Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ahzab, fizilalil, kuran, kutub, seyyid, suresi, tefsiri

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #16
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



32- "Ey Peygamber hanımları! Eğer Allah'tan sakınıyorsanız sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz Sözü yumuşak, tatlı bir eda ile söylemeyin ki, kalbinde hastalık bulunan kimse kötü şeyler ümit etmesin, daima ciddi ve ağır başlı söz söyleyin "

33- "Evlerinizde oturun, ilk cahiliye dönemi kadınlarının açılıp-saçılması gibi açılıp-saçılmayın Namaz kılın, zekat verin, Allah'a ve Peygamberine itaat edin Ey ehl-i beyt (Ey Peygamberin ev halkı) şüphesiz Allah sizden pisliği giderip sizi tertemiz yapmak ister '

34- "Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın, şüphesiz Allah latiftir, her şeyden haberdardır "

İslam geldiği zaman -o günkü diğer toplumlar gibi- Arap toplumu da kadına bir zevk ve cinsel doyum aracı olarak bakıyordu İnsanlık bakımından onu aşağı bir düzeyde görüyordu

Yine islam geldiği zaman, cinsel ilişkilerde bir tür anarşizmin egemen olduğunu gördü Daha önce bu surede değinildiği gibi aile düzeninin kokuştuğunu, bozulduğunu gördü

Bunun yanı sıra iğrenç bir cinsel anlayış, güzellikten zevk alma duygusunun alçalması, sadece bedensel açlığın giderilmesi ile ilgilenme, yüksek, sakin ve tertemiz güzelliğe ilgi duymama gibi aşağılayıcı özellikler kol geziyordu Bu sapıklıklar kadının bedenini konu alan cahiliye şiirinde, sadece kadının bedeninin kaba yerleri ile ve kaba anlamları ile ilgilenişinde kendini göstermektedir

İslam gelince ilk iş olarak toplumun kadına bakışını yükseltti İki cins arasındaki ilişkilerde insani yönü ön plana çıkardı Çünkü kadın-erkek arasındaki ilişki sadece bedenin açlığını gidermek, et ve kanın heyecanını dindirmek demek değildir Bu, bir tek nefisten meydana gelen iki insani varlığın (kadın ve erkeğin) birleşmesidir Bu iki cins arasında sevgi ve şefkat vardır, birleşmelerinde huzur ve rahat vardır Ayrıca bu birleşmenin bir hedefi vardır ve bu hedef, insanın yaratılmasına, yeryüzünün imarına ve insanın bu yeryüzüne Allah'ın yasası uyarınca halife olarak atanmasına ilişkin yüce Allah'ın iradesi ile bağlantılıdır

Aynı şekilde islam aile bağlarını yeni baştan düzenler Aileyi toplumsal düzenin temeli olarak öngörür Kuşakları doğup geliştiği bir yuva kabul eder Bu yüzden bu yuvanın korunması, gözetilmesi, onun atmosferini kirleten her türlü duygu ve düşünceden arındırılması için geniş önlemler alır

Aile hukuku, islam hukukunun önemli bir kısmını oluşturur Yine Kur an ayetlerinin hatırı sayılır bir bölümü ailesel sorunlarla ilgilidir Aile düzenine ilişkin yasamaların yanı sıra, toplumun dayandığı bu başlıca temelin güçlendirilmesi amacı ile, özellikle ruhsal temizliğe ve iki cins arasındaki ilişkilerin arındırılmasına, bu ilişkinin her türlü çirkinlikten korunmasına, hatta salt bedensel ilişkilerde bile kaba şehvetten arındırılmasına yönelik kesintisiz direktifler de islam eğitim yönteminin önemli bir parçasını oluşturur

Bu surede de toplumsal düzenlemeler ve aile meseleleri büyük bir yer kaplamaktadır Şu anda ele almakta olduğumuz bu ayetlerde Peygamber efendimizin eşlerinden söz edilmektedir Bu ayetlerde onların insanlarla ilişkilerine, kendileri ile ilgili meselelere, Allah'la ilişkilerine ilişkin bir direktif yer almaktadadır Bu direktifte yüce Allah onlara şöyle seslenmektedir: "Ey ehl-i beyt! Şüphesiz Allah sizden pisliği giderip sizi tertemiz yapmak ister"

Şu halde yüce Allah'ın onlara sözünü ettiği ve onlara uygulattığı pisliği giderme ve arınma yöntemlerine bakalım Onlar ehl-i beyttir Hz Peygamberin eşleridirler Yeryüzünün tanıdığı en temiz, en iffetli kadınlardır Onlar dışında-ki kadınlar Hz Peygamberin himayesinde, yüce hanesinde yaşayan bu kadınlardan daha çok bu yöntemlere muhtaçtırlar

Yüce Allah önce işgal ettikleri yerin büyüklüğünü, konumlarının yüceliğini, bütün kadınlardan üstün oluşlarını, bu konumları ile tüm dünya kadınların-dan farklı oluşlarını hatırlatıyor Ama bu seçkin yerin hakkını vermelerini, tüm gereklerini eksiksiz yerine getirerek bu seçkin yerde bulunmalarını şart koşuyor:

"Ey Peygamber hanımları! Eğer Allah'tan sakınıyorsanız, sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz"

Sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz, ama eğer sakınırsanız Bulunduğunuz yere hiç kimse size ortak olamaz, kimseyle bu yeri paylaşmazsınız Ancak bu ayrıcalık takva ile mümkündür Çünkü mesele sırf Peygambere yakın olmakla bitmez Bu yakınlığın hakkını bizzat yerine getirmeniz gerekir

Onların yerine getirmek zorunda oldukları hak, bu dinin dayandığı kesin ve net hak ilkesidir Peygamber efendimiz kendisine yakın oluşlarına aldanma-maları, bu yakınlığın Allah katında kendilerine bir yarar sağlayamayacağı hususunda ailesine seslenirken bu ilkeyi vurguluyordu: "Ey Muhammed kızı Fatıma! Ey Abdulmuttalib'in kızı Safıye! Ey Abdulmuttalip oğulları! Allah'a karşı size hiçbir yardımım dokunamaz Ama malımdan dilediğinizi isteyebilir-siniz" (Müslim)

Bir başka rivayete göre Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: "Ey Kureyşliler,kendinizi ateşten kurtarınız Ey Abdulmuttalip oğulları kendinizi ateşten kurtarınız Ey Muhammed'in kızı Fatıma, kendini ateşten kurtar Çünkü ben, Allah'a andolsun ki, Allah'a karşı size hiçbir yardımda bulunamam Ancak siz benim akrabalarımsınız, bu konuda üzerime düşeni yapacağım" (Müslim ve Tirmizi)

Ayet-i kerime onların takva sayesinde hakettikleri derecelerini açıkladık-tan sonra, yüce Allah'ın ehli beytten biri, pisliği gidermek, onları arındırmak için kullanmak istediği yöntemleri açıklıyor:

"Sözü yumuşak, tattı bir eda ile söylemeyin ki, kalbinde hastalık bulunan kimse kötü şeyler ümit etmesin"

Burada Peygamber efendimizin eşlerinin yabancı erkeklerle konuştukları zaman, erkeklerin şehvetlerini uyandıracak, duygularını tahrik edecek, kalplerin hastalıklarını ümitlendirecek, arzularını heyecanlandıracak şekilde yumuşak ve tatlı bir eda ile konuşmaları yasaklanıyor

Peki yüce Allah'ın bu tür bir davranıştan sakındırdığı bu kadınlar kimlerdir? Bunlar Hz Peygamberin hanımları ve mü'minlerin analarıydı Ve bunlara ilişkin olarak ilk akla gelen düşünce, hiç kimsenin onlar hakkında kötü bir düşünce beslemeyeceği, hiçbir hasta kalbin kötü bir ümide kapılmayacağıdır Herhangi dönemde oluyor bu sakındırma? Hz Peygamberin döneminde Gelmiş geçmiş bütün yüzyıllar içinde insanlığın en seçkin, en temiz döneminde Ne var ki erkekleri ve kadınları yaratan Allah, eğer yumuşak konuşur ve kelimeleri tatlı ve ince bir edayla çıkarırsa kadının sesinde erkeklerin kalplerindeki ümidi harekete geçiren, fitne ateşini alevlendiren bir özellik olduğunu biliyor Ayrıca Peygamberin hanımı da olsa, mü'minlerin anası da olsa herhangi bir kadın karşısında tahrik olan, kötü ümitlere kapılan hasta kalpli insanların her dönemde ve her toplumda mevcut olduklarını biliyor Bu yüzden tahrik edici sebepler temelden ortadan kaldırılmadıkları sürece pislikten temizlenmek, kirden arınmak mümkün değildir

Ya içinde yaşadığımız şu günlere ne demeli? Fitnenin kol gezdiği, şehvetlerin tahrik olduğu, cinsel arzuların açıkça sergilendiği bu hasta, kirli ve aşağılık çağımızda ne yapmalı? İçindeki her şeyin insanı baştan çıkardığı, şehvet duygusunu kamçıladığı, içgüdüleri uyandırdığı, kızgın cinsellik ateşini körüklediği bir atmosferde yaşayan bizler ne yapmalıyız? Kadınların kırıtarak konuştuğu, seslerini alabildiğine tahrik edici bir tonda çıkardığı, kadınlığın tüm baştan çıkarıcı unsurlarım, seksi çağrıştıran tüm imalı davranışları, şehvetin ateşini alevlendiren tüm tavırları konuşmalarına ve nağmelerine yansıttığı bu toplumda, bu çağda, bu atmosferde ne yapmalıyız? Bu kadınlar nerede, temizlik nerede? Böylesine kirli bir atmosferde temizlik nasıl varlığını koruyabilir? Çünkü bizzat günümüzün kadınları, davranışları ile ve sesleri ile yüce Allah'ın seçkin kulların-dan uzaklaştırmak istediği pisliklerdir

"Daima ciddi ve ağır başlı söz söyleyin"

Bundan önce yüce Allah onların yumuşak ve edalı söz söylemelerini yasaklamıştı Şimdi de ciddi meselelerde söz söylemelerini, çirkin sözleri ağızlarına almamalarını emrediyor Çünkü konuşmanın konusu da tıpkı konuşmada kullanılan kelimeler gibi cinsel arzuları uyandırabilir Bu yüzden er veya geç peşinden başka bir şeyin gelmemesi için bir kadınla yabancı bir erkek arasında nağmeli ve imalı bir konuşma, şakalaşma ve eğlenme, tatlı tatlı sohbet etme ve mizah olmamalıdır

Her şeyi yaratan, yarattıklarını ve yapısal özelliklerini bilen yüce Allah'tır Mü'minlerin tertemiz annelerine bunları söyleyen Gelmiş geçmiş tüm zamanların en iyisinde yaşayan insanlarla konuşurken herhangi bir çirkin eğilime im-

kan vermemek için

"Evlerinizde oturun"

Ayetin orjinalinde geçen (Vakarna) kelimesi fiilinden türemiş ve ağırlaşmak, oturmak anlamına gelir Fakat bu kesinlikle sürekli evlerde oturacakları ve hiçbir zaman dışarı çıkmayacakları anlamına gelmez Bu, ha-yatlarında aslolanın evler olduğuna ilişkin latif bir işarettir Onların yeri evlerdir, onların dışındakiler içinde ağırlaşmadıkları, sürekli kalmadıkları geçici şeylerdir O tür yerlerde ihtiyaç duydukları kadar kalır sonra da asıl yerlerine dönerler

Ev kadının sığınağıdır Orada yüce Allah'ın dilediği şekliyle asıl kişiliğini bulur: Bu sayede çirkinleşmeden, sapmadan, lekelenmeden, yüce Allah'ın fıtratına uygun olarak hazırladığı görevinin dışındaki alanlarda boşuna çırpınıp yorulmadan tertemiz bir hayat sürdürür

"İslam, aile için gerekli olan atmosferi hazırlamak, orada doğan yavruların güvenli bir ortamda gelişmelerini sağlamak için evin geçimini erkeğe yüklemiştir Annenin zavallı yavrucağıza gönül huzuru içinde vakit ayırabilmesi, gerekli emeği sarf edebilmesi, annenin yuvaya gerekli olan sevgi, şefkat ve huzurlu bir düzen verebilmesi için ailenin maddi geçimini erkeğe farz kılmıştır Çünkü iş ve kazanç peşinde koşan, bunun sonucu bitkin düşen, hareketleri iş saatleri ile sınırlı bulunan, tüm gücünü ve enerjisini işi için harcamak zorunda olan bir annenin eve gerekli olan kokuyu, havayı vermesi mümkün değildir Ev içindeki küçüklerin hakkı olan bakım ve gözetimi gereği gibi yapması imkansızdır Memur ve işçi kadınların evlerindeki atmosfer otel ve hanlarınkinden farksızdır Oralarda ev havası bulunmaz Çünkü gerçek bir evi ancak kadın oluşturabilir Bir yerde kadın olursa ev kokusu yayılabilir Evin o huzur veren sıcaklığını ancak anne sağlayabilir Vaktini, emeğini ve ruhsal enerjisini işine harcayan bir kadın, veya bir eş ya da bir anne evin havasına sadece bitkinlik, yorgunluk ve bezginlik katar

"Kadının çalışmak için evin dışına çıkması ev için bir felakettir Fakat zorunlu durumlarda bu gerekebilir Fakat böyle bir şeye gerek duymadan geçimlerini sağlamak mümkünken insanların isteyerek böyle bir yola başvurmaları kötülüğün kol gezdiği, dejenere olmuş sapık çağlarda ruhlara, vicdanlara ve akıllara isabet eden bir lanettir"

Kadının iş haricinde evin dışına çıkması Erkeklerle içiçe eğlencelere dalmak için sokağa çıkması Kadınlı erkekli balolara, parti ve toplantılara katılması ise, insanlığı hayvanların düzeyine indiren bir bataklığa yuvarlamaktır

Kuşkusuz Peygamber efendimiz döneminde kadınlar yasal bir engelleme söz konusu olmaksızın Peygamberimizin mescidinde namaz kılmak için evlerinden dışarı çıkarlardı Ama o zaman iffet vardı, kalplerde Allah korkusu yer etmişti Ayrıca kadınlar namaz için evlerinden dışarı çıktıkları zaman örtülerine bürünürlerdi Hiç kimse onları tanımazdı Vücutlarının baştan çıkarıcı yerlerini göstermezlerdi Bununla beraber Hz Aişe ra Peygamber efendimizin vefatından sonra kadınların namaz için evlerinden dışarı çıkmalarını hoş karşılamamıştır

Buhari ve Müslim'de Hz Aişe'den aktarılan şöyle bir söz vardır: "Mü'minlerin kadınları, Peygamber efendimizle birlikte sabah namazını kılar sonra da evlerine dönerlerdi Fakat örtülerine bürünürlerdi ve hiç kimse sabahın alacakaranlığında onları tanımazdı"

Yine Buhari ve Müslim'de Hz Aişe'nın şöyle dediği anlatılır: Eğer Resulullah kadınların şimdi yaptıklarını görseydi, İsrailoğullarının kadınlarının mescidlerinden alıkonuldukları gibi onları da mescidlere gelmekten alıkordu" Hz Aişe'nin sağlığında kadınlar ne yapıyorlardı acaba? Peygamberimizin onları mescide gelmekten alıkoyacağını düşünmesine neden olacak ne gibi bir davranış sergilemişlerdi? Ya bugünlerde gördüklerimiz karşılaştırıldığında onların yaptıklarının bir önemi kalır mı acaba?

