Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
hakkında, tarihe, verenler, yön

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...

Eski 08-16-2012   #16
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...




Aristoteles (İÖ 384 - İÖ 322)

Aristoteles'in babası Nikomakhos, Büyük iskender'in büyükbabası Makedonya kralı III Amyntas'ın saray hekimiydi Genç Aristoteles böylece tıbbın öncüsü Hipokrates'e değin geri giden ve tıbbın kurucusu Sağlık Tanrısı Asklepios'tan kaynaklanan uzun bir doğabilim geleneği içnde yetişti Düşünsel gelişimi içinde doğal olayların gözlemlenmesine verdiği önem ve Atina'da kendi kurduğu okulda(Lykeion) hekimlik eğitiminin yar alması onun gençliğinde ağır bir eğitimden geçtiğini gösterir Babası ölünce Aristoteles İÖ 367'de henüz 17 yaşındayken Platon'un Atina'daki Akademia'sına gönderildi Orada 20 yıl Platon ile birlikte felsefe dialoglarında bulundu İÖ 347/348 'de Platon'un ölmesi üzerine Akademia'nın başına yeğeni Speusippos geçti Aristoteles'de bazı araştırmacılara göre bu göreve atanmadığı için, bazılarına görede o sıralarda Makedonya'ya karşı bir siyasal havanın egemen olmasından dolayı Atina'dan ayrıldı
Düşünsel gelişiminin ikinci döneminde Aristoteles arkadaşı Khalkedonlu Ksenokrates ve sonraki belli başlı izleyicilerden Erosos'lu Theophrastos ile birlikte o sıralarda yeni kurulmakta olan Assos kentinde(bugün Batı Anadolu'da Behramkale) yeni bir akademi oluşturdu Burada hükümdar Hermeias'ın öğretmeni ve onun yeğeni ve evlatlığı Pythias ile evlendi Pythias bir kız çocuk doğurduktan sonra ölünce , Aristoteles Herpyllis ile evlendi Aristoteles Assos'da mutlu geçirdiği anlaşılan üç yıldan sonra yakındaki Lesbos(Midilli) Adasının başkenti Mytilene'ye yerleşti Ve orada adanın yerlisi olan öğrencisi Theophrastos ile birlikte Akedemia'ya benzer bir felsefe çevresi kurdu Doğabilim araştırmalarına daldı Düşünsel gelişmesi içinde astronomi ve buna bağlı kuramsal çalışmalardan ayrılarak yeryüzüne özelliklede biyolojiye ilgi duyması bu döneme rastlar
İÖ 343-342'de Makedonyalı II Philiphos, Aristoteles' i Pella'daki başkentine 13 yaşındaki oğlu İskender'e öğretmenlik etmeye çağırdı Üç yıl kadar süren bu eğtimde Aristoteles, İskender'e ağırlıkla Homeros'u tiyatroya dayalı sanatı ve ayrıca politikayı konu alan bir öğrenim programı uyguladı Siyasete olan ilgiside bu dönemde yoğunlaştı Ama İskender'in siyasal görüşlerinin Aristoteles'inkilerden çok fazla etkilendiği söylenemez Ayrıca İskender'in kurduğu büyük imparatorluk düşünsel olarak aristoteles'in kent devleti(polis) anlayışını temel alan siyaset görüşüne uygun değildir
İÖ 339'da doğum yeri olan Stagiros'a dönen Aristoteles, İÖ 335'te yeniden Atina'ya gitti Bu sırada Speusippos ölmüş,Akademia başsız kalmıştı Ama Akademia'lılar Aristoteles yerine Ksenokrates'i başkan seçince o da kent dışında Apollon Lykeion'a adanan kutsal koruluk içinde bazı binalar kiralayarak, kendi okulunu kurdu
İÖ 323'te Büyük iskender ölünce Atina'da makedonya'ya karşı eğilimler yeniden ortaya çıktı Ve Aristoteles 20 yıl önce yazdığı bir şiir nedeniyle en büyük suç sayılan dinsizlikten yargılandı Suçlu bulunacağı kesinlik kazanınca izleyicileriyle birlikte Atina'nın kuzeyindeki Eurips boğazında, Khalkis'e gitti Aristoteles bir yıl sonra bir mide rahatsızlığndan öldü
Aristoteles öteki bilimler için bir alet olarak gördüğü mantık biliminin kurucusu kabul edilir Aristoteles mantığı, insanı ayırt eden en önemli yanının dil olduğu, us(logos) sahibi olmasının, söz edebilen bir varlık olmasına dayandığı görüşünden yola çıkar Böylece mantık Aristoteles'in kendi kullandığı terimle çözümlemedir Aristotelis'in mantık bilimi ile birlikte felsefe tarihine en özgün katkısını oluşturan metafizik aslında kendi kullandığı bir ad değildir Bu bigi dalı Aristoteles'e göre varlığı varlık olarak ele alan ve onun ne liğini araştıran felsefe dalıdır Aristoteles bu bilgi dalının tek özgür bilim olduğunu çünkü kendinden başka bir amacı bulunmadığını söyler, bunu insanın doğal olarak merak güdüsünün ürünü olduğunu vurgular Bilimleri türleri açısından sınıflandıran Aristoteles temelde üç kuramsal bilimden söz eder Metafizik, Matematik ve fizik Bunların dışında pratik bilimler, belli bir amaç için işlenen bilimler vardır Bunlarda tutum ve eylemleri konu edinen etik ve politika ile üretime yönelik yapılmış ve yazılmış sanatların bilimleridir Varlığın sürekli ve bitmeyen bir evren içinde ne'liğini ve çeşitliliğni ele alan Aristoteles bütün varlıkların ve değişimlerinin mantıksal olarak geriye götürülmesi biçiminde geliştirdiği "neden" görüşüyle bunların en son nedeni olarak bir hareket etmeyen hareket ettirici ve "ilk neden" düşüncesine ulaşır Bu kavram ve ona ulaşan usavurma zinciri, sonraları hem hıristiyan hem müslüman düşünürlerce tanrının varlığının kanıtı olarak kullanılmıştır


Ana Britannica

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...

Eski 08-16-2012   #17
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...




Fatih Sultan Mehmet (1432 - 1481)
Fatih Sultan Mehmed 29 Mart 1432'de Edirne'de doğdu Babası Sultan İkinci Murad, annesi Huma Hatun'dur Fatih Sultan Mehmed, uzun boylu, dolgun yanaklı, kıvrık burunlu, adaleli ve kuvvetli bir padişahtı Devrinin en büyük ulemalarından birisiydi ve yedi yabancı dil bilirdi Alim, şair ve sanatkarları sık sık toplar ve onlarla sohbet etmekten çok hoşlanırdı İlginç ve bilinmedik konular hakkında makaleler yazdırır ve bunları incelerdi Hocalığını da yapmış olan Akşemseddin, Fatih Sultan Mehmed'in en çok değer verdiği alimlerden biridir Fatih Sultan Mehmed, gayet soğukkanlı ve cesurdu Eşsiz bir komutan ve idareciydi Yapacağı işlerle ilgili olarak en yakınlarına bile hiçbir şey söylemezdi Fatih Sultan Mehmed okumayı çok severdi Farsça ve Arapça'ya çevrilmiş olan felsefi eserler okurdu 1466 yılında Batlamyos Haritasını yeniden tercüme ettirip, haritadaki adları Arap harfleriyle yazdırdı Bilimsel sorunlarda, hangi din ve mezhebe mensup olursa olsun bilginleri korur onlara eserler yazdırırdı Bilime büyük önem veren Fatih Sultan Mehmed yabancı ülkelerdeki büyük bilginleri İstanbul'a getirtirdi Nitekim Astronomi bilgini Ali Kuşçu kendi döneminde İstanbul'a geldi Ünlü Ressam Bellini'yi de İstanbul'a davet ederek kendi resmini yaptırdı Şair ve açık görüşlüydü Fatih Sultan Mehmed 1481 yılına kadar hükümdarlık yaptı ve bizzat 25 sefere katıldı Azim ve irade sahibiydi Temkinli ve verdiği kararları kesinlikle uygulayan bir kişiliği vardı Devlet yönetiminde oldukça sertti Savaşlarda çok cesur olur, bozgunu önlemek için ileri atılarak askerleri savaşa teşvik ederdi
20 yaşında Osmanlı padişahı olan Sultan İkinci Mehmed, İstanbul'u fethedip 1100 yıllık Doğu Roma İmparatorluğunu ortadan kaldırarak Fatih ünvanını aldı HzMuhammed'in (SAV) hadisi şerifinde müjdelediği İstanbul'un fethini gerçekleştiren büyük komutan olmayı da başaran Fatih Sultan Mehmed, yüksek yeteneği ve dehasıyla dost ve düşmanlarına gücünü kabul ettirmiş bir Türk hükümdarıydı Orta Çağ'ı kapatıp, Yeniçağ'ı açan Cihan İmparatoru Fatih Sultan Mehmed, Nikris hastalığından dolayı 3 Mayıs 1481 günü Maltepe'de vefat etti ve Fatih Camii'nin yanındaki Fatih Türbesi'ne defnedildi

İSTANBUL'UN FETHİ
Fatih Sultan Mehmed padişah, olduktan sonra ilk iş olarak, devamlı ayaklanma çıkaran Karamanoğlu Beyliğine karşı sefere çıktı Karamanoğlu İbrahim Bey af diledi Fatih İstanbul'un fethini düşündüğü için onu bağışladı Fatih Sultan Mehmed, büyük gayesini gerçekleştirmek için, Macarlara, Sırplara ve Bizanslılara karşı yumuşak davranıyordu Amacı Haçlıların birleşmesini önlemek, onları tahrik etmemek ve zaman kazanmaktı Bin yıllık tarihinin sonuna gelmiş olan Bizans küçüle küçüle sadece İstanbul şehrinin sınırları içinde hüküm süren bir devlet durumuna düşmüştü Ancak buna rağmen Bizans'ın varlığı, Balkanlardaki Türk hakimiyeti açısından tehlikeli oluyordu Bizans İmparatorları, Anadolu'daki çeşitli siyasi güçleri de Osmanlı aleyhine kışkırtmaktan geri kalmıyorlardı Hatta zaman zaman Osmanlı şehzadeleri arasındaki taht kavgalarına karışıp devletin iç düzenini bozuyorlardı İstanbul'un Osmanlı Devleti'nin hakimiyeti altında girmesi, ticari ve kültürel yönden önemli bir avantajın daha ele geçirilmesi demekti Boğazlar tam anlamıyla kontrol altına alınacak ve bu sayede, Karadeniz ticaret yolları ele geçirilmiş olacaktı Karamanoğulları meselesini çözen Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'un fethi için gerekli hazırlıklara başladı Devrin mühendislerinden Musluhiddin, Saruca Sekban ile Osmanlılara sığınan Macar Urban Edirne'de top dökümü işiyle görevlendirildi "Şahi" adı verilen bu topların yanında, tekerlekli kuleler ve aşırtma güllelerin üretilmesi (havan topu) yapılan hazırlıklar arasındaydı Yaptırılan bu büyük toplar İstanbul'un fethedilmesinde önemli rol oynadı Yıldırım Bayezid'in İstanbul kuşatması sırasında yaptırdığı Anadolu Hisarının karşısına, Rumeli Hisarı (Boğazkesen) inşa edildi Bu sayede Boğazlar'ın kontrolü sağlanacak, deniz yoluyla gelebilecek yardımlara karşı tedbir alınmış olacaktı 400 parçadan oluşan bir donanma inşa edildi Turhan Bey komutasındaki bir Osmanlı donanması Mora'ya gönderildi ve İstanbul'a yardım gelmesi engellendi Eflak ve Sırbistan ile var olan barış antlaşmaları yenilendi Macarlarla da üç yıllık bir antlaşma yapıldı Osmanlıların bu hazırlıkları karşısında, Bizanslılar da boş durmuyordu Surlar sağlamlaştırılıyor ve şehre yiyecek depolanıyordu Ayrıca Bizans İmparatoru Konstantin, Haliç'e bir zincir gerdirerek, buradan gelecek tehlikeyi önlemeye çalıştı Aynı zamanda Haçlı dünyasından yardım isteniyor, Papa ise yapacağı yardım karşısında Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birleştirilmesini istiyordu Ancak Katoliklerden nefret eden Ortodoks Rumlar, Roma kilisesine bağlanmak istemiyor, "İstanbul'da Kardinal Külahı görmektense, Türk sarığı görmeye razıyız" diyorlardı Fatih Sultan Mehmed, hazırlıklar tamamlandıktan sonra, Bizans İmparatoru Konstantin'e bir elçi göndererek, kan dökülmeden şehrin teslim edilmesini istedi Fakat İmparatordan gelen savaşa hazırız mesajı üzerine, İstanbul'un kara surları önüne gelen Osmanlı ordusu, 6 Nisan 1453'de kuşatmayı başlattı Osmanlı donanması ise Haliç'in girişinde ve Sarayburnu önünde demirlemişti Ordu; merkez, sağ ve sol olarak üç kısma ayrıldı 19 Nisan'da yapılan ilk saldırıda, tekerlekli kuleler kullanıldı ve bu saldırı ile Topkapı surlarından burçlara kadar yanaşıldı Osmanlı Ordusundaki er sayısı 150000 ile 200000 arasındaydı Bu kuvvetlere Rumeli ve Anadolu beylerine bağlı çeşitli kuvvetler de katılmıştıÇok şiddetli çarpışmalar oluyor, Bizanslılar şehri koruyan surların zarar gören bölümlerini hemen tamir ediyorlardı Venedik ve Cenevizliler de donanmalarıyla Bizans'a yardım ediyorlardı Fatih Sultan Mehmed Osmanlı donanmasının kuşatma sırasında yeterince kullanılamadığını ve bu yüzden kuşatmanın uzadığını düşünüyordu İstanbul'un Haliç tarafındaki surlarının zayıf olduğu biliniyordu Bizans bu bölgeye zinciri bu nedenle germişti Yüksekten atılan taş gülleler Bizans donanmasından bazı gemileri batırmıştı fakat bir kısım donanmanın Haliç'e indirilmesi kesin olarak gerekliydi Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'un fethedilmesini kolaylaştıracak önemli kararını verdi Osmanlı donanmasına ait bazı gemiler karadan çekilerek Haliç'e indirilecekti Tophane önündeki kıyıdan başlayıp Kasımpaşa'ya kadar ulaşan bir güzergah üzerine kızaklar yerleştirildi Gemilerin, kızakların üzerinden kaydırılabilmesi için, Galata Cenevizlilerinden zeytinyağı, sade yağ ve domuz yağı alınarak kızaklar yağlandı 21-22 Nisan gecesi 67(yada 72) parça gemi düzeltilmiş yoldan Haliç'e indirildi Haliç'teki Türk donanmasına ait toplar, surları dövmeye başladı Ciddi çarpışmalar cereyan etti Bundan sonraki günlerde top savaşı, ok, tüfek atışları, lağım kazmalar, büyük ve hareketli savaş kulelerinin surlara saldırıları devam etti Kuşatmanın uzun sürmesi ve kesin başarıya ulaşılamaması askerler arasında endişe yarattı Ancak, İstanbul'u her ne şartta olursa olsun almaya kararlı olan Fatih Sultan Mehmed kumandanların ve alimlerin de bulunduğu bir toplantı düzenledi Cesaretlendirici bir konuşma yaptıktan sonra, 29 Mayıs'ta genel saldırının yapılacağına dair kararını açıkladı Çarpışmalar sırasında Bizans'ı koruyan surlar üzerinde kapatılması mümkün olmayan gedikler açılmaya başlamıştı Surlar içerisine küçük sızmalar oluyor, ancak geri püskürtülüyordu İlk defa Ulubatlı Hasan ve arkadaşlarının şehit olmak pahasına tutunmayı başardıkları İstanbul surları, artık direnemiyordu 53 gün süren ve 19 Nisan, 6 Mayıs, 12 Mayıs ve 29 Mayıs'ta yapılan dört büyük saldırıdan sonra Doğu Roma İmparatorluğu'nun 1125 yıllık başkenti olan İstanbul, 29 Mayıs 1453 salı günü fethedildi İstanbul'un fethi, çok önemli sonuçları da beraberinde getirdi Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'un fethinden sonra batıdaki hakimiyeti pekiştirmek, sınırları genişletmek, İslam'ı en uzak yerlere kadar yaymak ve Hıristiyan birliğini bozmak amacıyla Avrupa üzerine bir çok seferler düzenledi Sırbistan (1454,1459), Mora (1460), Eflak (1462), Boğdan (1476), Bosna-Hersek, Arnavutluk, Venedik (1463-1479), İtalya (1480) ve Macaristan seferleriyle Osmanlı İmparatorluğu Avrupa'daki hakimiyetini pekiştirdi Sırbistan Krallığı tamamen ortadan kaldırılıp Osmanlı sancağı haline getirildi, Mora tamamen fethedildi, Eflak Osmanlı eyaleti yapıldı, Bosna tekrar Osmanlı hakimiyetine alındı, Arnavutluk ele geçirildi 16 yıl süren Osmanlı-Venedik Deniz Savaşları sonunda Venedik barış imzalamayı kabul etti İtalya'ya yapılan sefer sırasında Roma'nın fethi açısından çok önemli bir merkez olan Otranto, fethedildi ancak Fatih Sultan Mehmed'in ölümü üzerine geri kaybedildi


wwwkimkimdirgentr

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...

