Ezo Gelin |
02-28-2007 | #16 |
virüs
|
Ezo Gelin16-)Ezo Gelin "Gaziantep" dendi mi, ne düşer aklınıza? Yiğitlik mi, Antep fıstığı mı, baklava mı? Bana, bunların yanısıra folkloru anımsatır, bu sevilesi ilimiz Kızlı-erkekli halk oyunları gelir gözümün önüne; dizgisi de, ezgisi de sağlam türküleri gelip konar dilimin ucuna Dalar gider; Antep türkülerinde Muzaffer Akgün'ü, Lohan'lı Ökkeş'i, Şerif Akbağ'ı dinler gibi oluyorum: "Antep'in etrafı gül ile diken, ayrılıktır benim belimi büken" ya da anlı-şanlı "Karayılan" Sonra, öyküye sığmayıp türküleşen; ağzınıza layık bir çorbaya bile ad olan "Ezo Gelin", Antep yöresinde anıldığı adıyle "Özey Gelin" Bu ünlü ve paylaşılamayan halk türkümüzün öyküsünü, kalemimin döndüğünce özetlemek istiyorum size Hemen belirteyim: Bu konudaki bilgileri, Kilis'li folklor uzmanı dostumuz Mazlum N Kılıçkıran'la birlikte taradığımız Barak ovası köylülerinden; Gaziantep kültürünün rakipsiz avukatı Cemil Cahit Güzelbey'den; Gaziantep Kültür Derneği Başkanı Hulusi Yetkin'den ve Gaziantep folkloru konusunda çok değerli yapıtlar ortaya koyan Mehmet Solmaz'ın "Ezo Gelin" adlı kitabından aldım Asıl adı "Zöhre" olan Ezo Gelin, 1909'da Oğuzeli ilçesinin Uruş köyünde doğdu Babası, Bozgeyikli oymağından Emir Dede, anası Elif'tir Nüfus kaydında halen bekar görünen Ezo'nun, üçü erkek, üçü kız, altı kardeşi daha vardır Ezo, erken gençliğinden itibaren, güzelliğiyle dikkatleri üstünde topluyordu O kadar ki; düğünlerde gözler, gelinden çok onun üzerinde gezinirdi Ezo'yu, birçok zenginin yanısıra, (o zamanki) Halep (ilimiz)in Carablus ilçesinin Kozbaş köyünde oturan teyz'oğlu Memey (Mehmet) istiyordu Takdirde yazılan tedbirde bozulmazmış; Ezo'nun ilk evliliği ne bu ağalardan biriyle oldu, ne de teyz'oğluyla Anlatanlar, Ezo'nun güzelliğini nereye koyacaklarını bilemiyorlar Öykümüze geçmeden, Ezo'nun güzelliği üstüne dillerde dolaşanları özetlemeye çalışalım: -Öylesine güzelmiş ki Ezo; görenler, iki yanağına birer elma oturtulmuş sanırlarmış -Öyle güzelmiş ki Ezo, bakanlar bakmaya doyamazlarmış -Öyle güzelmiş ki, bir yaz günü kapısını çalıp bir kap ayran isteyen gurbetçi bir çerçi, Ezo'nun güzelliği karşısında şaşalayıp, Ezo'nun uzattığı ayran tasını yere düşürüp kırmış -Öyle güzelmiş ki Ezo; gülümseyerek bakmasıyla, düşmanları barıştırırmış, -Öylesine güzelmiş ki Ezo; olursa o kadar olurmuş Ezo'nun güzelliği söyleyen dillere söylence (efsane) olurken, Barak ovasında bir genç adamın adı dillerde dolaşır olmuştu Bu, komşu Beledin köyünden, "Şitto" Hanefi Açıkgöz'dü Şitto'nun bağlaması, akarsulara "Siz şırıldamayın, ben şırıldayım"; sesi de bülbüllere, "Siz şakımayın, ben şakıyayım" diyen cinstendi Tekmil Barak ovasında düğünler kambersiz oluyordu da, Şitto Hanefi'siz olmuyordu O sıralar Hanefi 30; ay'a "Sen doğma ben doğayım" diyen güzeller güzeli Ezo da 20 yaşlarındaydı Gün o idi ki; Uruş köyünde Hacı Mamuş'un düğünü vardı Düğüne Zöhre (Ezo) de, Şitto da çağrılıydılar elbet Düğünde tüm gözler gelini de güveyiyi de unutup, Ezo ile Şitto'yu izledi Şitto, Ezo'ya gönlünü kaptırdı Şitto Hanefi'nin gönlüyle kafası aynı telden çalıyordu Bu nedenle, Ezo'ya dünür yolladı Hanefi, ala ala "Düşünelim"cevabı aldı Araya acımasız zaman girdi Bu ara Şitto, kendi köyü Beledinden Mehmet Örtürk'le, yörenin töresi olan "Değişik" uygulamaya karar verdi (Bu töreye göre, bir erkek,hısımlarından bir kızı bir arkadaşına verir, arkadaşının hısımı bir kızı alır Böylece iki tarafta çevrede "Kalın" diye anılan başlıktan kurtulmuş olur) Şitto halası Hazik'i (Hatice'yi) Mehmet'e verecek; buna karşılık, Mehmed'in kızkardeşi Selvi'yi alacaktı Araya girenler girdi; bu "Değişik" gerçekleşemedi Öyle ki; Şitto Hanefi, eş-dostla acı-yüz (yani onların yüzüne bakamaz) oldu Derler ya; "İnsan sarayda olmamalı Saray insanda olmalı" Şitto'nun doğru dürüst evi bile yoktu ama, yüreğinde Ezo geziniyordu Eşin dostun araya girmesiyle, Ezo Şitto'ya çatıldı "Ele gelin gelir, bize kalın gelir" demişler Bu evlenmede Şitto'ya kalın (başlık) da gelmeyecekti Çünkü, Şitto Ezo'yu almasına karşılık, Ezo'nun ağabeyi Zeynel'e halası Hazik'i verecekti Alan razı, veren razı Güzün ortanca ayında iki düğün birden kuruldu Şitto'yla Ezo'nun düğünü Beledin köyünde; Zeynel'le Hazik'in düğünü Uruş'ta kuruldu Zurna öttü davul vuruldu Alındı, verildi; iki köyde, gerdeğe girildi Sen sağ ben selamet Bu demektir ki iki köy de iki mutlu yuva kuruldu Şitto ile Ezo, sizlere layık bir mutlu yaşamı sürdürüyordu Ağızlarının tadı yerindeydi yani Gel gelelim, mutlulukları göze geldi Daha doğrusu aralarına arabozucular girdi Yemediler - içmediler, dedikodu yaptılar Atalarımız "Söz taşıma, taş taşı" demiş ama, bazı kendini bilmezler söz taşıdılar Hatta kendileri söz uydurup getirdiler, götürdüler Bir harman sonu evlenmişlerdi; ikinci harman sonuna dek birlikte yaşayamadı Şitto ile Ezo, Şitto öykülerini bir cümlede özetler "Kötü talih geç buldum; tez yitirdim" Şitto,Ezo'yu boşayınca "Değişik" töresince halası,Hazik de geri döndü Şitto Hanefi,bu acı ayrılışı da yarısının ağzından şöyle anlatır; "Bizim böyle olmamız dostlarımızı acındırıyor,düşmanlarımızı sevindiriyordu" Efsanesel güzel Ezo, Şitto Hanefi (Açıkgöz) den ayrıldıktan sonra altı yıl dul kaldı Yörenin ağızbirliği etmişcesine anlattıklarına göre Ezo, bu süre içinde daha bir serpildi, daha bir güzelleşti Öyle ki; görenin gözü kalırdı Nasıl anlatmalı; O bir ışıktı da, tüm erkekler, onun çevresinde pervane kesilmişlerdi Genç-yaşlı, zengin-fakir, nice talibi çıktı Ezo'nun Her talibi, tek tüy isteyen Hz Süleyman'ın önünde tüm tüylerini döküverdiği söylenen yarasa örneği, neyi var neyi yoksa önüne seriyorlardı Ezo'nun Ezo, tam altı yıl, evlenme önerilerini geri çevirdi Sonunda, ailesinin de ısrarı üzerine, kendisine genç kızlığından beri talip olan Teyz'oğlu Memeyle evlenmeye yanaştı Türkmen oymağından olan Memey Suriye'nin, Carablus ilçesinin Türkiye sınırına yakın Kozbaş köyünde oturuyordu Ezo 1936 yılının güzünde, Uruş'tan Kozbaş'a gelin gitti Bu evliliği de değişik töresine göre olmuş; onu alan Memey, bacısı Selvi'yi, Ezo'nun ağabeyi Zeynel Bozgedik'e vermişti Ezo'yla Meme'yin iki kızları oldu İlki, fazla yaşamadan öldü "Celile" adlı ikinci kızları halen sağdır ve Suriye'de yaşamaktadır Ezo'nun, ikinci kocasıyla geçimi yerindeydi Ne var ki; "Gurbet" denilen bir ateş yüreğini yakıyordu da Türk köylüsü "Çalının ardı gurbet" der Ezo da, Kozbaş'tan Türkiye'yi, Uruş'u görüyordu Hatta ara sıra doğduğu köye gidip geliyordu ama, bunlar özlemini azaltmıyor, pekiştiriyor, dayanılmaz hale getiriyordu Yakınları onun "Vara öleyim, tek yurdumda kalaydım" dediğini anlatırlar Ezo bir de "Göreceksiniz, gurbetlik beni öldürecek" der ve öldüğünde, hiç olmazsa Türkiye'yi; Uruş köyünü görecek bir yere gömülmesini dilerdi Dediği de oldu Suriye'ye gidişinin yirminci yılında, 1956 güzünde Ezo yatağa düştü Hastalığının ince hastalık (verem) olduğunu, herkes gibi kendisi de biliyordu Ezo, kızı Celile'yi yatağının başından ayırmak istemiyordu Ecelle kavil gününün gelip çattığını anlıyor, tek avuntuyu güzel kızı Celile'de buluyordu Ve Ezo Gelin, güz yağmurlarının düştüğü bir cuma, yatsı vakti son soluğunu soludu Eşi ve yakınları, vasiyetini dikkate alarak, onu; arasıra tepesine çıkıp yaşlı gözlerle Türkiye'yi seyrettiği Bozhöyük'ün en yüksek noktasına gömdüler Mezarı oradadır şimdi O kum ülkesinde Kaynak: Öyküleriyle Halk Türküleri (Notalı) - Hamdi Tanses Cemil Cahit Güzelbay Gaziantep Ezo Gelin 1 Ezo gelin, benim olsan seni vermem feleğe Güzel yosmam başın için salma beni dileğe Anası huridir de kendi benzer de meleğe Nenneyle de ah bahtı karam nenneyle Çık Suriye dağlarına bizim ele eleyle Gel bahtı karam gel sıladan ayrı yazılım gel Ezo gelin çık Suriye dağlarının başına Güneş vursun da kemerinin kaşına kaşına Bizi kınayanın bu ayrılık gelsin başına başına Nenneyle de ah bahtı karam nenneyle Çık Suriye dağlarına bizim ele eleyle Gel bahtı karam gel sıladan ayrı yazılım gel |
Denizin Dibinde |
02-28-2007 | #17 |
virüs
|