"İlk cahiliye dönemi kadınlarının açılıp-saçılması gibi açılıp-saçılmayın"

Bu yasaklama, evlerinde oturmalarına ilişkin emirden sonra, dışarı çıkmak zorunda kaldıkları durumlar içindir Cahiliye döneminde kadınlar açılıp saçılırlardı Ne varki, cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçılmasına ilişkin olarak tüm anlatılanlar günümüzün çağdaş cahiliyesindeki açılıp saçılmalarla karşılaştırıldığında çok basit kalıyor veya daha iffetli gibi görünüyor

Mücahid şöyle der: Kadın evinden çıkar erkekler arasında dolaşırdı İşte cahiliye döneminin açık sapıklığı buydu

Katade ise şöyle der: Kırıtan ve şivekâr bir yürüyüşleri vardı Yüce Allah bunu yasakladı

Mukatil b Hayyan ise "Açılıp-saçılmaktan maksat şudur: Onlar başlarına örtülerini atarlardı ama uçlarını bağlamazlardı Böylece gerdanlıkları, küpeleri ve boyunları bütünüyle görünecek şekilde açıkta kalırdı İşte ayette söz konusu edilen açılıp saçılma budur"

İbn-i Kesir de tefsirinde şöyle der: Cahiliye döneminde kadın göğsünün üzerinde herhangi bir örtü olmaksızın erkekler arasında dolaşırdı Bazan boyun, saçlarının uçları ve kulağındaki küpeler açıkta kalırdı Bu yüzden yüce Allah mü'min kadınlara bedenlerini örtmelerini ve dikkat çekici davranışlardan kaçınmalarını emretti

İşte Kur'an-ı Kerim'in ele alıp düzelttiği cahiliye dönemi açılıp saçılmalarına bazı örnekler Bununla islam toplumunun cahiliyenin kalıntılarından arındırılması, tahrik edici unsurların, baştan çıkarıcı etkenlerin toplumdan uzaklaştırılması, aynı şekilde toplumun âdâbının, düşüncesinin, duygu ve zevkinin yükseltilmesi hedeflenmiştir

Zevkini diyoruz, çünkü çıplak bir bedenin baştan çıkarıcı çekiciliğinden duyulan insani zevk ilkel ve kaba bir zevktir Hiç kuşkusuz bu zevk, huzur veren utanmanın, güzelliğinden, ruh güzelliğinden, iffet ve duygu güzelliğinden alınan zevkin yanında çok aşağı bir düzeyde kalır

Bu ölçü, insanlık düzeyinin yüceliğini ve ilerlemişliğini öğrenmek bakımından yanılmazdır Çünkü utanma, haya duyma güzeldir Hem de gerçek ve yüce bir güzelliktir Ancak bu üstün güzelliği kaba cahili zevke sahip kimseler algılayamaz Onlar çıplak etin güzelliğinden başkasını göremezler, açık-saçık etin baştan çıkarıcı fısıldamasından başkasını duyamazlar

Kur'an-ı Kerim cahiliyenin açık-saçıklığına işaret ediyor ve bu açık-saçıklığın bir cahiliye kalıntısı olduğu mesajını veriyor Cahiliye dönemini geride bırakanların bunları aşmalarının gerektiğini duygu, düşünce ve davranış biçimlerinin cahiliyeninkinden üstün olması gerektiğini vurguluyor

Cahiliye zaman içindeki belli bir dönem değildir Cahiliye belli bir hayat düşüncesi olan belli bir toplumsal durumdur Bu düşünce ve bu durum herhangi bir zamanda herhangi bir yerde ortaya çıkabilir Bir yerde bunların ortaya çıkması cahiliyenin varlığının kanıtıdır

Bu ölçüden hareketle anlıyoruz ki, şu anda biz, insanlık bakımından aşağının aşağısı bir bataklığa yuvarlanmış, kaba duygulu, hayvan düşünceli, kör bir cahiliye döneminde yaşıyoruz Böyle bir hayatı yaşayan ve yüce Allah'ın insanlar için kirden, pislikten arınma, ilk cahiliye hayatından kurtulma aracı kıldığı temizlik ve arınma yöntemlerine başvurmayan bir toplumda temizliğin, bereketin ve arınmışlığın söz konusu olamayacağını anlıyoruz Bu yüzden yüce Allah -temiz, arı ve aydınlık bir hayat yaşamalarına rağmen- en başta Peygamber efendimizin ehl-i beytinin bu yöntemleri uygulamasını istiyor

Kur'an-ı Kerim Peygamber efendimizin hanımlarını bu yöntemlere yöneltiyor, ardından kalplerini yüce Allah'a bağlıyor, bakışlarını aydınlık ufka yükseltiyor Onlar yollarını aydınlatan nuru, bu aydınlık ufkun merdivenlerini tırmanmaları için gerekli olan yardımı buradan alıyorlardı:

"Namaz kılın, zekat verin, Allah'a ve Peygamberine itaat edin"

Allah'a kulluk, toplumsal hayat tarzından ve hayatta uyulan ahlâk kurallarından soyutlanamaz Allah'a kulluk sözünü ettiğimiz aydınlık düzeye yükselmenin yoludur, yolcu için gerekli olan yol azığıdır Şu halde insana destek ve yol azığı bahşeden Allah'a bağlılık kaçınılmazdır Kalbin arınıp temizlenmesi için Allah'a bağlanmak şarttır Ferdin insanların geleneklerinin, toplumun göreneklerinin, çevrenin baskısının üstüne çıkabilmesi; insanlardan, toplumdan ve çevreden daha üstün ve daha doğru bir yolda olduğunu düşünmesi için Allah'a bağlılık zorunludur Bu durumdaki bir fert kendisinin gördüğü nura doğru başkalarına öncülük etmeye layıktır Yoksa başkalarının onu karanlıklara ve cahiliyeye sürüklemeleri uygun değildir Çünkü Allah'ın yolundan saptıkça hayat, cahiliye bataklığında boğulur

İslam, bir çok ibadet şekillerinden, davranış ve ahlâk kurallarından, yasa ve düzenlemelerden oluşan bir bütündür Ama bütün bunları inanç çerçevesi içinde birleştirir Bunların her birinin inanç sisteminin gerçekleşmesinde üstlendiği bir rolü vardır Hepsi de aynı amaca yönelik olarak bir ahenk oluştururlar İşte bu bütünlük ve ahenk bu dinin genel yapısını meydana getirirler Bunlar olmaksızın bu dinin yapısı meydana gelmez çünkü

Peygamber efendimizin saygın ev halkına (ehl-i beyt) yönelik duygusal, ahlaki ve davranış kuralları ile ilgili direktiflerin sonunda namaz kılmaya, zekat vermeye ve Allah'a ve Peygamberine uymaya ilişkin bir,emrin yer alması da bu yüzdendir Çünkü ibadet ve itaat olmaksızın bu direktiflerin hiçbiri yerine gelmez, amacına ulaşmaz Kuşkusuz bütün bunlar bir hikmete, bir amaca ve bir hedefe yöneliktir:

"Ey ehl-i beyt! Şüphesiz Allah sizden pisliği giderip sizi tertemiz yapmak ister"

Bu ifadede bir çok mesaj var Hepsi de şefkat, sevgi ve dostluk yüklü Burada yüce Allah evi nitelendirmeden, kime ait olduğunu belirtmeden "ehl-i beyt" diye isimlendiriyor onları Sanki şu yeryüzünde bu nitelendirmeyi hakkeden tek ev buymuş gibi Bu yüzden "el-beyt" dendimi tanınmış, bilinmiş, belirtilmiş demektir Kâbe için de böyle denir Beytullah, Allah'ın evi O da el-beyt, Beytul haram (dokunulmaz ev) olarak isimlendirilmiştir Peygamber efendimizin evinin bu şekilde nitelendirilmiş olması, yüce Allah'ın ona kazandırdığı büyük bir saygı, onur ve seçkinliktir

Yüce Allah şöyle diyor: "Ey ehl-i beyt! Şüphesiz Allah sizden pisliği giderip sizi tertemiz yapmak ister" İfadede, yükümlülüğün nedeninin ve hedefinin açıklanmasından dolayı Peygamberimizin ehl-i beytine yönelik bir iltifat vardır Bu iltifat, onlara şu mesajı veriyor: Yüce Allah bizzat onlarla ilgileniyor, onları temizlemek, pisliği gidermek istiyor Bu, doğrudan doğruya şu evin halkına yönelik yüce bir gözetimdir Bu sözleri söyleyenin kim olduğunu düşündüğümüz zaman Şu evrenin Rabbi Bütün evrene "Ol" deyince, hemen "olu-veren" Ulu ve kerem sahibi Allah Her şeyi boyunduruğu altına alıp kont-rol eden Her şeyden üstün olan Caydırıcı güce sahip olan Her şeyden büyük olan Allah Bu sözleri söyleyenin kim olduğunu düşündüğümüz zaman, ehl-i beyte yönelik bu büyük lütfun boyutunu kavrarız

Yüce Allah bunu, yüceler aleminde, şu yeryüzünde; her bölgede ve her an, her saniye okunan, milyonlarca kalbin onunla ibadet ettiği, milyonlarca dudağın onunla hareket ettiği kitabında söylüyor

Sonu itibariyle yüce Allah bu emir ve direktifleri ehl-i beytten pisliğin giderilmesi ve onların arınması için araç olarak sunuyor "Tathir" kelimesi "Tatahhur kelimesinden gelir Pisliği gidermek ise, insanların bizzat başvurdukları pratik hayatlarında uyguladıkları yöntemlerle gerçekleşir İslamın yolu budur Vicdanda bilinç ve takva Hayatta da davranış ve hareket Bunların ikisi bir araya gelince islam tamamlanır İslam'ın bu hayattaki hedef ve amaçları bunların ikisi ile gerçekleşir

Peygamber efendimizin eşlerine yönelik bu direktiflerin sonu başlangıçta-ki gibi bağlanıyor Burada da tıpkı başlangıçtaki gibi bulundukları saygın yerleri, başka kadınlardan ayrıcalıklı oluşları, Peygamber efendimizin yanındaki yerleri, yüce Allah'ın kendilerine büyük bir nimette bulunarak evlerini Kur'an Ve hikmetin indiği, nur, hidayet ve imanın parladığı bir makam haline getirmesi hatırlatılıyor:

"Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın"

Kuşkusuz bu, büyük ve onurlu bir nimettir İnsanın bu nimette somutlaşan yüce kadri hissetmesi, buradaki Allah'ın bağışını hayal etmesi, hiçbir nimetin değerine ulaşamadığı eşsiz nimetin kıymetini algılayabilmesi için hatırlatılması yeterlidir

Aynı şekilde bu hatırlatma da, Peygamber efendimizin hanımlarının dün-ya hayatının nimetleri ve süsleri ile Allah, Peygamberi ve ahiret yurdu arasında tercih yapmaları durumunda bırakılmaları hususu ile başlayan kitabın sonunda yer alıyor Böylece yüce Allah'ın onlara ayrıcalıklı kıldığı nimetin büyüklüğü ile bütün güzellik ve süsleri ile birlikte dünya hayatının basitliği, değersizliği gözler önüne seriliyor

İslam toplumunun temizlenmesinden ve toplum hayatının islamın getirdiği değerlere dayandırılmasından söz edilmişken -ki bu konuda kadın-erkek arasında bir fark yoktur Çünkü onlar bu noktada eşittirler- bu değerleri gerçekleştirecek nitelikler büyük bir dikkatle, bir sıralama içinde ve ayrıntılı olarak hatırlatılıyor:

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #17
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



35- "Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, boyun eğen erkekler ve boyun eğen kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazi erkekler ve mütevazi kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah'ı çok anan erkekler ve Allah'ı çok anan kadınlar; işte Allah bunlar için bağış ve büyük bir mükafat hazırlamıştır "

Bu ayette bir arada zikredilen bu birden fazla nitelikler müslümanın kişiliğinin oluşmasında birbirlerine yardımcı olurlar Bu nitelikler; islam, iman, boyun eğme, doğruluk, sabır, tevazu, Allah için malı harcamada bulunma, oruç, ırzı koruma ve Allah'ı çok anma şeklinde sıralanıyor Bu niteliklerin her birinin müslümanın kişiliğinin oluşmasında ayrı bir değeri vardır

İslam; teslim olmaktır İman ise, tasdik etmektir Bu iki nitelik arasında sağlam bir bağ vardır Veya biri diğerinin öteki yüzüdür Çünkü teslim olmak, tasdik etmenin gereğidir Teslim olmak gerçek anlamda tasdik etmekten kaynaklanır

Boyun eğmek ise; islam ve imandan kaynaklanan bir itaattir Ama içten gelen bir hoşnutlukla, dışarıdan gelen bir zorlama ile değil

Doğruluğa gelince; bu niteliğe sahip olmayan müslüman ümmetin saflarının dışına çıkar Yüce Allah'ın şu sözü bu gerçeği ifade etmektedir: "Yalanı, ancak Allah'ın ayetlerine inanmayanlar uydurur Onlar ise yalancıların ta kendileridirler" (Nahl Suresi, 105) Yalancı saftan, bu doğru ümmetin safından kovulmuştur

Sabır; bu niteliğe sahip olmadan bir müslüman inanç sistemini omuzlayamaz, bu inancın yükümlülüklerini yerine getiremez Bir müslüman attığı her adımda sabra muhtaçtır Nefsin ihtiraslarına karşı sabır Davetin zorluklarına karşı sabır İnsanların işkencelerine karşı sabır Kişilerin kaypaklıklarına, zayıflıklarına, sapıklıklarına ve dönekliklerine, renkten renge girmelerine karşı sabır İmtihanlara, denemelere, dinden döndürme amaçlı baskılara karşı sabır Bolluğa ve darlığa karşı sabır Evet bu zor ve meşakkatli iki olguya karşı sabır

Tevazu; kalp ve organları ilgilendiren bir nitelik Bu nitelik kalbin yüce Allah'ın ululuğundan etkilendiğini, onun heybetini ve korkusunu hissettiğini gösterir Allah için malı harcamada bulunma: Bu nitelik nefsin cimrilikten arındığının, insanlara karşı merhamet duygusu ile dolu olduğunun, müslüman toplum dayanışma içinde olduğunun, malin hakkını verdiğinin, nimeti veren Allah'a bağışından dolayı şükür ettiğinin göstergesidir

Oruç; Kur'an-ı Kerim orucun sürekli ve bir düzen içinde tutulmasına işaret etmek amacı ile onu mü'minlerin bir niteliği olarak sunuyor Oruç zorunlulukların üstüne çıkmaktır Hayatın sürmesi bakımından öncelikli bulunan ihtiyaçlara karşı sabır göstermektir İradeyi güçlendirmek ve beşeri varlık içinde insani unsurun hayvani unsura üstünlük kurmasını sağlamaktır

Irzı korumak; bu nitelikte temizlik vardır, insanın yapısındaki en köklü ve en güçlü eğilimi kontrol altına alma vardır Allah'ın yardım ettiği sakınan kimselerden başkasının gem vuramadığı azgın istekleri gemleme özelliği vardır Yine bu nitelikte, ilişkilerin belli bir düzene oturtulması, erkek ve kadının birleşmesinde et ve kanın heyecanından daha yüce duyguların hedeflenmesi, bu ilişkinin Allah'ın şeriatına ve yeryüzünün imarı, yeryüzündeki hayat düzeyinin yükseltilmesi amacı ile iki cinsin yaratılışındaki yüce hikmete uygunluğu göz önünde bulundurulur

Allah'ı çok anmak; bu nitelik insanın tüm hareketleri ile Allah inancı arasındaki bağlantıyı sağlayan halkadır Kalbin sürekli Allah'ı düşünmesidir Hiçbir düşünce ve harekette sağlam kulptan ayrılmamasıdır Kalbin, içine nur ve hayat akıtan Allah'ı anma duygusu ile parlamasıdır

Eksiksiz bir müslüman kişiliğin oluşması için birbirlerini bütünleyen bu niteliklere sahip olan kimseler için "İşte Allah bunlar için bağış ve büyük bir mükafat hazırlamıştır"

Böylece, surenin bu bölümünün baş taraflarında özel olarak Peygamber efendimizin eşleri söz konusu edilirken burada müslüman erkek ve kadınların nitelikleri, kişiliklerinin değişmez özelliklerine ilişkin konu genelleştiriliyor Bu âyette erkeğin yanında kadından da söz ediliyor Böylece islami pratiğin bir parçası olarak, kadının değerinin yükseltilmesi, toplum içinde kadına yönelik bakış açısının daha ileri düzeye götürülmesi, Allah'la ilişkide, temizlik, ibadet ve hayat içinde dengeli ve tutarlı bir davranış sergilemek bakımından bu inanç sisteminin yükümlülüklerini yerine getirmede erkekle eşit oldukları alanlarda hakkettiği yeri alması hedefleniyor

Bu bölümde islam toplumunun yapısını islam düşüncesinin ilkelerine göre düzenlemeyi amaçlayan yeni bir girişime tanık olacağız İlk önce surenin başında sözü edilen eski "evlat edinme" geleneğinin değiştirilmesi gündeme getiriliyor Yüce Allah bu islam öncesi geleneğini fiilen ortadan kaldırma görevini doğrudan doğruya Peygamberimizin omuzlarına yüklemiştir

Araplar, evlatlığın boşanmış eşi ile evlenmeyi tıpkı öz oğlun boşanmış eşi ile evlenmek gibi yasak sayıyorlardı Evlatlıkların boşanmış eşleri ile evlenmenin serbest olabilmesi için bu yeni kuralı uygulamaya koyan çığır açıcı bir örneğe ihtiyaç vardı İşte yüce Allah, Peygamberlik misyonunun bir uzantısı olan bu yükü yüklenmek üzere Peygamberimizi seçmişti Peygamberimizin bu konudaki tutumunu irdelerken şunu göreceğiz: O'ndan başka hiç kimse bu ağır yükü yüklenemezdi, O'nun dışında hiç kimse bu köklü geleneğe ters düşen uygulama ile toplumun karşısına çıkamazdı Bölümün ayetlerini incelerken dikkatlerimizi çekecek olan diğer bir nokta da şudur: Bu olaya ilişkin uzun bir değerlendirme ile vicdanlar yüce Allah'a bağlanmaya, müslümanlar ile Allah arasındaki ve kendi aralarındaki ilişkiler açıklanmaya ve Peygamberimizin onlara yönelik görevi belirtilmeye çalışılıyor Bütün bu çabaların amacı bu yeni uygulamaya yönelik psikolojik direnci kırmak, yüce Allah'ın bu yeni düzenlemeye ilişkin buyruğunun gönül hoşluğu ile ve teslimiyetle benimsenmesini sağlamaktır

Bu amaçla olayın ayrıntılarına girişmeden önce şu temel kural vurgulanıyor: Karar verme yetkisi yüce Allah'ın ve Peygamberimizin tekelindedir Yüce Allah ve Peygamberimiz herhangi bir konuda bir karar verdikten sonra erkek kadın hiçbir müminin bu kararın dışına çıkmaya yetkileri yoktur Bu vurgulamalı ifadeden aynı zamanda şunu anlıyoruz: Arapların köklü geleneklerine ve yıllanmış alışkanlıklarına ters düşen bu yeni uygulamayı topluma benimsetmek, hayli zor olmuştur

