangi giderlerinin azaltılmasını istersiniz? sorusuna Almanların % 68′lik bir çoğunluğunun:Üçüncü dünya ülkelerine yapılan yardımların cevabını verdiğini… Yine dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan İsviçre’ de yapılan bir referandumda sorulan:”Üçüncü dünya ülkelerine yapılan seksen milyon dolarlık bir yardım yapılmasını onaylıyor musunuz?” sorusuna İsviçrelilerin % 56’sının “Hayır diye cevap vererek ne kadar insan sevgisi ile dopdolu( ! ) olduklarını gösterdiklerini (162) Bayezid Cem Kardeşler Fatih Sultan Mehmed Han’ın aniden vefat etmesi üzerine, Osmanlı tahtına oturan II Bayezid’in hükümdarlığını kabullenemeyerek isyan bayrağını açan kardeşi Cem Sultan’ın, ağabeyine : “Sen bister-i gülde yatasun şevk ile handan Ben kül döşenem külhan-r mihnette sebeb ne? diye sitem dolu bir beyit yazması üzerine, Ağabeyi Sultan II Bayezid’in de: “Çün ruz-ı ezel kısmet olunmuş bize devlet Takdire rıza virmiyesün böyle sebeb ne? Haccül-Harameynüm diye ben davi kılursun Bu saltanat-ı dünyeviye bunca taleb ne? ” diye hikmetli bir cevap verdiğini…(163) Ufuk Farkı 1877′de İstanbul’a gelen Avusturya-Macaristan büyükelçisi Viktor Graf Dubsky’nin önce Bab-ı Ali’deki hükümet erkanı ile görüşüp ardından da Sultan II Abdülhamid ile görüştüğünü ve bu görüşmelerden sonra Abdülhamid Han hakkındaki düşüncelerini : Hayret verici birşey ama doğruydu Devlet erkanı sadece kısa mesafede ileri görebiliyordu Geniş zaviyeli bir ihata kabiliyetleri yoktu Abdülhamidin ise aksine fazla ihata niteliği vardı Bu zıtlık telafi edilemezdi Edilemeyince de devlet idaresinde başlayan aksaklıklar ileride daha vahim sonuçlar verecekti Biz bunları iyi kullanmalıydık” diye hatıralarında yazdığını… (164) Osmanlı’ da Fikir Hürriyeti Osmanlı medreselerinde öğretimini tamamladıktan sonra icazetini yani diplomasını alan yeni müderrislerin, hocalarının elini öptükten sonra isterlerse biraz evvel saygıda kusur etmedikleri hocalarının düşüncelerinden farklı fikirleri müdafaa edebildiklerini Onları bu eğitim ve fikir hürriyetinden mahrum edebilecek hiçbir makamın olmadığını (165) Dinden Bahsetmenin Yasak Olduğu Devir 1945 yılında Matbuat Umum Müdür Muavini İzzettin Nişbay’ın dönemin gazetelerinde tek tük dini muhtevalı yazılar görülmesi üzerine İstanbul gazetelerine: “Gazetelerinizin son günlerdeki neşriyatı arasında dinden bahseden bazı yazı mütalaa ima ve temsillere rastlanılmaktadır Bundan sonra din mevzuu üzerindeki gerek tarihi, gerek temsili ve gerekse mütalaa kabilinden olan her türlü makale, fıkra ve tefrikanın neşrinden kaçınılması ve başlanmış olan bu gibi tefrikaların en geç on gün içinde nihayetlendirilmesi… diye yazılı tamim yolladığını…(166) İbni Cevzi nin Vasiyeti Büyük alim İbni Cevzi’nin, tedris, telif ve fetva ile dolu dolu yaşadığı ömrünün tek anını bile boşa geçirmeyip, bazısı yirmi cildi bulan 340′dan fazla eser vererek, kitap yazmadık hiçbir ilim dalı bırakmadığını - ve yazmış olduğu eserlerinin toplamı ömrünün günlerine bölündüğünde bir güne dört defter(forma)düştüğünü… İbni Cevzi’nin, bu ilimlerle içli dışlı geçen ömrü boyunca, bıraktığı birbirinden kıymetli eserleri yazarken kullandığı kalemlerin yontulmasından ortaya çıkan talaşları biriktirip, bu talaşların vefatında gasıl suyunun ısıtılmasında kullanılmasını vasiyet ettiğini Bu büyük alimin vefatında vasiyeti yerine getirilerek biriktirdiği talaşların gasıl suyunu ısıtmaya kafi geldiğini…(167) Yunus Nadi’ nin Kulakları Cumhuriyet gazetesinin kurucusu Yunus Nadi’nin ortak olduğu bir şirketin, Müdafaa-i Milliye’ye çürük eğer ve koşum takımları satması üzerine Millet Meclisi’nde hakkında soruşturma açıldığını, fakat Yunus Nadi’nin birçok eşikleri öpmekle bin bela bu işten yakasını kurtarabildiğini… Bu devleti dolandırma hadisesi üzerine Reis-i Cumhur Mustafa Kemal’in kendisini çağırarak: “Yunus Nadi Bey, hangi Yahudi şirketini tetkik etsek kulakların o şirketin arkasında görünüyor Sen, Cumhuriyet gazetesini çıkaracak şahsiyet değilsin Yarından itibaren gazeteyi çıkarmayacaksın Aksi takdirde seni toprak altı ederim ” dediğini…(168) Osmanlı Devleti ile Ticaret Yapmanın İmtiyazı Osmanlı Devleti’nin, kurmuş olduğu muhteşem devlet sistemini, tekke-medrese-kışla sacayağı üzerine sağlam bir şekilde oturtup, doğruluk ve adalet üzerine cihana ışık saçtığını Osmanlı tesirinin dört bir yanda hissedildiği bu günlerin birinde Hollanda Ticaret Odası’nda bir karar alınırken, oyların eşit çıkması halinde, ticaret odası başkanının karar verebilmek için: “İçinizde Türklerle alış veriş eden var mı?” diye sorduğunu ve herhangi birinden “evet” cevabı alınca da onun oyunu iki oy yerine kabul edip kararı neticelendirdiğini…(169)Biliyor muydunuz? Mazi ile Alakasını Kesenler Hamdullah Suphi Tanrıöver’in tek parti hükümetinin Maarif Vekilliği’ni yaptığı yıllarda, yabancı bir heyete Süleymaniye Camii’ni gezdirdikten sonra misafirlerin Kanuni Sultan Süleyman ‘ın türbesini ziyaret etmek istediklerini… Memleketteki bütün türbeler 30111925 tarih ve 677 sayılı kanunla kapatıldığı için, Hamdullah Suphi’nin bu yabancı misafirlere kaçamak cevaplar verdiğini, fakat sonunda: “Bir müddet mazi ile alakamızı kesmek istedik Onun için türbeleri kapattık” diyerek gerçeği açıklamak zorunda kaldığını… Misafirlerin “Ciddi mi söylüyorsunuz?” diye hayretler içinde kalıp, ardından da oldukça ibretli bir şekilde: Tarihi olmayan milletler tarih huzurunda esatir ve efsane ” , uydurarak kendilerini tatmin ederler Sizin ise büyük bir tarihiniz var Bu tarihi yapanların türbelerini nasıl kapatıyorsunuz?” diyerek Hamdullah Suphi’yi yerin dibine batırdıklarını (170) İlim Uğruna Büyük alim İbn-i Teymiye’nin(1263/1328), kitap okumaya başlamadan önce beline kadar uzayan örgülü saçlarını duvardaki bir çiviye asıp öyle kitap okumaya başladığını… Uykusu gelip de başı önüne düştüğünde çiviye asılı saçlarının canını yakarak kendisinin uyumasına engel olduğunu… Bu ilim aşıkının, böyle azimli çalışmaları neticesinde vefat ettiğinde ardında bin kadar muazzam eser bıraktığını…1171) Beyaz Adamın Afrika’ya Yardımı Ünlü İtalyan film yönetmeni Marco Ferrari’nin “İşiniz İş Beyazlar” isimli filmiyle ilgili büyük yankılar uyandıran bir röportajında : “Avrupalıların Afrika’ya başlattıkları yardım seferberliği şeytanca bir tuzaktır ve bu yardım sömürgecilikten daha tehlikelidir Bizim siyah kıtada artık yapabileceğimiz birşey yok Çabuk terkedelim orayı ! Artık beyazların iktidarının sonu gelmiştir Bizler ihtiyarların yoksulların Paris’te, Roma’da,Londra da zenci muamelesi gördüğü bir medeniyetin için de yaşarken, nasıl olurda Afrikalılara yardim etme iddiasında bulunabiliriz Bugün, Afrikalı insanlara Yardım adı altında köpekler için hazırlanmış konserveler gönderilmektedir Bizim medeniyetimizin ne olduğu görülüp bilinirken, tutup da yardımseverlikten bahsetmesi için insanın yüzsüz olması gerekir Asıl yardıma muhtaç olanlar bizleriz” diyerek gayet ibretli bir şekilde batı medeniyetinin gerçek yüzünü gözler önüne serdiğini(172) “Ya Rab! Beni Ameliyat Masasından Kaldırma” Osmanlı Devleti’nin yıkılmaya yüz tuttuğu talihsiz bir döneminde 35 Osmanlı padişahı olarak tahta geçen Sultan Mehmed Reşad’ın ( 1 844- 1918) mesanesindeki bir rahatsızlıktan dolayı ameliyat olacağı zaman, kıbleye yönelip ellerini Ulu Dergah’a açarak: Ya Rab! Milletimin ve memleketimin bütün mukadderatını hayırlara tahvil et! Eğer memleketim ve milletim için zararlı olacaksam beni bu ameliyat masasından kaldırma!” diyerek bütün samimiyetiyle Rabbine münacatta bulunduğunu (173) Picasso ve İslam İslam dininin pek çok hikmete mebni olarak resme cevaz vermemesi neticesinde, Osmanlı’da daha çok hat sanatı, tezhib gibi, bugün dünyanın nofigüratif dediği sanatların geliştiğini Avrupa ressamlarına bizim hat sanatı örneklerimiz gösterildiğinde, İspanyolların son büyük ressamı Pablo Picasso’nun(1881-1973): Varmayı düşündüğüm hedefe Müslümanlar beş yüz sene önce ulaşmış” diyerek hayranlığını ifade ettiğini (174) Biliyor muydunuz? Bediüzzaman ve Resim Yasağının Hikmeti Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin bir akşam üzeri İstanbul’un Sirkeci mevkiinde dolaşırken birdenbire bir gayr-i müslimin ona yaklaşıp elini tutarak: Dininizde resim niçin haramdır?” diye sorması üzerine Üstad Bediüzzaman,ın : İnsan, Allah’ın sikkesidir Padişah ve kralların sikkelerinin taklidine kanuni yasak olduğu gibi, Allah’ın da sikkesini taklide şeri cevaz yoktur” diye veciz bir cevap verdiğini ve gayr-i müslimin de cevaptan çok memnun kalarak “bravo ! ” deyip Bediüzzaman Hazretleri’nin elini sıktığını…(175) Kıyas Onuncu Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman ( 1495- 1566) döneminde Sivas vilayetimizin bütçesinin 20 milyon altın olduğunu Buna karşılık yine aynı dönemde Fransa Birleşik Krallığı’nın bütçesinin 4 milyon altın ve Birleşik İngiltere Krallığı’nın bütçesinin de 3,5 milyon altın olduğunu…(176) Kitap