08-21-2006 | #16 |
dehşet
|
İNSAN HAYATININ AMACI OLARAK MUTLULUK VE KAYNAĞI Rasyonel bir ahlakın temel sosyal prensibi şudur: nasıl ki, hayat başlı başına bir amaçsa, yani başka hiç bir amacın aracı değilse; aynı şekilde, her insan, başlı başına bir amaçtır; başkalarının amaçlarının ve refahlarının bir aracı değildir; ve dolayısiyle, insan kendi hatırına yaşamalıdır; ne kendisini başkalarına, ne de başkalarını kendisine feda etmelidir "Kendi hatırına yaşamak" şu prensibi kabul etmektir: kendi mutluluğunu gerçekleştirmek, insanın en yüce ahlaki amacıdır İnsanın hayatta kalma meselesi, insan bilincine kendisini psikolojik bir hadise olarak dayatırken, doğrudan doğruya bir "yaşam veya ölüm" sinyali halinde ortaya çıkmaz; bu mesele, insan bilincinde bir "mutluluk veya mutsuzluk" duygusu olarak ortaya çıkar Mutluluk, insanca yaşama işinde başarılı olma halinin duygusudur; mutsuzluk duygusu ise başarısızlığın, ölümün ikaz işaretidir Nasıl ki, insan vücudunun zevk-acı mekanizması, o vücudun sağlığının veya yarasının otomatik gösterge tablosuysa; başka bir deyişle, yaşamak veya ölmek arasındaki temel alternatifin barometresiyse; insan bilincinin duygusal mekanizması da, aynı fonksiyonu gören bir tabiata sahiptir Duygusal mekanizma, yaşam-ölüm alternatifini iki temel duygu vasıtasıyla kaydeden bir barometredir: neşe veya hüzün Vücudun zevk-acı mekanizması, vücudun, yani insanın fiziki durumunun gösterge tablosudur; bilincin neşe-hüzün mekanizması ise, bilincin, yani insanın zihinsel durumunun gösterge tablosudur Duygular, insan bilincinde -veya bilinçaltında- bulunan değer yargılarından doğan otomatik sonuçlardır; duygular, insanı değerlerine götüren veya değerlerinden uzaklaştıran şeylerden, yani insana yararlı veya zararlı olan şeylerden haber veren bir bültendir İnsan vücudunun zevk-acı mekanizmasını işleten değer standardı, otomatik ve doğuştandır, vücudun tabiatınca belirlenmiştir; mesela çıplak olarak kaynar suya sokulan bir elin, acımamasını sağlamak mümkün değildir İnsanın duygusal mekanizmasını işleten değer standardı ise, otomatik değildir; mesela, bazı insanların, bir diktatörlüğün milyonlarca insanı katletmesine hüzünlenmesi, bazılarının ise buna neşelenmesi mümkündür İnsan hiçbir otomatik bilgiye sahip olmadığından, hiçbir otomatik değere de sahip olamaz; hiçbir fıtri (doğuştan) fikre sahip olmadığından, hiçbir fıtri değer yargısına da sahip olamaz İnsan bir bilgilenme (öğrenme) mekanizmasına sahip olarak doğduğu gibi, bir duygusal mekanizmaya da sahip olarak doğar; fakat, doğuşta, her ikisi de "tabula rasa"dır; yani, ne öğrenme mekanizması herhangi bir şey bilir, ne de duygusal mekanizması herhangi bir şey duyar İnsanın öğrenme yeteneği, yani zihin, her ikisinin de içeriğini (muhtevasını) zamanla belirler İnsanın duygusal mekanizması, zihni tarafından programlanacak bir bilgisayar gibidir; bu program, zihnin seçeceği değerlerden ibarettir İnsan zihninin çalışması otomatik olmadığından, diğer bütün düşünceler gibi, insani değerler de, düşünme eyleminin veya bu eylemi tam yapmamış olmanın sonucudur İnsan, değerlerini, ya bilinçli bir düşünce süreciyle seçer, ya da bunu yapmamış olmasının sonucu doğan boşluk, rasgele bir şekilde şunlardan biri veya birkaçıyla doldurulur: bilinçaltı çağrışımlar, iman, inanç, ideoloji, başka birisinin otoritesi, herhangi bir tür sosyal ozmos olayı (duyulanları, rasyonel olup olmadığını anlamadan, otomatikman benimsemek), taklit İster bilinçle seçilmiş olsun, isterse bilinçaltı ile, ister açıkça bilinsin, isterse zımnen kabul edilmiş olsun; değer yargıları, bütün duyguların kaynağıdır İnsanın duygusal mekanizması ister istemez çalışır: herhangi bir şeyin, kendisi için iyi mi kötü mü olduğunu hissetme kapasitesinin işleyip işlememesi seçeneğe bağlı değildir Fakat, kendisine iyi veya kötü gelecek şeyin ne olacağını, kendisine neşe veya hüzün verecek şeyin ne olacağını, neyi sevip neden nefret edeceğini, neyi arzu edip neden kaçacağını, kendisi belirleyebilir; bu işi, bir değer standardı kullanarak yapar Bir insan, yanlış bir değer standartı, yani irrasyonel değerler seçerse, duygusal mekanizmasını, hayatının koruyuculuğu rolünden çıkarıp, yıkıcısı rolüne iter İrrasyonel olan, imkansız olandır; irrasyonel olmak, realitenin olgularıyla çelişki halinde olmak demektir İrrasyonel duygulara sahip olmak, irrasyoneli arzulamak, realitedeki olguların değiştirilemez olanlarından bazılarına karşı çıkmak demektir; oysa, olgular, bir arzu ile değiştirilemediği gibi, arzu eden kişiyi yıkma gücüne de sahiptir Bir insan herhangi bir çelişkiyi kabul ederse; çelişkili bir bilgiyi doğru kabul ederse, çelişki barındıran bir amaç içinde olursa -mesela, hem elindeki hıyarı yiyip bitirip, hem de o hıyara sahip olmak isterse- bilincini parçalar, dağıtır; iç dünyasını, karanlık, tutarsız, anlamsız çatışmalara girişmiş kör kuvvetlerin iç savaşına çevirir Mutluluk, değerlerine erişen insanın bilincinde doğan bir olumluluk duygusudur Üretken, çalışmaya değer veren bir insan için mutluluk, onun kendi hayatına hizmet yolundaki başarısının ölçüsüdür Fakat, bir sadist gibi acı vermeye veya bir mazohist gibi kendine eziyet etmeye veya bir mistik gibi mezardan ötesine veya gazozuna araba tokuşturan bir serseri gibi akılsızca maceralara değer veriyorsa; yani, tahrip onun için bir değerse, bu insanın hissedebileceği sözde-mutluluk, kendi hayatının tahribi doğrultusunda gösterdiği başarının ölçüsüdür Bu irrasyonelistlerin duygusal durumunu ifade etmek için; mutluluk kavramını, hatta zevk kavramını kullanmak pek de doğru olmaz: değer verdikleri şeylere erişmeleri, onları, içinde bulundukları sürekli terör halinden kısa bir süre için kurtarmaktan başka bir işe yaramaz İrrasyonel kaprisler peşinde, ne yaşamak, ne de mutluluk elde etmek mümkündür Nasıl ki, bir insan, bir parazit gibi, bir beleşçi gibi, bir soyguncu gibi rasgele araçlarla hayatını sürdürmeyi denemekte serbest olduğu halde; çok kısa süreli rahatlamalar hariç, bu işte başarı göstermekte serbest olamazsa; aynı şekilde, bir insan, herhangi bir irrasyonel hayatın içinde, bir yanılgının peşinde, realiteden bir kaçış denemesi içinde mutluluğu aramakta serbesttir; ama, çok kısa süreli rahatlamalar hariç, bu işte başarı göstermekte ve sonuçlarından kurtulmakta serbest değildir Mutluluk, çelişkisiz bir neşe demektir; cezası ve suçluluk duygusu olmayan, hiçbir değerle çelişmeyen, insanı tahrip etmeyen bir neşe demektir Sadece rasyonel bir insan mutlu olabilir; çünkü, rasyonel bir insan mümkünü kovalar: sadece rasyonel amaç, arzu ve değerlerin peşinde gider; sadece rasyonel faaliyetlerden neşelenir Başka bir deyişle, rasyonel bir insan, realiteyle dövüşmeyen bir insan olduğundan; sadece o, realiteyle barışıklığın bir mükafatı olan mutluluğa erişebilir Hayatı sürdürmek ve mutluluğu aramak iki ayrı konu değildir Bir insanın, kendi hayatını nihai değer olarak kabul etmesi ile kendi mutluluğunu en yüce amaç olarak alması, aynı başarının iki veçhesidir Realitede, rasyonel amaçlar peşinde gitmek, hayatın sürdürülmesinden başka bir şey değildir; bu işi başarıyor olmanın psikolojik sonucu, mükafatı, mutluluk halinde ortaya çıkan bir duygusal durumdur İnsan hayatının her anı, her yılı, tamamı, böyle bir mutluluk hissederek yaşanmalıdır Bir insan böyle pür bir mutluluğu yaşıyorsa, bu sonuç başlı başına bir amaçtır; "hayat yaşamağa değer" dedirten, böyle bir insanın hayatıdır Fakat, sebep-sonuç ilişkisi tersine çevrilemez Ancak "insana-özgü hayat"ı birincil olarak alıp, onun gerekli kıldığı değerler elde edilerek mutluluğa varılabilir; "mutluluk," tanımsız bir birincil olarak alınıp, bunun "rehberliğinde" yaşa***** mutluluğa varmaya çalışmak, bir yere götürmez Rasyonel bir değer standardı açısından "iyi" bir şey elde ederseniz, mutlaka mutlu olursunuz; fakat, tanımsız bir duygusal standartın dürtüsüyle elde edilen bir şey, size "mutluluk" diye niteleyebileceğiniz bir durum hissettirse bile; bu şey, mutlaka "iyi"lik getirecek demek değildir "Her ne sizi mutlu edebiliyorsa" kavramını bir eylem kılavuzu olarak almak, duygusal kaprislerle yöneltilmeyi kabul etmek demektir Duygular, bilgilenme (öğrenme) araçları değildir; bir insanın kaprislerle, yani kaynağını, tabiatını, anlamını bilmediği arzularla yöneltilmesi, görmeği reddettiği realitenin duvarlarına çarparak parçalanacak bozuk bir robot haline gelmesi demektir |