Denizin Dibinde17-)Denizin Dibinde Burdur’dan Antalya’ya doğru giderken yaklaşık 38 km uzaklıkta bulunan Arvallı, yeni adı ile Bağsaray köyünde geçer hikaye Hikayeye göre Hatçe isminde bir güzel kadın köyün meydanındaki duvarında çift oluklu pınar bulunan bir evde oturur Türküde sözü geçen pınar bu pınardır Hatçe güzel ve alımlı bir köy güzelidir Köyün çobanı Hatça’ya gönlünü kaptırır O da çobanı sever Ne var ki Hatçe evlidirKader onları bir türlü bir araya getirmemiştir Her ne kadar olumsuzluklar çok olsa da aşklarına engel olamazlar ve bir zaman sonra birlikte kaçmaya karar verirler Çobanla birlikte kaçarak Antalya’ya yerleşirler Yaklaşık 5 ay sonra yakın bir köyde (Kayış) de buna benzer bir olay gerçekleşir ve İbrahim Can isimli mahalli sanatçı bu türküyü yakar Denizin Dibinde (Hatça) Denizin dibinde demirden evler Ak gerdanın altında çiftedir benler O kınalı parmaklarda o beyaz eller Yolcuyu yolundan eyleyen dilber Ovalara duman inmiş göremedin mi A kız kendi saçını öremedin mi Alçaklara karlar yağmış yükseklere buz Gel seninle gezelim ince belli kız Arvalı'nın önünde pınarlar harlar Hatçam çıkmış pencereye ay gibi parlar Ben Hatça'yı yitirdim dumanlı dağlar Gözlerimin pınarları durmadan çağlar Dalga dalga dalga dalga dalgalanıyor Hatça'yı görenler sevdalanıyor Onu onu onu onu onu onuna Ben de yandım Hatça'nın basma donuna Yüce dağbaşında ekin ekilmez Yağmur yağmayınca kökü sökülmez Ellerin köyünde kahır çekilmez Doldur doldur ağuları içelim Hatçam Ovalara duman inmiş göremedin mi A kız kendi saçını öremedin mi Alçaklara karlar yağmış yükseklere buz Gel seninle gezelim ince belli kız Seyfettin Türkol Burdur |
Kar Mı Yağdı Kütahya'nın Dağına |
02-28-2007 | #18 |
virüs
|
Kar Mı Yağdı Kütahya'nın Dağına18-)Kar Mı Kütahya'nın Dağına Bundan yıllar önce o yılki kazancı kötü olan bir aile Ilıcaya gidemeyeceklerini anlayınca bir çare ararlar ve sonunda evlerinin çatı kiremitlerini satıp döndüğümüzde çalışır tekrar alırız diyerek, Ilıcaya gitmeye karar verirler Biraz da yazın son dönemi olan güze denk gelir herhalde ki Ilıca’ya giderler O devirde şimdiki gibi vasıta çok olmadığından, bir atlı araba veya fayton birilerini götürdüğünde dönerken de başkalarını getirdiği gibi , bir başkalarından da “ bizi falan zaman götürüver “ diye sipariş alırlarmış Bilhassa Ilıca şehir merkezine en uzak kaplıca olduğundan oraya giden bir aile şehire 2 – 3 ay gelmezmiş Bu olayın kahramanı aile de biraz zamanı uzatırlar ve Kütahya’ya döndüklerinde karşıdan bakıyorlar dağlar karla kaplı “ eyvah yandık “ çığlıklarıyla bir an önce evlerine koşarlar Kapıyı açtıklarında tüm eşyalarının (Yatak , yastık , yorgan , kilim , minder , giyecekler vb) kar sularından perişan hale geldiğini görüp otururlar ve başlarlar ağlaşmaya ; Kar mı yağdı Kütahya’nın dağına aman Ateş düştü Ciğerimin aman , bağına hey! Diyerek ağıtlar yakarlar Bu ağıt zaman içinde dilden dile dolaşarak türkü haline gelmiş ve Kütahya folklorunde birinci zeybek oyunu olarak yerini almıştır Kar Mı Yağdı Kütahya'nın Dağına Kar mı yağdı Kütahya'nın dağına Ateş düştü ciğerimin bağına Gül donatmış şalvarının ağına Kayırma sevdiğim gün böyle kalmaz Yanar yüreğimin ateşi sönmez Çubuğum yok yol üstüne uzatsam Dermanım yok yar yolunu gözetsem Menendin yok seni kime benzetsem A dağlar ey dağlar laleli dağlar Elleri koynunda bir gelin ağlar Melek misin yeşil donlar giyersin Cellat mısın tatlı cana kıyarsın Çocuk musun el sözüne uyarsın Açıldı çiçekler gelmedi yazlar Elleri koynunda bir gelin ağlar Ahmet Akıncan Kütahya |
İzmir'in Kavakları |
02-28-2007 | #19 |
virüs
|
İzmir'in Kavakları19-)İzmir'in Kavakları Çakıcı Efe Ege Bölgesinde halkın dilinde dilden dile efsaneleşen bir kahramandır Osmanlı’nın son zamanlarında devlet iradesinin iyiden iyiye kaybolduğu yıllarda (1800-1900) halk kendi kahramanlarını, kendi kurtarıcılarını çıkarmıştır Kimileri bu boşluktan yararlanarak zalimlikler yapmışlar kimileri de adalet dağıtan güçlü yürekli halk kahramanı olmuşlar Bu devirde Ege Bölgesinde’de Efelik çok meşhurmuş Çakıcı Efe de İzmir, Denizli, Aydın civarında hüküm sürmüş bir Efe’dir O zamanlarda yaşadığı bölgede o kadar güçlenmiş ki Osmanlı ile egemen olduğu bölge konusunda resmi anlaşma yolları bile aramıştır Çakıcı çoğu zaman dağlarda, kimi zamanda halkın yanına inerek zalimi durdurmuş, adalet dağıtmış, zenginden alıp fakir vermiştir Bu sebeple halkın gönlünde de taht kurmuştur Cesur hareketleriyle halkın gözüne girmiştir Kimi zamanda düşmanla işbirliği yaptığı söylentisi çıkmışsa da halk onu hep sevmiş ona yapılan bu türküyle ismi ölümsüzleşmiştir İzmir'in Kavakları 1 Aradılar sordular Birg içinde buldular İnce tuzak kurdular Yar fidan boylum Kamalı'yı vurdular İzmir'in kavakları Dökülür yaprakları Bize de derler Çakıcı Yar fidan boylum Yıkarız konakları Bahçelerde kalem var Arkamızdan gelen var Kalkın gidelim efeler Yar fidan boylum İçimizde ölen var Selvi senden uzun yok Yaprağında düzüm yok Kamalı da Zeybek vuruldu Yar fidan boylum Çakıcı'ya sözüm yok Ekrem Güyer İzmir |
Kiziroğlu Mustafa Bey |
02-28-2007 | #20 |
virüs
|
Kiziroğlu Mustafa Bey20-)Kiziroğlu Mustafa Bey Bu türküyü dinleyen herkesin kafasında bir soru belirir Kim bu Kiziroğlu Mustafa Bey ? Köroğlu ile ne ilgisi var? Bu türküyle ilgili birçok söylenti var ama en ilginci sanırım bu Kizir, Kars'ın Susuz kazasına bağlı bir köydür Bu köy Kısır dağlarının geniş eteklerine kurulmuştur Köyün dört bir yanından ise soğuk pınarlar akar Köy düz toprak damlı evlerden oluşmaktadır ve köyün hakim bir yerin de de bir kale kalıntısı vardır Köylüler Kiziroğlu'nun kalesi derler buraya Kiziroğlu bu köyde yaşamış ve bura da efsaneleşmiştir derler Küçükken at binip kılıç kuşanır Söylentiye göre şimdiki Kiziroğlu Köyü’nün yerinde bir birinden uzak yirmi yirmi beş kadar ev bulunmaktaymış Bölge dağlık ve ormanlık olduğu için insanları da bu nedenle olacak ki çok serttir O zamanlar burada yaşayan insanların başında bulunan kişiye "Kizir" derlermiş Kizir Muhtar demektir Gün gelmiş zamanın kizirinin ünü tüm Anadolu'ya yayılmış Tüm kötüler ondan korkar olmuş Gel zaman git zaman Kizirin bir oğlu olmuş Daha küçükken iyi at biner, kılıç kuşanır olmuş İşte Kiziroğlu Mustafa Bey bu çocuk Bütün çocukluğu Kısır Dağı’nda at binip avlanmakla geçmiş Mustafa'nın O da babası gibi büyüyünce namlı bir yiğit olmuş, haksızlık ve adaletsizliklerle savaşmaya başlamış Zaten onun bulunduğu çevrede kimse haksızlık etmeye cesaret edemezmiş ya Köroğlu doğuya gelir O sırada doğuya gelen Köroğlu Kısır Dağları’nda Ferro deresine yerleşir, amacı doğudaki haksızlıkları yok etmek Bir gün Köroğlu bir at gezisinde Kizir Köyü’nü görür, "Burada ki adaletsizlikler de benden sorulur" der ve gider orada bir kale kurar İşlerinden dolayı bir müddet köyünden ayrı kalan Kiziroğlu köye döndüğünde Köroğlu’nun kalesini görür Sinirlenir Köroğlu’nun yanına gider, sertçe çıkışır "Sen kim olasın ki benim yurdumda saltanat süresin" Her ikisi de bir birlerini kötü insan olarak bilirlermiş Köylülerin söylemesi böyle Yiğitlerin kavgası O zamanın adaletine göre iki yiğit dövüşür, galip gelen diğerini öldürüp savaşı kazanırmış Köroğlu ve Kiziroğlu günlerce at üstünde kavga etmişlerse de yenişememişler Kılıç kavgasında ve güreşte de yenişememişler Mustafa Bey’in atı Ala Paça da Köroğlu'nun atı Kırat’la güreş-mekte Mustafa Bey şöyle bir geri bakmış ki ne görsün atı Ala Paça Köroğlu’nun atını alt etmiş duruyor "Ola benim atım Köroğlu'nun atını alt etmiş, ben Köroğlu'nu alt etmezsem halim nic' olur" deyip gayrete gelmiş Köroğlu'nu yere vurmuş Tam kamasını çekmiş vuracağı sırada Köroğlu "Dur yiğit, bana biraz mühlet ver yiğitlerimi göreyim karımla helalaşayım" demiş Mustafa Bey bırakmış Köroğlu eve gidip olanları karısına sazıyla sözüyle anlatmaya başlamış Bir atı var Ala Paça peh peh peh Mecal vermez Kırat kaça hey hey hey Az kaldı ortamdan biçe Ağam kim, Paşam kim, Nigar kim, Hanım kim Kiziroğlu Mustafa Bey Bir beyin oğlu Zor beyin oğlu diyeKöroğlu geciktiği için evine kadar gelen Kiziroğlu kapı aralığından türküyü duyunca duygulanır ve utanır Kapıyı çalıp içeri girer Mustafa Bey’i karşısın da gören Köroğlu her şeyin bittiğini düşünürken Mustafa Bey sarılıp onu öper "Sen benden daha yiğitsin Köroğlu" der Köroğlu da "Ben artık buradan gideyim burada senin gibi mert ve yiğit biri varken kalmak olmaz" der ve köyü terk edip batıya gider Anadolu insanının takdiri Köroğlu'nun Bolu Dağları’ndan çıkıp ta Kars'a gelmesi o zamanın koşullarında olanaksız gibi Ama halk düşüncesi iki yiğidi Doğu Anadolu da önce çarpıştırıyor sonra barıştırıyor Bu, Anadolu insanının kahramanlarına, haksızlıklara direnenlere verdiği değeri gösterir Kiziroğlu öyküsü tepeden inmemiştir, böyle bir yiğit yaşamış ün almıştır Halk da bu söylenceyle Kiziroğlu'nu saygı ve sevgiyle anmaktadır Bir atı var Ala Paça peh peh peh Mecal vermez Kırat kaça hey hey hey Az kaldı ortamdan biçe Ağam kim, Paşam kim, Nigar kim, Hanım kim Kiziroğlu Mustafa Bey Bir beyin oğlu Zor beyin oğlu Bir fendinen geldi geçti, peh peh peh! Hışmı dağı deldi geçti, hey hey hey Ağam kim, paşam kim Nigâr kim, Hanım kim? Kiziroğlu Mustafa Bey Bir Bey’in oğlu Zor Bey’in oğlu… |