Okumadan Geçen İki Gece Onuncu yüzyılın büyük alimlerinden Endülüslü İbn-i Rüşd ün ömrü boyunca kitap okumadan geçen sadece iki gecesinin’ bulunduğunu…Bunlardan birinin evlendiği, diğerinin de babasının vefat ettiği gece olduğunu (177) Veli Sultan Yavuz Sultan Selim Han Gazi’nin, İslamiyet’i tek bir bayrak altında toplamak gayesi ile çıkmış olduğu Mısır seferi sırasında, daha önceleri Cengiz ve Timur’un geçemeyip yüz geri döndükleri korkunç Tih çölünü mucizevi bir şekilde onüç günde geçtiğini Bu geçiş esnasında askerinin önünde yaya vaziyette mütevazı bir şekilde iki büklüm olarak yürüyen Koca Yavuz”a vezirlerin: Hünkarım atınıza binseniz” demelerine karşılık, Büyük Sultan’ın gözyaşları içinde:Nasıl binerim… Görmüyor musunuz? Resulullah Efendimiz (sav) önümüzde bize yol gösteriyor” diyerek velayetinin ayan beyan ortaya çıktığını…(178) Osmanlı ‘ya İhanetin Cezası Meşhur Mısırlı İslam alimi Muhammed el-Gazali’nin, Mescid-i Aksa’nın işgalinin 25yılı münasebetiyle Kahire’de verdiği bir konferansta : “Şu bir hakikat ki, Müslümanlar, Osmanlı hilafet devletine hıyanet ettiler İngilizler, bir milyona yakın Mısırlıyı Osmanlı hilafet devletini parçalamak için aldılar ve Müslüman Türklere karşı onları kullandılar ve Türkler perişan oldu Türkleri, ihanet eden Araplar perişan etti ve biz bu yaptığımız hıyanet ve ihanetin cezasını Filistin ve Mescid-i Aksa topraklarının İngilizlerin eline geçmesiyle çok pahalı ödedik, Filistin ve Kudüs elimizden çıktı” diyerek çok acı bir itirafta bulunduğunu ! (179) Arnavut Yemini Osmanlı’dan itibaren asırlardır topraklarımız içinde kalmış olan Balkanlar ve Rumeli’nde yaşayan kendi soydaşlarımıza dini milli kültürümüz adına gözle görülür bir yardım eli uzatmamamıza rağmen “Muhteşem Osmanlı!” düşüncesinin gönüllerden silinmediğini Bugün Arnavutluk’ta “Türk” kelimesinin onlar için doğruluk, dürüstlük , yiğitlik, efendilik ve hakbilirlik manalarına geldiğini, Hatta o kadar ki, bazı Arnavutların kendi aralarında bile yemin ederken: “Doğru söylemiyorsam Türk olmayayım!”diyerek birbirlerini inandırmaya çalıştıklarını (180) Mahluk Yunus Nadi’nin, Ankara’da Yeni Gün isminde bir gazete çıkartarak Anadolu’daki Milli Mücadele hareketine destek verip devamlı M Kemal’in lehinde yazılar yazdığını Daha sonraları ise aleyhte yazılar yazması üzerine bu çarpıklığın sebebini anlayamayan Dr Rıza Nur’un, işin hikmetini Mustafa Kemal’e sorması üzerine onun: “Haaa,o böyle bir mahluktur ki, aldığı yetmez Arada bir avucu kaşınır O vakit aleyhte yazar Fakat son zamanlarda çok kaşınıyor Matbuat idaresinin parası ve benim verdiklerim yetmiyor Vire istiyor Ne çare bunu böyle idare etmek lazım” dediğini (181) Ecdadın Vakıf Çağlayanı Yardım, şefkat ve sevgi hissinin ebedileşmesi arzusundan doğan ve diğergamlığın müesseseleşmiş şekli olan vakıf müesseselerimiz sayesinde cemiyetimizin yıllarca huzur içinde varlığını devam ettirdiğini Bu ecdad vakıfları arasında:Kışın aç kalan kuşların beslenmesi, Bayram günlerinde şehir ve kasabalarda top atılarak çocukların sevindirilmesi, -Koyun cinsinin ıslah edilmesi, -Et fiyatlarının kış aylarında yükselmemesini sağlayacak tedbirlerin alınması, -Hasta ve garip göçmen leyleklerin bakım ve tedavi edilmesi, -Çalışan kadınlara sütanne bulunması, -Hac yolunda parasız kalanlara para dağıtılması, -Cami ve türbe duvarlarındaki ot ve yosunların temizlenmesi, -Ramazan-ı Şeriflerde camilerde hurma, zeytin gibi iftariyeliklerin dağıtılması, -Köy ihtiyarlarına elbise temin edilmesi, -Hamalların sırtlarındaki yükleri, üzerine koyup dinlendikten sonra kimsenin yardımına muhtaç olmaksızın sırtlanabilmeleri için mola taşları dikilmesi, Yüksek dağ ve geçitlerde kar ve tipiden korunmak için sığınak yapılması, Yaz aylarında sıcaktan bunalanlar için gölgelik yapılması ve icab eden yerlere su küplerinin konulması…gibi insanı hayretler içinde bırakan çok enteresan vakıfların olduğunu (182) Bir Devrin İçyüzü Aziz ecdadımızın, öldükten sonra arkalarında bir sevap kapısı bırakmak düşüncesiyle binbir emekle yaptırdığı vakıf eserlerinin, bir dönemde sadece hava parası beşyüzbin lira yaparken yok pahasına , onsekiz liraya , Ermenilere kiraya verildiğini… Yapılan devrimlerden sonra “şapka inkılabına aykırıdır” gerekçesiyle o güzelim sanat eseri mahiyetindeki ecdad mezar taşlarımızın “fesli-sarıklı” olan baş kısımlarının kırdırıldığını Koskoca İstanbul’da, namaz kıldırabilecek kadar dahi bilgiye sahip insan bulunamadığından bir dönemde Süleymaniye Camii’ne mahalle bekçisinin imam yapıldığını (183) Biliyor muydunuz? Hak ve Batıl Fi Zilalil-Kur’an” tefsiri yazarı büyük alim Seyyid Kutub’a, idam edilmeden önce devrin başkanı Nasır’dan özür dilemesi istenildiğini ve bunu yaptığı takdirde bağışlanacağını söylediklerinde Seyyid Kutub’un tam bir dava adamına yaraşır şekilde : , Eğer bu idam kararı hak ise, ben bu hakka razı oluyorum Yok eğer batıl ise, ben batıldan özür dileyecek kadar alçalmadım” diye müthiş bir cevap verdiğini…(184) Kardinalin Cuma Namazı Yunus Emre hakkında bir oratorya düzenlendiği zaman bunu dinleyen büyük şair Yahya Kemal Beyatlı’ya oratoryayı nasıl bulduğu sorulduğunda, Yahya Kemal’in: Kardinalin cuma namazı kıldırmasına benziyor” diye cevap verdiğini… (185) İmam Malik’te İman Şuuru Peygamber Efendimiz’in (sav): ‘Beni Allah’a yaklaştıran ilmimin artmadığı bir gün yaşayacak olsam, o günü hayırla geçirilmeyen bir gün sayarım” hadis-i şerifiyle amel etme şuuruyla zamanın hakkını vermeye çalışan İmam Malik Hazretleri, nin, yemek meselesinden dolayı kaybedeceği zamanı dahi hesap ederek def-i hacette geçecek zamanı asgariye indirme yollarını aradığını Bu gaye ile üç günde bir defa helaya gidecek şekilde yemek yemeyi azalttığını…(186) Şaraplı İftar Yemeği Tarifi Tercüman gazetesinin genel yayın müdürlüğünü yapan solcu Oktay Verel’li günlerin birinde Ramazan vesilesi ile hazırlanan özel sayfanın “İftar Sofrası sütunundaki yemek tarifinde: 500 gram kuşbaşı et, yarım bardak şarap bir kaşık tereyağı vs ” diye yazması üzerine o dönemin Büyük gazetesini çıkaran Mehmet Şevket Eygi’nin: ‘Müslüman mahallesinde salyangoz mu satılıyor?” diyerek Tercüman gazetesini topa tutup, genel yayın müdürünü gazeteden ayrılmak zorunda bıraktırdığını ( 1 87) Altından Nohutlar Fatih Sultan Mehmed’in Vezir-i Azamı Mahmut Paşa’nın, ilme hürmetinin ifadesi olarak devrin alimlerine haftada iki defa ziyafet verdiğini Sofradaki Vezir-i Azam Mahmut Paşa’ nın bu ziyafetlerde , pilavın içine önceden altından yapılmış nohut taklidi taneleri karıştırdığını ve bunlar kimin kaşığına isabet ederse ona hediye ettiğini (188) Harem Yalanı Osmanlı Harem Hayatı hakkında yazılan eserlerin pek çoğunun ya tamamiyle uydurma veya çok eksik olduğunu… 18yüzyılda İstanbul’da bulunmuş olan İngiltere sefirinin eşi Lady Montagunun, “Şark Mektupları” isimli kitabında anlattığı Osmanlı Harem hayatı hakkındaki bilgilerin, yine bir batılı olan ve Türkiye’de yirmiüç yıl vazife yapmış olan Mareşal Moltke tarafından tekzib edildiğini… ( 1 89) Bağdat Fatihi’nin Mütevazı Hayatı Osmanlı padişahlarının en cihangirlerinden olan Sultan lV Murad’ın savaşa giderken seferlerde, neferler gibi pek sade bir hayat yaşadığını Yemek hususunda bile askerinin karavanasına kaşık salladığını ve çok defa kırlarda atını eğerini başının altına yastık yaparak uyku ihtiyacını giderdiğini…(190) Günde Üç Yumurta Veren Tavuk Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin Barla’daki sürgün günlerinin birinde vakit akşama yaklaşırken elinde bir sopayla tavuk kovaladığını ve orada bulunan köy halkından bazılarının Üstad’ a gelip tavuğu niçin kovaladığını sormaları üzerine, Bediüzzaman’ın gayet ibretli bir şekilde: “Bu tavuk dün iki tane bugün ise üç tane yumurta getirdi Benim iktisat kaidemi bozuyor Bu sebepten kovuyorum ” cevabını verdiğini…(191) Bir Tarihi Yanlış Daha Osmanlı devlet ricalinin, giydikleri samur kürkten dolayı bazı tarihçilerin işin aslını ciddi araştırmadan Osmanlı’nın bu devinin sefahat dönemi olarak adlandırıp, adını Samur Devri “koyduklarını Halbuki gerçekte ise, normalde giyilen kaftana kışın ısıtıcı olması için (bugün pardesülerde muflon kullanıldığı gibi) samur kaplandığını ve böylece soğuk rutubetli taş mekanlarda yaşayan o günün insanı için kış aylarında samurun bir nevi kalorifer vazifesi gördüğünü (192) Milletin Sırtındaki Yük Sultan Mehmed Reşad’ın ortanca oğlu Şehzade Necmeddin Efendi vefat ettiğinde, padişahın yakınlarının büyük üzüntüye kapılmaları üzerine Sultan Reşad’ ın tam bir tevekkülle : Bizler zaten milletin sırtında büyük bir yük halindeyiz Ben bir evlad kaybettim, fakat millet bir yükten kurtuldu ” dediğini…(193)Biliyor muydunuz? Hür Bir Esir 17 yüzyılda Ruslarla yaptığı savaşı kaybederek Osmanlı Devleti’ne sığınan İsveç Kralı 12 Charles(Demirbaş Şarl)’ ın, Türklerden gördüğü alicenaplık karşısında Poltava’da esir oluyordum Bu benim için