08-21-2006 | #17 |
dehşet
|
RASYONEL-EGOİZM VE TOPLUM Bütün hedonist veya altrüist doktrinler, bir ahlaki yamyamlık üzerine kurulmuştur; yani, hedonist veya altrüist, "mutlu olmak için, başka insanlara zarar vermek şarttır" zanneder Bugün bir çok insan, bu prensibe sorgulanmaz bir gerçek olarak inanır Böyle olunca, "insanın kendi hatırı için, kendi rasyonel şahsi çıkarı için varolma hakkı" diye bir hakdan bahsedildiğini duyan çoğu insan; otomatikman, bu hakkın, başkalarını kendi çıkarı için feda etmek anl***** geleceğini varsayar Bu varsayım, müthiş bir yanılgının ifadesidir; zannetmektedirler ki, başkasına zarar vermek, onu köleleştirmek, soymak, katletmek bir insanın çıkarınadır Başkalarını tahrip etmek, bir insanın "ego"suna zararlı bir şeydir İnsanın başkalarıyla etkileşiminde, kendi çıkarına olan tek ilişki türünün, kimsenin kimseyi feda etmediği bir ilişkiden başkası olamayacağı fikri, insanlığın kardeşliği için çalıştıklarını söyleyen bu sözde-hümanistlerin aklına hiç gelmez Esasen, "değerler," "arzular," "şahsi-çıkar" ve ahlak bağlamı, her zaman "rasyonel" kavramı ile birlikte düşünülmezse, ne onların ne de başkalarının aklına böyle bir fikir gelecektir Rasyonel bir insan, ahlakının, rasyonel-egoizm olduğunu gururla söylemelidir Genel olarak rasyonel bir ahlaka sahip olmak demek olan rasyonel egoizm, özel olarak: a) İnsana-özgü bir hayatı mümkün kılan değerlere sahip olmaktır b) Tanrılara insan kurban edilen dönemlerin zihniyetinden kurtulup bugüne hala gelememiş; endüstriyel bir toplumun insaniliğini bir türlü keşfedememiş; o an karşısında duran ava hamle yapmaktan başka hiçbir egoizm düşünemeyen irrasyonel vahşilerin arzularınca, duygularınca, içgüdülerince, ihtiyaçlarınca üretilmiş değerleri reddetmektir c) İnsan kurban ederek insani hiçbir iyilik doğamıyacağını bilmektir d) Kazanmadığını arzu etmemek, kimseyi kendi çıkarına feda etmemek, kendini kimsenin çıkarına feda etmemektir e) İster kişisel ister sosyal, ister maddi ister manevi, bütün insani ilişkilerin tek rasyonel prensibi olarak mübadele prensibini kabul etmektir Mübadele prensibi: aa) Başkalarıyla ilişkisi değer mübadelesi şeklinde olan insanların rasyonel çıkarlarının birbiriyle çatışmayacağını bilmektir bb) Elde ettiği şeyi üretici çalışma ile kazanarak elde etmek; hak edilmeyeni almamak ve vermemektir cc) Başka insanları, efendi veya köle olarak değil, bağımsız eşitleri olarak görmektir dd) Başka insanlarla, serbest, gönüllü, şiddetsiz, zorlamasız; bütün tarafların kendi bağımsız yargıları açısından yararlanacağı bir değer takası ilişkisi içinde bulunmaktır ee) Sadece başardıkları için karşılık istemek; kendi başarısızlığının yükünü, başkalarına yıkmamak; başkasının başarısızlıklarına, kendi hayatını ipotek etmemektir Manevi alanda, yani insan bilincini ilgilendiren konularda, mübadele aracı farklıdır, ama prensip aynıdır Aşk, dostluk, saygı, hayranlık, bir insanın başka bir insanın erdemlerine olan duygusal mukabelesidir; bir insanın başka bir insanın karakterindeki erdemlerden aldığı kişisel, egoistçe zevke karşılık yapılan manevi ödemedir Ancak bir zorba veya bir altrüist, bir başka insanın erdemlerini takdir etme eylemindeki derin egoizmi inkar edebilir; ancak o, bir dahi veya bir budala karşısında olmak, bir kahramana veya bir hayduta raslamak, bir ideal kadınla veya bir şırfıntıyla evlenmek arasında, -bir insanın egoistçe çıkarı ve aldığı zevkin miktarı açısından- fark olmadığını iddia edebilir Manevi alanda; mübadeleci, sahip olduğu zayıflık ve kusurları yüzünden değil, sadece erdemleri yüzünden sevilmek ister; sevgisini, başkalarının zayıflık ve kusurlarına değil, sadece erdemlerine yöneltir Sevmek, değerlendirmektir Sadece bir rasyonel-egoist, kendine saygı ve güven duyan bir insan, sevmeğe muktedirdir; çünkü, sadece o, değerlerine ve değerlendirme işine; sağlam, tutarlı, tavizsiz bir sadakatle sahip çıkar "Ego"suna kayıtsız kalan insan, kendine değer vermeyen insan, hiçbir şeye, hiçbir kimseye değer veremez; yani, hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi sevemez İnsanların özgür, medeni, barışçı, müreffeh, rasyonel bir toplumda birarada yaşayabilmeleri, sadece rasyonel-egoizm temeli üzerinde, yani adalet temeli üzerinde mümkündür İnsanın, bir insan toplumunda yaşamasının ona sağlayacağı kişisel bir yarar var mıdır? Evet, sözkonusu olan gerçekten insan bir toplumsa Toplumsallıktan elde edilebilecek iki büyük değer vardır: bilgi ve mübadele İnsan, bilgisini nesilden nesile genişleterek geçirebilen tek canlıdır; potansiyel olarak herhangi bir insanın elde edebileceği bilgi miktarı, bütün hayatını bu işe vakfetse dahi bilemeyeceği kadar fazladır; dolayısiyle, başkalarının keşfettiği bilgilere erişmek, insana, ölçülemeyecek kadar büyük yarar sağlar İkinci büyük değer, toplumsal işbölümünün yararı olarak ortaya çıkar; işbölümü, bir insanın gayretlerini özel bir çalışma alanına teksif etmesini ve başka çalışma alanlarında uzmanlaşmış insanlarla mübadelede bulunmasını sağlar Böyle bir işbirliği içinde bulunan insanların elde edebilecekleri bilginin, hünerin ve verimin büyüklüğü; ıssız bir adada veya kendine-yeterli bir çiflikte yaşa*****, ihtiyaç duydukları herşeyi orada üreten insanların hiç tahayyül edemeyecekleri bir ölçektedir Toplumsal yaşamın bu faydaları, öte yandan, ne tür insanların başkalarıyla değişebilecek değerler üretebileceği, ne tür bir toplumda bu tür insanların yaşayabileceği hususunu da belirleyecektir: sadece rasyonel, üretken, bağımsız insanlar, başkalarıyla değişebilecek değer üretebilir; bu tür insanlar, sadece rasyonel, üretken ve özgür bir toplumda yaşayabilir Parazitler, soyguncular, yağmacılar, talancılar, zorbalar, haydutlar, insan için değer üretmez; bu tür insan-altı canlıların yaşam tarzının doğurduğu ihtiyaçların tatminine yönelik olan bir toplum, insana yarar sağlamaz İnsana-özgü bir hayat yaşamak isteyenleri, kurbanlık hayvan olarak gören; onları sahip oldukları erdemler yüzünden cezalandıran; insana-özgü bir hayatın gereklerini yerine getirmeyenleri, kötülükleri için mükafatlandıran böyle bir toplum, ancak altrüist ahlak üzerine kurulabilir Eğer içinde olmanın fiyatı insana-özgü bir yaşam hakkını terk etmekse, o toplumun insana hiçbir yararı yoktur |
08-21-2006 | #18 |
dehşet
|
7 BİRKAÇ AHLAK TATBİKATI İnsanların; bir yandan, altrüizm gibi pratiğe geçirilemeyecek bir ahlaktan başkasını bilmeyişi; öte yandan, pratikte bir ahlaka ihtiyacı olduğunu hissetmesi; onları, altrüizm ile yaşamak arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi gizleyecek hileler bulma çabalarına sevk etti Bu çabaların sonuçlarından biri, altrüizmin pratik imkansızlığını hafifletecek bazı hile-i şeriyyeler bulmak oldu Öte yandan, altrüizmin gerçek yüzü ortaya çıktıkça; altrüizme alternatif doğru bir ahlakın keşfini önlemek içgüdüsüyle davranan altrüist ahlak militanları, altrüizm kadar yanlış başka bazı ahlak teorileri icat edip -birer korkuluk olarak- onlara saldırdılar Bu tür altrüist saldırıları kolaylaştıran bir husus da, altrüizme alternatif koymak maksadıyla yola çıkmış bazı filozofların, irrasyonellikte altrüizmden aşağı kalmayan ahlak teorileri ortaya atmaları, -çürütülmesi kolay ve gerekli- sahte bir egoizm ve sahte bir bireycilik anlayışını yaymalarıdır Bu bölümde, hem altrüizmin pratikleştirilmesi çabalarının nafileliği sergilenecek, hem de altrüizme sözde-alternatif korkuluklar teşhir edilip, gerçek alternatifin ne olduğu hakkındaki argümanlar biraz daha derinleştirilecektir |