Debreli Hasan (Drama Köprüsü) |
02-28-2007 | #21 |
virüs
|
Debreli Hasan (Drama Köprüsü)21-)Debreli Hasan (Drama Köprüsü) Drama köprüsü Hasan dardir geçilmez Soguktur sulari Hasan bir tas içilmez At martinini Debreli Hasan daglar inlesin Drama mahpusunda Hasan Kara kedi dinlesin Mezar taslarini Hasan koyun mu sandin Adam öldürmeyi Hasan oyun mu sandin At martinini Debreli Hasan daglar inlesin Drama mahpusunda Hasan dostlar dinlesin Drama köprüsü Hasan dardir daracik Çok istemem Yanko Corbaci bin bes yüz liracik At martinini Debreli Hasan daglar inlesin Drama mahpusunda Hasan Kara kedi dinlesin Drama köprüsünü Hasan gece mi geçtin Ecel serbetini Hasan ölmeden mi içtin At martinini Debreli Hasan daglar inlesin Drama mahpusunda Hasan dostlar dinlesin TÜRKÜNÜN HİKAYESİ Debreli Hasan, Drama'da yetismis Debreli namiyla mübadele öncesi donemde Drama-Serez-Sarisaban bölgelerinde faaliyet göstermis bir halk kahramani eskiyadir Drama köprüsünü,o devrin haksizlikla para kazanan halki ezen zenginlerinden aldigi haraçla yaptirmistir Debreli Hasan'in yasadigi,donem kesinlikle bilinmemekle beraber Cakircali Efe ile çagdas oldugu görüsleri,hatta atistiklarina dair hikayeler onun 1870-1920 yillari arasinda Makedonya daglarinda egemen oldugunu göstermektedir Bu konuda halk arasinda söylenen menkibeye göre;Selanikli Yahudi bir tüccar ticaret için Izmir'e gidecektir"Eger bu civar daglarda hükümran olan Debreli'den geçsen, Ege daglarinda Cakircali'dan geçemezsin "denir, kendisine Nitekim de öyle olur Debreli'nin çetesinde pek çok kisi yoktur Bilinen Kara kedi namiyla bir tek kizani oldugudur Halka onu sevdiren eskiya kisiliginin en ustun tarafi ise fakirlere yardim etmesi,bilhassa birbirini seven yoksul gençleri evlendirmesidir Bu konuda söyle bir menkibe de vardir "Evlenmek niyetinde olan dagli bir genç,tek danasini almis, Iskece pazarina inmektedir Yolu, Debreli Hasan tarafindan kesilir Delikanlinin evlenmek için parasi olmadigini anlayanca Debreli kendisine dügün için yetecek parayi verir ve ayrica danasini satmamasini salik verip ugurlar" Makedon daglarinin Debreli'si sonunda padisah affina ugrar veya söylentiye göre mübadelede güvenlik güçlerinin elinden kaçmayi basarir ve Türkiye'ye göç eder Kisacasi Rumeli Türklerinin gönlüne yerlesmistir efsanesiyle Debreli Hasan |
Ormancı Türküsü |
02-28-2007 | #22 |
virüs
|
Ormancı Türküsü22-)Ormancı Türküsü Muğla'nın Yatağan ilçesine bağlı Gevenes köyünde Mustafa Şahbudak adın da, 1922 yılında bir efe doğar Babası ağadır, dolayısıyla Mustafa da bir ağa çocuğudur Mustafa hiddetli bir kişiliğe sahiptir Köy Muhtarı Tevfik Cezayirli en yakın canciğer arkadaşıdır Herke bu ikilinin arkadaşlığına gıpta ile bakar Neredeyse her akşam köy kahvesinde bu iki arkadaş dama maçı düzenlerler iddialı ve dostça yapılan bu karşılaşmalar, kahvedekiler tarafından ilgi ile izlenir Çünkü bu olayların mükafatını, izleyiciler almaktadır 1946 yılı, Temmuz ayının sıcak bir gününde bu arkadaşlığa kan damlar, öfke seli karışır Uğursu hadise cezaevinde sonuçlanarak, elli beş yıldır söylenegelen bir drama dönüşür Sıcak bir temmuz günü Mustafa Şahbudak, her zamanki gibi yine köy kahvesi ne gider O sırada kahveye Muhtar Tevfik Cezayirli'yi görmeğe, Yatağan ilçe Milli Eğitim Müfettişi ile tahsildar gelmiştir Muhtar olmadığı için misafirleri her zaman olduğu gibi, Mustafa Şahbudak ağırlama görevini üstlenir İki misafiri alıp yemeğe götürür Döndüklerinde Muhtar'ı kendilerini bekler görürler O gün iki misafirden izin isteyip, yine dama tahtasının başına otururlar Oyunun yarısında orman memuru, Mehmet İn, çıkagelir Mehmet, sarhoştur Bir gün önce, komşu olan Çiftlik köyünde yangın olmuştur 1946 seçimlerinin evrakları Yatağan'a gönderilecektir Seçim evrakını Yatağan'a, köy bekçisinin götürmesi zorunludur Ormancı ise, yangın evrakının bir an önce ilçeye götürülmesi için, bekçiyi Muhtar'dan ister Muhtar: -Olmaz, daha acil olan seçim sonuçlarının ulaştırılması gerekiyor Bekçiyi gönderemem der Bunun üzerine Ormancı ile Muhtar arasında, bir tartışma başlar Muhtar en sonunda: -Ayıp ediyorsun Mehmet, bize müsaade et, der Ormancı kahveye girip tekrar geri döner, gelir Dama masasını bir yumrukta darmadağın eder Mustafa Şahbudak, bu davranışa tahammül edemez ve Ormancı'ya bir tokat atar Olayın büyüyeceğini anlayan köylüler, adamı alıp sakinleşmesi için kahvenin arka tarafına götürürler Ormancı oradan bağırarak küfürler savurmaktadır Küfürler Mustafa Şahbudak'ın tahammül sınırını daha da zorlar Yerinden kalkar, Ormancı'nın üzerine yürür Ormancı Mehmet'in, kamasını çıkarıp Mustafa Şahbudak'ın sol kolunun pazısından yaralar O zaman, Mustafa Şahbudak Ormancıyı korkutmak için, belindeki tabancayı çıkarır, yere doğru ateş eder İşte ne olursa, o an olur! Muhtar, Ormancı'nın ikinci kez kama vurmaması için elini tutar Fakat, Mustafa Bey tetiği çoktan çekmiştir Ormancı bunun üzerine kaçmaya başlar Mustafa Şahbudak kaçmasın diye, bir el daha ateş eder Bu ateş de öldürmek için değil, kaçmasına engel olmak içindir ikinci atış üzerine Mehmet in, yere düşer Arka cebinde tabaka olduğu için, ona hiç bir şey olmaz Bu arada ne yazık ki, Mustafa Şahbudak, kaza kurşunu ile dostu Tevfik'i vurur O günlerin imkansızlıkları içerisinde Tevfik'i, tahta bir sal üzerinde Muğla devlet hastahanesine götürürler Tevfik, çok kan kaybetmektedir Mustafa, Doktor Veli Bey'e: Babamın selamı var, bu adamı iyileştir der Veli Bey: -O ölecek, önce senin kolunu saralım der O sırada Tevfik eliyle işaret edip Mustafa'yı yanına çağırarak: -Ben ölüyorum hakkını helal et der Mustafa: -Hayır, sen ölmeyeceksin! derken ağlamaya başlar Aslında orada herkes efelerin ağlamadığını bilir Ancak Mustafa, arkadaşının bu durumuna dayanamamıştır Gerçekten de biraz sonra Tevfik, hayata gözlerini kapar Mustafa, en yakın arkadaşını öldürdüğü için polise teslim olur, Bu olay üzerine dört yıl ceza yer Ceza evindeyken her gece Tevfik rüyasına girer Ancak Ormancı'ya kini gittikçe artar Bu acı olaydan sonra köyde kalamayacağını anlayan Ormancı, tayin ister Kavaklıdere Orman Müdürlüğüne atanır Aslen Marmarislidir Emekliliğinden sonra oraya yerleşir Doksanlı yılların başında, kendi memleketi olan Marmaris'te ölür Mustafa Şahbudak cezaevinden çıktıktan sonra, anılarla dolu o köyde yaşayamayacağını anlayıp, Muğla merkeze yerleşir Çok sevdiği, günlerini birlikte geçirdiği arkadaşını Muhtar Tevfik Cezayirli'yi tek kurşunla öldürdüğünde arkada yirmi beş yaşında bir eş ve üç çocuk bırakır Muhtar'ın eşi Pembe, bu acıya dayanamayınca birkaç yıl sonra aklı dengesini yitirir Oğlanın biri İzmir'e yerleşir Diğer oğlanla kız, köyde evlenirler ve hayatlarını orada sürdürmeye devam etmekteler Yıllardır her şeyi unutmaya çalışan Mustafa'ya bir gün arkadaşları, Tahir Usta adında bir değirmenciden bahsederler Bu değirmenci, annesinin akrabasıdır Değirmenci Tahir Usta aynı zamanda türkü de bestelemektedir İşte Gevenes köyünde yaşanan bu acı olay da bu kişi tarafından bestelenmiştir Düğünlerde okunan, herkesin diline düşen türkü ''Ormancıdır'' Bir gün, radyodan duyduğu bu türkü ile unutmak istediği olayları, tekrar yaşar gibi olur Radyoyu kapatır, bu türküden çok incinmiştir Ormancı türküde Ormancı adı ile, Mustafa Şahbudak ise ''Bay Mustafa" adı ile yer almıştır Ormancı Mehmet'in bir anlık sarhoşluğunun musibetini, yıllarca pişmanlık duyarak ve memleketinde barınamayarak ödedi demek yanlış olur Çünkü o türkü yaşadığı müddetçe kötü adam olarak anılacaktır ve tarihe öyle geçecektir Çıktım Belen kahvesine baktım ovaya Bay Mustafa çağırdı, dam oynamaya, Ormancı da gelir gelmez, yıkar masayı, Söz dinlemez Ormancı, çekmiş kafayı Aman Ormancı, canım Ormancı Köyümüze bıraktın yoktan bir acı Gevenes' in ortasında, değirmen döner, Değirmenin suları, dağından iner, Ormancı'ya atılan kurşun, Tevfik' e döner, Tevfik' in feryatları, yürekler deler, Aman Ormancı, canım Ormancı Köyümüze bıraktın yoktan bir acı Gevenes' in suları hoştur içmeye, Üstünde köprüsü var, gelip geçmeye, Tevfik' imi vurdular, hiç mi hiç yere, Yazık ettin Ormancı, köyün iki gencine Aman Ormancı, canım Ormancı Köyümüze bıraktın yoktan bir acı *Derlemeyi yapan Kemal Erdinç |