bir ölümdü Kurtuldum Buğ nehri önünde tehlike daha kuvvetli olarak belirdi Önümde su, ardımda düşman, tepemde ateşler püsküren güneş Su beni boğmak, düşman beni parçalamak, güneş beni eritmek istiyordu, yine kurtuldum Fakat bugün esirim Türklerin esiriyim Demirin, ateşin ve suyun yapamadığını onlar yaptılar, beni esir ettiler Ayağımda zincir yok, zindanda da değilim Hürüm ve istediğimi yapıyorum Lakin yine esirim asaletin nezaketin esiriyim Türkler beni işte bu elmas bağa sardılar Bu kadar şefkatli , bu kadar yüksek kalpli, bu kadar asil ve bu kadar nazik milletin arasında hür bir esir olarak yaşamak bilseniz ne kadar tatlı” diyerek şükranlarını ifade ettiğini…(l94) Yirmi Yüzlüler Viranelerin yascısı” milli şairimiz Mehmet Akif Ersoyun cemiyetteki bozuklukları görüp, insanlar arasındaki münasebetlerdeki riyakarlık ve sahte tavırlar karşısında dayanamayarak: Artık iki yüzlüleri sever oldum çünkü yaşadıkça yirmi yüzlü insanlar görmeye başladım ” diyerek hayıflandığını…(195) 450 Yıllık Çevre Nizamnamesi Çevremizin gitgide yaşanmaz hale gelip bunun ekolojik felakete yol açan neticelerinin hergün biraz daha fazla ortaya çıkmasıyla birlikte çevreyle ilgili haftalar tertip edip, hukuki düzenlemelerin gündeme yeni yeni gelmesine karşılık, Osmanlı Devleti’nin bizden tam dört buçuk asır önce, meselenin ehemmiyetini idrak ederek Çevre Temizliği Nizamnamesi ” hazırlayıp uygulamaya koyarak problemi çözdüğünü (196) Lüks Gemi ve Tuvalet Büyük şair Necip Fazıl Kısakürek’e sahilde rastlayan bir hayranının : Üstad, senin bütün mücadelelerin güzel, hizmetlerin eşsiz… Ama şu… … tarafın olmasa!” diyerek tenkit etmesi üzerine Necip Fazıl’ın tebessüm ederek: Şu Boğaz’dan geçen lüks ve güzel gemiyi görüyor musun? Bak ne kadar lüks ve konforlu değil mi İşte böylesine lüks geminin tuvaleti de vardır” cevabını verdiğini… (197) Abdülhamid’in Haremi ll Abdülhamid Han’ın karısı Müşfika Sultan’ın, kocasının vefatından sonra ve kızının da Avrupa’ya sürgün gitmesi üzerine, İstanbul’da yıllarca yalnız yaşadığını… Ayşe Sultan’ın annesini defaatle Avrupa’ya yanına çağırmasına rağmen gitmediğini ve bunun sebebini soranlara:Efendim pek kıskançtı Harem ağaları bile başlarını kaldırıp yüzüme bakmaktan men edilmişti Avrupaya gittiğimi yüzümü yabancı erkeklerin gördüklerini kabrinde hissederse güceneceğini, azap duyacağını düşündüm Onun için de kalbime taş basarak yıllar yılı dar-ı dünyada evladımın hasretine katlandım” diye ibretli bir şekilde cevap verdiğini (198) |
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ? |
05-26-2009 | #303 |
Şengül Şirin
|
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ?Oğlumdan Devlet Sorumludur 16 Nisan l992′de, polisin yaptığı bir operasyonda öldürülen Dev-Sol militanı Sinan Kukul’un babası Musa Kukul’un, gazetelere verdiği beyanatta: “Oğlum benim yanımdayken inanıyordu Namazını kılıyordu Onu devlete güvenip yatılı okula verdiğimde kaybettim Tavuk bile kesemeyen oğlum, nasıl bu yola düştü? Sormak istediğim devlet yatılı mekteplerinde okuyan bir çocuk nasıl oluyor da devlet aleyhinde yönlendirilebiliyor Sinan ‘dan ben değil, devlet sorumludur” dediğini (199) Bismark’ın Parlemento Anlayışı Alman birliğinin kurucusu büyük devlet adamı Prens Otto Von Bismark’ın(1815/1898), Sultan ll Abdülhamid’in Meclis-i Mebusan’ı kapattığını öğrendiğinde, kendisine Padişah adına nişan getiren Ali Nizami Paşa’ya: İyi ettiniz de meclisi fesheylediniz Bir devlet millet-i vahideden (tek bir miletten) teşekkül etmedikçe, parlemento o devlete ve millete yarardan çok zarar getirir… ” dediğini (200) Mehmet Akif ve Kalpak Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ankara’ya çağırıldığını ve orada halledilmesi gereken o kadar önemli mesele varken “kalpak ” meselesinin görüşülmesi üzerine iyice canı sıkılan Akif’in: “Ben de bu adamların başımın içine bakacaklarını sanmıştım Ama onlar tepesine baktılar” diye hayıflandığını (201) Osmanlı’nın Adalet Şemsiyesi Kurtuluş Savaşı’ndan önceki İstanbul’un işgal yılları sırasında, birçok yerli Rum’un taşkınlıklar yaparak Türk düşmanlığını körüklemesine mukabil , İstanbul’da yıllarca Osmanlı’nın adalet şemsiyesi altında huzur içinde hayat sürmüş hakperest bir Rum olan Alerko Mandacı’nın, elinde tesbihi, başında fesi ile dolaşıp : “Ben bu fesin altında doğdum, bunun altında ölürüm!” diyerek soydaşı diğer Rumlara muhalefet edip onlarla yaka paça mücadele ettiğini (202) Batıda Kilisenin Serveti Bugün Avrupa’da kiliseye kayıtlı olan milyonlarca insanın maaş, ücret veya gelir vergilerinden bir bölümünün kiliseye aidat olarak kesildiğini Bu aidatların 1991 yılı toplamının sadece Almanya’daki karşılığının 15 milyar 700 milyon markı bulduğunu… Ayrıca Almanya’da aynı yıl kiliseden kaydını sildirenlerin sayısının 300000 kişiyi bulduğunu (203) Kadının Ruhu Var mı? 16 Yüzyıl Avrupa’sında, kadınların ruhlarının olup olmadığı ve Cennet’e gidip gidemeyecekleri meselesinin Hristiyan çevrelerde durmadan tartışıldığını… Yine o dönemde bir üniversite hocasının, kadınların insan türünden olmadıklarını ispat etmek üzere Latince tezler yazdığını ve o dönemin kraliyet fermanlarında, kadınların dövülme meselesi ile alakalı olarak: “Dövme aletinin ucu keskin demir olmasın ve açılan yara da makul bir cezanın hudutlarını aşmış olmasın” diye hükümler yer aldığını… (204) Zekanın Böylesi Bediüzzaman Hazretleri’nin bir lütf-u İlahi olarak çok zeki bir yaratılışa sahip olduğunu… Bir defasında ikibinbeşyüz alternatifli bir ihtimal hesabını iki saat zarfında zihninden hesap edip çözdüğünü… Yine gençlik yıllarında giriştiği bir münazaradan sonra misafir kaldığı ev sahibine dert yanarak: Acem Ağa, bu adamlar benimle münazaraya girişiyorlar Vallahi azim ben, yerden ta asumana kadar, buğday taneleri birbirine binip eklenseler, kaç tane edeceğini zihnim de hemen bulabilir çıkartabilirim” dediğini…(206) Osmanlı Saray Kadınları Tarihi hadiselere önyargılı bakan birçok batılı yazarın Osmanlı kadınlarının saray hayatını kendi hayat felsefelerine göre değerlendirip,”kafes edebiyatı” çerçevesinde senaryolaştırmasına mukabil, yıllarca İstanbul’da yaşayan”Muhteşem İstanbul” kitabının yazarı Gerard de Nerval’in Osmanlı saray kadınları hakkında : “Saray kadınlarına gelince, bunların gerçekten birer alim olduklarını söyleyebiliriz ve bu sözümüzde mübalağa yoktur Çünkü saraya giren her kadın, tarih, edebiyat müzik, resim ve coğrafya konularında çok ciddi bir eğitime tabi tutulur Bu kadınların birçoğu, sanatkar veya şairdirler diye yazdığını (205) “Sol Kolumuzu Yiyip Sağ Kolumuzla Çarpışırız” Lid kalesinin İspanyollar tarafından muhasara edilip kale içindeki şehirde açlığın baş göstermesi üzerine, başları sıkışan halkın kale muhafızı Jan Vanderev’e müracaat ettiklerinde, kale muhafızının : “Sizin elinizden ölmekle, düşman eliyle ölmek benim için aynıdır Eğer benim etim sizi doyuracaksa, beni parçalayıp yiyiniz” cevabını verdiğini… Jan Vanderev’in bu söz ile yüreklenen halkın sonuna kadar kaleyi muhafaza edip, İspanyolların teslim tekliflerine karşı Erzakımız bitse bile sol kolumuzu keser yeriz ve düşmana karşı sağ kolumuzla mücadele ederiz” cevabını verdiklerini “(207) İdeal ve Menfaat ABD eski başkanı George Bush’un, West Point Askeri Akademisi’nde son yaptığı konuşmada “ideal” ile “menfaat” arasındaki farkı vurgulayıp tam bir makyavelist batılı zihniyete yakışır şekilde : “Her şiddet hadisesine karşı koymak durumunda değiliz… Bir milletin idealleri menfaatleriyle çatışma halinde olmamalıdır” diyerek maskesinin altındaki gerçek yüzünü gösterdiğini (208) Batının Pis Parmağı “Arap Birliği ” düşüncesinin, İngilizlerin, Osmanlı Devleti’ni parçalamak için kullandığı bir vasıta olduğunu ve böylece İngilizlerin Arapları, İslam ümmetinden ayırmayı hedeflediklerini… Nitekim “Baas Arap Milliyetçiliği” fikrinin de bir Hristiyan olan Misel Eflak tarafından ortaya atıldığını… Yine Osmanlı’yı İslam aleminden koparmak için ortaya atılan “Pantürkizm” düşüncesinin fikir babasının da Vambery isimli bir Avrupalı olduğunu… (209) Mevlana ve Uğursuzluk Halk arasında yaygın olan batıl inançların birinin de: Üzerinde dikiş dikilen kimsenin ağzına birşey almamasının uğursuzluk getireceği ” olduğunu… Mevlana’nın hanımı Kira Hatun’un, kocasının feracesini üzerinde olduğu halde dikerken içinden ‘Acaba Mevlana’da mübarek ağzına birşey aldı mı?” diye geçirmesi üzerine, Büyük Veli’nin karısına dönerek ibretli bir şekilde: “Bunun ehemmiyeti yok, sen adamakıllı dik İşte ben ağzıma , Kulhuv’allahü ahad (O Allah tekdir)’ lafzını aldım’dediğini (210) Büyük Musibetin Haberi Bediüzzaman Said Nursi Hazretlenin Vandaki Horhor medresesindeki talebelerine ders verdiği esnada bir karınca yuvasındaki karınca kolonisinin,ölülerini dışarı attıklarını görünce:Büyük bir musibet başımızda dolaşıyor Nasıl ki bu karıncalar ölülerini dışarı atıyorlar,aynen öylede bu musibette de millet ölülerini