Eski 08-16-2012   #18
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...



Platon


Soylu bir aileye mensup olan Platon, MÖ 428 yılında Atina'da doğmuş ve iyi bir eğitim görmüştür 20 yaşında Sokrates'le karşılaşınca felsefeye yönelmiş ve hocasının ölümüne kadar (MÖ 399) sekiz yıl boyunca öğrencisi olmuştur; hocası ölünce, diğer öğrencilerle birlikte Megara'ya gitmiş ama burada uzun süre kalmayarak önce Mısır'a, oradan da Pythagorasçıların etkili oldukları Sicilya ve Güney İtalya'ya geçmiştir Bir ara korsanların eline düşmüş, fidye vererek kurtulduktan sonra, kırk yaşlarında Atina'ya dönmüştür Atina'da Akademi'yi kurarak dersler vermeye başlayan Platon, MÖ 347 yılında 81 yaşındayken ölmüştür


Platon, hocası Sokrates gibi sokaklarda ve pazar yerlerinde öğretim yapmak istemiyordu; tam tersine ne yaptığını bilmeyen kuru kalabalıktan uzak bir yerde bir okul kurarak, seçkin öğrenciler yetiştirmeyi düşünüyordu Atina'nın batısında bulunan ve adını bir Yunan kahramanı Academios'tan alan bölge, bu amaç için çok uygundu Platon meşhur okulu Akademi'yi burada kurdu Bu dönemde, Akademi bölgesinde esin perileri Müzler için bir tapınak, öğrenciler ve öğretmenler için odalar, toplantı odaları, konferans salonları ve yemekhaneler yapılmıştı Ancak öğretimin nasıl yürütüldüğüne ilişkin yeterli bilgiye sahip değiliz Büyük bir olasılıkla Sokrates'in diyalektik yöntemi uygulanmış, yani öğretim esnasında konferans yöntemi yerine tartışma yöntemi benimsenmiştir Platon'un amacı, öğrencilerine bilgi aşkını aşılayarak, onları filozof bir yönetici olarak yetiştirmektir; bu yüzden ahlak ve siyasete ağırlık vermiş, ancak bunları mantık ve matematikle temellendirmeyi ihmal etmemiştir


Akademi bu haliyle daha çok özel bir öğretim kurumunu andırmaktadır Her yaştan öğrencisi vardır; fakat öğrenciler, sınavdan geçirilmez ve eğitimlerini tamamladıklarını gösterir özel bir diploma ile ödüllendirilmez; yalnızca doğruyu araştırmakla görevlidirler


Platon'un ölümünden sonra Akademi'nin başına kız kardeşinin oğlu geçmiş ve Platon'un düşüncelerinin yerleşmesi ve gelenekselleşmesi için uğraşmıştır Akademi uzun bir süre seçkin yöneticilerin yönetiminde ve denetiminde, seçkin öğrenciler yetiştirmiş ve 6 yüzyılın başlarında bir Pagan okulu olduğu gerekçesiyle Bizans İmparatoru Justinianus tarafından kapatılmıştır Hıristiyanların tehditlerinden kaçan öğretmenlerden ve öğrencilerden bazıları, Sâsânî Kralı Anuşirvan'ın (MS 531-579) Cundişapur'da kurmuş olduğu tıp okuluna sığınmışlardır Bu, uygarlık tarihi açısından çok önemli bir gelişmedir; çünkü buraya yerleşen Yunan filozofları ve hekimleri, birkaç yüzyıl sonra İslâm Dünyası'nda yeşerecek olan bilim ağacının tohumlarını atacak ve böylece bilim ve felsefe Atina'dan Bağdad'a taşınacaktır


Justinianus'un Akademi'yi kapatmasının nedeni Pagan etkisini ortadan kaldırmaktı; ancak bu yolla, istemeden de olsa, Hıristiyanlığın en büyük rakibi olan Doğu uygarlığının (ve bu arada İslâm uygarlığının) güçlenmesine yardımcı olmuştur


Platon, barbarlarla dost olmasa da, onlara karşı Aristoteles kadar katı bir tutum içerisinde de değildir Mısır'a yapmış olduğu gezi sırasında, Mısırlıların bilimleri, dinleri ve yaşam biçimlerine ilişkin bilgi edinmiş ve Mısır uygarlığının Yunan uygarlığından daha önce geliştiğini ve onun biçimlenmesine yardımcı olduğunu anlamıştır Bu husus, Timaios adlı diyalogunda açıkça görünmektedir Burada Solon ile bir Mısırlı rahip arasında geçen bir konuşma cidden çok ilginçtir Rahip Sais,


"Ah Solon Solon Siz Yunanlılar daha dünkü çocuksunuz" deyince, Solon bu söylediklerinin ne anlama geldiğini sorar ve bunun üzerine rahip şu karşılığı verir :


"Ruh olarak sen ve siz çok gençsiniz; çünkü ne eski geleneklere ne de yüzyıllar öncesinden gelen bir bilime sahipsiniz "


Platon Mezopotamyalılara ilişkin fazla bir bilgiye sahip olmasa da, Asur hükümdarı Ninos'un kanunlarına atıfta bulunması, bu uygarlığa tamamen yabancı olmadığını göstermektedir Eserlerinde görülen astroloji anlayışı büyük ölçüde Babillilerden gelmiştir


Yunanlıların sürekli düşmanları olan Persleri ise, Platon çok iyi tanımaktaydı Olasılıkla Herodotos ve diğer Yunan tarihçilerinin yapıtlarını okuyarak Achaemenidian İmparatorluğu'na hayranlık duymuştur Perslerin otokrasisi, ona, Yunanlıların demokrasisinden daha sempatik görünüyordu


Platon'a göre, insanlar bir mağaranın içinde yaşarlar ve yüzleri mağara girişinin karşısında bulunan duvara dönük olduğu için sadece ve sadece buraya düşen gölgeleri görebilirler; duyumlarımız yoluyla varlığından haberdar olduğumuz bu görünümler, gerçek değil, gerçeğin iyiden iyiye bozulmuş gölgeleridir; gerçeği görmek isteyen bir kimsenin, akıl yoluyla duyusal zincirlerden kurtularak başını mağaranın girişine çevirmesi ve orada geçit töreni yapmakta olan ideaları, yani görüntülerin oluşumunu sağlayan gerçek biçimleri seyretmesi gerekir Bu nedenle bu alemde duyumsadığımız varlıklar birer gölgedir ve asıl var olan şeyler, bu gölgeler ve bu yanılsamalar değil, onların ardındaki ölümsüz idealardır Mesela bir at ne kadar olağanüstü olursa olsun, zamanla bozulur ve kaybolur; oysa at ideası ezelî ve ebedîdir, değişmez


Öyleyse, değişim içinde bulunan görüntülerin bilgisini bir yana bırakarak, hiçbir zaman değişmeyen ideaların bilgisine ulaşmak gerekir; felsefenin amacı bu olmalıdır; gerçek bir filozof, bu aldatıcı görünümlerin ardına saklanmış olan mutlak bilgiyi, yani ideaların bilgisini yakalayabilen kişidir Platon böylece bilginlerin yolunu da çizmiş olmaktadır; çünkü İlkçağ ve Ortaçağ'da bilim ve felsefe birbirlerinden ayrı birer etkinlik olarak görülmemiştir


Son diyaloglarındaki dualist eğilim, Zerdüştçülükten kaynaklanıyordu ancak bu etki, büyük bir olasılıkla dolaylı bir yoldan gelmiş olmalıydı; çünkü Platon'un diyaloglarında Zerdüşt ismine sadece bir yerde rastlanmaktadır Ayrıca felsefesinde, Hint felsefelerinin izleri de görülmektedir


Platon, Phaidon adlı diyalogunda, bir filozofun ölmekten mutlu olacağını, çünkü ruh ideasının ölümsüz olduğunu söylemektedir Bu anlayış sonraları yaygınlaşacak ve insanı anlamlandırmaya çalışan düşüncelerin merkezine oturacaktır


Yapıtlarından anlaşıldığı kadarıyla, Platon daha çok ahlak ve siyasetle ilgileniyordu Devlet, Yönetici ve Kanunlar adlı kitaplarında ideal bir devletin nasıl olması gerektiğini sorgulamış ve savunduğu görüşler, daha sonra Fârâbî ve İbn Sinâ gibi İslâm filozoflarının siyaset anlayışlarının biçimlenmesine büyük katkılarda bulunmuştur


Matematik, Platon'un gözünde çok önemli bir bilimdi; çünkü onunla gerçek bilgiye, yani Tanrı İdeası'na ulaşmak olanaklıydı; zaten Tanrı'nın kendisi de bir matematikçiydi


Platon'a göre, matematik, gölgeler alemi ile idealar alemi arasında bir ara alem veya iki alemi birbirine bağlayan bir geçittir Mesela, ister doğada bulunsun isterse bulunmasın, geometrik biçimler bu ara alemin varlıklarıdır ve bu nedenle mükemmel değillerdir; bunlarla ilgilenenlerin, teğetlerin bir daireye veya bir küreye birden fazla noktada değdiklerini kabul etmeleri gerekir; ancak ideal bir daire veya ideal bir küre söz konusu olduğunda yalnızca bir değme noktasının bulunacağı zihinsel bir soyutlama ile kavranabilir İşte bu nedenlerle, Platon Akademi'nin kapısına "Geometri bilmeyen bu kapıdan girmesin" diye yazdırmıştır Platon uygulamalı matematiği sevmemiş ve bu nedenle cetvel ve pergelin dışında bir araç kullanmaya yanaşmamıştır


Platon da doğaya Pythagorasçılar gibi bakar ve gerçeğin kilidini açacak anahtarın aritmetik ve geometri olduğuna inanır Matematikle ilgili orijinal denebilecek bir çalışması yoktur; katkıları daha çok felsefîdir Tanımları düzeltmiş ve mantıksal bağlantıları güçlendirmiştir Ancak geometrik analiz, Platon'a değil, Kioslu Hipokrates'e atfedilmektedir


Platon'un matematiğe ilişkin görüşleri ve çalışmaları sonucunda, matematik, diğer bilimler arasında seçkin bir konuma yerleşecek ve yüzyıllardan beri süregelmekte olan bilimsel eğitim ve öğretimin esas öğesini oluşturacaktır


Düzgün çok yüzlülerin Platon tarafından keşfedildiği söylenmekteyse de, ondan çok daha önce bilinmekteydi Ancak Platon beş düzgün çok yüzlüyle, beş öğeyi eşleştirmiş ve dörtyüzlünün ateşi, altıyüzlünün toprağı, sekizyüzlünün havayı, onikiyüzlünün suyu ve yirmiyüzlünün eteri simgelediğini bildirmiştir; ama Platon atomcu değildir ve Aristoteles'le birlikte atomcu görüşe karşıdır

Kaynak:wwwkimkimdirgentr

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...

Eski 08-16-2012   #19
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...



Şahin Bey (1877 - 1920)

Antepli Şahin Bey de İstiklâl Harbinin aziz şehitlerindendir Tek başına düşmana meydan okumuş, "Düşman arabaları cesedimi çiğnemeden Antep'e giremez" demiştir Bu kahramanın hayatı, fedakarlıklarla doludur ve yeni nesil için ibret levhasıdır İstiklâl Savaşı'nın büyük kahramanlarından Şahin Bey, 1877 yılında Gaziantep'de doğdu Asıl adı Mehmed Said'dir 1899'de Yemen'e er olarak giden Mehmed Said, Yemen cephesinde gösterdiği muvaffakiyet ve kahramanlık üzerine başçavuş oldu Mehmed Said, 1911'de Trablusgarb harbine gönüllü olarak katıldı, Balkan savaşlarında Çatalca cephesinde savaştı


Galiçya'da 15 Kolorduda savaşan Mehmed Said, 1917 Ekiminde Sina Cephesinde vazife aldı Tehlikeli vazifelere gönüllü olarak koşan, vatanperverliği, ahlakı ile dikkatleri üzerinde toplayan Mehmed Said'in rütbesi teğmenliğe yükseltilti 1918 yılında İngilizlerle Sina cephesinde cereyan eden şiddetli bir muharebe neticesinde esir düştü Mısır'daki İngiliz esir kampında 1919 Aralık ayı başlarına kadar esir olarak kalan Mehmed Said, ateşkesden sonra serbest bırakıldı


Şahin Bey, 13 Aralık 1919'da İstanbul'a geldi ve Harbiye Nezaretine müracaat ederek vazife istedi Harbiye Nezareti tarafından Urfa'nın Birecik kazası Askerlik Şubesi Başkanlığına tayin olunan Şahin Bey, İşgal altındaki Antep'in vaziyetini görerek Antep'te kalmaya karar verdi Antep Heyet-i Merkeziyesine müracaat ederek vazife isteyen Şahin Bey, heyetin kendisine Kilis-Antep yolunu kontrol altında tutma vazifesini vermesi üzerine derhal çalışmaya başladı


Yıllardır evinden, ailesinden, çocuklarından ayrı kalan Şahin Bey, kendisine verilen vatan hizmetinin mesuliyetini omuzuna aldıktan sonra derhal hizmet mahalline koştu Yıllar sonra döndüğü evinde ise ailesi ve çocukları arasında ancak bir gün kalabildi 1920 yılı Ocak ayı başlarında köyleri dolaşarak cihadın ehemmiyetini ve faziletini anlatan Şahin Bey, kısa zamanda 200 fedai topladı Kilis-Antep yolu, Antep harbinin kilit noktasıdır Ne yapılıp edilmeli Fransızların bu yoldan Antep'teki işgal birliklerine yardım ulaştırmalarına engel olunmalıdır Şahin Bey kendisine haber gönderen Anteplilere şu cevabı vermektedir: "Müsterih olunuz Düşman arabaları cesedimi çiğnemeden Antep'e giremez!"


5 Kasım 1919'da İngilizlerden işgal hareketini devralan Fransızlar, bir türlü Anadolunun bu güzel beldesini işgale muvaffak olamamakta, şehir halkı, sınırlı imkânlarıyla karşı koymaktadırlar Fransızlar bütün ümitlerini Kilis'ten gelecek takviye kuvvetlerine bağlamışlardır Fakat, o yolu da Şahin Bey bir avuç serdengeçtisiyle tutmuştur Şahin Bey ve fedaileri 3 Şubat'ta ve 18 Şubat 1920'de tam donanımlı Fransız birliklerini perişan etmişlerdir Şahin Bey, zaferin ardından düşman kumandanına gönderdiği mektupta şöyle demektedir: "Kirli ayaklarınızın bastığı şu toprakların her zerresinde şühedâ kanı karışıktır Din için, namus için, hürriyet için ölüme atılmak bize, Ağustos ayı sıcağında soğuk su içmekten daha tatlı gelir Bir gün evvel topraklarımızdan savuşup gidiniz Yoksa kıyarız canınıza"


Sürüyle saldıran düşman kuvvetleri bir avuç yiğit karşısında perişan olmanın şaşkınlığına düşmüşlerdi Bu şaşkınlık yerini öfkeye terketmiş ve Antep'e ulaşmak düşman kuvvetleri için bir prestij, meselesi olmuştur Fransız kuvvetleri 25 Mart 1920'de Andorya kumandasında yola çıkar Bu Fransız küvetleri sekiz bin piyade ve iki yüz süvariden oluşmaktaydı Ayrıca bu Fransız birliğinde, bir batarya top, 16 Ağır makinalı tüfek, çok miktarda otomatik tüfek ve 4 tank mevcuttu Kahraman Şahin Bey, ancak yüz kişiyi bulan fedâileriyle düşmanın karşısına dikilmişti 25 Mart günü sabahtan akşama kadar çatışma devam etmiş ve Şahin Bey düşmana ağır kayıplar verdirmiştir


Şahin Bey gece gündüz uyumuyor, çatışma esnasında her tarafa yetişerek fedailerin manevî kuvvetlerini yükseltmeye çalışıyordu Sırtındaki kaputu çıkartıp nöbet bekleyen yiğitlerin üzerine örten Şahin Bey, her hareketiyle örnek olmaktaydı 28 Mart sabahına kadar düşmana aman vermeyen Şahin Bey, durumun gittikçe kritik hal almasından sonra kendisine geri çekilmeyi tavsiye edenlere şöyle diyordu: "Düşman buradan geçerse ben Ayıntab'a ne yüzle dönerim, düşman ancak benim vücudum üzerinden geçebilir"


Çatışmanın 4günü öğleye doğru Şahin Bey'in yanında 18 kişi kalmıştı Onların da şehit olmalarından sonra tek başına kalan Şahin Bey, son kurşunu kalıncaya kadar düşman ateşine karşılık vermiştir Atacak kurşunu kalmayan Şahin Bey, tüfeğini yere çarparak kırmış ve üzerine hücum eden düşmanlara karşı yumruklarını sıkarak karşı durmuştur Silahsız Şahin Bey'in yanına yaklaşamayan düşman askerleri uzaktan ateş ederek Şahin Bey'i şehit etmişler, ardından süngü darbeleriyle aziz nâşını parça parça etmişlerdir


28 Mart 1920'de şehit olan Şahin Bey'in ağzından dökülen son söz şu olmuştur "Allah'ım vatanımı kurtar, alçak düşman! Gel sen de süngüle" Şahin Bey'in şehadet haberi şehre gelince yanık bağırlardan şu mısralar dökülmüştür:


Şahin'i sorarsan otuz yaşında,
Süngüyle delindi köGoogle Page Rankingü başında
Çeteler toplanmış ağlar başında
Uyan şahin uyan gör neler oldu
Sevgili Ayıntab'a Fransız doldu


Şahin Bey, istiklal meş'alesini tutuşturmuş, onbinlerce Şahinler, tutuşturulan bu meş'aleyi söndürmemek için vargüçleriyle vuruşmaya koşmuşlardır Şahin Bey'in 11 yaşındaki oğlu Hayri de gönüllü olarak savaşa katılmış ve bütün çatışmalarda yer almıştır


Şair o yıllarda Ayıntaplılara şöyle seslenmektedir:


"Düşünme arkadaş, Allah büyüktür,
Alamaz bir tek taş Allah büyüktür,
Sen çalış ve uğraş Allah büyüktür
Sönmesin İslâmın parlak yıldızı"

wwwkimkimdirgentr

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...