Yemen Ağıdı |
02-28-2007 | #23 |
virüs
|
Yemen Ağıdı23-)Yemen Ağıdı Havada bulut yok, bu ne dumandır Mahlede ölü yok, bu ne figandır Ana ben ölmedim, bu ne şivandır Aho yemendir, gülü çemendir Giden gelmiyor, acep nedendir BURASI HUŞTUR YOLU YOKUŞTUR GİDEN GELMİYOR ACEP NEDENDİR Kışlanın ardında redif sesi var, Bakın çantasına acep nesi var, Bir çift kundurası bir al fesi var Kışlanın önünde üç ağaç incir, Kolumda kelepçe boynumda zincir, Zincirin yerleri ne yaman sancır Kışlanın önünde sıra söğütler, Zabitler oturmuş asker öğütler, Yemene gidecek bu koç yiğitler Kışlanın ardını duman bağladı, Analar babalar kara bağladı Yemene gidene herkes ağladı Kışlanın ardında yüzüyor kazlar, Ayağım ağrıyor yüreğim sızlar, Yemene gidene ağlıyor kızlar Aho yemendir, gülü çemendir Giden gelmiyor, acep nedendir Kışlanın ardında bir kırık testi, Askerin üstüne sam yeli esti, Gelinlik tazeler umudu kesti Aho yemendir, gülü çemendir Giden gelmiyor, acep nedendir Hikayesi: Osmanlı Yemen topraklarını ülkesine kattıktan sonra buradaki hükümranlığını sürdürmek için çok şehit vermiştir Yemen merkezden uzak olsa da kutsal toprakları elde tutma uğruna bir çok şehit verilmiştir Müslüman toprağı olmasına karşın, Yemen İngilizlerle işbirliğine giderek Osmanlıya karşı savaş açmıştır Beş cephe de birden çarpışan Osmanlı kuvvetleri Anadolu’dan asker sevki yapmaktadır Çarpışmalar o kadar, şiddetli olmaktadır ki aileler Yemen’e cepheye giden evlatlarının artık geri dönmeyeceğini bilmektedirler Bir çok aile cepheye gönderdikleri çocuklarından bir daha haber alamamışlardır Hatta bazı askerler yıllar sonra savaş bitse de bu topraklardan geriye dönememişler, sağ kalabilenler orada yaşamlarını devam ettirmişlerdir Bu acıyla Yemen Türküsü o devirlerde halkın dilinden düşmemiş etkilerini ve izlerini günümüze kadar bu türküyle taşımıştır |
Ordumuz Gitti Muş'a Dayandı |
02-28-2007 | #24 |
virüs
|
Ordumuz Gitti Muş'a Dayandı24-)Ordumuz Gitti Muş'a Dayandı Osmanlı Rus savaşları sırasında Urfa'nın Viranşehir mevkiinde çok kuvvetli nüfuz sahibi Milli aşiret reisi Hamidiye Paşaları'ndan İbrahim Paşa'dan devrin Padişah'ı bir ordu teşkil ederek Erzurum'a gelmesini emretmiş İbrahim Paşa da mahiyetindeki aşiretlerden ve diğer aşiretlerden Urfa'nın yerlisinden bir ordu kurarak Diyarbakır üzerinden Bitlis ve Muş oradan da ilgili yerlerine gitmek üzere yola çıkmışlar Muş'a geldiklerinde Urfa'lı ailenin bir tek çocuğu olan çavuş vurulmuş, o ara Urfa'ya göre hava da çok soğukmuş ve bu nedenle de çok acı çekmekteymiş Birliklerini komuta eden Yüzbaşı da o ara başka bir göreve gitmiş ve daha dönmemiş Durumun vahametinden dolayı yaşamaktan ümidi kesen Urfalı Çavuş "Ordumuz gitti Muş'a dayandı'' türküsünü yaparmış Diliyle ifade edemediği duygularını türküye dökmüş Bu savaşa katılan Urfa'lı birçok yiğit şehit olarak geri dönmemiştir Ordumuz Gitti Muş'a Dayandı Ordumuz gitti Muş'a dayandı Daşı toprağı kana boyandı Bitlisi gördüm yüreğim yandı Ağlama aney belki gelirem Ölüm olmazsa seni görürem Hasan kalası bir uca kala Etrafı aney canlı kerbela Yüzbaşım gitti gelmedi hala Estege bindim oldum süvari Bir anam vardır başı belalı Bir çavuş düşmüş mavzer yaralı |
Şu Milas'ın İçinde |
02-28-2007 | #25 |
virüs
|
Şu Milas'ın İçinde25-)Şu Milas'ın İçinde Yüksel, Milas Orta Okulu’nda okuyan körpecik güzeller güzeli bir kızdır İbrahim ise astsubay okuluna gitmeye hazırlanan bir delikanlı İbrahim genç kızın güzelliğine hayran kalır ve ona delicesine aşık olur Aşkını kabul ettirebilmek için aylarca okul çıkışlarında Yükseli bekler Her akşam onu evine kadar takip eder ve yolun sonuna geldiğinde arkasından buruk bir şekilde bakarak sessizce geri döner Her karşılaştığında genç kıza aşkına ısrarla anlatır ama hiçbir zaman karşılık bulamaz Tek taraflı platonik bir aşktır İbrahim’in aşkı Öte yandan kızın aile yapısıyla delikanlının aile yapısı arasında dağlar kadar fark vardır Üstelik Yüksel, İbrahim’e hiçbir zaman yakınlık duymaz, hiçbir zaman olumlu cevap vermez Durumu ailesine bildirir, rahatsızlık duyduğunu, önlem alınmasını ister Gönlü genç kızın gönlüdür Sevmez sevmez Ama işin içinde bir kara sevda vardır Zaten nedenleri olmasa bazı sevdalara "kara sevda" denir miydi hiç? İbrahim’in Yüksel’e yaklaşması yasak, ama gönül ferman dinlemiyor ki Bir gün İbrahim’i Askeri okuldan ararlar Astsubay olmak için her şey hazırdır İbrahim gitmeden önce son kez Yüksel’in yolunu keser ve onu ne kadar çok sevdiğini defalarca söyler, ısrarla kendisini beklemesini ister Ama kızın cevabı her zamanki gibi çok sert ve net olur; "Hayır! Seni istemiyorum Zorla güzellik olmaz" Bundan sonra her şeyi göze almış olan İbrahim kızın evinin kapısını zorlayarak açar, mutluluktan ve yaşamdan ümidini kesmiş, gözü kararmıştır Elindeki bıçağı genç kıza defalarca saplar Ortaokul öğrencisi güzeller güzeli, körpecik bir kız olan Yüksel hayatının baharında ölümle kucaklaşır İbrahim ise sonucu biliyormuş gibi yanında getirdiği zehiri içerek kendi hayatına da sonlandırır ve acılar içinde can verir Şu Milas'ın İçinde Şu Milas'ın içinde ben bir tek güldüm Goncalarım açmadan soldum döküldüm Gençliğime doymadan yar için öldüm Hazan yaprağı gibi birden döküldüm Gönül verdiğim kızın adı Yüksel'di Can verirken feryadı da arşa yükseldi Kabahat ne ondaydı ne de bendeydi Alnımıza yazılmış bu bir eceldi |
Telli Senem İle Yazıcı Oğlu Osman Ağa |
02-28-2007 | #26 |
virüs
|
Telli Senem İle Yazıcı Oğlu Osman Ağa26-)Telli Senem İle Yazıcı Oğlu Osman Ağa Aşan Bilir Karlı Dağın Ardını Çeken Bilir Ayrılığın Derdini Bülbül Kaça Aldın Gülün Nargını Gül Alıp Satmanın Zamanı Değil Yaprak Gazel Olmuş Duruyor Dalda Vefasız Güzelden Bize Ne Fayda Bu Ayda Olmazsa Gelecek Ayda Ölürüm Vazgeçmem Sevdiğim Senden Selvinin Dalları Boyundan Uzun Yavrular Gözüme Bir Salkım Üzüm Ölmeden Görseydi O Yari Gözüm Koyun Kuzu Kurban Olur O Zaman Aşan Bilir Karlı Dağın Ardını Her biri bilinmez bir mezar şimdiMezar taşları ürpertir,ürkütür insanıAma beni,o hassas melteme bile dayanamayacak kadar hafif vucutları,yüreklerinin çektikleri,katlandıkları ve yaşadıkları dillere destan, ateş dolu, acı dolu hayatları daha çok ürpertmiştir hepMezar taşlarından daha fazla“Sen ne güzel bulursun gezsen Anadolu’yu” demiş ozanDemişya! Ne yürekten demiş,ne Doğru demişAnadolum benimGünde bin güzellik görüp, birine vurulduğumuzGam ile dert ile yogrulduğumuzGök gözlü,güneş yüzlü,derin sözlü,yarım özlüEkmek’ini el ile paylaşan, çarşambasını sel alan, sevdiklerini el alanKor yürekli, demir bilekli,başı bulutlarda yiğitlerin, vefalı,sadık,vefakar,örük saçlı, uzun boylu yapalakların,tuğ sunaların, toraşamların, gül yüzlü güzellerin, ceylanların,efsanelerin, lav gibi fişkıran yüreklerin, düğünlerin, halayların, türkülerin, ağaların, beylerin, ozanların, ve dillere destan aşıkların diyarı anadolum Anadolum benimKerem ile Aslı’sı var,Ferhat ile şirin’i var, Leyla ile Mecnun’u var,Elif ile Mahmut’u, Sürmeli bey’i, Şah İsmail’i, Sümmani’si var Dil hangi birine döner,yürek hangi birine katlanırVe kalem hangi birini yazabilir Yazıpta başedebilirki İşte Senem ile yazıcı oğluda bu yürek yangınlarını çekmiş binlerce kor yığınından sadece ikisi Tülü mayalar, kırk atlar koçlar, taylar kuzular, gökce gelinler ve koç yiğitlerden kurulu yörük kervanı Binboğa dağlarının üstünden aşıp, güneş’in kızıla boyanıp battığı Tanır yaylasına doğru ince bir çizgi gibi, bir uçtan bir uca süzülüp geçti Günlerdir at üstündeki aşiret mensupları