dışarı atıp sahip olamayacak diyerek,cihan harbinin o müthiş musibetini keşfen haber verdiğini…(211) İstiklal Mahkemeleri Birinci Büyük Millet Meclisinin unutulmaz imanlı hatibi, Erzurum mebusu Hüseyin Avni Ulaşın,Elazığ İstiklal Mahkemesinde yargılanıp hakkında beraat kararı verilmesi üzerine büyük bir celadetle yerinden fırlayarak:Bu mahkeme çok namuslu insanları asmıştır Bizim namusumuzda bir eksiklik mi gördü ki,bizi asmadı diye haykırması üzerine,Elazığ İstiklal Mahkemesinin Hüseyin Avni Bey i ömür boyu sürgün cezasına mahkum ettiğini…(212) Dört Kıtada Kerim Devlet Osmanlı Cihan Devleti hakimiyetinin Orhan Gazi devrinde Asya dan Avrupa ya…Yavuz Sultan Selim devrinde buralara ilave olarak Afrika kıtasına…İkinci Selim tarafından gerçekleştirilen Sumatra seferiyle de Okyanusya ya dayandığını…Bu suretle de Devlet i Aliye yi Osmaniyenin azamet devrinde dünyanın dört kıtasında boy gösterdiğini…(213) Biliyor muydunuz? Ben Bu Tefsiri Yazmazdım Cumhuriyet hükümetlerinin ilk Şer’iyye Vekili ‘Hülasa tül Beyan” isimli Kur’an tefsiri yazarı Konyalı Mehmed Vehbi Efendi’nin, Bediüzzaman Said Nursi’nin İhlas Risalesini okuduktan sonra, kendisine bu eseri veren Konyalı Hacı Sabri Halıcı’ya: “Sabri Bey, Allah’a kasem ederim ki, sen bu eseri bana tefsirimi yazmadan evvel verseydin ben bu tefsiri yazmazdım ” dediğini (214) Paramparça Olan Kalp Hayatını, memleket gençliğinin ebedi hayat prensiplerinin rehberliğinde yetiştirilmesine adamış büyük dava adamı rahmetli Zübeyr Gündüzalp’in, asılsız ithamlarla çıkarıldığı bir mahkemede : “Teessür ve ızdırap karşısında kalpten bir parça kopsa idi, bir genç dinsiz olmuş’ haberi karşısında o kalbin atom zerratı adedince paramparça olması gerekirdi” diye haykırdığını (215) Sünnetdaşlık Osmanlı’nın çok güzel sünnet geleneklerinden birinin de varlıklı ailelerin, çocuklarını sünnet ettirecekleri zaman kendi çocuklarının sünnet düğününe fakir aile çocuklarını da davet ederek onları da sünnet ettirdiklerini… Böylece sünnet edilen çocuklar arasında hayat boyu sürecek bir kardeşlik bağı(sünnetdaşlık) tesis etmiş olduklarını… (21 6) Bir Mandaya Değişilen Devlet İstanbul’un batılı emperyalistlerce işgal edildiği yıllarda “manda” fikrinin hararetli bir şekilde tartışıldığı günlerin birinde , o devrin Zaman gazetesinin baş yazarlığını yapmakta olan şair Yahya Kemal’in, kendi köşesinde bir arkadaşının ifadesi olan “Bu şehre girmek için Fatih Sultan Mehmed’in her topuna doksan manda koşmuştuk Koca saltanatı bir mandaya değişeceğiz” diye yazması üzerine bu makalesinin sansüre uğrayarak köşesinin beyaz çıktığını (217) “Onların Herşeyini Berbad Ettik” Haçlı seferlerinin başarısızlıkla neticelenmesinden sonra batı sömürgeciliğinin İslam ülkelerine yerleştirmenin başka yollarını arayan kilisenin, geliştirdikleri Oryantalizm metodlarıyla yılarca sabırla çalışarak İslam alemini ne hale getirdiklerini, yine bir batılı olan Louis Massignon’un “Onların herşeyini berbad ettik felsefelerini, dinlerini berbad ettik Şahsiyetlerinde büyük bir boşluk meydana getirdik Artık anarşiye ve intihara hazır haldedirler Ruhlarını kaybettiler” sözleriyle ifade ettiğini…1218) Bir Dinsizin Papaz Olan Oğlu “Beşerin böyle dalaletleri var Putunu kendi yapar kendi tapar diyen bir dönemin edebiyat dünyasının önemli simalarından biri, inançsız şair Tevfik Fikret’in(1867-l915): “Sen bize bol bol ışık kucakla getir diyerek elektrik mühendisi olmak üzere İngiltereye gönderdiği oğlu Haluk’un, dininden ve vatanından tamamen koptuğunu ve içindeki inanma ihtiyacından dolayı önce bir Hristiyan, daha sonra da bir kilisede papaz olduğunu… Yıllar sonra Amerika’da izini bulup kendisiyle görüşmek isteyen birine de: Siz Türk veya Türkiyeli olabilirsiniz bu beni ilgilendirmez Ben Amerikalıyım Amerikan vatandaşıyım Türkiye ile iyi-kötü bir ilişkim yoktur , diyebilecek kadar tefessüh ettiğini Nihat Sami Banarlı’nın bu hadise üzerine: “Fikret ailesinin talihsizliği galiba ‘mendel kanununun tezahürüdür, Bu soya çekim’ kanunu, Fikretin ruhuna belki hüsran duygusunun acısın! tattırdı Çünkü Fikret’in ailesi henüz Müslüman olmuş bir Rum ailesinin kızıydı ve bu ailenin tarihinde sağa veya sola doğru birtakım iman ve ideal değişimleri 0lmuştu Haluk’un Müslümanlıktan yedi asır eski bir dine geri dönmesi, belki de böyle bir kan mirasının tecellisidir” diyerek enteresan bir yorum getirdiğini… (219) Tito’ dan Müthiş İtiraflar Ömrünün elli yılını komünist ideoloji yolunda harcayarak bu davasında şöhreti yurt dışına taşmış bir insan olan Salih Gökkaya’nın, daha sonra İslam’la müşerref olarak Hakk’a rücü ettiğini Komünizm fırtınalarının bütün dünyayı kasıp kavurduğu bu günlerin birinde Salih Gökkaya’nın “Türkiye Komünist Talebe Teşkilatı Başkanı” sıfatıyla Yugoslavya Devlet Başkanı Mareşal Tito’nun şeref misafiri olarak Belgrad’a gittiğini… Ömrünün son günlerini geçirmekte olan Tito’yu ziyaret ettiklerinde , hayatını komünizme adayan bu ihtiyar liderin büyük bir pişmanlık içinde: “Yoldaş, ben ölüyorum artık… Ölümün ne derece korkunç birşey olduğunu size anlatamam Anlatsam bile sıhatli ve genç olan sizler, bu yaşta bunu anlayamazsınız Düşünün ölmek, yok olmak… Toprağa karışmak ve dönmemek üzere gidiş… İşte bu çıldırtıyor beni… Dostlarımızda sevdiklerimizden, ünvan ve makamlardan ayrılmak… Dünyanın güzelliklerini bir daha görememek Ne korkunç birşey anlamıyor musunuz? Yoldaşlarım, sizlere açık bir kalple itirafta bulunmak istiyorum: Ben öldükten sonra, toprak olacaksam, diriliş, ceza veya mükafat yoksa, benim yaptığım mücadelenin değeri nedir? Söyleyin bana? Ha yoldaşlarımın kalbine gömülecekmişim veya unutulmayacakmışım veya alkışlanacakmışım neye yarar? Ben mahvolduktan sonra, beni alkışlayanların takdir sesleri, kabirde vücudumu parçalayan yılan ve çıyanları insafa getirir mi? Söyleyin bu gidiş nereye? Bunun izahını Marks, Engels, Lenin yapamıyor İtiraf etmek zorundayım Ben Allah’a, peygambere ve ahirete inanıyorum artık Dinsizlik bir çare değil Düşünün, şu kainatın bir Yaratıcısı şu muhteşem sistemin bir kanun koyucusu olmalıdır… Bence ölüm de son olmamalıdır,mazlumca gidenlerle, zalimce ölenlerin bir hesaplaşma yeri olmalıdır Hakkını almadan, cezasını görmeden gidiyorlar Böyle keşmekeş olamaz Ben bunu vicdanen hissediyorum Öyle ki, milyonlarca suçsuz insanlara yaptığımız eza ve zulümler, şu anda boğazıma düğümlenmiş bir vaziyette Onların ahlarına kulak verecek bir merci olmalı… Yoksa insan teselliyi nereden bulacak? Bunların bir açıklaması olmalı Marks bu mevzuda halt işlemiş Uyuşturmuş beynimizi Nedense ölüm kapıya dayanmadan bunu idrak edemiyoruz Belki de göz kamaştırıcı makamlar buna engel oluyor Ben bu inançtayım yoldaşlarım, sizler de ne derseniz deyin!” diyerek müthiş bir itirafta bulunduğunu…(220) “Asrın Müceddidinin Büyük Bir Talebesi Geçiyor” Bediüzzaman Hazretleri’nin talebelerinden Albay Hulusi Bey’in tayininin Kars’a çıkması üzerine, bindiği tren Erzurum Alvar köyünün yakınlarından geçerken Şeyh Muhammed Lütfi Efendi’nin kerametkarane ayağa kalkıp:Asrın müceddidinin büyük bir talebesi geçiyor” deyip takdir ve ta’zimde bulunduğunu (221) Çatırtı Fransa İmparatoru III Napolyon’un, o sırada Paris’te Osmanlı Büyükelçisi olarak bulunan Ahmet Vefik Paşa’ya:”Paşa, işitiyorum, Osmanlı Devleti çatırdıyor” demesi üzerine, Vefik Paşa’nın gayet vakur bir şekilde: “İstanbul buraya uzaktır , ses duyulmaz… O duyduğunuz sizin imparatorluğunuzun çatırtısıdır” cevabını verdiğini (222) Şarap İmalatçısı Elçilerimiz Eski Dışişleri Bakanlığı sözcülerinden Vural Arıkanın Tahran Büyükelçiliği’nde diplomatlık yaparken, memleketimizin dış politikası ile alakalı meseleleri üzerinde oldukça faydalı (!) faaliyetlerde bulunduğunu , Bu faydalı(!) faaliyetler arasında, içkinin yasak olduğu İran’da, dışarıdan iki kamyon üzüm getirterek büyükelçiliğin mahzeninde bizzat üzümlerin üzerinde tepinerek şarap imal etmenin de bulunduğunu… (223) İzmir’de Vahşet 15 Mayıs 1919 tarihinde, İngilizlerin kışkırtmalarıyla Ege bölgemizin incisi İzmir’i işgal eden Yunan askerlerinin Kordon boyu’nda genç-ihtiyar, çoluk-çocuk demeden yüzlerce insan vahşice katlettiklerini , , Sahil kıyısındaki askeri gemilerde beklerken, olanları gören ve Türk düşmanlığı ile şartlandırılmış İngiliz askerlerinin dahi yapılan insanlık dışı vahşete tahammül edemeyerek gemide isyan alametleri göstermeleri üzerine, gemilerin denize açılmak mecburiyetinde kaldığını (224) Abdest Suyu Otuzikinci şehit Osmanlı Padişahı Abdülaziz Han’ın çok dindar bir padişah olduğunu ve ömrü boyunca hiç namazını hiç terketmediğini… Fransa Kralı ve İngiltere Kraliçesi’nin daveti üzerine çıktığı Avrupa seyahatinda -Frenklere itimat etmeyerek abdest suyunu dahi beraberinde götürdüğünü (225/a) Daha sonraları bazı menfaati zedelenenlerce, cinayet şebekesi kurdurularak hunharca öldürülüp hadiseye intihar süsü verildiğini… Abdülaziz’in vefatını öğrenen