Deyimler Sözlüğü - Alfabetik Düzende |
10-28-2012 | #16 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler Sözlüğü - Alfabetik DüzendeP - R - Harfi İle Başlayan Deyimler Pabucu dama atılmak: Kendisinden üstün birinin çıkmasıyla gözden düşmek, değer ve itibarını kaybetmek"Yeni bir elektrikçi aldılar, desene Murat`ın pabucu dama atıldı" Pabucunu ters giydirmek: Güç bir duruma düşürerek telâşlandırmak, bu telâşla kaçmasına sebep olmak"El oğlu bu, adama pabucunu ters giydirir, tetikte olmalı insan" Pabuç bırakmamak: Yılmamak, korkmayıp yapacağından vazgeçmemek"Ben öyle olur olmaz insanlara pabuç bırakmam" Pabuç pahalı: Girişilen işin tehlikeli olduğunu anlatmak için kullanılır"Baktı ki pabuç pahalı, hemen geri döndü" Paçaları sıvamak: Bir işi yapmak için hazırlanmak"Bir an önce paçaları sıvayıp işe başlamak istiyordu" Paçası düşük: Giyimine, kılık kıyafetine pek dikkat etmeyen, sünepe Paçayı kaptırmak: 1 Yakalanmak, ele geçmek 2 Giriştiği işten vazgeçmek istediği hâlde kendini kurtaramamak 3 Dilediği gibi davranamamak"Paçayı kaptırdık bir kere, yakamızı kurtaramıyoruz" Paçavrasını çıkarmak: Çok hırpalamak, sağlam yerini koymamak, işe yaramaz bir duruma getirmek"Beş kişiydiler, adamın paçavrasını çıkardılar" Paçayı kurtarmak: Bir ilişkiden veya önce girişip sonra pişman olduğu bir işten yakasını sıyırmak"Çok şükür şu belâlı işten paçayı kurtardık" Paha biçilmez: Çok pahalı, kıymeti ölçülemeyecek kadar yüksek"Paha biçilemez tablolar sergilenmişti" Pahalıya mal olmak: Kolay elde edilememek; para, özveri ve emek gerektirmek; zarara ve sıkıntıya yol açmak"Bu ev size pahalıya mal olsa gerek" Palas pandıras: Acele olarak, hazırlanmaya zaman bulamadan"Palas pandıras evden çıkmak zorunda kaldık" Palavra atmak: Abartarak söylemek, yalan söylemek, olmayacak şeylerden söz etmek Paldır küldür: 1 Büyük bir gürültü ile 2 Ansızın ve kurallara uymaksızın"Paldır küldür merdivenlerden inmeye başladılar" Pamuk ipliği ile bağlamak: Etkisi az sürecek, köksüz, geçici bir çözüm yolu bulmak Paniğe kapılmak: Çok korkmak, telâşa sürüklenmek"Çocuklar paniğe kapılacaklar diye endişeleniyorum" Papara yemek: Çok azarlanmak"Çabuk olun, annemden papara yemek istemiyorum" Para babası: Çok zengin, parası bol olan Para canlısı: Parayı çok seven, paraya düşkün Para çekmek: 1 Banka veya benzeri bir yere yatırılmış parayı geri almak 2 Bir kimseden çeşitli yollarla para sızdırmak Para dökmek: Bir şey için çok para harcamak"Düğün için az para dökmedi" Para etmemek: 1 İşe yaramamak, etkili olmamak 2 Değeri pahasına satılamamak"Bu malların para edeceğini sanmıyorum" Parasını sokağa atmak: Değeri olmayan bir işe ya da mala para vermek Para kesmek: 1 Çok para kazanmak 2 Devletin çok para basması"Bizim büfe âdeta para kesiyor" Para sızdırmak: Kandırarak, zorlayarak birinden para almak"Kabadayılar esnaftan az para sızdırmadılar" Para tutmak: 1 Parasını idareli harcayıp kalanını biriktirmek 2 Satın alınan şeyin karşılığını para olarak hesaplamak"Aldığımız eşyaların hepsi kaç para tuttu dersiniz?" Paraya çevirmek: Bir malı verip yerine para almak"Gidin, şu dolapları paraya çevirin de gelin" Paraya kıymak: Gereken yerde para harcamaktan kaçınmamak Paraya para dememek: 1 Çok para kazanmak 2 Bol para harcamak 3 Elde olan parayı az bulmak Para yapmak: Para kazanıp biriktirmek"Gurbete para yapmaya