|
|||||||
![]() |
|
|
Konu Araçları |
| istihbaratçilik, mgk’si, osmanli’da, osmanli’nin |
Osmanli’Da İstihbaratçilik -Osmanli’Nin Mgk’Si |
|
|
#16 |
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanli’Da İstihbaratçilik -Osmanli’Nin Mgk’SiOSMANLI-RUS HARBİ VE HAMİDİYE ALAYLARI Osmanlı-Rus Harbi’nden önce Ermeni komitacıların bölgede başlattıkları terör, tedhiş ve katliam olayları, Hamidiye Süvari Alayları’nın sınanmasına sebep oldu Erivan ve Osmanlı sınırlarına yakın diğer Rus illerinde askeri eğitimden geçirilen Ermeniler kafileler halinde Türkiye’ye geri dönüyorlardı Üçüncü Liva Birinci Alayı kumandanı Abdülmecid Bey’in torunu Muhyettin Bey’in anlattığına göre, Ermeni komitacıların bu çalışmaları pervasız hale gelmişti:“ Her sene son bahardan yöremizden, Bitlis’ten, Tatvan’dan Siirt’ten Ermeni gençler kafileler halinde sınırı geçerek Erivan’a gidiyorlardı Bizim hafiyelerin yaptıkları tesbitlere göre bu gençler Erivan’da silahlı eğitim alıyorlarmış Van, Beyazıt ve diğer yerlerdeki ecnebi sefarethanelerindeki casusların da kışkırtmalarıyla Ermenilerin silahlanmaları ve Kürtlere yönelik terör eylemleri şiddetini arttırmış adeta katliam haline dönüşmüştü Ermenilerin bu eylemleri öyle bir hale geldi ki artık Kürtlerin namuslarına ırzlarına tecavüze vardı Bunun üzerine Bizimkiler (Kürt Hamidiye Alayları Mensupları) Bu eylemlere karşı harekete geçtiler Benim bildiğim en son olay, Rus harbinden kısa bir süre önce Erivan’dan dönen yaklaşık 300 civarında Ermeni silahlı milis birliği Köşk, Şeme (Geçimli), Mirze (Ocakbaşı) köylerinden geçerek Kertevin dağlarına yerleştikleri haberi geliyor Bu haber üzerine dedem (Kaymakam Binbaşı Abdülmecid Bey), Malazgirt ve Hınıs’tan gelen Hamidiler, Ermenilerle bu hatta çatışmaya girdiler Çatışma yaklaşık bir hafta sürdü Ermeniler sürekli olarak zayiat vererek yoğun oldukları bölgelere (Bitlis ve Siirt civarı) çekiliyorlardı Ancak, yapılan muhabereden hiç biri sağ kurtulamadı Rus harbi ile birlikte artık kimin ne yaptığı belli olmadı Herkes birbirini öldürmeye başladı Ve sonucu hepimiz biliyoruz işte…”Hamidiye Alayları’nın gayri nizami harp yöntemleri kısa sürede sonuç vermiş, Rusya, Kafkasya ve Erivan’da bulunan hafiyelerden gelen jurnaller üzerine sınırdışı operasyonlar bile yapacaklardı Öylesine güçlü operasyonlardı ki aynı zamanda Çar’ın istihbarat servisi OHRAHA ve ÇEKA’nın da ajanı olan bu Ermeni komitacı önderleri, görüldükleri yerlerde avlanıyorlardı Hamidiye milislerinden bazıları, daha Yakup Cemil ortaya çıkmadan “Yakup Cemillik yapmaya başlamışlardı bile…” Hamidiye Alaylarının başlattıkları “ Komitacı avı”, silahlı Ermeni komitacılarla birlikte Rus Kazak Süvarileri’ni de hedef alıyordu Bu çatışmaların büyük çoğunluğunda Kazak Süvariler yeniliyorlardı Ajanlarına ve ülkesinin muhtelif şehirlerde böylesine pervasızca “iş yapan” bu gayri nizami harpçiler, Rus Çarı tarafından, İstanbul elçisi aracılığı ile Sultan Abdülhamid’e şikâyet edileceklerdi SULTAN ABDÜLHAMİD HAN’IN HAMİDİYE ALAYLARIYLA İLGİLİ SUÇLAMALARA VERDİĞİ CEVAP Sultan Abdülhamid Han, Hamidiye Alayları ile ilgili eleştirilere, Dergâh Yayınları tarafından 1984 yılında yayımlanan “Siyasi Hatıratım” isimli kitabında şöyle cevap veriyor: “Kürt alaylarını teşkil ettiğim için Avrupa gazeteleri acı tenkidlerde bulunuyorlar ve bu teşkilat meydana geldiğinden beri Kürtlerin, Şark vilayelerindeki Ermenilere daha vahşice davrandıklarını iddia ediyorlar ve bizim tarafımızdan teşkilatlandırılan bu Kürtlerin istiklallerini ilan etmek için bize karşı isyan edeceklerinden endişe ettiklerini söylüyorlar ![]() Anlaşılan gazeteler mevzu arıyorlar, bu sebeple de yalan yanlış her şeyi yazıyorlar Muhabirler Kürdistan’daki vaziyeti Beyoğlu’nda oturdukları rahat köşelerini terk etmeksizin, ancak Ermenilerin görüş zaviyesine göre mütalaa ediyorlar ”Kaynak:Türkiyede İstihbaratçılık ve Mit __________________ |
|
Osmanli’Da İstihbaratçilik -Osmanli’Nin Mgk’Si |
|
|
#17 |
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanli’Da İstihbaratçilik -Osmanli’Nin Mgk’SiİTTİHAT TERAKKİ DÖNEMİ VE HAMİDİYE ALAYLARI İttihat ve Terakki Fırkası’nın yönetimi devralmasından sonra oluşturulan totaliter rejim şarkta da kendisini hissettiriyordu İttihatçı subayların otoritelerini hissettirmek için keyfi olarak bazı aşiret ileri gelenlerini tutuklaması ve Ermenileri hoş tutmak için Kürt nüfusu silahsızlandırılırken Ermenilerin serbest silah taşımaların izin veriyorlardı Bu durum yalnız Hamidi olan Kürtler değil diğer Kürt nüfusu arasında da huzursuzluğa sebep olmuştu Çünkü Ermeniler, İttihat ve Terakki’den böylesine destek almalarından dolayı Kürtlere yönelik baskılara yeniden başlamış ve savunmasız insanların faili meçhule kurban gitme olayları sıklaşmıştı İttihat Terakki yönetiminin bu tutuma sadece Ermenilere şirin gözükmek için yaptıklarını düşünmek eksik olur Çünkü aynı dönemde İstanbul, Bağdat ve Kahire merkezli Kürt ayırımcılığı, Şarkta da etkisini göstermişti Ancak Kürtçülük hareketi salt İstanbul ve Avrupa’da salonlarda değil Şarkta; kasabalarda, köylerde ve dağlara taşımıştı İttihatçıların 1909 Adana olaylarını bahane ederek Komitacı Ermenileri koruması, buna mukabil Kürtlere baskı yapması üzerine halk arasında gelişen huzursuzluk 4 Ordu Komutanı (ve çekirdek devlet Osmanlı MGK’sının üyesi) Mareşal Tatar Osman Paşa’nın Temmuz 1911’de “Harbiye Nezaretine” gönderdiği telgrafta açıkça belirtiliyor:“Hükümet memurları ve mahkemeler nezdinde, beraat asıl olduğu halde, kendilerine verilen her konuda ilk önce Kürtlerin suçlu ve Ermenilerin de suçsuz oldukları yolunda zanlarını belli edecek biçimde konuştuklarından, nereye ve kime başvurulacak olursa olsun, haklarını korunamayacağına ve sağlanamayacağına Kürtlere ve özellikle başlarınca inanılmış görünüyor… Gezim süresinde hiçbir Kürt’te silah görmedim Fakat köyler ve hatta şehirler içinde bile Ermenilerin serbest serbest silah taşıdıklarını gördüm…(…) Sonuç olarak, Kürtlerde son derece bir umutsuzluk ve korku, Ermenilerde avukatlıkla karışık bir şımarıklık ve taşkınlık hüküm sürmektedir ” (Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, Cilt 3 s 126)Bu ve buna benzer olayların yanı sıra, gelişen ulusçuluk hareketi ve bu hareketlerin bölgede bulunan Rus, İngiliz, Fransız ve hatta Alman sefarethanelerindeki ajanlar tarafından ajite edilmesinin yanı sıra alaylarda baş