Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
eğitim, genel, medreseler, veren

Medreseler (Genel Eğitim Veren Medreseler)

Eski 11-04-2012   #16
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medreseler (Genel Eğitim Veren Medreseler)



Medresetü'l-Vâizîn ile Medresetü'l-Eimme ve'l-Hutebânin birlestirilmesi ile meydana gelmis bir medresedir Bu medrese talebesinin yedirilip içirilmesi isi, Dâru'l-Hilâfe talebesininki gibidir Bu medreseyi bitirenler, zeyil mesihatlarina, kara ve deniz askerî kitalari imamliklarina, vilayet, liva ve kaza merkezlerindeki vaizliklere tayin olunurlardi Bundan böyle imam ve hatiplik sadece bu medrese mezunlarina verilirdi Bu medrese, Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun nesrine kadar devam etti Adi geçen kanunla medreseler kapatildigi zaman bu medrese Imam-Hatip Okulu'na çevrildi
Alıntı Yaparak Cevapla

Medreseler (Genel Eğitim Veren Medreseler)

Eski 11-04-2012   #17
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medreseler (Genel Eğitim Veren Medreseler)



Medreselerin ilk teskilât ve taksimatinda onlarin üstünde ihtisas medresesi olarak Dâru'l-Hadis, Dâru't-Tib gibi müesseseler vardi Fakat Fikih (Islâm Hukuku), Kelâm, Felsefe ve özellikle Kur'an'in tefsiri gibi konularda ihtisas veren bir medrese yoktu Nihayet 1908'deki medrese islahatinda bir de "Medresetü'l-Mütehassisîn" adiyla yeni bir medrese kurulmasina ihtiyaç hâsil olmustu Nihayet 1333 (1917) yilina gelindiginde Dâru'l-Hilafeti'l-Aliyye Medresesi programini tanzim ve islah etmek üzere toplanmis olan 38 kisilik komisyon, üç bölümü ihtiva eden Medresetü'l-Mütehassisîn'i kurmustu
Bütün bu medreselerden baska gerek saray erkâninin çocuklarini okutup egitmek, gerekse askerî egitimle ilgili medreseler de kurulmustu Biz, bilgi vermek bakimindan bunlardan da kisaca bahs etmek istiyoruz Bunlar: Saray ve Askerî mekteplerdir
Görüldügü gibi simdiye kadar genel egitim ve ögretime tahsis edilen medreselerin egitim ve ögretim faaliyetleri üzerinde durduk Halbuki bunlarin disinda da bazi medreseler bulunmaktadir Bunlar, daha ziyade ihtisasi gerektiren bir dalda agirlikli egitim ve ögretim yapilan medreselerdir Belli branslarda faaliyet gösteren bu medreseler, Osmanlilardan önceki Islâm dünyasinda olduklari gibi Osmanlilarda da ayni isimle varliklarini devam ettirmislerdir Klasik dönemde bunlari: Dâru'l-kurra, Dâru'l-hadis ve Dâru't-tib olmak üzere üç kisma ayirabiliriz Osmanli dönemi ihtisas medreseleri ile bunlarin fonksiyonlarini daha iyi anlayabilmek için biraz gerilere, yani Osmanli öncesine gitmemizde fayda mülahaza ettigimiz için, Osmanlilarin örnek aldigi bu medreselerin ilk kurulus yillarindan da kisaca bahs etmek icab etmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Medreseler (Genel Eğitim Veren Medreseler)

Eski 11-04-2012   #18
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medreseler (Genel Eğitim Veren Medreseler)



Bu mektepler, saraydaki çocuklari okutmak, hünkârin hizmetinde bulunacak memur ve müstahdemleri yetistirmek üzere saray içinde açilan mekteplerdir Bunlar da:
1 Sehzâdegân Mektebi
Osmanli sehzâdelerinin okuduklari mekteptir Bu mektep, Topkapi Sarayi'nin Harem dairesinde Dâru's-saade Agasi'nin bulundugu binanin üst katindadir Mektebin âmiri, adi geçen agadir Tahsil derecesi, halka açik olan ve halk çocuklarinin devam ettikleri "Sibyân Mektebi" seviyesindedir Osmanli hanedanina mensub olanlarin bir kisminin ilimde ileri merhalede bulunmalari, onlarin söhretli ve devrin en bilgili hocalarinin nezaretinde yetismis olmalarindandir
Sibyan mekteplerinde oldugu gibi burada da okuma-yazma, Kur'an-i Kerim, dört islem gibi basit bilgiler verilirdi
Sehzâdelerin ilk defa derse basladiklari zaman ve onlar için yapilan tören Türk maarif tarihi bakimindan önemlidir Bu tören, sehirde halk tabakasi çocuklarinin mektebe ilk baslama zamaninda yapilan ve "Bed'-i Besmele" denilen törenden daha parlak ve muhtesem olurdu
2 Enderûn Mektebi
Ilk defa I Murad tarafindan tesis edildigi, II Murad döneminde müfredat programinin gelistirildigi veya Fâtih tarafindan kuruldugu belirtilen Enderûn mektebinin, devletin kudretini korumaya kabiliyetli bir (kapi-kulu) sinifi yetistirmek için çesitli odalarda, muhtelif kademelerde egitim ve ögretim faaliyeti yürüttügü ve Acemî oglanlar arasinda seçilen talebelerin (Gilmân) buralarda 7-8 yil tahsil gördügü anlasilmaktadir
Osmanli Devleti'nde Enderûn, özellikel XV yüzyil ortalarindan itibaren medrese disinda en önemli resmî egitim kurumu ünvanini tasimaktadir Daha çok mülkî ve askerî idarecilerin yetistirildigi bu mektep, Osmanli merkez ve tasra bürokrasisinde gerekli insan gücü kaynagini olusturmak için kurulmustur Bu vasfi ile resmî Osmanli ideolojisi veya zihniyetinin ögretilip gelistirildigi temel egitim birimini teskil ettigi gibi idarî ve siyasî hedeflerin tayininde, devletin ana kurumlarinin isleyisinde önemli bir yere sahip olmustur Biraz önce belirtildigi gibi kurulus tarihi hakkinda farkli görüsler bulunmakla beraber bunun II Murad zamaninda Edirne Sarayi'nda teskil edildigi, ancak gerçek ve olgun teskilatina Fâtih döneminde kavustugu söylenebilir Böyle bir kurumun teskilinde esas hedef, askerî temele dayanan Osmanli Devleti'ne yetenekli komutan yetistirmek ve devamli büyüyen ülkenin farkli din, dil ve kültürlere mensub kitleleri idare edecek saglam yönetici kadrolari temin etmekti
Enderun Mektebi, Topkapi Sarayi içinde idi Enderun tabiri de bunu göstermektedir Buraya devsirmeden gelen çocuklar alinirdi Bununla beraber bazan rehine olarak Istanbul'a getirilmis olan baska devlet hükümdarlarinin çocuklari da alinirdi
Mektebin teskilâti zamanla bir hayli degisiklige ugrayarak XVII asirda bilhassa acemi oglanlar mektebine son sekilleri verildigi sirada kat'î seklini almis ve yedi odaya, yani sinifa ayrilmisti Her odanin basinda bir aga bulunurdu Bu odalar sunlardir:
a Küçük oda: (Hâne-i sagir)
b Büyük oda: (Hâne-i kebir)
Bu iki odadakiler yalniz okuyup yazarlardi Bunlar Enderûn mektebinin ibtidai yahut hazirlik sinifi durumunda idiler "Dolama" denilen elbiseyi giydikleri için bunlara "Dolamali" da denirdi Bunlarin sayilari digerlerinden daha fazla idi Kapi agasinin maiyetinde bulunurlardi Anahtar, serbet ve peskir isleri büyük odalilara aitti
c Dogancilar odasi (Hâne-i bazban)
Hünkârin avda kullandigi doganlara bakan 40 kisilik bir sinifti Agalarina "doganci-basi" denirdi
d Seferli odasi
Bu odadakiler, hünkârin çamasirlarina bakar, sarik, seccade hizmeti gibi seyler bunlara aitti Câmide, hünkârin üzerinde namaz kilacagi seccadeyi bunlarin agasi serer ve padisahi tatmin etmek için evvela kendisi bu seccade üzerinde secde ederdi Sarayin mefrusat isi de bunlarin hizmet alanina girmekteydi
e Kiler odasi
Bunlar, sarayin yiyecek ve içecegi ile ugrasir, onlara bakarlardi Agalari kilerci-basi idi Bilhassa hünkârin yiyecegi yemegin tadina bakmak, onlarda zehirleyici bir maddenin olmadigina inandirmak için mutfakta hazirlanan yemek tablasini padisahin yemek odasina kadar götürüp bizzat sofraya koymak bunlarin baslica vazifelerindendi
f Hazine odasi
Agalari, hazinenin muhafazasi ile mesgul olurlardi
g Has oda
Bunlar, "zülüflü" denilen 40 agadan mütesekkildi Gece-gündüz hünkârin hizmetinde bulunurlardi Hirka-i serifte devamli olarak dua ederlerdi Bunlarin agasina "Odabasi" denirdi Hünkâri giydirip kusatmak bunlarin vazifeleri arasindadir Has odabasi, kapi agasindan sonra en yüksek rütbeli idi Bunun için mührü hümâyunlardan birini tasirdi
Enderûnlularin yalniz küçük ve büyük odadakiler degil, digerleri de bir san'at ve hüner sahibi olmaktan geri durmazlardi Dinî tahsil ve Kur'an-i Kerim tilaveti, en çok mesgul olduklari saha idi
1045 (1635) senesinde Evliya Çelebi'nin 20 yaslarinda iken Ayasofya'da müezzin mahfilinde okudugu Kur'an, Sultan IV Murad'in hosuna gittigi için saraya alinmasini istemistir Sarayda kendisine verilen kitaplardan anlasildigina göre buradaki tahsil, medreselerde oldugu gibi dinî egitime dayali ve hatta seviye itibari ile medreselerden daha yüksek bir mevkide görünmektedir Atâ tarihinde Enderûn'da okutulan ders ve takip edilen sistem hakkinda genis bilgi bulunmaktadir H XIII asra kadar bu mektepten pek çok devlet adami yetismistir Nitekim 79 sadrazam, 36 kaptan-i derya, 3 seyhülislâm isminin Atâ tarihinin ikinci cildinde verilmesi bunu göstermektedir
3 Meskhâne
Musikî, refah, servet ve medeniyetle birlikte yürüyen bir san'at olduguna göre Osmanlilar'da da ayni sekilde kendisini kabul ettirmistir Gerçekten, Osmanlilarin yükselislerine paralel olarak pek çok musikî âletinin bu dönemde meydana çiktigi bilinmektedir Kaynaklarimiz, II Murad'dan itibaren konu ile ilgili eserlerin Osmanli sultanlarina sunuldugunu kaydederler 1045 (1635) senesinde saraya alindigi zaman oradaki musikî hayatini anlatan E Çelebi, "Meskhanenin" has hamam yaninda bulundugunu nakleder O, burada gece-gündüz saz ve fasillar dinlendigini de anlatir (E Çelebi, I, 245) Burada musikî tahsil edildigi, devrin en iyi ustalarindan ders alindigi da kaynaklarda belirtilir Bugün, hâlâ mûsikimizin en ziyade muteber olan ilahî, semaî, beste, pesrev gibi eserleri, meskhaneden çikan üstadlarin eserleridir

Alıntı Yaparak Cevapla

Medreseler (Genel Eğitim Veren Medreseler)

Eski 11-04-2012   #19
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medreseler (Genel Eğitim Veren Medreseler)