Eski 08-16-2012   #20
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...



Wolfgang Amadeus Mozart (1756 - 1791)

27 Ocak 1756'da Avusturya'da Salzburg şehrinde doğdu Babası Leopold Mozart, Salzburg Başpiskoposluğu Saray Orkestrası'nda keman çalan, bir çok besteler ve keman için bir metod yazan bir müzikçiydi Oğlu Wolfgang üç yaşına geldiği zaman kendisinden beş yaş büyük olan kızkardeşi Maria Anna (Nannerl)'ın çaldığı klavsen parçalarını belleğine yerleştirip kendi kendine çalmaya başlayınca ondaki mucizevi özelliği farketti, hele bir gün minik Wolfgang'ın eline geçirdiği bir nota kağıdına daha kullanmayı bile beceremediği kocaman tüy kalemle konçerto çiziktirdiğini görünce, ona ciddi olarak klavsen dersleri vermeye başladı


Gerçekten de Wolfgang'ın iyi bir müzikçi olmak için doğuştan olağanüstü özellikleri vardı; kulağı bir kemanda bir notanın sekizde bir kadar akort düşüklüğünü farkedecek derecede hassastı ve çirkin seslere, gürültülere karşı tepkisi ise baygınlık geçirecek ölçüde şiddetlenebiliyordu


Zaman geçtikçe Mozart'ın müzik yanında aritmetik ve resime de yeteneği olduğu ortaya çıkıyordu Çevrede bu harika çocuğa karşı ilginin artması üzerine, babası bu erken doğan güneşten faydalanmak, çocuklarının sayesinde para ve şöhret sağlayabilmek için, oğlunu ve kızını yanına alarak Avrupa kentlerini dolaşmaya, konserler vermeye başladı Wolfgang klavsen, keman ve org çalmadaki ustalığıyla, her şeyden fazla doğaçtan çalışlarıyla dinleyicilerini hayrette bırakıyordu Müzik aletlerini çalmakta gösterdiği kolaylığa denk bir kolaylıkla beste de yapmaya başladı Beş yaşında menuet, yedi yaşında konçerto ve sekiz yaşında senfoni meydana getirdi


"Mozart müzik sanatında ulaşılmazlığın simgesidir Şiirde Shakespear'in olduğu gibi Onun sanat evreninde belirişi açıklanması olanaksız bir mucizedir"
JWGoethe



Yaşamının ilk oniki yılında babası ve kızkardeşi ile birlikte konserler vererek boydan boya dolaştığı Avrupa'da geçtikleri her kentte hayranlık ve ilgi topladı, saraylarda krallar ve kraliçeler önünde çaldı Soylular, her defasında yeni bir eserle ortaya çıkan harika çocuk Wolfgang'ı dinlemek için yarıştılar, çağın ünlü ressamları Mozart'ların portre ve resimlerini yaptılar


O günlerde Wolfgang'ı dinleyen ünlü düşünürler Voltaire ve Goethe, bu küçük çocuğun bir gün sanatının en büyük ustaları arasına katılacağından emin olduklarını söylediler


Ondört yaşında iken, ilk opera eseri "Lucia Silla" Milano'da çalındığı zaman Mozart kendini opera sahnelerine de, üstelik operanın vatanı İtalya'da, kabul ettirmiş bulunuyordu Papa tarafından kabul edilerek ona, o güne kadar sadece büyük ustalara layık görülen "Altın Mahmuz" nişanı ve şövalyelik beratı verildi


Mozart, bilinci salt şarkı ve müzikten oluştuğu için kendisini o günlerdeki bu ihtişamlı olayların cazibesine kaptırmadı; sadece besteleri ile uğraştı, bu uğraşını durmadan inatla, ısrarla yürüttü


Yirmibeş yaşına kadar rahat ve huzur görmeden o kentten bu kente dolaştı, han köşelerinde barındı, bazen yiyeceksiz kaldı, kar ve yağmur yağarken atlı yolcu arabalarında titreyip durdu Bu meşakkatli yolculuklar esasen sağlıksız ve zayıf olan bünyesini oldukça yıprattı


Mozart'ın hayret uyandırıcı; bir başka yönü de birbiri ardına geçirdiği tifo, çiçek ve mafsal romatizması gibi o zamana göre ölümcül olan hastalıkları atlatması, ama buna rağmen ürün vermeye devam etmesi ve keyfini hiç bozmamasıdır Ablası Nannerl onun bu yolculuklarında "Ben ülkesini teftişe çıkan küçük bir kralım" diyerek kendince bir eğlence yarattğını, geçtikleri kasaba ve köylere bir takım uydurma adlar taktığını anlatır anılarında



Kariyeri, onur ve şan yönünden parlak biçimde sürmesine rağmen maddi durumunu düzeltmedi Yaşamı boyunca sonu gelmeyen para sıkıntısı çekti Ona övgüler yağdıran krallar bile hasis davrandılar Sadece dersler vererek ve halk konserleriyle yetinerek hayatını kazanmaya çalıştı


Mozart'ın otuzaltı yaşını doldurmadan 5 Aralık 1791'de Viyana'da öldü Cenazesi fakir cenazeler için uygulanan biçimde kaldırıldı Mezarının nerede olduğu ise bilinmemektedir Söylenenlere göre, Mozart'ın tanıdığı insanlar arasından sadece altı kişinin katıldığı katedraldeki cenaze duasından sonra bu küçük kafile şiddetli yağmur nedeniyle mezarlığa kadar tabuta eşlik edemeyince cenaze aceleye getirilerek dilenciler için ayrılan bir mezara gömüldü En fenası, bütün araştırmalara rağmen bu mezarın yeri öğrenilemedi, tabutun nasıl olup ta sahipsiz kaldığı ise ölüm sebebi gibi hiç bir zaman anlaşılamadı

wwwkimkimdirgentr

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...

Eski 08-16-2012   #21
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...



Mimar Sinan (1489 - 1588)

Türk, mimar Dünyanın en büyük yapı sanatçılarından biridir Kayseri'nin Ağırnas köyünde doğdu, 17 Temmuz 1588'de İstanbul'da öldü Doğum tarihi kesin değildir Ailesine ve yaşamına ilişkin kimi zaman yetersiz ve çelişkili bilgiler, çağdaşı Sâi Mustafa Çelebi'nin onun ağzından yazdıklarına, mimarbaşı olduğu dönemden kalan yazışmalara, kendi vakfiyesine ve yazarı bilinmeyen belge ve kitaplara dayanmaktadır Kaynaklara göre Sinan, I Selim (Yavuz) padişah olduktan sonra başlatılan ve Rumeli'de olduğu gibi Anadolu'dan da asker devşirmeyi öngören yeni bir uygulama uyarınca 1512'de devşirilerek İstanbul'a getirildi Orduya asker yetiştiren Acemi Oğlanlar Ocağı'na verildi, 1514'te Çaldıran Savaşı'nda 1516-1520 arasında da Mısır seferlerinde bulundu İstanbul'a dönünce Yeniçeri Ocağı'na alındı


I Süleyman (Kanuni) döneminde 1521'de Belgrad, 1522'de Rodos seferlerine katıldı, subaylığa yükseldi 1526'da katıldığı Mohaç seferinden sonra zemberekçibaşı (baş teknisyen) oldu 1529'da Viyana, 1529-1532 arasında Alman, 1532-1535 arasında da Irak, Bağdat ve Tebriz seferlerine katıldı Bu son sefer sırasında Van Gölü'nün üstünden geçecek üç geminin yapımını başarıyla tamamlaması üzerine kendisine haseki unvanı verildi 1536'da Pulya (Puglia) seferlerine katıldı 1538'de yer aldığı Karabuğdan (Moldovya) seferi sırasında Prut Irmağı üstünde yaptığı bir köGoogle Page Rankingüyle dikkatleri üstüne çekti Bir yıl sonra mimar Acem Ali'nin ölümü üzerine onun yerine sermimaran-ı hassa (saray baş mimarı) oldu Günümüzdeki bayındırlık bakanlığına eş düşen bu görevi ölümüne değin sürdürdü

Mimar Sinan, Osmanlı İmparatorluğu'nun en güçlü olduğu çağda yaşamıştır I Süleyman (Kanuni), II Selim ve III Murat olmak üzere üç padişah döneminde mimarbaşılık etmiş, imparatorluğun gücünü simgeleyen mimarlık başyapıtlarının tasarlanıp uygulanmasında birinci derecede rol oynamıştır Etkisi ölümünden sonra da sürmüş, her dönemde saygınlığını korumuştur Atatürk ona ilişkin bilimsel araştırmaların başlatılmasını, onun bir heykelinin yapılmasını istemiştir 1982'de İstanbul'daki Devlet Güzel Sanatlar Akademisi çekirdek olmak üzere oluşturulan yeni üniversiteye onun adı verilmiştir Sinan'ın yetişmesine ilişkin doyurucu bilgi yoksa da, dülgerliği Acemi Oğlanlar Ocağı'nda öğrendiği sanılmaktadır Acemi Oğlanlar, başka işlerin yanı sıra yapı işlerinde de görevlendirilirlerdi

Sinan daha sonra ordunun yapı gereksinimini karşılayan birimlerinde görev almış, buradaki çalışmalarıyla öne çıkmıştır Gerek ordunun bu birimleri tarafından usta-çırak ilişkisi içinde gerçekleştirilen yapım ve onarım çalışmaları, gerek orduyla birlikte gittiği yerlerde görme olanağı bulduğu yapılar, Mimar Sinan'ın eğitiminin parçası olmuştur Çeşitli kaynaklara göre Sinan 84 cami, 52 mescit, 57 medrese, 7 okul ve darülkurra, 22 türbe, 17 imaret 3 darüşşifa, 7 su yolu kemeri, 8 köGoogle Page Rankingü, 20 kervansaray, 35 köşk ve saray, 6 ambar ve mahzen, 48 hamam olmak üzere sayılamayanlarla birlikte üç yüz elliyi aşkın yapı gerçekleştirmiştir

Elli yıla yakın bir süre!Osmanlı İmparatorluğu'nun mimarbaşılığını yapmış olmasına karşın, bunların hepsini onun tasarlayıp uygulamış olduğunu söylemek güçtür Çoğunluğu İstanbul'da olmak üzere imparatorluğun her yanına dağılmış bulunan bu yapıların bir bölümünü öğrencileri ya da ona bağlı mimarlar örgütü yapmış olmalıdır Bunların arasında onarımlar da vardır Bu tür sayılar Sinan'a gösterilen saygıyı ortaya koyar Onun asıl önemi, yapılarında gerçekleştirdiği deneyler ve getirdiği yeniliklerle Osmanlı-Türk mimarlığını "klasik" olarak adlandırılan doruğuna ulaştırmasındadır

Sinan mimarbaşılığından önce de askeri amaçlı olmayan yapılar tasarlamış ve uygulamış olmalıdır Ama ilk önemli yapıtı İstanbul'da ki Şehzade (Mehmed) Camii'dir Kendisinin çıraklık dönemi yapıtı olarak nitelendirdiği bu cami, dört ayağın taşıdığı ve dört yarım kubbenin desteklediği bir kubbe ile örtülüdür Dış görünüşlerin kitlesel etkisi azaltılmış, içerde ise daha aydınlık bir mekân oluşturma yoluna gidilmiştir Onu izleyen Üsküdar'daki Mihrimah Sultan Camii'nde ise yarım kubbelerin sayısı üçe indirilerek daha rahat bir iç mekân araştırılmıştır Osmanlı-Türk mimarlığının en önemli yapılarından biri Süleymaniye Camii ve Külliyesi'dir Sinan kalfalık dönemi yapıtı olarak adlandırdığı bu yapıda İstanbul'daki Bayezid Camii'nde kullanılan taşıyıcı sistemi yinelenmiş, dört ayak üstüne oturan kubbeyi giriş-mihrap yönündeki yarım kubbelerle desteklenmiştir

Bu, Ayasofya ile ortaya atılan strüktür sorunun, onun tarafından bir kez daha ele alınışıdır Süleymaniye, darülkurrası, darüşşifası, hamamı, imareti, altı medresesi, dükkânları ve Kanunî Süleyman ile Hürrem Sultan'ın türbeleriyle büyük bir alana yayılmış kentsel bir düzenlemedir ve Türkler'in dinsel yapılara toplumsal hizmet yapısı içeriği katmalarının en önemli örneğidir Kubbe ve yarım kubbeler, yüklerini, uyumlu geçişlerle bir sonrakine iletirler Yapı bu düzenden gelen bir dinginlikle, İstanbul'un Haliç'e bakan tepelerinden birinde yer alır Dönemin önde gelen tüm sanatçılarının katkıda bulunduğu Süleymaniye, her ayrıntısıyla bir bütün olarak ele alınmıştır Yedi yıl gibi kısa bir sürede bitirilmiş olması Sinan'ın mimarlıkta olduğu kadar örgütleme alanındaki dehasını da ortaya koyar Yapının yapıldığı döneme ışık tutan muhasebe defterleri de günümüze kalmıştır Sinan yapı ile çatı örtüsü için en yetkin taşıyıcı sistemi, en yetkin biçimi bulmak yolunda deneyler yapmış, hatta zaman zaman geçmişte kullanıp sonra terkedilen yöntemleri yineleyerek bunların nasıl ileri götürülebileceğini araştırmıştır Kimi zaman bu tür deneyleri birbirine koşut olarak sürdüğü de görülür

İstanbul'daki Sinan Paşa Camii gibi kimi yapıları, kubbeyi altıgen bir plana oturtmayı denemesiyle Edirne'deki Üç Şerefeli Cami'yi anımsatır Edirnekapı'daki Mihrimah Sultan Camii'nde olduğu gibi ana mekânı tek bir kubbeyle örten camileri, erken Osmanlı dönemi camilerini düşündürür Denemelerinin en ilginçlerinden biri gene İstanbul'daki Piyale Paşa Camii'dir Burada kökenleri erken Osmanlı döneminden de önceye giden ve yapıyı çok sayıda küçük kubbe ile örten çok ayaklı cami şemasını ele almıştır Bütün bu deneyler onu başyapıtlarından birine, Edirne'deki Selimiye Camii'ne götürdükleri için önemlidir

Sinan ustalık dönemi yapıtı olarak nitelendirdiği bu camide daha önce İstanbul'daki Rüstem Paşa Camii'nde çözmeye çalıştığı bir sorunu, yani kubbeyi sekizgen bir plan üstüne oturtma düşüncesini uygulamıştır Böylece, taşıyıcı ayaklar incelmekte, yükleri ileten öğelerin küçülmesiyle de kubbe, yapıdaki en önemli mekân belirleyici öğe durumuna gelmektedir Sinan burada 31 m'yi geçen çapıyla en büyük kubbesini gerçekleştirmiştir Külliye'nin öteki yapıları camiye göre arka planda tutulmuştur Selimiye, strüktüründen mekân oluşumuna, oranlarından süslemelerine kadar Klasik dönem Osmanlı-Türk mimarlık bireşiminin dilini ortaya koyan, kurallarını belirleyen çok önemli bir başyapıttır