08-21-2006 | #19 |
dehşet
|
271 Ahlaki yargılama Bir ****** için "n'aapsın zavallı, yaşamak için ona bırakılan tek araç bu!"; bir hırsız için "bugünün dünyasında çalmasın da nasıl doysun?"; bir kan davası katili için "n'aapsın garip, daha iyisini bilmiyor!"; dünyevi veya semavi bir amacı başkalarına zorla kabul ettirmek için onlara silah çeken bir zorba için "o idealisti eleştirmek için, onun davası içinde olmak gerekir!" diyebilen bir insanın, bu yargılarının kaynağı nedir? Eski bir dini hüküm şöyle der: "Yargılama ki, yargılanmayasın!" Bir kültürü ve bir insanın karakterini çözmek ve yozlaştırmak için, böyle bir hükmün hayata geçmesinden daha güçlü bir silah zor bulunur Bu hüküm, ahlaki sorumluluktan kaçış önerisidir; başkalarından alınan bir ahlaki açık çeke karşılık olarak, başkalarına verilen bir ahlaki açık çektir Bu hüküm, bir ahlaki agnostisizmdir ve pratikte ancak şu anlamlara gelir: a) "Başkaları hakkında ahlaki yargıda bulunmak yanlıştır" b) "İnsan, herşeye karşı ahlaki tolerans içinde olmalıdır" c) "İyilik, iyiyi hiçbir zaman kötüden ayırt etmemekten ibarettir" Böyle bir hükümden kimin yarar ve kimin zarar göreceği aşikardır İnsanların erdemlerini övmek ve kötülüklerini kınamaktan eşit derecede kaçınmak; ne eşit muamele yapmaktır, ne de adalet Böyle bir tarafsızlıkla verilen tek mesaj; ne iyinin, ne de kötünün sizden hiçbir şey beklememesi gerektiğidir ki; böyle bir tavırla, iyiye ihanet ve kötüyü teşvik etmekten başka hiçbir şey başarılamaz Öte yandan, ahlaki yargıda bulunmak da büyük bir sorumluluktur Yargıç olacak birisinden, yanılmazlık beklenmez; fakat, sağlam bir karakter beklenir; yani, herkes gibi, bilgi eksikliğinden veya yanlış bilgiden dolayı hata yapabileceği kabul edilmekle birlikte, sarsılmaz bir karakter bütünlüğüne sahip olması, bilerek hiçbir kötülük yapamayan biri olması şarttır Nasıl ki, bir hukuk yargıcı, yanlış deliller yüzünden yanılabilmek ve hatalı karar verebilmekle birlikte; asla, varolan delilleri görmezden gelmez, rüşvet almaz ve zihninin yargılama yeteneğini, kişisel duygu, heyecan, arzu veya korkulara engelletmezse; aynı şekilde, her rasyonel insan da, aynı tavizsizlikteki bir tutarlılığı, kendi zihninin mahkeme salonunda sürdürmelidir; üstelik, onun sorumluluğu daha da büyüktür; çünkü, bir yargıcın hatasını düzeltebilecek bir çok kamu odağı varken; O, kendi bilincinde yalnız olacaktır Ahlaki yargılamadan kaçış, yani ahlaki korkaklık, iyiye taraf olmaktan ve kötüye muhalif olmaktan korkmak demektir Rasyonel bir insan, "Yargılama ki, yargılanmayasın!" hükmünü reddedip, "Yargıla ve yargılanmaya hazır ol!" düsturunu benimsemelidir Fakat, ahlaki yargılama ile psikolojik teşhis karıştırılmamalıdır: ahlaki yargılama, bir insanın eylemleri, sözleri ve bilinçli kanaatleri üzerinde yapılır; bilinçaltı ile ilgili çıkarsamalardan yola çıkarak yapılmaz |
08-21-2006 | #20 |
dehşet
|
Gri renk ahlakı Altrüizmi benimsemiş bir insanın her zaman ahlaki olabilmesi mümkün değildir Bu olgu sık sık şu sloganla itiraf edilir: "Siyah veya beyaz yoktur; sadece gri vardır" Kişiler, eylemler, prensiplerle ilgili söylenen bu sözdeki "siyah veya beyaz," "kötü veya iyi" anl***** gelir Bu sloganı kabul edenlerin bir kısmı; değerlerin gereksizliğini veya sübjektifliğini savunan, -yani, "iyi ve kötü" diye bir şey olmadığını veya bunun objektif ölçüleri olamayacağını öne süren- tam bir ahlaki nihilizmin savunucularıdır Diğer kısmı ise, eksik bir akıl yürütme sonucu, bu slogana taraf olmuşlardır Nihilistle akli bir tartışma mümkün değildir Ama, gri renk ahlakının mantıksızlığı, rasyonel bir insana teşhir edilebilir Bu slogan bir yandan "siyah veya beyaz yoktur" derken, öte yandan bunların varlığını zımnen kabul ediyor; çünkü, gri, siyah ve beyazın karışımından başka bir şey değildir Nasıl ki, bir insanın, epistemolojik olarak, "gri" diye bir şeyi tefrik edebilmesi için, önce "siyah" ve "beyaz"ın ne olduğunu bilmesi gerekirse; aynı şekilde, ahlaki alanda da, bir karma kötü-iyiden önce, neyin kötü ve neyin iyi olduğunu bilmesi gerekir Bir alternatifin iyi, diğerinin kötü olduğu belirlendikten sonra, bir karışımı seçmenin hiçbir haklılığı olamaz Kötü olduğu bilinen kısmın seçilmesinin hiçbir mazereti yoktur Eğer bir ahlak sisteminin pratiğe geçirilmesi imkansızsa; yapılacak şey: o ahlak sisteminin kurbanlarını "gri" olarak mazur göstermek yerine, o ahlak sisteminin, "siyah" olarak mahkum edilmesidir Eğer bir ahlak sistemi, uzlaşmaz çelişkileri tavsiye ediyorsa; yani, insan, bir açıdan iyiyi seçmekle, başka bir açıdan kötü oluyorsa; "gri" mazur görülecek yerde; o ahlak sistemi "siyah" olarak reddedilmelidir Bir ahlak sistemi ile realite arasında hiçbir bağlantı yoksa; yani, bir ahlak sistemi, inançla kabul edilmesi istenen bir dizi keyfi, sebepsiz, bağlamdan kopuk emirden ibaret olup, insanın pratik hayatına hiçbir rasyonel rehberlikte bulunmuyorsa; "gri" mazur görülecek yerde, o ahlak sistemi "siyah" olarak reddedilmelidir Hem; bu irrasyonel ahlak sistemlerinin kurbanlarının "siyah" olarak mahkum edilmemesi için hiçbir objektif sebep yoktur Eğer karmaşık bir ahlaki meselede; bir insan, neyin doğru olduğunu tayin etmek için bütün gayreti gösterir ve yine de yanılırsa; o insan, "gri" olarak nitelenemez; ahlaken "beyaz"dır Yaptığı hata bir bilgi hatasıdır; ama, ahlak ihlali değildir; çünkü, rasyonel bir ahlak yanılmazlık ve "Alim-i Mutlak"lık gerektirmez Fakat, ahlaki yargı sorumluluğundan kaçmak için, gözünü ve zihnini kapatırsa; meseledeki olguları görmezden gelmeye ve bilmemeye çalışırsa, "gri" olarak nitelenemez; ahlaken, "siyah"tır "Siyah veya beyaz yoktur; sadece gri vardır" sözü, başka bir klişenin değişik kelimelerle tekrarı gibi öne sürülür: "Bu dünyada kimse mükemmel değildir" Kimsenin mükemmel olmadığını iddia ederek söylemeye çalıştıkları şey şudur: "Herkes iyi ve kötünün (beyaz ve siyahın) bir karışımıdır; dolayısiyle, ahlaken gridir" İnsanların çoğu böyle bir tasvire uyduğundan; bu, tabii bir olgu zannedilmektedir Unutulan şey, ahlakın insanın seçeneğine açık olan konularla uğraştığı, dolayısiyle hiçbir istatistiki genellemenin bu konuda yerinin olamayacağıdır Üç milyar dünya vatandaşından sadece bir tanesi bunu başarabilmiş olsa dahi, ahlaki mükemmelik amaçtır Hatta bu güne kadar hiç kimse başarmamış olsa dahi, objektif olarak tanımlanıp, pratik mümkünlüğü mantıken gösterilebildikten sonra, ahlaki mükemmellik amaçtır "Siyah veya beyaz yoktur; sadece gri vardır"ı savunan bir insana verilecek cevap, "Kendi adınıza konuşuyor olmalısınız; ben sadece beyaz olmak için çalışıyorum!" olmalıdır Genel olarak, "insanlar, tamamen kötü veya tamamen iyi olmak istemiyorlar" diyen "gri" savunucusunun, özel olarak söylemek istediği şey, şu basit yakarıştır: "tamamen iyi veya tamamen kötü olmak istemiyorum; ama, beni lütfen tamamen kötü olarak da görmeyin" Ahlakta "gri" yoktur Spesifik bir şey veya davranışın, spesifik bir açıdan, aynı zamanda hem iyi hem de kötü olduğunu iddia etmek, belirsizliğe teslim olmaktır Nasıl ki, epistemolojide belirsizliğe tapmak, akla karşı bir isyansa; aynı şekilde, ahlakta griye tapmak, ahlaki değerlere karşı bir isyandır Her ikisi de, realitenin mutlaklığına bir isyandır |
08-21-2006 | #21 |
dehşet
|