Istanbul'u fethetmekle dünyanin en büyük ve egitilmis ordusuna sahip oldugunu gösteren Osmanli Devleti'nin, dönemine göre modern askerî mektepler açacagi kaçinilmaz bir sonuçtu Gerçi daha önce de ocaga hizmet etmek isteyen ve bunlarin yetismesini saglayan mektep seklinde olmasa bile çesitli müesseseler vardi Bu sinifa giren mektepleri üçe ayirabiliriz Bunlar, daha ziyade askerî teskilati ilgilendirdigi için üzerinde fazla durmuyor, sadece isimlerini vermekle iktifa ediyoruz Bu mektepler, Acemioglanlar mektebi, Mehterhâne ve Canbazhânedir Mehterhâne, Osmanli Devleti'nin kurulusu ile birlikte ortaya çiktigi sanilan bir müessesedir Selçuklu hükümdari Alaeddin Keykûbad'in bagimsizlik nisânesi olarak Osman Gazi'ye gönderdigi hediyeler içinde bulunan davulun, bu müessesenin temelini teskil ettigi kaynaklarda belirtilmektedir Canbazhâneye gelince bunun asil vazifesinin ne oldugu kesin olarak bilinememektedir Bunlarin XV asrin ilk yarisinda ortaya çiktiklari kabul edilmektedir
Askerî teskilâtin genislemesi ve bu teskilâtin ayri ayri siniflara ayrilmasindan sonra, her sinifin egitimi için uygun olan mekteplerin açildigi bilinmektedir Tophane, Kiliçhâne, Tüfekhâne, Humbarahâne gibi mektepleri sayabiliriz Bu arada, ismi mektep olan daha bazi kuruluslarin da bulundugunu belirtmekle yetiniyoruz

Alıntı Yaparak Cevapla

Medreseler (Genel Eğitim Veren Medreseler)

Eski 11-04-2012   #20
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medreseler (Genel Eğitim Veren Medreseler)



Islâm egitim tarihi içinde müstesna bir yeri bulunan Osmanli medreseleri, yüksek tahsili gerçeklestiren müesseselerdi Bununla beraber Osmanli medreselerindeki egitim ve ögretim sistemi, hiç süphesiz diger Islâm devletlerinde oldugu gibi bir usûl takip etmis olup, medreselerin adedi arttikça bunlar da derece ve siniflarina göre bir tertibe tabi tutulmuslardi
Osmanlilar'da Fâtih Sultan Mehmed'le medrese ögretimi belli bir kanuna baglandi Dersler kahvaltidan sonra baslar ve ögle namazina kadar devam ederdi Ögrenci ögleden sonra kütüphane veya câmide çalisirdi XV asirda günde dört, XVI asirda ise bes ders okutuldugu anlasilmaktadir Nitekim Fâtih devri müderrislerinden Hamiduddin b Efdaluddin haftada dört gün medreseye gelmekte ve her gün dört saat ders vermektedir Bu zatin biyografisini veren Mecdi Mehmed Efendi bu konuda sunlari söylemektedir:
"Haftada dört gün medrese-i mezkûreye geldikten maada her günde âdet-i kadime-i müstedimesi üzre bin türlü ihtimamla dört dersin edasina müdavemet ve mülâzemet eyledi"
XV asirdaki dört ders, XVI asirda bese çikarilmistir Nitekim hem Kanunî, Süleymaniye'de hem de oglu II Selim Edirne'deki Selimiye'de günde bes ders okutulmasini sart kosmuslardi
Osmanli medreselerinde Sali günü hafta tatilidir Bundan baska dinî bayram ve kandillerde ders yapilmazdi Bununla beraber medreselerde bazan Sali, Persembe ve Cuma günlerinin de tatil oldugu belirtilmektedir Herhalde bu en uzun tatil olsa gerekir Bundan baska senelik tatiller daima Ramazan ayina tesadüf eder Ramazan'da talebeler, dogduklari veya büyüdükleri yerlere, bazan da davetli veya davetsiz köy ve kasabalara gidip hem halka bilgi birikimlerini aktarir (bu önemli bir stajdir), hem de bu hizmetlerine karsilik kendilerine bir sene yetecek miktarda maddî imkân saglarlardi
Her günün belli dinlenme zamanlari da genellikle ögle ve ikindi aralaridir Medreselerde en önemli olan sabah dersleridir Bu dersleri sadece talebe degil, disardan dinleyip takip edenler de çoktur Bu gelenek asirlarca Istanbul'da devam edegelmistir
Medreselerde çok defa zihnin hafiza ve muhakeme fonksiyonu dikkate alinarak naklî bilgiler yaninda düsünceyi gelistiren aklî ve felsefî ilimlere de yer veriliyordu Bununla beraber zaman zaman bu ideal programin, ikinciler aleyhine bozuldugu da olmustur

Alıntı Yaparak Cevapla

Medreseler (Genel Eğitim Veren Medreseler)

Eski 11-04-2012   #21
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medreseler (Genel Eğitim Veren Medreseler)





Islâm dünyasinda medreselerin ortaya çikmasi ile baslayan medrese dönemi egitim ve ögretimi, bir veya birkaç kisinin ögrencilere bilgi vermesi ve belli bir sistem çerçevesinde onlari egitmesi sonucunda ögretim kadrosu tesekkül etti Kendisinden önceki Islâm devletlerinin uygulamalarindan bir hayli istifade eden Osmanli dönemi medreselerinin, ögretim kadrosuna dahil olan elemanlar ile ögrenciler hakkinda fazla teferruata girmeden bilgi vermek istiyoruz Bu arada Osmanli öncesine de kisaca temas edecegiz
1 MÜDERRIS (PROFESÖR)
Bilindigi gibi Nizâmiye medreseleri, yüksek seviyede ögretim ve egitim faaliyetlerinde bulunan kurumlardi Bu sebeple, bu ve daha sonra kurulan bütün medreselerde ders veren kimseler için "müderris" ünvani kullanildi Bu tabir, Arapça bir kelime olup "tedris" mastarindan ism-i faildir Buna göre mânasi medreselerde ders okutan kimse olmaktadir
Islâm'in ilk devirlerinden itibaren özellikle bazi ilimlerin tahsilinde bir ögreticiye (muallim, müderris, ögretmen) ihtiyaç duyulmus oldugundan kendi basina kitapla ugrasmak pek hos karsilanmamistir Ayrica, insanlarin bildiklerini baskasina ögretmek için gayret sarf etmesi de tesvik edilmistir Bütün bunlar, Islâm dünyasinda medreselerin yayginlasmasi ile birlikte her tarafta saygi ve itibar gören müderrislerin yetismesine sebep oldu Ilmin yayilmasi için gayret sarf eden bu zümrenin, gerek fikir ve çalisma hürriyeti, gerekse büyük bir malî imkâna sahip olmasi, bu sahanin ragbet görmesine sebep oldugu gibi, bu zümre mensuplarinin daha iyi bir sekilde ilmî faaliyetlerde bulunmasina da sebep olmustu Baslangiçta hükümdar, emîr veya vakfi tesis eden herhangi bir kimse tarafindan tayin edilen müderris, devrin en bilgili ve kabiliyetli âlimleri arasindan seçilirdi O, hemen hemen dinî ilimlerin tamaminda bilgi sahibidir Özellikle kendi mezhebi hakkinda usûl ve füru' ilimlerine iyice vâkif olmak zorundadir
Osmanli dönemi medreselerinde, belirli bir tahsilden sonra icazet, mülâzemet ve beratla medreselerde ders veren kimselere müderris (günümüzde profesör) denir Vakfiyelerde müderrislerin nasil seçkin kimseler arasinda seçilmesi gerektigi ve özelliklerinin neler olmasi hakkinda bilgiler verilmektedir Bu konuda Fâtih ve Kanunî vakfiyeleri ile kanunnâmelerde genis bilgi bulunmaktadir Osmanli medrese teskilâtinda "Hâric" ve "Dâhil" derslerini gören talebe, "Sahn-i Semân" veya "Süleymaniye" seviyelerindeki egitim ve ögretimden sonra mezun olur Yani, icazet alir Bu, onun müderrislik yapabilecegini gösteren bir diplomadir Sayet Anadolu'da vazife almak istiyorsa Anadolu, Rumeli'de vazife alacaksa Rumeli Kadiaskeri'ne müracaat ederek onun, muayyen günlerdeki meclislerine devam edip "Matlab" denilen deftere (Rûznâme) mülâzim kayd edilir Bundan sonra sirasi gelinceye kadar beklerdi ki, buna nevbet (nöbet) denirdi Sirasi geldiginde en asagi derecedeki "Hasiye-i Tecrid" medreselerinden birine yevmiye (günlük) 20 akça ile müderris tayin edilirdi Bundan sonra sira ile yükselerek en üst seviyedeki bir medreseye kadar çikabilirdi
2 MUID (ASISTAN, ARASTIRMA GÖREVLISI)
Arapça bir kelime olan "Muîd" birçok mânaya delâlet etmektedir Teknik yani istilâh olarak müzakereci, müderrisin derslerini tekrarlayip izah eden müderris yardimcisi Gerçekten muîd, müderrisin dersten ayrilmasindan sonra onun dersini talebeye tekrarlayan bir kimsedir Talebe bazan konuyu anlamadigindan, bazan müderrise sormaktan utandigindan her seyi tam olarak kavrayamaz Iste bu durumda muîd onlara yardimci olur Demek oluyor ki, muîdin müderris ile talebe arasinda bir derecesi vardir Bugünkü asistan veya arastirma görevlisi pozisyonundadir Muîdler, talebelerle ayni yerde otururlar Vazifesi, dersi ögrencilerle tekrarlamak olan muîde müzakereci de denebilir Bu vazife medreselerin kurulmasiyla birlikte ortaya çikmistir Eyyubîler döneminde muîdlik, aranan bir görev haline gelmistir Hemen her medresede bir muîd vardir Hatta, bazi medreselere tayin edilen her müderris için iki muîd tayin edilmistir Nitekim Melik Necmeddin Eyyub tarafindan yaptirilan Selâhiyye Medresesi'ne dört müderris, her müderrise de ikiser muid verilmistir Muîdler, ayni zamanda talebenin disiplini ile de mesgul olurlardi Hatta bazan (Misir'da görüldügü gibi) bir medresede müderris, digerinde de muîd olanlara rastlanmaktadir
Osmanli egitim ve ögretim tarihinde muîdlerin önemli bir yeri bulunmaktadir Fâtih vakfiyesinde muîdlerle ilgili olarak söyle denilmektedir:
"Hadid ve fikr-i sedid ve re'y-i resid ile akrani beyninde ferid ve ta'lim-i muhtasarat-i kütübde mâhir ve teallüm ve iktisâb-i mütavvelata kadir kimesne olur Her müderrisin medresesinde muîdi olup vazife-i yevmiyesi hâsil-i vakf-i seriften bes akça ola" Görüldügü gibi Osmanli dönemi muîdi, akranlari arasinda en iyi bilgiye sahip, zeki, saglam ve isabetli görüslere sahip bir kimse olarak tavsif edilmektedir Muîd, yaptigi is ve gördügü hizmet karsiliginda da günde bes akça gibi bir ücret almaktadir
Süleymaniye vakfiyesinde de muîdlikle ilgili su bilgilere yer verilmektedir:
"Ve tullab-i ilimden birer maarif u fezâil ile mümtaz, rütbe-i istifadeden derece-i ifadeye vüsûle isti'dad ile ser-efrazini muîd eyleyeler Ve vazife-i yevmiyyeleri beser akça ola" Vakfiyenin bu metninden anlasildigi üzere Süleymaniye medreselerinde muîdlik yapacak olanlarin talebenin en iyilerinden olmasi, bilgili ve arkadaslari arasinda her bakimdan üstünlügü kabul edilen bir kimse olmasi gerektigi belirtilmektedir
Muîdlerin, Ellili medreselerden asagi seviyedeki medreselerde de bulundugu ve bunlarin da müderrisler gibi tayin edildikleri anlasilmaktadir 5 Saban 1247 (9 Ocak 1832) tarihini tasiyan bir belge, Sivas Dâru's-sifa medresesinde muîdlik yapan Musa adindaki sahsin vefati üzerine yeri ve hizmetin hâli oldugu, bu sebeple islerin görülemez oldugu anlasildigindan yerine beratla, bu ise lâyik olan oglunun geçmesi Sivas Kadisi Müftüzâde Abdullah tarafindan istenmektedir Öyle anlasiliyor ki bu medresede muîdlik hizmeti eskiden beri uygulanmaktadir Zira adi geçen sehrin kadisi tarafindan Istanbul'a gönderilen 12 Zilhicce 1167 (30 Kasim 1754) tarihli baska bir arzda muîdlik hizmetinin bir baskasina verilmesi istenmektedir
Danismendler arasinda muîd olabilecek evsafta bulunanlarin seçimi ise müderrisler tarafindan yapilmis olmalidir Muîdlerin, kaç yil bu görevde kaldiklari henüz kesin olarak tesbit edilebilmis olmamakla beraber, (Dâru't-tiblar disinda) bunun iki sene devam ettigi belirtilmektedir
Osmanlilar döneminde bu görev, 1908 inkilâbindan sonra da Sultanî-ler'de devam etmek üzere yeniden ihdas edilmisse de sonradan kaldirilmistir
3 TALEBE
Islâm dünyasinin egitim ve ögretim tarihinde medreselerin esas unsurlarindan biri de süphesiz ki ögrencilerdir Talebelerin gerek zekâ gerekse bedenî yapi bakimindan saglam olmalarina dikkat edilirdi Bu bakimdan hocalar tarafindan bazi zekâ testlerinin yapildigi da belirtilmektedir Bu testler neticesinde hocalar talebe olarak seçecekleri kimseleri belirlerlerdi Böylece zeki veya daha az zeki olan insanlarin ayni yerde bulunmamalari saglanmis oluyordu Zira farkli zekâ seviyesine sahip olan ögrencilerin ayni sinifta bulunmalari hos karsilanmamistir Çünkü böyle bir uygulama, zeki çocuklari geri birakacagi gibi, zekâ bakimindan fazla gelismemis olanlara da büyük bir azap çektirir
Her ne kadar ögretim için belli bir yas sözkonusu degilse de bazi müderrislerin, belli ilimlerde ögrenme kabiliyetini nazar-i dikkate alarak belli bir yas grubundan ögrenci seçtikleri de olmustur Gerçekten, Kâtib Çelebi'nin de ifade ettigi gibi ilim yolcusunun fedakâr olmasi, dünya ile iliskisinin fazla bulunmamasi, çoluk çocuk kaygisinin olmamasi gerekir Bütün bunlar da ilim tahsil etmek isteyen kimsenin bir ölçüde genç olmasini gerektirmektedir Hatta bazi müellifler, talebenin mümkün mertebe bekâr olmasini da isterler Çünkü evli bir kimse, evlilik hukuku ve geçim derdi gibi islerle mesgul olacagindan kendisini rahat ve huzurlu bir sekilde ilme veremez Bu da ilmî tedkik ve arastirmaya bir engel teskil eder
Talebe sayisi genellikle vakfi tesis edenlerin isteklerine bagli kalmissa da, bazan bu sayilar degisebilmektedir Misir medreselerindeki ögrenci sayisi 3-100 arasindadir Bazan sayi çogaldigi zaman bunlarin iki kisma ayrildigi, hocalarin böyle bir taksim yaptiklari da belirtilmektedir
Osmanli döneminde talebelerin yetismesi üzerinde ehemmiyetle durulmus olmasi onlara büyük bir degerin verildigini göstermektedir Osmanlilarin ilk medreseleri ile birlikte bütün talebeye vakiflarca bakilmis, onlara imâretler vasitasiyla da yeme, içme, yatma ve para temin etme gibi imkânlar saglanmistir
Islâm ve Osmanli dünyasinda talebeler için degisik kelime ve istilahlar kullanilmistir Araplarin "tâlib" dedikleri medrese talebesine Selçuklular "fakih" ve "mülazim" derlerdi Osmanlilarda ise "tâlib"in çogulu "talebe" ve "tüllâb" kelimeleri kullanildigi gibi, Farsça'da âlim ve akilli mânasina gelen "danismend" ve yine Farsça'dan yanmis mânasina "suhte" kelimesinin bozulmus sekli olan "softa" kelimeleri ile Arapça'da istidadli ve kabiliyetli mânasina gelen "müsteid" kelimesi kullanilmistir Bu kelimelerden her birinin digerinin yerine kullanilabildigi anlasilmakla birlikte, Sibyan mektebi talebelerine sadece "talebe", asagi seviyedeki medrese talebelerine "suhte" yüksek seviyedeki medrese talebesine de "danismend" denildigi anlasilmaktadir
Osmanli medreselerindeki talebe sayisi, medresenin büyüklük veya küçüklügüne göre degismekle beraber, medreselerin en büyüklerinde bile bir müderrisin okuttugu ögrenci sayisi 20 rakamini geçmez
Öyle anlasiliyor ki Osmanli Devleti'nde daha kurulus yillarindan itibaren tahsilini belirli seviyeye getiren talebeler, hocalarinin da tavsiyesi ile Islâm dünyasinin o dönemlerde taninmis ilim merkezleri olan Kahire, Semerkant, Buhara, Mâveraünnehr, Bagdad ve Sam (Dimask) gibi merkezlerine giderek tahsillerini tamamliyorlardi Böylece birkaç yil sonra Islâm dini, kültürü ve medeniyeti konusunda yetismis birer âlim olarak dönerlerdi Hangi sehrin hangi sahalarda meshur oldugu, buralardaki ilmî gelisme ve ilim mahfilleri, daha önce gidip dönenler veya oralardan gelen misafir hocalar tarafindan bilinir ve akademik seyahata çikan ögrenciye tavsiye edilirdi