İstanbul halkının çok sevdikleri padişahları için “Babamız öldü!” çığlıklarıyla sokaklara döküldüklerini , , (225/b) Biliyor muydunuz? İnönü ve Karabekir Başvekil İsmet İnönü’nün, eski silah arkadaşlarından Kazım Karabekir Paşa’nın Erenköy’deki evini polis kuvveti ile bastırıp, Paşa’nın “İstikIal Harbinin Esasları” isimli hatıralarını gasbettiğini , Bu hadise üzerine Cafer Tayyar Paşa ile dertleşen Kazım Karabekir’in teesürünü ifade ederek: “Ah İsmet! Her türlü insanlık hissinden sıyrılacak kadar haris olacağına, biraz ileriyi görmek hassasına sahip olsaydın, ne olurdu?” dediğini…(226) Şapkanın Serencamı Falih Rıfkı Atay’ın ifadeleri içinde: “Müslümanlar, Hristiyanların iyisine ‘makul kefere’, kötüsüne ‘gavur’, beterine şapkalı gavur’ “denildiği bir dönemde, 25 Kasım 1925 tarihinde şapka inkilabının yapıldığını ve bu inkılaba karşı geldikleri için 57 kişinin idam edildiğini, (227 /a) İngiliz araştırmacı yazar Paneth’in, “Turkey at the Gross roads “ın (Türkiye Yol Ayrımında) , , isimli kitabında o günler ile alakalı olarak: “Avrupa şapka imalatçıları altın günler yaşadılar Gemiler dolusu fötr panama, kasket,ne varsa İstanbul’a gönderildi İtalyan Borsalino kardeşlerin şapka yüklü gemisi İstanbul limanında idi zaten Şapkanın gündeme gelmesi ile birlikte, geminin yükü alelacele gümrükten geçirildi Borsalino kardeşler bu işten büyük kar elde ettiler… İstanbul’da erkeklerin kafalarında kağıt şapkalar hatta kadın şapkaları bile vardı,,” diye yazdığını… Şapka almakta zorluk çeken memurlara hükümetin taksitle borç para verdiğini ve bu ilk devrim hareketini, yine devrimlerin savunucularından biri olan Halide Edip Adıvar’ın: “Şapka kanunu, devrimlerin en beyhude ve en sathisidir, Bu kanuna sokaktaki adamın karşı çıkması, onu yapanlardan daha batılı bir davranıştır” diye tepki gösterdiğini, , ,(227/b) Kaskete Hakaret Mahkum olarak Ankara’dan Denizli’ye sevkedilen Bediüzzaman Hazretleri’ne mahkeme celsesi devam ederken başına takması için bir kasket verdiklerinde, Üstad’ın kasketi alıp sandalyenin üzerine koyarak üzerine oturduğu… Bunun üzerine savcının”Said Nursi şapkamıza hakaret ediyor” diye bağırması üzerine Bediüzzaman’ın: “Ben zayıfım bu sandalye de çok kurudur onun için altıma koydum” cevabını verdiğini (228) Ciğercilik Mesleği Ecdadımızda “ciğercilik ” diye bir mesleğinin bulunup bu meslek erbabının, uzun bir sırığın ucuna taktıkları ciğerleri mahalle ve çarşılarda dolaştırdıklarını, Yolda bu ciğerciye rastlayan hayırsever insanların ciğerleri satın alarak etraftaki aç kedi ve köpeklere dağıtıp sevap kazanmayı gaye edindiklerini,,…(229) |
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ? |
05-26-2009 | #304 |
Şengül Şirin
|
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ?Ürpertici ifadeler Küfür ateşinin alevlerinin göklere yükseldiği bir asırda iman suyuyla onu söndürmeye koşan, büyük çile insanı Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin, bu meşakkatli iman hizmeti esnasında defaatle zulümlere maruz kalıp öldürülmek istenildiğini ve kendisine bu zulüm silahını kullananlara karşı: “,, Dünyamızı, dinimiz uğrunda ve ahiretimize her vakit feda etmeye hazırız, Sizin zalimane ve vahşiyane hükmünüz altında bir iki sene zelilane geçecek hayatımızı, kudsi bir şehadeti kazanmak için feda etmek, bize ab-ı kevser hükmüne geçer, Fakat Kur’an-ı Hakim’in feyzine ve işaratına istinaden, sizi titretmek için, size kat’i haber veriyorum ki Beni öldürdükten sonra yaşayamayacaksınız! Kahhar bir el ile, cennetiniz ve mahbubunuz olan dünyadan tardedilip ebedi zulümata çabuk atılacaksınız! Arkamdan pek çabuk sizin Nemrutlaşmış reisleriniz gebertilecek, yanıma gönderilecek Ben de huzur-u İlahi’de yakalarını tutacağım, Adalet-i İlahiye, onları esfel-i safiline atmakla intikamımı alacağım!” diye seslendiğini Ve bu büyük Hak Eri’nin vefat ettiğinde geriye maddi varlık olarak sadece ve sadece bir cübbe, bir sarık, bir cep saati ve yirmi lira para bıraktığını (230) İstiklal Mahkemelerinin Adaleti(!) Cumhuriyet’in ilanından sonra ikinci defa kurulan ve 1925-1927 döneminde faaliyet gösteren İstiklal Mahkemeleri hakkında Araştırmacı Ergün Aybars’ ın:”Kararların temyizi yoktu Mahkemeler kararlarını vicdanı kanaatlerine dayanarak verirlerdi, Kararın verilmesi için delile gerek yoktu dediğini… Bu konu ile alakalı olarak mahkeme üyelerinden Lütfi Müfit Beyin Savcı Süreyya Bey’e: “Bizim milli bir gayemiz var O gayeye Varmak için asıra kanunun üstüne çıkarız diyerek ne kadar adilane(!) hükümler vererek yüzlerce insanın ölümüne imza koyduklarını (231) HaIkın Hizmetinde Olan Devlet Devletin, o ülke vatandaşının hizmetinde bir müessese olarak çalıştığı İngiltere’de en üst seviyedeki bir kamu görevlisinin dahi, en sade vatandaşa yazdığı bir yazıda veya dilekçesine verdiği cevapta: “Sadık Hizmetkarınız-your obedient servant diye imza attığını (232) Amerikan Mandası İsmet İnönü’nün, memleketimizin dört bir yandan düşman tarafından işgal edildiği günlerde kendisinin de Milli Mücadeleci olduğunu ilan etmesine karşılık gerçekte ise Milli Mücacdele’ye inanmayıp mandacılık taraftarı olduğunu… 27 Ağustos l9l9′da Kazım Karabekir Paşa’ya yazdığı mektupta : “Bütün memleketi parçalanmadan ancak bir Amerikan mandasına tevdi etmek yaşayabilmek için yegane ehven çare gibidir diye yazdığını…(233) Şark ve Garpta Temizlik Kültürü Orta Çağ Fransa’sında saray ve tiyatrolarda bile umumi helaların bulunmadığı bir zamanda, su medeniyetinin başşehri İstanbul’da 1400′ün üzerinde umumi hela bulunduğunu Yine aynı dönem Avrupa’sında akan su ile temizlenmenin bilinmeyip bir kaba doldurulan su ile tekrar tekrar el yüz yıkandığını… Buna karşıIık Osmanlı şehirlerinin, herbiri bir sanat şaheseri olan çeşmelerle donatılmış olduğunu…(234) Biliyor muydunuz? Haysiyetli Bir Haykırış İzmir Valisi İzzet Bey’in, Yunanlıların İzmir’i işgal etmesi ne karşı çıkılmamasını söylemesi üzerine il müftüsü Rahmetullah Efendi’nin: Vali Bey! Bu sakalım kanımla kızarabilir ama, bu alına, Yunan alçağını sükunet ve tevekkülle selamlamış olmanın karasını sürerek huzur-u İlahiye çıkamam!” diyerek haysiyetli bir çıkış yaptığını… (235) Selahaddin Eyyübinin Serveti Hayatı İla-yı kelimetullah adına hep at sırtında geçmiş Kudüsün Haçlıların elinde olmasından dolayı gülmeyi kendisine haram kılmış olan büyük İslam mücahidi Selahaddin Eyyübi’nin, vefat ettiği zaman yanında bulunan komutanlarda Mahmut Han’ın elinde tuttuğu kılıcı havaya kaldırıp “Ey Cemaat-i Müslimin! İşte hükümdarınızın bütün serveti bu kılıçtan ibarettir” diye haykırdığını…(236) Adüvvullah Cevdet Dr Abdullah Cevdet’in(1869/l932) (Adüvvullah Cevdet) çıkarmış olduğu dergilerindeki yazılarıyla hayatı boyunca İslami değerlere hücum ettiğini… En büyük hedefinin, “halk arasında dinin nüfuzunu kırmak olduğunu söyleyen bu ateist adamın ölüp de” cenazesinin Ayasofya Camisi’ne getirildiğinde cemaatin cenaze namazın kılmadığını ve bunun üzerine cenazesinin götürülmek istendiğini… Cenaze arabası bulunmaması üzerine Fener Rum Patrik hanesi’nden bir cenaze arabası istenip haç işaretli bu cenaze arabasına konularak götürüldüğünü… (237) Misk ü Amber Bediüzzaman Hazretleri’nin talebelerinden Zübeyr Gündzalp’in bir defasında bir Nur talebesi ile münakaşa ederken muhatabının nefsine mağlup olup, Zübeyr Gündüzalp’in yüzüne tükürdüğünü Bu menfi ve nahoş harekete o büyük insanın: “Elhamdülillah, Nur talebesinin tükürüğü misk ü amberdir” sözüyle mukabele ederek olgunluğunu gösterip ve muhatabına ders verdiğini (238) “Öl de Köye Dönme” l Cihan Harbi’nin bütün cephelerde devam ettiği, vatanı her tarafından barut ve kan kokusunun yayıldığı 1915 senesi sonbaharının serin ve yağışlı günlerinin birinde, ak saçlı beli bükülmüş, soluk benizli ihtiyar bir ananın Bilecik İstasyonundan “Söğüt’ün Akgünlü Köyünden Mehmed oğlu Hüseyin namlı tazecik oğlunu cepheye uğurladığını… Uğurlarken de: “Hüseyinim yiğit oğlum benim!,Dayın Şıpka’da, baban Dömeke’de, ağabeylerin Çanakkale’de şehit düştüler, Bak, son yongam sensin Eğer minarede ezan sesi kesilecekse camilerin kandilleri sönecekse sütüm sana haram olsun Öl de köye dönme! Yolun Şıpka’ya uğrarsa dayının ruhuna bir fatiha okumayı unutma, Haydi oğul! Allah yolunu açık etsin ” diyerek bağrına basıp uğurladığını (239) Çok Şükür Sol Kolum Yerinde Duruyor” Fransız ordusunun meşhur kumandanlarından General Guro’nun Çanakkale Savaşı’ ndan sonra İstanbula gelip , karşılaştığı ilk Türk kumandanına, Çanakkale’de Türklerin gösterdiği destansı mücadelenin tesirinin bir ifadesi olarak: “Sağ kolumu Çanakkale’de verdim ama bir Türk generalini selamlayabilmek için çok şükür sol kolum yerinde duruyor” diyerek hayranlığını ifade ettiğini (240) Şark ve Garpta Hayat Felsefesi Batıda herşeyin “ferdiyetçilik” üzerine bina edilip, her insanın yaptığı bir eserle övündüğünü ve hatta daha da ileri giderek onu propaganda vasıtası yaptığını… Buna