gösteren başıbozukluk üzerine İstanbul’a her gün şikâyet dilekçe ve telgrafları gidiyordu HAMİDİYE ALAYLARI VE BAZI SAVAŞLAR Bütün bu olumsuzluklara rağmen Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde Hamidiye Alaylarının çok az bir fitre ile devletin yanında yer aldıklarını görüyoruz Osmanlı Devleti saflarında savaşa katılan aşiret birliklerinin toplamı 30 alaydan oluşan 4 tümen ve 1 yedek tugayıdır Bu arada Aşiretlerin her iki Balkan Savaşı’na katıldıklarını ve gösterdikleri “muvafakıyetlerden” dolayı ödül ve madalyalarla taltif edildiklerini, UzunköGoogle Page Rankingü’den İstanbul’a kadar halk tarafından sevgi gösterileri ve törenlerle uğurlandıklarını belirtmekte fayda var 1915 yılında “Mektepli bir kumandan” önderliğindeki bir avuç Hamidi, Mahabad’a ilerlediler Hamidilerin ilerleyişleri durmadı Rusları Tebriz’e kadar püskürtüp, daha sonra bu şehri Ruslardan aldılar Aynı yılda Zorlu deresinde Kazak süvarileri tarafından kıstırılan Cibranlı Halil Bey, kendisinden 10 kat büyüklükteki Kazak süvari birliğini yeniyor ve birliğin komutanını bizzat kendisi öldürüyordu Bu muharebe ile birlikte Rusların Kazak süvarileri tamamen devredışı kalacaklardı Kazım Karabekir Paşa’nın yönlendirmeleri ile Hamidiye Alayları, Rus ordusunu Kafkaslara kadar kovalamışlardı ![]() Hamidiye Alayları Ankara’nın başlattığı Kuvayı Milliye Hareketi’ne katılacak ve “Kurtuluş Savaşı”nda bölgelerinde önemli fonksiyonlar icra edeceklerdi ALAYLARIN BAŞARILARINDAN İKİ ÖRNEK Yayımlanan kanunla birlikte görev, sorumluluk ve yetki alanı belirlenen alaylar, örnek alınan Kazak Süvarileri ile ilk karşılaşmalarında onlara ağır darbeler indirerek yeneceklerdi 1893 Osmanlı-Rus Harbi’nde bu alaylar yalnız Kazak Süvarileri değil, güçlü Çarlık ordusunun karşısında da inanılmazı başaracak ve “gerilla taktikler” ile “Nigaro’nun Çocuklarını(Çarlık ordusu kastediliyor Burada Nigaro, Rus Çarı Nikola kastediliyor) perişan ediyorlardı ”Bu alayların Hınıs, Karayazı, Göksu ve Tekman yöresinde Hasanan aşireti reisi Kolağası Kerem Bey, gayri nizami harp taktikleri ile Rus ordularının bölgede tutunmasına engel olacak ve Ermeni katliamlarını tamamen önleyecekti Rus orduları Diyarbakır’a doğru ilerlemesine rağmen Kerem Bey’in alay bölgesine girememesi ve her denemesinde ağır darbeler alarak geri çekilmesi bu gayri nizami harbin öneminin örneklerinden sadece bir tanesidir Bir diğer somut örnek ise Patnos’ta kurulan ve Kör Hüseyin Paşa’nın kumandasındaki alayın mensubu Abdülmecid Bey ile ilgilidir Gerek 93 Harbi ve gerekse 1 Dünya Savaşı sonrasında yaptığı başarılı çatışmalardan dolayı “Kaymakam Binbaşı” rütbesi ile ödüllendirilen Sipkan aşireti reisi Abdülmecid Bey’in Tutak kazasında, yanında 6 süvarisi ile birlikte bir Rus topçu birliğini dağıtıp toplarını alması olayı, Hamidiye Alaylarının yaptığı çalışmalarının bir diğer örneğidir ADIM ADIM SONA DOĞRU İsveç, Rusya, Belçika, İngiltere’nin baskısı üzerine 1908’in sonunda toplanan Osmanlı Mebusan Meclisi, beklenilenin aksine Hamidiye Alaylarının dağıtılmasına karar vermedi Meclis’in Alaylar konusunda toplandığını öğrenen aşiret liderleri, bunu kendilerine yapılmış bir saldırı olarak gördüklerini açıkladılar Bu yüzden alaylar ile düzenli ordu arasında ilişkiler kopma noktasına geldi İttihat Terakki yönetiminin “Alayları Ordu saflarına kaydedilmesi” kararı ortalığı daha da gerginleştirdi Diğer aşiretler arasında yaşı dolayısıyla bir saygınlığı bulunan Haydaranlı aşireti Reisi Kör Hüseyin Paşa bu duruma karşı şiddetle çıktı 1909’un başlarından alaylar yavaş yavaş silahsızlanmaya başladılar Haydaranlı aşireti reisi Kör Hüseyin Paşa’nın tutuklanması alaylarla İttihat ve Terakki rejimini tamamen karşı karşıya getirdi Hüseyin Paşa, cezaevinden çıktıktan sonra bütün askerlerini alıp İran’a göç etti Akabinde 1913 yılında Musul bölgesinde aşiret alaylarını başını çektiği Kürt isyanı başladı 1914’te Bitlis’te Mela (Molla) Selim’in önderlik ettiği bir isyan meydana geldi Mela Selim’in diğer aşiret reisleriyle yaptığı gizli mektuplaşmalarda dikkati çeken en önemli husus, “Bunlar (İttihat ve Terakki yönetimi)memleketi ecnebilere satıyorlar” ibaresidir Buradan da anlaşılacağı üzere bölgedeki isyanların esas hedefi devlet değil İttihat ve Terakki rejimidir Zaten, velinimetleri olan Sultan II Abdülhamid’in İttihatçılarca devrilmesi, aşiret alayları için yeterli bir savaş sebebidir Ağrı isyanları ile birlikte tamamen fonksiyonsuzlaşan Hamidiye Alayları, büyük çoğunluğu silahsızlanmış, yalnız Alay kumandanları ve subaylara emeklilik maaşı veriliyordu Şeyh Said isyanın katılan akraba Hasenan ve Zirkan aşiretlerinin (en çok alayı bulunan aşiretler) İran’a sığınması ile birlikte fiili olarak Hamidiye Alayları dönemi bitti Kürt isyanlarına katılmayan diğer aşiretlerin subay ve paşalarının emeklilik maaşları eşleri tarafından alınıyordu Eşlerin ölümüyle birlikte Hamidiye Alayları ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de resmi ilişkileri tamamen koptu Ancak 1984’te PKK’nın bölgede başlattığı silahlı hareket üzerine, Hamidiye Alayları benzeri bir yapılanma gereksinimi duyuldu Nisan 1985 Tarihinde Köy Kanunu’nun 74 maddesine eklenen iki fıkra ile “Köy Koruculuğu” sistemi kuruldu Devlet yetkilileri, 1985 Mayısında “eski Hamidilerle” temasa geçti Beytüşşebap-Çeman yolu üzerinde Aşağıdere köyü muhtarı Mehmet Dereli’nin evinde Jirki aşireti reisleri ile güvenlik görevlileri bir toplantı yaptılar Toplantının ertesi günü helikopterle merkezi Diyarbakır’da bulunan 7 Kolorduya götürülen Tahir Adıyaman, Hacı Ömer, Ebubekir Aydemir ve Kökel Özdemir, burada Kolordu Komutanı Korgeneral Kaya Yazgan ile görüşüp anlaştılar Ve aşiret reislerine Kur’an-ı Kerim’e el bastırılıp talak-ı salise üzerine yemin ettirildi Daha sonra irtibata geçilen bazı aşiretler koruculuğu kabul ederken, bazıları da yüzyılın ilk çeyreğinde kapanan defteri bir daha açmadılar Abdülhamid’in 33 yıllık yönetimine, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Makedonya’da başlattığı hareket sonunda, 23 Temmuz 1908 tarihinde II Meşrutiyet’in ilanı ile son verilecektir İttihat ve Terakki yönetimi, ihtilalden hemen sonra Yıldız İstihbarat Teşkilatı’nı ortadan kaldırmak için harekete geçer Meclisi Vükela (Bakanlar Kurulu)’nın, Teşkilat’ın kaldırılmasın dair 29 Temmuz 1908 tarihli kararnamesi ile Yıldız İstihbarat Teşkilatı’nın faaliyetlerine son verilir II Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra Teşkilata ait olan yüz binlerce rapor (jurnal) saraydan alınarak yakılmıştır![]() Kaynak:Türkiyede İstihbaratçılık ve Mit Bundan sonraki konumuz tamamen Teşkilat-ı Mahsusa ile ilgilidir ve son konudur Bunu da detaylı yazdıktan sonra bu konu bitecektir