yorulmuşlar, bunalmışlardıAma yol bitmiş sınırın hemen yanıbaşındaki konak yeri Yapalak görünmüştür Akşamüstü yaylaya ulaşınca kervanın en önünde giden tülü mayadan yaşlı bir yörük beyi sıçrayip indiArkasinda uzanan kervana dur etti ve bagırdı “Konak yerimiz buradırAt lar baglana, denkler çözüle tez elden çadırlar kurula ALLAH hayıra getire dedi”Yigitler atlarından, gelinler tülü mayalarından indilerBirkaç genç kadın, yörük beyinin indiği devenin yedeğindeki al bir at’tan, genç bir kızı incitmekten korkar gibi tutup indirdiler yereAltına kilim serildiÜstüne gölgelik çekildi hemen Bağdaş kurup oturdu genç yörük kızı yereOmuzunun bir ucundan bir ucuna fişeklik çevriliydiBelinde gümüş saplı bir hançer takılıydıİran ipeğindendi tüm giysileri Samur saçları başındaki yeşil berenin içinde toplanmış, kenarlarından taşmıştıUzun boylu, beyaz tenli, simsiyah gözlü, ceylan bakışlı, bakanın bir daha baktığı, gürenlerin yüreklerini yaktığı bir ahuydu bu Ne Tanır, ne Binboğalar nede bu küçük Yapalak, böyle bir güzele çadır açmamış,böyle bir ceylana raslamamışlardıYayla böyle bir güzel görmemişti Tez elden çadırlar kurulduAtlar kuzular koyunlar çayır’a salındıBeyin siyah çadırından geniş obası kurulduTüfekler, sazlar asıldı çadır direklerineAy orta yere gelip dolandıMehtap bir uçtan bir uca ışığıyla doldu yapalak’aYörükler meydan yerinde yaktıkları, gökyüzüne uzanan bir ateş yığınının başında, geceye teslim ettiler ilk günlerini Ertesi sabah hemen duyuldu Tanır’a yörüklerin gelip yerleştikleriAdettendi, yerli halk gelip hoşgeldiniz derdiBirkaç ay kalıp sonra gidecek olan bu göçebe yörükleriyle kardeş gibi geçinirlerdiHoşgeldine gitmek bölgenin ağasına düşerdiAğa yanına bölge büyüklerini toplar,kadın’ını yanına alır, gider yeni misafirleriyle tanış olurdu Yine öyle oldu Tanır’ın şanlı Bey’i Yazıcı oğlu köyünün büyüklerini çağırıp, başlarınada oğlu Osman’ı katıp hoşgeldine gönderdi yörük içine Atlayıp atlarına, vardılar yörük yaylasına yerlilerYörükler hürmetle yürekten karşıladılar gelenleriKoşup ağaya haber verdilerKara çadırından önce ak saçlı yörük beyi,ardında o ahu gözlü, fidan boylu ceren çıktıBir hançer gibi dikildi karşılarınaBaşı yularda iki eli böğründe Daha buyrun diyemeden, ziyaretcilerin başında atın üstünde bir kartal gibi duran yemyeşil gözlü, kartal bakışlı çınar gibi heybetli Osmana takıldı gözleri Bir yıl gibi sürdü ikisi içinde bu bakışlar Bakıştılar Buyrun dedi yörük bey’iYanında hala,yere saplı bir hançer gibi duran kıza döndüSenem dedi: Atı tut kızımKoştu Senem adetleri gereğince, gelen kafilenin bey’i ile hanım ağasının atının yularına sarıldıKadında Osmanda indiler atlarından Tam kafile yörük illeri gelenekleri gibi halka tutup oturdularHoş geldiniz edildiKahveler, katıklar içildi, konuşulup tanışıldı Ama iki genc’in aklı ve gözleri bir an bile ayrımadı birbirlerinden İşte diyordu Senem! Kendimi kollarına teslim edebileceğim, erim, erkeğim diyebileceğim çınar gibi bir yiğitİşte diyordu Yazıcı oğlu Osman’aYazıcı oğlu Osmanda; Baba evine götürebileceğim, övünç duyup yaslanacağım, bir ahu diyordu kendi kendine Akşama kadar kalındı yörük yaylasındaGeniş sofralar yazıldı yere, koyunlar kızartıldı, katıklar yayıldı,yenildi içildiAma Senem le Osman bir kere düşen bir kor yığını gibi, bakıp durdular birbirlerineAkşam yörüklerden ayrılıp Tanır’a dogru yola çıktıkları zaman,Osman yüreğinden bir parçanın yapalakta kaldığını hissettiSenem yüreğinden bir parçanın kopartılıp alındığını, içinden bir şeylerin eksildigini sandı Günler akıp geçtiNe Senem nede Osman unutamadılar birbirleriniBir bahane bulup yeniden gidemedi Osman yörük çadırınaSenem obadan dışarıya ayak atamadı Ama seven yürek neler etmezki, her şeyin çaresi bulunduBir yörük kadını yardım etti bey kızına Bey oğlu atlayıp atına Seneme koştuAy ışığında her buluşup konuşmalarında daha çok yandı yürekleri,Daha çok sevdiler, daha çok bağlandılar birbirlerine Sevda bu Çaresi olmazsa sarartıp soldurur, öldürür adamıSenem de Osman da aynı ateşte kavruldularSenem seviyordu ama çaresizdiBiliyorduki babası oba dan dışarı kız vermezdiTöreler böyleydiOsman düşündü, bir yörük kızını eve almazdı babası Kaçalım dediler bir gün Yok dedi Senem Kaçalım dedi oğlan yok dedi Senem Ben böyle bir ateşle yana yana ölürümde kaçmamKaçıp yere yıkmam başını babamınBabamın başını yere yıkamam Başka çare yok Kaideleri yıkacak, iki sevdalıyı birbirine kavuşturacak, ağır kuvvetli Yörük beyine bir dünür kafilesi gerekti Bir yiğit sararıp solar erir giderde,bir bey kadını hatun ana’sı hissetmezmiGayrı sordular, Osman anlattıBir tek oğlanın derdine çare bulmak,onu bu dertten bu acıdan kurtarabilmek için kaideleri bir bir yıktı babasıEtraf çevrelerden ağalar toplandıDünür kafilesi ve hediyeler hazırlanıp varıdı yörük ağasına Bir sevinç bir umut düştü içine senemin,bir sevinç doldurdu içini Osman ağanınNe kaldıki aha bugün olsa yarın kavuşuverirlerBirbirlerine yakışan nazarlık bir çift olular ALLAH'ın emriyle dediler kızını istedilerALLAH yazdıysa biz ne edek velakin obamızın kanunları vardır İhtiyarlarımıza soralım, bir kaç gün izin verin düşünelim,iletiriz kararımızıİsteriz ki kızımız oğlunuza kurban ola,böyle bir beyin gelini olaAma töreler dediler Umut içinde döndü dünür kafilesiBir yangın düştü içine yörük beyininAma ölürde törelerini yıkmaz, aşiretin dışına kız vermezdiFakat bu çevrenin en güçlü adamı dünür geliyorVermezlerse basarlar obayı alır kaçırırlar kızıOnlar basmadan biz kaçmalıyız dedi oba yaşlılarına Hemen o gece çadırlar söküldü, sürü toplandı, kervan hazırlandıVe Senem içi kan ağlıyorBir ölüden farksızTüm oba yiğitlerinin arasında çekilip gittiler YapalaktanBir gecede toplandılar gittiler Ertesi gün tüm Tanırlılar boş buldular yaylayıBin yerinden hançerlenmiş gibi inledi yıkıldı , bir ölüden ferksız oldu Osman Her yana haberler salındı, sözcüler gönderildiAylar yıllar sürdü bu arayışAma ne yörük kervanının izine raslandı, nede Senemden bir haber alındı Yıllar geçti aradan yandı yıkıldı Osman, ama Senemden bir haber alamadıTalih’i her gün biraz daha karardıBir düğünde bir gözünü kaybettiDeğen saçmalarla birlikte anası babası öldüGünler yel gibi geldi geçtiOnun içindeki yangın geçmedi unutamadı Senem’iOn yıl, yirmi yıl, elli yıl, atmış yıl geçti, bir haber gelmedi Senemden Sonra bir yaz günü evinin önünde oturup çocuklarıyla oynarken; Köyün çerçicisi bir ermeni vardıO geldi koşarak yanına Ağam dedi! Ağam kurban olam haberler neki haberlerDesem yıkılırmısın yoksa sevinirmisin Eski bir yaraya tuz mu atarım Anlat dedi YazıcıoğluAnlat hele ne istersinHaberin hayırlıysa tarla veririm, değilse çek git Kozan’daydım dedi ermeni çerçi, mal satardım Açmış oturmuştum ****mı, buğday almış kumaş verirdimİki büklüm bir ihtiyar geldi yanımaSaçları ak, gözlerinin feri sönmüş bir ihtiyar kadınOğuk dedi nerelisinTanırlıyım ana dedim Osman ağayı bilirmisin dediBilirim elbet dedimİnsan köyünün ağasını bilmezmi? Kuşağından bir çıkını çıkarttıAha bu lapatan’ı elime tutuşturup, Osman ağaya söyle Senem ananın selamı var, yüreği yüreğinle birdirKimseye yar olmamıştırBir yayla kızı gibi sevmiş bir yayla kızı gibi sadık kalmıştır de,Ama gayrı her şey geçtigelip aramaya, arayıp sormaya de Ağam selam yerde kalmazmış getirdim sana, Gayrı sen bilirsin dedi ermeni çerçi Yüreğinde yetmiş yıl evvelin koru yeniden yandıOsman Ağanın içinde kaynar bir şey aktıAltınlar tarlalar verdi ermeni çerçiyeAt hazırlattı, yanında iki adam düştü kozanın yoluna Osman Ağa Senem le buluştumu bunu bilmiyoruz ama, Maraş'ta Tanır da Toros'larda,Avşar illerinde ne zaman bir düğün kurulsa;Önce osman ağanın aldığı haberden sonra söylediği türküyü söyler kadınlar erkeklerYankıları Torosların Binboğaların ötesine doğru yanık bir ses, yanık bir yürek Nerede bir gece toplantısı olsa, yaşlılar genç'lere Senem ile yazıcıoğlu Osmanın sevdalarını anlatırlar hep |
Hastanme Önünde İncir Ağacı |
02-28-2007 | #27 |
virüs
|