karşılık doğuda “toplumculuk” düşüncesinin yaygın olduğunu ve doğu toplumlarında kişinin eseriyle övünmesinin ayıp sayıldığını… Bu felsefenin neticesi olarak, birinin güreşte rakibine galip gelmesi halinde bunu muhakkak “Allah’ın sayesinde ve büyüklerinin nasihatlarıyla” olduğunu düşündüğünü Nefis bir hat şaheseri ortaya koyan bir hattatın,eserinin altına imzasını adeta utanarak: Allah günahlarını bağışlasın filanca”diye attığını 18 yüzyılın büyük Tarihçilerinden Evliya Çelebi’nin, eserlerinde kendisini anması gerektiği zaman: “Fakiri Pürtaksir diyerek adeta tevazudan yerle bir olduğunu…(241) Şahit Ol Ya Rab! Denizli hapishanesine götürülen Nur kafilesinin içinde bulunan, vücutça alil, sakat bir zatın, ellerinin Bediüzzaman Hazretleri ile birlikte kelepçelenip beraberce görülmesi üzerinefakir fakat izzetli, mazlum fakat celadetli insanın, ellerini gök yüzüne kaldırıp olanca gücü ile bağırarak: “Şahit ol Ya Rab! Şahid ol! Bu dünya hapishanesine beni Bediüzamanla götürüyorsun Huzuruna da böyle gitmek isterim” diye haykırdığını (242) İhtisab Ağası Bugünkü belediye başkanı karşılığı olarak, Osmanlı Devleti’nde de “İhtisab Ağası”nın bulunduğunu ve bu zatın bizzat çarşıları teftişe çıkıp en ufak bir uygunsuzluğa göz açtırmadığını Osmanlı’nın son dönem ihtisab ağalarından biri olan Hüseyin Bey’in, Edirnekapı civarında çıktığı teftişlerden birinde üzeri ağır yüklü vaziyette, bağlanmış bir merkebi görmesi üzerine, sahibini arattırıp onu bir kahvehanede kahve içerken bulduğunu ve hayvanı yüklü olarak bırakıp eziyet verdiğinden dolayı, çuvalları hayvandan indirtip adamın sırtına yükleterek bir müddet beklettiğini (243) Geçmiş Zaman Olur ki Eski Osmanlı kültüründe bir incelik örneği olarak, çarşıya inerken veya eve dönerken, büyüklere hürmet sadedinde bir yaşlı zatın yanından geçip gidilemediğini, ancak onun:”Geç oğlum ben yavaş yürüyorum … deyip müsaade etmesinde sonra önünde geçilip gidilebildiğini (244) Necip Fazıl ve Adnan Menderes Büyük şair Necip Fazıl Kısakürek’in mecmua çıkarmak gayesi ile Ankara’da Adnan Menderes ile görüşmek istediğini ve uzun bürokratik engelleri aştıktan sonra sabaha karşı Başvekil Adnan Menderes ile görüştüğünde ona: “Sizin başvekil olduğunuz bir ülkede, ben şu kadar eserin sahibi olarak, omuzuma bir boyacı sandığı atarak Eminönü meydanında karnımı doyurmak için boyacılık yapsam bu sizin için bir şeref midir?! , diye oldukça sitemli konuşması üzerine, merhum Menderes’in büyük bir inkisar içinde: “Necip Fazıl Bey, ben herşeyi biliyorum…Fakat bilsen ne haldeyim Üstümde Celal Bayar altımda Medeni Berk:iki mason arasında, iki değirmentaşı arasındaki tane gibiyim Al şu parayı da git mecmuanı çıkart! Arada bir de bana çat ki onu Menderes besliyor demesinler! ” dediğini (245) Şefkatin Böylesi 18 yüzyılda Osmanlı ülkesine gelen Pere Jehammot isimli bir rahibin yazmış olduğu seyahatnamesi hayvan hakları ile alakalı olarak: “Türkler, murdar saydıkları için hiçbir zaman evlerine sokmadıkları sokak köpeklerinin açlıktan sıkıntı çekmelerine yahut telef olmalarına meydan vermemek üzere hergün bu hayvanlara bir miktar et dağıtılması için vasiyetnamelerinde kasaplara bir miktar para tahsis ederler,, diye yazdığını…(246) Sen Çağımızın Peygamberisin(!) 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ile Anadolu’nun parçalanmasının söz konusu olduğu günlerde Amerika Cumhurbaşkanı Wilson’un: Türkler haritadan silinmelidir!” hezayanını savunduğunu Wilson böyle söylerken gazeteci Yunus Nadi’nin bu adama gönderdiği mektupta Siz çağımızın peygamberisiniz” diyebildiğini (247) Lenin ve Emanete Hıyanet Milli Mücadele yıllarında Buhara Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Başbakanı Feyzullah Hoca’nın gayretleriyle halktan Türkiye’ye gönderilmek üzere 100milyon altın ruble toplandığını Bu paranın Türkiye’ye ulaştırılmak üzere Lenin’e teslim edildiğini, fakat Lenin’in bu paranın sadece 11 milyon altın rublelik bir kısmını Anadolu’ya gönderip kalanını gasbettiğini (248) Havlayanlar ve Kuyruk Sallayanlar Meşhur İrlandalı yazar Bernard Shaw’ın, devrinin bütün mevcut siyasi partililere kızıp onlar hakkında oldukça ağır bir şekilde : “Bunlar arasında hiçbir fark yoktur, hepsi köpektir Yalnız şu var ki, muhalif olanlar havlar, muvafık olanlar da kuyruk sallar! diye hakaret ettiğini…(249) Binlerce Aleme Açılan Kapılar Muhtelif konularda 16 kitap yazmış bulunan bir İtalyan yazar tarihçi ve sosyoloğunun, önceleri Osmanlı aleyhinde birçok şeyler yazmasına karşılık, l983 yılında bir sempozyum vesilesi ile İstanbul’a geldiğinde, gördükleri karşısında hayretler içinde kalıp: İstanbul’un sadece Eyüp semtinde bir çıkmaz sokağı ve Eyüp Camii’ni gezdim Ne yazık ki bütün seyahatimi yarım saate sığdırmak mecburiyetindeyim Ama Osmanlı’nın o çıkmaz sokağından belki binlerce aleme çıkan kapılar gördüm Şu anda muhayyilem allak bullak Keşke İstanbul’un tamamını gezebilsem… diye yazdığını… (250) Biliyor muydunuz? Uyumayan Konsüller Roma İmparatorluğu’nda konsüllük makamına sabahleyin seçilip, akşamki toplantıda azledilmiş olan Kreante için meşhur hatip Çiçeron’un : “Roma’da öyle gayretli devlet adamlarımız vardır ki konsüllüğü zamanında asla gözlerini kapayıp uyumadı diyerek sistemi istihza ederek eleştirdiğini…(251) Asalet Tesbiti Fransa Kralı XIV Lui’nin bir bilim adamını memuriyete tayin etmeye karar vermesi üzerine önce onun asaletini öğrenmek isteyip soyunu sorduğunda, bilim adamının gayet veciz bir şekilde: “Efendimiz! Kitap okuyup ilim öğrenmekten aile şeceremin adlarına hafızamda yer ayıramadım Fakat muhakkak ki Nuh’u n Oğlundan birisinin torunuyum!” cevabını verdiğini…(252) Şehit Oldu İki Gazi Hasırcızade Mehmet Ağa ismindeki Antepli bir şairin beldesinde Müslümanlığı yeni kabul eden fakir bir Hristiyan için iane (yardım) topladığını ve kendisinin de bu fakir Hristiyana o devirde “Gazi” adı verilen altınlardan iki tane verip ardından da: “MüsIüman oldu bir kafir, şehit oldu iki gazi… ” mısrasını söyleyerek oldukça hoş bir latife yaptığını… (253) Vatan İçin Öldürmek İron Mike, yani “Demir Mayk” olarak bilinen dört yıldızlı general J H Michaels’ ın, Kore Savaşı sırasında emrine verilen 27 piyade tümenini cepheye sürerken: “Arkadaşlar, siz buraya vatanınız için ölmeye gelmediniz Siz burada karşı taraftakilerin vatanları için ölmelerini sağlamak üzere bulunuyorsunuz…” diye haykırarak askerleri moralize ettiğini (254) Mevlana ve Atom Büyük İslam mütefekkiri Mevlana Hazretleri’nin, kendisi fizikle hiç iştigal etmemesine rağmen, kalp gözü ile alemi seyreden bir mutavassıf olarak, yıllar önce bize atom parçacıklarının varlığını ve atomun parçalanabileceğini: “Bir zerreyi kesersen, içinde bir güneş Ve güneş etrafında dönen gezegenler bulursun şeklinde sembolik ifadelerle haber verdiğini (255) Elmadağı Suyu Mevlana’ nın Mesnevi’sinin şarihi Ankara Valisi Abidin Paşa’nın, Ankara yakınlarındaki Elmadağının şifalı ve leziz suyunu şehre getirmek için teşebbüse geçerek projesini yaptırıp parasını da hayırsever vatandaşlardan topladıktan sonra Sultan llAbdülhamid’den mektupla iradei şahane (müsaade) istediğini Sultan Abdülhamid Han’ın ise Abidin Paşa’ya verdiği cevapta: “Çok hayırlı bir işe teşebbüs etmişsiniz, tebrik ederim Dinimizde bir canlıya, bir insana,hele bir Müslümana su vermek çok sevaptır Fakat!…Bunun sevabını ben almak isterim Paraları sahibine iade edin ve hemen işe başlayın Masraflarını ben kendi özel mülkümden karşılayacağım’, diye yazdığını (256) Abdülhamid’in Ruhaniyatından İstimdat 31 Mart ihtilalinin ideologluğunu yapan Rıza Tevfik’in, Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesinden kısa bir müddet sonra, koca Devlet-i Aliye’nin, imamesi kopmuş tesbih taneleri gibi darmadağınık olduğunu görüp bin pişmanlık içinde “Nerdesin şevketli Abdülhamid Han? Feryadım varır mı barigahına? Ölüm uykusundan bir lahza uyan şu nankör bak günahına Tarihler adını andığı zaman Sana hak verecek, hey koca Sultan; Bizdik utanmadan iftira atan, Asrın en siyasi Padişahına “diye “Abdülhamid’in Ruhaniyetinden İstimdat şiirini yazdığını (257) Abdüihamid Han ‘ın Kültür Hizmetleri Ulu Hakan Abdülhamid Han’ın Cennetmekan Fatih Sultan Mehmed’den sonra eğitim ve kültüre en fazla ehemmiyet veren padişah olduğunu… Varlığından yeni haberdar olan Yıldız Sarayı Kütüphanesi’ndeki bir albümden öğrenebildiğimize göre, Abdülhamid Han’ın İstanbul’da büyük bir kültür projesi gerçekleştirmek istediğini Bu projeye göre Abdülhamid Han, Sultanahmet meydanına muhteşem bir kültür sitesi kurmayı düşünüp, bunun mimari projesini hazırlatmak üzere Fransa’dan şehircilik mütahassıslar getirttiğini Albümde sayfa sayfa resimleri görülen bu projeye göre Sultanahmet Camii’nin karşısına Osmanlı Ulum Akademisi Sol tarafa Milli Kütüphane ve Ayasofya’ya yakın noktaya da yepyeni bir Darülfünun binası düşünüldüğünü… (258) Kitaplardan Baraj Büyük İslam seyyahı İbn-i