Ya-kendini-ya-başkasını-feda ahlakı olarak altrüizm Altrüizmin (kendini-feda ahlakının) benimsenmiş olmasının psikolojik sonuçlarından birisi; ahlak meselesine, insanın normal hayat şartlarının değil, olağanüstü şartların belirlediği bir bağlamda yaklaşılmasıdır "Şöyle bir insana, şöyle bir günlük meselede nasıl davranırsın?" gibi sorular yerine, "Boğulmakta olan bir insanı kurtarmak için, hayatını tehlikeye atarmıydın?" veya "Batan bir teknedeki tek can yeleğini, karına mı verirdin, kendine mi?" gibi sorular ortaya atılır Böyle bir yaklaşım, altrüizmin kurbanlarının karakter yapısını ele vermektedir: a) Kendine-saygı-ve-güvenden yoksundurlar; çünkü, değerler alanında ilk meseleleri, hayatlarını nasıl inşa edecekleri değil, onu nasıl feda edecekleridir b) Başkalarına saygıdan yoksundurlar; çünkü, insanlığı, sefalete mahkum, sürekli yardım bekleyeyen, dilenen bir zavallılar sürüsü olarak görmektedirler c) Realiteyi bir kabus olarak görmektedirler; çünkü, insanlığı, felaketlerin sürekli ve temel bir konu olacağı, bedhah bir evrene hapsolmuş zannetmektedirler d) Ahlaka karşı müthiş bir kayıtsızlık içindedirler; çünkü, soruları, kendi hayatlarının aktüel problemleriyle hiç ilgisiz, belki ömürleri boyunca hiç karşılaşmayacakları durumlarla ilgilidir; yani, normal hayatlarına rehber olacak bir ahlak sistemi yerine, sadece istisnai hallerde rehber olacak davranış kurallarıyla ilgilenmektirler Başkalarına yardımı merkezi ve temel bir ahlak konusu yapan altrüizm, insanlar arasında gerçek iyilikseverliği ve dostluğu yok eder Altrüizm; başka bir insana değer verme işini, bir benliksizlik (egosuzluk) eylemi olarak ortaya ko*****; başkasına değer verme işinde, egoistçe bir yan bulunamayacağı; başkasına değer verme işinin, kendini feda etmek anl***** geleceği; başkasına duyduğu bir sevgi, hayranlık ve saygının, kendi zevki için olamayacağı, tersine kendi mevcudiyetine bir tehdit teşkil edeceği inancını doğurur Ortaya çıkan bu ya-kendini-ya-başkasını-feda ikileminin öbür yüzünü seçenler, altrüizmin gayrı-insanileştirici etkisinin nihai ürünleri olan psikopatlardır Bunlar, altrüizme alternatif bir ahlaka da sahip olmadıklarından; kendini-feda anlayışına karşı çıkarken, her insana karşı kayıtsızlığı savunan, (genellikle kendi cinslerinden bir sürücünün sebep olduğu) bir trafik kazasında yaralanmış, yerde yatan bir insana yardım etmek için parmağını bile kıpırdatmayacağını söyleyen tiplerdir Çoğu insan, bu altrüist ikilemin iki yüzünü de kabul etmez Böyle olunca, insanlararası ilişkiler ve başkalarına yardım işinin tabiatı, amacı ve ölçüsü üzerinde büyük bir entellektüel kaos ortaya çıkar İnsan, kurbanlık hayvan değildir: kendisini başkalarına feda etmesi, ahlaki bir görev veya erdem değildir Fakat, insanlar arasında fedaya dayanmayan bir yardımı düzenleyen ahlaki prensipler, rasyonel olarak ortaya konabilir "Feda," bir değeri, ondan daha az olan bir değer karşılığında veya karşılığında hiçbir değer elde etmeden teslim etmektir Yani, altrüizm; bir insanın erdemini; değerlerini teslim veya reddettiği veya onlara ihanet ettiği dereceyle ölçmektedir Mesela, altrüizme göre; yabancılara veya düşmanlara yapılan bir yardım, sevilenlere yapılan bir yardımdan daha az "egoistçe"dir, yani daha erdemlicedir Rasyonel bir davranış, bunun tam tersi olmalıdır; rasyonel bir insan, daima değerler sisteminin hiyerarşisi içinde davranır: bir değeri, daha az bir değer uğruna vermez, feda etmez Bir insanın sevdikleri için yaptıkları, -bu yapılanlar, kendi değerler hiyerarşisi içinde kişisel (rasyonel) bir önem taşıyorsa- feda teşkil etmez Karısına aşık bir adamın, onun tehlikeli bir hastalıktan kurtulması için bütün servetini sarf etmesi, bir fedakarlık değildir; çünkü, karısının hayatı, parasıyla alabileceği bütün şeylerden daha kıymetlidir Fakat, onu kurtaracak yerde; içlerinden hiçbirini tanımadığı, kendisine hiçbir şey ifade etmeyen on kadının hayatını kurtarmakta parasını harcaması, -ki altrüizm bunu ister- bir fedakarlıktır Rasyonel bir insan, tanımadığı on kadın yerine, neden sevdiği karısını kurtarır? Çünkü, kendi mutluluğu, hayatının en yüce gayesidir ve karısının hayatta kalması kendi mutluluğu için gereklidir Boğulmak üzere olan insan konusuna gelince Eğer, kurtarılacak insan bir yabancı ise, onu kurtarmaya çalışmak, insanın kendi hayatı için çok küçük bir risk varsa, ahlaken doğrudur; risk büyükse, kurtarma teşebbüsü gayrı-ahlakidir: ancak kendine saygıdan yoksun bir insan, kendi hayatını, rasgele bir yabancının hayatından daha değersiz görür Eğer, kurtarılacak insan yabancı değilse, alınacak olan riskin büyüklüğü, o kişiye verilen değerin büyüklüğüyle orantılıdır Eğer, o insan, aşk duyulan bir insan ise, onu kurtarmak için hayatı kaybetmek göze alınabilir; ve bu ancak rasyonel-egoistçe bir amaç için yapılır; çünkü, aşık olunan o insanın yokluğunda hayat dayanılmaz olabilir Bir insanın sevdiklerine yardım için yaptıkları, "benliksizlik" (egosuzluk) veya "fedakarlık" değildir, bütünlüktür Bütünlük, bir insanın kanaatlerine ve değerlerine sadık olması, değerlerine uygun davranması, onları pratik realiteye geçirmesidir Rasyonel bir insanın, yabancılara yaklaşımını belirleyen şey ise, onların sahip olduğu insani potansiyele saygıdır; ta ki, o yabancı tersine davransın Fakat, bu demek değildir ki; insan, sürekli olarak yardım edeceği bir yabancı arasın Prensip olarak her insan kendi hayatından sorumludur; fakat, insan, bir olağanüstülükte, gücü yettiğince yabancılara yardım eder Unutulmaması gereken şey şudur: insanlar normal olarak batmak üzere olan gemilerde yaşamazlar veya boğulmakta olan insanlara sık sık raslamazlar; dolayısiyle, bu tür dünyalar üzerinde kurulu ahlak sistemleri yanlıştır; normal bir yaşamı, insani mutluluğu merkez alan rasyonel bir ahlak; olağanüstülüklerdeki rehberliği de yapabilecek olan tek ahlaktır |
08-21-2006 | #22 |
dehşet
|
Ahlak ve Taviz Bir uzlaşma, karşılıklı tavizler vererek, çatışan taleplerde yapılan bir ayarlamadır Yani, bir uzlaşmada, her iki tarafta da haklı sayılabilecek bir talep ve birbirine sunulacak bir değer vardır Herşeyden önemlisi, bir uzlaşmanın gerçekleşmesi için, çatışma konusu olan somut konular bir yana, her iki tarafın da böyle bir anlaşmaya yaklaşımlarını belirleyen belirli bir prensipte hemfikir olmaları gerekir Sadece, böyle bir prensibin hayata geçirilmesindeki somutluklar veya spesifikler üzerinde bir taviz söz konusu olabilir Mesela, pazarlıkla yapılan alışverişte, varılan sonuç bir uzlaşmadır Burada geçerli olan prensip, ticaret prensibidir; yani, alıcı, satıcının ürünü için ödeme yapmak zorundadır Fiyatın veya ödeme şeklinin şu veya bu olması konusundaki pazarlık sonucu varılan fiyat ve ödeme şekli bir tavizdir Fakat, prensipte bir taviz söz konusu olamaz Yani, alıcı hiç bir şey ödemeden, satıcının ürününü almak isterse, bu konuda hiçbir müzakere, hiçbir taviz, hiçbir uzlaşma söz konusu olamaz Alışverişteki bu prensip, ancak kriminal bir yolla ihlal edilebilir; satıcının malı, ticaret prensibinin dışına çıkılarak elde edilirse, bu bir gasp olur Bir hırsızla, mal sahibi arasında hiçbir uzlaşma mümkün değildir: iflah olmayacak bir hırsıza, bir gümüş kaşık vererek, bir daha kendisinden mal çalmamasını istemek bir uzlaşma değil, ona teslim olmaktır İflah olmaz bir hırsız, karşılığında hangi değeri verecektir? Tek taraflı taviz prensibi bir kere kabul edilmeye görsün, tavizkar tarafın bütün haklarının ortadan kalkması, sadece bir zaman meselesidir Özgürlük ve Devlet kontrolu arasında da hiçbir uzlaşma olamaz; "sadece bir kaç kontrol"un ihdas edilmesi, vazgeçilmez birey haklarının teslimi ve onun yerine Devlet'in sınırsız, keyfi iktidarının geçirilmesi demektir ki; özgür insanların köleliğe doğru tedrici yürüyüşü böyle başlar Temel prensiplerden hiçbir taviz verilemez Ölmek ve yaşamak arasında veya doğru ve yanlış arasında veya akıl ve irrasyonellik arasında veya iyi ve kötü arasında, nasıl bir uzlaşma olabilir ki? Bugün bir çok insan, taviz ve uzlaşmadan bahsettiğinde kast edilen şey, genellikle, meşru bir alışveriş olmayıp, birisinin prensiplerine ihanetidir; prensiplerini, yersiz, irrasyonel bir talebe teslim etmesidir Bunu mümkün kılan doktrin, ahlaki sübjektivizmdir Ahlaki sübjektivizm, şunların kabulüdür: a) "Bir arzu veya kapris indirgenmez bir ahlak birincilidir" b) "Her insan, ifade edeceği bir arzusunun gerçekleşmesi hakkına sahiptir" c) "Bütün arzular, eşit ahlaki geçerliğe sahiptir" d) "Başkalarıyla geçinmenin tek yolu, herkesle uzlaşmak, kendinden istenen herhangi bir şeyi teslim etmektir" Böyle bir doktrinden kimin yararlanıp, kimin zarar göreceği açıktır "Uzlaşma" kavramını duyan rasyonel bir insan; kastedilen şeyin, gerçekten meşru bir işlem mi, yoksa bir teslimiyet mi olduğuna dikkat etmelidir "Taviz" konusunda bir çok insan, temel bir prensip ile spesifik bir arzu arasındaki farkı gözden kaçırır Prensiplerde tavizkarlık, birisinin rahatının değil, kanaatlerinin ihlali demektir Birisinin sevmediği bir işte çalışması taviz değildir; ama, kötülük olduğunu bildiği bir işi yapması tavizdir; fikirlerini paylaşmadığı bir işverenin yanında çalışmak taviz değildir; ama, fikirlerini paylaşıyor gibi görünmek tavizdir Ahlaki prensiplerden hiçbir taviz verilemez Nasıl ki, besin ve zehir arasındaki bir uzlaşmada sadece ölüm kazanırsa; bir kuyu iyi suya atılan bir bardak zehir, bütün suyu içilmez kılarsa; aynı şekilde, iyi ve kötü arasındaki bir uzlaşmada, sadece kötü kazanır |