Hastanme Önünde İncir Ağacı27-)Hastanme Önünde İncir Ağacı Komşu kızı ile beşik kertmesi olan bir genç asker'de vereme yakalanır Hava değişimi olarak Yozgat'a (Akdağmadeni) gelir Sözlüsünün ailesi gence kızlarını göstermek istemez Genç tedavi için İstanbul'da hastaneye yatar, pencereden gördüğü incir ağacından aldığı ilhamla aşağıdaki türküyü söylerYakalandığı amansız hastalıktan kurtarılamayarak hastanede ölür Ailesi cenazesini Yozgat'a getiremez, İstanbul'da kalır Hastane önünüde incir ağacı Doktor bulamadı bana ilacı Baştabib geliyo zehirden acı Garip kaldım yüreğime dert oldu Ellerin vatanı bana yurt oldu Mezarımı kazın bayıra düze Benden selam söyleyin sevdiğim gıza Başına koysun, karalar bağlasın Gurbet elde kaldım diye ağlasın |
Zülüf Dökülmüs Yüze |
02-28-2007 | #28 |
virüs
|
Zülüf Dökülmüs Yüze28-)Zülüf Dökülmüs Yüze Bin dokuzyüz otuzsekiz cihana Kirtillar köyünde geldin dediler Babama Muharrem, anama Döne Dediysen Ata’yi bildin dediler Dizinde siziydi anamin derdi Tokaci saz yapti elime verdi Yeni bitirmistim üç ile dördü Baban gibi sazci oldun dediler O zaman babamdan ögrendim sazi Engin gönül ile Hakk’a niyazi O yasimda yakti bir ahu gözü Mecnun gibi çölde kaldin dediler Zalim kader devranini dönderdi Tuttu bizi Ibikli’ye gönderdi Babam saz çalarken bana zil verdi Oynadim meydanda köçek dediler Anam Döne Ibikli’de ölünce Tam bes tane öksüz yetim kalinca Besimiz de Perisan olunca Babamgile burdan göçek dediler Yürüdü göçümüz Teflege dogru Bu hali görenin yaniyor bagri Üç aylik çoçugun çekilmez kahri Bunlara bir ana bulun dediler Yozgat’in Kiriksoku Köyü’ne vardik Bize ana yok mu diyerek sorduk Adi Arzu dediler bir ana bulduk Iste bu anadir buldun dediler En küçük kardasi kayip eyledik Onun için gizli gizli agladik Üstelik babami asker eyledik Yine öksüz yetim kaldin dediler Zalim kader tebdilimi sasirtti Heybe verdi dalimiza devsirtti Yardim etti Yerköy’üne göçürttü Biraz da burada kalin dediler Yerköy’den Kirikkale’ye geldik Babam saz çalarken biz çümbüs aldik Kirsehir’e varinca kemani çaldik Aferin arkadas çaldin dediler Yarin aski ile artti hep derdim Babami bir yere dünür gönderdim Baslik çok istemisler haberin aldim Istemiyor yarin seni dediler Kirsehir’de yedi sene kalinca Dügün düzgün hepsi bize gelince Burada herkese yer daralinca Ankara’ya gider yolun dediler Ankara’da (sünnetçi) Veysel Usta’yi buldum Epeyce eglestim, evinde kaldim Yüz lirayi verip bir yatak aldim Etti isen böyle buldun dediler Bir ev kiraladim münasip yerde Kaldi kavim kardas hep Kirsehir’de Bu ask hançerini vurdu derinde Çaresini bulamazsan ölün dediler Yarin aski ile döndüm saskina Arada içerdim yarin askina Canan acimaz mi garip dostuna Buna da içeriye alin dediler Bu hasretlik duygusu Türkü babanin sanatina olumlu etki yaparak, memleketin tasina, topragina, insanina hasret ve özlemle dolu pek çok türkünün dogmasina sebep oldu Ana vatanimsin, baba yurdumsun Ozanlar diyari sirin Kirsehir Uzak kaldim gurbet elde derdimsin Hasretin bagrimda derin Kirsehir Felegin yazdigi kara yaziynan Çok yürüdüm bagrimdaki siziynan Kara kaslariynan, kara gözüynen Asik etti beni birin Kirsehir Gerçekten de “gönül” kelimesinin Ertas’in sahsi lügatinde çok özel bir yeri var O adeta, tipki Yunus gibi, Haci Bektas-i veli gibi kendisini”gönüller yapmaya” adamis biri “gönül”ün geçmedigi türküsü yok dense yeri Su garip halimden bilen isveli nazlim Gönlüm hep seni ariyor neredesin sen Tatli dillim, güler yüzlüm, ey ceylan gözlüm Gönlüm hep seni ariyor neredesin sen Bir baska türküsünde: Küstürdüm gönlümü güldüremedim Baharim güz oldu yazim kis oldu Gönüle yarini bulduramadim Baharim güz oldu, yazim kis oldu TÜRKÜNÜN HİKAYESİ 1960’li yillardan itibaren ismi baglama ile birlikte anilan, sadece genis halk kesimlerinde degil, ciddi musiki çevrelerinde de taktir ve hayranlikla dinlenen Neset Ertas’i farkli bir baglamda degerlendirmek gerekiyor Çünkü o da aslinda tam bir yöre sanatçisi, yani mahalli bir sanatçi olmasina ragmen yaygin söhreti ve söyledigi türkülerin popülaritesi ile ülke genelinde taninan biri olarak digerlerinden ayrilir Iste Neset Ertas Orta Anadolu bozkirlarinin tam göbeginde, “ay dost deyince yeri gögü inleten” gönül delisi bir babanin evladi olarak 1938’de Kirtillar’da dünyaya gelir Hiç çocuk sahibi olamadigi ilk karisi Hatice’yi genç yasinda kaybeden Muharrem Ertas, ikinci evliligini Kirtillar köyünden Döne ile yapar ve bu evlilikten, Necati, Neset, Ayse, Nadiye ve muhterem adinda bes çocugu olur Kirtillar nüfusunun tamami abdallardan ibaret olan bir asiret köyüdür Köyün çevrede “abdallar” adiyla anilmasi da bundan olsa gerek Daha alti yedi yaslarinda iken, kendisini yöre dügünlerinin aranilan sanatçi babasi Muharrem Ertas’in sazi önünde oynarken bulan Neset Ertas, hayatini, bir nevi hayat destani diyebilcegimiz 1960’li yillarda |
Bir Cigara İç Oğlan |
02-28-2007 | #29 |
virüs
|
Bir Cigara İç Oğlan29-)Bir Cigara İç Oğlan Dillerden düşmeyen türkülerimizden birisi de "Bir Cigara İç Oğlan" dır Bu türkü de Siverek'e ait yer adları, yörenin şivesi ve deyimleri bulunduğu için başka yörelere mal edilmesi mümkün olmamıştır Siverek'in meşhur mevkiilerinden Hacı Pınar düzünde dükkanı olan Bakkal Mahmud'un güzel mi güzel bir kızı vardır Olayın yaşandığı dönemde Siverek'te bulunan Süvari alayında askerlik görevini yapan bir genç Hacı Pınarındaki Bakkal Mahmud'un dükkanının önünden geçerken, babasına yardım için dükkanda bulunan kızı görünce mıhlanır kalır Gözü kızdan başka birşey görmez olur Kız da bunun farkına varır Asker bundan sonra sık sık alışveriş bahanesi ile oradan gelir gider İki genç birbirine vurulmuşlardır Gençlerin tavırları komşularının da dikkatini çeker Kizin babası da işin farkına varır Asker kızı babasından ister Ancak bu yabancı gence verecek kızı yoktur babanın Kız derdini türküye döker ve oğlana "Şimdi söyleyeceklerini duyunca üzülmemesi için", "Bir cigara(sigara) iç oğlan" iç ki üzüntün biraz azalsın, "Gel kapıdan geç oğlan", "Beni sehen(sana) vermezler" boşuna uğraşma beni sana vermezler der Bu sevdaya dayanamazsın ,erimeni ve yıkılmanı istemiyorum "Bu sevdadan geç oğlan" diye sevdiğinin umudunu kesmesini ister Oğlan ise, içindeki sevda ateşini "Hacı Pınar'ın düzü, felek ayırdı bizi" deyip kızı vermeyen anne babayı feleğe benzeterek sitemini dile getirir "Bakkal Mahmud'un kızı, yaktı yandırdı bizi" dizeleriyle bu sevda ateşinin yüreğini yakıp kavurduğunu dile getirir Kız ise oğlanın kendisine de sitem ettiğini sanarak "Oğlan seni seviyem, kimselere demiyem" diyerek oğlana sevdalı olduğunu belirtir "Anam babam vermiyor da onlara edemiyem" sözleriyle, istemeyenin kendisi olmadığını, anasının babasının vermediğini ve onlara da gücünün yetmediğini anlatmaya çalışmaktadır Nihayet babasının kızı vermeyeceğini anlayınca kızla anlaşarak kaçmaya karar verirler Sözleştiği bir gece kızı atına attığı gibi kaçırır ve kendi memleketine götürür Araya yıllar girer Çoluk çocuk derken barışırlar Daha sonra Şanlıurfa'nın Ceylanpınar ilçesine yerleşirler Hayatlarının sonuna kadar burada yaşarlar Bir Cigara İç Oğlan Bir cigara iç oğlan Gel kapıdan geç oğlan Beni sehen vermezler de Bu sevdadan geç oğlan di gel gel Oğlan seni seviyem Kimselere demiyem Anam babam vermiyor da Onlara edemiyem di gel gel Hacı Pınar'ın düzü Felek ayırdı bizi Bakkal Mahmud'un kızı da Yaktı yandırdı bizi di gel gel Kekliğim avla beni Dağlara salma beni Gece yanında uyut Gündüzler bağla beni di gel gel |
Hey On Beşli |
02-28-2007 | #30 |
virüs
|