|
|
Osmanli’Da İstihbaratçilik -Osmanli’Nin Mgk’Si |
|
|
#18 |
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanli’Da İstihbaratçilik -Osmanli’Nin Mgk’SiİTTİHAT TERAKKİ DÖNEMİNDE İSTİHBARATÇILIK Sultan II Abdülhamid Han’ı tahttan deviren İttahat ve Terakki Fırkası yönetimi ele alırken, çekirdek devlet yapısında bir değişikliğe gitmemiş ama yeni üyeler atamıştır Yeni üyelerle yetinmeyen İttihat ve Terakkiciler, “kutsal devlet” geleneğini en şiddetli hale getirenler olarak tarihe geçmişlerdir Aynı zamanda bir İttihatçı olan Hüseyin Cahit Yalçın, “cemiyetin ruhunun kuvvet teşkil etmesi ise bir nevi din ve mezhep, adeta bir tarikat mahiyetini almasından ileri geliyordu ” Diyerek varılan mistik ve “şizofrenik” boyutu gözler önüne seriyor İttihatçılar, bu mistik düşünceden hareketle kendilerine ilahi bir imtiyaz tanımakta bir beis görmemişlerdir Ancak bu imtiyaz tanıma, toplumdaki içten içe kaynamaya bir çare olmamıştır Ülkenin her yerinde isyanların ayak sesleri gelmektedir Kurdukları hafiye teşkilatı da bu sonu engelleyememiştir Türk siyaset ve devlet hayatında önemli bir yere sahip olan ve Cumhuriyet Türkiyesinin doğmasında büyük katkıları olan Teşkilat-ı Mahsusa hakkında bugüne kadar derli toplu bilgiler ortaya konmadı Adriyatik’ten Orta Asya steplerine, Hint yarımadasından Sumatra’ya kadar dünyanın birçok yerinde cirit atan bu teşkilat hakkında ortada net bir bilgi bulunmaması, aslında bu teşkilatın ne kadar gizli bir faaliyet gösterdiğinin önemli bir delilidir Teşkilatın kurucuları ve aktif üyelerinin hatıratları dışında, örgütün bugüne kadar nerede, ne yaptığı kesin olarak bilinmemektedir Modern istihbaratçılık faaliyetlerinden de öteye geçen Teşkilat-ı Mahsusa, bazen milis kuvvet olarak, bazen de düzenli ordu halinde karşımıza çıkar Her yerde var ama hiçbir yerde net değil İşte bütün bunlar, bu örgütün ne kadar güçlü olduğunu göstermeye yeterli delildir Örgütün yekvücut bir ideolojiye sahip olmaması ve birçok fraksiyonun bulunmasının yanı sıra, özellikle asker-sivil çatışmasına sahne olması, eko-politik net bir görüşünün olmayışından dolayı tarihin tozlu rafları arasında yerini almaya mahkûm olmuştur O kadar güçlü olmasına rağmen, temel konularda çözüme ulaşamamasının nedeni idealist üyelerinin fikir birliği içinde olmamasından kaynaklanmaktadır![]() Rumeli’de çarpışan örgütün, aynı andan Hint yarımadasında, Buhara’da komitacılık faaliyetleri yürütmesi, Afganistan’da yeni cepheler oluşturması, Doğu Türkistan’da Türkçülük akımının tohumlarını atması bu örgütün gücünün delillerindendir Teşkilat-ı Mahsusa’nın bu kadar güçlü olmasın rağmen istediği sonuçları elde edememesinin diğer bir nedeni de hemen hemen bütün üyelerinin idealizmi bir türlü aşamaşıp akılcılığa yönelmemesidir İdealizmi tek rehber edindiğinden dolayı her Müslüman ve her Türk’ün bulunduğu yerde işgalcilere karşı cephe almış ve o muazzam gücün parçalanmasına sebep olmuştu Ve malum dramatik son, her idealist örgütte olduğu gibi Teşkilat-ı Mahsusa’nın da yakasına yapışacaktı Aşağıda okuyacağınız satırlar, yaklaşık 50 civarında örgüt mensubunun hatıratlarından ve örgüt hakkında yapılan araştırmalardan derlenmiştir Hatıratların yanı sıra, günün basın taramalarından da faydalanılmıştır Teşkilat-ı Mahsusa, fark edilmesi güç, göze çarpmayan gizli bir örgüttü İkinci Meşrutiyet dönemi hakkındaki kitapların çoğunda teşkilatın isminin bulunmamasına yol açan bu gizlilik perdesine rağmen, teşkilatın şöhreti pekiyi değildi Dünya Savaşı’nın sonuna gelindiğinde II Abdülhamid’in hafiye sistemi gibi, kimi yüksek mevkili Osmanlı bürokratlarının zihinlerinde bile adı kötüye çıkmıştı![]() Teşkilat-ı Mahsusa hakkında daha fazla şey öğrenmek amacıyla yapılan ilk girişimlerden biri, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından(30 Ekim 1918) kısa bir süre sonra gerçekleşti İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Osmanlı Devleti’nin yönetimini fiilen kontrol altında tuttuğu 1913-1918 dönemi boyunca izlediği politikaların ve yaptığı eylemlerin araştırılması için 1918 Kasımı’nda Osmanlı Meclisi Mebusan’ın açtığı bir soruşturmanın yan ürünüydü söz konusu girişim Bu soruşturma, mütareke devri Osmanlı yönetiminin eski İttihatçı itibarını yok etme ve İttihatçıların kalan politik gücünü ortadan kaldırma girişiminin bir parçasıydı Özel soruşturma komisyonlarından birinin, Beşinci Komite’nin görevleri arasında Osmanlı Devleti’nin Almanya’nın müttefiki olarak savaşa nasıl girdiği üzerinde özellikle durarak İttihatçıların savaşı idare yöntemini incelemek de bulunuyordu Beşinci komite, on bir kişinin tanıklığına başvurdu Bunların hepsi de İttihatçı nazırlardı Ancak Komite soruşturmaları devam ederken, Enver, Talat ve Cemal Paşalar İstanbul’dan çoktan kaçmışlardı Beşinci komite, Cemiyet’in lider kadrosunun daha alt kademelerinde bulunanlarla yetinmek zorundaydı Beşinci Komite’nin başkanı tarafından her bir tanığa sorulan on sorudan biri Teşkilat- Mahsusa ile alakalıydı Bu soruda, İttihatçı hükümetin, anayasaya karşı çeşitli suçlar işlemek üzere eşkıya ve çeteci gruplarla iş birliği yaptığı ve Teşkilat-ı Mahsusa’nın bu gruplardan biri olduğu iddia ediliyordu Bu soru muhtemelen teşkilatta kamuoyu önünde ilk değinme olduğu ve sorguya çekilen kişiler de sorumlu mevkilerde bulundukları için, bunlardan bazılarının tanıklıklarını daha yakından incelemek ilginç olacaktır![]() |
|
Osmanli’Da İstihbaratçilik -Osmanli’Nin Mgk’Si |
|
|
#19 |