08-21-2006 | #23 |
dehşet
|
Bireycilik ve Sahteleri Bireycilik, hem ahlaki-politik, hem de ahlaki-psikolojik bir kavramdır Ahlaki-politik bir kavram olarak bireycilik, birey haklarının üstünlüğü prensibinin kabulü demektir: insan, başlı başına bir amaçtır, başkalarının amaçlarının bir aracı olamaz Ahlaki-psikolojik bir kavram olarak bireycilik, bireyin zihni bağımsızlık prensibinin kabulü demektir: insan, bağımsız olarak düşünmeli, yargılamalı ve hiçbir şeye kendi aklının hükümranlığından daha üstün bir yer vermemelidir İnsan hayatını değer standartı olarak kabul eden rasyonel bir ahlak isbatlamıştır ki: insanın, insan olarak, rasyonel bir varlık olarak hayatta var kalabilmesi için, -psikolojik ve politik anlamda- bireycilik, objektif bir ihtiyaçtır Rasyonel anlamındaki bu gerçek bireycilik yerine, sık sık, "başkalarının haklarına riayet etmemek; arzulanan herşeyi yapmak" anlamı atfedilen bir sahte bireycilik anlayışı ortaya atılır Bu anlayışın ifadesi olarak, genellikle Nietzche ve Max Stirner'den alıntılar yapılır Bireyciliğin bu sahte türünün, bireycilik olduğu; kendini başkalarına feda etmeyi reddeden bir insanın, hemen başkalarını kendine feda etmeye niyetleneceği inancı, altrüistlerin, rasyonel bir bireyciliği karalamak için kullandığı bir silahtır Rasyonel bir bireyciliği, sahtelerinden ayırt etmek için bazı hususları hatırlatmak yararlı olacaktır: a) Rasyonel bireycilik, insanın insan olarak hayatta kalabilmesinin zorunlu kıldığı objektif bir ahlaktan kaynaklanır Bu ahlak, insanların vazgeçemeyeceği bir objektif ihtiyaç olarak bazı erdemler tanımlamıştır Rasyonel bireycilik, bireylerin bu erdemlere sahip olmasını mümkün kılan bir politik alet olan birey haklarının vazgeçilmezliğinin kabulü demektir Başka insanların haklarını ihlal eden bir insan, bu hakları kendisi için talep edemez: bireyci olamaz b) Rasyonel bireycilik, sadece insanın kollektif için yaşamasını reddetmekten ibaret değildir Rasyonel bir bireyci, kendi hatırı için yaşar; fakat, kendi zihninden ve çalışmasından kaynaklanan bir hayat sürdürür; kendisini kimseye feda etmediği gibi, kimseyi kendine feda etmez: insanlarla değer mübadele eder, onları yağmalamaz c) Rasyonel bireyci, kendi zihni hükümranlığı ile yaşar ve bağımsız düşünce ile sübjektif bir duygu arasındaki farkı bilir Sahte bireyci, "bağımsız düşünce" ile "bağımsız duygu"yu aynı şey zanneder "Bağımsız duygu" diye bir şey yoktur; sadece, bağımsız zihin ve onun ürünü olan bağımsız düşünce vardır Duyguları belirleyen, ahlaki değerler, ahlaki değerleri belirleyen bağımsız zihindir Arzulanan her şeyi yapmak, bir bireycinin değil, bir irrasyonelin işidir d) İsyankarlık ve gayrı-konvansiyonel oluş da, başlı başına, bireyciliğin bir kanıtı değildir Bireycilik, sadece konformizme karşı olmaktan ibaret değildir Konformist, "bu doğrudur; çünkü, başkaları öyle inanıyor" diyen insandır Fakat, bireyci "bu doğrudur; çünkü, ben öyle inanıyorum" diyen insan da değildir Bireyci, "buna inanıyorum; çünkü, bunun doğru olmasının sebeplerini görüyorum" der Akli gerekçelerini bulduğunda konvansiyonlara karşı çıkmak, isyan etmek bireyciliktir; fakat, hiçbir gerekçesiz, sırf "Ben istedim oldu!" yaklaşımıyla eksantriklik yapmak bireycilik değil, sübjektivizmdir Ne kafiyesi, ne ölçüsü, ne insicamı, ne de başkasına vereceği bir anlamı olan bir şiir yazmak bir sübjektivizmdir; ama, bir bireycilik değildir Ne ritmi, ne de melodisi olan bir müzik yazmak bir sübjektivizmdir; ama, bir bireycilik değildir Hiçbir toplumsal sağlık kuralına, kasden riayet etmemek bir psikopatlıktır; ama, bir bireycilik değildir e) Kabileciliğe karşı oluş, bireyciliğin tabii bir sonucudur Fakat, kabileciliğe karşı olan her insan, bir bireyci demek değildir: o insan, bir yalnız kurt da olabilir Bu kurtların çoğunluğu, beklediğini bulamamış kabilecilerdir; kabile (veya etraflarındaki insanlar) tarafından reddedilmişlerdir: bunlar, ya konvansiyonel kurallara hiç uyamayan insanlardır, ya da manipülatif karakterleri, kabilesel iktidar için rekabete girişemeyecek kadar aşikar ve kaba olan insanlardır Kavramsal bir zihniyete sahip olamayan yalnız kurt, sadece algılarının rehberliğinde davranan bir tür entellektüel berduştur Oradan buradan edindiği rasgele düşünce parçacıklarıyla zihnini dolduran, bu düşünceleri keyfen sürekli değiştiren, seyyar bir fikirler bit pazarı halinde dolaşan yalnız kurtun davranışlarında bir tek sabit tavır vardır: bir guruptan bir başka guruba sürüklenmek ve ne cins olurlarsa olsunlar, bir takım insanlara tutunarak onları manipüle etmek Bu tür insanları teşhisindeki en açık semptom, onların bir amoralist oluşlarıdır: kabilesel yalnız kurtlar, kendilerini ve eylemlerini herhangi bir standartla yargılama yeteneğinden yoksundurlar Kendini-değerlendirmenin normal yörüngesi, soyut bir değere referansla yapılır: "Ben iyiyim, çünkü rasyonelim" veya "Ben iyiyim, çünkü dürüstüm" veya hiç değilse elden-düşme bir nosyonla, "Ben iyiyim, çünkü insanlar beni sever" gibi Amoralistin yörüngesi ise -kendisi nadiren ifade etse bile- "Ben iyiyim, çünkü ben, benim"dir Amoralizm, ahlaki sübjektivizmle karıştırılmamalıdır: sübjektivist, değerlerini teşhis edemese de veya onların objektif geçerliliğini isbat edemese de, -büyük bir psikolojik güçlükle de olsa- pratikte onlara sadık kalabilir; amoralist, sübjektif değerlere de sahip değildir; O, herhangi bir değerden yoksundur |
08-21-2006 | #24 |
dehşet
|
GENEL OLARAK AHLAK NEDİR? Prof Dr C C Aktan “Biz: Ey Adem! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet meyvelerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik” Kur’an-ı Kerim Bakara:35 “Bir gün ormanda bir ses işittik Kim olduğunu aradık fakat bulmadık Adem, bu sesi daha önce de işittiğini ancak, sesin nereden geldiğini farkedemediğini söyledi Adem, bunun Tanrı olduğunu söyledi Tanrı, bizim o ağaçtan meyve yemememizi, eğer yersek kesinlikle öleceğimizi bildirmişti Adem, onun iyilik ve kötülük ağacı olduğunu söyledi “İyi ve kötü mü? “Evet” “O ne demek?” “Ne ne demek? “İyi ne demek? “Bilmiyorum Nasıl bilebilirim ki?” “Peki, o zaman kötü ne demek?” “Bir şeyin adı olduğunu sanıyorum, fakat ne olduğunu bilmiyorum” “Fakat Adem, onun ne olduğunu sen bilmelisin” Benim neden bilmem gerekiyor?” Onu hiç görmedim ki, ben görmediğim şeyin nasıl olacağını nasıl bilebilirim ki?” Mark Twain[1] Tüm insan neslinin babası ve anası olarak kabul edilen Adem ve Havva’nın ilk defa “iyi” ve “kötü” ile nasıl karşılaştıklarını anlatan yukarıdaki sözler bugün bizim “ahlak” olarak adlandırdığımız konuları çok sade olarak ortaya koymaktadır Ahlak, insan ilişkilerinde “iyi” ya da “doğru” veyahut “kötü” ya da “yanlış” olarak adlandırdığımız değer yargılarını ifade eder Ahlak kavramını Katip Çelebi ünlü Keşfu’z-zunun adlı eserinde şu şekilde tanımlamaktadır: “Ahlak ilmi faziletler ve reziletler ilmidir ki, nefsi faziletlerle süsleme ve reziletlerden koruma yollarını gösterir” Gerçekten de, Katip Çelebi’nin tanımı ahlak kavramını çok güzel bir şekilde ortaya koymaktadır Ahlak, kelimesinin etimolojik açıdan kökeninin Arapça “hulk” ; Yunanca “ethos” ve Latince “mos” kelimelerine dayandığı bilinmektedir Arapça “hulk”, “huy” anl***** gelmektedir Arapça “ahlak-ı hamide” ve “ahlak-ı hasene” iyi ahlak; “ahlak-ı zemime” ve “ahlak-ı seyyie” ise kötü ahlak anlamlarına gelmektedir İngilizce’de ahlak kelimesinin karşılığı olarak kullanılan “ahlak” (ethics) kelimesinin kökeni ise Yunanca “ethos” dan gelmektedir Yine İngilizce de ahlak kavramını ifade etmek üzere kullanılan “morality” kelimesi Latince “mos” kelimesinden türetilmiştir Ahlak, bir sosyal bilim dalı olarak toplum içerisinde oluşmuş örf ve adetlerin, değer yargılarının, normların ve kuralların oluşturduğu sistem bütününü inceler Bu sistem bütünü; bir bireyin, bir grubun ya da tüm toplumun doğru ve yanlış davranışlarını belirler ve yönlendirir |