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #18
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



36- "Allah ve Resulü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir erkek ve kadına, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur Kim Allah'a ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur"

Elimizdeki güvenilir bilgiye göre bu ayet Cahş kızı Zeynep hakkında inmiştir Olay şöyle: Peygamberimiz, müslüman toplumun geçmişten devraldığı sınıf farklarını ortadan kaldırarak insanları tarak dişleri gibi eşitleştirmek ve Allah'tan korkma derecesi dışındaki sözde üstünlük derecelerini geçersiz kılmak istiyordu Oysa o günün toplumunda azad edilmiş köleler, efendiler zümresinden aşağıda bir sınıf sayılıyordu Peygamberimizin azadlık kölesi ve evlatlığı olan Zeyd b Harise de bu sınıfın bir üyesi idi Peygamberimiz bu eski kölesini Haşimoğullarının soylu bir kızı olan Cahş kızı Zeynep ile evlendirmeyi düşündü Böylece kendi ile çevresi içinde ve kendi insiyatifi ile sınıf farklılığını geçersiz kılarak toplumda tam bir eşitlik sağlamayı amaçlamıştı Bu sınıf farklılığı bilinci o kadar köklü ve o kadar katı idi ki, onu ancak Peygamberimizden kaynaklanan bir uygulama ortadan kaldırabilirdi Müslüman toplum bu uygulamayı örnek olarak kabul edebilecek ve bu sayede tüm insanlık bu yolda yürüyebilecekti

Konuya ilişkin olarak "İbn-i Kesir" tefsirinde şu satırları okuyoruz: "Allah ve Resulü bir işte hüküm verdiği zaman artık inanmış bir erkeğe ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur" ayeti hakkında Avfı, Abdullah b Abbas'a dayanarak şu açıklamayı yapıyor: Peygamberimiz, bir gün Cahş kızı Zeyneb'i evlatlığı Zeyd b Harise'ye istemeye gitti Zeynep "Ben onunla evlenmem" dedi Peygamberimiz "Hayır, onunla evleneceksin" dedi Bunun üzerine Zeynep "Öyleyse bu konuyu düşüneyim" dedi Tam onlar bu konuyu konuşurlarken yüce Allah, Peygamberimize "Allah ve Resulü bir işte hüküm verdikleri zaman" diye başlayan ayeti indirdi Bunun üzerine Zeynep, "Ya Resulallah, sen onunla evlenmemi uygun görüyor musun?" diye sordu Peygamberimizin "Evet, uygun görüyorum" demesi üzerine "Ben Allah'ın Resulüne karşı gelecek değilim, öyleyse onunla evleniyorum" dedi"

Öte yandan İbn-i Luhaya'nın, Ebu Amre yolu ile İkrime'ye dayandırarak verdiği bilgiye göre yine Abdullah b Abbas bu konuda şöyle diyor; "Peygamberimiz, Cahş'ın kızı Zeyneb'i, evlatlığı Zeyd b Harise ile evlendirmek istedi Fakat oldukça sinirli bir kadın olan Zeynep "Ben ondan daha soyluyum, diyerek bu teklifi reddetti Bunun üzerine "Allah ve Resulü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman" diye başlayan ayeti indirdi "

Mücahid, Katade ve Mukatil b Hayyan gibi ünlü tefsir bilginleri de bu ayetin, Peygamberimizin Zeyd b Harise ile evlenmesi yolundaki teklifini önce reddeden, fakat sonra kabul eden Cahş kızı Zeynep hakkında indiğini belirtmişlerdir

Yine "İbn-i Kesir" tefsirinde konu hakkında şu açıklamayı okuyoruz:

"Abdurrahman b Zeyd b Eslem diyor ki: Bu ayet, Ümmü Gülsüm bint-i Akabe b Ebu Muit adlı kadın hakkında inmiştir Bu kadın, Hudeybiyye barış antlaşmasından sonra Medine'ye göç eden ilk kadındı Peygamberimizin eşi olmak istemiş, Peygamberimiz bu teklifi önce kabul etmiş, fakat sonra kendisini evlatlığı Zeyd b Harise ile evlendirmek istemişti -Herhalde o sırada Zeyd, eşi Zeynep'ten ayrılmıştı- Fakat Ümmü Gülsüm ve erkek kardeşi Biz Peygamberimiz ile hısım olmak istiyorduk' diyerek bu teklifi soğuk karşılamışlardı Bunun üzerine Allah ve Resulü bir işte hüküm verdikleri zaman: diye başlayan ayet indi Arkasından Peygamber, müminler için canlarından önde gelir' diye başlayan daha geniş kapsamlı ayet indi (Ahzab Suresi, 6) İlk ayet somut bir olay hakkında indiği haldé bu ayet genel anlamlı idi"

Yine "İbn-i Kesir" tefsirinde konu hakkında şu açıklama ile karşılaşıyoruz: "İmam-ı Ahmed'in Abdurrezzak, Muammer ve Sabit Bennanı kanalı ile bildirdiğine göre sahabilerden Enes şöyle diyor: Peygamberimiz, Ensar'dan bir kadını, azadlı bir eski köle olan Culeybib adına kadının babasından istemişti Adam anasına danışayım' dedi Peygamberimiz iyi öyleyse, danış' dedi Adam karısına varıp olayı anlatınca kadın Hayır, olmaz Peygamber bula bula Culeybib'i mi buldu? Oysa biz kızımızı falancaya, filancaya bile vermeye razı olmamıştık' dedi O sırada kızları perde arkasından ana-babasının bu konuşmasını dinliyordu Babası durumu Peygamberimize bildirmeye gidince annesine Peygamberimizin emrine karşı gelmek mi istiyorsunuz? Eğer o bize o adamı uygun gördü ise bu evliliğe razı olun' dedi Kızın bu sözü ana-babasına dokundu Bunun üzerine Biz bu evliliğe razıyız' dediler Peygamberimiz Ben de bu evliliği uygun görüyorum' dedi Bunu duyan Medine Bu iş nasıl olur?' diye sokaklara döküldü Üzerlerine yürüyen Cüleybib bir süre sonra ölü olarak bulundu Çevresinde onun tarafından öldürülen birkaç müşrikin cesedi yatıyordu Sonradan bu kızın evinin Medine'nin en yoksul, en perişan evi olduğunu gözlerimle görmüştüm"

Okuduğumuz tarihi belgeler -eğer doğru iseler- bu ayeti Zeyd'in, Zeynep bint-i Cahş ile ya da Ümmü Gülsüm bint-i Akabe b Ebu Muit ile evlenmesi olayına bağlıyorlar

Konuya ilişkin üçüncü belgeye yer verişimizin sebebi şudur: Bu belge o günün toplumuna egemen olan ve islamın yıkmak istediği, Peygamberimizin değiştirmeyi fiilen, uygulamalı olarak üstlendiği zihniyeti ortaya koyuyor Bu uygulama, islam toplumunu islamın yeni zihniyetine ve yeryüzü değerlerine ilişkin bakış açısına göre düzenleme çabasının bir parçası idi Böylece islamın ruhundan kaynaklanan islam sistemine dayalı "özgürlük özlemi"nin önü açılmış oluyordu

Fakat ayet genel kapsamlıdır, herhangi bir somut olayla sınırlandırılamaz Bununla birlikte eski evlat edinme geleneğinin izlerini silme girişimi ile, boşanmış evlatlık eşleri ile evlenmeyi serbest bırakmakla ve Peygamberimizin, Zeyd'in eski eşi ile evliliği olayı ile de ilgili olabilir Bu son olay o günün toplumunda yadırgandığı gibi günümüze kadar bazı islam düşmanları tarafından Peygamberimize dil uzatma bahanesi olarak kullanılmış ve etrafında bir sürü masal örülmüştür

Bu ayetin iniş sebebi ister okuduğumuz belgelerdeki olaylar olsun, isterse Peygamberimizin Zeynep ile evlenmesi olsun, ortaya koyduğu temel kural, müslümanların vicdanlarında, pratik hayatlarında ve zihniyetlerinde derin etkiler meydana getiren, genel ve geniş kapsamlı bir devrim idi

İslam inanç sisteminin bu ilk müslümanların vicdanlarına tam anlamı ile yerleşmişti Vicdanlar bu ilkeyi özümlemiş, duygular bu ilkenin denetimine girmişti Bu ilke şöyle özetlenebilir: Müslümanların ne öz varlıkları ve ne de davranışları kendilerine ait değildi Hem öz varlıkları ve hem de ellerinde olan her şey yüce Allah'a ait idi O dilediği gibi onları yönetir, kendileri için neyi isterse onu seçerdi Onlar genel doğal yasalara göre işleyen şu koca evrenin bir parçası idiler Evrenin yaratıcısı ve yöneticisi, onları bu evren ile birlikte hareket ettiriyordu Koca evren senaryosu içindeki rollerini bölüştürüyor, evren sahnesindeki hareketlerini belirliyordu Onlar bu sahnede oynayacakları rolü kendileri seçemezlerdi Çünkü senaryonun tamamını bilmiyorlardı Onlar canlarının istediği hareketi seçemezlerdi Çünkü sevdikleri hareket, paylarına düşen rolle bağdaşmayabilirdi Onlar ne senaryonun yazarları ve ne de sahnenin rejisörleri idi Onlar sadece birer ücretli işçi idiler Yaptıkları işe karşılık ücretlerini alacaklardı Sonuç konusunda ne lehlerinde ve ne de aleyhlerinde bir rolleri yoktu

Böyle olunca özlerini gerçekten yüce Allah'a adamışlardı Özlerini tümü ile adamışlardı Öyle ki, benliklerinden kendilerine hiçbir şey kalmamıştı O zaman evren bütünün yapısı ile uyuma girdi Hareketleri evrenin genel dönüşü ile uyumluluk kazandı Gezegenler ve yıldızlar nasıl yörüngelerinde dönüyorlarsa onlar da yörüngelerinde döner oldular Hiçbiri yörüngesinden çıkmaya, evren bütünü ile uyumlu dönüşlerinin temposunu hızlandırmaya ya da yavaşlatmaya kalkışmıyordu

Öyle olunca yüce Allah'ın "kader"inin sonuçlarına, önlerine getirdiklerine gönülden razı oldular Çünkü yüce Allah'ın kaderinin her şeyi, herkesi, her olayı ve her durumu yönlendirdiğini Allah'a bir iç-bilinç ile kavradılar Bunun sonucu alarak yüce Allah'ın kendilerine yönelik kaderini güvenle, huzurla, sevinçle, geniş ufukla bir anlayışla kucakladılar

Gün geçtikçe yüce Allah'ın kaderinin sonuçlarını beklenmedik birer süpriz gibi karşılamaz oldular Duygusal reaksiyon yerine soğukkanlılığı, acı duyma yerine sabrı koydular Yüce Allah'ın kaderinin sonuçlarını, bu sonuçları bekleyen, gözleyen, onlarla önceden duygu dünyasında aşinalık kuran bilge bir kişinin olgunluğu ile benimsediler Onlar karşısında paniğe kapılmadılar, sarsılmadılar, yabancılık duygusuna kapılmadılar

Bundan dolayı istedikleri bir iş bir an önce olsun diye evren çarkının dönüşünün hızlanmasını istemeye kalkışmadılar Bir an önce gerçekleşmesini istedikleri bir amaçları uğruna olayların akışının yavaşlamasını dilemeye yönelmediler Bu amaçları çağrılarının başarısı ve egemen olması olduğu zaman bile bu soğukkanlılıktan ayrılmadılar Her zaman yüce Allah'ın kaderinin çizdiği yolda yürüdüler Bu yol kendilerini nereye götürürse götürsün, buna razı idiler, gönülden hoşnut idiler Kutsal amaçları uğrunda canlarını, emeklerini, mallarını feda ediyorlardı Ama aceleci olmuyorlar, sıkıntıya kapılmıyorlar, önemli bir iş yapıyormuş duygusunu kalplerine uğratmıyorlar, gururlanmıyorlar, hayal kırıklığına ve hayıflanma hissine yakalanmıyorlardı Kesinlikle inanıyorlardı ki, yaptıkları her iş yüce Allah'ın yapmalarını planladığı işti, yüce Allah neyi dilerse o olurdu ve her işin, her olayın belirlenmiş bir vadesi, bir vakti vardı

Onlar yüce Allah'ın "el"ine kayıtsız-şartsız teslim olmuşlardı Adımlarını bu el attırıyor, hareketlerini bu el yönlendiriyordu Onlar kendilerini güden bu ele güveniyorlardı Onun beraberliğinde rahattılar, kaygısız ve endişesizdiler Kendilerini yumuşak başlılıkla, hiç karşı koymadan ve hiç zorluk çıkarmadan bu "el''in güdümüne vermişlerdi

Bununla birlikte olanca güçleri ile çalışırlar, ellerindeki tüm imkanları kullanırlar, zamanlarını ve emeklerini boşuna harcamazlar, amaçlarına ulaşmak için her çareye, her yola başvururlardı Sonra yapamayacakları işlere kalkışmazlardı Hiçbir zaman "insan" olduklarını unutmazlar, insan olmaktan kaynaklanan niteliklerini göz ardı etmezler, güçlerinin ve zaaflarının sınırlarını aşarak insanüstü varlıklarmış gibi görünmeye kalkışmazlardı Sahibi olmadıkları duyguların ve güçlerin sahipleriymiş gibi davranmazlar, yapmadıkları ile övülmek istemezlerdi, sadece yapabildiklerini söylerler, palavra atmazlardı

Bir yandan yüce Allah'ın "kader"ine mutlak anlamda teslim olmuşlarken öbür yandan olanca güçlerini seferber ederek çalışıyorlar ve güçlerinin tükendiği noktada gönül rahatlığı içinde durmasını biliyorlardı Bu duyarlı denge o seçkin insanlardan oluşmuş toplumun hayatına damgasını basmış belirgin ayrıcalığı idi Onları dağların bile taşımaktan çekindikleri bu ağır yükü, yani bu inanç sisteminin yükünü taşımaya ehil kılan faktör işte bu kişiliklerine damgasını basan duyarlı denge idi

İlk müslümanlar bu ön sıradaki islam ilkesini vicdanlarının derinliklerine sindirebildikleri için tarihte okuduğumuz o olağanüstü başarıları kazanmışlardı Onlar hem "bireysel" düzeyde hem o günkü insanlık camiasının parçasını oluşturan bir "toplum" olarak olağan-üstü başarılar göstermişlerdi Bu kurala sıkıca uymaları sayesinde adımları ve hareketleri uzay cisimlerinin dönüşleri ve zaman akışının temposu ile uyum sağlamıştı Gerek evrensel varlıklar ile gerekse "zaman"ın akışı ile aralarında sürtüşme ve çatışma görülmemişti Bu sürtüşme ve çatışmaların yol açacakları "engelleme"lere ve "yavaşlama"lara meydan vermemişlerdi Bu sayede emekleri ve çabaları "bereket" kazandı Bu bereketin sonucu olarak çok kısa bir zaman dilimi içinde o kadar bol ve tatlı ürünler elde edebildiler

İlk müslümanlar vicdanları ile evren bütünün hareketleri arasında ve bu ikisi ile yüce Allah'ın evreni yöneten "kader"i arasında uyum sağlayan bu psikolojik "dönüşüm" hiçbir insanın gerçekleştiremeyeceği bir "mucize" idi Bu göz kamaştırıcı gerçekleştiren tek güç gökleri, yeryüzünü, uzaydaki gezegenleri, yıldızları yoktan var eden ve bunların hareketleri, dönüşleri arasında yüceliğine özgü bir ahenk kuran Allah'ın iradesi idi

Kur'an-ı Kerim'in çok sayıdaki ayeti bu gerçeğe parmak basar Bu anlamı vurgulayan ayetlerin bir kaçını şimdi birlikte okuyalım:

"Ey Muhammed, sen sevdiklerini doğru yola getiremezsin, fakat Allah dilediğini doğru yola iletir" (Kasas, 56)

"Onları doğru yola getirmek sana düşmez Ancak Allah dilediğini doğru yola iletir" (Bakara, 272)

"Doğru yola iletmek Allah'ın tekelindedir" (Bakara, 120)

İşte geniş anlamda ve "büyük gerçek" niteliği ile "doğruya iletmek (hidayet)" budur Yani insanı şu koca evren bütünü içindeki yerinin bilincine erdirmek, attığı adımlar ile evrenin hareket süreci arasında ahenk kurmak

İnsanın kalbi yüce Allah'ın ilettiği "doğru" ile tam anlamı ile bütünleşmedikçe, bireysel hareketleri evren bütününün dönüşleri ile uyum kurmadıkça, vicdanı yüce Allah'ın varlık bütününü yöneten yaygın "kader"i ile kaynaşmadıkça harcanan çabalar, verilen emekler beklenen ölçüde verimli olamazlar

Bu açıklama şunu ortaya koyuyor: "Allah ve Resulü bir işte hüküm verdikleri zaman artık inanmış bir erkeğe ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur" ayeti, hakkında inmiş olabileceği belirli bir olayın dar sınırları içine sıkıştırılamayacak kadar geniş kapsamlı ve çok boyutludur Bu ayet islam sisteminin temel kurallarından birini, bu sistemin önemli bir ana prensibini açıklamaktadır