Batuta’nın yazdığına göre 1258′de Moğolların Bağdat’da 24000 ilim adamını öldürdüğünü Şehirdeki kütüphanelerdeki yüzbinlerce kitabı çıkartıp Dicle nehrine attığını ve bunların çokluğundan dolayı adeta nehrin önünde bir baraj oluştuğunu Bunun üzerine Moğolların, ırmağın taşmasından korkup geri kalan kitapları cayır cayır yaktıklarını… (259) Tarihteki Korkunç Sahtekarlık Tarihteki en büyük bilim skandallarından birisinin de Piltdown adamı olduğunu… 1908 de çıkartılan, maymun ve insan arasındaki zinciri tamamlayan halka olduğu iddia edilen kafatasının sahte olduğunu Maymun çenesine kafatasının eklenip, kemiklerin kimyevi yollarla eskitilerek yapılan bu sahtekarlığın ancak 1950 yılında ortaya çıkartılabildiğini …(260) Hayalperest Emeller Sultan Abdülhamid Hanı iktidardan uzaklaştırdıktan sonra başa geçen İttihatçıların, hayalperest emellerle Osmanlı ordusunu cephelerde kırdırıp tükettiğini… Pervadi’de bulunan ordumuza Başkumandanlıktan gelen bir şifrede: Türk ordusu Kafkasyaya girdiği zaman 300 bin silahı Türkle ordumuza katılacağını bize söylemiş olan Batumlu Aslan Beyi bulunuz ve behemahal Kafkasyaya girmeyi sağlayınız “diye yazdığını… Ordunun başında bulunan Halil Bey’in de Başkumandanlığa gönderdiği cevabi şifrede: Batumlu Aslan Bey karargahımızda misafirdir Ancak on adamı vardır ve canını kurtarmak için bize sığınmıştır diye cevap verdiğini…(261) Huzur Beldesi 1835 yılına kadar dünyanın en büyük şehri kabul edile Osmanlı Devleti’n payitaht merkezi İstanbul’da Kanuni Sultan Süleyman’ın hükümdarlık yaptığı 46 yıl boyunca (1520 1566)yılda ortalama sadece 1 (bir) cinayet vakasının kaydedildiğini…! (262) Bir Dahinin Endişeleri l908′de ilan edilen İkinci Meşrutiyet’ten sonra açılan Meclis-i Mebusan da 127 Türk milletvekilinin bulunmasına karşılık 139 diğer etnik gruplardan(Rum, Ermeni, Yahudi, Arap, Arnavut vs) milletvekili bulunduğunu… O zamanın anayasasına göre Padişah’ın ancak sadrazamı (Başbakan) ve şeyhülislamı tayin etme yetkisinin bulunduğunu Otuzüç yıl devleti dahice idare eden ve Meşrutiyet”in ilan edilmesiyle birlikte yetkileri elinden alınan Sultan Abdülhamid Han’ın, Meclis-i Mebusan’ın bu tehlikeli durumunu görüp devletin sürüklendiği uçurumu farkederek henüz daha sadrazam olmayan Talat Paşa’yı çağırıp, büyük bir teessürle: ‘… Görüyorsunuz mecliste Türk mebuslarının sayısı, meclisin yarısı kadar bile değildir Bu Türk mebusları arasında da elbette muhalifler bulunacaktır Türk olmayanlar, sayılarını artırmak için ellerinden geleni yapacaklardır, Böylelikle ekseriyet onların eline geçince, Harbiye Nazırı Artin, Bahriye Nazırı Dimitri… olabilir Ermeni bir başkumandan ile Rum bir amiralle bu devleti nasıl idare edebilirsiniz? Hiç olmazsa, bu iki hayati makamı, devletimizin mahvolmasını isteyen bu insanlara, benim emrim olarak bırakmayınız…” diyerek yapılan çok önemli bir yanlışı düzeltmeye çalıştığını… (263) Gaspedilen Gemilerimiz Osmanlı Devleti’nin 1913 yılında İngiltere’ye parasını peşin olarak yatırarak iki adet büyük zırhlı ısmarladığını… Sultan Osman” ve “Reşadiye” ismi verilen bu zırhlılar için büyük bir kısmı halktan toplanarak yaklaşık 6775000 altın lira ödendiğini… Fakat l Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla birlikte İngilizlerin bize bu zırhlıları teslim etmeyip paramızı da geri vermediğini Bugün zırhlıların karşılığı olarak İngiltere’den alacağımız olan bu paranın, tazminatıyla birlikte yaklaşık 32 trilyon lirayı bulduğunu yani 1992 yılı bütçe açığımıza tekabül ettiğini (264) Biliyor muydunuz? Padişah Bazusu Orta Çağ savaş silahlarından küre biçimindeki ağır vurucu silahlara ‘topuz” dendiğini ve bunun da özelliklerine göre Bozdoğan’, Sepşer ve Salık” diye üç kısma ayrıldığını Topkapı Sarayı’nda sergilenen ve bugünün insanının havada sallaması oldukça zor olan Sultan III Mehmed’e ait olan bir salığı, Sultan Mehmed’in bir defada tam 300 kere salladığını (265) Geleceğin Bediüzzaman’ı Nasıl Yetişir? Seyyid Hüseyin Arvasi’nin, müridelerinden olan geleceğin ” Bediüzzaman”ı küçük Saidin annesi Nuriye Hanım’a: Senin bütün çocuklarının bu kadar zeki olmalarında, senin onları terbiye sistemindeki metodun nedir?” diye sorması üzerine bu mübarek ananın: ‘Hayatımda, kadınlığa mahsus şer’i mazeretler dışında, hiçbir vakit teheccüd kaçırmadım ve çocuklarımı abdestsiz emzirmedim” cevabını verdiğini…(266) Haçlı Katliamı İnsanlık tarihinin en kara lekelerinden biri olan I Haçlı Seferi (1099) sırasında Frank lider Raymondıun, Maaratün Numan şehrini işgal ederek 100 binden fazla Müslümanı kılıçtan geçirdiğini ve ardından şehri yıktığını… Aynı ordunun kısa bir müddet sonra bir salgın ve açlık illetine tutulduklarını ve o günleri yaşayan bir şahidin yapılanların korkunçluğunu : Öylesine kıtlık vardı ki, adamlarımız bir süre önce öldürdükleri kimselerin butlarından parçalar kopartıp; ateşte kızartıyor ve daha tam pişmeden vahşi ağızlarıyla eti silip süpürüyorlardı” diye yazdığını…(267) Köpekler İçin Vakıflar İtalyan kökenli Dominik papazı Ricoldo de Monte Croce’nin, doğuyu Hristiyanlaştırmak gayesi ile 13 yüzyılın ikinci yarısında çıktığı seferde İslam alemini dolaştığını ve Türk topraklarında gördükleri karşısında hayretler içinde kalıp: “Müslümanlar vakıf kurmada çok cömerttirler Hatta hayır işlemek için Hristiyan esirlerin de özgürlüklerini satın alırlar Ve sevaplarını ölmüş ana ve babalarının ruhlarına bağışlarlar Müslümanlar, köpeklerin doyurulması için bile mal varlıklarından pay ayırırlar Türkiye’nin ve İran’ın birçok kentinde köpeklerin doyurulmasını vasiyet etmiş olanların, vasiyetlerinde köpeklere ayırdıkları payın gayesine uygun kullanılmasını sağlayan köpek bakıcıları vardır” diye yazdığını (268) İslamoğlu Selman Sahabelerin bulunduğu bir mecliste, oradakilere atalarının, dedelerinin kim olduklarının sorulması üzerine sıra İran asıllı bir sahabe olan Selman-ı Farisi Hazretleri’ne gelince onun: Ben İslam’a girdikten sonra soy sop aramam Ben İslam oğlu Selman’ım ” cevabını verdiğini Bu güzel cevaptan son derece etkilenen Hz Ömer,ın de “Bütün Kureyş bilir ki babam Hattab, Kureyşin önde gelenlerinden biriydi Böyle iken ben İslamoğlu olan Selmanın kardeşi İslamoğlu Ömerim” dediğini (269) Batının Bilim Hileleri Batının birçok şeyde öncü olduğu gibi bilime hile karıştırmakta da öncü olduğunu… Modern astronominin babası olduğu iddia edilen Kepler’in(l571-1630), gezegenlerin dairesel değil eliptik yörüngelerde dolaştığı tezini desteklemek için hesaplarında tahrifat yaptığını Newton’un(1642-1727) kendi evrensel çekim teorisini desteklemek için ses hızında değişiklik yaptığını… 19 yüzyılın büyük kimyageri John , Dalton un( 1 804- 1805) yaptığı deney sonuçlarında hile yaptığını… Aynı zamanda bir papaz olan modern genetiğin kurucusu Gregor Mendel’in de deney sonuçlarında değişiklik yapıp hile karıştırdığını (270) Haya Abidesi 21 Eylül 1520 cuma akşamı Hakk’ın rahmetine kavuşan Yavuz Sultan Selim Han’ın naşının yıkanması hadisesini, Reisü’l Küttab Hüseyin Bedayiul-Vakayi ” adlı eserinde: “Naşı yıkarken sağ eli ile iki kere setr-i avret ettiğini müşahede ederek her biri hayret edip tekbir ve salavat getirdiler” diye yazdığını…(271) SuItan Ahmet Resim Galerisi ( ! ) Ressam İbrahim Çallı’nın(1882- 1 960) , 1926 yılında devrin Maarif Vekili Mustafa Necati’ye müracaat edip, İstanbul’da ressamların resimlerini sergileyebilecekleri büyük bir yerlerinin olmadığını söyleyerek ondan, ecdadın muhteşem eseri Sultanahmet Camii’ni resim galerisi olarak kendilerine tahsis etmesini istediğini… Ayrıca caminin içinin loş olup resimleri iyi göstermeyeceği düşünülerek kubbelerinde delikler açılmasını teklif ettiğini Maarif Vekili’ nin bu teklifi kabul ettiğini fakat gelen tepkilerden dolayı bu akıllara durgunluk veren tasarıdan vazgeçildiğini (272) Biliyor muydunuz? |
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ? |
05-27-2009 | #305 |
Şengül Şirin
|
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ?Göktaşıyla Gelen Su Texas Manahan Kenti sakinleri, 22 Mart 1998'de unutamayacakları bir olay yaşadılar O gün, iki tane, yumruk büyüklüğünde göktaşı şehre düştü Birisi basketbol oynayan çocukların yakınına isabet etti Neyse ki kimse yaralanmadı Bu göktaşları, olaydan kısa süre sonra NASA Johnson Uzay Merkezi'nin yolunu tuttu Göktaşları, buradaki bilim adamlarını da şaşırttı Çünkü, bu taşların içinde su damlacıkları vardı Daha da ilginç olanı, su, ayrıca taşların içindeki mor renkli, neredeyse saf tuz kristallerinin içinde hapsolmuştu Çünkü, bu türden büyük kristallerin oluşabilmesi için çok miktarlarda su gerekir Benzer kristaller içeren bir göktaşı da, 1998 Ağustos'unda Fas'a düştü 175 kg'lık bu göktaşı da tuzlu su damlacıkları içeriyordu Bu göktaşlarının bir kuyrukluyıldızla çarpışmış bir asterodin parçaları olduğu sanılıyor Göktaşlarının daha iyi incelenmesiyle bunların gerçekten nereden geldikleri ve nasıl oluştukları anlaşılabilecek __ |