08-21-2006 | #25 |
dehşet
|
Ahlak bilimi içerisinde incelenen başlıca konular ise şunladır: · İyi ve kötünün ayırdedilmesi, · Doğru ve yanlışın belirlenmesi, · İnsanın yapması gereken ya da insanlardan yapılması beklenen davranış ve eylemlerin tespit edilmesi, · İnsanların yapmaması gereken ya da insanlardan yapılmaması istenen davranış ve eylemlerin tespit edilmesi, Ahlak bilimi özetle, ahlak kurallarını ele alan bir disiplindir Ahlak kurallarının temel özelliklerini ise şu şekilde özetlemek mümkündür: · Ahlak kuralları, belirli bir kişi, grup ya da toplum için geçerli olan değer yargılarıdır Ahlaki kurallar genel geçerliliğe sahip değillerdir Bir başka ifadeyle, neyin doğru, neyin yanlış, neyin iyi ya da kötü olduğu kişiden kişiye, gruptan gruba ve nihayet toplumdan topluma değişebilir Örneğin, bir kişi için doğru olan, diğeri için doğru olmayabilir Özetle, ahlak kuralları subjektif , yani kişiden kişiye değişen değer yargılarını ifade eder · Ahlak kuralları, belirli bir yerde geçerli olan değer yargılarıdır Herkes için genel geçerliliğe sahip ahlaki kurallar olmadığı gibi her yerde genel geçerliliğe sahip ahlaki kurallar da yoktur Bununla birlikte, bazı davranış ve eylemlerin (örneğin, yalan söyleme, hırsızlık yapma vs) herkes tarafından ve her yerde kabul edildiğini söylemek mümkündür Burada ifade edilmek istenen tüm ahlak kurallarının her yerde geçerli olmadığıdır · Ahlak kuralları, belirli bir zamanda geçerli olan değer yargılarıdır Bugün geçerliliği olan bir ahlak kuralı, önemini zamanla kaybedebilir , hatta değersiz olabilir Ahlak insanlararası ilişkilerde nasıl davranılması (ya da nasıl davranılmaması) gerektiğini gösteren kendiliğinden oluşmuş (spontan) ve hazır bir değer yargıları sistemidir Ahlak kuralları kendiliğinden oluşur, ancak daha sonra “hukuk kuralı” haline dönüşebilir Bu açıklamalarımız çerçevesinde ahlak kavramını daha bilimsel olarak şu şekilde tanımlamamız mümkündür Ahlak, toplumsal yaşamda, belirli kişi, grup ya da toplum için belirli zamanda ve belirli bir yerde geçerli olan (ya da geçerli olması beklenen) değer yargılarının, örf, adet, norm ve kuralların oluşturduğu bir sistem bütünüdür Yukarıdaki tanım bazı açılardan eleştirilebilir ve doğru bulunmayabilir Ancak şu kadarını söyleyelim ki, ahlak; “iyi” ve “kötü” yü araştıran alandır AHLÂK TÜRLERİ Ahlak insanlararası ilişkilerde uyulması beklenilen kuralları ve yapılması gereken görevleri belirtir Bu bakımdan en başta bir ahlak türü olarak “birey ahlakı”ndan sözetmek gerekir Birey ahlakında toplum üyelerinden beklenilen iyi davranış kalıpları ve toplum içerisinde uyulması beklenilen kurallar önem taşır Doğru sözlülük ve dürüstlük, samimiyet, adil olmak, sabır ve sükunet sahibi olmak, alçak gönüllü olmak, fesat olmamak, kötü alışkanlık (kumar gibi) sahibi olmamak ve daha bir çok karakter birey ahlakını ortaya koyan değer yargılarıdır Birey ahlakı dışında bir de “aile ahlakı”ndan sözetmek gerekir Aile ahlakı, bir toplumsal kurum olarak aile içerisinde uyulması beklenilen davranış kurallarını ifade eder Aile, hiç şüphesiz toplumun temelidir Dolayısıyla aileyi oluşturan bireylerin aile kurumuna saygı duymaları, ahlaki davranış ve eylemlere önem vermeleri gerekir En başta ailede karı ve kocanın birbirlerine saygılı davranmaları son derece önem taşır Aile içinde şiddete başvurmama, zina yapmama ve saire ilkeler aile ahlakı açısından önem taşır Karı ve kocanın birbirlerine olan davranışları kadar çocuklarına karşı da ahlaki sorumlulukları bulunmaktadır Anne ve babanın, çocuklarının ahlak sahibi bireyler olarak yetiştirilmesinde çok önemli rolleri ve görevleri bulunmaktadır Birey ve aile dışında tüm toplum üyelerinin değer yargıları, davranış kuralları, örf ve adetleri ise “toplum ahlakı”nı oluşturur Toplum ahlakı (sosyal ahlak), kısaca toplumsal yaşama ilişkin ahlaki kuralarını ifade eder |
08-21-2006 | #26 |
dehşet
|
AHLÂKIN BOYUTLARI Yukarıdaki açıklamalarımızda birey, aile ve toplum ahlakı olmak üzere üç ahlak türünü ele almış bulunuyoruz Ahlak, esasen çok yönlü ve boyutlu bir kavramdır Ahlakın ekonomik, sosyal, siyasal ve ekolojik olmak üzere dört ayrı boyutundan ve alt ahlak alanlarından sözedebiliriz Ekonomik ahlak kavramı, ekonomik birimlerin davranış ve eylemlerinin belirli kurallara bağlı olması anl***** gelir Ekonomi içerisinde insan ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik mal ve hizmet üretimi yapılır Müteşebbisler, üretim faktörlerini bir araya getirerek tüketicilerin isteklerini ve ihtiyaçlarını karşılayacak üretim yaparlar Piyasa ekonomisinde rol alan aktörleri esas alarak ekonomik ahlakın alt alanlarını şu şekilde sınıflandırmak mümkündür: · Üretici ahlakı Mal ve hizmet arzeden tüccar, sanayici, esnaf ve saire kimselerin çalışanlarına, müşterilerine, pay sahiplerine, topluma, doğaya ve çevre karşı olan ahlaki sorumlulukları bulunmaktadır · Tüketici ahlakı Üretici kadar tüketicilerinde ahlaki sorumlulukları bulunmaktadır Tüketicilerin, en başta ürünleri çevreyi kirletmeyecek şekilde tüketmeleri gerekir Bunun dışında tüketicilerin mal ve hizmet satın aldıkları organizasyonlara karşı ahlaki davranma sorumlulukları bulunmaktadır · Organizasyon ahlakı Piyasa ekonomisinde mal ve hizmet arzeden tüm organizasyonların, ahlak alanında uymaları gereken kurallar olmak zorundadır Organizasyon ahlakı, bazen “kurum ahlakı” ya da “şirket ahlakı” olarak da adlandırılmaktadır · Liderlik ve yönetim ahlakı Özel teşebbüs sahiplerinin, bir diğer ifadeyle müteşebbislerin organizasyon içerisinde çok özel ahlaki görev ve sorumlulukları vardır Organizasyon “sahipleri”, çalışanlardan daha farklı olarak daha geniş sorumluluklarla karşı karşıya bulunurlar Lider ve üst yönetimin sadece çalışanlarına adil olmak, insani davranmak, çalışma koşullarını uygun hale getirmek vs sorumlulukları dışında müşterilere, tedarikçilere, pay sahiplerine, çevreye, topluma karşı çok önemli ahlaki sorumlulukları bulunmaktadır · İşçi ahlakı Organizasyon çalışanlarının da istihdam edildikleri firmaya karşı dürüst çalışma, araç ve gereçleri itinalı kullanma, gereksiz izin almama ve saire ahlaki görevleri vardır Çalışanlar, müşterilere karşı davranış ve eylemlerinde de belirli ahlaki ilkeler ve standartlara uymak zorundadırlar Buraya kadar ekonomik ahlak kavramını açıklamış bulunuyoruz Bir diğer ahlak boyutu “sosyal ahlak” olarak adlandırılabilir Sosyal ahlak, toplumu oluşturan bireylerin ve ailelerin davranış ve eylemlerinde yapılması istenen (beklenen) değerleri, ilkeleri ve yargıları kapsar Adam öldürme, fuhuş, ırza tecavüz gibi toplum yaşamında ortaya çıkan sorunlar bir suç olmanın ötesinde aynı zamanda ahlaki açıdan da örnek teşkil ederler |
08-21-2006 | #27 |
dehşet
|