Sinan, öteki yapıtlarında da araştırıcılığını sürdürmüştür Türbeleri buna örnektir Şehzade Mehmet Türbesi'nde dilimli kubbe kullanmış, alışılmadık ölçüde süslü bir yüz düzenlemesine gitmiştir Kanuni Süleyman Türbesi'nde de iç mekân ile dış görünüş arasında bir denge kurmak amacıyla örtü olarak, Osmanlı-Türk mimarlık geleneğinde çok sık kullanılmayan çift yüzlü kubbeyi seçmiş, iç kubbeyi yapının içindeki ayaklara, dış kubbeyi de dış duvarlara taşıtmıştır II Selim Türbesi'nde ise geleneksel altı ya da sekizgen plan yerine, yapı öğeleri arasında karşıtlık yaratan, köşelerin kesik kare planını seçmiştir Sinan'ın, denemeci tutumunu öteki işlevlerde de sürdürdüğü gözlenir Her zaman işleve, taşıyıcı sisteme, yapının bulunduğu yere göre en uygun olacak biçimi araştırmıştır

Yola çıkış noktası geleneksel biçim ve plan şemaları olmasına karşın, bunlara katı bir biçimde bağlı kalmamış, koşulların gerektirdiği yerlerde yeni biçimlere yönelmiş, böylece eski ile yeni arasında bir bağ oluşturabilmiştir Sinan'ın yapıları mimarlık bakımından olduğu kadar mühendislik bakımından da önem taşır Bu nedenle "ser mimârân-ı cihan ve mühendisân-ı devran dünyadaki mimarların ve zaman içindeki mühendislerin başı" diye anılmıştır Yapılarının çoğunun 400 yıl sonra bile ayakta duruyor, hatta kullanılıyor olması, onların taşıyıcı sistemlerine olduğu kadar temellerine de özen gösterilmiş olmasındandır

Sinan'ın mühendis yanı su yollarıyla köGoogle Page Rankingülerinde ortaya çıkar Bunlarda zamanının sahip olduğu tüm mühendislik bilgilerini uygulamış, hatta kimi zaman onları aşan, ileri götüren tasarımlar gerçekleştirmiştir İstanbul'un su sorununu çözmekle görevlendirilmiş, bentleriyle, tünelleriyle, su yolları ve su yolu kemerleriyle, biriktirme ve dağıtma yapılarıyla uzunluğu 50 km'yi aşan ve Kırkçeşme adıyla bilinen su yapılarını gerçekleştirmiştir Süleymaniye Külliye'sine 53 milyon akçe harcanırken Kıkçeşme yapılarına 43 milyon akçe harcanmış olması da zamanında bunlara verilen önemin bir başka göstergesi olmaktadır

Sinan, köGoogle Page Rankingülerini de en az öteki yapıtları kadar önemsemiş, toplam uzunluğu 635,5 m'yi bulan Büyükçekmece KöGoogle Page Rankingüsü ile sağlam olduğu kadar güzel de olan bir yapıt diye övünmüştür En geniş açıklığı örtecek kubbeyi, en ince ve uzun minareyi araştırmak, böyle bir minaredeki şerefelere birbirleriyle kesişmeyen üç merdivenle çıkmayı denemek, bu mühendislik dehasının yaratıcılığını ortaya koyan örneklerdir Mimarlık, kimi zaman, içinden çıktığı toplumun genel yapısıyla uyum içinde olan bir bütünlüğe erişir Bu, kendi gününün gereksinmelerini kendi olanaklarıyla karşılayan, ama geçmişin deneyim ve anılarını da içeren bir bireşimdir

Yapı gereçleri, yapım yöntemleri, elde edilen biçimlerle ve onlar da yerel-iklimsel koşullarla uyum içindedirler Bunları birbirlerinden ve içinde bulundukları toplumsal koşullardan soyutlamak olanaksızdır Ortaya çıkan biçimler toplumun büyük bir çoğunluğunca benimsenen simgelere dönüşür Toplumu neredeyse yapılarıyla özdeşleştirmek olasıdır Bu yalnız belli bir yere ve çağa özgü, başka bir benzeri olmayan bir mimarlık demektir İşte Mimar Sinan böyle bir süreç içinde yer almaktadır Tek tek yapıtlarından çok, mimarlığı uyumlu ve kendi içinde tutarlı bir bireşime götürme yolundaki çalışmalarıyla önem taşır

Osmanlı-Türk mimarlığı onunla birlikte bireşim sürecini tamamlamış, arayış aşamasından klasik dönemine geçmiştir Bu geçiş, biçim olarak kubbeyi, düzenleme ilkesi olarak da merkezi planlı yapıyı anıtsal bir mimarlığın en önemli öğesi olan kubbeyi ve ona bağlı taşıyıcılar sistemini en yalın ve açık biçimde kullanıp onu anıtsal mimarlık düzenlemelerinin çekirdeği durumuna getirmek Osmanlı-Türk mimarlığının dünya mimarlığına bir katkısıdır Böylece hem Doğu, hem Batı ile ilişki içinde olan, Anadolu ve Akdeniz kültürlerine sahip çıkan bir Osmanlı-Türk İslam mimarlık bileşimi ortaya çıkmıştır

Bu, yapıya katkıda bulunan öteki sanatları da etkilemiş, imparatorluğun her yerinde ki yapı eylemleri için yol gösterici olmuştur

wwwkimkimdirgentr

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...

Eski 08-16-2012   #22
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...



Hz Muhammed Mustafa (as) (571 - 632)

Hz Muhammed (SAV), 571 yılında Mekke'de doğdu Mekke'nin ve Arabistan'ın en nüfuslu kabilesi olan Kureyş'in, Benihaşim (Haşimoğulları) boyundandır Babası Kureyş kabilesinin lideri ve Mekke yöneticisi olan Abdülmuttalip'in oğlu Abdullah, annesi ise yine aynı kabilenin Zühre boyundan Vehb bin Abd Menaf'ın kızı Amine idi Babasını doğmadan, annesini ise altı yaşında kaybeden HzMuhammed (SAV), büyükbabası Abdülmuttalip'ın himayesine girdi HzMuhammed (SAV), sekiz yaşında iken Abdülmuttalip'de ölünce, amcası Ebu Talib'in yanına alındı 10-12 yaşlarında çobanlık yapmak zorunda kaldı Bu ağır koşullara rağmen Hz Muhammed (SAV) mazbut bir hayat sürmekte, dürüstlüğü ve doğruluğu ile tanınmaktaydı Bu yüzden henüz gençliğinde herkesin takdir ve saygısını kazanmış, "Muhammed el-Emin" diye anılmaya başlamıştı


Hz Muhammed (SAV) gençliğinde, ticaretle uğraşan amcası ile Suriye'ye gitti Daha sonra Hz Hatice bint Huveylit adında zengin bir dul kadının, ticari işlerini yürütmesi için yaptığı teklifi kabul etti Hz Muhammed (SAV) 595 yılında Hz Hatice ile evlendiğinde 25, Hz Hatice ise bu sırada 40 yaşındaydı Hz Muhammed (SAV) bu evlilikten sonra da bir süre ticaretle uğraştı 40 yaşına yaklaşırken, hayatında dönüşüm belirtileri baş gösterdi Bu sırada, topluluktan uzaklaşmak ve vaktinin çoğunu düşünceye dalmak eğilimi kendisine hakim olmaya başlamıştı Bu amaçla, Mekke yakınlarında bulunan Hira dağındaki mağaraya gider, uzun süre orada kalır, vaktini düşünmekle geçirirdi Kendisini en çok düşündüren toplumun içinde bulunduğu maddi ve manevi çöküntüydü Hz Muhammed (SAV) 40 yaşında iken, Hira dağında kendisine ilk vahi geldi Bu vahi, Allah tarafından Cebrail adlı melek aracılığı ile gönderilmişti ve "İkra" diye başlayan surenin ilk ayetleriydi Bunun üzerine büyük bir heyecan içinde titremeye başlayan Hz Muhammed (SAV) evine döndü ve eşi Hz Hatice'den kendisini örtmesini istedi Sükunet bulduktan sonra yaşadığı bu olayı eşine anlattı ve vahyedilen ayetleri okudu Hz Hatice hemen peygamberliğine inandı ve ilk Müslüman oldu Daha sonra Hz Ebu Bekir, Hz Ali ve azat ettiği kölesi Zeyd'e peygamberliğini açıkladı Hepsi inanıp Müslüman oldular


VEDA HUTBESİ
"Ey insanlar! " Sözümü iyi dinleyiniz! Biliyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım


"İnsanlar! bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise ,bu aylarınız nasıl mukaddes ay ise ,bu şehriniz (Mekke)nasıl bir mübarek şehir ise ,canlarınız,mallarınız,namuslarınızda öyle mukaddestir,her türlü tecavüzden korunmuştur


"Ashabım! Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınızO'da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektirSakin benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız!Bu vasiyetimi burada bulunanlar bulunmayanlara ulaştırsınOlabilir ki burada bulunan kimse ,bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur


"Ashabım! "Kimin yanında bir emanet varsa ,onu hemen sahibine versinbiliniz ki faizin her çeşidi kaldırılmıştırAllah böyle hükmetmiştirİlk kaldırdığım faizde Abdulmuttalibin oğlu (amcam)abbasın faizidirlakin ana paranız size aittirne zulmediniz nede zulme uğrayınız


"Ashabım! "Dikkat ediniz ,cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır ,ayağımın altındadırcahiliye devrinde güdülen kan davalarda tamamen kaldırılmıştırKaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalibin torunu İlyas bin Rabia’nın kan davasıdır


"Ey insanlar! "Muhakkak ki şeytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan tamamen ümidini kesmiştirFakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsınız bu da onu memnun edecektirDinimizi korumak için bunlardan da sakınınız


"Ey insanlar! "Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederimSiz kadınları Allah'ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah'ın emri ile helal kıldınız Sizin kadınlar üzerinde hakkınız ,kadınlarında sizin üzerinizde hakkı vardır Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evinize almamalarıdırEğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırsa Allah size onları yatakların yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştirkadınlarında sizin üzerinizdeki hakları ,meşru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir


"Ey müminler! "Size iki emanet bırakıyorum ,onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız O emanetler Allah'ın kitabı Kur' an-ı Kerim ve Peygamberinin sünnetidir


"Müminler! "Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz Müslüman müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler Bir Müslüman kardeşinin kanıda ,malıda helal olmazFakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır


"Ey insanlar! "Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştirHer insanın mirastan hissesi ayrılmıştır mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yokturÇocuk kimin döşeğinde doğmuş ise ona aittirZina eden kimse için mahrumiyet vardırBabasından başkasına ait soy iddia eden soysuz yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan köle Allah'ın meleklerinin ve bütün insanların lanetine uğrasınCenab-ı hakk bu gibi insanların ne tevbelerini nede adalet ve şehadetlerini kabul eder


"Ey insanlar! "Rabbiniz birdir Babanızda birdir Hepiniz Adem'in çocuklarısınız Adem ise topraktandırArabın arab olmayana arab olmayanında arab üzerine üstünlüğü olmadığı gibi kırmızı tenlinin siyah üzerine siyahında kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yokturÜstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır Allah yanında en kıymetli olanınız O'ndan en çok korkanınızdır "Azası kesik siyahi bir köle başınıza amir olarak tayin edilse sizi Allah'ın kitabı ile idare ederse onu dinleyiniz ve itaat ediniz "Suçlu kendi suçundan başkası ile suçlanamaz Baba oğlunun suçu üzerine oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz "Dikkat ediniz!şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız:Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınızAllah'ın haram ve dokunulmaz kıldığı cani haksiz yere öldürmeyeceksinizHırsızlık yapmayacaksınız İnsanlar "la ilahe illallah" deyinceye kadar onlarla cihad etmek üzere emr olundumOnlar bunu söyledikleri zaman kanlarını ve mallarını korumuş olurlar Hesapları ise Allah'a aittir


"İnsanlar! "Yarin beni sizden soracaklar ne diyeceksiniz? Sahabe-i kiram hep birden şöyle dediler; "Allah’ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz,bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz,diye şehadet ederiz"Bunun üzerine Resul'i Ekrem Efendimiz şehadet parmağını kaldırdı ,sonrada cemaatin üzerine çevirip indirdi ve şöyle buyurdu;


"Şahid ol Yarab!Şahid ol yarab!Şahid ol yarab!"





Hz Muhammed (SAV), güvendiği kimselere, peygamber olduğunu gizliden gizliye anlatıyordu Üç yıl süren bu gizlilik içinde hiç vahi gelmedi Yine Hira'da iken Hz Muhammed (SAV)'e ikinci vahi geldi Hz Muhammed (SAV), Allah'tan gelen emirle, işi gizlilikten çıkararak peygamber olduğunu açıkça ilan etti ve Mekke halkından peygamberliğine inanmalarını istedi Kureyş kabilesinin şefleri Hz Muhammed (SAV)'in bu davranışlarını önceden ciddiye almadılar Fakat İslâmiyet, özellikle yoksul halk ve köleler arasında gittikçe yayılıyor ve güçleniyordu Bunun üzerine endişeye düşen Kureyş liderleri, Hz Muhammed (SAV)'e ve ona inananlara baskı yapmaya başladılar Ayrıca İslâmiyet, onların putlarına karşı çıktığı için hem siyasi nüfuslarını kaybetmek, hem de Kabe'deki putlar sayesinde elde ettikleri maddi çıkardan yoksun kalmak tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyorlardı Hz Muhammed (SAV) ise kendisine ve arkadaşlarına yapılan tüm baskılara rağmen İslâmiyet'i yaymaya devam ediyordu Baskılara ve işkencelere dayanamayan Müslümanların bir kısmı, Hz Muhammed (SAV)'in izni ile Habeşistan'a göç etmek zorunda kaldılar


Mekke dönemindeki belli başlı olaylardan biri de Miraç'tı Hz Muhammed (SAV) bir gece Mekke'den, Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya gittiğini, oradan da meleklerin eşliğinde göklere ve Allah'ın huzuruna çıktığını açıkladı Bu olay Kureyş liderlerinin Hz Muhammed (SAV)'e çok sert davranmalarına ve yalancılıkla suçlamalarına yol açtı İslamiyet'in Mekke'de yayılmasının imkânsız denecek kadar güç olduğunu gören Hz Muhammed (SAV), İslâmiyet'i daha rahat yayabileceği bir yere gitme kararı aldı Bu amaçla Taif'e gittiğinde Taifliler, Kureyşlilerin etkisi ile Hz Muhammed (SAV)'e hakaret ettiler ve kendisini çocuklarına taşlattılar


Hz Muhammed (SAV); Medine'den, Hac amacı ile Mekke'ye gelen bazı kabile liderleri ile gizlice konuşup anlaştıktan sonra Mekke'den Medine'ye Hicret edilmesine karar verdi Müslümanların hepsinin Mekke'den çıktığını öğrenen Kureyş liderleri, Hz Muhammed (SAV)'in de Medine'ye giderek İslâmiyet'in yayılmasını ve güçlenmesini önlemek için onu öldürmeye karar verdiler Her boydan bir kişi seçilecek ve bunlar hep birlikte gidip Hz Muhammed (SAV)'i öldüreceklerdi Ancak Hz Muhammed (SAV) daha önce bu olayı öğrenmiş ve Hz Ebu Bekir ile birlikte Medine'ye doğru yola çıkmıştı Hz Muhammed (SAV) ve Hz Ebu Bekir, Mekke yakınlarında Sevr mağarasında üç gün saklandıktan sonra, 20 Eylül 622 günü Medine yakınlarındaki Kuba mevkiine vardılar Burada Medineliler tarafından karşılanan HzMuhammed (SAV), bizzat kendisinin de inşaatında çalıştığı yeryüzünün ilk camiini Kuba'da yaptırdı


14 günlük misafirlikten sonra Medine'ye doğru yola çıkan Hz Muhammed (SAV), Kuba ile Medine arasındaki Benisalim semtinde ilk Cuma namazını kıldı ve Medinelilerin sevgi gösterileri arasında şehre girdikten sonra, Hz Ebu Eyyubi Ensari'ya misafir oldu Medine'de hem İslâmiyet'in ilkelerini halka öğretiyor, hem de tüm siyasi, askeri ve idari işleri orada arkadaşları ile görüşüp kararlaştırıyordu Artık hem peygamber, hem de devlet başkanıydı İslamiyet'e davet ettiği kabilelere elçiler gönderiyor, İslamiyet'i kabul eden yerlere valiler ve kadılar tayin ediyordu


Hz Muhammed (SAV), askeri düzenlemeler yaparak İslamiyet'i korumaya kararlıydı Mekkeliler ise hicretin ikinci yılında düşmanca tavırlarına devam ediyorlardı Mekke ve Medine arasında bulunan Bedir'de yapılan savaşı Müslümanlar kazandı Mekkeliler bu savaştan sonra yeni kuvvetlerle Uhut dağı eteklerinde yeniden İslâm ordusuna saldırdı Müslümanların lehine devam eden savaşta artçı kuvvetlerin yerlerinden ayrılarak savaşa katılmaları savaşı Mekkelilerin lehine çevirdi Bu savaşta Hz Muhammed (SAV)'in amcası Hz Hamza ve birçok Müslüman şehit düştü ve Hz Muhammed (SAV) yaralandı Mekkeliler bu zaferden sonra 627 yılında Hayber Yahudilerini de yanlarına alarak, Medine üzerine yürüdüler Hz Muhammed (SAV) Mekkelilerin saldırılarından korunmak için Medine kentinin etrafına hendekler kazarak savunmaya geçti 20 gün süren ablukadan bir sonuç alamayan düşmanlar dağılıp gittiler Hendek savaşından sonra Müslümanlığın ortadan kaldırılamayacağı kanısı yaygınlaştı Pek çok kabile İslâmiyet'i kabul etti Mekkelilerle 628 yılında Hubeydiye anlaşması yapıldı Hz Muhammed (SAV)'in o yıl hac yapmaktan vazgeçmesini ancak ertesi yıl serbestçe gelip hac yapabileceğini öngören bu antlaşma ile Mekkeliler ilk defa Hz Muhammed'in gücünü kabul ediyorlardı Ertesi yıl Yahudilerin elinde bulunan Hayber kalesi ve çevresi alındı Hz Muhammed (SAV) 630 yılında 10000 kişilik bir ordu ile Mekke üzerine yürüdü, direnmenin sonuç vermeyeceğini düşünen Mekkeliler şehri teslim ettiler Mekke halkının büyük çoğunluğu İslâmiyet'i kabul etti Bizanslılarla da çarpışan Müslümanlar, Hint okyanusundan Suriye sınırlarına, Kızıldeniz'den Basra Körfezi'ne kadar uzanan geniş bir alana yayılmışlardı


632 yılında 100000 kişilik bir kafileyle hacca giden Hz Muhammed (SAV) ünlü veda hutbesini okudu Bu hutbe İslâm dinin birçok önemli ilkesinin anlatıldığı bir konuşma idi İnsanlar arasındaki eşitlik, kadın haklarına saygı gösterilmesi, tefeciliğin ve kan davalarının yasaklanması gibi birçok sosyal konuyu kapsıyordu Veda haccından sonra Medine'ye dönen Hz Muhammed (SAV) aniden rahatsızlandı 8 Haziran 632 tarihinde, eşi Ayşe'nin kucağında vefat etti Hz Ayşe'nin odasına defnedildi ve burası daha sonra türbe haline getirildi


Hz Muhammed'in erkek çocuklarının üçü de evlenme çağına gelmeden ölmüşler, dört kız çocuğundan yalnız Ali ile evlenen Fatma çocuk sahibi olmuştur

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...