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanli’Da İstihbaratçilik -Osmanli’Nin Mgk’SiVARLIĞINI HERKES BİLİYOR AMA KİMSE BİLMİYOR Cavit Bey ( Maliye Bakanı) Teşkilatı Mahsusa hakkındaki soruya, bunun gizli bir askeri grup olup kabine kararıyla kurulmuş bir örgüt olmadığı cevabını vermiştir Halil Bey (Menteşe, Dış İşleri Bakanı) kendisini sorguya çekenlere teşkilatın ne olduğunu sormuştur Böylece Halil Bey teşkilattan habersiz olduğunu iddia ediyordu 1913-1917 yılları arasında sadrazamlık yapan Sait Halim Paşa ise, Teşkilat-ı Mahsusa’nın ordunun bir parçası olduğu ve kendi makamının sorumluluk alanı içinde bulunmadığı şeklinde ifade verdi Konu ile ilgilenen tarihçilerin iddialarına göre, Sait Halim Paşa’nın teşkilatın faaliyetleri üzerinde pek bir bilgisi yoktu Çeşitli nazırların teşkilatı eleştirmiş olmasın rağmen, bunun kabinenin tartışabileceği bir mesele olmadığına işaret etti Kendisinin kişisel olarak teşkilatı onaylamadığını belirtti ve Enver Paşa’dan teşkilatı dağıtmasını tekrar tekrar istediğini iddia etti Sadrazamlığın Teşkilat-ı Mahsusa üzerinde hiçbir bütçe kontrolü yoktu Çünkü Sait Halim Paşa’ya göre, Harbiye Nezareti’nin kendine ait geniş parasal kaynakları mevcuttu İsmail Canbolat, eski Dahiliye Nazırı(İçişleri Bakanı) olduğu için yer altı faaliyetleri hakkında bilgi sahibi olması teorik olarak gereken bir kişiydi, ancak Teşkilat-ı Mahsusa’nın iç güvenlikle değil, dış güvenlikle ilgili olduğunu iddia etti Ahmet Şükrü Bey’in (Milli Eğitim Bakanı) bildiği tek şey, Teşkilat-ı Mahsusa’nın ordu komutanlarının ve Harbiye Nazırı (Milli Savunma Bakanın)’nın ilgilendiği özel bir örgüt olduğuydu İbrahim Bey (Adliye Nazırı) de, örgütün kabineyle hiçbir ilgisi bulunmayan askeri bir mesele olduğu konusunda önceki tanıklarla aynı fikirdeydi Kalan tanıklar ise örgütün varlığından tamamen habersiz olduklarını belirttiler Oturum tutanaklarında Teşkilatı Mahsusa’ ya ilişkin kısa ve dağınık değinmelerden anlaşılıyor ki, soruşturma komitesinin üyeleri de, ifadesine başvurulan kimseler de örgüt hakkında pek fazla şey bilmiyordu Beşinci komite, soruşturma sırasında tanıkların bildiklerini söylemeleri ihtimalini göz önünde bulundursa da, Enver, Cemal ve Talat paşaların ifadeleri olmadan eldeki resmi kayıtlara dayanarak eski nazırlarla teşkilat arasında bağ kuramazdı Eşref Kuşçubaşı bu kabine üyelerinin birçoğuna, kendi deyişiyle “güvenilmez” oldukları için, Teşkilatı Mahsusa hakkında bilgi verilmediğini defalarca dile getirmiştir Hem sorguyu yürütenlerin, hem de ifadelerine başvurulanların bilgisizliklerine rağmen, oturumlarda Teşkilatı Mahsusa hakkında toplanan bilginin bir kısmı esas olarak doğrudur Ancak soruşturma, teşkilatın faaliyetlerinin netliği ve kapsamına pek ışıt tutmamıştır Toplanan verilere göre teşkilat, 1)Çete savaşı, casusluk, karşı-casusluk ve propaganda faaliyetlerinde bulunan belirsiz büyüklükte, gizli, oldukça kötü şöhretli bir gruptu; 2)Harbiye Nezareti dışında hiçbir hükümet dairesiyle ilgisi yoktu; 3)Düzenli ordu bütçesinin dışında bol miktarda parasal kaynak elde ediyordu Gerçi bu bilgiler Teşkilatı Mahsusa’nın gerçekte ne yapacağını açıklığa kavuşturmuyor, ama bu gizemli örgütün analizinin ele alınan sorunla ilintili olduğunu gösteriyordu TEŞKİLATIN DOĞUŞU Teşkilatı Mahsusa’ nın doğuşu, Enver Paşa’nın Harbiye Nazırı ve Osmanlı Ordusu Başkumandan Vekili olmadan önce kurduğu resmi olmayan bir örgüte dayanmaktadır Söz konusu örgütün amacı, imparatorluk içindeki ihanet, imparatorluk dışındaki saldırı gibi birtakım dikenli sorunlarla uğraşmaktı Enver Paşa, bu örgütü, bilinçli olarak, devletin bilinen politik, askeri ve mali organların dışında kurmuş, kendisine ve politikaların kayıtsız şartsız bağlı ajanlarla kadrosunu oluşturmuştur Dolayısıyla, Enver Paşa’nın bakış açısından, örgütün faaliyetleri, normal hükümet denetiminin bunaltıcı kısıtlamaları ve kamuoyu önünde hesap verme zorunluluğu altında değildi Ancak, yönetim mekanizmasında partisinin kontrolü göz önüne alınırsa, niye böyle çapraşık yollara başvurma gereği duyduğu hemen anlaşılmaz 1913’te fiili eylemleriyle ortaya çıkan Teşkilatı Mahsusa, resmi belgelere 5 Ağustos 1914’te geçer Bu belgeye göre Sultan V Mehmet Reşat, İttihatçı subayların Veteriner Albay Rasim Bey’i teşkilatın başkanı olarak tayin eder Ve Teşkilat tümü ile Harbiye Nazır’ına, yani Enver Paşa’ya bağlıdır Avrupa devletleri savaş zamanında sık sık düzensiz yardımcı kuvvetler kullanmışlardır Osmanlı İmparatorluğu, bu dönem boyunca sürekli savaşta olduğu ve aynı zamanda yaşanan iç isyanlardan dolayı, Enver Paşa, gizli bir yarı-askeri örgütün, Osmanlı Devleti’nin birliğini ve toprak bütünlüğünü koruyacağına inandığı politikaları uygulamasında yardımcı olacağı görüşündeydi![]() Enver Paşa, bu örgütü kullanırken, anlaşılan, politikasının başarısızlığa uğramasındaki sorumluluğunun bir kısmından kurtulacağını düşünmüştü Tatsız veya başarısız faaliyetlere Harbiye Nezareti’nin açık denetimden çok uzakta bulunan eşkıya çetelerinin işi denebilirdi Üstelik İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin tepesindekiler, pek çok devlet kurumunun, özellikle Meclis-i Mebusan’ı, bu kurumlarda temsil edilen belirli etnik gruplar Osmanlı Devleti’nin kimliğini korumaya yönelik en iyi yola ilişkin Cemiyet görüşüne katılmadıkları için, fesat yuvası sayılıyorlardı Aslında, kimi mebuslar, sonunda Teşkilatı Mahsusa’nın çalışma sahası içine girecek adem-i merkeziyetçi ve ayrılıkçı hareketler içinde yer alıyorlardı Batılıların yazdığı kitaplarla Teşkilatı Mahsusa’dan bahsedilmez, bahsedilince verilen bilgilerde çoğunlukla doğru değildir Ancak Amerikalı araştırmacı Dr Philip H Stoddard 1955-57 tarihleri arasında Türkiye’de yaptığı araştırmalar sonucunda yazdığı kitapta doğru ve doyurucu bilgiler bulunmaktadır Kaynaklardaki bu eksiklik, teşkilatın adını, faaliyetlerini ve personelini gizli tutmakla yükümlü Osmanlı görevlilerinin başarısının bir göstergesidir Bu gizlilik, Enver Paşa’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun Arap ahalisine yönelik politikaların uygulanmasında Teşkilatı Mahsusa’nın rolüne aydınlık getirme girişmini hayli güçleştirmektedir Teşkilatın varlığından bir şekilde haberdar olsalar bile, faaliyetlerinin kapsamını bilebilecek pek az Osmanlı görevlisi vardı Çoğu 1908 ile 1918 arasında faal olan politikacı ve askerlerin yazdığı anılardan oluşan yerli kaynaklar, Teşkilatı Mahsusa’nın Balkanlan, Kafkasya veya Trablusgarp’taki faaliyetlerinden zaman zaman söz açarlar Batılı yazarlar ise, düzensiz birliklerin ve propaganda örgütlerinin savaş zamanı faaliyetlerine kimi zaman değinirler, özel olarak da, Osmanlı Devleti’nin İtilaf Devlet’lerine karşı cihat propagandası yapmak üzere para ve broşürler verilerek çeşitli yerlere gönderilen ajanlardan bahsederler Bu değinmelerin birçoğunun birbirine benzemesi, yazarların çoğunun aynı kaynakları kullandığı görülünce şaşırtıcı olmaktan çıkar Bu teşkilat neydi nasıl