Alıntı Yaparak Cevapla

Medreseler (Genel Eğitim Veren Medreseler)

Eski 11-04-2012   #22
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medreseler (Genel Eğitim Veren Medreseler)



Osmanli Devleti'nde, özel zamanlarda ve yine özel insanlara yönelik yapilan egitimlerden biri de huzur dersleridir Bu sebeple ilmiye teskilâtindan bahsetmeden önce bu konuya yer vermek gerekiyordu
Osmanli devlet teskilatinda bulunan dört tarikten biri olan "ilmiyye sinifi", bu devletin kültür tarihinde önemli ve faal bir rol oynamistir Cemiyet hayatinin belli bir noktaya kanalize edilmesi, özellikle "Ramazan" gibi hususiyet arzeden günlerde daha belirgin bir sekil almakta idi Bu da "Huzur Dersleri" adi verilen ve devrin padisahi ile saray erkâni tarafindan takib edilen dersler vasitasiyla olmakta idi Bunun içindir ki daha küçük yasta bulunmalarina ragmen sehzâdeler, pek çok ilmî meselelere bu vesile ile vâkif oluyorlardi Devlet adamlari ile diger davetlilerin bu mecliste kazandiklari malumat, ileride kendilerine isik tutacagindan dolayi son derece ehemmiyetli idi
Ilmiye sinifi mensuplarinin, Osmanli ülkesinde gördükleri saygi ve itibari, baska hiç bir ülkede görmedikleri bilinmektedir Bu ülkede bilginler devlet memurlarina tatbik edilen birçok cezadan da muaf idiler "Vebi'l-cümle ülemaya bu devlet-i aliyyede olan ikram ve i'zaz bu devlet-i Islâmiyyede olmustur Kendi kesbleri olan zilletten gayri devlet canibinden amme içün tertib olunan siyaset ve ukubât havfindan emin irz (ve) mallari dest-i taaddi-i avamdan masun ve mahfuzdur"
Ilim adamlarina gösterilen bu saygi, onlarin fikir ve görüslerini hiç çekinmeden ortaya koymalarina sebep oluyordu Hele Ramazan'a mahsus huzur derslerinde bu serbestiye, daha çok dikkat ve riayet edilirdi Hatta III Selim (1789-1807) devrinde bu derse istirak eden mukarrir ve muhataplarin istediklerini söylemekte tamamen serbest olacaklari, dersten önce bizzat padisah tarafindan bir irade-i kat'iyye olarak adi geçen zevata bildirilirdi
Osmanli devletinde, Ramazan ayinin ilk günü baslamak ve umumiyetle sekiz derste sona ermek üzere sarayda padisah huzurunda "mukarrir" adi verilen zamanin taninmis âlimleri tarafindan takrir olunan derslere "Huzur Dersleri" deniliyordu Zamanla sayilarinda degisiklik olan ve muhatab adi verilen, yine devrin âlimlerinden mütesekkil bir heyetin de münazarasinda bulundugu bu derslere, padisah huzurunda icra edilmelerinden dolayi "Huzur-i Hümayun Dersleri" de deniliyordu
Birçok Müslüman devlet baskanlarinda oldugu gibi, Osmanli Sultanlari da herhangi bir konuda bilgi edinmek istedikleri zaman, devrin âlimlerin-den birini saraya davet eder ve ondan istedikleri mevzuda bilgi alirlardi Bunun, Ramazan ayinda olmayisi ve ayni zamanda mukarrir ile muhataplar aasinda münakasali bir sekilde cereyan etmemis olmasindan dolayi bunlara "Huzur Dersi" denmez
Tarihçiler, Tefsirden ibaret olan bu dersin baslangicini, Osman Gazi (1299-1326)'ye kadar çikarmaktadirlar Nitekim, Tayyarzâde Ahmed Ata; "Osman Han Gazi asr-i fezâil hasr-i âlisinden bed' ile, Orhan Han Gazi ahdinda daimi surette icraya baslanilarak ol zamanlardan ve hususiyle Murad Han-i evvel vaktinden beru Ramazan-i serifte vakit bulundukça her gün ve eyyâm-i sâirede irade buyruldukça fühulin-i ülemadan olan zevat-i fezail-simâtin ekserisi huzur-i hümayunda ictima ile âyât-i celile-i fürkaniyeden bazi süver-i serife tefsir olunmasi kaide hükmüne girmisken Mustafa Han-i salis hazretlerinin (1172/1758) eyyâm-i rûzesinden bed' ile sehr-i ramazan-i serifin evvelki gününden onuncu gününe kadar birer mukarrir ile çend nefer muhataptan ibaret olmak üzere bir hey'et-i ülema celb ederek tefsir-i serif-i Beyzavî'den birkaç âyet-i kerime tefsir ettirmek ve bu cihetle istifaza-i feyz ve bereket etmek ve onuncu günü kütüphâne hocasi pisva oldugu halde mukarrir olan zatlardan mürekkeb bir meclis-i mütemayiz dahi akdolunarak kezalik tefsir-i seriften mübahasat-i hasene icrasiyle tenvir-i mübalât edilmek usulü vaz' buyurulmustur" demek suretiyle, bu derslerin tarihi ve geçirdigi merhaleleri hakkinda bir bilgi vermektedir
Sultan III Mustafa (1757-1774) tarafindan belli bir kanuna baglanarak devami saglanan Huzur Derslerinin baslangici hakkinda Ahmet Cevdet Pasa da sunlari söyler: " evail-i ramazan-i serifte her gün huzur-i hümayunda huzur dersi ünvaniyle bir meclis tertib olunarak her mecliste efahim-i ülemâdan birer mukarrir ile müderrisinden yediser-sekizer muhatap bulunup tefsir-i Kad-i Beyzavî kiraat edilir"
Bu ifadelerden de anlasilacagi üzere huzur derslerinin takriri Osmanli devleti için, eskiden beri riayet edilen güzel bir âdet olarak kabul edilmektedir
Ramazan'a mahsus bu güzel gelenek, padisah, sehzâde ve devlet erkâninin, özellikle dinî konularda birçok seyi ögrenmelerine sebep oluyordu Bu derslerde Kur'an-i Kerim'den zamana münasip bir âyet okunarak "mukarrir" tarafindan tefsiri yapilirdi Bundan sonra "Muhatap"lar tarafindan vaki itiraz ve suellere cevap verilirdi Böylece ilmî bir mübahese açilmis olurdu Mukarirr ve muhataplar bu ilmî mübahasede fikirlerini açikça belirtmekte tamamen serbest idiler Hatta bu yüzden ilminin derecesini göstermek isteyen bazi muhataplarin, bulunduklari mahalli unutarak münazaralarda terbiye ve edep haricine çiktiklari görülmüstür Meselâ 1176 senesi Ramazaninda muhataplardan Tatar Hoca, mukarrir Abdülmü'min Efendi ile olan mübaheseyi asarak Mü'min Efendiye terbiye disi agir sözler sarfettiginden Bozcaada'ya sürgün edilmistir
Biraz önce belirtildigi gibi H 1200 senesinden önce Kur'an-i Kerimden degisik âyetler ve özellikle Fetih sûresinden seçilen bölümler tefsir edilirken, mezkur senenin Ramazaninda, Fatiha sûresinden baslamak üzere sira ile Kur'an'in tefsiri cihetine gidilmistir
Saray Ramazan'inin baslica hususiyetlerinden biri olan Huzur Dersleri, her gün degisen bir mukarrir ile muhataplardan mütesekkil ulemadan bir zümre tarafindan icra edilirdi Her ders için, önceden Mesihat makaminca tesbit ve tayin edilmis olan bir mukarrir ile, (7-15) muhataplarin icra ettikleri bu derslerin kadrosuna girebilmek bazi sartlar ve vasiflari tasimakla mümkündü Binaenaleyh, belli birtakim vasiflari tasimayanlar huzur dersleri için mukarrir ve muhatap olamazlardi Aranan bu özellikleri söyle maddelendirmemiz mümkündür:
a Istanbul rüusunu hâiz müderris olmak,
b Talebesi ziyade, müretteb tahsile nazaran dersi ileri bulunmak,
c Meleke, ihtisas ve zâti kemaliyle muhitte söhret bulmus olmak
Huzur derslerinin takrir ve icrasinda riayet edilen bazi usul ve kaideler de vardir Biz bunlari Ebül-ólâ Mardin'den özetleyerek nakletmekle iktifa ediyoruz:
1 Huzur Dersleri, Istanbul rüûsunu haiz olup uhdesinde herhangi resmî bir vazife bulunmayan ve Istanbul sehrinde ikamet eden "zevat-i fâzila"dan tesekkül eder Binaenaleyh, mevleviyetle terfi edenler veya tasrada müderrislik ve naiplik gibi vazifeleri kabul edenler ile Istanbul haricinde ikamet edenler bu derse istirak edemezlerdi
2 Meclisleri teskilde ve sirayi tayinde rüustaki kidem nazara alinir Bu kaidenin bir sonucu olarak ilk meclisi teskil eden zevatin rüus dereceleri "kibar-i müderrisin" mertebeleri olan Dâru'l-hadis, Hamise-i Süleymaniye, Musila-i Süleymaniye olarak görülmektedir
3 Hacc ve sila-i rahm gibi sebeblerle muvakkaten Istanbul'dan ayrilan meclis üyeleri, ayrilislari Ramazan'a tesadüf etmese bile seyhülislâmdan izin almak zorundadirlar
4 Huzur Dersi mukarrir ve muhatapligina yapilacak tayinler, seyhülislamin inhasiyle, irade-i seniyye üzerine olur
5 Mukarrirlikte bosalma olunca muahhar meclis mukarrirleri sirasiyla üst meclis mukarrirligine çikarlar
6 Mukarrir, herhangi bir sebeble Ramazanda dersini takrir edemeyecek bir durumda ise kendisine vekalet hususunda meclisinin basmuhatabi mihaniki olarak yerine geçemeyip yine seyhülislâmin inhasi üzerine vekalet edecek olan zat, irade-i seniyye ile belirlenir
7 Her mukarrir ve muhatabin rütbesi ve ders sirasi mesihatça bilindiginden derslerin esasini teskil edecek olan sûrelerin metni iki üç ay evvel mukarrirlere teblig edilir Saban'in 15 inde de her bir mukarrire dersinde bulunacak muhataplarin isimleri bildirilirdi