Eski 08-16-2012   #23
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...



İbn Sina (980 - 1037)

Felsefe, matematik, astronomi, fizik, kimya, tıp ve müzik gibi bilgi ve becerinin muhtelif alanlarında seçkinleşmiş olan, İbn Sînâ (980-1037) matematik alanında matematiksel terimlerin tanımları ve astronomi alanında ise duyarlı gözlemlerin yapılması konularıyla ilgilenmiştir Astroloji ve simyaya itibar etmemiş, Dönüşüm Kuraminın doğru olup olmadığını yapmış olduğu deneylerle araştırmış ve doğru olmadığı sonucuna ulaşmıştır İbn Sînâ'ya göre, her element sadece kendisine özgü niteliklere sahiptir ve dolayısıyla daha değersiz metallerden altın ve gümüş gibi daha değerli metallerin elde edilmesi mümkün değildir


İbn Sînâ, mekanikle de ilgilenmiş ve bazı yönlerden Aristoteles'in hareket anlayışını eleştirmiştir; bilindiği gibi, Aristoteles, cismi hareket ettiren kuvvet ile cisim arasındaki temas ortadan kalktığında, cismin hareketini sürdürmesini sağlayan etmenin ortam, yani hava olduğunu söylüyor ve havaya biri cisme direnme ve diğeri cismi taşıma olmak üzere birbiriyle bağdaşmayacak iki görev yüklüyordu İbn Sînâ bu çelişik durumu görmüş, yapmış olduğu gözlemler sırasında hava ile rüzgârın güçlerini karşılaştırmış ve Aristoteles'in haklı olabilmesi için havanın şiddetinin rüzgârın şiddetinden daha fazla olması gerektiği sonucuna varmıştır; oysa meselâ bir bir ağacın yakınından geçen bir ok, ağaca değmediği sürece, ağaçta ve yapraklarında en ufak bir kıpırdanma yaratmazken, rüzgar ağaçları sallamakta ve hatta kökünden kopartabilmektedir; öyleyse havanın şiddeti cisimleri taşımaya yeterli değildir


İbn Sînâ'ya Aristoteles'in yanıldığını gösterdikten sonra, kuvvetle cisim arasında herhangi bir temas bulunmadığında hareketin kesintiye uğramamasının nedenini araştırmış ve bir nesneye kuvvet uygulandıktan sonra, kuvvetin etkisi ortadan kalksa bile nesnenin hareketini sürdürmesinin nedeninin, kasri meyil (güdümlenmiş eğim), yani nesneye kazandırılan hareket etme isteği olduğunu sonucuna varmıştır Üstelik İbn Sînâ bu isteğin sürekli olduğuna inanmaktadır; yani ona göre, ister öze âit olsun ister olmasın, bir defa kazanıldı mı artık kaybolmaz Bu yaklaşımıyla sonradan Newton'da son biçimine kavuşan eylemsizlik ilkesi'ne yaklaştığı anlaşılan İbn Sînâ, aynı zamanda nesnenin özelliğine göre kazandığı güdümlenmiş eğimin de değişik olacağını belirtmiştir Meselâ elimize bir taş, bir demir ve bir mantar parçası alsak ve bunları aynı kuvvetle fırlatsak, her biri farklı uzaklıklara düşecek, ağır cismimler hafif cisimlere nispetle kuvvet kaynağından çok daha uzaklaşacaktır

İbn Sînâ'nın bu çalışması oldukça önemlidir; çünkü 11 yüzyılda yaşayan bir kimse olmasına karşın, Yeniçağ Mekaniği'ne yaklaştığı görülmektedir Onun bu düşünceleri, çeviriler yoluyla Batı'ya da geçmiş ve güdümlenmiş eğim terimi Batı'da impetus terimiyle karşılanmıştır

İbn Sînâ, her şeyden önce bir hekimdir ve bu alandaki çalışmalarıyla tanınmıştır Tıpla ilgili birçok eser kaleme almıştır; bunlar arasında özellikle kalp-damar sistemi ile ilgili olanlar dikkat çekmektedir, ancak, İbn Sînâ dendiğinde, onun adıyla özdeşleşmiş ve Batı ülkelerinde 16 yüzyılın ve Doğu ülkelerinde ise 19 yüzyılın başlarına kadar okunmuş ve kullanılmış olan el-Kânûn fî't-Tıb (Tıp Kanunu) adlı eseri akla gelir Beş kitaptan oluşan bu ansiklopedik eserin Birinci Kitab'ı, anatomi ve koruyucu hekimlik, İkinci Kitab'ı basit ilaçlar, Üçüncü Kitab'ı patoloji, Dördüncü Kitab'ı ilaçlarla ve cerrâhî yöntemlerle tedavi ve Beşinci Kitab'ı ise çeşitli ilaç terkipleriyle ilgili ayrıntılı bilgiler vermektedir


İslam tarihinde önemli adımların atıldığı bir dönemde bilim hususunda daha sonra gelişecek olan Avrupa biliminde de önemli etkileri olacak olan İbn Sina, geliştirdiği felsefeyle de daha sonraları bir çok İslam alimi tarafından da eleştirilmiştir

wwwkimkimdirgentr

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...

Eski 08-16-2012   #24
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...



Yaser Arafat (1929 - 2004)

Eski bir Osmanlı zabiti olan Abdülrahman Bey, Mısır'da dünyaya gelen oğluna, Muhammed adını verdi Çoban, tüccar, Pakistanlı işadamı, hatta yaşlı bir kadın kılığında İsrail topraklarına baskınlar düzenlerken, Muhammed'in kod adı, "Ebu Ammar"dı 1994'te, Nobel Barış Ödülü'nü alırken ise, herkes onu, Filistin lideri Yaser Arafat olarak tanıyordu Dünyanın en çalkantılı bölgesinde doğan Yaser Arafat'ın çocukluğunu geçirdiği ev, İsrail'in Doğu Kudüs'ü işgalinden sonra, ağlama duvarına yer açmak için yıkıldı Arafat, gençliğinde neşeli ve enerji doluydu Çevresindekileri kolayca etkileyebilen Arafat, Kahire Üniversitesi'nde okurken, Filistinli Öğrenciler Birliği'nin lideri seçildi Uluslararası toplantılarda Filistin sorununun sözcülüğünü yapmaya, daha o zamanlar başladı Üniversiteden sonra, kısa bir süre, Kuveyt'te inşaat mühendisliği yaptı

1958'de El Fetih'i kurdu Örgütün, İsrail topraklarına düzenlediği vur-kaç eylemlerinde, bizzat yer aldı 1967 Arap-İsrail Savaşı'ndan sonraysa, artık bir efsaneydi Mısır lideri Cemal Abdül Nasır, bu genç adamı desteklemeye başladı Onu, Mısır heyetinin bir üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne götürdü

İKİ ÖNEMLİ İLKE

Böylece adı artık uluslararası arenada da geçmeye başlayan Arafat, bütün Filistin örgütlerini çatısı altında toplayan Filistin Kurtuluş Örgütü'nün başına geçti İki önemli ilkeye, sıkı sıkıya sarıldı: Bu ilkelerden birincisi, Filistin hareketinin, herhangi bir Arap ülkesinin denetimi altına sokmamaktı Bu nedenle, Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad'la, sürekli karşı karşıya geldi İkinci önemli ilkesiyse, komünistlerden, radikallere kadar farklı Filistinli grupları birarada tutmaktı Bunun için de, onların disiplinsizliğe varan davranışlarına göz yumdu Filistinli grupların bu disiplinsizliği, Ürdün'de iç kargaşaya yol açtı Ürdün güvenlik güçleriyle, Filistin örgütleri arasında yaşanan kanlı çatışmalar, tarihe, "kara Eylül" olarak geçti

Filistin Kurtuluş Örgütü, Ürdün'den Lübnan'a taşınmak zorunda kaldı Ancak, bu gelişme, Lübnan'daki etnik dengeleri bozdu Patlayan iç savaş, yıllarca sürdü İsrail, kargaşa içindeki Lübnan'ı işgal etti Arafat, o günlerde, bugünün İsrail başbakanı, o zamanların savunma bakanı Ariel Şaron'un elinden kurtulmak için, sürekli hareket eden bir araçta yaşamak ve sonunda, Lübnan'dan da çıkmak zorunda kaldı Arafat'a ve hareketine, bu kez, Tunus kucak açmıştı Arafat, en yakın arkadaşı Ebu Cihad'ı da, İsrail özel kuvvetlerinin yaptığı bir baskında, Tunus'ta kaybedecekti

DÜNYANIN KABUL ETTİĞİ LİDER OLMAYA GİDEN YOL

1987'de, Filistinlilerin direnişi, sokağa döküldü İntifada, yani "direniş" hareketinin en sıcak günlerinde, Arafat, tarihi bir adım attı 1988'de Filistin Devleti'nin kurulduğunu ilan etti Bir ay sonra, yine, tarihi açıklamalar yaptı İsrail'in, "güvenlik içinde var olma hakkını tanıdıklarını", ve "teröre karşı olduğunu", ilk defa söyledi Bu açıklamadan birkaç saat sonra Amerikan yönetimi, Filistin Kurtuluş Örgütü'nü, Ortadoğu sorununun taraflarından biri olarak tanıdığını ilan etti Arafat'ın en büyük hatalarından biriyse, Körfez Savaşı?nda "yanlış ata oynamak"tı Kuveyt'i işgal eden Saddam Hüseyin'in yanında yer alınca, petrol zengini körfez ülkelerinden gelen ekonomik desteği, bir anda kaybetti

OSLO ANLAŞMASI VE NOBEL BARIŞ ÖDÜLÜ

Savaştan sonra Ortadoğu'da dengeler değişti Beyaz Saray'ın zoruyla, Ortadoğu barışı için görüşmeler başladı Madrid'de açık açık, Oslo'da gizliden gizliye yürütülen görüşmeler, 1993'te sonuç verdi Oslo'da varılan, Washington'da imzalanan anlaşmayla, İsrail Başbakanı İzak Rabin ve Filistin lideri Yaser Arafat, Nobel Barış Ödülü'ne layık görüldü Arafat, bir yıl sonra, eskiden gizlice girdiği Gazze'ye, bu kez, Filistin yönetimi başkanı olarak taşındı Çabaları hep, Filistin devletini kuracak olan nihai anlaşmayı sağlamak içindi 2002 Şubat ayının ortalarında çıkan bir çatışma yüzünden yine Şaron tarafından ev hapsinde tutulmaya başlayan Yaser Arafat, Parkinson hastalığı ile de mücadele etmek zorunda kalıyor

wwwkimkimdirgentr

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...

Eski 08-16-2012   #25
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...



Mao Zedong (1893 - 1976)

1893 yılında Çin'in Human eyaletinde doğdu Babası zengin bir kişiydi 13 yaşına kadar sabahları tarlada çalışan öğleden sonraları da okula giden Mao Zedong, 1911 yılında Guomindang ordusuna katıldı Bu ordu 1912 yılında Mançu Hanedanı'nı devirerek cumhuriyet ilan etti Mao, Marksist fikirlerle de öğretmen okulunda okurken tanıştı; bu fikirler Pekin'e yaptığı bir gezi sırasında pekişti; bu gezi aynı zamanda ÇKP'yi kuracak olan öncülerle tanışma fırsatı verdi Mao'ya

Mao, soydaşı olan Li Dazhao'dan çok etkilendi ve Li'nin "Çin'deki devrimin ancak köylü tarafından başarılabilir" fikrini daha sonraki mücadelelerinde ana düstur olarak benimsedi

Mao, ilk siyasal faaliyetlerini Hunan'da özerklik yanlısı bir hareket içinde yürütmeye ve bu hareketin sosyalist gençlik bölümünü örgütlemeye koyuldu Ardından ÇKP'nin eylemlerine katılacak ve onun desteklediği işçi sendikalarıyla bağlantılı bir madenciler grevi örgütleyecektir 1921'de yapılan ÇKP kongresinde Mao sekreter oldu ÇKP'nin ilk taktiği, birleşik milliyetçi taktiği oldu; bu cephede anarşistlerle omuz omuza mücadele yürütüldü ve hatta Cumhuriyetçi Sun Yat-Sen'in Guomindang'ı ile bütünleşildi

ÇKP, 1925 yılındaki ilk devrimci ayaklanmasını organize etti ve bu ayaklanma kanlı bir şekilde bastırıldı Bu ayaklanma ÇKP için sonun başlangıcı gibiydi; 1927'ye gelindiğinde hemen hemen sıfır noktasına gelmişti On yıl sonra parti Japon işgalcilerine karşı bir kez daha Guomindang ile işbirliği yaptı; ancak bu kez, kendi birliklerinin bağımsızlığını korudu; çünkü rüzgar artık Mao'nun kızıl devrimcilerinden yana esiroydu

Aslında Mao, 1925 yılından itibaren parti ile ters düşen tezleri savunuyordu Büyük ayaklanmalar geleneğini sürdüren Mao, Hunan eyaletinde ilk köylü birliklerinin kuruluşunu destekledi Mao, yabancı etkisine açık olan şehirlerinden ziyade bu etkiye kapalı olan köylülerin harekete geçirilmesinin daha kolay olduğunu düşünüyordu Ayrıca ÇKP'nin şehirli yöneticilerinin SSCB'nin sözcülüğünü yapmaktan başka bir iş yapmadığını düşünüyordu Bu hareket Mao'nun liderliğe yükselmesinde önemli bir dönüm noktası oldu

1927'deki kırımdan sonra komünistlerin yeniden örgütlenişi sırasında Çin Köylüler Birliği'nin yönetimine seçildi Mao "Güz hasadı ayaklanması"ndan arta kalan birkaç köylüyü bir araya getiren Mao, ilk devrimci orduyu kurdu Ne var ki Guomindang'ın lideri General Çan Kay-Şek'e bağlı hükümet birlikleri, Mao'nun devrimci ordusunu Jinggang Dağlarına sığınmaya zorladı; Mao, burada Parti'nin destek vermemesine rağmen, kasım 1927'den itibaren toprakları köylüler arasında paşlaştırdı ve köylüleri silahlandırdı Kızıl Ordu'nun gelecekte komutanı olacak olan Zhu De'nin askeri yardımıyla kızıl üsler, özellikle Jiangxi Eyaletinde çoğaldı 1931'de devlet başkanlığını Mao'nun üstlendiği bir Çin Sovyet Cumhuriyeti ilan edildi; iki yıl sonra, Parti Merkez Komitesi'nin geri çekilmesi üzerine Mao bu eyalette komünist devrimin başına geçti