HZ PEYGAMBERİN ZEYNEB'LE EVLENMESİ

Daha sonraki ayetlerde Peygamberimizin Hz Zeynep ile evlenmesi ve bu olayın öncesinde ve sonrasında ortaya konan hükümler ve direktifler gündeme getiriliyor Okuyalım:

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #19
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



37- "Ey Muhammed! Allah'ın nimet verdiği ve senin de nimetlendirdiğin kimseye Eşini bırakma, Allah'tan sakın"diyor, Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun İnsanlardan çekiniyordun; oysa Allah tan çekinmen daha uygundu Sonunda Zeyd eşiyle ilgisini kesince onu seninle evlendirdik, ki evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlara evlenmek konusunda mü'minlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin Allah'ın buyruğu yerine gelecektir"

38- "Allah'ın, Peygambere takdir ettiği bir şeyde O'na bir güçlük yoktur Bu Allah'ın sizden öncekilere de uyguladığı yasadır Allah'ın emri şüphesiz gereği gibi yerine gelecektir" ,

39- "O Peygamberler Allah'ın buyruklarını tebliğ ederler, Allah tan korkarlar ve O'ndan başka kimseden korkmazlar Allah hesap görücü olarak yeter"

40- "Muhammed içinizden hiç kimsenin babası değil O, Allah'ın elçisi

ve Peygamberlerin sonuncusudur Allah her şeyi bilendir"

Surenin başında islamdan önceki "evlat edinme" geleneğinin geçersiz olduğu açıklanmış, evlatlıkların öz babalarının soyundan sayılmaları gerektiği belirtilmiş ve aile-içi ilişkiler doğa1 temellerine dayandırılmıştı O ayetleri bir daha hatırlayalım:

"Allah evlatlıklarınızı da öz oğullarınız gibi saymanızı meşru kılmamıştır Bunlar sizin dillerinize doladığınız boş sözlerdir Allah gerçeği söyler ve O, doğru yola iletir"

"Evlatlıkları, babalara nisbet ederek çağırın; bu Allah yanında daha adaletlidir Şayet babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır Yanılarak yaptığınızda size bir günah yok, fakat kalplerinizin bile bile yaptığında günah vardır Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir"

Fakat eski evlat edinme geleneğinin arap toplumunda canlı ve somut izleri vardı Toplumsa1 hayattaki bu somut izleri silmek, evlat edinme geleneğini ortadan kaldırmak kadar kolay bir iş değildi Çünkü toplumsal geleneklerin vicdanlarda köklü etkileri vardır bu etkileri silmek için ortaya karşıt ve pratik örnekler koymak gerekir Ortaya konacak bu karşıt ve pratik örneklerin ilk başlarda yadırganmaları ve çoğunluğun vicdanlarında yoğun sert tepkiler uyandırmaları kaçınılmazdır

Peygamberimizin Zeyd b Harise'yi, halasının kızı Zeynep bint-i Cahş ile evlendirmişti Bilindiği gibi Zeyd, Peygamberimizin azadlığı ve evlatlığı idi Önceleri "Muhammed'in oğlu" olarak anıldığı halde daha sonra öz babasının oğlu olarak anılmaya başladı Peygamberimiz bu evlilikle eskiden kalma sınıf ayrımını ortadan kaldırarak "Allah katında en üstünleriniz, O'ndan en çok korkanlarınızdır" ayetinin anlamını hayata geçirmek, islamın bu yeni değer yargısını pratik bir uygulama ile perçinlemek istemişti (Hucurat Suresi, 13)

Bunun arkasından yüce Allah, Peygamberimize peygamberlik misyonunun bir uzantısı olarak bu konuda başka bir yük yüklemeyi diledi Bu yük, eski evlatlık düzeninin izlerini silmeye ilişkindi Bunun için Peygamberimizin, evlatlığı Zeyd'in boşadığı eşi ile evlenmesi gerekti Peygamberimiz bu uygulaması ile toplumunun köklü bir alışkanlığına karşı çıkıyordu Evlat edinmeye ilişkin eski geleneğin ortadan kaldırılmış olmasına rağmen hiç kimse böyle bir uygulama ile o günkü toplumun karşısına çıkmaya cesaret edemezdi

Yüce Allah, Zeyd'in Zeyneb'i boşayacağını ve yerine gelmesini dilediği bir hikmeti uyarınca onunla evleneceğini Peygamberimize ilham yolu ile sezdirmişti Bu arada Zeyd ile Zeynep arasındaki ilişkiler bozulmuş ve artık uzun zaman birlikte yaşamayacakları ihtimali belirmişti

O günlerde Zeyd, birkaç kez Peygamberimize başvurarak Zeynep ile bozuştuklarından ve artık onunla geçinemeyeceğinden yakınmıştı İnanç konusunda hemşehrileri ile yiğitçe, mertçe ve tavizsizce mücadele etmekten çekinmeyen Peygamberimiz, Zeyneb'in geleceğine ilişkin ilahi ilhamın sorumluluğunu omuzlarında hissediyor, o köleleşmiş geleneği uygulamalı olarak yıkmak üzere hemşehrilerinin karşısına çıkmakta tereddüt ediyordu Bu arada bir de Zeyd'e bakalım Yüce Allah onu biri müslümanlıktan, öbürü Peygamberimizin akrabalığından ve diğeri de Peygamberimizin sevgisinden oluşan üç katlı bir nimetle onurlandırmıştı Peygamberimizin kendisine karşı beslediği sevgi, diğer herkese karşı duyduğu sevgiye baskındı Peygamberimiz onu kölesi iken azad etmiş, sıkı bir eğitimden geçirmiş ve cömert sevgisi ile bağrına basmıştı İşte bu yüzden Zeyd'in yakınmalarına karşılık ona "Allah'tan kork da eşin ile iyi geçin, ondan ayrılmayı düşünme" diyordu Böylece hemşehrilerinin köklü alışkanlıklarına karşı çıkmasını gerektireceğini bildiği önemli gelişmeyi, göğüslemeye tereddüt ettiği sert çatışmanın gününü ertelemeye çalışıyordu Nitekim yüce Allah, Peygamberimizin o günlerdeki duygularını şöyle anlatıyor:

"Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun İnsanlardan çekiniyordun; oysa Allah'tan çekinmen daha uygundur"

Peygamberimizin, Allah tarafından açıklanacağını bildiği halde sakladığı sır, O'nun yapacağını kalbine ilham ettiği işti Bu iş yüce Allah tarafından açıkça bildirilmemişti Eğer açıkça bildirilseydi, Peygamberimiz onu yapmakta tereddüt etmez, onu ertelemez, onu geriye atmaya çalışmazdı; tersine getireceği sonuç ne olursa olsun, onu öğrenir öğrenmez, anında açıklardı Fakat Peygamberimiz sadece içine doğan bir ilham karşısında idi Aynı zamanda o işle karşı karşıya kalmaktan ve olayın kahramanı olarak halk ile karşı karşıya gelmekten ürküyordu

Sonunda yüce Allah'ın izni ile beklenen oldu Günün birinde Zeyd, Zeyneb'i boşayıverdi Ne Zeyd ve ne de Zeynep boşanmalarını izleyecek olayı akıllarının ucundan bile geçirmiyorlardı Çünkü toplumda egemen olan geleneksel anlayışa göre Zeynep, Peygamberimizin oğlunun boşanmış eşi idi ve Peygamberimize düşmezdi Gerçi eski evlat edinme geleneği kaldırılmıştı, ama bu anlayış yine geçerliliğini koruyordu Üstelik evlatlıkların boşanmış eşleri ile evlenmenin serbest olduğuna ilişkin henüz bir ayet inmemişti Bu yoldaki serbestliği kurallaştıracak olan olay, bir süre sonra gerçekleşecek olan Peygamberimizin Zeynep ile evlenmesi olayı olacaktı Kural oturuncaya kadar olay, müthiş bir hayretle, süprizle ve yadırgama ile karşılanmıştı

Olayın bu akışı, onun hakkında eski-yeni bir çok islam düşmanı tarafından çıkarılan söylentileri, uydurulan masalları ve yakıştırılan iftiraları kökünden çürütüyor

Olayın gelişimi, yüce Allah'ın buyurduğu gibidir Okuyalım:

"Sonunda Zeyd, eşi ile ilgisini kesince onu seninle evlendirdik ki, evlatlıklar eşleri ile ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda müminler için bir sorumluluk olmadığı bilinsin"

Bu çığır açıcı uygulama Peygamberimizin, görevinin gereği olarak üstlendiği ağır bir fedakârlık, ödediği ağır bir vergi idi Bu uygulamayı, onu son derece antipatik karşılayan bir toplum ile karşı karşıya gelerek gerçekleştirmişti O yüzden bu karşı çıkma konusunda çekingen davranmıştı Oysa aynı Peygamberimiz Allah'ın birliği davası ile; toplumun taptığı putları, Allah'a koştuğu sözde ortakları ve bu yolda körü körüne atalarının izinden gitmelerini açık bir dille yererek aynı toplumun karşısına çıkarken hiç tereddüt etmemişti Bu ayetin sonundaki değerlendirme cümlesi şöyledir: "Allah'ın buyruğu yerine gelecektir"

Bu buyruğun önüne geçilemez, gereğinden kaçılamaz O kesinlikle ve somut biçimde gerçekleşir Ne ertelenebilir ve ne de baştan savulabilir Peygamberimizin Zeynep ile evlenmesi, Zeyneb'in boşanmayı izleyen "bekleme süresi"nin bitiminden sonra oldu Söz konusu süre dolunca Peygamberimiz, en sevdiği insan olan eski eşi ile Zeyneb'e haber göndererek kendisi ile evlenmek istediğini bildirdi

Sahabilerden Hz Enes, bu olayı bize şöyle anlatır:

"Zeyneb'in boşanmayı izleyen bekleme dönemi dolunca Peygamberimiz, Zeyd b Harise'ye Zeyneb'e git ve kendisi ile evlenmek istediğimi söyle' dedi Zeyd, Zeyneb'in yanına vardığında kadın hamur yoğuruyordu Olayın bundan sonrasını Zeyd'in kendisinden dinleyelim:

"Zeyneb'i görünce heyecanlandım Öyle ki, yüzüne karşı Peygamber seninle evlenmek istiyor' diyemedim Bu yüzden yüzümü çevirip geri döndükten sonra Ey Zeynep, müjde! Peygamberimiz seninle evlenmek istediğini söyleyeyim diye beni sana gönderdi' diyebildim Zeynep, Rabbimin emri gelmeden ben hiçbir şey yapmam' dedikten sonra yerinden kalkıp namaza durdu Arkasından kendisi ile ilgili Kur'an ayetleri indi Bunun üzerine Peygamberimiz, evine gelerek izin almaksızın yanına girdi" (Bu hadisi İmam-ı Ahmed rivayet etmiş, Müslim ve Nesai de onu değişik kanallardan Süleyman b Muğire'ye dayandırarak nakletmişlerdir)

Nitekim Buhari'nin, sahabilerden Enes b Malik'e dayanarak bildirdiğine göre bu olayın kahramanı olan "Zeynep bint-i Cahş, Peygamberimizin öbür eşlerine karşı Sizi Peygamber ile aileleriniz' beni ise yedi kat gök üzerinden yüce Allah evlendirdi' diyerek övünürdü"

Olay kolay kapanmadı Çünkü islam toplumun tümü üzerinde şok etkisi yapmıştı Bu arada münafıkların dilleri çözülmüştü, "Muhammed, oğlunun eşi ile evlendi" dedikodusunu yayıyorlardı

Mesele, yeni bir ilkeyi yerleştirme meselesi olduğu için Kur'an-ı Kerim, olayın üzerinde ısrarla durmaya, onu "tuhaflık" unsurundan arındırarak yalın, tarihi ve mantıkî aslına dönüştürmeye yönelik çabasına devam etti Okuyoruz:

"Allah'ın, Peygamber'e takdir ettiği bir şeyde O'nun için güçlük yoktur"

Yüce Allah, Peygamber'e Zeynep ile evlenerek evlatlıkların boşanmış eşleri ile evlenmeyi yasaklayan eski arap geleneğini kaldırmasını buyurdu Buna göre bu uygulamada hiçbir sakınca yoktur Üstelik Peygamberimiz, bu uygulamayı ortaya çıkaran ilk Peygamber değildir Çünkü; "Bu, Allah'ın sizden öncekilere de uyguladığı bir yasadır"

Bu uygulama, yüce Allah'ın değişmez ve nesnelerin özleri ile uyumlu yasaları uyarınca yürürlükte kalmıştır Sonradan üzerini örten düşünceler ve yapmacık gelenekler dayanaksızdır Devam ediyoruz:

"Allah'ın emri, kuşkusuz, gereği gibi yerine gelecektir"

Yüce Allah'ın emri kesinlikle uygulanacak, gereği yapılacaktır Onun önünde hiçbir şey ve hiç kimse duramaz Bu uygulama belirli bir gerekçeye, uzmanlığa ve ölçüye dayalı olarak tasarlanmıştır Yüce Allah'ın onun ardında güttüğü bir amacı vardır O onun gerekliliğini, uygulama biçimini, zamanını ve yerini herkesten iyi bilir Bu gerekçe ile o konudaki eski geleneği kaldırmayı, izlerini uygulamalı biçimde silmeyi, kendi eli ile o geleneğe ters düşen somut bir örnek ortaya koymayı emretmiştir Yüce Allah'ın bu emrini yerine getirmek kaçınılmazdır

Demin de belirttiğimiz gibi bu yasa daha önceki Peygamberlerin dönemle-rinde uygulanmıştır Okuyoruz:

"O Peygamberler Allah'ın buyruklarını insanlara iletirler, Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka hiç kimseden korkmazlar"

Yüce Allah'ın omuzlarına yüklediği Peygamberlik görevini yerine getirirken insanların tepkilerini umursamazlar Onları buyruklarını duyursunlar, uygulasınlar, yürürlüğe koysunlar diye göndermiş olan yüce Allah dışında hiç kimseden korkmazlar Çünkü;

"Hesap görücü olarak Allah yeter"

Onları sadece O hesaba çeker Onlardan hesap sormak insanlara düşmez Devam edelim:

"Muhammed, içinizden hiç kimsenin babası değildir"

Öyleyse ne Zeyd, Muhammedin oğludur ve ne de Zeynep oğlunun eşi, yani gelinidir Zeyd, Harise'nin oğludur Eğer olaya böylesine gerçekçi ve yalın bir açıdan bakılırsa bu uygulamanın hiçbir sakıncalı yönünün olmadığı kolayca görülür

Muhammed (sas) ile tüm müslümanlar arasındaki, bu arada Zeyd arasındaki ilişki Peygamber-ümmet ilişkisidir Yoksa o bu insanların hiçbirinin babası değildir

"O Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur"

Peygamber, bu sıfatı ile gökten yere indirilen son mesaj bütününün ışığı altında insanların kıyamet gününe kadar uygulayacakları değişmez yasaları yürürlüğe koyar Onun koyduğu bu yasaların kendinden sonra değişmeleri, başkalaşmaları düşünülemez Çünkü;

"Allah her şeyi bilendir"

O insanlara neyin yararlı olacağını, problemlerini hangi yasaların çözeceğini herkesten iyi bilir Peygamberimize bu buyruğu ileten, O'nun hesabına bu tercihi yapan O'dur Bu buyruğun amacı evlatlıkların eşleri ile evlenmeyi serbest ilan etmektir Yalnız bunun için evlatlıkların eşleri ile ilgilerini kesmeleri, onlar ile işlerini bitirmeleri, onları salıvermeleri gerekir Yüce Allah'ın, her şeyi kapsayan; en yararlı ve en uygun düzenin, yasanın ve kanunun hangisi olduğunu belirleyen bilgisinin ve müminlere dönük merhametinin ve en iyide somutlaşan dileğinin ışığı altında verdiği hüküm budur

Daha sonraki ayetlerde kalpler bu son ayetin esprisine bağlanıyor, Peygamberine verdiği buyruklar ve müslümanlar için belirlediği tercihler konusunda gönüller yüce Allah'a bağlanıyor Çünkü bu buyrukların, bu tercihlerin amacı hayırdır, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmaktır Okuyalım:

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #20
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



41- "Ey inananlar Allah'ı çok anın"

42- "ve O'nu sabah akşam tesbih ediniz"

43- "Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize melekleriyle beraber rahmetini gönderen Allah'tır Mü'minlere karşı çok bağışlayıcı, çok esirgeyici de O'dur"

"Allah'ı anmak" demek, O'na kalpten bağlanmak, sürekli olarak O'nun gözetimi ve denetimi altında yaşamaktır Yoksa kuru kuruya yüce Allah'ın adını tekrarlayıp durmak değildir Namaz kılmak da Allah'ı anmaktır Hatta elimizdeki Peygamberimize dayanan bazı açıklamalara göre Allah'ı anmak, hemen hemen namaz kılmakla eş anlamlıdır

Nitekim Ebu Davud'un, Nesei'nin ve İbn-i Mace'nin Ameş ve Aaz Ebu Müslim kanalları ile sahabilerden Ebu Said-ül Hudri'ye ve Ebu Hureyre'ye dayandırarak bildirdiklerine göre Peygamberimiz şöyle buyuruyor:

"Eğer bir kişi gece eşini uykudan uyandırırda iki rekat namaz kılarlarsa o gece ikisi de Allahı çokça anan erkekler ve kadınlar arasına katılırlar"

Gerçi "Allah'ı anmak" kavramı, namazdan daha geniş kapsamlıdır Çünkü bu kavram Rabb'i anmanın ve O'nunla kalpten ilişki kurmanın her türünü, her biçimini içerir Bu anmanın dile dökülmesi ya da gizli yapılması önemli değildir Amaç, biçimi ne olursa olsun, yüce Allah ile canlı, sıcak ve duygulandırıcı bir ilişki kurmaktır

İnsan kalbi yüce Allah ile ilişki kurmadığı, O'nu anmadığı, O'nunla başbaşa olmadığı anlarda boştur, ihtirasların oyuncağıdır, şaşkındır Fakat yüce Allah'ı andığı, O'nunla ilişki halinde olduğu anlarda dolu, ciddi ve kararlı olur; yolunu-yöntemini bilir; nereden kalkıp nereye gideceğinin, adımlarını nereye doğru atacağının bilincinde olur

Bu yüzden gerek Kur'an-ı Kerim ve gerekse Peygamberimiz sık sık Allah'ı anmamızı teşvik ederler Kur'an "Allah'ı anmak" ile insanın geçirdiği bazı vakitler ve durumları arasında bağ kurar Amaç bu vakitleri ve durumları yüce Allah'ı anmakla donatmak, yüce Allah ile ilişki halinde olmanın bilinci ile renklendirmektir; kalbin Allah bilincinden yoksun kalmaması, O'nu unutmamasıdır Okuyoruz:

"O'nu sabah-akşam tesbih ediniz"

Özellikle sabah ve akşam vakitleri, kalpleri yüce Allah'ı anmaya özendirici, duyguları bu amaca yöneltici nitelikte vakitlerdir Çünkü bu anlarda somut olarak görülüyor ki, yüce Allah durumları değiştiriyor, karanlıkları aydınlıklara ve aydınlıkları karanlıklara dönüştürüyor; ama kendisi kalıcı ve süreklidir; ne değişir, ne başkalaşır, ne halden hale dönüşür ve ne de kaybolur Oysa O'nun dışındaki her şey değişir ve başkalaşır; dönüşüme uğrar ve yok olur

Bu ayetlerde yüce Allah'ı anma, O'nu noksanlıkların her türlüsünden uzak tutma direktifinin yanı sıra O'nun merhameti, gözetimi, yaratıkları ile ilgili oluşu, onların iyiliğini isteyişi de dile getiriliyor Oysa yüce Allah bu yaratıkların hiç birine muhtaç değildir, tersine onlar Allah'ın gözetimine ve lütfuna muhtaç, yoksullardır Okuyoruz:

"Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize melekleri ile birlikte rahmetini gönderen Allah'tır O müminlere karşı çok esirgeyicidir"

Şanı yüce, nimeti bol, bağışı büyük, lütfu katmerli olan Allah'ı düşünelim Bütün bunlara rağmen güçsüz, muhtaç ve ölümcül kullarını anıyor O kullar ki, ne güçleri ne hareket insiyatifleri var; ne kalıcı ve ne de istikrarlıdırlar Buna rağmen yüce Allah onları anıyor, onlar ile ilgileniyor, onlara kendisi rahmet yağdırırken melekleri onlar adına af diliyor Onları yüceler aleminde iyilikle anıyor; O'nun anışı bütün evrende, tüm varlık aleminde yankılanıyor Nitekim Buhari'nin bildirdiğine göre Peygamberimiz şöyle buyuruyor:

"Yüce Allah buyuruyor ki: Kim beni yalnız başına anarsa ben de O'nu yalnız başına anarım Kim beni bir topluluk içinde anarsa ben de onu onunkinden daha üstün bir topluluk arasında anarım"

Akla, idrake sığmaz müthiş bir gerçek karşısındayız Yüce Allah, bu yer yuvarlağının üzerinde barındırdığı bütün canlı-cansız varlıklar ile birlikte o koca gök cisimleri yanında yok sayılacak kadar küçük bir zerre olduğunu herkesten iyi bilir Ayrıca koca koca gök cisimleri barındırdıkları tüm cansız-canlı varlıklar ile birlikte O'nun sahibi olduğu varlık bütünün, bir "ol" buyruğu ile oluveren evren bütününün sadece bir parçasıdırlar Ayeti bir kere daha ve düşüne düşüne okuyalım:

"Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize melekleri ile birlikte rahmetini gönderen Allah'tır"

Yüce Allah'ın aydınlığı tektir, yekparedir ve yaygındır Onun dışında sayıca çok ve birbirinden farklı karanlıklar vardır İnsan yüce Allah'ın bu aydınlığının dışına çıkınca sözü geçen karanlıklardan biri ya da hepsi içinde yaşamak zorunda kalır İnsanları karanlıklardan yalnız Allah'ın aydınlığı kurtarır Bu aydınlık kalplerinde doğar, ruhlarına yayılır, onları fıtratlarına iletir Bu "fıtrat" evrenin de varlık-özünü oluşturur Yüce Allah'ın insanlara yönelik merhameti ve meleklerin onlar adına af dilemeleri, onlar için dua etmeleri onları karanlıklardan çıkararak aydınlığa erdirir Yalnız bunun için kalplerinin "iman"a açık olması gerekir Çünkü;

"Allah müminlere karşı çok esirgeyicidir"

İnsanların "çalışma yurdu" olan dünyadaki durumları budur "Ödül-ceza yurdu" olan ahiretteki durumlarına gelince; yüce Allah'ın lütfu orada da onları yüzüstü bırakmaz Orada da kendilerini ağırlanma, saygın karşılama ve onurlu ödül beklemektedir Okuyalım:

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #21
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



44- "O'na kavuştukları gün, Allah'ın onlara iltifatı "selam "dır Allah onlara güzel bir mükafat hazırlamıştır"

Onları orada bütün korkulardan, bütün yorgunluklardan, bütün sıkıntılardan kurtaran bir "esenlik" bir "selam" bekliyor Yüce Allah'tan gelen bu selamı, bu esenlik dileğini onlara melekler iletecektir Cennetin her kapısından girerek yanlarına gelen melekler kendilerine bu yüce esenlik dileklerini iletirler Ayrıca kendilerine onurlandırıcı bir ödül de verilecektir Aman Allah'ım! Bu ne saygın ağırlama

İşte insanlar için yasalar koyan, tercihlerde bulunan Allah, bu Allah'tır O halde kim O'nun tercihlerini sevmezlikle karşılayabilir?

Kullara yüce Allah'ın tercihlerini duyurduğu, pratik uygulaması ile bu tercihleri ve yasaları sosyal hayata yansıttığı belirtilen Peygamberimizin şimdi de görevi ve müminlere yönelik bir lütuf olduğu açıklanıyor Okuyalım:

45- "Ey Peygamber, biz seni tanık, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik"

46- "Allah'ın izniyle, bir davetçi ve aydınlatan bir lamba olarak görevlendirdik"

47- "Mü'minlere Allah'tan büyük bir lütfa ereceklerini müjdele"

48- "Kafirlere ve münafıklara itaat etme Onların eziyetlerine aldırma, Allah'a güven; koruyucu olarak Allah sana yeter"

Görüldüğü gibi Peygamberin insanlara yönelik görevlerinden biri onlara "tanık"lık etmektir Buna göre insanlar yalana, uydurmaya bulaşması; değişikliğe ve çarpıtılmaya uğraması söz konusu olmayan bu "tanık"lığın lehlerine olmasına çalışmalıdır Peygamberin insanlara yönelik bir başka görevi "müjdeleyici" olmaktır O, iyi işler yapanları yüce Allah'ın rahmeti ile, bağışı ile, lütfu ve saygın ağırlaması ile müjdeler Diğer bir görevi de gafilleri uyarmaktır ısrarla kötülük işleyenleri bekleyen azabı, cezayı haber vermektir Böylece kötü yolda olanlar amansız bir şekilde yakalanmamış olurlar, uyarısız olarak azaba çarpılmamış olurlar Diğer önemli bir görevi de insanları "Allah'a çağırmak"tır O insanları dünyaya, şöhrete, milli gurura, cahiliye bağnazlığına, ganimete, mevkiye ve koltuğa çağırmaz; yalnızca "Allah'a çağırır" "Allah'ın izni ile" O'na ulaştıran tek yolun yolcuları olmalarını ister O bu konuda yeni bir çığır açmıyor, aklına eseni yapmıyor, söylediklerini kafadan atmıyor Yüce Allah'ın iznine ve buyruğuna göre hareket ediyor, yüce Allah'ın kendisi için çizdiği sınırı aşmıyor Bu Peygamber'in bir diğer niteliği "aydınlatıcı bir projektör, bir ışık kaynağı" olmaktır Karanlıkları dağıtır, kuşkuları giderir ve yolu ışıklandırır Saçtığı ışık, karanlıklar içindeki yolcuların önünü aydınlatan yol buldurucu ve güven verici bir ışıktır

Gerek Peygamberimiz, gerekse yüce Allah katından getirdiği "ışık" bu tarife tıpatıp uygundur O, varlık bütününün mahiyetini, evren-yaratıcı ilişkisini, insanın varlık bütünü içindeki ve yaratıcısı karşısındaki konumunu, varlık bütününün ve insan "varoluş"un dayanağı olan değer yargılarını; varlık bütünü ile insanın kaynağını, akıbetini, amacını; insanın izleyeceği yolu ve kullanacağı yöntemi açıklayan, net, berrak bir düşünce sistemi getirmiştir Getirdiği mesaj kesin sözlü, hiçbir kuşkulu ve karmaşık yanı yoktur Doğrudan doğruya insan fıtratına seslenir En kestirme yoldan ve en geniş kapılardan girerek insan fıtratının en derin köşelerine, en çapraşık lâbirentlerine nüfuz eder

Okuduğumuz ayetlerde Peygamberimizin "müjdeliyici" fonksiyonu "Ey Peygamber, seni davetçi ve aydınlatan bir lamba olarak görevlendirdik" ayetinde bir kelime ile hatırlatıldıktan sonra "Müminlere, Allah'ın büyük bir lütfuna ereceklerini müjdele" ayetinde ayrıntılı bir açıklama ile pekiştiriliyor Amaç, yüce Allah'ın müminlere yönelik lütfunu ve bağışlayıcılığını büyüteç altına almaktır O müminler ki, yüce Allah, şu Peygamberi eli ile onların uyacakları yasaları koyuyor ve bu yasalara uymak onları müjdeli sonuçlara ve Allah'ın "büyük lütfu"na erdiriyor

Peygambere yönelik bu sesleniş, kafirlere ve münafıklara uymasını yasaklayan, onların kendisine ve müminlere yönelik baskılarını umursamamasını telkin eden, sadece Allah'a dayanmasını ve O'nun yardımının sağlayacağı güvenceyi yeterli görmesini isteyen bir direktifle noktalanıyor Okuyalım:

"Kafirlere ve münafıklara itaat etme Onların eziyetlerine aldırma; Allah'a güven; koruyucu olarak Allah sana yeter"

Bu sesleniş, kanun koyma, yönlendirme ve yeni sosyal düzenlemeler getirme konusu ele alınmadan önce, daha surenin başındayken yönetilen seslenişin aynısıdır Burada fazla olarak Peygamberimize kafirlerden ve münafıklardan gelen baskıları umursamaması, onların hiçbir sözlerine ve düşüncelerine uymaması, onlara hiçbir konuda güvenmemesi telkin ediliyor Çünkü tek dayanak Allah'tır;

"Koruyucu olarak Allah yeterlidir"

Görülüyor ki, Zeyd ve Zeynep olayının sunuluşuna ve değerlendirilmesine, evlatlıkların boşanmış eşleri ile evlenilebileceğine ve Peygamberimizin bu konuda ortaya koymakla görevlendirildiği pratik örnek meselesine geniş yer veriliyor Bundan anlıyoruz ki, bu öncülüğü toplumun sindirmesi zor olmuş, vicdanlar yüce Allah'ın pekiştirmelerine ve açıklamalarına ihtiyaç duymuş, yüce Allah ile ilişkilerini güçlendirmeleri, O'ndan gelen önerilerin mutlaka rahmet ve gözetim içerdiklerinin bilincine varmaları gerekmiştir Bu yeni uygulamayı hoşnutlukla gönül rızası ile ve teslimiyetle karşılamaları için vicdanların bu nitelikleri taşımaları şart olmuştur

AİLENİN DÜZENLENMESİ

Surenin bu bölümü genel bir hükmü açıklayarak başlıyor Bu hüküm, Kur'an'ın aile kurumunu düzenlemeye ilişkin bir yasasıdır Yasa, cinsel ilişki kurmadan önce boşanan kadınlar konusundadır Bu yasayı Peygamberimizin özel hayatını düzenleyen bazı hükümler izliyor Sadece Peygamberimiz için geçerli olan bu hükümlerde O'nun eşleri ile ilişkileri, eşlerinin diğer erkekler ile ilişkileri, müslümanlar ile Peygamberimizin ailesi arasındaki ilişkiler açıklanıyor; bunların yanı sıra Peygamberimizin ve ailesinin Allah katındaki, melekler katındaki ve yüceler alemindeki saygınlığı vurgulanıyor

Bölümün sonunda Peygamberimizin eşleri, kızları ve bütün mümin kadınlar için aynı derecede bağlayıcı olan bir hüküm yer alıyor Bu genel hükümde kadınlara bir iş için ev dışına çıkarken tüm vücutlarını örtmeleri emrediliyor Bu sıkı giyim, onların özgür ve namuslu kadınlar olduklarının bilinmesini sağlayarak şehirdeki münafıkların, ahlaksızların, dedikoducuların sataşmalarını ve dil uzatmalarını önleyecektir Bölüm, söz konusu münafıklara ve dedikoduculara yönelik bir tehditle noktalanıyor; bu tehditte sözü geçen münafıklar ve dedikoducular, mümin kadınları rahatsız etmekten ve çıkardıkları söylentilerle toplumun huzurunu bozmaktan vazgeçmedikleri takdirde Medine dışına sürülecekleri bildiriliyor

Bu yasalar ve direktifler, müslüman toplumu, islam düşüncesi uyarınca yeniden düzenlemeyi amaçlayan çabaların bir bölümünü oluşturur Peygamberimizin özel hayatına ilişkin hükümlere gelince yüce Allah bu hükümleri açıklamakla bu ailenin hayatını bir kitap sayfası gibi gelecek nesillerin gözleri önüne sermeyi dilemiş ve bu amacı gerçekleştirmenin teminatını her zaman ve her yerde okunacak olan, hiçbir zaman elden düşmeyecek olan Kur'an'ın sayfalarında görmüştür Bu açıklamalar aynı zamanda, bu ailenin yüce Allah tarafından onurlandırışının da kanıtını oluşturur Bu ailenin her işini doğrudan doğruya yüce Allah'ın kendisi üstlenmiş ve onu ölümsüz Kur'an'ın sayfalarında bütün insanlara sunmuştur

Şimdi bu bölümün ilk ayetini inceleyelim:

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #22
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



49- "Ey iman edenler! Mü'min kadınları nikahlayıp da, henüz dokunmadan onları boşarsanız, onları iddet müddetince beklemeniz gerekmez Kendilerine bağışta bulunarak onları güzellikle serbest bırakın"

Bakara suresinde cinsel ilişki kurulmadan boşanan kadınlara ilişkin hüküm şöyle açıklanmıştı:

"Kadınlara el sürmeden ya da mehirlerini belirlemeden onları boşamanızın sakıncası yoktur Fakat eli geniş olan kendi gücüne göre ve eli dar olan da kendi gücüne göre olmak üzere onlara geleneklere uygun bir hediye versin Bu iyilikseverler için bir borçtur

Eğer kadınların mehirlerini belirler de onları el sürmeden boşarsanız, kendilerinin ya da nikahlarını kıymaya yetkili erkeğin bağışlaması durumu dışında belirlediğiniz mehrin yarısını ödemeniz gerekir Bağışlamanız (mehrin tamamını bırakmanız) takvaya daha yakındır Birbirinize karşı erdemli olmayı unutmayınız Hiç kuşkusuz ne yaparsanız Allah onu görür" (Bakara, 236-237)

Görüldüğü gibi cinsel ilişki kurulmadan boşanan kadının eğer mehri belirlenmiş ise kendisine bu mehrin yarısının verilmesi gerekir Eğer mehri belirlenmemiş ise kendisine uygun bir hediye verilir Bu hediyenin değeri boşayan erkeğin mali durumunun genişliği ve darlığı ile orantılı olur