Hey On Beşli30-)Hey On Beşli Taş döşeli yollardan şakırtılı at arabalarının gelip geçtiği demlerde Tokat bir dağ içindeyken, gülü bardağı içindeyken, yüzü kaleye bakan ahşap evlerden birinin şenliğiydi Hediye, üç eteği sırma işleme, başı Tokat işi yazmalı, yazmasının ucu pembe oyalı Endamı fidandan narince, boyu gül ağacı misali küçücük, alımlı, edalı bir kızcağız Kınalı Kazova üzümlerinin toplanıp pekmez yapıldığı aylarda Tahtaoba Köyü'nün saygın ailelerinden birinin oğlu Hüseyin görüverdi onu Tenhada buluştular, iki gencin yüreği birbirine ısındı Çok geçmedi aradan, Tahtaoba'dan dünürcüler geldi Hediye kızın evine Köy ağası babanın biricik oğlu Hüseyine'e istediler onu ''Yaşı küçücük ''dedi anası ''Baba ekmeği yemedi doyuncaya dek'' Ekleyeceklerini söyledi oğlan tarafı ''Bizim oğlumuzda yeni yetmeSöz edelim, aht verelim, bakleyelim Gül yanaklı Hediye bu yaz gelinimiz olur'' Tez büyür kuzu misali, kız kısmının da yuvadan kuş misali kanatlanıp tez uçanı makbuldür Hele talibi Tahtaoba'nın efendilerindense, bol haneye geln gidecekse, anasının babasının adını saydıracaksa fırsat kaçırılmaz ''oldu'' dedi büyükleri Hediyenin ak ellerini bu bahar kınalayacaklardı Madem insan evladıydı isteyen, hayır işte acele etmek en güzeliydi Verdiler Hediye'yi bıyıkları yeni terlemiş Hüseyin'e Şerbetini içtiler, sözünü kestiler Tahtaoba'nın ağası koçlar kurban etti Hüseyin, endazesi on yedi kuruşa mor kadifeden fistanlık kumaş aldı Hediye'ye İpek bürüğe bürüdüler genç kızı, boynuna gümüş hamaylılar, alnına Hamidiye paralar taktılar Bakır tepsilerin arkasını tıkırdatarak oynadı kadınlar Kış geçmeden yaprak küpleri basıldı Erik ezmeleri, tarhanalar, sebze kuruları, bulgurlar, setikler, yarmalar hazırlandı Bahar başında toplanıp yazıda kurutulmuş madımaklar çıkınlandı Kasım yağmurları Yeşilırmak'ı coşturmadan tahtaları kararmış ahşap evlerin dış kapıları kapatıldı Baba evinde artık misafir muamelesi gören Hediye çeyiz teleşına düştü Kafesli pencerenin önündeki sedirde oturup yoldan geçen herkesi ''Belki Hüseyin'dir'' ümidiyle süzerek küçücük ellerinin ak parmaklarındaki iğne ile al yazmaları, kara yazmaları renk renk, çiçek çiçek oya ile çevirdi Ayvalar toplanırken ayıldı haber Ateş düşmedik ocak bırakmayan seferberlik memleketin her köşesinden yine delikanlıları istiyordu Bu kez yaşı on sekize değmiş delikanlılarda Şehirden şehire, köyden köye haber uçuruldu Sırtını kayalara dayamış Tokat'da titredi bu havadisle Bin üç yüz on beş doğumlular kışlada toplanacaklar Karayağız Türkmen delikanlıları kalktı geldi, zıpkalı Karadeniz uşakları beşer onar gruplar halinde akın etti çevre köylerden, kimini Çanakkele'ye yazdılar,kimini Filistin'e, kimini Yemen'e Gözü yaşlı duacı analarla sabırlı yavuklular kaldı geride Ardından bir maşrapa şu döktükleri delikanlıları için yanaklarından süzülen yaşlarını yazmalarının ucundaki gül oyalarına sildiler Geride kalan kalbi kırık yavuklular içlerindeki yangını türkü yaptı On sekizlik yiğitlerin ardından ağlayarak söylediler Hey onbeşli onbeşli Tokat yolları taşlı Onbeşliler gidiyor Kızların gözü yaşlı Tahtaoba Köyü'nden bölüğe çağırılan gençlerin arasında Bey Hüseyin'de vardı Al atını topuklayıp ayrıldı köyünden yaşıtlarıyla birlikte Tokat'ta Örtmeliönü'ndeki kararmış tahtalarla kaplı evciğinin kapısını çaldı önce Sözlüsünün ana babsının elini öptü Göz ucuyla baktı utançtan yüzü kızaran Hediye'ye ''Vatan borcu ödeme zamanı, sağlıcakla kalın Dua edin çocuklarınız için Döner gelirsem ahtımdayım Çift davullar çaldırıp toy yaparım'' dedi onalra Sonra helallik dileyip ayrıldı Hediye'nin evinden Başını çevirip tekrar tekrar ardına bakarak sürdü atını Gidiyom gidemiyom Seni terk edemiyom Sevdiğim pek küçücük Koyupta gidemiyom Boynunu büküp asker yolu bekleyen bir sürü genç kızdan biriydi artık Hediye Her gece dua ederek baş koyduğu yastığını sabaha kadar gözyaşlarıyla ıslattı Günleri saya saya, aylar sonra yerine varabilen sarı zarfların içinden bir hayır haber alma ümidiyle bekleyerek geçirdi mevsimleri Hasretini nakış nakış döktü iğne oyalarına, dantel perdelere, kilim tezgahlarında dokunan cecimlere Tokat'ın çıplak dağlarını bembeyaz karlar örttü önce, sonra karlar çağıl çağıl eridi, kuru ağaçlar canlandı, tomurcuklandı, yapraklandı Asmalar gözyaşı gibi salkım üzümlendi Kah Batmantaş Köyü'ne bir ateş koru gibi kara haber düştü, kah Yatmış'a, kah Hampınar'a Salavatlarla uğurladıkları delikanlılarının toprağa düştüğü haberini alan kara bahtlı analar, kara çatkılı yavuklular, dul kalan tazeler maşrapalarla su döküp ıslattıkları kapı önlerini gözyaşlarıyla suladılar Memlekette yangın düşmedik ocak kalmadı Eli yüreğinde uyandı her sabah Hediye Komşu kadınlara rüyalarını tabir ettirdi Mahsun mahsun yollara bakıp bir haber bekledi karayağız Hüseyin'inden, uçup giden turnalardan haber umdu Sabah esen serin rüzgara selam asıp yolladı Çok mu uzktı Yemen dedikleri yer, şu çıplak dağların ardına gitse bulurmuydu yarini? Buluverse al kanlı yarelerini sarar mıydı pembe çevirmeli ipek mendiliyle? Bekleyiş derde dönüştü Gelen her şehadet haberiyle kavuşma ümidi biraz daha kırıldı Analar, askere gitmiş babalarını soran bebelere ''Az kaldı, dönecek'' derken ciğerleri sızım sızım sızlar oldu Seneler geçiverdi yüzlerde çizgi bırakarak Yiğitsiz kalmış evleri bekleyen köpekler yabancıya ürkmez olmuştu artık Dağlarda eşkıyalar peydahlandı Asker kaçakları, arsızlar, hırsızlar kol gezmeye başladı ortalıkta Bir gün falanca köyden baskın haberi geldi, bir gün filancı köyden Para eder herşeyi toplamışlar, yiğidinin yasını tutan taze gelinleri dağa kaldırmışlar, ıssıza çökertmişler Hükümet başedemiyormuş artık onlarla Şehirlerde, kasabalarda kimse kimsenin selamını almaz olmuş Güven diye birşey kalmamış Hediye'nin anasıyla babası yanlarına çağırdı Utana sıkıla açtılar endişelerini ona ''Kara yazgılı kızım, dört yaz bitti bir haber yok Tahtaobalı'lı Hüseyin'den Böyle susup beklemekle olmaz Haberini alıyoruz nice yiğitlerde şehit olduğu halde evine haber uçurulmazmış Kim gitti de geri geldi ki bu Yemen denen ilden? Devletimiz her gün il il geri çekilirmiş Biz artık kocadık Namusundan endişeliyiz Yama ustası Emin sana talip oluyor Erkeğin yaşlısı olmaz, Emin Efendi zengin bir tüccardır Oğlu uşağı yok, koca evde bir fidai başın olacak Biz gitmenden yanayız Git evini ocağını kur Yuvanı bil sende Dönüp dönmeyeceği bilinmeyen bir sözlüyü beklemekle olmaz'' Bahtsız Hediye yaşın yaşın ağlayarak çıkardı parmağındaki söz yüzüğünü Ana babasının isteğine olmaz diyebilecek bir kız yok o zamanlar, kötü yazgısını kabullenip oturdu Birkaç hafta sonra sessiz bir törenle Dimorta hanı'nda yazmacılık yapan altmışına gelmiş Emin Efendi'ye nikahladılar onu Son güne kadar Hüseyin'in döndü, haberini alma ümidiyle bekledi kızcağız, türküler mırıldanıp pencere kafeslerinin önünde ağladı, ağladı Gidiyom işte bende Bir arzum kaldı sende Ayva olup sarardım Din iman yok mu sende Çifte davullu hayallerine yandı Hediye Gelin kınası görmemiş küçücük elleriyle sildi göz yaşlarını Bir kaç kez görüp yüreğine nakşettiği Hüseyin'in yasını tutmasına fırsat olmadan, kızıl işlemeli bindallı giymeden gelin olup Emin Efendi'nin evine girdi Tokat bezlerine tahta kapılarla desen vuran yazma ustalarındandı Emin Efendi Uzun beyaz sakallı, yün papaklı, vaktinden önce çökmüş bir koca esnaftı Yamru yumru elleriyle yazma desenledikten sonra Meydan Cami'sinde namazını eda etmeden evine gelmeyen bir yalnız adam Önceki evliliğinden olan çocuklarının her birinin şehitlik haberi gelmişti çeşitli cephelerden Değil Hediye kızın tazeliğini, dünyayı hediye verseler içinde ölen yaşama sevinci dirilesi değildi Hediye kız bu kocamış erin vakitsiz ayazlarla çiçekleri dökülmüş bir kiraz ağacı gibi mahsun kederli Hediye kadın olup çıkıverdi ''Hayalde gör düşte gör, hele bir de düş de gör'' demiş ya eskiler, insanın işi bir kez ters gitmeye görsün nasıl da yağar başına belalar yağmur misali Yüzünü güzel yaratmıştı Mevla ama talihi kötüydü Hediye kızın Yaşlı olsada kadrini kıymetini bilen, başına kapak olan, namusuna sahip çıkan erini Azrail alıp götürdü çok geçmeden Daha evleneli bir yıl olmadan dul kaldı Hediyecik Aniden uçuverdi Emin EfendiBir öğle üzeri kapıyı çalan çırağı ''Yenge, Emin emmi öldü'' diye haber getirdiği zaman felaketi ir çığlıkla karşıladı Tokat'ın örfüydü ya cenazeyi hemen hazırlayıp bekletmeden defnettiler Vakitsiz açılan güllere döndü Hediye Tazecik yüzünü zamansız soldurdu kötü kaderi Şad olup gülmeden yas bağladı, gelinlik giymeden dul kaldı, çiçek açmadan hazan olmuş dallar misali yeşillerden allardan soyunup karalara büründü Tokat'ın orta yerinde Yeşilırmak çağıl çağıl akarken, Hediye kadın akıtıp oturdu köşesinde Ölüm acısı geçip yasını unutmadan yalnızlıkla baş başa kaldı bahtsız kız Emin Efendi'nin malının mülkünün idare edilmesi gerekliydi Yaşlı adamın bıraktığı çarkı tek başına çevirmeliydi Yuvasını bırakıp baba evine dönse evini ocağını ne yapacak? İyi kötü benimsemişti yeni hayatını, hem baba evine sığamadığı için evlendirmemişler miydi onu Kocasından kalan malın mülkün icarıyla geçinip giderdi İbadet edip ölümü beklemekti bundan sonra ona düşen Ne Hak'tan, ne hükümetten