UZUN YÜRÜYÜŞ VE İKTİDAR

Komünistler, 1934 sonbaharında bir yıl sürecek bir Uzun yürüyüş için Jiangxi'yi boşaltmak zorunda kaldılar: yola çıkan yaklaşık 100 000 kişiden yürüyüşün sonunda ancak onda biri hayattta kalabilmiştir Kızıl Ordu birlikleri, düşman kuşatmasından kurtulmak için kendinden daha kalabalık ve daha iyi silahlanmış hükümet kuvvetleriyle çarpışa çarpışa kuzeybatıya doğru zorlu bir dağlık arazide 10 000 kilometre yol yürümüşlerdi İşte bu Uzun Yürüyüş'ün mimarları ve kalan 10 000 kişi, Çin devriminin de seçkinlerini oluşturdu

Uzun yürüyüş ve daha sonraki dönemde ÇKP ve Mao, milliyetçi tepkiden de destek alarak kendi yönetimi altındaki topraklarda karşılıklı yardımlaşma ekipleri oluşturarak ekonomik örgütlenmeyi sürdürdü Bu tarz örgütlenme şu ilkeden hareket ediyordu: "Parti otoritesi, ilke olarak tabana ifade özgürlüğü tanıyan ama yukarıdan alınan kararların tartışılmasını yasaklayan bir demokratik merkeziyetçilik ve dünşünceyi baskı altına alan "özeleştiri" Mao, Makyavel'den itibaren siyasette geçerli olan bir ilke ile başlangıçta, Parti'nin genel direktiflerine aykırı olarak (hedef için her yol meşrudur), zengin köylülerin desteğini yitirmemek için, aşırı sert bir tarım reformundan uzak durma politikasını uyguladı

Mao, Guonmindang'a karşı üç yıl süren savaş ve Kuzey Çin köylülerinin yoğun bir biçimde hareket geçirilişi sonucunda, 1 Ekim 1949'da Pekin'de Tian An Men Meydanı'nda bir bildiri okuyarak Çin Halk Cumhuriyeti'ni ilan etti (Kaynak: Büyük Ansiklapedi) 1954 yılında Devlet başkanı seçilen Mao, artık rejimin ideolojik güvencesi ve yeniden kavuşulan birliğin simgesiydi

DÜŞÜNCESİ

1956'da Hrusçov'un Stalin'in kişiliğini tapınmayı eleştiren ve hatalarını ortaya koyan raporundan sonra, Çinli yöneticiler, ölmüş totoliter şefi savunmaya kalkıştılar; böylece Mao'ya yönelebilecek eleştirilerin önünü kesmek istediler Nitekim Mao da, 1957'de verdiği Halkın İçindeki Çelişkilerin Adil Çözümü konulu söylevinde Marksist ve Leninis anlayışlarla arasındaki mesafeyi dile getirdi

Sosyalizme geçiş evresi boyunca, Marksiszm-Leninizm, önceliği ekonomik etkenlere verir ve partinin ideolojisinin egemen olduğu kültürel alanı her türlü çelişkiden uzak tutar Mao, Taocu yin ve yang geleneğine yaslanmakta tereddüt göstermeyerek, çelişkili etkenlerin ortadan kalkması nedeniyle, ideolojik devrimin ekonomik devrimden önce geldiği "kitle çizgisi" halinde kollektif enerjiyi seferber edecek ard arda devrimlerin zorunlu olduğunu ileri sürdü Bu bağlamda, İleriye Doğru Büyük Sıçrama (1957-1960) gönüllü stratejisini benimsedi; bu doğrultuda "tarım cephesi askerleri" haline getirilmiş köylülerden ölçüsüz bir üretim çabası istendi Büyük Sıçrama'nın sonucu 13 milyon kişinin açlıktan ölmesine yol açan bir kıtlık oldu Bunun üzerine "Büyük Önder(!)" ülkenin doğrudan yönetiminden çekildi

Mao'nun önemli fikir kaynaklarından biri de Charles Darwin'di Daha sonra anlatılacak olan Kültür Devrimi*'nin temelinde de bu fikirlerin olduğu görülecektir K Mehnert, bu konuda "Mao, kurduğu bu düzenin felsefi dayanağını "Çin sosyalizminin temeli, Darwin'e ve Evrim Teorisi'ne dayanmaktadır" diyerek açıkça belirtmişti" demektedir

II DÖNEM İKTİDAR

1963'ten itibaren, belli başlı Maocu tezlere dayalı olarak olağanüstü bir propaganda saldırısı, bir sosyalist eğitim kampanyası başlatıldı: partinin kitleler tarafından denetlenmesi, hiyerarşiye son verilmesi, el emeğiyle kafa emeği, şehirle köy arasındaki faklılığın kaldırılması Halk Kurtuluş Ordusu'nun yöneten Lin Biao, Mao'nun kişiliğinde gerçek bir tapınmayı örgütledi Mao, bir kez daha ekonomi uzmanlarına karşı çıktı ve iktidarı ele geçirmek üzere parti aygıtına karşı Kültür Devrimi'ni (1965-1969) yönetti Dört Eski'yi (eski düşünceler, eski kültür, eski alışkanlıklar ve eski adetler) yok etmeyi, Kültür Devrimi, bürokrasiyi eleştiriyordu

Liselerde ve üniversitelerde şiddet hareketleri başladı, öğretmenler dövüldü; 1966'da çoğunluğu öğrencilerden, fanatik gençlerden oluşan milyonlarca Kızıl Muhafız'ın seferber edilmesiyle terör doruk noktasına ulaştı Bu döneme hakim olan Kaostu Komünizmin Kara Kitabı adlı eserde bu dönem şöyle tasvir ediliyordu: "Hepsi ölüme mahkum edilen devrim karşıtları, bütün halkın davet edildiği açık duruşmalarda, Kızıl muhafızlar tarafından parçalanıyorlardı Halk ise bu esnada "öldür öldür!" diye bağırıyordu Kızıl Muhafızlar bazen parçaları kızartıp yiyor ya da hala canlı olan mahkumun gözleri önünde ailesine yediriyordu; herkes "eski mülk sahibi"nin karaciğerinin ve kalbinin yendiği ziyafetlere ve konuşmacının yeni kesilmiş kafalardan yapılmış bir kazık dizisi önünde konuştuğu toplantılara davetliydi"

Çin'de yamyamlığa varacak kadar şiddetlenen nefret ve vahşet hakimdi (Komünizmin Kara Kitabı, s 617)" Kızıl Muhafızlar, şehirleri denetim altına aldılar ve geçmişin simgesi dedikleri her şeyi yakıp yıktılar Kendi içlerinde de bölünmüş haldeki Kızıl Muhafızlar, ordu tarafından düzene uymaya çağrıldı Bu düzenleme bizzat Mao tarafından yönetildi Mao'nun en çok eleştirilen yönü de bu oldu

Kendisinden sonra gelen yöneticiler tarafından Mao'nun uyguladığı Kültür Devrimi, rejimin uğradığı tüm başarısızlıkların nedeni olarak gösterildi Aynı şekilde, İleriye Doğru Büyük Sıçrama'dan başlayarak, Mao'nun tüm hataları, ihtiyarlayan otokrat üzerinde büyük etkisi olan eşi Jiang Quing**'in yönettiği Dörtlü Çete'ye mal edildi Kültür Devrimi'nin hem örgütlenmesine hem bastırılmasına katılmış olan bu önde gelen Maocular, 9 Eylül 1976'da Mao'nun ölmesinden sonra iktidarlarını sürdüremediler

wwwkimkimdirgentr

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...

Eski 08-16-2012   #26
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...



Konfüçyüs ( - )

Büyük Çin bilgesi, filozof, siyasal yönetici ve Çin tarihinde resmi din olarak kabul edilen öğretilerin kuramcısı Konfüçyüs, MÖ 551 yılında, Lu kentinde -şimdiki Shantung eyaletinde- doğdu Chou hanedanlığı döneminde (MÖ 1027-256), Hristiyanlığın doğuşundan yaklaşık beş yüz yıl önce yaşadı Küçük yaşlardayken babası ölünce, annesi tarafından mütevazı koşullarda büyütüldü


Ambar bekçiliği ve kamu arazisi yöneticiliği yaptı ama asıl isteği, Chou hanedanlığının ilk zamanlarına özgü ahlak değerlerini yaymak, bu hanedanlığın kuruluş döneminde hüküm süren iki kralın, Wen ile Wu'nun ülkülerini yeniden canlandırmaktı Ama onun dönemi zorlu bir dönemdi Chou hanedanlığının ilk yıllarının ayırıcı özelliği olan siyasal birlik, siyasal güç, hanedanlığı oluşturan kent devletleri arasındaki çatışmalarla, hanedanlıktan olmayan devletlerin yayılmacı saldırılarıyla, dağlarla vahşi bölgelerden gelen göçebe toplulukların akınlarıyla büyük ölçüde örselenmişti


Konfüçyüs'ün kenti Lu işgalcilerin denetimi altına girmişti Konfüçyüs, öğretisine yetke, nüfuz sağlayacak bir kamu görevine atanmayı başaramamıştı Bundan ötürü, benzer beklentiler taşıyıp benzer güçlüklerle karşılaşan diğerleri gibi Konfüçyüs de, küçük bir öğrenci, izleyici topluluğunun eşliğinde gittiği saraylara, yöneticilere hizmet sunarak gezginci öğreticilik yapmaya başladı


KONFÜÇYÜSÇÜLÜK

Giriş
"Denge Felsefesi"
Ahlâk ve Jen
Bilgi ve İnsan
Adların Düzeltilmesi
Konfüçyüs ve Eski Yunan
Tarihi Serüveni
Seçmeler






Konfüçyüs'ün yaşam öyküsüyle kişiliğinin de ona atfedilen öğretilerin ayrıntılarının da doğruluğundan emin olmak olanaklı değil Kaynaklarda, onun ölümünden sonra geliştirilmiş, kuşkusuz pek çok yönüyle izleyicileri tarafından elden geçirilmiş, zenginleştirilmiş, yeniden düzenlenmiş karma açıklamalar vardır Mevcut bilgilerdeki kimi iç tutarsızlığa, kimi vurgu farklılığına karşın, bilgi ile ahlaksal erdem arayışına tutkuyla inanan, tüm yaşamı boyunca dürüstlüğünü koruyan, kendini sadece öğretmeye adayan bir adama ait bütünlüklü çizgileri seçmek olanaklı Benzer şekilde, Konfüçyüs'e atfedilen yazılı özdeyişlerin ona ait olup olmadığını saptamak da olanaklı değil Konfüçyüs'e atfedilen deyişlerle düşüncelerin çoğu ”Konuşmalar” diye bilinen bir seçkide toplanmıştır


Konfüçyüs düşüncesi, 1583'te Pekin'e yerleşen Cizvit misyonerleri, Çin bilgisi ile kültürünü özümseyip bu yeni bilgilerini Avrupa'ya aktarancıya kadar Batı dünyasında bilinmiyordu K'ung Fu-tzu adını Latinceleştiren de bu Cizvitler olmuştu ve böylece bu büyük bilge, dünyanın pek çok yerinde Konfüçyüs adıyla tanındı




--------------------------------------------------------------------------------

GİRİŞ

Konfüçyüs'ün felsefesi, ahlak ile siyaset felsefesinin ağırlıkta olduğu bir felsefeydi Bu felsefe, hep devinimli olmalarına karşın gök ile yerin birbirini dengeleyen güçler olduğu, ortak varoluşlarının uyumlu olduğu inanışına dayanıyordu Konfüçyüs'e göre insan bu koşullara tabidir, evreni örnek alıp ona benzemeye çalışması gerekir Orta Öğretisi'nde şunlar söylenir: "Bu denge, dünyadaki tüm insan edimlerinin çıktığı eşsiz köktür; bu uyum tüm edimlerin izlemesi gereken evrensel yoldur"





--------------------------------------------------------------------------------

DENGE FELSEFESİ VE CHOU HANEDANLIĞI
Konfüçyüs'ün uyumlu yaşam öğüdü, hoş, sessiz sakin akıp giden bir yaşam sürmek adına tutkularla duygulan tümüyle bastırmak gerektiği anlamına gelmiyordu Konfüçyüs denge ile uyum arasında önemli bir fark görür Dengenin, "zevk kızgınlık, keder neşe, coşup taşma duygularına" kapılmamak olduğunu, uyumunsa "bu duyguların hep tam zamanında ortaya çıkması" olduğunu söyler Konfüçyüs'ün dönemindeki çok eski bir inanışa göre, yeryüzündeki yönetici, tanrı vekilidir; eğer barışı, uyumu sürdürmeyi hedeflemezse bu vekalet elinden alınır Konfüçyüs, hayranlık duyduğu Chou hanedanlığının, İlahi onayı almış, dolayısıyla selefi zorba Shang hanedanlığının yerini almaya hak kazanmış bir kişi tarafından kurulduğuna inanır


Konfüçyüs, Chou hanedanlığının ilk yıllarını -beş yüzyıl önceyi- bir altın çağ olarak adlandırır O dönemin ülkülerini canlandırmanın, bu çatışma, hizipleşme çağında Çin'in birliğini yeniden sağlamanın yolu olduğunu; kendisinin de o eski değerlerin aktarıcısı olduğunu, ortaya yeni değerler koymadığını düşünüyordu

Uyum, bütünlük, denge, Çin düşüncesinin içgüdüsel kabulleri olagelmiştir hep Bu olgu,


Konfüçyüsçülük kadar Taoculuk ile Budacılığın da Çin kültürünün bir parçası olmasına karşın, bu üç güçlü akım arasında rekabetin pek az olmasını açıklar Bu üçünün karşılıklı ilişkileri, bir Çin özdeyişiyle "üç din tek dindir" sözüyle apaçık betimlenmiştir Her biri diğer ikisinin tamamlayıcısı gibidir; her biri, mevcut duruma en uygunları olduğu düşünüldüğünde kullanılır Taoculuk ile Budacılık Konfüçyüsçülüğün büyük ölçüde göz ardı ettiği gizemcilik, tinsellik boyutlarını sağlamıştı Konfüçyüsçülük de kamu yaşamı ile devlet yönetiminde esin kaynağı olmuştur





--------------------------------------------------------------------------------

AHLÂK VE JEN
Konfüçyüs'e göre tüm toplumsal, siyasal erdemler, temelde, genişletilmiş kişi erdemleriydi Eğitim ahlak bilgisi edinmekti Ama bu bilgi, belirli eylemlerle tutumların iyi olduğunu söyleyen bir bilgi olmakla kalmazdı; aynı zamanda uygulamada, deneyim aracılığıyla -iyi olmakla, iyiyi yapmakla- edinilen bir bilgiydi Kişi hocasını örnek alarak öğrenir; başkalarına da, onlara örnek olarak öğretir Konfüçyüs, böylesi bir eğitimin erken yaşlarda başlayıp, yaşam boyu sürmesi gerektiğini savunurdu


Ahlaksal iyilik kavramının merkezinde “jen”, yani iyilikseverlik ya da insan sevgisi düşüncesi vardır Çince’deki bu sözcüğün tam karşılığını bulmak güçtür İnsanlar arasında kurulması gereken en iyi ilişki biçimini karşılamak üzere, kimi zaman 'iyilikseverlik' kimi zaman da 'insancıllık' diye yorumlanır Doğuştan gelme bir yeteneğin alıştırmalarla güçlendirilmesiyle değil, kişinin kendini eğitme çabasıyla geliştirilen özel bir yetidir “jen” Konfüçyüs, Konuşmalar'da “jen” ya da iyilikseverlik hakkında şöyle der: "Eğer gerçekten dilersek olur" Konfüçyüs'e göre “jen”, 'efendi' ya da 'üst insan' dediği kimsenin en önemli, biricik sıfatıdır Bu kişi öğrenmeye öylesine düşkündür ki, içtenlikli öğrenme uğraşı ona "yemek yemeyi unutturur", "yaşlandığının farkına varmaz"


İyilikseverlik, kişinin kendisine dönük ilgisinin, kendinden hoşnutluğunun üstesinden gelmesini gerektirir; iyilikseverliğin yolu; her yönüyle insan davranışlarını düzenleyen, örnek eylemlere ulaşmasında kişiye kılavuzluk etmek üzere tasarlanmış olan bir kurallar ya da ilkeler bütününe uymaktır Bunların ayrıntıları hep aynıdır Bunlar, işlem, eylem ve tüm törenlerin yanı sıra, jestlere, tavırlara, giysilere, devinimlere, yüz ifadelerine ilişkindir

Konfüçyüs, gerçek iyilikseverlik ya da gerçek insancıllığın, gönül ile zihnin dışsal davranışlarla tutarlık gösterdiği bir kişi bütünlüğünü gerektirdiğini savunurdu