8 Mukarrir ve muhataplar, meclisin toplanmasindan önce kendi aralarinda ders mevzuu üzerinde fikir beyaninda bulunamazlar Zira dersin takririnden evvel gizlilik, ders esnasinda ise aleniyet (açiklik ve serbestlik) asildir
9 Meclisin ictima yerini padisah tayin eder Mukarrir ders ve duasini oturarak takrir eder Keza muhataplar da oturmus olduklari halde sorularini sorarlar Mukarrir padisahin sag tarafina oturur Muhataplar da mukarririn yanindan baslamak üzere yarim daire meydana getirirler
10 Mukarrir ve muhataplarin önlerinde rahleler bulunur
11 Ders açik ve aleni olmakla beraber, erkek-kadin ders dinleyecek zevat hakkinda padisaha malumat verilir
12 Misafir ve dinleyiciler de mukarrir ile muhataplar gibi minderler üzerine diz çöküp otururlar Herhangi bir mazeret bulunmadikça, padisahlar da bu sekilde otururlar
13 Mukarririn ders sonunda yapacagi duada ihtisar (kisaltma, özet) kaidedir Dua kisa olur Sayet dua uzarsa bu durum kendisine nazikane ve kimsenin anlayamayacagi bir sekilde ihsas ettirilir
14 Ders, Kadi Beyzavî tefsirinden takib edilir
15 Dersler, Ramazan'in ilk günlerinde, her meclis ayri bir gün toplanmak üzere, 8 meclis halinde verilir
16 Meclis ictimalarinin mütetabi (birbiri ardinca) olmasi kaidedir
17 Cuma günleri ders takrir olunmaz
Sultan III Mustafa tarafindan 1172 (1758) senesi Ramazan'inda icra edilen ilk derste Fetva emini Ebubekir Efendi mukarrir; Nebil Muhammed Efendi, saray hocasi Hamidî Muhammed Efendi, Seyhülislâm müfettisi Idris Efendi, Müzellef Muhammed Efendi ve Konevî Ismail Efendi muhatap olarak intihab olunmuslardir Icra edilen bu ilk derste "Ey inananlar! Kendiniz, ana babaniz ve yakinlariniz aleyhlerine de olsa, Allah için sahit olarak adaleti gözetin; ister zengin ister fakir olsun, Allah onlara daha yakindir Adaletinizde heveslere uymayin Eger egreltirseniz veya yüz çevirirseniz, bilin ki Allah islediklerinizden süphesiz haberdardir" âyet-i kerimesi takrir olunmustur
Huzur dersleri, Ramazan'in ilk on gününde icra edilirdi Ilk on gündeki cuma günleri ders okutulmamak ve diger günlerde okutulmak adetti mukarirler, rütbelerine göre ders okuturlardi Bu yüzden rütbesi büyük olanin takaddum hakki vardi Keza muhataplar da rütbelerine göre taksim edilir Mecliste buna göre otururlardi Mukarirrler, seyhülislamlik makami tarafindan muhataplar arasindan seçilirlerdi Bu intihapta ehliyet ve liyakat esasti
Dersler saray salonlarindan birinde ve ögle ile ikindi arasinda takrir olunurdu Salona biri mukarrir efendiye, on besi de muhataplara mahsus olmak üzere on alti rahle ve her bir rahleye birer de minder konulurdu Mukarrir efendinin rahlesi sedef islemeli, muhataplarinkiler ise ceviz boyali idi Mukarrir efendinin minderi de muhatap efendininkinden bir parça büyükçe idi Salonda bu suretle tertibat alindiktan ve davetli olan zevat da birer birer geldikten sonra Hünkâr, salonu tesrif buyururdu Verilen malumat üzerine ulema-i kirâm da müteakiben birer ihtiram selâmi vererek salona girerlerdi Padisahla maiyetindekiler o sirada ayakta bulunurlar ve hünkârin oturmasi üzerine digerleri ile birlikte mukarrir ve muhatap efendiler de yerlerini alirlardi Salon bu sirada tam alatürka bir hal alirdi Bir ihtiram mevkiine konulmus olan ve hünkârin oturmasina mahsus bulunan koltuktan baska sandalye ve kanape gibi seyler mevcut degildir Sair erkanin oturmasi için hep silteler konulmus bulunuyordu Muhatap efendilerin rahleleri mukarrir efendinin rahlesinin sag ve sol tarafinda ve bir daire teskil edecek surette konurdu Mukarrir efendinin takriri, umum tarafindan kemal-i husu ile dinlenirdi Mukarrir efendi derse ait tefsirden bir eserle buna müteallik notlarini, muhataplar da kitaplarini rahle üzerine koyarlardi Ders bir iki saat sürerdi Dersin sonunda mukarrir muhataplara sorulacak sualleri bulunup bulunmadigini sorardi Rütbe itibariyle yer almis olan muhatap efendilerden rütbesi en yüksek olan ve basta oturan zattan baslanarak her biri sirasiyla sualini sorar ve mukarrir efendi de lâzim gelen cevabi verirdi Sorular dersle ilgili olurdu Dersin sonunda mukarrir efendi dua ederdi Dersin sona ermesinden sonra padisah tarafindan mukarrirlere birer miktar atiyye ile birer bohça, muhataplara da yalniz birer atiyye verilirdi Atiyyenin miktari zamana göre degisirdi Bohçanin muhteviyati ise her vakit bir top çuha, iki top kumas ve bir tane Lahor saldan ibaret bulunurdu
Osmanli Devleti'nin basinda bulunan hükümdar ile sehzâde, hükümet erkani vs gibi ileri gelen zevatin kendisinden istifade ettigi bu dersler, padisahligin nihayete ermesinden sonra da devam etmisti Halife Abdülmecid Efendi'nin huzurunda devam eden bu derslerde en son okunan ve tefsiri yapilan âyet sudur:
"Kendilerinden öncekiler de tuzaklar kurmuslardir Nihayet Allah, onlarin binalarini ta temellerinden (yikmayi) diledi de üstlerindeki tavan tepelerine göçtü (onlari helâk etti) Hem bu azab onlara akil erdiremeyecekleri taraftan gelmistir"
Sultan III Mustafa tarafindan bir kanuna baglanan Huzur Dersleri, belirtilen tarihten itibaren 169 sene araliksiz devam etmisti Buna göre 1172 senesi Ramazan'inda baslayan resmî uygulama 1341 senesi Ramazan ayinda sona ermisti

Alıntı Yaparak Cevapla

Medreseler (Genel Eğitim Veren Medreseler)

Eski 11-04-2012   #23
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medreseler (Genel Eğitim Veren Medreseler)





Osmanli ilmiye sinifi, klasik Islâmî egitim kurumu olarak bilinen medresede, usûlüne uygun tahsilden sonra icâzet almak suretiyle mezun olup, Osmanli Devleti'nde hukuk, egitim, dinî hizmetler ve nihayet merkezî brokrasinin kendi sahalari ile ilgili önemli bazi makamlarini dolduran Müslüman ve çogunlukla da Türkler'den olusan bir meslek grubudur
Bu meslegin, tarihî seyri içinde kendine has özellikleri ile tesekkül, olgunluk, karisiklik ve toparlanip küçülme dönemleri olmak üzere baslica dört devresinden bahsedilebilir
Türk-Islâm dünyasindan devraldigi temel kavram ve unsurlar ile Istanbul'un fethine kadar uzanan bu dönemde çok basarili gelismeler olmustur XV yüzyil ortalarindan XVII yüzyil baslarina kadar devam eden bu dönemde, saglam bir meslek anlayisi olusmus, egitim ve yargi alaninda belirlenen dereceler, ulemânin gv alanlari, yetki ve sorumluluklarinin kesinlik kazanmasi gibi önemli gelismeler olmustur XVI asirdan itibaren ilmiye, seyfiye ve kalemiye mesleklerinin (tarik) ayri ayri formasyonlar gerektiren branslar haline gelmesiyle, ilmiye mensuplari egitim ve yargi (adalet) alanlarini tekellerine almislardir Böylece bu sahalarda yegane söz sahibi olan kimseler durumuna gelmislerdir XIX yüzyil ortalarina kadar devam eden bu uygulama 1820'lerden itibaren daralmaya baslamistir Burada sunu da belirtelim ki olgunluk döneminin asil özelligi, ulemânin müsbet, yapici ve yipranmamis agirliginin devlet ve toplumun her kesiminde hissedilmis olmasidir
XVII yüzyil, ilmiye teskilâti ve ulemâ için bir yipranma dönemi olup, siyasetin içerisine âdeta zorla çekilmislerdir Bu durum, büyük ölçüde ulemânin disinda olusmus bir gelismedir Bunun en önemli sebebi, Osmanli hükümdar geleneginin sarsilmasidir Gerçekten, Sultan I Ahmed'le baslayan ve pespese çocuk yasta denecek hükümdarlarin hüküm sürdügü bu dönemde dizginler, askerin, saraydaki nüfuz odaklarinin ve tabii olarak ulemânin eline geçmistir Her zümre kendi güç ve nüfuzunu kuvvetlendirmek için ulemâyi yanina çekmek istemistir Bunun sonucunda siyasî fetvalar, ilmiye ricalinin bölünerek farkli taraflarda yer almasi, onlari hem ilim yolundan alikoymus, hem de siyasî mücadele içinde yipratmistir
Yenilik tesebbüsleriyle girilen XVIII yüzyilda ulemâ yeniliklere taraftar, hatta yer yer öncü görünmektedir Devletin toparlanmasinda agir sorumluluk üstlendigi bir dönemdir XIX yüzyildan itibaren ulemânin istihdam alaninda devamli bir daralma baslamistir Ilmiye teskilâti ile ilgili bu özet bilgilerden sonra teskilâtin kendi içindeki siniflandirmasina geçebiliriz

Alıntı Yaparak Cevapla

Medreseler (Genel Eğitim Veren Medreseler)