Bir diğer ahlak boyutu olarak “siyasal ahlak”dan sözedebiliriz Siyasal ahlak, dar anlamda devlet yönetiminde olması gereken davranış ve eylemleri ifade eder Daha geniş anlamda, siyasal ahlak deyince , bundan tüm siyasal aktörlerin (seçmen, hükümet, bürokrasi, siyasal partiler, çıkar grupları vs) davranış, eylem, karar ve tercihlerinde uymaları istenen (beklenen) ahlaki ilkeler ve değerler anlaşılır Bu tanıma paralel olarak, siyasal ahlakın başlıca şu alt alanlarından sözedilebilir: · Hükümet ahlakı · Bürokrasi ahlakı, · Çıkar ve baskı grupları ahlakı, · Seçmen ahlakı, · Siyasetçi ahlakı vs Son olarak bir diğer ahlak boyutu olarak “ekolojik ahlak”ı kısaca açıklamaya çalışalım Ekolojik ahlak, insanların doğaya ve çevreye karşı olan sorumluluklarını ve bu alanda yapmaları gereken ya da uymaları gereken ilkeler ve değerleri içerir Sokaklara tükürmemek, sigara izmaritlerini gelişigüzel her yere atmamak vs bireylerin ahlaki davranışları için sadece bir kaç örnektir Bunun dışında firmaların doğayı ve çevreyi kirletmeyecek şekilde üretim yapmaları, “çevre dostu teknolojiler” kullanarak üretimde bulunmaları vs çok önemli ahlaki sorumluluklar olarak karşımıza çıkmaktadır Kaynak: CCAktan, Ahlak ve Ahlak Felsefesi, İstanbul: ARI Düşünce ve Toplumsal Gelişim Derneği Yayını, 1999 |
08-21-2006 | #28 |
dehşet
|
AHLÂK FELSEFESİ Ahlak felsefesi (moral philosophy), insan yaşamının ahlaki boyutu ile ilgilenen bilim ve felsefe disiplinidir Bir başka ifadeyle, ahlak felsefesi, insan yaşamındaki değerler, ilkeler ve yargıları inceleyen felsefe dalıdır Ahlak felsefesi ile ahlak arasındaki farklılığı açıklamakta yarar vardır Ahlak felsefesi, ahlak konusunu inceleyen bir bilim dalı ya da felsefe disiplinidir Daha önce de belirttiğimiz gibi, ahlak, insanların birbirleriyle ya da devletle olan ilişkilerinde ortaya çıkan ve insanlardan “yapmaları istenen” davranışlar ve eylemlerdir (Bkz: Şekil-1) Ahlak felsefesi kendi içerisinde çeşitli açılardan sınıflandırılabilir İlk olarak, inceleme konusu bakımından ahlak felsefesi “normatif ahlak” ve “pozitif ahlak” olmak üzere ikiye ayrılır Her iki alan “-ahlak” ( ethics) ’ın konusunu oluşturur -ahlak, felsefi açıdan ahlaki ilkeleri, normları ve değer yargılarını inceler Normatif ahlak, yapılması istenen (beklenen) davranış ve eylemler ile yapılmaması istenen (beklenen) davranış ve eylemleri ifade eder Pozitif ahlak ise “olması gereken” değil, toplumda mevcut ahlaki normlar, kurallar ve değer yargılarıdır (Bkz Şekil-2) Ahlak kuralları “evrensellik” açısından da “objektif ahlak” ve “subjektif ahlak” olmak üzere ikiye ayrılır Objektif ahlak, bir toplumda herkes tarafından kabul edilebilecek evrensel ahlaki normların olabileceğini savunurken, subjektif ahlak, herkes tarafından kabul edilebilecek evrensel ahlak kurallarının geçerli olamayacağını savunur “Evrensellik” , ahlak felsefesi alanında oldukça tartışmalı konulardan birisidir ve bu konu daha sonra ayrı bir başlık altında ele alınacaktır Ahlak felsefesinde yapılan bir diğer sınıflama ise “mutluluk ahlakı” (eudaimonism) ve “ödev ve sorumluluk ahlakı”dır Mutluluk ahlakı, insanın mutluluğunu esas alan ve bu yönde ahlaki değer yargıları oluşturmaya çalışan bir ahlak felsefesidir Ödev ve sorumluluk ahlakı ise insanların sadece kendi mutluluklarının peşinde koşmalarının ahlaki bir davranış olamayacağını, toplumdaki sorunlara karşı da ilgili ve duyarlı olmaları gerektiğini savunmaktadır Mutluluk ahlakı, bir tür “egoist ahlak”; ödev ve sorumluluk ahlakı ise “alturist ahlak” felsefesidir Ahlak felsefesi alanında yapılan diğer bir sınıflama ise “dinsel ahlak” ve “laik ahlak” şeklindedir İleride daha ayrıntılı olarak ele alınacağı üzere dinsel ahlak, ahlak kurallarının kaynağını Tanrı’da ve Tanrı’nın kutsal kitaplarında ararken; laik ahlak, ahlak kurallarının kaynağını insanda ve insan aklında arar Laik ahlak, aynı zamanda “rasyonalist ahlak”; dinsel ahlak ise “ilahi ahlak” olarak adlandırılmaktadır (Bkz: Şekil-2) Din ve ahlak konusu birlikte ele alınarak yapılan bir sınıflama daha bulunmaktadır Dinden hareket ederek Tanrı’ya ulaşmaya çalışan ahlak felsefesi “teolojik ahlak” olarak adlandırılmaktadır Buna karşın, ahlaktan hareket ederek Tanrı’nın varlığını araştıran ahlak felsefesine ise “ahlaki teoloji” denilmektedir Önemle belirtelim ki, ahlak, filozoflar tarafından geliştirilmiş ya da keşfedilmiş normlar değildir Esasen ahlak, felsefeden önce varolmuş ve ahlaki değer yargıları kendiliğinden oluşmuştur Ancak felsefe ile birlikte “iyi olan nedir?”, ya da “kötü olan nedir?”, “hangi eylem ve davranışlarımız doğru (yanlış) ve ahlaki (gayriahlaki) dir?” türünde sorular üzerinde durulmuştur Eski Antik Çağ Yunan Düşüncesi’nden günümüze değin bir çok filozof ahlak konusuna olan felsefi yaklaşımını ortaya koymaya çalışmıştır Böylece Ahlak Felsefesi adı verilen bir disiplin doğmuştur Ahlak felsefesi ile yakınlık arzeden bir diğer disiplin ise Aksiyoloji’ dir Aksiyoloji, değer yargılarının özünü ve niteliklerini araştıran ahlak disiplinidir Ahlak felsefesinin gelişimi incelendiğinde neyin “iyi” ya da “doğru” ve neyin “kötü” ya da “yanlış” olduğunun zaman ve mekan itibariyle sürekli olarak değişime uğradığı görülür Eski Antik Çağ Ahlakı, ahlaki değer yargılarını mutluluk amacına yönelik olarak belirlemeye çalışmıştır Antik Çağ düşünürlerinin hemen hepsi (Sokrates, Platon, Aristo, Epiküros ve diğerleri) “mutlu olmak için insanoğlu ne yapmalı, nasıl yaşamalı?” sorusu ile ilgilenmişlerdir Bu bakımdan bu eski Antik Çağ ahlak anlayışı Mutluluk Ahlakı (Eudaimonism) olarak isimlendirilir (Akarsu, 1982; 21;24) Önemle belirtelim ki, hemen hemen tüm Antik Çağ ahlak öğretileri eudaimonist karekter arzeder Örneğin, Demokritos (İÖ 460-370)’ a göre mutluluk “euthymia” (ruhun iyi durumda olması) ve “ataraksia” (ruh dinginliği) ile olur Haz ve acı, yararlı ve yararsızın temel kriterleridir Demokritos’un mutluluk ahlakı anlayışı, Kirene Okulu’nun kurucusu Aristippos (İÖ 435-355)’ da daha net bir şekilde görülebilir Aristippos’e göre “haz” (hedone) veren şey iyi, acı veren şey kötüdür Kirene Okulu’nun bu Haz Ahlakı anlayışına (Hedonizm) adı verilir Bu anlayışı Epikuros ve Epiktetos’ un düşüncelerinde de görmek mümkündür Yakın Çağ’da bu haz ahlakı anlayışına benzer bir ahlak anlayışı da Jeremy Bentham (1748-1832) ve onu takiben John Stuart Mill (1806-1873) tarafından savunulmuştur Bentham ahlakında “en üstün iyi” (Summum Bonum) faydadır Ortaçağda Hiristiyan ve İslam dini de eudaimonist karakterdedir Bazı dinsel ölçüler ve normlar “öteki dünya mutluluğu” için gereklidir Gerek Hiristiyan ve İslam dininde, gerekse diğer dinlerde temel dinsel inançlar ve buyruklar, ahlaki değer yargılarının temelini oluşturur Dinsel ahlakın karşısında bir Laik Ahlak anlayışını ilk savunanların başında ise Francis Bacon (1561-1626) gelir Bacon’a göre dinsel inançlar ve buyruklar olmadan da ahlaka ulaşılabilir Ahlaki değer yargılarının akıl (logos) yoluyla bulunabileceğini savunan ahlak felsefesi öğretileri de geliştirilmiştir Stoa Ahlakı buna bir örnek olarak gösterilebilir Stoacılara göre genel doğru yasalar ancak “akıl” (logos) yolu ile bulunabilir Bu bakımdan stoa ahlakını rasyonalist ahlak felsefesi olarak adlandırmak mümkündür Mutluluk ahlakının dışında ahlakı başka açıdan ele alan bir diğer öğreti de “ödev ahlakı” dır Ödev ahlakında “nasıl mutlu olabilirim” sorusu değil “benden istenilen ve beklenilen nedir” sorusu önem taşır Ödev ahlakını en iyi ortaya koyan düşünür ise Immanuel Kant’dır Kant’ın ödev ahlakı Kategorik imperatif (koşulsuz kesin buyruk) olarak bilinir Kategorik imperatif, Kant tarafından şu şekilde ifade edilmiştir: “Aynı zamanda genel bir yasa olmasını isteyebileceğin bir maxime göre hareket et” Bu ilke, neyi yapmamız gerektiğini değil “neyi istememiz” gerektiğinin önem taşıdığını belirtmektedir Burada “yapma” değil “isteme” önemlidir Kant’ın ödev ahlakında dışarıdan gelen bir buyruk ya da emir değil, aksine “ben” den gelen bir “iç isteme” sözkonusudur (Akarsu, 1982; 218-237) Eski Antik Çağ Yunan düşüncesinden günümüze değin ahlak öğretilerinin bazıları aşağıda yeralmıştır Aksiyoloji alanında yaptığımız bu sınıflama denemesi, eski Antik Çağdan Yakın Çağa bir çok filozofun ahlak anlayışını ortaya koymaktadır Kaynak: CCAktan, Ahlak ve Ahlak Felsefesi, İstanbul: ARI Düşünce ve Toplumsal Gelişim Derneği Yayını, 1999 |