oluştu, amaçları neydi, personeli kimdi ve para kaynakları nelerdi? Özellikle, teşkilatın cihat uğruna sarf ettiği gayret nelerdi, bu konuda neler yaptılar? Bütün bu sorulan cevaplarını arayalım şimdi TEŞKİLAT-I MAHSUSANIN KURULUŞU Teşkilatı Mahsusa’nın kuruluş tarihini tam olarak saptamak güçtür Bir kaynağa göre Enver Paşa’nın teşkilatın kurulmasına ilişkin gizli bir emir yayınladığı 5 Ağustos 1914’e kadar Teşkilatı Mahsusa kendi adıyla resmi bir kimlik kazanmamıştı Ne var ki Cemal Paşa hatıralarında Teşkilatı Mahsusa’nın 1913’te Batı Trakya’yı işgalinden bahseder Cemal Paşa’nın bu ifadesi, Enver Paşa’nın kendisine kıyasla Batı Trakya’daki olaylara daha yakın olmasına bağlanmıştır Ne olursa olsun, çoğu kaynak, şu konuda görüş birliği içindedir: Teşkilatı Mahsusa, Enver Paşa ile yakın arkadaşı Süleyman Askeri’nin idare ettiği ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Batı Trakya’ya ilişkin kararlarını uygulamakla görevli bir örgütün büyüyüp gelişmesiyle meydana gelmişti Söz konusu örgütte, Eşref ve Selim Sami Kuşçubaşı, Çerkez Reşit ve Hüsrev Sami de bulunuyordu Eşref Kuşçubaşı’ya göre örgüt, 1911 ile 1913 arası bir tarihte gayrı resmi olarak Teşkilatı Mahsusa diye adlandırılmaya başlandı Kuşçubaşı ayrıca şu noktaya dikkat çeker: Teşkilat, ister Batı Trakya geçici hükümeti, Fedai yi Zabıtan, Umur-u Şarkiye veya Teşkilatı Mahsusa ismini taşısın, Enver Paşa’nın yönetiminde aynı tür faaliyette bulunan ve aynı insanlardan oluştuktan sonra, bunun bir önemi yoktu Dolayısıyla, çalışmamızda Teşkilatı Mahsusa terimi, 1911-1918 dönemi boyunca faal olan bu grubu ifade etmek için kullanılmıştır Aslında, Teşkilatı Mahsusa diye bilinen örgüt 1903 ile 1907 arasında oluşmuştur O dönemde Eşref Kuşçubaşı ile birkaç sürgün ve kaçak, Arabistan’da II Abdülhamid’e karşı ihtilalci bir komite kurmuşlardı 1908’de meşrutiyetin ilanından sonra; Enver Bey ve muzaffer İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin diğer liderleri, hala serüven arayan İttihatçı gruplara katılmak üzere İstanbul’a gelen bu gayrı resmi gruba çeşitli görevler verirler Gruba verilen görevlerin birçoğu, iktidar mücadelesiyle, öncelikle Abdülhamid taraftarlarına, sonra da diğer İttihatçı aleyhtarı çevreler, özellikle Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na karşı yürtülen mücadeleyle ilişkiliydi 1911 yılının sonunda, Trablusgarp’taki İtalyan işgaline karşı direniş harekete esas ilgi odakları olmuştu TEŞKİLAT-I MAHSUSA’NIN FAALİYETLERİ Teşkilatı Mahsusa ismi, bu grup içinde muhtemelen, İttihatçıların Ocak 1913’teki hükümet darbesi sonrasına dek kullanılmıştı 1913 yılı boyunca teşkilatın ajanlarının ve çetelerinin bir çoğu, Osmanlı Devleti’nin Rumeli bölgesinde yetiştirilmişti, bu bölgede merkezi hükümete karşı “dağlara çıkmak” kökleşmiş bir gelenekti Teşkilat, 1913’te Edirne’nin Bulgarlara bırakılmasına karşı durulmasında aktif bir rol oynadı, oysa Osmanlı Hükümeti şehrin kaybına razı görünüyordu Teşkilatı Mahsusa, Temmuz 1913’te Edirne’nin geri alınmasından kısa bir süre sonra, Enver Bey’in emirleri üzerine, bu bölgeyi Bulgarlardan kurtarmak umuduyla kısa ömürlüde olsa Batı Trakya Muhtar Türk Cumhuriyeti’ni kurdu (Teşkilatı Mahsusa’yı beş yıl sonra yine başka bir Türk Cumhuriyeti kurarken görüyoruz Bu sefer, balkanlardan binlerce kilometre uzakta, Anadolu’nun Şark hudutlarında bir devletin kuruluşuna imza atarken görüyoruz Bu devlet, Kars ve civarında 1918’de kurulan Azerbaycan Türk Cumhuriyeti’dir ) Süleyman Askeri Bey, bölgenin Müslüman ahalisinin önde gelenlerini, toplumda sözü dinlenen ulemayı, Enver Paşa’nın çabalarıyla, Gümülcine’de bir genel kongreye davet eder Bu bölgeye göreve gönderilirken, daha rahat hareket edebilmesi ve icraatlarının etkili olabilmesi için İstanbul’daki hükümet tarafından kurulan Muhacirin Müdüriyeti İdaresi’nin başına getirilir Gümülcine’de Süleyman Askeri Bey, Batı Trakya Muhtar Türk Cumhuriyeti’nin ve Batı Trakya Muvaffak İslam Hükümeti adı altında bir hükümetin kurulduğunu da ilan edecek düzeyde etkili çalışmıştır Yunan ve Bulgar Krallığı, ilan edilen Cumhuriyet’i ve Hükümet’i tanımak zorunda kalırlar Hükümet hemen para ve pul bastırır Hükümetin geçici başkanlığına ise, teşkilatın güvendiği Gümülcine Belediye Başkanı getirilir Batı Trakya Muhtar Türk Cumhuriyeti’nin devlet ve hükümet üyeleri şunlardır: Cumhurbaşkanı Hafız Salih Efendi, Hafız Galip, Hacı Saffet Bey, Hüseyin Paşa, Mehmet Paşa, Hacı İsa Efendi, Şükrü Bey, Süleyman Askeri, Hilmi Paşa ve Eşref Sencer Bey de hükümet üyeliğine getirilirler Teşkilatı Mahsusa’nın iki numaralı adamı Süleyman Askeri Bey de, yeni Cumhuriyetin Genelkurmay Başkanlığını yürütür Altında oluşturduğu ordu kadrosu şöyledir:Batı Trakya Genelkurmay 2 Başkanı Çerkez Reşit (Çerkez Ethem’in kardeşi), Harekat Şube Müdürü Üsteğmen Manastırlı Halim, Topçu Kuvvetleri Komutanı Topçu Yüzbaşı İhsan (Eryavuz), Süvari Kuvvetleri Komutanı Yüzbaşı İlyas Seçkin, Ağır Kuvvetler Komutanı Üsteğmen Ömer Lütfü, Akıncı Kuvvetler Komutanı Üsteğmen Sırçıfeli Ekrem, Akıncı Kuvvetler İkinci Komutanı Üsteğmen İskeçeli Arif, Hücum Taburu Komutanı Yüzbaşı Kısıklılı Cemil, Milli Kuvvetler Komutanı Kuşçubaşı Eşref Sencer, Kuvayı Milliye Müfreze Komutanı Manastırlı Hüsrev Sami (Gerede), Kuvayı Milliye Müfreze Komutanı Cihangiroğlu İbrahim Bey Bölge ve yeni hükümet her yönüyle şartlar ne olursa olsun Teşkilatı Mahsusa’nın kontrolü altındadır Böylece Türk Tarihi’nin ilk Cumhuriyet’i bu devlet olmuştur Bu devletin asker sayısı 4 Ekim 1913 tarihi itibariyle yirmi dokuz bin olduğu belirtilmiştir Bu hükümet 25 Ekim 1913’e kadar yaşayacaktır Bundan sonrası ise gizli servis ile hükümet arasındaki anlaşmazlıklar ve karşı çıkışlara geçer Hükümet barış görüşmelerinde tamamen boşaltılmasını kabul etmiştir ama Teşkilat-ı Mahsusa’nın bazı elemanları bu karar karşı direnir Süleyman Askeri çaresiz kalmıştır Duruma o dönemin İstanbul muhafızı Cemal Bey, yani Cemal Paşa müdahale eder Teşkilat onu sevmektedir; o da bu etkisini kullanır![]() Osmanlı Hükümeti Eylül 1913’te Bulgaristan’la gönülsüzce bir barış antlaşması imzaladıktan sonra bile Enver Paşa, Trakya’ya işadamı ve hoca kılığında ajanlar göndermeye devam etmiştir Bu ajanların görevi yeni çeteler oluşturmak ve eğitmektir Trakya’daki ajanlar, Enver Bey’e göre düzenli ordunun moral bozukluğu ve muhalefetin gücü karşısında etkili olabilecek