Eski 11-04-2012   #24
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medreseler (Genel Eğitim Veren Medreseler)





Osmanlilar, kendilerinden önceki Islâm devletlerinin geleneklerine uyarak kadi tayininde çok titiz davrandilar Zira Islâmî anlayisa göre adaletle hükmetmek bu dinin en önemli prensiplerinden biridir Bu bakimdan Osmanlilar, herhangi bir kimseyi degil, her yönü ile taninmis ve güvenilir kimseleri bu makama getiriyorlardi Kurulus döneminden itibaren Islâm dünyasinin maruf aileleri bir taraftan Anadolu'ya gelirken bir taraftan da açilan medreseler kaza tarikini ihtiyar edecekleri (kadiligi seçecek olanlari) yetistiriyordu Hatta baslangiçta kaza isinin Islâm an'anesine uygun olarak camilerde görülmesi için Bursa'daki Yesil Câmi ile Yildirim câmileri dâva görülebilecek bir sekilde yaptirilmislardi Nitekim Bursa'daki Yesil Câmi gözden geçirilecek olursa, biraz yüksek olan minberle mihrab arasi namaza, fiskiyenin bulundugu ve nisbeten alçak olan yer dâvacilara, iki tarafindaki odalar da dâvalari görecek olan kadi ve kadiaskerlere tahsis edilmisti
Osmanlilarda kadi nasbi ilk defa Osman Gazi tarafindan, kayinpederi Seyh Edebali'nin damadi ve talebesi olan Dursun Fakih ile baslar Devletin istiklâl ve hükümranligina bir isaret olan ilk hutbeyi okuyan kimse de ayni zatti
Osmanli devlet teskilâtinda, kadi'nin adlî görevi yaninda idarî, ilmî ve hatta askerî görevi de vardir Çünkü Osmanli sehir idaresinde beledî ve mülkî idare fonksiyonlari birbirinden kesin çizgilerle ayrilmamistir Kadi, sehrin yargi mercii oldugu kadar, asayisin âmiri, vakiflarin denetçisi, beledî hizmet ve zâbita görevlerinin de âmiridir Bütün bu vazifeleri yerine getirmesinde kendisine yardim eden bazi yardimcilari vardir Böylece kadi'nin yükü hafifletilmis olur Mesela kadi'nin yaninda Subasi, Böcekbasi, Çöplük Subasisi Mimarbasi gibi Yeniçeri ocagina bagli zâbit ve görevliler, genel güvenlik, temizlik ve imar düzeninin saglanmasina kadar çesitli alanlardaki zâbita hizmetlerini yerine getiriyrolardi Keza çarsi ve pazarin kontrolü, narhin tesbiti, dinî emirlerin yerine getirilip getirilmediginin gözetilmesi, kötülüklerin islenip islenmediginin kontrolü, (emr bi'l-ma'rûf ve nehy ani'l-münker), bazi günlük vergilerin (yevmiye-i dekâkin gibi) toplanmasinda da kadi'nin en büyük yardimcisi "Ihtisâb Agasi" (Muhtesib)dir
Osmanli toplumunda önemli bir yeri bulunan kadilar, biri Anadolu, digeri de Rumeli olmak üzere iki kadiaskerlige bagliydilar Bunlar, bagli bulundugu kadiaskerligin icray-i faaliyet eyledigi sinirlar dahilinde adalet tevzi edip hizmet görürlerdi
Osmanli ülkesinde kadi olabilmek için medresinin yüksek derecelerinden mezun olmak gerekiyordu Bunun aksini düsünmek mümkün degildi Tahsilsiz sadrazam olunabilirdi ama en küçük bir kazaya kadi olunamazdi Vazifelerinin önemi, halk ile olan münasebetleri ve adalete gölge düsürmemek için kadilar, bazi isleri yapamazlardi Ticaret yapmak, borç alip vermek, hediye kabul etmek, umumî ziyafetlerde bulunmak Zira böyle isler onlarin hüküm vermesinde ileride herhangi bir süpheye sebep olabilir Bu bakimdan onlar her türlü hareketlerden kaçinmak zorunda idiler
Osmanli kadisi sancak ve kazalara tayin edilirdi Hiyerarside sancak kadilari daha üstün idiler Kadi ilk olarak kazaya tayin edilerek yevmiye 20 akça ile vazifeye baslardi Rumeli kaza kadiliklari dokuz, Anadolu on, Misir ise alti sinifa ayrilmisti Bir kadi terfihen son basamaga geldiginde yevmiyesi 150 akçaya yükselmis olup "esref-i kudat" adiyla anilan zümreden sayilirdi Kaza kadilarinin görev süresi bir yerde 20 ay, Mevleviyetlerde de bir seneyi geçemezdi Bu müddeti dolduran kadi, mazul sayilarak yerine sirada olan bir baskasi atanirdi Müddetini dolduran mazul kadi, Istanbul'a gelerek her Çarsamba günü kadiasker dairesine devam edip sira beklerdi Bu bekleyise "zaman-i infisal"i denilip, sonraki tayinine de "zaman-i ittisâl"i adi verilir Kadilarin bu kadar kisa bir zamanda yer degistirmesi, muhtemelen terfi imkanlarinin tikanmamasi ve halk ile adalete süphe düsürecek kadar ileri gidebilecek bir yakinlik peydah etmemeleri içindir Bundan baska, devamli olarak adlî problemlerle karsi karsiya kalan ve bu yüzden "ulûm ve fünûn" ile istigalden uzak kaldiklari düsünülerek, vazifedeki müddetleri belli dönemlere baglanmis, böylece onlara Istanbul'da yeniden bilgilerini tazeleme imkâni verilmis oluyordu
Kaza kadiligindan yükselen kadi, sancak kadisi olur ve mevleviyet pâyesi alirdi Mevleviyetler, kadilarin aldiklari yevmiye nazari itibara alinarak 300 ve 500 akçalik olmak üzere iki kisma ayrilir Mevleviyetlerde kadilik müddeti bir senedir
XVIII yüzyildan itibaren mevleviyetler bes kategoriye ayrilmisti Bunlar: Devriye, Mahrec, Bilâd-i Hamse, Haremeyn ve Istanbul Kadiligi idi
1 Devriye Mevleviyeti: Bu mevleviyet, kategorinin en alt derecesidir Maras, Anteb, Bosna, Sofya, Belgrad, Bagdad bu yerlerden bir kaçidir
2 Mahrec Mevleviyeti: Kudüs, Haleb, Tirhala, Galata ve Izmir gibi yerlerdir ki sayilari onbir kadardir
3 Bilad-i Hamse: XVIII asirda bu sinifta yer alan mevleviyetler sunlardi: Edirne, Bursa, Sam, Misir ve Filibe, Bu bes kadiligin dereceleri esit idi Bu mevkiye yükselenlerden herhangi birisi sirasi gelince Haremeyn Mollasi (Kadi) olur veya pâyesini alirdi
4 Haremeyn Mevleviyeti: XVIII yüzyilin ikinci yarisindan itibaren Mekke kadiligina ilâveten Medine-i Münevvere de bu kadiliga baglanarak Haremeyn mevleviyeti adi ile Istanbul kadiligindan sonra en yüksek dereceyi isgal eyledi
5 Istanbul Kadiligi: Mevleviyetler içinde en yüksek kademe Istanbul kadiligi idi Bundan sonra normal olarak sira Anadolu Kadiaskerligine gelirdi
Osmanli devlet teskilâtinda hâkim sifatiyla davalari sonuçlandirip karara baglayan kadidir Kadi hükmü olmadan hiç kimse ceza tertip ve infazinda bulunamaz Bu, Osmanli adlî sisteminin temel prensiplerinden biridir Bununla beraber, mahkemede degil de, yerinde hallolunmasi zarurî olan veya tahkikat ve kesif gibi isleri gerektiren hallerde kadi, her zaman mahkemeden ayrilamayacagi için, kendi adina bu isleri görmekle vazifelendirilen bir yardimci kullanir Gerek bu sekilde kullanilan yardimci, gerekse bizzat kadi tarafindan kendi kazasina gönderilip onun adina hükmeden ve onun gibi bütün yetkileri haiz olan kimseye "Naib" denir Kadilarin tayin olduklari kazanin büyük veya küçüklügüne göre nâiblerin sayisinda da farklilik olurduGenellikle kadilar, kendi kazalari dahilindeki nahiyeleri, nâib ismiyle tayin ettikleri bir ser'î memura iltizama verirlerdi O memur da bulundugu nahiyede kaza kadisi adina nahiyenin ser'î muamelelerine bakardi Nâib olacaklarin da mutlaka yüksek tahsil görmüs, halk arasinda ahlâk ve fazileti ile taninmis kimseler olmalari gerekirdi Zira o da kadi'nin sahip oldugu bütün hak ve yetkilere sahip olan bir kimse olarak hüküm vermekteydi Bu sebeple, kadi nâiblerinin de dürüst, ahlâkli bilgili ve faziletli kimseler arasindan seçilmesi icab eder Bütün bu söylediklerimizi bünyesinde toplayan ve bir sureti Anadolu Kadiaskerine de gönderilen Evahir-i Muharrem 1173 (21-30 Eylül 1759) tarihini tasiyan asagida metnini verecegimiz hüküm, gerek kadilarda gerekse nâiblerde bulunmasi icab eden sifatlari ortaya koymakla kalmamakta, ayni zamanda sirf menfaat temin etmek gayesiyle, bazi kadilarin basvurdugu gayr-i hukukî yollara da isaret etmektedir Benzeri birçok vesika arasindan rastgele alinan bu belge, büyük bir ehemmiyet arzetmektedir Hukuk bilmeyen bazi kimselerin naib olarak tayin edilmelerinin, ser'î hukuk esaslarina göre idare edilen devlet ve halk için ne kadar zararli olduklarini da yine bu belgeden ögreniyoruz Bu konuda hem daha fazla bilgi vermesi, hem de orijinalitesi bakimindan vesikanin metnini aynen buraya almayi faydali bulmaktayiz
"Rumeli Kadiaskeri edâmellahu fezailehuya hüküm ki: Ümenay-i din-i mübin ve hademe-i ser'-i Seyyidi'l-mürselin olan kudata taklid-i kaza veyahut te'yid-i maiset cihetiyle müstahakkine kaza tevcih ve itâ olundukta binnefs kendileri gidüp hükümet-i kazayi icrâ ve özürleri oldukta icray-i ahkâm-i ser'iyyeye kadir munassak ve müteserrî' kimesneleri yerlerine nâib nasb ve tayin edüp bu vechle ahval-i kudat muntazam ve mazbut ve nizam-i bilâd ve ibâd rabit-i ahkâm-i ser'iyye ile mustahkem ve merbut iken kazaya mutasarrif ve naib olanlar ziyade celb-i menfaat ve tahsil-i rahat içün binnefs kendileri memur olduklari mahalle gitmediklerinden gayri niyâbet ve hükümetleri ahkâm-i ser'iyye icrasina kadir kimesnelere siparis etmeyüp nâdân ve cahil ve ilm-i sakdan âri ve mütegafil olanlara ve belki hilye-i fadl ve irfandan âtil âyan ve serdarlara ziyade mesahire ile tefviz eylemeleri anlar dahi kazalarina varup kazalarinda meydana gelen olaylari yanlis ve rüsvet ile çesitli hüccet verdikleri Bundan böyle benzer olaylarin olmamasi için dikkat etmeleri" Görüldügü gibi bu hüküm, ülkede gayr-i kanunî olaylara vesile olacak durumlarin ortadan kaldirilmasi için dogrudan kadilarla ilgisi bulunan Rumeli Kadiaskerinin dikkatini çekmekte ve kendisinden böyle olaylara meydan vermemesi istenmektedir
Osmanli toplumunda kadi, yegane sahsiyet olarak özelligini korurken, hükümlerine disaridan herhangi bir sekilde müdahale ve tesir edilmesi söz konusu degildir Zira görevi, onun baskasinin tesiri altinda kalmasina müsaade etmez Eger böyle bir durum (tesir altinda kalma) söz konusu ise veya istenmeyen bir olaya karismis ise o zaman vazifesinden azledilerek çesitli cezalara çarptirilirdi Islâm ve Osmanli adlî teskilâtinin ne denli iyi oldugunu, adalet müessesesinin devrine göre mükemmel isleyip herhangi bir tesir altinda kalmadigini açik bir sekilde anlatmasi bakimindan, yabanci bir müellifin bu konudaki sözlerini buraya almak suretiyle bu teskilâtin nasil bir anlayisa sahip oldugunu ve hangi temellere dayandigini göstermek istiyoruz
"Islâm, adaleti ibâdetten üstün tutmustur Kadiyi azletmek selahiyeti yalniz hükümdara mahsustur Kadiyi, kendi namina halka adalet tevzi etmek üzere padisah tayin eder Bir kadi'nin sahsî hayatinda bir leke varsa, faziletli degilse, içki içiyorsa hiç bir kuvvet onu yerinde muhafaza edemez Kadi'nin bilgili olmasi sarttir Imam Safiî, cahil kadi'nin hükmünü geçersiz saymistir Kadi, her sartta vakar ile hareket etmeye mecburdur Siddet hareketinde bulunamaz, tehdid edici söz söyleyemez, sert tavir takinamaz, hatta konusurken sesini yükseltemez Bir kadi, yalniz padisahi degil, hüküm vererek Peygamberi de temsil ettigini asla unutamaz" Gerçekten Osmanli kadisi hükümlerinde tamamen serbest ve vicdanina göre hareket ederdi Padisah bile onlarin tarafsizligina gölge düsürecek bir davranista bulunamazdi Hergün cemaatla namaza devam edemiyen Yildirim Bayezid'in, bir davada sahitligini kabul etmeyen Bursa kadisi Molla Fenarî, Allah hukukuna riayet edemiyen kimsenin, kul hakkinin gözetilmesi gereken yerlerde de dikkatsiz davranabilecegini düsünmesi onun böyle bir harekette bulunmasina sebep olmustur
Daha önce bir kismindan bahsettigimiz yardimcilardan baska, mahkeme kâtipleri de tabii olarak mahkeme bakimindan kadi'nin yardimcilaridir Fakat bunlar disinda, Osmanli adlî teskilâti için bilmemiz ve üzerinde ehemmiyetle durmamiz gereken bir husus daha vardir ki, o da mahkeme esnasinda kadilarin yaninda bulunan bir jürinin mevcudiyetidir Bütün ser'iyye sicillerinde (mahkeme kararlari) bol bol örneklerini gördügümüz ve adlî teskilâtimizin iftihar vesikalarindan olan bu jürinin mahiyetini Mustafa Akdag'in kendi ifadesi ile buraya aliyoruz