08-21-2006 | #29 |
dehşet
|
HUKUK ve AHLÂK “iyi ahlak için iyi yasalar gereklidir Yasalar da iyi ahlak olmadan korunamaz” Niccolo Machiavelli Hukuk ve ahlak arasındaki benzerlik ve yakın ilişkiden önce ikisi arasındaki farklılığı ortaya koymak gereklidir Hukukun amacı adaleti gerçekleştirmektir Buna karşın ahlakın amacı “iyi” yi gerçekleştirmek, ya da iyiye ve doğruya ulaşmaktır İnsanlık tarihi boyunca temel ahlaki değerlerin bir çoğu zaman içerisinde hukuki norm haline gelmiştir Kanunlar genellikle yapılmaması gereken insan eylem ve davranışlarını belirlemiş ve sınırlamıştır Bir başka ifadeyle, insanların eylem ve davranışlarının ahlaki ölçüleri, hukuksal norm haline dönüştürülmüştür Ancak hukuk ve ahlak arasında öteden beri bir çatışma süregelmektedir Temel sorun şudur; acaba ahlaki değer yargılarının temel koruyucusu hukuk mu olmalıdır? Devlet bir takım kurallar ko***** ahlaki tesis edebilir mi? Hukuk insanların gerek birbirleri ve gerekse devletle olan ilişkilerinde uyulması gereken kuralları belirler ve bunları yaptırıma bağlar Hukukta “yaptırım gücü” toplumda yanlışları ve kötülükleri cezalandırır Bu bakımdan hukuk kuralları ile ahlaki değerler korunabilir Ancak, sorun her zaman bir kanun ile çözümlenmeyebilir Kanunun gücü bazen belirli kişi ve/veya gruplara karşı etkili olmayabilir veya işletilemeyebilir Bu bakımdan ahlakın tesisi, kanun dışında vicdan ile de yakından ilişkilidir Vicdan, ahlaki değer yargılarını bir yaptırım gücü olmaksızın korur ve gözetir Ahlak ve hukuk arasındaki benzerlik ve farklılıkları da kısaca ele almakta yarar bulunmaktadır Ahlak ve hukuk arasında başlıca farklılık ve benzerlikler şunlardır: (Bkz: Tablo-1) · Hukuk kuralları, insanların davranış ve eylemlerini düzenler ve bazı sınırlamalar getirir Hukuk kurallarının yaptırımı sözkonusudur Ahlak kuralları da insan davranış ve eylemlerini sınırlandırır, ancak hukuk kurallarından farklı olarak ahlak kurallarının yaptırımı yoktur · Hukuk kuralları yazılıdır Oysa, ahlak kuralları çoğunlukla yazılı olmayan normlardır Bu ayrımın günümüz açısından giderek ortadan kalktığını görmekteyiz Zira günümüzde çeşitli meslekler için ahlak kuralları (code of ethics) giderek yazılı bir hale gelmektedir · Hukuk kuralları “dışa yönelik”tir Daha açık bir ifadeyle, hukuk kurallarının amacı insan eylem ve davranışları sonucunda başka insanların zarar görmesini engellemektir Ahlak kuralları ise daha ziyade “içe yönelik”tir Ahlak kurallarında kişilerin ya da organizasyonların kendi kendilerini kontrol etmeleri ve ahlaki olmayan davranışlarını sınırlandırmaları geçerlidir · Hukuk kuralları devlet tarafından oluşturulur Ahlak kuralları ise devlet yanısıra diğer organizasyonlar tarafından da oluşturulabilir Örneğin, siyasal ahlaka ilişkin kurallar ve normlar devlet tarafından oluşturulur Buna karşın, ahlak kuralları devlet tarafından oluşturulacağı gibi bağımsız sivil toplum kuruluşları ve özel organizasyonlar tarafından da oluşturulabilir · Hukuk, “resmi ahlak kuralları”dır Ahlak ise hukuk kurallarından farklı olarak genellikle gayri resmi kurallardır Örneğin, vergi kanunları vergi kaçakçılığını gayri ahlaki bir davranış olarak kabul etmekle kalmaz, aynı zamanda yaptırımlar (hapis cezası, vergi cezası vs) öngörür Ahlak ise vergi kaçakçılığının sadece yanlış bir davranış olduğunu belirtir Yani, hukuk resmi; ahlak ise gayri resmi kurallar bütünüdür Kaynak: RPMisra, “Interdependence of Environmental Ethics and Juristiction Relationships” in: Kriton Curi and et all 1996 p 100 Kaynak: CCAktan, Ahlak ve Ahlak Felsefesi, İstanbul: ARI Düşünce ve Toplumsal Gelişim Derneği Yayını, 1999 |
08-21-2006 | #30 |
dehşet
|
DİN ve AHLÂK Ahlak, bütün insan ilişkilerinde “iyi” (kötü) ve “doğru” (yanlış) değer yargılarının oluşturduğu bir sistem bütünüdür Din de esasen iyi ve doğruya ulaşmak, kötüden korunmak ve uzaklaşmak için bazı kurallar koymuştur Ahlak kuralları dinden bağımsız şekilde kendiliğinden oluşabilir Buna Din Dışı Ahlak ya da Laik Ahlak adı verilir Laik ahlak insan eylem ve davranışlarını doğrudan doğruya dinsel kurallara tabi olmaksızın serbest bırakır Oysa Dini ahlak ya da dine dayalı ahlak, insan eylem ve davranışlarını kutsal kitaplar ve diğer dini hukuk kaynakları ile sınırlandırır Örneğin, İslam ahlakında, temel ahlaki değer yargılarının Fıkıh hükümlerine, yani İslam Hukuku’na uygun olması gerekir Dini ahlakın belirgin bir özelliği yere ve zamana göre değişmeyen kalıcı kurallar koymasıdır Dini ahlaka göre, din kitaplarında yeralan kurallar, itaat edilmesi gereken buyruklardır Din, esasen haram ile helal’in neler olduğunu tayin eder ve insanların haram şeylerden uzak durmasını emreder Bu çerçevede belirtilmesi gereken bir kavram da “muaşeret” tir Muaşeret insanların birbirleriyle dostça geçinmeleri ve huzur içinde yaşamalarına denir Güler yüzlü olmak, selamlaşmak, tokalaşmak, ziyaret muaşeret kurallarının bazılarıdır Birçok din, muaşeret kurallarının önemine değinir (Kandemir, 1986;301) Ahlak ve din arasında yakın benzerlikler olmasına karşın çatışmalar da sözkonusudur Dini ahlakın savunucuları insanı; iyiye, doğruya ve güzele götüren şeyin iman olduğunu belirtirler Onlara göre dini inançları olmayan bir kimse ahlaki davranamaz ve iyiyi kötüden ayıramaz Bu çerçevede dinin manevi disiplin sağlayacağı savunulur Laik ahlak savunucuları ise, insanın dini inançları olmadan da ahlaki değer yargılarını kabul edeceği ve bunlara uyacağını belirtirler Öte yandan din dışında karşımıza çıkan bir kavram da ”vicdan”dır Ahlaki kuralların koruyucusu her zaman kanunlar olmayabilir “Vicdan” adı verilen manevi duygu da ahlaki davranışımıza yön veren bir otokontrol mekanizması vazifesini görebilir Kısaca, ahlak her zaman bir kanun ya da hukuksal norm ile çözülebilecek bir konu değildir Din ve vicdan da ahlaki değer yargılarının koruyucusu olabilir Önemle belirtelim ki, başlıca tüm dinlerde ahlak konusu çok geniş biçimde ele alınmıştır İslam dininin kutsal kitabı olan Kur’an incelendiğinde birey ahlakı, aile ahlakı, toplum ahlakı, iş ahlakı ve siyaset ahlakına yönelik çok sayıda hüküm yeraldığı görülür Çok geniş bir araştırma konusu olması dolayısıyla burada etraflı açıklamalar yapmak yerine Kuran’da ahlak konusunda yeralan bazı çarpıcı ayet ve sureleri belirtmekte yarar görüyoruz[1] Kuran’da birey ve aile ahlakına ilişkin sayısız ayet bulunmaktadır Ahlaki faziletler, ahlaki yasaklar, ailede ana ve babaya saygı, birlik ve kardeşlik, doğruluk, hayırseverlik, mali yardımlaşma, zina ve daha bir çok konuda Kuran’da hükümler bulmak mümkündür İş ve ticaret ahlakı konusunda da Kuran’ın bir çok suresinde açıklamalar yeralmaktadır Örneğin, Kur’an Isra ve Şuara surelerinde iş ahlakı ile ilgili olarak şu hüküm bulunmaktadır: “Ölçtüğünüz zaman tastamam ölçün ve doğru terazi ile tartın” (Isra 35; Şuara 181-182) İslam dini aynı zamanda çalışma ahlakı konusunda da önemli bazı hükümler buyurmaktadır Örneğin Necm suresinde şöyle buyrulmaktadır: “Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur” (Necm:34) Sadece islam dininde değil, diğer dinler içerisinde de ahlak konusu son derece önem taşımaktadır Kur’an dışında diğer kutsal kitaplarda ahlak konusunda sayısız hüküm bulmak mümkündür [1] Bu konuda çok daha geniş bilgileri için bkz: Ali Özek ve diğerleri, Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Ankara: Türk Diyanet Vakfı, Yayını, 1998; MYaşar Kandemir, Örneklerle İslam Ahlakı, İstanbul: Nesil Yayınları, 1986; Süleyman Uludağ, İslam’d Emir ve Yasakların Hikmeti,İstanbul:1998 Kaynak: CCAktan, Ahlak ve Ahlak Felsefesi, İstanbul: ARI Düşünce ve Toplumsal Gelişim Derneği Yayını, 1999 |
|