tek askeri kuvvet niteliğini taşıyordu Teşkilat-ı Mahsusa ajanları, Süleyman Askeri, İzmitli Mümtaz, İskeçeli Arif ve Eşref Kuşçubaşı bu girişimde önde gelen roller oynadı Enver Paşa’nın planı, Makedonya ve Batı Trakya’daki Türklerin Doğu Trakya ve Anadolu’ya yerleştirilmesini de kapsıyordu Bu yerleştirme planının uygulanışını, Süleyman Askeri’nin gözetimi altında İskeçeli Arif, Filibeli Halim Cavit, Şehreminli Çerkes Sadık ve Kırkkiliseli Ali Rıza yönetmişti Trakya’daki diğer önemli ajanlar arasında, Temmuz 1908’de Manastır Kumandanı Şemsi Paşa’yı öldüren Atıf Kamçılı, Dr Nazım, Trabzonlu Rıza, İsmail Canbulat, Yüzbaşı İhsan, Hüsameddin, Sapancalı Hakkı, Hüsameddin (Ertürk), Ohrili Eyüp Sabri ve Hayreddin bulunuyordu İttihat ve Terakki Cemiyeti Merkez-i umumi üyelerinden Mithat Şükrü Bleda ve Dr Bahattin Şakir faaldiler ve daha sonra Teşkilat-ı Mahsusa siyasi bürosunun idarecileri oldular Bu kişilerin birçoğu 1908’den önce İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önemli isimleri arasındaydı ve İkinci Meşrutiyet dönemi boyunca bu özelliklerini korudular Balkan Savaşı sırasındaki Rumeli’de yürüttüğü bu harekâtlarla başlayarak, Teşkilat-ı Mahsusa’nın faaliyetleri tedrici olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun bütününe yayıldı Bu arada Enver Paşa’nın gücü arttı devlete canlılık kazandırma planları daha yaratıcı ve kapsamlı hale geldi![]() Devam edecek ![]() ![]()
|
|
Osmanli’Da İstihbaratçilik -Osmanli’Nin Mgk’Si |
|
|
#20 |
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanli’Da İstihbaratçilik -Osmanli’Nin Mgk’SiTEŞKİLATIN İDEOLOJİSİ Teşkilat-ı Mahsusa’nın dayandığı ideolojik temel ve uygulaması gereken politikalar açık olarak tanımlanmamıştır Teşkilatın ajanları, sorumlu oldukları devlet otoriteleri gibi, geleneksel Osmanlıcık fikrine bağlılıklarını gösterseler de, İslam Birliği ve Pantürkizm fikirlerine dayanıyordu İttihatçı karşıtı kişiler, bu üç politikanın uzlaştırılmasının imkânsız olduğuna sık sık işaret etmişlerdir Galip Vardar’ın belirttiği gibi “bir arabanın önüne üç at koşmak kolay bir şey değildi ” Aslında, Enver Paşa, Teşkilat-ı Mahsusa için tutarlı bir ideoloji oluşturmaya çalışmamıştır Eğer Teşkilat-ı Mahsusa’nın faaliyetlerinin arkasında herhangi bir “büyük fikir” uygulamasında teşkilatın başlıca mekanizma olduğu tek bir politika varsa, bu Panislamizm ve Pantürkizm’in bir karışımıdır Bu politika şöyle özetleniyor Hüsamettin Ertürk (Paşa) tarafından:“Bu teşkilatın gayesi bir taraftan bütün İslamları bir bayrak altında toplamak Bu suretle Panislamizm’e vasıl olmaktır Diğer taraftan da Türk ırkını siyasi bir birlik içinde bulundurmak Bu bakımdan da Pantürkizm’i hakikat sahasına sokmaktır Enver Paşa’nın bir yandan Emiri Efendi’nin İttihat ve Terakki programındaki Panislamizm’inden, diğer taraftan da Ziya Gökalp’in Pantürkizm’den ilham aldığı muhakkaktır ” Burada hemen araya girmekte fayda var, Kazım Karabekir Paşa, İttihat ve Terakki’nin kuruluşunu anlattığı “İttihat ve Terakki Cemiyeti” isimli kitabında, Enver Paşa’nın kendisini partiye davet edişini ve cemiyet’in sembolü olan Hilal’i anlatırken, kendisinin ilk tepkisi “yoksa işin içinde İslamlık da mı var” diye sorduğunu, Enver Paşa’nın da “hayır” cevabını verdiğini anlatır Teşkilat-ı Mahsusa, Ertürk Paşa’nın belirttiği Panislamcılık ve Pantürkizm’i 1914’te yeniden örgütlenip genişlediği zaman çokça kullanacaktı Özellikle, İngiltere’nin sömürgeleri olan Müslüman ülkelerde Panislamcılık Teşkilat-ı Mahsusa’nın yegane siyaseti olacaktı Diğer taraftan da Türkistan ve Orta Asya’da da Pantürkizm siyasetini güdecekti Hemen belirtmekte fayda var, Enver Paşa’nın Almanya destekli Panislâmcılığı, İngilizleri oldukça uğraştıracak ve bazı emellerinin gerçekleşmesine engel olacaktı Fransız sömürgelerinde bulunan İslam memleketlerinde de aynı politikayı güdecek olan Teşkilat-ı Mahsusa cephe sayısını arttırdıkça gücünü de böldüğünün farkında değildi Birinci Dünya Savaşı’nda Teşkilat-ı Mahsusa’nın çeşitli faaliyetlerde bulundu Bu faaliyetlerin amacını Galip Vardar hatıratında şöyle anlatıyor:1 Yıkıcı faaliyetlere karşı mücadele etmek ve imparatorluk içindeki ayrılıkçı ve milliyetçi grupların düşmanla olası işbirliğine, başka bir deyişle Enver Paşa’nın “Vatana İhanet” diye tarif ettiği faaliyetlere engel olmak,2 Eğitilmiş ve tecrübeli ajan kadroları kurulacak hücrelerin temelini oluşturmak üzere İngiliz, ve Fransız sömürgelerine ve Osmanlı İmparatorluğu’nun bir düşman işgaline uğrayabilecek bölgelerine yerleştirmek Düşmanı sömürgelerinde meşgul tutma stratejik fikrini Almanlar’dan çıktığı anlaşılmaktadır Ama bunu gerçekleştirme konusundaki özgül taktikler esas olarak Teşkilat-ı Mahsusa’nın omuzlarında bulunuyordu 3 Rus Ortaasyası’nda Müslüman Türklerin ayaklanmasına yol açacak adımlar atmak Bu, Osmanlı topraklarından bağımsız bir Ermenistan çıkarmaya yönelik Rus-Ermeni planlarını suya düşürecekti 4 Çeşitli türlerde askeri harekâtlar: Teşkilat-ı Mahsusa ajanlarının silah altına aldığı ve eğittiği feda edilebilir çetelerle baskınlar, sabotaj, şaşırtma hareketleri ve düşmanın haberleşme hatlarını tahribi, casusluk, takviye gereken yerlere gönderilecek hareketli birliklerin ayrılması Vardar, Teşkilat-ı Mahsusa’nın bu hedeflerinden dolayı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin liderleri ve Enver Paşa, bütün İslam dünyasını hâkimiyeti altına almayı amaçlayan acımasız diktatörler, maceracılar ve hayalperestler olarak gösteriyor Halbu ki idealizm gücünün dışında bakıldığında, malum cemiyetin o günün şartlarında hedeflerine ulaşabilmesi imkânsızdır Zaten tarih de bunu göstermiştir ÖLÜMÜNE SAVAŞ Şurası açıktır ki, Teşkilat-ı Mahsusa, Enver Paşa’nın kendilerine verdiği misyonlar uğruna hayatlarını tehlikeye atmaktan çekinmeyen birçok yetenekli kişiyi bünyesine almayı başarmış bir örgüttür Ve Osmanlı İmparatorluğu tarihin tozlu sayfalarında yerini aldıktan sonra, Cumhuriyet devrinde de teşkilat mensupları, böyle bir cemiyetin mensubu olmaktan hep gurur duymuşlardır Teşkilat-ı Mahsusa, genel olarak 1 Dünya Savaşı’nda bir tür askeri faaliyete katılan, benzeri yapılanmalardan farklı ve enteresan bir örgüttür Teşkilat-ı Mahsusa’nın yetiştirdiği ve idare ettiği yardımcı kuvvetlerin, ilgili askeri kuvvetlerin çoğunluğunu oluşturan harekâtlar şunlardır:Kürt, Çerkez, Bedevi mücahitler, Dürzü ve Laz