gitti" Para yedirmek: İşini yaptırmak için birilerine kanunsuz, hak etmedikleri parayı vermek; rüşvet vermek"O binayı yaptırmak için belediyeye az para yedirmediler" Para yemek: 1 Çok para harcamak 2 Rüşvet yemek, görevini kötüye kullanıp bir iş yapmak için birinden para almak"İnsanlar artık açıktan para yiyorlar" Parmağı ağzında kalmak: Çok şaşırmak, hayrete düşmek Parmağına dolamak: Bir konuyu her fırsatta, her yerde ele alıp konuşmak, o konu ile uğraşmak Parmağında oynatmak: Birine her istediğini yaptırmak, onu kukla gibi kullanmak"Beni parmağında oynatamayacaksın alçak herif" Parmağını bile oynatmamak: Hiç tepki göstermemek, kayıtsız kalmak"Beni dövdüler ama o parmağını bile oynatmadı" Parmak basmak: 1 Bir nokta üzerine dikkati ya da ilgiyi çekmek 2 İmza yerine parmağını mürekkebe batırarak bir yere bastırmak Parmak hesabı: 1 Parmakları kullanmak suretiyle yapılan hesap 2 Hece vezni"Bizim bakkal hâlâ parmak hesabı yapıyor" Parmak ısırmak: Büyük şaşkınlık duymak, hayrete düşmek"Yaptığım tatlıyı görünce parmaklarını ısıracaklar" Parmak kadar (çocuk): Yaşça çok küçük, pek küçük (çocuk)"Parmak kadar çocukla iş yapılır mı?" Parmak kaldırmak: 1 Olumlu oy vermek için el kaldırmak 2 Bir toplulukta söz istemek için işaret parmağını kaldırıp diğerlerini yumarak el kaldırmak"Parmak kaldırarak söz istemeyi öğrenin artık!" Parmakla gösterilmek: 1 Bir şey az bulunmak 2 Seçkin, ünlü olmak"O, çevresinde parmakla gösterilen bir adamdı" Parmaklarını yemek: Bir yemeğin çok lezzetli olduğunu anlatmak için kullanılır"Böreği değil, parmaklarımızı yedik âdeta" Parsayı başkası toplamak: Verilen emek karşılığını, emek veren değil, bir başkası almak"Biz durmadan çalışalım parsayı da başkası toplasın olmaz öyle şey!" Partiyi kaybetmek: 1 Biriyle çekiştiği bir konuda yenilmek 2 Elde etmeye çalıştığı bir kazancı bir başkasına kaptırmak Pasaportunu vermek: Kovmak, işten atmak"Patron üç işçinin pasaportunu eline verdi" Pas geçmek: Üzerinde durmamak, caymak, vazgeçmek, aldırış etmemek Patırtı çıkarmak: Kavga, kargaşa, gürültü çıkarmak"Patırtı çıkarmadan oturun, babanız uyuyor" Patlak vermek: Gizlenen ya da hoş karşılanmayan bir durum aniden ortaya çıkmak"Kim der di ki savaş bu sabah patlak verecek" Pay biçmek: Bir fikir elde edebilmek için, durumu bir şey ile kıyaslamak Payını almak: 1 Azarlanmak 2 Kendine düşen kazanç miktarını almak Paye vermek: Adam yerine koymak, değer vermek Payidar olmak: Kalmak, yok olmamak, yaşamak"Milletimiz ilelebet payidar olacaktır" Perdesi yırtık: Ar damarı çatlamış, utanmaz, arlanmaz"Perdesi yırtılmış adamın, baksana neler söylüyordu!" Pergelleri açmak: Uzun adımlarla yürümeye başlamak"Pek vaktimiz yok, pergelleri açın da geç kalmayalım" Pay çıkarmak: Bir olay ya da davranıştan tecrübe kazanmak, hisse kapmak, tutulacak yolu belirlemek Pes demek: Mağlubiyeti kabul etmek, başkasının üstünlüğüne boyun eğmek"Yenileceğini anlayınca sırtı yere gelmeden pes dedi" Pestil gibi olmak: Çok yorulmuş olmak; kımıldayamayacak kadar bitkin, güçsüz düşmek Pestilini çıkarmak: 1 Çok dövmek 2 Çok çalıştırıp adamakıllı yormak 3 İyice ezmek"Kazma sallamaktan pestilimiz çıktı" Peşini bırakmamak: Bir şeyi izlemekten vazgeçmemek"Adamın peşini bırakmayın sakın!" Peşkeş çekmek: Kendisinin veya bir başkasının malını bir çıkar uğruna birisine uygunsuz olarak vermek"Yurdu düşmanlara