"Bir defa, mahkemelerin mutlak surette alenî cereyan etmekte olmasina ehemmiyetle isaret etmeliyiz Kadilarin, dâvalara bakmak üzere yaptiklari oturumlarda, yanlarinda "Suhudu'l-hal" yahut "Udûdu'l-müslimîn" veya "Suhûdu'l-udûl" tabirleri ile dâvalarda bir bilirkisi heyeti halinde mevcudiyetlerine zabit metinlerinde itina ile isaret olunan ve ayrica sicile geçen kararlarin altinda adlari yazili bulunan bes, alti ve bazan daha fazla sayida sahitler heyeti vardir ki bunlar, mahkemeye bir jüri mahiyeti vermektedir Filhakika bunlar katiyyen görgü sahitleri olmayip, tamamiyle muhakeme tarzinin müsahidleridirler Tabii, kadi'nin dâva ile ilgili taraflardan herhangi birisini tutmadigi, müdafaalarini serbestçe yapmalarina tam bir imkân verdigi itiraf veya inkârlarinda tazyik vesair yollarla tesir etmeyip, tamamiyle tarafsiz bir hakim olarak hareket ettigi hususunda en iyi vesikanin, adi geçen müsahidler oldugu görülüyor Kararlarin yazilis sekli de bu esasa dayanmaktadir Çünkü kadi'nin taraf tutmasi veya herhangi bir maksatla dâvaya müessir olmak suretiyle adaletin tecellisine mani oldugu hallerde, herkesin, her dâvada bassehre giderek dâvasini divanda gördürmesi mümkün olmadigindan dolayi, bu müsahidler heyetinin mevcudiyeti, mahkemede hakkin yerini bulmasi için çok mühim bir hadise olarak kabul olunmalidir Bundan baska kadi, dâvaya baktigi esnada, onun bu müsahidlerle müsaverede bulundugunu da biliyoruz Ser'î kanunlar yaninda örf ve âdetin ehemmiyetle gözde tutulmasi lazim gelen mahkemelerde kararlarini verirken birçok defa örf ve âdete vukufsuzluklari yüzünden yanilmalari mümkün olan kadilarin bu sekilde hareketleri elbette yerinde idi Osmanli rejimi devri mahkemeleri bir gelenek halinde isleyip durmustur Yalniz bahsettigimiz bu müsahidlerin seçilisi, gelisi güzel olmayip, kasabadaki ileri gelen sahsiyetlerin tercih olundugunu unutmamalidir Böylece meshur müderrisler, âyan ve esraftan olanlar buraya dahil oluyorlardi Suhûdu'l-hal denen yahut bizim bilirkisi heyeti diyebilecegimiz bu adi geçen müsahidler heyetini teskil eden kimseler her mahkemede ayni kadro ile bulunmayip, bazan birkaç kisi degistigi gibi, sayilarini da tayin etmek mümkün degildir Çünkü belli basli sekiz on kisinin isimleri kayit olduktan sonra " ve gayrihim" sözünün ilavesi, diger bir kisimlarinin isimlerini kaydetmekten vazgeçildigini ifade etmektedir
"Kadiya hükümlerinin ser'a uygun olmasi bakimindan yol gösteren diger bir müsavir de kazanin müftüsüydü Kendisi mahkemede bizzat bulunmayan müftü, taraflardan, ser'-i serife göre, dâvasinda hakli oldugu kimseye bir fetva verir, o da bunu mahkemeye ibraz ederek hükmün kendi lehinde olmasini taleb ederdi Mamafih dogrudan dogruya kadi'nin kendisi de müftüye fetva için müracaat etmekteydi Herhalde kadi tereddüd ettigi hallerde bu yola gidiyordu Mahkeme kararlarinda kadi'nin daima fetvaya uydugu görülüyorsa da, müftünün fetvasindaki hukuki mesnedi yerinde bulmadigi hallerde, kadi'nin nasil hareket ettigine dair misallerimiz yoktur Öyle saniyoruz ki, mutlaka fetvaya uymak lazim geldigine göre, kadi veya fetva geregince dâvayi kaybeden taraf, bu fetvayi hükümsüz birakmak için, daha selâhiyetli birinden, ihtimal en saglami Seyhülislâm'dan yeni bir fetva almak mecburiyetinde bulunuyordu Su halde görüyoruz ki herhangi bir tesir ile veya vukufsuzlugu yüzünden kadi, hükmünün adalete aykiri olmamasi için, müftü ve adi geçen müsahidler heyeti bir nevi ilk kademe temyiz vazifesini görüyorlardi Kaza dairesini teskil eden topraklarda çikan vak'alarin ve kaza halkinin bütün muhakemeleri yalniz o kaza mahkemesinde görülür, baska bir kazaya dava naklolunmazdi Yalniz bassehre gidip davasini Divan'da gördürmek herkes için daima mümkün bulunmaktaydi
Osmanli toplumunda vezirler, valiler vs gibi devlet ileri gelenleri her ne suretle olursa olsun hukuki islere müdahalede bulunmazlardi Kadilar, bu hususta serbest ve sadece vicdanlarina göre hareket ederlerdi Hiç kimse onlarin tarafsizligini bozma cesaretini gösteremezdi
Ihdasindan itibaren kadiaskerlere, daha sonra bir kismi mesihat makamina baglanan kadilik müessesesi, 1839'dan itibaren çesitli degisiklikler geçirdi Nihayet Cumhuriyetin ilani üzerine ünvani ile birlikte eski teskilati ile birlikte bu müessesese de tarihe mal oldu
NAKIBÜ'L-ESRAFLIK
Osmanli Devleti'nin bir yönü ile idarî diger yönü ile ilmî teskilâtina bagli bulunan müesseselerden biri de Nakîbü'l-esrafliktir Bu devlette, ilmiye sinifi mensuplarina taninan imtiyazin, baska hiç bir devlette taninmadigina daha önc etemas edilmistimisti Ilmiye sinifina gösterilen bu saygi ve hürmetten daha fazlasi, Hz Peygamber'in soyundan gelenlere gösteriliyordu Filhakika onlara gösterilen bu saygi, sadece Osmanlil hükümdarlari, degil, Islâm dünyasinin her devir ve ülkesinde vardi Bunun içindir ki, Osmanlilar, Misir'in fethini müteakip Yavuz Sultan Selim zamaninda "Hadîmü'l-Haremeyni's-Serifeyn" ünvanini almalarina ve bu tarihten sonra Mekke ve Medine (Hicaz) ile siki bir iliskide bulunmalarina ragmen daha Yildirim Bayezid (1389-1402) zamaninda Nakibü'l-esraf tâyin etmislerdir
Vazifesi, nesl-i pâk-i necib (Hz Peygamber'in nesli)ten gelmis bulunan seyyid ve serif lerin islerine bakmak, neseplerini kayd ve zapt etmek, dogum ve ölümlerini deftere geçirmek, onlari adi bir sanata girmekten ve fena hallerde bulunmaktan alikoymak, haklarini korumak, sülaleden olan kadinlarin küfvü olmayanlarla evlenmelerine mani olmak gibi hususlari ihtiva eden nakibü'l-esrafin bizzat kendisi de Hz Peygamberin soyundan gelenlerden tayin edilirdi
Biraz önce de belirtildigi gibi, hemen hemen her Müslüman ülkede varligi bilinen Nakîbu'l-esraflik teskilâtinin gördügü hizmetler de asagi-yukari aynidir Nitekim Misir'da Nakibü'l-esraf, Hz Ali'nin zevceleri olan Fatimatü'z-Zehra evladindan olanlara nezaret ederdi Onlarin neseblerini tahkik ve teftis eder, aralarindaki anlasmazliklari çözüp karara baglar ve onlari gayr-i ahlâkî hallerden men ederdi Fatimîler zamaninda bu makama "Nikabetü't-talibîn" denirdi Hz Peygamber'in neslinden gelenlerin Türkiye Selçuklulari zamaninda da mevcud olduklarini vesikalarla belgeleyen Osman Turan, onlarin yeryüzüne dagilma sebeblerine temasla:
"Vesikada, Sadreddin Yusuf'un asaleti, nesebinin sihhati ve dindarligi kaydedilerek Selçuk Türkiyesinin seyyidleri reisligine tayin edildigi, eskiden oldugu gibi onun, evladi ve torunlari için (maiset temini için daimî gelir) tecdid edilip ona bagislandigini, seyyidlerin ahvalini zapt etmesi, nesebi sahih olan seyyidlere rivayet" Emevî ve Abbasî devirlerinde vuku bulan hilafet mücadeleleri dolayisiyla bir çok tazyiklere ugrayan Hz Peygamber evladi (seyyid ve serifler) Islâm dünyasinin her tarafina dagilmisti Bunlar, çok itibar görür ve devletler kendilerine tahsisat baglardi" der
Islâm âleminde, seyyid ve seriflere gösterilen bu ragbetten dolayi bir çok kimse bunu istismar edip kendisinin seyyid oldugunu (müteseyyid) iddia eder oldu Her yer ve zamanda görülmesi mümkün olan bu tip iddialarin önünü alabilmek ve gerçek seyyid ile müteseyyidleri birbirinden ayirmak isine çok önem veriliyordu Bunun için de yeni dogan her seyyidin neseb defterinin tutulmasi, isminin kaydedilmesi ve anne ile babasinin da belirtilmesi gerekiyordu Osmanli Devleti'nde bu is biraz daha siki kontrol ediliyordu Bunlar (seyyid ve serif), deftere kayd edildikleri gibi ellerine de "temessük" adi verilen tanitici bir kimlik belgesi veriliyordu Nitekim, H 976 senesi Receb'inin baslarinda (1568 Aralik sonu) Defterdar Ahmed Çelebi'ye gönderilen bir hükme göre:
"Haci Mansur ve Bayram adindaki sahislar seyyid olduklarini iddia etmektedirler Bunun üzerine adi geçenler nakibü'l-esraf önünde sahih seyyid olduklarini isbat ederlerse deftere kayd ettirilmeleri ve ellerine temessüklerinin verilmesi emr edilmektedir
Böyle bir teftiste seyyid olduklarini isbat edemiyenlerin de baslarina sardiklari yesil sariklarinin alinmasi gerekmektedir Zira yesil sarik sarmak, seyyidligin en önde gelen isareti idi Nitekim H 984 senesi Sevval ayinin sonlarinda (1577 Ocak basi) Bursa kadisina gönderilen bir hükümde gerçekten seyyid olmayanlarin Nakibü'l-esraf'in gönderecegi adamlari vasitasiyla teftis edilmeleri, siyadetini isbat edemeyenlerin baslarinda bulunan yesil sariklarinin alinmasi gerektigi bildirilmektedir
Osmanli Devleti'nin kurulusundan kisa bir müddet sonra burada da gördügümüz bu müessesenin kurulusu hakkinda Rif'at Efendi Davhatü'n-Nukaba adli eserinde sunlari söyler:
"Yildirim zamanina kadar seyyidler için bir nakib ve zabita tayin edilmemisti Ancak daha önceleri ve onun devrinde bir çok âlim ve fâzil kimse Osmanli ülkesine geliyorlardi Yildirim zamaninda Buhara'dan kalkip gelen Seyyid Ali Neta' ki "cedd-i âlâlari" Seyyid Muhammed, Bagdad'da esraftandi Padisah bu durumu anlayinca onu tâife-i aliyye-i sâdâta zâbit ve nâzir tayinle "kendileri için Ebû Ishak zaviyesini bina eyleyerek tevliyetini ahfadina sart kilmisti Timur vak'asinda Molla Fenari ve Seyh Muhammed Cezerî ile birlikte hapsedilmisti Hapisten kurtulduktan sonra Hacc farizasini eda etmek üzere Mekke'ye gitti Dönüste vefat eyledi Yerine oglu Seyyid Zeynelabidin geçti Onun da vefati ile bu makam uzun bir müddet bos kaldi Ancak Ikinci Bâyezid (Bâyezid-i veli) devrinde H 900 (1494/95) tarihlerinde "Emirî" mahlasli Kirimli Seyyid Mahmud Efendi Arap ve Acem seyahatini bitirip Osmanli ülkesine gelmisti Âyan ve cumhurun ittifaki ile seyyidlere nâzir tâyin edildi Araplarda bu vazifeyi alana "nakibü'l-esraf" dendigi için adi geçen zatin mensuru dahi bu ünvanla tayin edilerek ilk olarak bu zat hakkinda nakibü'l-esraf tabiri kullanildi Önceleri günde 25 akça vazife ile maas aliyordu Daha sonra bu maasi yevmiye 70 akçaya çikti
Mevzumuza isik tutacagi için Ali Emirî (öl 1924)'nin nakibü'l-esraflikla ilgili verdigi malumata temas etmeden geçemiyecegiz:
"Selâtin-i Osmaniyye'nin sâdât-i kiram hazeratina fevkalâde hürmet-i mahsuslari oldugundan bu silsile-i mübarekeye bazi müteseyyidler karismamak ve bir seyyid-i sahihu'n-neseb bir memlekete seyahat ederse hakkinda hürmet olunmak ve sayet gittigi sehirde temekkün ve tavattun buyurursa ismi zabt ve kayd olunmak üzere hicretin sekiz yüz tarihinde selâtin-i Osmaniyye'nin dördüncüsü olan Yildirim Bayezid tarafindan o vakit payitaht olan Bursa'da Nakibü'l-esraf ünvaniyle sâdâttan olmak üzere memur-i mahsus tâyin buyrulmus ve Fâtih Istanbul'u zapt ettikten sonra da bu hususa itina buyurduklari gibi mahdumlari sultan Bâyezid-i sani zamaninda umum vilayet ve liva merkezlerine vesair icabeden mahallere de Nakibü'l-esraf vekili ünvaniyle memurlar nasb ve tayin buyrularak sâdatin silsilelerinin muhafazasina itina edilmis ve el'an devam edilmekte bulunmustur Zaten o misillû sâdât-i kiramdan olanlarin ellerinde secereleri bulunmak tabii ise de secereleri ziyaa ugrar veyahut secere tutmamis bulunanlar olursa ya Dersaadette Nakibü'l-esrafa veyahut Nakibü'l-esraf vekillerine müracaatla siyadetini irae ve isbat edebilirler"
Nakibü'l-Esraf, Osmanli devlet tesrifatinda (protokol) diger bütün devlet erkânina takaddum ederdi Nitekim padisah cüluslarinda yeni sultani ilk tebrik eden Nakibü'l-esraftir Tesrifat-i Kadimede bu hususta söyle denilmektedir:
"Sevketlü kerametlü efendimiz hazretleri müsahede ve taht-i aliye cülûs buyurduklarinda alkis olunup ibtida Nakibü'l-esraf efendi gelüp dâmenbus ve kiyam ve alkis olunup duaya surû' eyledigi gibi çavusbasi aga ile kapucular kethudasi aga temenna edüp kubbe-i hümayuna seyhülislâm efendi hazretleri ile kaimakam hazretleri kaldirmaya azimet ve müsarünileyhima dahi yerlerinden hareket ve süratlice reftar ile gelinceye dek Nakibü'l-esraf efendi dahi duaya hitam virüp kad-i hamidey-i tâzim eyledikten sonra avdet etmeyüp taht-i hümayunun sag tarafinda sevketlü efendimizin nazargahlarinda durdular"
Sultan Ikinci Abdülhamid zamaninda, Nakibü'l-esraflarin oturmalarina mahsus Yildiz civarinda bir konak tahsis edilmisti
1908 senesine kadar 1000 kurus maas alan Nakibü'l-esrafin ayligi daha sonra 5000 kurusa kadar çikarilmistir Önceleri kalabalik bir kalem heyeti bulunan bu makamin bilahare 1000 kurus aylikli bir kâtible iktifa ettigi görülmektedir
Osmanli devlet ve toplum hayatinda büyük bir yeri bulunan Nakibü'l-esraflik müessesesi, adi geçen devletle birlikte tarihe mal olmustur