aşiretlerinden oluşan gönüllü birliklerin yanı sıra Yemenliler ve Mevlevi Alayı bunların en bilinenleridir Bu yardımcı kuvvetler, Enver Paşa’nın umduğu kadar çok değildi Yine de düzenli ordunun ağır kayıplar vermesinden dolayı doğan boşluğu çok iyi doldurabilmiş ve hatta birçok cephede düşmana kök söktürdükleri gibi, onları geri püskürtmeyi başarmışlardı Ayrıca, Kurtuluş Savaşı’nın ön cephelerinde çatışan ve işgalcileri bunaltan kuvvetlerin büyük çoğunluğu eski Teşkilat-ı Mahsusa mensuplarından oluşuyordu Teşkilat-ı Mahsusa ajanları genellikle adam toplayan, İslam Birliği ajitatörü ve eğitmen kadrolardan oluşuyordu Bu örgütü küçümsemek isteyen bazı Batılı (Özellikle İngilizler) yazarlar, Teşkilat’ın Almanlardan büyük destek aldığı iddia ederler Alman askeri misyon üyelerinin o dönemde Osmanlı Harbiye’sinden Bronsart Paşa sayesinde üst düzey askeri planlamada birçok işe katkıda bulundukları doğrudur Ayrıca Alman ajanlarının bazı bölgelerde Teşkilat-ı Mahsusa ajanları ile birlikte çalıştığı da doğrudur Fakat bu, Teşkilat-ı Mahsusa’ya yardım etmek için, ya da ona yol göstermek için değildir kesinlikle Ortak çıkarlar konusunda eylem birliği yapma söz konusudur sadece Almanlar daha çok üst düzey komuta seviyesinde Teşkilat-ı Mahsusa ile ilişki kurmuştur Teşkilat-ı Mahsusa’nın elde olan belge ve bilgilerine baktığımızda, örgütün yoğunlaştığı Kafkasya, Sina ve Irak’taki askeri faaliyetlerde Almanlara rastlanmamaktadır Bu konuda Alman devlet arşivlerinde de herhangi bir bilgi, belge bulunmamaktadır I DÜNYA SAVAŞI VE TEŞKİLAT-I MAHSUSAOsmanlı İmparatorluğu, I Dünya Savaşı’na girince Teşkilat-ı Mahsusa’nın niteliği değişir Enver Paşa’ya kişisel olarak bağlı küçük bir grup olmaktan çıkıp, yeniden örgütlendi ve Harbiye Nezareti içinde yarı açık resmi bir statü kazandı Ancak, Enver Paşa’nın doğrudan denetimi altında kaldı Bu yeni statüyle birlikte, personeli genişledi ve artan operasyonlar neticesinde de bütçesi büyüdü Teşkilat-ı Mahsusa’nın düzenli ajanlarının çoğu Türk’tü Ancak, Osmanlı İmparatorluğu’nun her yanına ve yurt dışına dağılmış bulunan çeşitli hücrelerin birçoğunun liderleri ve şefleri Türkçe konuşan, yani Türk boylarına mensup insanlardı Bazı iddialara göre, bunda en büyük etken, Enver Paşa’nın Müslüman olan diğer kavimlere mensup Osmanlı tebaasının sadakatine güvenmemesinden kaynaklanıyordu Bu iddia yine İngiliz kaynaklı olması dikkat çekicidir Birçok yerde Teşkilat-ı Mahsusa’nın şef ve yöneticilerinin Çerkez, Kürt, Arnavut olması bu iddiayı yalanlamaktadır Teşkilat-ı Mahsusa personeli ağır kayıplara uğramadan önce, 1916 yılında en yüksek sayıya ulaşmıştı Yaklaşık 30 000 kişilik bir güce sahipti Teşkilat ajanlarının büyük çoğunluğu uzman insanlardan olması ayrıca dikkat çekicidir Doktor, Gazeteci, Veteriner, Politikacı, geçmişi kuşkulu fakat sadakatinden şüphe edilmeyen pek çok Gerilla Savaşı Uzmanı, teşkilatın bünyesinde görevliydi Birçok gruba ayrılan Teşkilat-ı Mahsusa’nın içinde en düzenli grup, subayların oluşturduğu gruptu İkinci sırada gelenler ise, Teşkilat-ı Mahsusa’ya özel görevler için atanmış bürokratlardı EŞREF KUŞÇUBAŞI Geri kalanların birçoğu Osmanlı Devleti’nin yaptığı çok sayıdaki savaşta askeri tecrübe kazanmış sivillerdi Örneğin, Cumhuriyet döneminde adı teşkilatla özdeşleşecek olan Eşref Kuşçubaşı Bey bunlardan sadece biridir Aslında Kuşçubaşı, subay kökenlidir I Dünya Savaşı’nda giydiği üniformasına ve askerlik rütbesine rağmen sivil kaldı Eşref Kuşçubaşı’nın daimi rütbesi Binbaşı idi Resmi olarak Kurmay Yarbaylığa terfi etti Ve Enver Paşa, bir general maaşı ile başka gelirleri sağlaması, Kuşçubaşı’nın ne kadar başarılı bir personel olduğunun büyük bir göstergesidir Orta Asya ve Kuzey Afrika’ya (Libya, Cezayir, Fas, Tunus) yayılmış olan ajanların çok azı Teşkilat-ı Mahsusa olarak biliniyordu Teşkilatın resmi üyelik listesi bulunmamasının esas sebebi, (Eşref Kuşçubaşı’nın hatıratında anlattığına göre) “listenin yayınlanması halinde Ortadoğu’daki pek çok yaşlı devlet adamının üzülmesi” imiş Kuşçubaşı haklı görünmektedir Çünkü harp sırasında Osmanlı’ya para karşılığı hizmet eden birçok kabile reisi, harp sonrasında ya devletçik başkanı olmuş ya da oralarda kurulan kukla yönetime katılmışlardır TEŞKİLAT-I MAHSUSANIN BAZI ÜNLÜ ARAP AJANLARI Kuşçubaşı’nın gizlemesine rağmen, birçok Teşkilat mensubu, Arap aleminde devlet başkanlığı koltuğuna çıkmıştır Bunlardan bazıları şunlardır:Cezayir: Muhammed Abdülkerim el-Kattabi, Emir Ali (Emir Kadir el-Cezayiri’nin oğlu), Tunus: Şerif Burgiba (Fas’ın ünlü eli kanlı faşist diktatörü Habib Burgiba’nın babası), Fas: Hoca Abbas (Fas’taki Teşkilatı Mahsusa Ticari hücresinin Şefi), Trablusgarp (Libya): Ali Başamba, Şeyh Salih el-Tunusi, Şeyh Ahmed el-Şerif el-Sunusi Mısır: Abdülaziz Saviş, Ferit Bey, Doktor Fuad, Doktor Nasır, Doktor Tabit Mahcab (Ayrıca 600 civarında fedai) Suudi Arabistan: İbn-ür-Raşid TEŞKİLAT-I MAHSUSA’NIN PARA KAYNAKLARI Yapılan araştırmalar ve anılara göre, Teşkilat-ı Mahsusa’nın iki para kaynağı olduğu görülüyor Bunlardan biri Harbiye Nezareti Bütçesi’nden yapılan tahsisat-ı mesture (gizli ödenek), diğeri ise Almanya’dan aktarılan altınlar Ancak Almanya’dan aktarılan altın miktarının çok az olduğunu hemen belirtmekte fayda var Teşkilatın para kaynaklarından biri de örgüt adına yapılan ticarettin elde edilen gelir ve bağışlardır Ajanlarının büyük çoğunluğunun bir özelliği ise aldıkları maaşı yine teşkilatın işinde kullanmalarıdır![]() Alman Askeri Misyonu’nun gönderdiği toplam altın miktarı 4 000 000 civarında olduğu belirtiliyor Ve bu da 1918 yılı rakamları ile yaklaşık 8 milyon Osmanlı lirası ediyordu Almanların gönderdiği bu altın paralar içinde askeri propaganda için de harcama yapılıyordu Dolayısıyla gelen tüm paralar Teşkilat-ı Mahsusa’nın harcamalarına aktarılmıyordu Bu yüzden Eşref Kuşçubaşı, Arabistan Yarımadası’ndaki operasyonlar için daha önce taahhüt edilen para gönderilmediği için 1914-1917 yılları arasında iki defa Almanya’ya gidip para konusunu halletmek için epey çaba sarfedecekti Bunun yanı sıra Almanlar da teşkilatı kendi çıkarlarına alet etmeye; mevzi operasyonlarda kullanma gayretini sarf ediyordu Bu da ajanları oldukça rahatsız ediyordu Ancak Enver Paşa’dan gelen emirden dolayı ajanlar isteneni yapıyorlardı Eşref Kuşçubaşı bu durumu şöyle açıklıyor: “Koordinasyon, mali kaynak ve ideoloji meseleleri