Cinsel ilişki kurulmadan boşanan kadın konusunda Bakara suresinde olmayıp da burada bulunan hüküm bu kadının boşanmayı izleyen "bekleme dönemi" ile ilgilidir Bu ayette böyle bir bekleme dönemi geçirmenin gereksiz olduğu belirtiliyor Çünkü boşayan erkek ile boşanan kadın arasında cinsel ilişki kurulmamıştır Bekleme döneminin gerekçesi, boşanan kadının rahminin arınmasını sağlamak, sona eren evliliğin izini taşımadığından emin olmaktır Amaç soy karışıklığına meydan vermemektir; yani ilerdeki kocanın soyundan olmayan çocuğun babası sayılmasına ya da eski kocanın soyundan gelen çocuğun babası sayılmasına yol açmamaktır Ama eğer eşler arasında boşama öncesinde cinsel ilişki kurulmamış ise boşanan kadının rahminin boş olduğu bellidir Bu yüzden bekleme süresi geçirmenin gereği yoktur Ayetin o bölümünü okuyalım:

"Henüz dokunmadan onları boşarsanız, onları iddet müddetince beklemeniz gerekmez"

Bu cümleyi "Onlara bağışta bulununuz" buyruğu izliyor Eğer evlenirken mehir belirlenmiş ise bu mehrin yarısı ödenir Yok, eğer mehir belirlenmemiş ise kadına kocanın malı durumuna göre değeri değişecek uygun bir hediye verilir Ayetin sonunu okuyoruz:

"Onları güzellik ile serbest bırakınız"

Yani bu eşlerinizi sıkmadan, üzmeden, kendileri ile inatlaşmadan ve yeni bir yuva kurmalarını engelleme hırsına kapılmadan tatlılıkla salıveriniz

Surede yer alan bu genel hüküm, müslüman ümmetin sosyal hayatını düzenleme amacına yönelik çabaların bir parçasıdır

PEYGAMBERİN HANIMLARINA KARŞI MÜSLÜMANLARIN DURUMU

Bundan sonraki ayette aynı anda nikah altında tutulabilecek kadın sayısının tavanını dört ile sınırlayan Nisa suresindeki ayetin inişinden sonra Peygamberimizin kaç kadın ile evli olabileceği ve bu konuda sadece kendine ve ailesine özgü hükümlerin neler olduğu açıklanıyor Nikah altında bulundurulabilecek eş sayısına tavan getiren Nisa suresi ayetinde şöyle buyurulmuştu:

"Eğer gözetiminiz altındaki yetim kızlar ile evlendiğiniz takdirde onların haklarını gerektiği gibi gözetemeyeceğinizden korkuyorsanız, size nikahı düşen kadınların ikisi, üçü, ya da dördü ile evlenebilirsiniz Ama eğer onlar arasında adil davranamayacağınızdan korkarsanız tek kadınla evleniniz" (Nisa, 3)

Bu ayet indiği sırada Peygamberimiz dokuz kadın ile evli idi Bu evliliklerin her birinin farklı bir özel gerekçesi vardı Ayşe ve Hafsa, Peygamberimizin iki en yakın dostu olan Ebu Bekir'in ve Ömer'in kızları idiler Ümmü Habibe Ebu Süfyan'ın; Ümmü Seleme ve Sevda, Zema'nın ve Zeynep, Huzeyme'nin kızları idi Bu son dördü eşlerini yitirmiş "muhacir" kadınlardı, bu yüzden Peygamberimiz onları kayırmak, onurlandırmak istemişti Bunların hiçbiri ne genç ve ne de güzel olmadıkları için onlar ile yapılan evliliklerin kayırma ve onurlandırma amacına yönelik olduğu apaçıktı

Cahş kızı Zeyneb'e gelince Peygamberimizin onunla evlenmesinin nedenini yukarda incelemiştik Bilindiği gibi Peygamberimiz onu evlatlığı Zeyd ile evlendirmiş, fakat yüce Allah'ın takdiri o yolda olduğu için bu evlilik başarısız olmuştu Peygamberimiz, boşanmanın yıkımını telâfi etmek için onunla evlenmişti Bunun böyle olduğunu bu evliliğin hikayesini okurken öğrenmiştik

Bu dokuz eşin son ikisi Mustalak oğullarından Haris'in kızı Cuveyriyye ile Hayy b Ahtap kızı Safiyye idi Bu ikisi köle idi Peygamberimiz kendilerine özgürlük verdikten sonra sırası ile onları eşleri arasına kattı Maksadı kabileleri ile ilişkilerini güçlendirmek ve kendilerini kayırmak, onurlandırmaktı Çünkü aileleri ağır baskılara uğradıktan sonra müslüman olmuşlardı

Bu hanımlar "müminlerin anaları" oldular, Peygamberimizin yatağını paylaşma şerefini kazandılar, nikah altında tutulmaları ya da boşanmaları yolunda Peygamberimize "tercih hakkı" tanıyan aşağıdaki iki ayetin inişi üzerine yüce Allah'ı, Peygamber'i ve ahireti seçtiler

Nikah altında bulundurulabilecek eş sayısını sınırlayan ayetin inmesi üzerine Peygamberimizden boşanmaya yanaşmak istemediler Yüce Allah da onların bu arzularını kırmayarak Peygamberimizi söz konusu sınırlamanın dışında tuttu; o sırada nikahı altında bulunan eşlerinin hepsi ile evli kalmasını serbest kıldı, bu eşlerinin tümünü O'na helal saydı Arkasından bu eşlere yenisini eklemesini ya da içlerinden birini bir başka kadınla değiştirmesini yasakladı Başka bir deyimle bu ayrıcalık sadece onların kendilerine özgü idi Amaç Allah'ı, Peygamberimizi ve ahireti seçen bu saygın kadınları Peygamberimizin eşi olma şerefinden yoksun bırakmamaktı İşte şimdi okuyacağımız ayetler bu ilkeleri açıklamaktadırlar:

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #23
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



50- "Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah'ın sana ganimet olarak verdiği cariyelerini, seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını ve peygamber nikahlamayı dilediği takdirde mü'minlerden ayrı sırf sana mahsus olmak üzere, kendisinin mehrini Peygambere hibe eden mü'min kadını almanı helal kılmışızdır Biz zorluğa uğramaman için mü'minlerin eşleri ve cariyeleri hakkında onların üzerine neyi farz kılmış olduğumuzu bildirmiştik Allah bağışlayandır, merhamet edendir"

51- "Ey Muhammed! Onların dilediğini geri bırakır dilediğini de yanına alırsın Kendilerinden uzak durduğun kadınlardan arzu ettiğini tekrar yanına almanda, senin üzerine bir günah yoktur Bu onların gözlerinin aydın olmasını, üzülmemelerini, hepsine verdiğin şeylere razı olmalarını daha iyi sağlar Allah kalplerinizde olanı bilir; Allah bilendir, halimdir"

52- "Ey Muhammed! Bundan sonra artık sana başka kadınlarla evlenmen, bunları başka eşlerle değiştirmen, güzellikle hoşuna gitse bile sana helal değildir Ancak elinin altında bulunan cariyeler hariç, Allah her şeyi gözetleyicidir"

Bu ayetlerin birincisinde nitelikleri belirtilen kadınlar ile evli kalmak, Peygamberimize helal kılınmıştı Bunlar sayıca dörtten fazla da olabilirlerdi Oysa Peygamber dışındaki müslüman erkeklerin dörtten fazla eşle evli olmaları yasaklanmıştı Ayette nitelikleri belirtilen Peygamber eşleri şunlardı: Peygamberimiz tarafından mehirleri ödenen eşleri Savaş esirlerinden payına düşen köleler Kendisi ile birlikte Mekke'den Medine'ye göçen ve aynı zamanda dayı, teyze, hala kızları olan eşleri Eğer bu sınıftan olan eşleri kendisi ile birlikte göç etmedi ise nikahı altında kalamıyorlar Bu hükmün amacı göç eden kadınları kayırmak, ödüllendirmektir Bir de gönüllü olarak Peygamberimiz ile evlenmek isteyen ve mehir istemeyen velisiz kadınlar Peygamberimiz bunları nikahlamak isterse onlar da dört eş sınırlamasının dışında kalacaklardı Peygamberimizin bu tanıma uyan bir kadınla evlenip evlenmediği tartışma konusudur En güçlü ihtimal, böylesine gönüllü olarak kendisi ile evlenmek isteyen kadınları başka erkekler ile evlendirdiği yolundadır

Yüce Allah bu serbestliği sırf Peygamberimize tanımıştı Çünkü O erkek kadın bütün müminlerin koruyucusu, kayırıcısı idi Onun dışındaki erkekler eşleri ve cariyeleri konusunda yüce Allah'ın koyduğu sınırlamalara uymak zorunda idiler Böylece Peygamberimize "sınırlama" ayetinden önce nikahladığı eşleri ile evliliğini sürdürme ve şahsını kuşatan özel şartlara uyum gösterme kolaylığı tanınmış oluyordu

Bunun yanı sıra Peygamberimiz kendisi ile gönüllü olarak evlenmek isteyen kadınlardan dilediğini nikahlayabilecek ve dilediğinin isteğini sonraya bırakabilecekti Ayrıca sonraya bıraktığı gönüllü kadınlar arasında ilerde dilediği ile evlenebilecekti Bu arada dilediği eşi ile yatabilecek ve dilediği ile yatmayı sonraya bırakabilecekti Okuyoruz:

"Bu, onların gözlerinin aydın olmasını, üzülmemelerini, hepsine verdiğin şeylere razı olmalarını daha iyi sağlar"

Böylece Peygamberimizin içinde bulunduğu özel şartlar, kendisine yönelik arzular ve onunla birlikte yaşama şerefine dönük özlemler gözetilmiş oluyordu Yüce Allah bu arzuları biliyor, onları bilgisi ve hoşgörüsü uyarınca kanalize ediyordu Okuyalım:

"Allah, kalplerinizde olanı bilir Allah bilendir, halimdir"

Arkasından Peygamberimizin eşlerini sayıca ve ismen donduran yasaklayıcı ayet indi Bu ayette Peygamberimizin sadece eşlerinin sayısı sınırlanmıyordu, aynı zamanda kişi olarak da donduruluyorlardı, yani Peygamberimiz sayı tavanına bağlı kalsa bile onlardan herhangi birini bir başka kadınla değiştiremeyecekti Bu yasaklamadan önce yukarıda saydığımız eşlerine bir başkasını eklediği yolunda elimizde bilgi yoktur Okuyoruz:

"Ey Muhammed, bundan sonra artık başka kadınlarla evlenmen, bunları başka eşler ile değiştirmen, güzellikleri hoşuna gitse bile sana helal değildir Yalnız elinin altında bulunan cariyeler hariç"

Peygamberimizin cariyelerinin sayısı ve kimlikleri ve sınırlamanın dışında tutulmuştu İstediği sayıda cariyeye sahip olabilecekti Ayetin sonunu okuyalım: "Allah her şeyi gözetleyicidir"

Mesele bu gözetlemeye ve bu gözetimin altında bulunan duygusunun kalplerdeki güçlülük derecesine bağlanmıştır

Hz Aişe'nin verdiği bilgiye göre Peygamberimizin eşlerinin sayısını ve kimliklerini donduran bu yasak O'nun ölümünden önce kaldırılmış ve kendisine sınırsız evlenme özgürlüğü tanınmıştı Fakat sınırlamanın kalkmasına rağmen eşlerine başka birini eklememiş, yukarda sayılan eşleri "mü'minlerin anneleri" olarak kalmıştı

Daha sonraki ayetlerde gerek Peygamberimizin sağlığında ve gerekse ölümünden sonra müslümanlar ile O'nun ailesi ve "mü'minlerin anneleri" olan eşleri arasındaki ilişkileri düzenleyen açıklamalar gündeme geliyor Bu açıklamalarda o günkü toplumun somut bir olgusu sergileniyor Bu olgu şudur: Bazı münafıklar ile hasta kalpli sapıklar Peygamberimizi ailesi ve eşleri konusunda rahatsız ediyorlardı Okuyacağımız ayetlerde bu kimseler sert bir dille uyarılıyor; davranışlarının Allah katında ne kadar iğrenç ve aşağılık olduğuna dikkatleri çekiliyor; kalplerindeki gizli hilelerin ve kötü duyguların yüce Allah tarafından bilindiği gerçeği ile tehdit ediliyorlar Okuyalım:

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #24
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



53- "Ey inananlar! Peygamberin evlerine, yemeğe çağrılmaksızın vakitli vakitsiz girmeyin; fakat davet edilirseniz girin ve yemeyi yiyince dağılın Sohbet etmek için de gidip oturmayın Bu haliniz peygamberi üzüyor, o da size bir şey söylemeye çekiniyordu Allah gerçeği söylemekten çekinmez Peygamber eşlerinden bir şey isteyeceğinizde onu perde arkasından isteyin Bu sayede sizin kalplerinizde onların Kalplerde daha temiz kalır Allah'ın Peygamberini üzmeniz ve O'ndan sonra eşlerini nikahlamanız asla caiz değildir Çünkü bu Allah katında büyük bir günahtır"

54- "Bir şeyi açıklasanızda gizleseniz de Allah şüphesiz hepsini bilir

Buhari'nin güvenilir bir rivayet zincirine dayanarak bildirdiğine göre saha-bilerden Enes b Malik şöyle diyor:

"Peygamberimiz Cahş kızı Zeynep ile evlenirken bir düğün yemeği vermişti Konukları yemeğe ben çağırmıştım Bir grup konuk geliyor, yemek yiyip çıkıyor, arkasından başka bir grup geliyor, onlar da yemek yiyip gidiyorlardı Böylece yemeğe çağrılmadık hiç kimse bırakmamış, herkese yemek vermiştim Bunun üzerine Peygamberimize "Ey Allah'ın Resulü, çağıracağım başka kimse kalmadı" dedim O da "Öyleyse sofrayı kaldırın" dedi

Bu arada üç grup konuk evde kaldı, konuşmaya dalmışlardı Peygamberimiz evden çıkıp Ayşe'nin odasına gitti Selâmun aleyküm, ey eşim, Allah'ın rahmeti ve bereketi üzerine olsun' dedi Ayşe de O'na Allah'ın selamı ve rahmeti senin de üzerine olsun; ey Allah'ın Resulü, yeni eşini nasıl buldun? Allah onu sana uğurlu etsin' diye karşılık verdi

Arkasından diğer eşlerinin odalarını ziyaret etti Hepsine Ayşe'ye söylediği sözleri söyledi ve hepsinden Ayşe'nin verdiği cevabın aynısını aldı Sonra dönüp geldi İçeri girdiğinde o üç grup hala evdeydi ve konuşmaya devam ediyorlardı Peygamberimiz son derece çekingen ve utangaç bir insandı Bu yüzden geri dönerek tekrar Ayşe'nin odasına gitti Bir süre sonra ya ben ya da bir başkası konukların gittiklerini kendisine haber verince eve döndü Kapıdan girmek üzere bir adımını eşikten içeri atmış, öbür ayağı henüz dışardayken aramıza perde gerildi ve tam o sırada hicap' ayeti indi"

Az önce okuduğumuz iki ayet, evlere girip çıkmaya ilişkin bazı edep kurallarını içeriyor Cahiliye dönemi araplarının bu kurallardan haberleri yoktu Peygamberimizin evine girerken bile bu tür kurallar gözetmiyorlardı Halk, birbirlerinin evlerine, sahiplerinden izin almadan giriyordu Nur suresinin izin alarak evlere girilmesi gerektiği yolundaki ayetlerini açıklarken bu konuya değinmiştik

Bu pervasızlık Peygamberimizin evlerine girerken daha çok kendini gösteriyordu Çünkü bu evler halk için gökten inen bilgi ve hikmetin merkezleri haline gelmişlerdi Bu yüzden bazı araplar Peygamberimizin evlerine ulu-orta giriyorlar, ocakta yemek olduğunu gördüklerinde davet edilmeyi beklemeden yemeğe kalıyorlardı Bazıları yemekten sonra da oturmaya devam ederek aralarında konuşmaya dalıyorlardı Bunu davet edilerek gelenler gibi çağrısız olarak eve dalanlar da yapıyorlardı Böyle yaparken Peygamberimizi ve ailesini rahatsız ettiklerini hiç düşünmüyorlardı

Nitekim elimizdeki bilgiye göre yukarda sözünü ettiğimiz o üç grup düğün yemeğinden sonra sohbete daldıklarında evin yeni gelini, yani Cahş kızı Zeynep yüzünü duvara dönüp oturmak zorunda kalmıştı Peygamberimiz ise bu sıkıcı konuklarını uyarmaktan utanıyordu; ziyaretçilerini gücendirmekten, utandırmaktan çekiniyordu O kadar utangaçtı Bu yüzden yüce Allah, O'nun yerine gerçeği o kaba konukların yüzlerine vurmak gereğini duymuştu Çünkü;

"Allah gerçeği söylemekten çekinmez"

Nitekim kadın-erkek ilişkileri konusundaki engin duyarlılığı ile tanınan Hz Ömer, Peygamberimize dokunulmazlığı ve kadın giyimini disipline bağlamayı öneriyor ve yüce Allah'ın bu yolda emir vermesini diliyordu Sonunda bu konuyu çözüme bağlayan ayetler inince Hz Ömer'in önerisi kabul edilmiş, duyarlığı tatmin edilmiş oldu

Buhari'nin güvenilir bir rivayet zincirine dayanarak bildirdiğine göre sahabilerden Enes b Malık bu konuda şöyle diyor:

"Bir defasında Ömer, Peygamberimize Ey Allah'ın Resulü, senin evlerine iyi-kötü herkes giriyor Mü'minlerin annelerine (eşlerinize) örtünmelerini emretsen " daha iyi olmaz mı?' Bunun üzerine örtünmeye ilişkin ayet indi