korkusu kalmamıştı azgın çeteler komadı Hediye'yi yasıyla başbaşa Şehrin kıyısında koskoca konakta tek başına yaşayan bu taze dulda çokça para olmalıydı Hem kimi kimsesi yok Koruyanı sahip çıkanı bulunmayan bu kadıncağızın malına mülküne el koymak kolaydı Ay karanlık bir gecede koca evin çift kanatlı kapısının önüne vardılar Bakır tokmağını tıklattılar yavaşça Masum kadın kapıyı açmaya korkunca omuzladılar hep beraber İçeri daldılar azgın kurt sürüsü misali, sepet sandık dağıttılar, feryadına çığlığına kulak vermeyip sırladılar Hediye'yiHoyrat eller dağdan dağa dolaştırdılar onu Zorla sahip oldular, kirli elleriyle birbirine sundular, kalaylı siniler üzerine çıkartıp el çırparak oynattılar Nice zaman sonra gönülleri geçti kızdan, bastıkları başka köylerden başka talihsiz tazeleri görünce bir sabah atın arkasına atıp Tokat'a getirdiler onu Tan yeri kırmızı bir utanç içindeyken sabah namazında dönen yaşlılar kaldırıma düşmüş bir kız buldular Üstü başı yırtılmış ağlayan biçarenin başına toplanıp konuştular da bir el uzatıp ''Kalk'' demediler Tokat yolu kaldırım Düştüm beni kaldırın Sevdiğimin uğruna Vurun beni öldürün Hediye'nin adı kötü kadına çıktı gayri Yemen'den Çanakkale'ye nice kez ciğer delici kurşunlara uğrayıp, ihaneti, zulumeti, açlığı, hastalığı yaşayıp da geri dönen olur mu? Hak Teala kulun alnına ölümü yazmayınca olur işte Gözü yaşlı Anadolu'nun ''Giden gelmiyor'' diye türküler yaktığı cephelerde kah vuruşarak, kah esir düşerek seneler geçiren Hüseyin dağın, taşın çiçeğe büründüğü bir bahar başında çıkıp geliverdi memleketine Tahtaoba'dan savaşa yollanmış bin üç yüz on beş doğumlu yirmi delikanlıdan bir o sağ kalmıştı Yüzü yaylaya bakan, içinden boz bulanık seller akan köyün girişinde madımak toplamaya koyulmuş tazaler tanıyamadı bu hırpani kılıklı adamı, köpekler seğirtti üzerine ''Benim ben! Memleket aşırı diyarlara gönderdiğiniz Hüseyin'im ben Hak alnıma yaşa yazmış, kaderde size kavuşmak varmış, döndüm Emmi, dayı kızları, yad el değil bu gelen Bey oğlu Hüseyin'im ben'' Köyün genci yaşlısı kuşattı çevresini, boynuna boğazına sarıldılar Ardına düşüp evine götürdüler onu Yolun otu çiçeği sarıldı yorgun ayaklarına Ağsıvayla sıvanmış bahçe duvarının önünde yabancı bir erkeği görünce yaşmaklanacak oldu Hüseyin'in anası Sonra sekiz yıldır ağlaya ağlaya ferifi tükettiği gözlerinden çok yüreğiyle tanıdı oğlunu Kollarını açıp ''Oğlum'' diye inledi Tahtaoba Köyü şenliği durdu o gün Savaşa yolladıkları yirmi civanın yerine geriye dönen bu bitkin genç için toy vuruldu, düğün kuruldu, kurbanlar kesildi Anası başındaki kahır kasnağını çıkardı Seferberliğe giden de geri gelirmiş demek Bekledi Hüseyin Susup bekledi birilerinin Hediye'den bahsetmesini Ne anası, ne bacısı adını anmadı gelinlerinin ''Yoksa ahtını bozup kocaya mı verdiler sözlümü ? diye bir kuruntu zihnini yakıp geçti Olamazdı ama aht vardı ortada Hem ailesi verecek olsa da yavuklusu çiğnemezdi yar hatırını Dayanamadı, töreyi bozup sordu sonunda -Ana Hediye'm nasıl? Gözlerini oğlundan kaçırıp başını iki yana salladı anası Birilerine ilenerek döğündü -Hediye'yi sorma oğul, kız kısmı bunca sene duru mu? Uçurdular yuvadan, alıcı kuşlar kaptı onu Anlayamadı Hüseyin Söz vermişti ana babası, nasıl uçururlardı yuvadan Anasının ağzından daha fazlaca gidemedi ama bin bir türlü kuruntuyla geçirdi geceyi Sabah Tokat'a giden at arabasına binip Örtmeliönü'ndeki ahşap evin önüne geldi Kalbi pıtır pıtır atarak sekiz yıldır kavuşmayı düşlediği yavuklusunun evini seğirtti uzaktan İşte çoğu şey bıraktığı gibi duruyor Gözeler şırıldıyor yol ortasındaki arktan Hediye'nin bahçesinde kirazlarda çiçek açmış Evin kafesli penceresinden yavuklusu onu seğrediyor belkide Siyah perçemleri lal yanağını gölgeliyordur Öyleyse ne demek istemişti anası Bakır kapı halkasını vurdu elleri titreyerek İçeride ses soluk yok, bir daha denedi, yine cevap veren olmadı Geri çekilip pencerelere baktı, kimsecikler görünmüyordu Karşı evin önünde kendisini seğreden bir adama sordu, - Evdekiler nerede? - O evdekiler buradan ayrılalı çok oluyor - Nereye gittiler ki? - Geyras'ta bir çiftliğe - Ya Hediye - Hediye'ye ne olduğunu bilmeyen mi var Tokat'ta Kötü yola düştüydü yosma El elinde eğlence olduydu Laf söz ettiler çevreden Gözümle görmedim ama birileri alıp, götürüyormuş bazan Ana babası utancından terk etti buraları zaten Hediye'de alıp başını gitti Dedikoduya dayanamadı dediler Hatta giderken söylediği mani kızların dilinde Gidiyom elinizden Kurtulam dilinizden Yeşil baş ördek olsam Su içmem gölünüzden Can alıcı kurşunlara uğradığında bu kadar yıkılmamıştı Hüseyin Er başına iş gelir demiş ya atalar, böylesi işte gelirmiş demek Eli ayağı kesiliverirmiş insanın, yıldırım çarpmışçasına yanarmış demek Karşısındaki adamın anlattıklarını duymuyordu artık Sekiz yıldır yüreğinde muhabbetini sakladığı, uğrun uğrun hasret çektiği yavuklusunun sesi kulaklarında çınlıyordu Vedalaşmaya geldiğinde pencerede beliren gölgeyle hatırlıyordu onu Cephede üzerine top mermisi düşüp parçalanan dostları geldi gözlerinin önüne O mahşerin içindeyken bile ölümü istemeyen delikanlı bir haberle ölüden beter hale gelirmiş demek Ah dönmez olaydım sılaya Başımın üzerinde vızıldayan kurşunlardan biri yüreğimi parçalasaydı keşke Canlı canlı kumlara gömülen dostlarımın içinde bende olsaydım Geri dönmeye sevinmek ne gafletmiş meğer, diye inledi Ardını döndü konuştuğu adama Yedi düvel düşmanın yıkamadığı yiğit, omuzları düşmüş bir şekilde döndü köyüne Aslan yarim kız senin adın Hediye Ben dolandım sende dolan gel beriye Fistan aldım endazesi on yediye Az mı geldi gönderdiğim hediye Bundan böyle Hüseyin'e bahtsız yiğit dediler''Sevdiceği hoyrat ellerde dolaşırmış, yarine haram olmuş'' dediler Örtmeliönü'nün nazlı güzeli, yüzü hiç gülmeyen bir kadın olmuş Sekiz yıldır hasretini çeken yavuklusu kan kusar olmuş da yabanın destursuzu safasını sürermiş Aldı başını gitti Hüseyin Hediye gibi onun nereye gittiğini bilen çıkmadı Bereketli elleriyle kızgın sac üzerinde çökelekli gözleme yapan reyhan kokulu Türkmen kadınları bir türkü mırıldanır ki nağmesini duyan, mutlu kızın türküsü sanır onu Bilinmez ki dünyanın yedi köşesinde gök esin misali tutam tutam biçilen Anadolu evlatlarının yasıdır anlatılan Çok değil, iki nesil önce al fistanlı bir yosma , çakır gözlerinden akan yaşı kına görmemiş elinin tersiyle silip söylerdi bu türküyü Irmaklar gibi çağıl çağıl ağlardı söylerken O da kayıplara karıştı Tokat'ın yitirdiği yağız yiğitlerle beraber Hac Dağı'nda yatan kırk kızlar kadar meçhul artık Üfleme ateşi sönmüş külleri oğul Kabuk bağlamış yaraları kakşatma Sus, bilen olmasın Hediye'nin hikayesini İçleri kıpır kıpır olarak ünlesin kızlar Varsın onu bir cilveli yosmanın türküsü sansınlar Hangi yarayı sarmadı zaman, hangi gözyaşı kurumadı toprağa düşünce? Yitirdiğimiz hangi canın yası bizle kaldı ki? Kapat bu bahsi balam, ört kimsenin bilmediği ayıbı Hediye namuslu bir kadındı Cepheden dönen Hüseyin bir daha yavuklusunun yüzünü gördü mü bilmiyoruz Yahut bildiklerimizi söylememek belki en iyisi Şuarası kesin ki onların kara bahtını Tokat'ın ipek bürüklere bürünmüş fidanlara benzeyen kızlar türkü yapıp söyledi Tarihler yazmadı savaşa giden gençlerin geride bıraktığı yüreği yaralı kızların acısını Onların hatırasını yaşatacak anıtlar dikilmedi hiçbir yere kara sevdalı gençlerin her biri yaşadı, kocadı, dünyayı terk etti ama halkın hafızası o felaket günlerinde solup gitmiş gülleri canlı tuttu O gün bu gündür Tokatlı bir güzele vurulana derler ki; Tokat bir dağ içinde Gülü bardağ içinde Tokat'tan yar sevenin Yüreği yağ içinde Hey On Beşli Tokat Hey On Beşli On Beşli, Tokat Yolları Taşlı Onbeşliler Geliyor, Kızların Gözü Yaşlı Aslan Yarim Kız Senin Adın Hediye, Ben Dolandım Sen De Dolan Gel Beriye, Fistan Aldım Endazesi On Yediye Giderim İlinizden, Kurtulam Dilinizden Yeşil Bas Ördek Olsam, Su İçmem Gölünüzden Aslan Yarim Kız Senin Adin Hediye, Ben Dolandım Sen De Dolan Gel Beriye, Fistan Aldım Endazesi On Yediye Gidiyom Gidemiyom, Sevdim Terk Edemiyom Sevdigim Pek Gönüllü, Gönlünü Edemiyom Aslan Yarim Kız Senin Adin Hediye, Ben Dolandım Sen De Dolan Gel Beriye, Fistan Aldım Endazesi On Yediye |
|