bizi ilgilendirmiyordu Biz hareket adamıydık, filozof veya idareci değil ”Kuşçubaşı’nın bu sözleri de konunun başındaki iddialarımızı doğrular mahiyette Çünkü ajanlar idealisttiler ve bir ideolojileri yoktu Taban tabana zıt olan Panislamizm ve Ziya Gökalp’in tamamen İslam’dan uzaklaştırma ve panteist bir temele oturtma çabasındaki Pantürkizm’i bir anda savunabiliyorlar ve bunda bir çelişki görmüyorlardı TEŞKİLAT-I MAHSUSA VE CİHAT Kasım 1914’te “Cihad-ı Mukaddes”in ilanı ile birlikte, hem Osmanlı Mülkü’nde hem de batı sömürgelerindeki Müslüman milletlerin kendi güçleri nisbetinde buna katılmamasının arkasındaki itici güç ne idi? Resmi tarihe göre, halkın salt inançlarından hareketle veya maceraperest duygularıyla münferit ve mevzi “cihad kalkışmaları” içinde bulunmuştu Hâlbuki olayın perde arkasını incelediğimizde çok farklı bir manzara ile karşılaşıyoruz Sömürge ülkelerinde ki Müslüman topluluklardan Osmanlı Mülkü’ndeki tebaanın silahlanıp işgalcilere karşı savaşmasında itici güç olarak Teşkilat-ı Mahsusa görülüyor Teşkilat-ı Mahsusa, I Dünya Savaşı’nda Osmanlı Genelkurmay İstihbarat Şubesi ve Dâhiliye Nezareti’nin (İçişleri Bakanlığı) gizli polis örgütünden ayrı; Enver Paşa’ya bağlı gizli İstihbarat servisi olarak çalıştı Teşkilat, salt Enver Paşa’nın istediği bilgileri toplamakla kalmadı Bu bilgilerden hareketle gerekli eylemler yaptı Bu bakımdan Teşkilat-ı Mahsusa yüzyılın ilk profesyonel ve eylemci istihbarat örgütü olma özelliği taşır![]() Teşkilat-ı Mahsusa’nın üst düzey görevlileri, Harbiye Nazırı ile yakın ilişkilerinden yararlanarak ordu birliklerine Enver Paşa adına emir verebiliyordu Buna bakarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz Teşkilat-ı Mahsusa Enver Paşa ile ordu arasında bir köGoogle Page Rankingü vazifesi ifa ediyordu Cihad ilanından çok önce ilkeleri mümkün olan her yerde uygulamaya sokma emri verdi Dolayısıyla teşkilat faaliyetlerinin çoğu İslam birliği için kapsamlı bir propaganda kampanyası yürütmeye yönelik oldu Bu faaliyetler, Osmanlı(Aslında Enver Paşa)-Alman ittifakının imzalanmasından hemen sonra Teşkilat-ı Mahsusa’nın reorganizasyonun arkasında yatan Panislamist düşüncenin bir yansımasıydı Teşkilatın geniş hücreler, ajanlar ve yarı askeri nitelikte çeteler ağından oluştuğu biliniyor ancak, cihat uğruna yürüttüğü faaliyetler o kadar çok bilinmiyordu Daha önce de belirttiğimiz gibi, Teşkilat-ı Mahsusa bu konuda dünyada benzeri olmayan açıklıkta ama aynı gizlilikte bir örgüttü Bundan dolayıdır ki kendisinin faaliyetleri hakkında net bir bilgi yok İslam Birliği politikasının genel hedefi, yukarıda da belirttiğimiz gibi İngiliz, Fransız ve Rus işgali altındaki İslam milletlerini kışkırtmak ve isyanlar çıkartmaktı Cihad Beyannamesi, Müslümanları yabancı yöneticilerine karşı birleştirerek bu hedefin gerçekleşmesini sağlamak için yayınlamıştı İmparatorluk sınırları dışında İslam Birliği düşüncesi pek başarı sağlamadıysa da 1914-15 yılları arasında Teşkilat-ı Mahsusa’nın propaganda çalışmaları arttı Enver Paşa, İslam dünyasının hareketsizliğinden ve cihada karşılık verilmemesinden çok fazla endişelenmemişti Çünkü o da biliyordu ki işgal altındaki İslam milletleri hem çok yoksul hem de birçoğunun aşiret ve kabile reisleri yabancı güçlerle işbirliği içinde idi Bu feodal ve ekonomik engellere rağmen sağladığı başarı hiç de küçümsenmeyecek boyuttaydı BROKEN HILL OLAYI Cihat çağrıları, istenilen boyutlarda yankı bulmamasının sebebi, hicaz yarımadasında bulunan, Hazreti Hüseyin’in soyundan gelen Haşimi ailesinin İngilizlerle işbirliği yapmasından kaynaklanıyordu İslam dünyasında büyük saygınlığı olan Hazreti Ali’nin sülalesinden gelen bir ailenin tutum ve davranışları, diğer Müslüman kabileler için önemli bir gösterge idi o günlerde Ama Haşimi hanedanının “ehli Salip” (Haçlılarla) işbirliği içerisinde olduğunu ve İslam’a ihanet ettiğini gören aile ve topluluklar da vardı Bu aileler, Teşkilat’ın cihad çağrısına olumlu cevap veriyorlardı Diğer taraftan bireysel olarak cihad çağrısına olumlu cevap verenlerin sayısı oldukça fazladır Cumhuriyet döneminde bile Türk istihbarat servisleri ile ilişkilerini koparmayan bu fert ve ailelerini etkilen en önemli sebep cihad çağrısıdır Teşkilat’ın cihad çağrısı onbinlerce kilometre uzaklıkta olan Avustralya’da bile yankısını bulur Burada bulunan Afganistan ve Hindistanlı iki Müslüman, Avusturya’nın Broken Hill mevkiinde, Osmanlı’ya savaş açan bu ülke ile savaşırlar Dünya tarihinde çok küçük ama etkisi oldukça büyük olan Broken Hill olayı şöyle gerçekleşir:1915 yılbaşı tatilinde Avustralya’nın Silverton kasabasında yaşayan aileler piknik yapmak üzere trenle yola çıkarlar Broken Hill tepesi yakınlarına geldiklerinde birden demiryolunun yanında üzerine tanınmayan bir bayrak çekilmiş bir dondurma arabası ile karşılaşırlar (Bunun daha sonra Türk Bayrağı olduğu anlaşılacaktı ) Dondurma arabasının hemen yanındaki siperden iki kişi treni yayılım ateşine başlar Açılan ateşle Silverton kasabasından birçok kişi ölür Tren son hızla yoluna devam ederek olay bölgesinden kaçar Vardığı ilk istasyonda yolcular durumu telgrafla bölge polisine bildirirler Bunun üzerine askeri birlikler, yerel polis ve silah kulübü gönüllüleri bölgeye sevk edilir![]() Bu arada aranan iki silahşör bir tahta kulübeye girmiş ve burada yaşayan bir adamı öldürdükten sonra tepeye doğru çekilip mevzilenirler Askeri birlikler ve polis tepeyi muhasara altına alırlar Yapılan “teslim ol” çağrılarına ateşle cevap verirler iki tabur asker, onlarca polis ve bir o kadar da “Silah Kulübü” üyeleri ile tam dokuz saat çatışırlar Çatışma’da Avustralya birliklerine hayli zarar verirler Dokuz saatin sonunda bu gerillalardan biri ölür, diğeri de ağır yaralı olarak yakalanır Bir süre sonra ağır yaralı olan gerilla da hayata gözlerini yumar Avustralya hükümeti ve istihbaratı yaptıkları araştırma ile kendilerini hayrete düşüren bir sonuca varırlar Gerillalardan biri Gül Muhammed adında bir Afganlı deve sürücüsü ve dondurma satıcısı, diğeri de Hintli Molla Abdullah adında yaşlı bir şahıs oldukları anlaşılır Teşkilat’ın cihad ilanından sonra Osmanlı Devleti’ne savaş açan Avustralya devletine bu iki kişi Broken Hill’de cephe açarlar İki Müslüman’ın bu onurlu tutumlarından oldukça etkilenen Avustralya hükümeti, Broken Hill tepesinde ikisinin adına bir anıt mezar yapar![]() |
|
|
|