Bu sırada inen ayetlerin birincisi insanlara, o günün araplarına şunları öğretiyor: Peygamberin evlerine izinsiz girmemelidirler Eğer yemeğe çağrılı iseler bu çağrıya cevap vereceklerdir Fakat yemeğe çağrılmadıkları halde oturup ocaktaki yemeğin pişmesini beklememelidirler! Yemekten sonra çıkıp gitmeli, evde kalıp gevezeliğe dalmamalıdırlar

Günümüzdeki müslümanların da, bir çoklarının ihmal ettiği, bu edep kurallarına şiddetle ihtiyaçları vardır Günümüzde yemeğe çağrılan bazı konukların yemekten sonra evde kalarak gevezeliğe daldıkları görülür Hatta bu gevezelik yemek masasında sürdürülür Eğer ev halkı islam edebinin bazı kalıntılarını hala kişiliklerinde taşıyan kimselerse sıkıntıdan patlayacak gibi olurlar Fakat pişkin konuklar daldıkları gevezeliklerini hararetle sürdürürler, evdekilerin tedirginlikleri hiç umurlarında bile değildir İslamın edep kuralları her duruma cevap verir, her ihtiyacı karşılar Yeter ki, yüce Allah'tan gelen bu tutarlı kurallara uyalım

Ayetin ortalarında Peygamberimizin eşleri ile yabancı erkekler arasında bir perde bulunması gerektiği belirtiliyor Okuyoruz:

"Peygamber eşlerinden bir şey istediğinizde onu perde arkasından isteyiniz"

Ayetin devamında böyle bir perdenin bulunmasının her iki tarafın kalplerinin temiz kalmasına yarayacağı açıklanıyor Okuyalım:

"Bu sayede sizin kalpleriniz de onların kalpleri de daha temiz kalır"

Öyleyse hiç kimse ortaya çıkıp da yüce Allah'ın buyurduğunun tersini söylemesin Şu tür sözleri kasdediyorum: Kadınlar ile erkeklerin bir arada bulunmaları, perdesiz ve "örtünme"siz bir arada yaşamaları, birbirleri ile serbestçe konuşmaları, buluşmaları, oturup kalkmaları, birlikte çalışmaları daha iyidir Böyle olunca karşıt cinslerin kalpleri temiz olur, içlerinden kötülük geçmez, bastırılmış cinsel duygular kanalize olur; karşıt cinsler birbirlerine karşı terbiyeli ve nazik olurlar, davranışları incelir Yüce Allah'ın kimi zavallı, nasipsiz, kendini bilmez ve aşağılık kulları sık sık böyle laflar ederler

İşte onlar için söylüyorum Yüce Allah "Peygamber eşlerinden bir şey isterken onu perde gerisinden isteyiniz Bu sayede sizin kalpleriniz de, onların kalpleri de daha temiz olur" diye buyururken hiç kimse kalkıp da bunun tersini söylemesin

Hem yüce Allah bu sözleri "mü'minlerin anneleri" olan temiz Peygamber eşleri ile Peygamberin arkadaşları olan ilk müslümanlar için, yani hiç kimsenin boy ölçüşmeye kalkışamayacağı derecede seçkin insanlar için söylüyor Eğer yüce Allah bir konuda bir şey der de O'nun kullarından biri aynı konuda başka bir şey söylerse söz, yüce Allah'ın sözüdür ve diğer herkesin sözü boştur Bu türden bir kul sözünü hiç kimse ağzına almaya kalkışmaz İnsanların bu tür saçma sözleri ağızlarına alabilmeleri için ölümlü kulların, insan psikolojisini bu kulların tümünün yaratıcısı olan, ölümsüz Allah'tan daha iyi bildiklerini iddia etmeleri gerekir

Oysa elle tutulur, somut gerçek yüce Allah'ın doğru, buna karşılık yüce Allah'ın buyruğu ile çelişen sözleri söyleyenlerin yalan söylediklerini haykırıyor Günümüzde dünyanın her tarafında yaşanan tecrübeler bu sözlerimizi doğrulamaktadır Sınırsız "karma-hayat" düzeninin egemen olduğu ülkelerde görülen ahlâk bunalımı bu sözlerimizin en kesin, en açık kanıtıdır "Karma-hayat" düzeninin en iğrenç meyvalarını devşiren Amerika, bu tür ülkelerin en başında gelir

Evet, ayette açıklanıyor ki, Peygamber'in evlerine gelen konukların çağrılı olmadıkları halde yemeğin pişmesini beklemeleri ve yemekten sonra da evde kalarak sohbete dalmaları O'nu rahatsız ediyor, fakat aşırı nazikliğinden dolayı onlara bir şey diyemiyor Ayetin sonunda da müslümanların Peygamberi rahatsız etmemeleri ve ölümünden sonra O'nun eşleri ile evlenmemeleri gerektiği belirtiliyor Çünkü O'nun eşleri mü'minlerin anneleri gibidirler Peygamber ile bu kadınlar arasındaki özel konum, O'nun ölümünden sonra onlarla hiç kimsenin evlenmemesini gerektirir O ailenin dokunulmazlığı, saygınlığı ve ayrıcalıklı konumu ancak bu şekilde gözetilmiş olur Okuyoruz:

"Allah'ın Peygamberini üzmeniz ve O'ndan sonra eşlerini nikahlamanız asla caiz değildir"

Elimizdeki bilgilere göre münafıklardan biri Hz Ayşe ile evlenebilmek için Peygamberimizin ölmesini bekliyormuş! Ayetin sonunu okuyoruz:

" Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır"

Herhangi bir hareketin yüce Allah katında "büyük günah" sayılmasından daha korkunç bir şey düşünülebilir mi?

Fakat bu korkunç uyarı ile yetinilmiyor, buna yine aynı derecede korkunç bir tehdit ekleniyor Okuyalım:

"Bir şeyi açıklasanız da, gizli tutsanız da, hiç kuşkusuz Allah her şeyi bilir" Demek ki, bu mesele ile doğrudan doğruya yüce Allah ilgileniyor O gizli açık bütün duyguları bilir Bütün düşüncelerden, bütün gizli niyetlerden haberdardır Bu mesele O'nun için son derece önemlidir İsteyen O'nun bu konudaki buyruğunu çiğnesin O zaman O'nun son derece korkunç ve mahvedici darbesinin altında ezilir

Bu uyarıcı ve tehdidi izleyen ayette Peygamber eşlerinin hangi erkeklerin karşısına saklanma kaygısı taşımadan çıkabilecekleri açıklanıyor Okuyoruz:

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #25
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



55- "Onlara (Peygamber hanımlarına); babaları, oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, hizmetçi kadınları ve cariyeleri hakkında bir günah yoktur Ey Peygamber hanımları, Allah'tan korkun, şüphesiz Allah, her şeyi görmektedir"

Burada sayılan erkekler ile sıkıca örtünmeden görüşmek bütün müslüman kadınlara serbest bırakılmıştır Acaba sadece Peygamberimizin eşlerine seslenen bu özel ayet mi, yoksa Nur suresindeki tüm müslüman kadınlara seslenen genel hükümlü ayet mi daha önce indi? Bunu belirleyemedim Herhalde hüküm önce Peygamber eşlerine özgü idi de sonra genellik kazandı Bu ihtimal, söz konusu yükümlülüğün niteliğine daha uygun düşer

Yüce Allah'ın "Ey Peygamber eşleri, Allah'tan korkunuz, şüphesiz Allah her şeyi görmektedir" diyerek bu direktif ile Allah korkusu arasında bağ kurması, O'nun her şeyden haberdar olduğunu hatırlatması, dikkatlerimizden kaçmamalıdır Allah korkusu, Allah denetimi böylesine duyarlı noktalarda sürekli olarak karşımıza çıkarılır Çünkü Allah korkusu ilk ve son güvencedir Bu duygu kalplerin göz açtırmak ve gözlerini kırpmaz, uyanık gözetleyicisidir

Ayetlerin devamında Peygamberimizi, gerek şahsı ve gerekse ailesi ile ilgili olarak üzenlere, rahatsız edenlere yönelik uyarılar ve çirkin davranışlarına dönük kınamalar yineleniyor Bu uyarılar iki yoldan yapılıyor: Birinci yolunda Peygamberimiz övülüyor, gerek yüce Allah katındaki gerekse yüceler alemi nezdindeki itibarı konumu vurgulanıyor Öbür uyarı türünde Peygamberimizi üzmenin, yüce Allah'ı üzmek anlamına geldiği, bunun Allah katındaki cezasının da dünyada ve ahirette O'nun rahmetinden kovulmak ve bu çirkin işe denk düşecek bir azaba çarpılmak olduğu belirtiliyor Okuyoruz:

56- "Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamberi överler Ey inananlar! siz de O'nu övün, O'na salat ve selam getirin"

57- Allah'ı ve Peygamberini inciltenlere, Allah, dünyada da ahirette de lanet eder; onlar için alçaltıcı bir azab hazırlamıştır"

Ayetin orijinalinde Allah'ın ve meleklerin, Peygamberimize "selât" ettikleri belirtiliyor Yüce Allah'ın, Peygamberimize "selât" etmesi, O'nu yüceler aleminde övgü ile anması anlamına gelir Meleklerin O'na "selât" etmeleri de Allah katında O'nun için dua etmeleri demektir

Aman Allah'ım, bu ne erişilmez derece! Yüce Allah'ın, Peygamberimize yönelik övgüsünü bütün evren tekrarlıyor Bu övgünün ışığı bütün evrene yayılıyor Evrenin bütün parçaları bu övgüye yine aynı övgü ile cevap veriyor Bu ezeli, ebedi, sürekli ve kesintisiz övgü evren bütününün özüne siniyor Bu nimetten, bu onurdan sonra artık başka bir nimet ve onur düşünülemez Yüce Allah'ın ve meleklerin "selât-ü selam"ından sonra artık insanların "selât-ü selam"ının ne yeri olabilir? Fakat yüce Allah, mü'minlerin Peygamberimize yönelik "selât-ü selam''larını kendi "selât-ü selam"ı ile yan yana getirerek onları şereflendirmek; onları, bu yoldan yüce, ezeli ve onur verici ufuklara yükseltmek istemiştir

Yüce Allah'ın bu övgüsünün ışığı altında insanların Peygamberimizi üzmeleri, rahatsız etmeleri son derece çirkin, aşağılık, iğrenç ve lânetlik bir davranış olarak biliniyor Ayeti bir kere daha okuyalım:

"Allah'ı ve Peygamberini incitenlere Allah, dünyada da ahirette de lânet eder onları alçaltıcı bir azap beklemektedir"

Peygamberimizi incitmenin yüce Allah'ı incitmek demek olması ve bu çirkin eylemin O'nun kullarınca, O'nun zavallı yaratıklarınca işlenmiş olması eylemin iğrençliğini kat kat arttırmaktadır Gerçekte bu zavallılar yüce Allahı incitemezler, böyle bir işe elleri ermez Fakat bu ifade, yüce Allah'ın, Peygamberinin incitilmesinden kaynaklanan duyarlılığını dile getiriyor Bu incitme sanki yüce zatına yönelik bir incitmedir Ne kadar iğrenç, ne kadar çirkin, ne kadar yüz kızartıcı!

Bir sonraki ayette erkek-kadın bütün müminlere yönelik "incitme" eylemleri de kınanıyor Mümin erkeklere ya da kadınlara iftira atanlar, onlara işlemedikleri suçları yakıştıranlar, uydurma kusurlarla onları küçük düşürmeye kalkışanlar azarlanıyor Okuyoruz:

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #26
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



58- "Mü'min erkek ve kadınları, yapmadıkları bir şeyle suçlayıp inciltenler, iftira etmiş ve apaçık bir günah yüklenmiş olurlar"

Azarın tonundaki bu ağırlıktan şunu anlıyoruz: O günlerin Medine'sinde erkek ve kadın müminlere karşı entrikalar çevirmeyi, çirkin söylentiler yayarak onların adlarını karalamayı, başlarına çorap örmeyi, onları asılsız suçlarla suçlamayı iş edinen bir grup vardı Aslında bu kötü eğilim her zaman ve her yerde yaygındır Yani mümin erkekler ve mümin kadınlar, her toplumda kötü niyetli sapıkların, münafıkların ve hasta kalplilerin sürekli entrikaları ile yüz yüzedirler Yüce Allah, burada onlar adına bu entrikalara cevap veriyor; müminlerin düşmanlarının alınlarına suçluluk ve iftiracılık damgasını vuruyor Hiç şüphesiz en doğru söz O'nun sözüdür

Daha sonra yüce Allah Peygamberimize eşlerine, kızlarına ve bütün mümin kadınlara özel işleri için dışarı çıktıklarında tüm vücutlarını, başlarını ve gerdanlarını bol bir örtü ile sıkıca örtmelerini söylemeyi emrediyor Bu kılık edepli kadınları edepsizlerden ayıracak ve edepli kadınları kötü amaçla erkeklerin sataşma girişimlerinden koruyacaktır Namuslu kadınların kılıkları ile belli olmaları ve ağırbaşlılıkları sataşacak kadın arayan kadın avcılarını utandıracak caydıracaktır Okuyoruz:

59- "Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle: Bir ihtiyaç için dışarı çıktıklarında örtülerini üstlerine alsınlar, vücutlarını örtsünler Bu onların hür ve namuslu bilinmelerini ve bundan dolayı inciltilmemelerini daha iyi sağlar Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir"

Tefsir bilgini bu ayeti açıklarken şöyle diyor: O yıllarda Medine'de bazı ahlâksız erkekler vardı Bunlar gece karanlık basınca Medine sokaklarına çıkar, kadınlara sataşırlardı O yılların Medine evleri dar ve basitti Bu yüzden gece olunca kadınlar abdest bozmak amacı ile dışarı çıkarlardı Sözü geçen ahlâksız erkekler de bunu kollarlardı Sıkı örtünmüş kadın görünce "bu köle olmayan, özgür bir kadındır" diyerek ondan uzak dururlardı Fakat sıkıca giyinmemiş kadın gördüklerinde "bu köledir" diyerek üzerine çullanırlardı

Bir başka tefsir bilgini olan Mücahid de bu ayeti açıklarken şunları söylüyor: Kadınlar bol örtüye bürünerek köle olmadıklarını, özgür kadınlar olduklarını belli ederler Öyle olunca ahlâksız kadın avcıları onlara sarkıntılık etmez, kimlikleri konusunda kuşkuya düşmezdi Ayetin sonunda "Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir" buyuruluyor Yani kadınların cahiliye döneminde bu sıkı örtünme kuralına uymamaktan doğan kusurlarını bağışlar Çünkü o dönemde bu kuralı bilmiyorlardı

Bu ayetlerde arap toplumunu ahlâksızlıklardan arındırma uğruna harcanan sürekli çabayı, bütün fitne ve anarşi sebeplerini ortadan kaldırmak için yapılan sıkı telkinleri, fitnenin ve anarşinin alanını mümkün olduğu kadar daraltmak için gösterilen özeni görüyoruz Amaç islam geleneklerini topluma tam anlamı ile yerleştirmek, egemen kılmaktır

Bölümün sonunda müslüman toplum arasında birliği sarsıcı dedikodular yayan münafıklara, hasta ruhlu kimselere ve bozgunculara yönelik bir tehdit ile karşılaşıyoruz Bu kesin ifadeli, sert tehdidin içeriği şudur: Eğer bu bozguncular bu kötü tutumlarını değiştirmezlerse, mümin erkek ve kadınları rahatsız etmek-ten ve toplumsal huzuru bozmaktan vazgeçmezlerse Peygamberin sert önlemleri ile karşı karşıya kalacaklardır Daha önce yahudilere uyguladığı sert önlemleri onlar hakkında da yürürlüğe koyacaktır Açıkçası onları Medine'den sürerek şehrin havasını pisliklerinden arındıracaktır Bu amaçla can dokunulmazlıkları kalkacak, nerede yakalanırlarsa öldürüleceklerdir Bu önlemler, yüce Allah'ın yasasının gereği idi Daha önce Peygamber eli ile yahudiler hakkında uygulandığı gibi vaktiyle toplumlarının huzurunu bozan diğer kötülük düşkünlerine de uygulanmıştı

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #27
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



60- "İki yüzlüler, kalplerinizde fesat bulunanlar, şehirde bozguncu haberler yayanlar, eğer bundan vazgeçmezlerse, andolsun ki seni onlarla mücadeleye davet ederiz; sonra çevrende az bir zamandan fazla kalamazlar"

61- "Lanetlenmiş olarak, nerede bulunurlarsa yakalanır ve öldürülürler"

62- "Allah'ın geçmiş milletlere uyguladığı yasa budur ve Allah'ın yasasında bir değişme bulamazsın"

Bu kesin sözlü ve sert tehditten, yahudi kökenli Beni Kureyze kabilesinin sürülüşünden sonra müslümanların Medine'de ne kadar güçlendiklerini, islam devletinin kent üzerindeki egemenliğinin ne kadar pekiştiğini anlıyoruz Bu kesin egemenliğin doğal sonucu olarak münafıklar kuytu köşelere çekilmek zorunda kalmışlardı Sadece gizli komplolar düzenleyebiliyorlar, açıkça ortaya çıkmaya cesaret edemiyorlardı Sürekli tehdidin ve korkunun soluğunu enselerinde hissediyorlardı