Alıntı Yaparak Cevapla

Medreseler (Genel Eğitim Veren Medreseler)

Eski 11-04-2012   #25
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medreseler (Genel Eğitim Veren Medreseler)



Insanlari dogru yola iletmek ve dolayisiyla onlara dünya ve ahiret saadetini tattirmak için, zaman zaman peygamber adi verilen elçilerini gönderen Allah, insanlara bu elçileri vasitasiyla emirlerini bildirmistir Bu emirler Allah tarafindan gönderilen Kitap veya Sahifeler'de yazili idi Peygamberlerin vefatindan sonra da emirlerine uyulmasi ve bunlarin tatbiki için bazi kimselere bu sahada çalisma imkân ve kolayligi verilmistir Çesitli dinlere göre farkli isimler alan bu zümre genel olarak "Din adami" sinifi diye isimlendirilebilir
Ilk emrinde okumayi emreden, ilmi herkese farz kilan ve ilimle mesgul olmayi ibadet sayan Islâm Dini, kendinden önceki dinlerde oldugu gibi, belli çizgilerle diger insanlardan ayrilan veya Allah ile insanlar arasinda aracilik yapan bir "din adami sinifi"na tarih boyunca yer vermemistir Bu durum Islâm'la öbür dinler arasindaki belli basli farklardan birini teskil eder Zira bir müslüman istedigi her yer ve zamanda Allah'a yalvarir, tevbe ve ibadet edebilir Hiç kimse onun bu istegini engelleyemez Ama öbür dinlerde meselâ hristiyanlikta oldugu gibi bir kimsenin günahlarinin bagislanmasini istemesi ancak bir papaz vasitasi ile mümkündür Arada bir rahip olmayinca Hristiyanin tevbe ve bagislanma istegi Allah'a ulasmaz Daha açik bir ifade ile Hristiyanlikta din adami Allah ile insanlar arasinda bir nevi aracilik yapar Iste bu sebeple Islâmdaki din adamligi anlayisi ile baska dinlerdeki din adamligi anlayisi arasinda önemli farklar vardir Burada bu farklardan sadece bir tanesine temas ettik Konu ile ilgili böyle kisa bir giristen sonra artik Islâmdaki din adami, dogru bir ifade ile din görevliligi sayilan imamlik müessesesine geçebiliriz
Kur'an-i Kerim'in yedi yerinde müfred (tekil), bes yerinde de cemî' (çogul) olarak geçen imam kelimesinin âyetlerin isigi altindaki lügat mânasi: "Nümune, isaret, misal ve rehber"dir Ilmî istilah olarak ta çok degisik mânalar ifade eden bu kelimenin bütün bu yönlerini simdilik bir kenara birakip sadece namazda müslümanlarin kendisine uydugu kimse (imâmet-i sugrâ) mâna ve medlûlüne temas edecegiz
Günümüzde vazifesi mihrab ile minber arasina sikismis bulunan imamin yetki ve selahiyetleri baslangiçta bu kadar kisitli degildi O, sosyal hayatin en önemli unsurlarindan biri oldugu için daha genis yetkilere sahipti Osmanli sehrinin toplum hayatinda özellikle mahallenin her seyi ondan sorulur, onun haberi olmadan mahalleye yabanci bir kimse giremezdi Ölüm ve dogumlarin kayitlarini o tutardi Mahallenin genel ahlâkindan bir dereceye kadar o sorumlu idi Nitekim Osmanli cemiyetinde mahalle imami kadi'nin vazife ve temsilciligini yapardi Mekâna göre bir görev taksimi yapildiginda kadi-nâib-imam hiyerarsisi görülmektedir Memleketimizde 1245 (1829) senesinde muhtarlik teskilati kurulana kadar mahallelerin mülkî ve beledî âmiri yani yöneticisi olan imamlar, ayni zamanda kadi'nin bir nevi temsilciligini de yapiyorlardi Vazifeye tayinleri bizzat padisah berati ile olan imamlarin bu durumunu ortaya koyan pek çok vasika vardir 2 Receb 972 (3 Subat 1564) tarihini tasiyan ve Edirne Kadi'sina yazilmis bulunan bir emre göre imam ve hatiblerin vazifelerine dair çikan beratlarini alti aya kadar almalari gerekmektedir Aksi takdirde vazife yapamiyacaklari belirtilmektedir
Osmanli Devleti'nde mahalle halkinin beledî, idarî ve dinî yöneticisi olan imamin vazifesi sadece sivil hayatta degil, askeriyede de vardi Bu sebeple biz, onun askeriyedeki durumuna kisaca temas edecek daha sonra sivil toplumdaki yetkilerine temas edecegiz Onun, askeriyede de önemli bir mevkii vardi Osmanli Teskilât ve Kiyafet-i Askeriyesi adli eserinde Mahmud Sevket aynen söyle der: "Imam, basinda yesil çuhadan müdevveru's-sekl kalafat üzerine beyaz sarik sarip arkasina dar kollu kirmizi cübbe ve bunun altina sivâî entari ve bacagina dökme salvar iktisâ eder Ve ayagina mavi mest ve pabuç giyer ve Mushaf-i Serif vaz'ina mahsus olan cüz kesesini boynuna asar idi
Yeniçeri ocagina mahsus olmak üzere "ImamGi Hazret-i Aga" ünvanini haiz bir imam bulundugu gibi kapikulu sünûf-i askeriyesi ortalarindan her birinde dahi efrad-i askeriyeye talim-i serâit-i dîniyye etmek ve edây-i salât ile talkin, gasl ve tekfin vezâifi dahi ifa eylemek üzere bir imam mevcut idi
Kitâat-i askeriyenin büyük zâbitâni meyaninda vacibu'r-riâye olanlardan birinin ismine nisbetle yâdedilmesi orduy-u hümâyunca kadîmen mutâd oldugu cihetle yeniçeri ortalarindan 84 cemaat ortasina imâm-i Hazret-i Aga namina nisbetle "Imam" denirdi
Imam-i Hazreti Aga hakkinda Uzunçarsili (Osmanli Devleti Teskilâ-tindan kapikulu Ocaklari, I, 232-233)'da söyle der: "Ocak imami resmî zamanlarda ve ordu alaylarinda basina yayabasi keçesi giymeyerek ulemâya mahsus örf giyer Fakat Kadiasker ve Istanbul Kadisi gibi saçakli çuha abayi degil seraser abayi giyerdi Bes vakit namazda aga kapisindaki yeniçeri agasina imamlik eder ve aga sefere gitmeyince bu da sefere gitmezdi
Aga imami azlolunamazdi Kendi arzusuyla devecilik isterse yani deveciler ortasina yayabasi olmasini arzu ederse o makam ayrilmasina müsaade edilirdi Imam, yeniçeri agasinin yakini oldugundan ortasinin efradi fazla idi 1035 (1625) tarihindeki ulûfe defterinin 28 imam ortasi mevcudu 327 ve 1074 (1663) senesindeki defterde ise 94 imam ortasi mevcudu 261 kisi idi
Yeniçeri tesrifat defterinde (XVI asir) Ocak imami basçavus ve Haseki agalar arasinda görülmektedir Her ayda bir defa yeniçeri agasinin, alayla veziriazama gidip ziyaret ettigi vakit, Ocak imami da beraber gider ve el öptükten sonra diger bazi agalar gibi disari çikmayarak Yeniçeri Agasi ile beraber sadriazamin odasinda otururdu Bayram merasiminde de imam, ayni tesrifata tabi idi"
Halkin, daha dogrusu mahallenin idarî ve beledî âmiri olan imamlarin bu durumu, kendilerini bazi mükellefiyetlerden kurtarmaktadir Nitekim bu yüzden devlet, imam ve hatiplik vazifelerinde kaldiklari müddetçe bunlardan vergi almamaktadir
Osmanlilarda, mahalle yöneticisi olan imamlar, günümüzde oldugu gibi namaz kildirip köselerine çekilmiyorlardi Onlar, mahallenin gören gözü ve isiten kulagi idiler Kahvede vaaz eder, çocuklara ders verir, cemaata yol gösterir, hasta ve fakirlerle ilgilenirlerdi Bununla beraber onlar, yalniz dinî bir kilavuz, ögrencilere ders okutan birer ögretmen, kahve ve minberlerde cemaata yol gösteren birer akil hocalari degillerdi Onlar, mahallelerinin düzeninden, halk arasindaki ahenk ve baristan sorumlu birer yönetici idiler Mahalleleri onlar yönetirdi Nitekim, kötülükleri zahir olanlar, içki içenler ve namaz kilmayanlarin mahallelere sokulmamasi gibi bazi görevler bizzat imamlardan istenmektedir Onlara bu vazifelerini bildiren emirler verilmektedir Evahir-i Muharrem 1130 (Aralik 1717) tarihin, tasiyan asagidaki su emir bunlardan sadece bir tanesidir:
"Âsitâne Kaymakamina ve Istanbul Kadisina ve Sekbânbasiya ve Hassa Bostancibasiya hüküm ki: Mahruse-i Istanbul'da bazi mahallatta fevahis taifesi tavattun ve âdet-i mazmumeleri üzre bazi erâzil ve müdmini - hamr (içki içenler) olan eskiya ile ihtilat ve irtikâb-i fisk-u fücur ve bâsie-i fitne ve fesâd olduklari mesami-i aliyye-i mülûkâneme ilka olunub emr bi'l-ma'ruf ve nehy ani'l-münkerin mev'ize-i kerime muktezasinca uhde-i cenab-i hilafetmeâ-bimi vâcib ve zimmet-i mehin vârid-i töhmet-i cihanyanima lâzim vârid olmagla sen ki vezir-i müsarün ileyh ve siz ki mûmâ ileyhimsiz insaallahu taala is bu emr-i serif-i vacibü'l-imtisalim vüsuluna mahruse-i Istanbul ve tevabii mahallati imamlarina mahallelerine fevahis sakin olmamak üzere ve ahalisi dahi evkat-i hamsede (bes vakit) cemaat ile eday-i salât-i mefruza içün hazir olup ve içlerinden târik-i salât (namazi terk edenler) ve sürb-i hamr vesair menahiyi mürtekib olanlar, mahallelerinden ihraç olmak üzre ma'rifet-i ser'le muhkem tenbih ve te'kid ve mehakime üzerlerine ta'zir-i ser'î iktiza eder cürmü sâbit olanlarin dahi müstahak olduklari cezalari töhmetleri tasrihi ile sen ki vezir-i müsarün ileyhsin huzuruna i'lam ve ser'an müstahak olduklari cezalari, sâire mucib-i ibret içün (baskalarina ibret olmak üzere) alenen tertib ve bitevfikillahi taala menhiyyat ve münkerati men ve ref'ine ve ibadullahin zill-i ma'delet-i mülûkânemde emn ve it'minanlerine ziyade takayyüd ve ihtimam eyleyüp tesamüh ve tekâsülün gayetü'l-gaye ihtiraz ve ictinab eylemeniz bâbinda ferman-i âlisanim sâdir olmustur"
Bu fermana göre mahalle imamlari kendi mahallelerinden sorumlu tutulmaktadirlar Belgenin metnini verdigimiz için burada daha genis bir açiklamaya girmek istemiyoruz Bundan baska Haslar kadisina Selh-i Safer 975 (5 Eylül 1567) tarihinde yazilan bir hükümde de Eyyüp ve civarindaki mahallelerde bulunan fisk ve fücur ehlinin mahallelerden çikarilmasi, kahve vs oyun yerleri ile fuhsiyatla istigal eden kadinlarin bulunduklari yerlerin kapatilmasi için de yine imamlardan yardim istenmektedir Bu emirlere uymayanlarin hapsedilmesi isinde de kadiya yardim etmek üzere mahalle imamlari ile kethüdalarin görevlendirildigi adi geçen belgeden anlasilmaktadir
Osmanli döneminde mahalle imamlarinin birçok görevi bulunmaktadir Mahalle teskilâtinin basinda bulunan imamlar, mahallelerinde inzibati saglamak için siki tedbirler almak zorunda idiler Bu inzibat ve güvenlik sebebiyle özellikle Istanbul halki birbirine kefil ettirilirdi Kefilsiz olanlar mahallelerde barinamadiklari gibi, Istanbul'da bes yildan az oturanlar da geldikleri memleketlerine geri gönderilirlerdi Mahallede kefilsiz oturanlar ile bes seneden az kalanlarin arastirilip ortaya çikarilmasi tamamiyla imamlara ait bir görevidir
Mahalle halki tarafindan biriktirilip imama teslim edilen ve "avariz akçasi" denilen bir nevi yardimlasma sandigi vardi ki, burada biriktirilen para ile mahalledeki hasta ve fakirlere yardim edilirdi Imamlar, bu parayi çalistirmak suretiyle fakirlere yardim ettikleri gibi, câmi ve mescidin ufak tefek ihtiyaçlarini da görürlerdi Son senelere kadar devam eden bu faaliyet sayesinde memleket fukarasina önemli derecede yardim yapiliyor, az da olsa onlarin sikintilari giderilmeye çalisiliyordu Ancak Kavalali Mehmet Ali Pasa ile çikan harpte bu para, devlet tarafindan alinarak askerin masraflarina harcandi
Çesitli belge ve kroniklerin bildirdiklerine göre mahalle aralarindaki sokaklarin süpürülüp temizlenmesinden mahalle halki; çarsi ile pazarlardaki sokaklarin temizliginden de esnaf sorumlu tutulurdu Nöbetlese ve bazan da imece suretiyle halka bu hizmeti gördürmek mahallede imam, çarsi ve pazarlarda da esnaf kâhyalari tarafindan yerine getirilirdi
Imamlarin bu görevleri o kadar önemli ve devamli bir hal almisti ki, sehir merkezinde kadilik müessesesi büyük bir sarsintiya ugrayip fonksiyonunu yitirdigi halde, o müessesenin alt kademedeki temsilcisi olan mahalle imamlarinin durumu o kadar sarsilmamistir Bununla beraber, memlekette bu derece önemli hizmetler ifa etmis olan imamlarin yetkileri zamanla daraltilmistir Bu durum Tanzimat (1839)'a takaddum eden senelere kadar uzanmaktadir Tanzimat'a dogru mahalle yöneticisi statüsündeki imamlarin, din isleri disinda yönetim ve diger dünya isleri ile mesgul olmalarini önlemek için, danismalari gereken ve halk tarafindan seçilen birkaç muhtar verilmistir Böylece 1829'da baslayan bu muhtar seçme isi, asirlarca mahalle islerinin yönetimini üstlenen imamlarin bu vazifelerine son vermeye baslamistir Türkiye'de Cumhuriyet'in kurulmasi ile de imamlarin vazifesi sadece camiye hasredilmistir
Gazete, radyo, televizyon vs gibi nesir araçlarinin bulunmadigi bir dönemde devlet her türlü emir ve yasaklarini imam ile câmi vasitasiyle halka bildiriyordu Bu sayede devlet,memleketin her yerine ayni zamanda (yatsi namazi vakti) istedigi emri ulastirabiliyordu Çünkü mahallede, ergenlik çagina gelmis bulunan bütün erkeklerin yatsi namazi vaktinde camide toplanacaklarini bilirdi Bildirilmesi istenen bir emrin mevcudiyeti halinde imam, günün son ibadeti olan yatsi namazini müteakip: "Ey cemaat dagilmayiniz, hükümetin emri vardir, simdi söyleyecegim" der ve kendisine verilen emri ilan ederdi
Günümüzdeki vazife, yetki ve selâhiyetini çok iyi bildigimiz imamlik, asirlarca Isâm âleminde önemli rol oynamis mühim bir memuriyetti
Önemli bir memuriyet oldugundan, resmen tayin edilmemis olnalarla köy veya mahalle halki tarafindan gayri resmî olarak bu vazifeye getirilenlere "imam" ismi bile verilmemektedir Vesikalarda "namazci" adi verilen böyle kimselerin durumunu belirten uzunca bir vesikayi buraya almak istiyoruz Böylece hem imamlarin hem de toplumun dinî ve sosyal hayati hakkinda bilgi vermis olacagiz
"Mafharü'l-kudat ve'l-hukkâm ma''denü'l-fadli ve'l-kelâm Mevlâna Vize kadisi zîde fadluhû tevki'i refi-i hümayunum vasil olicak malum ola ki haliya taht-i kazanda vaki' olan Abdi köy demekle ma'ruf karye halki ve kaza-i mezburun sair ahalisi evkat-i salatta tekâsül ve eday-i feraiz ve vacibatta tesahül gösterüp ve ekser mesacid haraba müsrif olup tamir ve termim olunmayup ve bazi eimme Kur'an-i Azim-i sihhat üzre kiraatina kâdir ve erkân-i salata âlim olmayup ve bazi dahi ser'an imameti münafi bazi ef'al ve akval ve evsaf ile maruf ve mevsuf iken imamet eyledikleri pâye-i serir-i a'laya arz olunmagin buyurdum ki hükm-i serif-i lazimü'l-itbaim vardukta bizzat mübaseret idüp bu hususu ayan-i vilayetten bî garaz müslümanlar mahzarinda ser'le teftis ve tetebbu' edüp göresiz Vaki ise târik-i salat olanlari tenbih ve tehdid edüp evkat-i hamsede eday-i salat (namazi terk edenleri) ittüresiz Temerrüd ve inad idenlerin ser'le haklarindan gelesiz ve harap olan mesacidi dahi mütevellilerine telif idüp mahsul-i evkaflari ile tamir ve termim ittüresiz Ve vakfi olmayup sehirde vaki' olan mesacidi ehl-i mahallesine ve kurada olani ehl-i karyesine tamir ve termim ittürüp muhtac-i arz nesne vaki olursa yazup bildiresiz Ve eimmeden (imamlardan) sol ki Kur'an-i Azim'in sihhat üzre kiraatina kadir veya erkân-i salâta âlim olmayup yahud ser'an imameti münafi bazi ef'al ve akval ve evsaf ile maruf ve mevsuf oldugu tamam zâhir ve malum olivereni mehma emken Kur'an-i Azimin sihhat üzre kiratina kadir ve müberra imamete elyak kimesnelere tevcih idüp Asitane-i saadet penahiden arz idesiz Amma hakk-i sahiha tabi olup garaz ve taassubtan ve bu bahane ile kimesnenin bî-gayri vech-i ser'i irzina ve malina halel gelmekten ve bi'l-cümle emr-i serifime muhalif is olmaktan be-gayet hazer ve ihtiyat idesiz Ve bunun gibi husus oldukça vilayet kadilari taht-i kazalarinda "namazci" deyü bir kimesne tayin iderlermis reayaya teaddi olur imis Imdi namazci tayin olunmaga emrim yoktur Bu husus içün namazci deyü kimesne tayin etmeyüp ferman-i serifim muktezasinca emr olunan nesneleri kendin bizzat görüp

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.