Konfüçyüs, öngörülen ahlaksal bütünlüğün sonucu olan eylemi, yani hep yararın, öğretmenin amaçlandığı bir kişi ahlakını geliştirmekle oluşan bütünlüklü iyilikseverliğe ahlak bakımından uygunluk diye tanımlardı Öğrenme sevdası, burada gereken kavrayış biçiminin edinilmesindeki temel öğedir Konfüçyüs'e göre, "öğrenme sevdası olmaksızın iyilikseverlik sevdasına düşmek insanı aptal eder"; iyi niyetli olmak yetmez Örneğin, cömert olduğunu göstermek için, varlığını ayırım yapmaksızın başkalarına dağıtmak yetmez


Bilgi ile öğrenme, ahlaksal kavrayışı geliştirmeye yardımcı olur; kişi, böylece, cömertliğini nasıl gerçek bir iyiye göre yönlendireceğini görebilir Bilgi, öğrenme, deneyim, kişinin yaşamda nelerin değiştirilemez olduğunu görmesine, bunları çabayla değiştirilebilir olanlardan ayırmasına yardım eder Konuşmaların sonunda şunlar söylenir: Konfüçyüs dedi ki 'Yazgı anlaşılmadıkça iyiliksever olmak da olanaklı değildir' Konfüçyüsçü öğretide yazgı değişmezleri yönetir, yani yaşam süresi, ölümlülük gibi şeylere ilişkindir Değişmez zorunluluklar hakkında düşünmek, kişinin bunları değiştirmeye çalışmanın boşuna olduğunu kabul etmesini, çabayı geliştirilebilir olanla, yani ahlak yetileriyle, ahlak anlayışıyla uğraşmaya yöneltmenin daha iyi olacağının ayrımına varmasını sağlar





--------------------------------------------------------------------------------

BİLGİ VE İNSAN
Konfüçyüs, en iyi insanın bilge insan olduğu kanısındadır, ama kendisini bir bilge olarak görmez; pek az insanın bilge olmayı başardığını düşünür Seçmeler'de "bir bilgeye rast gelmekten umudu kestiği"ni söyler Efendi kusursuzlukta bilgeden sonra gelir, günlük yaşamda etkisi en çok duyulan da efendidir Konuşmalar'da örnek olma özelliği ayrıntılarıyla anlatılan efendi, "dünya işlerinde ahlaksal olanın tarafını" tutandır Efendi, başkalarının mutluluğu için gösterdiği içten ilgide açığa çıkan ahlaksal yetkinliğinden ötürü, buyruk verebilir, itaat görebilir


Konfüçyüs, yöneticilere "eğer siz iyiyi isterseniz, insanlar da iyi olur" der Ayrıca, insanın insan olarak kalacağını, "efendinin doğasının yel, sıradan insanın doğasının da ot gibi olduğunu; yel estiğinde otların hep eğildiğini"; bundan ötürü de yönetimin, daima, her üyesinin açıkça belirlenmiş bir role sahip olduğu bir toplumda yetkesini iyilikseverlikle kullanan bir yönetici topluluğunun elinde olduğunu savunurdu


Konfüçyüs insanların doğuştan eşit olduğuna inanırdı; eğitime ilişkin tüm görüşlerinin altında yatan, sonraki yüzyıllarda Çin'in eğitim siyasetini etkileyen onun bu inancıydı





--------------------------------------------------------------------------------

ADLARIN DÜZELTİLMESİ
Konuşmalar'da 'adların düzeltilmesi' diye anılan Konfüçyüs öğretisi ilginç felsefi sonuçlara varır Konfüçyüs, kendi döneminde 'efendi' denilen kimseler eskiden öngörülmüş efendilik betimine göre davranmadığı için kaygılanırdı "İnsancıllığı terk etmiş efendi, bu adı nasıl taşıyabilir?" diye sorar; yönetmenin doğru davranan kişiler için kolay bir iş olduğunu, böylece "prensin prens, bakanın bakan, babanın baba, oğulun da oğul" olacağını söylerdi


Geçmişin, ataların yüceltilmesi, töremlere gösterilen büyük ilgi, evlatlık görevi ile baba oğul ilişkisinin öneminin ısrarla vurgulanması, Konfüçyüsçülüğün Batı geleneğine aykırı düşebilecek yönleridir Gene de, Batı tüm bu yönelimlere -aile bağları ile büyüklere saygıya; adetlere, uylaşımlara, törenlere değer vermeye; ılımlılığın, sakinimin ölçülü bir alçakgönüllülüğün ahlaksal önemine- bir ölçüde aşinadır Konfüçyüs'ün bakış açısını anlamamak, onun değerleri ile uygulamalarının birçoğunun evrensel olduğunu görmemek olanaksızdır





--------------------------------------------------------------------------------

KONFÜÇYÜS VE ESKİ YUNAN
Konfüçyüsçü düşünce ile eski Yunan'da, MÖ 6-5 yüzyıllarda ortaya çıkan Sokrates öncesi filozoflarının kimi düşüncesi' arasında büyük benzerlikler vardır Bu filozoflardan Anaximenes (MÖ 585-528) insan ruhu ile doğanın, bir bütün olarak, tek bir ortamı paylaştığını öğretmişti; Pythagoras (MÖ 571-496) tinsel saflığı korumak üzere töremleştirilmiş davranış biçimleri geliştirmişti; matematikle kavranan göksel uyum ile insan ruhu arasında bir ahenk olması gerektiğini düşünürdü; Herakleitos ise (MÖ doğumu yaklaşık 504-501) Logos düşüncesini, bir tür evrensel adaleti ya da denkliği korumaya yarayan, dengeli geliş gidiş ilkesini atmıştı ortaya


Konfüçyüs'ün kişiliği, alçakgönüllü bilgeliği, kendini öğretmeye adayışı, Sokrates'in benzer özellikleriyle karşılaştırıla gelmiştir; Sokrates'in altın kuralı, "kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma" diyen kural, ahlakçıların genel geçer kurallarından biridir


Konfüçyüs metafizik kurgulamalar geliştirmekle uğraşmamıştı; insan bilgisinin doğasına ya da olanağına ilişkin bir kuram da geliştirmemişti Ama yine de, insan zekasının bilme iddiasında olduğu şeylerin sınırları konusunda duyarlıydı Dolayısıyla deneysel bilgi sayılacak bilgilere dayanma güvencesine sahip olmayan savları ortaya atmaktan kaçınırdı Bir keresinde, karşısında düşüncesizce konuşan birine "efendi olanın bilgisiz olduğu konuda hiçbir kanı bildirmemesi beklenir" demişti Tzu-lu'ya da şunları söyler: "Sana bilmenin ne olduğunu söyleyeyim mi? Bildiğin zaman bildiğini, bilmediğinde de bilmediğini söylemek, işte bilgi budur"







--------------------------------------------------------------------------------

KONFÜÇYÜSÇÜLÜĞÜN TARİHİ SERÜVENİ
Konfüçyüs'ün MÖ 479’da Çiyu-fu'da ölümünden sonra öğrencileri onun öğretisini sessiz sedasız sürdürdü İki önemli izleyicisi Mensiyüs ile Hsun Tzu, Konfüçyüsçü düşünceye kendi fikirlerini, kendi vurgularını da katarak, seçkinlerin eğiticisi oldu Onların çağı, yöneticilerin saraylarında ahlak ile siyasete ilişkin pek çok düşünsel tartışmanın geliştiği bir dönemdi Tartışmalar düzenlenir, bilgili kişiler davet edilirdi Bunlar, siyasal karmaşanın, Çin devletleri arasında süre giden çatışmaların yaşandığı -bundan ötürü de Savaşan Devletler Dönemi diye anılan- bir dönemde olup bitiyordu Çekişmeler Ch'in hanedanlığının (MÖ 221-206) egemenliğiyle son buldu Hükümdar Çh'in Shih Huang Ti Çin'i birleştirdi İmparatorluğunu ilan etti ve Çin'i kuzeyden gelen İstilacılara karşı savunmak üzere Çin Seddi'ni yaptırdı Han hanedanlığı döneminde (MÖ 206- MS 9) Konfüçyüsçü düşünce yeniden canlandı Eski yazılardan parçalar derlenip elden geçirildi ve Hıristiyanlığın ilk yıllarında Budacılığın da Çin'e ulaşmasına karşın, Konfüçyüsçü düşünceler yeniden yaygın kabul gördü


Bundan böyle Konfüçyüsçülük -daha doğrusu Yeni Konfüçyüsçülüğün çeşitli biçimleri- Çin kültüründeki ana akışın bir parçası olarak varlığını sürdürdü, eğitimin Konfüçyüsçü temel yapıtlara dayanmasından ötürü halka yayıldı Böylece Konfüçyüsçülük geniş, değişken bir ülkede yaşayan milyonlarca insanı birleştirdi Hem kişisel hem kamusal ülküler sunduğu, kişi ile kamu arasında net bir halka oluşturduğu için ayakta kaldı


Konfüçyüs ile izleyicilerine atfedilen özdeyişlerle öğretiler, MÖ 6 yüzyıldan 1911'de Ch'ing hanedanlığının kaldırılışına kadar geçen 25 yüzyıl boyunca, Çin'in ahlaksal, toplumsal, siyasal yapısını biçimlendirdi Çin İmparatorluğu'nun neredeyse tüm kurumları, gelenekleri, amaçları, özlemleri Konfüçyüs'ün erdemli birey, erdemli toplum anlayışına dayanıyordu 20 yüzyılın ilk yıllarına kadar Çin'de eğitim, hemen hemen tümüyle, Konfüçyüs'ün ilkelerine göre biçimlendirilmişti 1313'ten 1905'e kadar sürdürülen devlet görevliliği sınavları Konfüçyüs'ün “Dört Kitap” diye bilinen yapıtlarını okumayı gerektiriyordu


20 yüzyıl ortalarında Çin'de Konfüçyüsçülük neredeyse tümden yadsınmıştır Çin, Batı dünyası karşısında kendisini değerlendirmeye giriştiğinde, Konfüçyüsçülüğün katılığına, geçmişten devşirme ülkülerine, sıradüzen ile tören saplantısına yönelik eski eleştiriler yeniden gündeme geldi


1960 Kültür Devrimi*'nin, Halk Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında ortaya çıkan Konfüçyüs karşıtı eleştirileri pekiştirmesine karşın, Konfüçyüsçülüğü ortadan kaldırmayı hedefleyen yenilikler de Konfüçyüsçülük çizgisine, biçemine uydu Komünizmin, işçi sınıfına yaraşır tutumlara göre kişiliği yeniden biçimlendirmeyi amaçlamasının, Konfüçyüsçü kendini yetiştirme öğüdüne pek benzediği; önder Mao'nun sözlerine gösterilen büyük saygının, eskiden Konfüçyüs'e gösterilen saygıyla türdeş olduğu sık sık dile getirildi





--------------------------------------------------------------------------------

SEÇMELER
" İyi yaşamayı sonraya bırakan; yolunda ırmağa raslayıpda akıp geçmesini bekleyen adama benzer Irmak hiç durmadan akıp gidecektir"

"Halkı kanunlarla yönetip cezalarla düzeni sağlarsanız, onlarda cezalardan kaçınacaklardır; ama bu arada ar duyguları da kaybolacaktır Fakat onları kendi güzel ahlakınızla yönetip düzeni de vazifelere bağlılığınızla sağlarsanız, ar duyguları onları terk etmeyecek ve bu ölçüye göre yaşayacaklardır"

"Onbeş yaşımda zihnimi vicdanıma bağladım Otuzumda dimdik durdum Kırkımda şüphelerimden kurtuldum Elli yaşımda ilahi kanunları anladım Altmışımda uysal bir kulağım oldu Şimdi yetmişimde, doğruluğu elden bırakmadan kalbimin tutkularının peşinden gidebilirim"

"Erdemsiz bir insan mahrumiyete fazla tahammül edemez; nasıl ki mutluluk içindeyken bile rahat edemezse Fakat erdemli insanın barındığı yer yine erdemin içindedir, akıl sahipleri hep bunu arar"

"Doğa eğitimin önüne geçerse, bir dağ adamı yetiştirmiş olursunuz Eğer eğitim doğanın önüne geçerse, katip yetiştirmiş olursunuz Doğa ve eğitim doğru oranla harmanlanabilirse ancak o zaman üstün özellikleri olan insanlar yetiştirebilirsiniz"

"Derin olan kuyu değil, kısa olan iptir"

" Düşünmeden öğrenmek faydasızdır Öğrenmeden düşünmekse tehlikeli"

"Karanlığa söveceğine kalk bir mum yak"

"Allah’ım, senden başka hiçbir şeyi olmayan ben senden başka her şeyi olanlara acırım"

"Bildiğini bilenin arkasından gidiniz Bildiğini bilmeyeni uyandırınız Bilmediğini bilene öğretiniz Bilmediğini bilmeyenden kaçınız"

"Kamil insan; kişisel olarak ciddi, büyüklere hizmet ederken saygıyı elden bırakmayan, halka karşı çok nazik olan ve onları yönetirken de adaletli davranan kişidir"

"Erdemli kişi, ne kadar zor olursa olsun, hizmeti öne koyar, ondan ne fayda temin edileceği ise daha sonra düşünülecek bir meseledir"

wwwkimkimdirgentr

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...

Eski 08-16-2012   #27
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...



Şamil Basayev (1965 - )

1965'de Çeçenistan'ın Vedeno Bölgesi'nin Vedeno köyünde doğdu 1987 yılında Moskova'da mühendislik eğitimine başladı Öğrencilik yıllarında devrimci kişiliği ile ön plana çıkmıştı Moskova'da odasının duvarında Che Guevera'nın posterinin asılı olduğunu verdiği bir demeçte dile getirdi

1991 Ağustosu'nda Moskova'daki hükümet darbesi sırasında Yeltsin taraftarları arasında yer aldı Adını ilk defa Çeçenistan'da yaşananları dünyaya duyurmak için bir Rus uçağını kaçırarak Ankara'ya indirdiğinde duyurdu

1992 yılında Cahar Dudayev'in emri ile Abhazya'ya gönderilen Çeçen birliklerin komutanı iken, Abhazya'nın Gürcü işgalinden kurtulmasında birinci dereceden etkili olan Kafkas Halkları Konfederasyonu (KHK) birliklerinin komutanlığına getirildi Abhazya'nın ardından Çeçenistan'a dönerek Dudayev'e karşı muhalefete geçen Rus yanlısı silahlı birliklerin dağıtılmasında etkili oldu 1994 yılı aralık ayında Ruslar'ın Çeçenistan'ı işgal etmesiyle Çeçen komutanların en önemlilerinden biri haline geldi 1995 yılı başında Rus savaş uçakları Şamil'in Vedeno'daki evini bombalayarak ailesinden 11 kişiyi şehid ettiler


Rus güçlerin sivillere karşı giriştikleri katliamların en üst seviyelere ulaştığı Haziran 1995'de, yaşananları dünya kamuoyuna duyurabilmek için 150 savaşçının Budennovsk kentine düzenlediği eylemi yönetti

1996 yılı Nisan ayında Çeçen Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri Komutanlığı'na getirildi Ve Rus güçleri Çeçenistan'ı boşaltmaya mecbur eden Cahar-Kale(Grozni) operasyonunu komuta etti 1998 de Cahar-Kale'de yapılan Çeçen-Dağıstan Halkları Kongresi'nde başkan seçildi Kongrenin ikinci toplantısında alınan kararla 1 Ağustos 1999'da kurulan İslam Şûrâsı'nın başkanlığına getirildi

1999'da Rusya'nın Çeçenistan'ı yeniden işgali üzerine Çeçenistan'a dönerek doğu cephesi komutanlığı görevini sürdürmeye başladı İkinci savaş sırasında da başkent Grozni'yi savunan Basayev, kentten çekilirken yaralanmış, bir bacağının bir kısmı kopmuştu Basayev, Devlet Başkanı Aslan Mashadov'un emrinde Çeçenistan Silahlı Kuvvetleri Komutanlığı görevini sürdürmekteydi


wwwkimkimdirgentr

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...

Eski 08-16-2012   #28
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...