Surenin bu son bölümünde insanların kıyametin ne zaman kapacağına ilişkin Peygamber efendimize yönelttikleri soruları, işi alaya alarak kıyametin bir an önce kopmasını istemeleri ve bu konudaki kuşkuları söz konusu ediliyor Bu soruya verilen cevapta meselenin yüce Allah'ı ilgilendirdiği vurgulanıyor Bunun yanı sıra kıyametin yakın olduğu ve onları farkında olmadan ansızın yakalama ihtimalinin çok yüksek olduğu belirtilerek sakındırılıyorlar Ardından surenin akışı bir kıyamet sahnesini sunuyor ki, kıyametin bir an önce kopmasını isteyenler için pek de sevindirici değil O gün yüzleri cehennem ateşinde evirilip çevriliyor O gün dünyadayken Allah'a ve Peygamberine uymadıklarına pişman oluyorlar O gün dünyadaki önderlerinin ve büyüklerinin iki kat azaba çarptırılmalarını istiyorlar Bu sahne hiç kimsenin bir an önce gerçekleşmesini isteyemeyeceği korkunç bir sahnedir Sonra surenin akışı onları bu kıyamet sahnesinden alıp tekrar şu yeryüzüne getiriyor Bu döndürme ile güdülen amaç, müminlerin Hz Musa'ya eziyet eden, ona -daha sonra yüce Allah'ın suçsuzluğunu ortaya koyduğu- çeşitli suçlamalarda bulunan İsrailoğulları gibi davranmaktan sakındırmaktır -Öyle anlaşılıyor ki, bu sakındırma fiilen yaşanmış bir olaya karşılık olmuştur Belki de bazılarının Peygamberimizin arap geleneğine ters düşerek evlatlığının boşadığı Zeynep'le evlenmesi hakkında ileri geri konuşmalarıdır söz konusu olan- Bunun yanı sıra surenin akışı müminleri, dedikodu yapmaktan, birini ayıplamaktan uzak yapıcı, doğru söz söylemeye çağırıyor Yüce Allah'ın işlerini iyileştirmesinin, günahlarını bağışlamasının buna bağlı olduğunu vurguluyor Allah'a ve Peygamberine itaat etmeye teşvik ederek, buna karşılık olarak kendileri için hazır bekletilen büyük lütuf hatırlatıyor

Sure derin etkili ve ürpertici bir mesajla son buluyor Göklerin, yerin ve dağların yüklenmekten kaçındığı, buna karşın insanın yüklendiği bu büyük, bu dehşet verici, bu ağır emanete ilişkin bir mesajla noktalanıyor Bu yüce Allah'ın, verilecek karşılığın amele göre düzenlenmesine ilişkin planının tamamlanması ve insanın kendi isteğiyle seçtiği ve tercih ettiği şeylerden dolayı sorguya çekilmesi amacına yöneliktir "Allah münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap etsin; mü'min erkeklerin ve mü'min kadınların tevbesini kabul etsin Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir" (Ahzab Suresi, 73)

Peygamber efendimizin uzun uzun anlattığı; uzun süre korkuttuğu ve Kur'an-ı Kerim'in okuyan kişinin adeta görebileceği şekilde sahnelerini anlattığı kıyametin ne zaman kopacağını sık sık Peygamberimizden soruyorlardı Kıyamet gününü soruyorlardı, bu günün bir an önce gelmesini istiyorlardı Bu acelecilikleri bundan kuşku duydukları yahut yalanladıkları veya alaya aldıkları anlamını taşıyordu Bu anlamlar soranların kişiliklerine, imana yakınlık veya uzaklıklarına göre değişiyordu

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #28
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



63- "Ey Muhammed! İnsanlar senden kıyametin zamanını soruyorlar De ki: "Onun bilgisi Allah katındadır, ne bilirsin, belki de zaman ya-kındır"

Kıyametin ne zaman kopacağına ilişkin bilgi, yüce Allah'ın sırf kendisine özgü kıldığı ve aralarında Peygamberler ile önde gelen melekler de olmak üzere canlılardan hiçbirisinin bilmesini istemediği gaybın kapsamındadır İman ve islamın gerçek mahiyetine ilişkin hadiste şu açıklama var: Abdullah b Ömer ra babası Hz Ömer ra: in şöyle dediğini anlatır: Bir gün Peygamber efendimizin yanında oturduğumuz bir sırada birden bembeyaz elbiseli, simsiyah saçlı bir adam çıkageldi Adamın üzerinde yolculuk belirtileri yoktu ve hiç birimiz onu tanımıyorduk Sonra gelip Peygamber efendimizin karşısında oturdu, dizlerini Peygamberimizin dizlerine dayandırdı, ellerini de dizlerinin üzerine koydu ve şöyle dedi: "Ey Muhammed, bana islamı anlat" Peygamberimiz: "İslam; Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in onun kulu ve Peygamberi olduğuna şahitlik etmen; namaz kılman, zekat vermen, Ramazan orucunu tutman, imkan bulursan Kâbe'ye hac etmendir" dedi Adam "Doğru söyledin" dedi Biz şaşırmıştık, hem soruyor hem de tasdik ediyor, diye Sonra adam "Bana imanı anlat" dedi Peygamber efendimiz: "İman; Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, kıyamet gününe, kaderin hayır ve şerrine inanmandır" dedi Adam tekrar "Doğru söyledin" dedi Bu sefer "Bana "İhsan'ı anlat" dedi Peygamberimiz: "İhsan; Allah'ı görüyor gibi O'na ibadet etmektir Çünkü sen onu görmüyorsan da O seni görüyor" dedi Adam "Peki kıyamet ne zaman kopacak?" diye sordu Peygamberimiz: "Bu konuda kendisine soru sorulan sorandan daha fazla bir bilgiye sahip değildir" dedi Sonra Peygamberimiz bize, "Bu Cebrail'di size dininizi öğretmek için gelmişti" dedi (Müslim, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesai)

Kendisine soru sorulan Peygamber efendimiz soran da Hz Cebrail'dir Ve ikisi de kıyametin ne zaman kopacağını bilmiyorlar: "De ki; Onun bilgisi Allah katındadır" Kıyamete ilişkin bilgi, Allah'ın kullarından hiç birine değil, sadece Allah'a özgüdür, onun tekelindedir

Yüce Allah bunu, kendisinin bildiği bir hikmete dayalı olarak takdir etmiştir Biz bu hikmetin bir yönünü algılayabiliyoruz: Buna göre yüce Allah, insanlar hep ondan sakınsınlar, sürekli onu hatırlasınlar ve ansızın gelip çatmasına karşı hazırlıklı olsunlar diye kıyametin kopacağı günü gizlemiştir Kuşkusuz bu hazırlıklı olma durumu da yüce Allah'ın kendilerine iyilik dilediği, kalplerine takva duygusu yerleştirdiği kimseler için geçerlidir Kıyametin kopacağının farkında olmayan ve her an onunla karşılaşma bilincinin verdiği uyanıklıktan yoksun bulunanlara gelince; onlar kendilerini aldatıyorlar, cehennem ateşinden korumuyorlar Oysa yüce Allah her şeyi onlara açıklamış, onları sakındırmış, uyarmıştır Kıyameti gece ve gündüz her an kopma ihtimali bulunan bir gayb olarak gizlemiştir "Ne bilirsin belki de zaman yakındır"

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #29
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



64- "Allah kafirlere lanet etmiş ve onlar için çılgın bir ateş hazırlamıştır"

65- "Orada ebedi olarak kalacaklar kendilerini koruyacak ne bir dost, ne bir yardımcı bulamayacaklardır"

66- "Yüzleri ateşe çevrildiği gün: "Keşke Allah'a itaat etseydik, keşke Peygambere itaat etseydik" derler"

67- "Rabbimiz! Biz yöneticilerimize ve büyüklerimize itaat etmiştik, fakat onlar bizi yoldan saptırdılar" derler"

68- Rabbimiz! Onlara iki kat azab ver ve onları büyük bir lanetle rahmetinden kov "

Onlar kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlardı İşte onlara bir kıyamet met sahnesi:

"Allah kafirlere lanet etmiş ve onlar için çılgın bir ateş hazırlamıştır" Allah kafirleri rahmetinden uzaklaştırmıştır, onlar için kızgın ve alevli bir ateş hazırlamıştır Bu ateş, tutuşturulmuş, hazır durumda bekletiliyor "Orada ebedi olarak kalacaklar"

O ateşte uzun bir dönem kalacaklar Bunun ne kadar süreceğini Allah'tan başkası bilemez Allah'ın bildiği ve dilediği zaman dolmadıkça bunun sonu da gelmez Onlar her türlü yardımdan soyutlanmışlar ve bütün yardımcılardan yok-sundular Herhangi bir dostun veya yardımcının yardımıyla bu kızgın alevden kurtulma ümitleri de kalmamıştır:

"Ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklardır"

Onların ateşteki durumlarını yansıtan sahne ise, iç karartıcı ve acı bir sahnedir:

"Yüzleri ateşe çevrildiği gün"

Ateş etraflarını sarmıştır onların Olayın bu şekilde ifade edilmesi ile hareketin tasviri ve somutlaştırılması istenmektedir Bir yandan da onların içinde bulundukları azabın aşağılayıcılığını iyice belirginleştirmek amacı ile ateşin onların yüzlerinin her tarafına hırsla uzandığı anlatılmaktadır

"Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, peygambere itaat etseydik" derler

Bu, boş bir istektir Hem yersiz hemde kabul olma imkanı yok Çünkü iş işten geçmiştir Bu sadece geçmişte kaçırılan fırsatlardan dolayı ahlanmanın, vahlanmanın belirtisidir

Sonra, dünyadayken kendilerini saptıran önderlerine ve büyüklerine karşı intikam duygusu uyanıyor içlerinde Pişmanlığın, tevbenin işe yaramadığı bir sırada yalnızca Allah'a dönüp tevbe ediyorlar

"Rabbimiz! Biz yöneticilerimize ve büyüklerimize itaat etmiştik, fakat onlar bizi yoldan saptırdılar" derler "Rabbimiz! Onlara iki kat azab ver ve onları büyük bir lanetle rahmetinden kov"

İşte kıyamet budur Peki neyini soruyorlar? Bu uğursuz akıbete karşı tek kurtarıcı, o gün için işe yarayacak ameller işlemektir

Öyle anlaşılıyor ki, Peygamber efendimizin Zeynep bint-i Cahş ile evlenmesi, islamın bu fiili uygulama ile ortadan kaldırmağa çalıştığı bu cahiliye geleneğine ters düşmesi Öyle anlaşılıyor ki Peygamber efendimizin bu evliliği pek kolay ve sakin geçmemiştir Münafıklar, kalplerinde hastalık bulunanlar, islamın kesin, net ve sade düşüncesini sindirememiş, kavrayamamış kararsızlar bu evliliği dillerine dolamışlar Ağız, burun etmişler, mırın kırın ederek memnuniyetsizliklerini belirtmişler, yanlış yorumlar yapmışlar, karşı çıkmışlar Gizlice konuşmuşlar, vesvese çıkarmışlardır Büyük sözler etmişlerdir

Münafıklar ve bozguncular susmak nedir bilmiyorlardı Zehirlerini kusmak için her fırsatı ganimet biliyorlardı Tıpkı, Ahzap savaşında, Hz Aişe'ye atılan iftira olayında, ganimetlerin paylaşılmasında olduğu gibi Her münasebette haksız yere Peygamber efendimizi incitecek davranışlarda bulunuyorlardı

Bu sırada -Beni Kureyze kabilesinin bundan önce de diğer yahudilerin Medine'den uzaklaştırılmalarından sonra- Medine'de açıktan açığa kafir olan hiç kimse kalmamıştı Şehirde yaşayanların tümü artık müslüman görünüyordu Bunların bir kısmı müslümanlığında samimiydi, diğer bir kısmı ise münafıktı İşte bu tür söylentileri yayan, yalanları ortalıkta dillerine dolayanlar bu münafıklardı Bazı mü'minler de onların tuzaklarına düşüyorlardı, çıkardıkları bazı söylentilere alet oluyorlardı Burada Kur'an-ı Kerim, İsrailoğullarının Hz Musa'yı incitmeleri gibi onları Hz Peygamberi incitmekten sakındırıyor, ölçmeden, biçmeden gelişi güzel konuşmaktan sakındırıp doğru konuşmaya yöneltiyor Onları Allah'a ve Peygambere itaat etmeye teşvik edip bu davranışın ardından kendilerini bekleyen büyük nimeti, lütfu hatırlatıyor:

Alıntı Yaparak Cevapla

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )

Eski 11-04-2012   #30
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Ahzab Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )



69- "Ey inananlar! Siz de Musa'yı incitenler gibi olmayın ,Allah onu, onların dedikleri şeyden temize çıkardı O Allah'ın yanında gözde, itibarlı bir kul idi"

70- "Ey inananlar! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin"

71- "Ki Allah işlerinizi düzeltsin ve günahlarınız bağışlasın Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse, şüphesiz büyük bir kurtuluşa ermiş olur"

Kur'an-ı Kerim burada Hz Musa'ya yönelik incitme eyleminin türünü belirtmiyor Ancak eylemin türünü belirleyen bazı rivayetler var Ne varki, Kur'anı Kerim'in kısaca geçtiği bu konuyu uzun uzadıya anlatmamızın gereksiz olduğuna inanıyoruz Bununla yüce Allah mü'minleri Hz Peygamberi incitecek her türlü davranıştan sakındırmayı dilemiştir Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde İsrailoğulları kaypaklığın, yamukluğun somut örnekleri olarak gösterilmişlerdir Mü'minlerin Kur'an-ı Kerim'in her münasebette sapıklık ve kaypaklığın açık örneği olarak sunduğu bu sapık ve kaypak kimselere benzemekten sakınıp tiksinmeleri için onların Peygamberlerini incittiklerine işaret edilmesi yeterli oluyor

Kuşkusuz yüce Allah Hz Musa'yı kavminin iftirasından aklamıştı: "O Allah'ın yanında gözde, itibarlı bir kul idi" Seçkin bir yeri ve itibarı vardı Yüce Allah, Peygamberlerini her türlü yalan ve iftiradan korur, onları temize çıkarır Hz Muhammed (sas) de Peygamberlerin en üstünüdür, yüce Allah'ın aklamasına, savunmasına en çok layık olanıdır

Kur'an-ı Kerim mü'minleri doğru ve uygun söz söylemeye, sözlerini ölçüp biçmeye, münafıkları ve bozgunculuk peşinde koşanları dinlemeden önce, Peygamberleri, yol göstericileri ve yöneticileri hakkında bir beyinsiz sapığın veya art niyetli bir pisliğin lafına kulak vermeden önce söylenenlerin amacını ve hedefini bilmeye yöneltiyor Çünkü yüce Allah doğru söz söyleyenleri gözetir, onların adımlarını yönlendirir, doğru ve yararlı söz söylemelerinin karşılığı olarak işlerini düzeltir Yüce Allah güzel söz söyleyip salih amel işleyenlerin günahlarını bağışlar Ademoğullarının işlemekten kurtulamadıkları ve bağışlama ve örtmenin dışında yakalarını sıyıramadıkları kötülüklerini örter

"Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur"

Allah'a ve Peygambere itaat, başlı başına bir başarıdır Çünkü itaat Allah'ın hayat sistemine göre hareket etmektir Allah'ın hayat sistemine göre hareket etmek huzur ve güven kaynağıdır Gerisinde bir başka ödül olmasa bile açık, hedefe ulaştırıcı ve doğru bir yolda yürümekte başlı başına bir mutluluktur Düz ve aydınlık bir yolda yürüyüpte çevresinde Allah'ın yarattığı tüm varlıkların kendisine eşlik ettiği, yardımcı olduğu kimse, dar, dolambaçlı ve karanlık bir yolda yürüyüpte çevresinde Allah'ın yarattığı tüm varlıkların saldırdığı, çarptığı, incittiği bir kimse gibi değildir Allah'a ve Peygambere itaat etme eylemi özünde kendi ödülünü de taşımaktadır Buna göre Allah'a ve Peygamberine itaat etmek, hesaplaşma gününden ve cennetteki sınırsız nimetlerden önce elde edilen büyük bir başarıdır Ahiretteki nimetler ise itaatin ödülünün yanında artı bir lütuftur Yüce Allah'ın kereminden ve bol nimetlerinden kaynaklanan bir lütuftur Yüce Allah dilediğine sınırsız rızık verir

Belki de yüce Allah bu lütfu bahşetmekle insanın zayıflığını, omuzlarına yüklenen sorumluluğun ağırlığını, büyüklüğünü göz önünde bulundurmuştur Göklerin, yerin ve dağların yüklenmekten kaçındığı ama kendisinin yüklendiği bu emanete bakmıştır İnsan bu büyük emaneti yüklenmiş, tek başına taşımaya söz vermiştir Fakat insan zayıflığın, ihtirasların, eğilim ve arzuların baskısı altında olması ile birlikte yetersiz bir bilgiye, kısa bir ömre, yer ve zamandan kaynaklanan engellerle kuşatılmıştır Öte yandan engel ve mesafelerin ötesine ilişkin tam bir bilgiye ve görüşe sahip değildir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.