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ? |
05-27-2009 | #306 |
Şengül Şirin
|
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ?Esrarengiz Yıldız / Uzay Araştırmaları / Bilim 28 yaşındaki astronomi öğrencisi Chris Fragile, Samanyolu Merkezi'nde her zamankinden daha fazla bir parlaklık farkettiğinde, hiç vakit kaybetmeden gözlediği, yıldızın koordinatlarını bilgisayara kaydetti ve o andan itibaren Mount Stromlo Gözlemevi'nde bulunan, tonlarca ağırlığındaki teleskopun elektromotorları da vınlamaya başladı Fragile, dijital kamerayla, bu esrarengiz yıldızın yaydığı ışınları, yarım saatte bir görüntüledi Genç astronom, artık dramatik bir olayın şahidi olduğuna inanmaya başlamıştı Dikey olarak yükselen ışık kümesi, birkaç gün sonra astronom Bruce Peterson tarafından da incelendiğinde, son derece ilginç bir sonuca ulaşıldı: Uzaktaki Güneş'in ani ve parlak ışığı, şimdiye dek bilinmeyen bir gökcisminden yansımıştı Ve Peterson'a göre, ilk kez Güneş Sistemi'mizin dışında, Dünya'ya benzer bir gezegen bulunmuştu Ama esas ilginç olan, bu isimsiz gezegenin, Güneş'ten olan uzaklığı, yüzey ısısının olasılıkla Dünya'mıza yakın bir sıcaklıkta olduğunu göstermesiydi "İşte bu yüzden orada herhangi bir yaşamın oluştuğunu düşünebiliriz" diyor, Peterson Avustralyalı astronom, aylarca Japonya, Yeni Zelanda ve Amerika'daki 60 meslektaşıyla, gözlem verilerini analiz bilgisayarında tekrar tekrar inceledi, fakat sonuç hep aynıydı; ve araştırmacılar, "Astrophysical Journal" adlı dergide, Dünya'nın olası bir eşine rastladıklarını açıkladılar Bazı çevrelerin, verilere şüpheyle yaklaşmalarına rağmen, Postdam'daki astrofizik enstitüsü astronomlarından Joachim Wambsganss, çok yakında Evren'de Dünya'mız gibi birçok gezegene rastlanacağına inanıyor Bundan dört yıl önce de, İsviçreli astrofizikçiler Michel Mayor ve Didier Queloz, 48 ışık yılı uzaklığındaki Pegasi, 51 yıldızın etrafında, Jüpiter benzeri bir uydunun döndüğünü keşfetmişlerdi O zamandan bu yana, gözlemciler gitgide daha kısa aralıklarla yeni gezegen bulmaya başladılar Şimdiye dek en az bir tane uydusu bulunan 18 sabit yıldız tespit edildi Astronomlar artık Güneş Sistemi'mizin dışında, içindekinden daha fazla gezegen tanıyorlar Amerikalı bilim adamları, çıplak gözle bile görülebilen ve yalnızca 44 ışık yılı uzaklıktaki Ypsilon Andromedae Gezegeni'nin, tam üç tane uydusu bulunduğunu açıkladı Ama ne var ki, Ypsilon Andromedae Gezegeni'nin uyduları da, tıpkı diğerleri gibi olağanüstü sıcaklıkta olduklarından, üzerlerinde herhangi bir yaşamın oluşması mümkün değildi Avustralyalı astronomların Dünya'mızın bir eşi veya benzeri olduğunu iddia ettikleri Gezegen'in bulunmasıyla, gezegen araştırmaları yeniden hareketlendi Şimdiye dek bilinen galaksiler, gaz bulutları veya "Quasar" cisimlerinin dışında, araştırmacılar çok daha evrensel bir konuyla ilgileniyorlar: Yaşam yalnızca gezegenlerin üst yüzeyinde oluşabiliyor ve gitgide daha gelişkin bir biçime ulaşmakta İşte astronomlar uzak dünyaları araştırırken bu soruya cevap bulmaya çalışıyorlar: Dünya'mızdan başka gezegenlerde de canlılar var mı? Hubble Uzay Teleskobu'nun yöneticisi Steven Beckwith, galaksilerde gezegenlerin çokluğundan yola çıkarak, bunların arasında pekâlâ yaşam belirtilerinin olabileceğini savunmakta Beckwith, son yıllarda gelişmekte olan yıldızların kaynaklarını saptamış İncelemelerine göre, her iki yeni güneşten biri, ilerde sert kütleli veya gaz içerikli bir uyduya dönüşebilecek bir toz diski ile çevrili Bu verilere göre gezegenler genç yıldızlardan oluşuyorlar __________________________________________________ __________________________________ |
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ? |
05-27-2009 | #307 |
Şengül Şirin
|
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ?Avrupa Yükseköğretim Alanına Üyeyiz! Avrupa Birliği’nde; yükseköğretim sistemlerinin uyumlu hale getirilmesini, üniversitelerde farklı eğitim süreçlerinin ve farklı eğitim kalitelerinin ortak bir paydada buluşturulmasını amaçlayan “Avrupa Yükseköğretim Alanı (AYA)” adlı bir proje uygulanmaktadır Türkiye, “AYA” Projesine 2001 yılında dâhil olmuştur |
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ? |
05-27-2009 | #308 |
Şengül Şirin
|
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ?Türk Eximbank görevini iyi yapıyor! Türk Eximbank (Türkiye İhracat Kredi Bankası) 21 Ağustos 1987 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararı ile kurulmuş, ihracatın geliştirilmesi amacıyla kredi veren bir kurumdur Eximbank tarafından dağıtılan kısa vadeli kredilerin sektörel dağılımında: Deri, Tekstil, Hazır Giyim ilk sırada yer alırken; Makina ve Elektrikli Cihazlar ikinci sırada; Gıda, Tarım ve Hayvancılık sektörü ise üçüncü sıradadır |
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ? |
05-29-2009 | #309 |
Şengül Şirin
|
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ?Kimyasal kaya: Traverten! Traverten, kimyasal çökelmeyle oluşan bir kaya türüdür İçinde yüksek miktarda kalsiyum hidrokarbonat olan su; oksijenle temas edince, karbondioksit ve karbonmonoksit uçar ve kalsiyum karbonat çökelir Önce jel halinde olan çökelti, zamanla sertleşerek travertene dönüşür Beyazlığın oluşumu hava koşulları, ısı kaybı, akışın yayılımı ve süresine bağlıdır Bu doğa harikası oluşumun en güzel örneği Pamukkale’dir |
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ? |
05-29-2009 | #310 |
Şengül Şirin
|
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ?Hangisine inanacağız? 2009 yılı itibariyle Türkiye’deki kozmetik sektöründe faaliyet gösteren üretici firma sayısı; Sağlık Bakanlığı kayıtlarında 1336 olarak görünmektedir İhracatı Geliştirme Etüt Merkezi (İGEME) firma sayısını 350 adet olarak verirken; (KOSGEB) Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı ise 110 adet olarak belirlemiştir |
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ? |
05-31-2009 | #311 |
Şengül Şirin
|
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ?Futbol bilgimizi arttıralım… Futbol, tarih boyunca hemen hemen bütün medeniyetlerde benzer biçimlerde boy gösterdikten sonra; bugünkü haline en yakın şeklini 17 yüzyılda İngiltere’de almıştır Futbol, Avrupa’da doğduğu halde, Dünya Şampiyonluğunu en fazla kazanan takımlar Güney Amerika kıtasından çıkmıştır Brezilya 5, Arjantin 2 ve Uruguay 2 defa Dünya Kupasını almıştır |
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ? |
05-31-2009 | #312 |
Şengül Şirin
|
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ?Türk’ün sanatı, AB kapısından 6 yıl önce girdi! Amacı, “sanatı halkın ayağına getirmek, festivaller yoluyla Türkiye’nin dünyaya açılmasına katkıda bulunmak” olan İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV); 1973 yılında kuruldu Önce müzik festivali vardı, sonra sinema, tiyatro, bienal ve caz da programa alındı İKSV, 2003’te Avrupa Büyük Kültür Ödülü’ne layık görüldü Yani, Türkiye yarım yüzyıldır AB kapısında beklerken; Türk’ün sanatı, Avrupa’nın gönül kalesini çoktan fethetti |
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ? |
05-31-2009 | #313 |
Şengül Şirin
|
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ?Atatürk Baraj Gölü, 93 tane Büyükada kadar! Fırat nehri üzerindeki Atatürk Baraj Gölü 817 km²’dir Beyşehir gölünün 656 km², Eğirdir gölünün 468 km², İznik gölünün 298 km² olduğunu hatırlattıktan sonra; mukayese için birkaç adanın da yüzölçümünü verelim: Gökçeada 287 km², Marmara 126 km², Bozcaada 40 km², Avşa 24 km², İmralı 13,3 km², Büyükada 8,8 km² Yani, bu yapay Atatürk Baraj gölü; Gökçeada’nın 3, Büyükada’nın 93 katı kadar alanı kaplamaktadır |
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ? |
06-01-2009 | #314 |
Şengül Şirin
|
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ?Doğu Anadolu’daki Avşarlar… Avşar’lar (veya Afşar’lar) bir Türk boyudur Göçler, yöresel baskılar ve siyasal nedenlerle; bazıları zamanla Kürtleşmişlerdir Kaşgarlı Mahmud’a göre “Divân-ı Lügati’t-Türk’deki 22 Oğuz bölüğünden altıncısı”; Oğuz Kağan Destanı’na göre “Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri”dirler Devlet yönetmiş en güçlü Türkmen aşiretlerden olan ve İran Devletinin başına Safeviler’den sonra geçen ikinci Anadolu kökenli Türk-Alevi-İslam aşiretidir |
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ? |
06-01-2009 | #315 |
Şengül Şirin
|
Cevap : Bunlardan Haberdar Mısınız ?İnsan beyni mükemmeldir! İnsan beyni, evrende bilinen en karmaşık organdır Yaklaşık 100 milyar kadar nöron (sinir hücresi) ve 500 milyar kadar destekleyici hücre içerir Buna ek olarak, her nöronun oldukça karmaşık bir elektriksel yapısı vardır Her nöronun zarında milyonlarca kanal bulunur ve bu kanalların her biri, elektrik sinyallerinin geçmesine izin veren bir köprü görevi yapar İnsan beyninin ağırlığı 1300–1800 gr arasında değişir |
|