Blaise Pascal (1623 - 1662)


Pascal (1623-1662) küçük yaşta kendini gösteren bir deha örneğidir Henüz 12 yaşında iken, hiç geometri bilgisine sahip olmadığı halde daireler ve eşkenar üçgenler çizmeye başlayarak, bir üçgenin iç açılarının toplamının iki dik açıya eşit olduğunu kendi kendisine buldu Çünkü avukat olan ve matematik ile çok ilgilenen babası, onun Latince ve Yunanca'yı iyice öğrenmeden matematiğe yönelmesini istemediğinden, bütün matematik kitaplarını saklayarak, Pascal'ın bu konu ile ilgilenmesini yasaklamıştı

Pascal çocukluğunda "geometri neyi inceler?" sorusunu babasına sormuş, o da "doğru biçimde şekiller çizmeyi ve şekillerin kısımları arasındaki ilişkileri inceler" demişti İşte bu cevaba dayanarak gizli gizli geometri teoremleri kurmaya ve kanıtlamaya başladı Sonunda babası onun yeteneğini anladı ve ona Eukleides'in Elementler'ini ve Apollonius'un Konikler'ini verdi


Dil derslerinden arta kalan boş zamanını bu kitapları okuyarak değerlendiren Pascal, 16 yaşında konikler üzerine bir eser yazdı Bu eserin mükemmelliği karşısında, Descartes bunun Pascal kadar genç bir kimsenin eseri olduğuna inanmakta çok güçlük çekmişti 19 yaşında, aritmetik işlemlerini mekanik olarak yapan bir hesap makinesi icat etti

Pascal yalnızca teorik bilimlerde değil, pratik ve deneysel bilimlerde de yetenekli ve orijinal idi 23 yaşında, Torriçelli'nin (1608-1647) atmosfer basıncı ile ilgili çalışmasını incelemiş ve bir dağa çıkartılan barometredeki civa sütununun düştüğünü, yani yükseklerde hava basıncının azaldığını, civa sütununu hava basıncının tuttuğunu, yoksa Aristotelesçilerin söylediği gibi, tabiatın boşluktan nefret etmesinin rolü olmadığını göstermiştir Diş ağrısından uyuyamadığı bir gece de rulet oyunu ve sikloid ile ilgili düşünceler üzerinde durmuş ve sikloid eğrisinin özelliklerini keşfetmiştir Pascal, Fermat ile yazışarak olasılık teorisini kurmuş ve bir binom açılımında katsayıları vermiştir "Pascal Üçgeni"nin keşfi de ona aittir 25 yaşında iken kendisini felsefi ve dini düşüncelere adamıştır Sağlığı çok bozuktu ve 39 yaşında iken Paris'de öldü

wwwkimkimdirgentr

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...

Eski 08-16-2012   #29
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...



Archimedes ( - )

Roma generali Marcellus, Sirakuza'yı kuşattığında, Archimedes (MÖ287-212) adlı bir mühendisin yapmış olduğu silahlar nedeniyle şehri almakta çok zorlanmıştı Bunların çoğu mekanik düzeneklerdi ve bazı bilimsel kurallardan ilham alınarak tasarlanmıştı Örneğin, makaralar yardımıyla çok ağır taşlar burçlara kadar çıkarılıyor ve mancınıklarla çok uzaklara fırlatılıyordu Hattâ Archimedes'in aynalar kullanmak suretiyle Roma donanmasını yaktığı da rivayet edilmektedir Ancak bütün bunlara karşın MÖ 212 yılında Romalılar Sirakuza'yı zapt ettiler ve şehrin diğer ileri gelenleriyle birlikte Archimedes'i de öldürdüler Söylendiğine göre, bu sırada Archimedes toprak üzerine çizdiği bir problemin çözümünü düşünüyormuş ve yanına yaklaşan Romalı bir askere oradan uzaklaşmasını ve kendisini rahat bırakmasını söylemiş; ancak asker Archimedes'e aldırmayarak hemen öldürmüş Tarihin nadir olarak yetiştirdiği bu çok yetenekli bilim adamının öldürülüşü Romalı generali de çok üzmüş


Archimedes hem bir fizikçi, hem bir matematikçi, hem de bir filozoftur Gençliğinde bir süre İskenderiye'de bulunmuş, burada Eratosthenes ile arkadaş olmuş ve daha sonra da onunla mektuplaşmıştır Archimedes'in mekanik alanında yapmış olduğu buluşlar arasında bileşik makaralar, sonsuz vidalar, hidrolik vidalar ve yakan aynalar sayılabilir Bunlara ilişkin eserler vermemiş, ancak matematiğin geometri alanına, fiziğin statik ve hidrostatik alanlarına önemli katkılarda bulunan pek çok eser bırakmıştır


Geometriye yapmış olduğu en önemli katkılardan birisi, bir kürenin yüzölçümünün 4r2 ve hacminin ise 4/3 r3 eşit olduğunu kanıtlamasıdır Bir dairenin alanının, tabanı bu dairenin çevresine ve yüksekliği ise yarıçapına eşit bir üçgenin alanına eşit olduğunu kanıtlayarak pi'nin değerinin 3 l/7 * 3 10/71 arasında bulunduğunu göstermiştir


Archimedes'in en parlak matematik başarılarından biri de, eğri yüzeylerin alanlarını bulmak için bazı yöntemler geliştirmesidir Bir parabol kesmesini dörtgenleştirirken sonsuz küçükler hesabına yaklaşmıştır Sonsuz küçükler hesabı, bir alana tasavvur edilebilecek en küçük parçadan daha da küçük bir parçayı matematiksel olarak ekleyebilmektir Bu hesabın çok büyük bir tarihî değeri vardır Sonradan modern matematiğin gelişmesinin temelini oluşturmuş, Newton ve Leibniz'in bulduğu diferansiyel ve entegral hesap için iyi bir temel oluşturmuştur


Archimedes Parabolün Dörtgenleştirilmesi adlı kitabında, tüketme metodu ile bir parabol kesmesinin alanının, aynı tabana ve yüksekliğe sahip bir üçgenin alanının 4/3'üne eşit olduğunu ispatlamıştır


İlk defa denge prensiplerini ortaya koyan bilim adamı da Archimedes'dir Bu prensiplerden bazıları şunlardır:


1 Eşit kollara asılmış eşit ağırlıklar dengede kalır

2 Eşit olmayan ağırlıklar eşit olmayan kollarda aşağıdaki koşul sağlandığında dengede kalırlar: f a = f1 b


Bu çalışmalarına dayanarak söylediği "Bana bir dayanak noktası verin Dünya'yı yerinden oynatayım" sözü yüzyıllardan beri dillerden düşmemiştir


Archimedes, kendi adıyla tanınan sıvıların dengesi kanununu da bulmuştur Söylendiğine göre, bir gün Kral İkinci Hieron yaptırmış olduğu altın tacın içine kuyumcunun gümüş karıştırdığından kuşkulanmış ve bu sorunun çözümünü Archimedes'e havale etmiş Bir hayli düşünmüş olmasına rağmen sorunu bir türlü çözemeyen Archimedes, yıkanmak için bir hamama gittiğinde, hamam havuzunun içindeyken ağırlığının azaldığını hissetmiş ve "Buldum, buldum" diyerek hamamdan fırlamış Acaba Archimedes'in bulduğu neydi? Su içine daldırılan bir cisim taşırdığı suyun ağırlığı kadar ağırlığından kaybediyordu ve taç için verilen altının taşırdığı su ile tacın taşırdığı su mukayese edilerek sorun çözülebilirdi


Archimedes'in araştırmalarından önce, tahtanın yüzdüğü ama demirin battığı biliniyordu; ancak bunun nedeni açıklanamıyordu Archimedes'in bu kanunu doğada tesadüflere yer olmadığını, her zaman aynı koşullarda aynı sonuçlara ulaşılacağını göstermiştir Archimedes, yirmi üç yüzyıl önce, modern bilimsel yöntem anlayışına çok yakın bir anlayışla, bugün de geçerli olan statik ve hidrostatik kanunlarını bulmuş ve bu katkılarıyla bilim tarihinin en büyük üç kahramanından birisi olmaya hak kazanmıştır


wwwkimkimdirgentr

Alıntı Yaparak Cevapla

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...

Eski 08-16-2012   #30
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tarihe Yön Verenler - Tarihe Yön Verenler Hakkında...



Saddam Hüseyin (1937 - )

28 Nisan 1937'de Irak'ın Tikrit kasabasında fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Saddam Hüseyin, babasının ölümü nedeniyle annesi ve akrabaları tarafından büyütüldü Saddam'ın siyasetle tanışıklığı ilk gençlik günlerine kadar uzanıyor O günlerde kendini, Arap dünyasına egemen ulusçu-özgürlükçü ve anti emperyalist rüzgara kaptıran Saddam, genç yaşlarda Baas Partisi'ne katıldı 1956 yılında başarısız bir darbe girişiminde bulundu

Monorşinin sona ermesinden ardından Başbakan Abdül Kerim Hassam'ı öldürmek için oluşturulan bir suikast örgütünün içinde önemli bir rol oynadı Ancak bu olay açığa çıktı ve Saddam ülke dışına kaçmak zorunda kaldı 1963 yılında Baas Partisi* iktidara gelince ülkesine geri döndü Bu sırada kuzeni Sacide ile evlendi ve ikisi erkek üçü kız beş çocuğu oldu Ancak geçen yıllar Baas Partisi ile arasındaki farklılıklar derinleşmeye başladı Çatışmalar iyice sertleşince Saddam hapse atıldı

DARBE HAPİSTEN KURTARDI

1968 yılında yapılan darbe Saddam'ı da hapisen kurtardı Parti içinde hızla yükselen Saddam, taviz vermez kararlılığı ve sertliği sayesinde Baas'ın en önemli yapılarından olan Devrim Konseyi Kurulu'na girdi Zamanla konumunu iyice pekiştirdi ve Başkan Ahmed Hasan Bekri iktidarının perde arkasındaki asıl güç kaynağı oldu 1979 yılında ise bir darbeyle iktidara el koyarak 'perdeyi indirdi' İlk iş olarak da muhaliflerine karşı acımasız bir 'imha' kampanyası başlattı

Saddam iktidarını, güçlü bir istihbarat ağına dayanan baskıcı yöntemlere dayandırdı Sesini yükselteni öldürmekten hiç çekinmedi Bazen bu imha kampanyaları, Halepçe örneğinde olduğu gibi, tüm bir kente yönelik 'soykırım' haline de dönüştü

İKTİDAR HIRSININ FATURASINI HALKI ÖDEDİ

1980 yılında Saddam kendisini Arap dünyasının liderliğine taşıyacak, Batı'nın gözünde de vazgeçilmez kılacak bir fırsat gördüğünü sandı İran'da İslam Devrimi bütün hızıyla sürmükteydi Humeyni rejiminin başta ABD olmak üzere Batı ile ilişkileri giderek kötüleşiyor, İran, "'devrim ihracı' politikasıyla" tüm bölge için bir tehdit olarak algılanılyordu Saddam işte bu tesbite dayanarak İran'a savaş açtı Hesapları, bu savaşta Batı'nın desteğini kolayca alacağına ve çalkantılı günler geçiren İran'ın fazla direnemeyeceğine dayanıyordu

Savaşın ilk günlerinde Irak askerleri önemli bir su bölgesi olan Şatt el Arab'ı ele geçirdi Ama İran, Saddam'ın tahmin ettiğinden daha dişli çıktı Ve 8 yıl süren savaş yüzbinlerce insanın ölümüne yol açtı İki ülkenin ekonomisi de tahrip oldu Savaş bittiğinde her iki taraf da başlanılan noktadaydı Petrolün, gücünü elindeki tek güç olduğu için çok iyi bilen Saddam, İran Savaşı'ndan umduğu kazancı elde edemeyince gözünü Kuveyt'e çevirdi

2 Ağustos 1990 yılında Saddam'ın birlikleri Kuveyti işgal etti Bunun üzerine ABD öncülüğündeki müttefik kuvvetler Irak'a savaş ilan ettiler 16 Aralık 1990'da büyük bir bombardıman başladı ve bu bombardıman 27 Şubat 1991 yılında sona erdi Fakat o günden sonra ara ara da olsa bonbardıman sürdü 11 Eylül saldırılarından sonra da gözler yine Saddam'a döndü

Saddam Hüseyin yönetimi, 12 yıl süren BM ambargosunun ardından, 2003 yılının Mart ayında bu kez yalnızca ABD ve İngiltere tarafından oluşturulan koalisyonun başlattığı operasyonun ardından 9 Nisan 2003'te devrildi


Operasyonun başlamasıyla ortadan kaybolan Saddam Hüseyin'in nerede saklandığı bilinmiyordu

ABD'nin Irak'taki sivil yöneticisi Paul Bremer, 14 Aralık 2003 tarihinde düzenlediği basın toplantısıyla Irak'ın devrik devlet başkanı Saddam Hüseyin'in 13 Aralık gecesi Tikrit yakınlarında yakalandığını açıkladı Saddam Hüseyin, doğum yeri Tikrit'e 20 kilometre, El Oca'ya 6 kilometre uzaklıktaki El Dor kasabasında, sık hurma ağaçlarının bulunduğu düz bir alandaki El Hadra bahçesinde bir sığınakta ele geçirildi


Irak'taki Amerikan güçlerinin komutanı İspanyol General Ricardo Sanchez, Bağdat'ta düzenlediği basın toplantısında, Saddam'ın bir çiftlikteki 2 metre derinliğinde bir çukurda yakalandığını söyledi Ricardo Sanchez, havalandırma sistemi bulunan çukurun girişinin tuğla ve çöplerle kamufle edildiğini ve çukurda sadece bir kişilik yer olduğunu belirtti Saddam Hüseyin yakalandığı sırada yanında 750 bin dolar, iki kalaşnikof ve bir tabanca bulunuyordu


Saddam Hüseyin'in kimliğinin belirlenmesine, 7 aydır tutuklu bulunan eski başbakan yardımcısı Tarık Aziz'in yardım ettiği bildirildi Irak'taki ABD öncülüğündeki yönetimin adının açıklanmasını istemeyen bir yetkilisi, Reuters'a yaptığı açıklamada, ''Saddam'ın kimliği Tarık Aziz'in yardımıyla belirlendi'' dedi, ancak ayrıntılı bilgi vermedi Bir zamanlar Saddam'ın en yakın yardımcılarından olan Aziz, Temmuz'da ABD güçlerinin operasyonunuda öldürülen Saddam'ın oğulları Uday ve Kusay'ın cesetlerinin teşhisinde de yardımcı olmuştu


SADDAM HÜSEYİN HANGİ SUÇLARDAN YARGILANACAK?


Irak’ın devrik lideri Saddam Hüseyin, 24 yıllık iktidarında meydana gelen bir dizi saldırı ve katliam suçlarından sorumlu tutularak yargılanacak Saddam Hüseyin’in mahkemeye çıkarılması durumunda hakkında açılacak davada, suçlar şunlar:


İRAN-IRAK SAVAŞI: Irak 1980’de, İran İslam Devrimi’nden sonra küçük çaplı sınır çatışmalarından sonra İran’ı işgal ederek savaşı başlattı 1988’de BM arabuluculuğunda sona erdirilen savaş sonucunda en az 1 milyon kişi hayatını kaybetti Basra Körfezi’nin çıkışında İran’ın petrol dolum tesislerinin bulunduğu Harg Adası’nı bombalayan ve işgal eden Irak, 8 yıllık savaş sırasında İran’a karşı “sinir gazı” da kullandı


HALEPÇE KATLİAMI: Irak Kürtleri, 1988’de özerklik taleplerini artırınca, Irak güçleri Halepçe’de siyanür gazı kullanarak kadın-çocuk 5 bin sivilin ölmesine neden oldu “Kimyager Ali” olarak bilinen General Ali Hasan El Mecid, Kürtleri kendi köylerinden çıkarmak için kimyasal silah kullandı Binlerce Kürt, köylerinden uzaklaştırılarak “yeniden yerleşim kampı” denilen bölgelerde yaşamak zorunda bırakıldı 1991’deki “Körfez Savaşı” sırasında ise, onbinlerce Kürt öldürüldü ya da hapsedildi, 1 milyona yakını ülkeden kaçtı


KUVEYT’İN İŞGALİ: Saddam Hüseyin’in komutasındaki Irak ordusu, Kuveyt’i işgal ederek “Körfez Savaşı”nın başlamasına neden oldu Iraklı askerler, Kuveyt’ten çekilirken yüzlerce Kuveytli’yi esir alarak Bağdat’a götürdü, kenti yağmaladı Savaş sırasında 700’den fazla petrol kuyusu ateşe verildi, petrol boru hatları açılarak Körfez ve su kaynakları kirletildi


CİNAYETLER VE İŞKENCE: Irak’ta, onbinlerce insanın gömüldüğü düşünülen 270 toplu mezar olduğuna dair kanıtlar bulunuyor BM İnsan Hakları Komisyonu, 2001’de Irak yönetimini, “suçlulara karşı geniş çaplı, sistematik işkence ve acımasız, insanlık dışı cezalar uyguladığı” için kınadı Rejimin uyguladığı işkence yöntemleri arasında “askıya almak, dayak, tecavüz ve canlı insanları yakmak” olduğu bildiriliyor 1979 İran İslam Devrimi’ne destek verdikleri gerekçesiyle tutuklanan binlerce Şii’nin akıbetleri bilinmiyor Saddam Hüseyin 1979’da iktidarı ele geçirdiğinde, partinin yüzlerce üst düzey üyesi hapse atıldı ya da idam edildi


KİTLE İMHA SİLAHLARI: Saddam Hüseyin 1990’larda kitle imha silahları üretmesi konusunda yasaklara uymayarak, uluslararası topluma ve Birleşmiş Milletler’e meydan okudu Irak devlet başkanının, Irak’ta bulunan koalisyon güçlerine karşı saldırılardaki muhtemel işlevi de, yargılanması için bir gerekçe olabilecek

wwwkimkimdirgentr

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.