peşkeş çekiyorlar" Peyda olmak: Ortaya çıkmak, belirmek, oluşmak"Köşede bir adam peyda oldu" Pılıyı pırtıyı toplamak: Hemen bütün eşyalarını toplayarak bir yere gitmek üzere hazırlık yapmak"Pılıyı pırtıyı toplamış bekliyordu" Pire için yorgan yakmak: Önemsiz bir şey için kızıp daha büyük zarara yol açacak davranış içine girmek Pireyi deve yapmak: Küçük, basit bir olayı büyütüp mesele yapmak, aşırı abartmak Pisi pisine: Boş yere, boşuna"Pisi pisine vurdular çocukcağızı" Pis pis düşünmek: Karamsar, derin ve üzüntülü bir düşünceye dalmak"Pis pis düşünmeyi bırak da bir yol arayalım" Pis pis gülmek: Birinin düştüğü kötü duruma öç alır gibi, arsız arsız gülmek Pişkinliğe vurmak: Çıkarı için kötü bir davranışa veya söze aldırmamak Pişmiş aşa su katmak: Yoluna girmiş, bitmek üzere olan bir işi bozmak ya da aksatmak"Pişmiş aşa su katabilir, onu buraya sokmayın" Pişmiş kelle gibi sırıtmak: Anlamsız, çirkin, yersiz, dişlerini göstererek gülmek"Pişmiş kelle gibi gülmeyi bırak da işine bak" Posasını çıkarmak: 1 Birini çok dövmek 2 Bir kişi veya şeyi sonuna kadar sömürmek"Ülkenin posasını çıkardılar, biz hâlâ seyrediyoruz" Posta koymak: Birini korkutmak, gözdağı vermek, tehdit etmek"Bana posta koyacak adam daha anasından doğmadı" Postayı kesmek: İlişkiyi kesmek, gidip gelişi sona erdirmek Post elden gitmek: 1 Öldürülmek 2 Bulunduğu yüksek makamdan ayrılmak zorunda kalmak"Post elden gidince kahretti adam" Post kavgası: Bir makamı, işi ya da iktidarı ele geçirme çekişmesi"Seçimler yaklaştı, post kavgası da başladı" Postu kurtarmak: Can tehlikesini atlatmak, öldürülme tehlikesi olan yerden kaçıp kurtulmak"Postu kurtardık çok şükür" Postu sermek: Kısa bir süre için gittiği yerde, saygısızca ve sorumsuzca uzun süre kalmak Pot kırmak: Gaf yapmak, farkında olmayarak karşısındakini kıracak, incitecek söz söylemek"Dikkatli ol, bir pot kırma sakın" Pösteki saymak: İçinden çıkılması zor ve anlamsız bir işle uğraşmak"Ne mi yapıyorlar? Pösteki sayıp duruyorlar" Prangaya vurmak: Zincire vurmak, ayağına pranga bağlamak"Prangaya vurulu olarak yıllarca kaldı o hapishanede" Puan almak: 1 Spor karşılaşmalarında sayı kazanmak 2 Bir test imtihanında herhangi bir puan elde etmek"Şu sorulardan hiç puan alamayacağımı sanıyordum" Puan tutturmak: Gereken sayıda puan kazanmak"Bu sene puan tutturup da üniversiteye girecek miyim bilmiyorum!" Punduna getirmek: Bir şeyi yapmak için uygun şartları elde etmek, fırsat kollamak"Punduna getirir getirmez patlattı yumruğunu" Pupa yelken: 1 Alabildiğince, hiçbir şeye bağımlı olmadan 2 Yelkenler, arkadan esen rüzgârla şişmiş olarak, tam yolla"Pupa yelken açıldık denize" Pusu kurmak: Birine saldırmak için, bir yere gizlenip beklemek"Düşmanlarımızın pusu kurduğundan tam zamanında haberdar olmuştuk" Pusulayı şaşırmak: 1 Ne yapacağını bilemez duruma düşmek 2 Doğru tutum ve davranıştan ayrılmak"İyice pusulayı şaşırmadan uyarmalıyız onu" Pusuya düşmek: Pusu kuran kimsenin saldırı alanı içine girmek"Eyvah, pusuya düşürdüler bizi!" Put gibi: Kımıltısız, sessiz, anlamsız bir bakışla Put kesilmek: Sessiz, kımıltısız bir durumda kalmak"Onun bağırmasıyla herkes bir anda put kesildi!" Püf noktası: Bir işin en ince, en önemli yeri Püsküllü belâ: Kendisinden kurtulunması bir türlü mümkün olmayan, büyük sıkıntı, zarar veren kimse veya şey"Başıma püsküllü belâ kesildi bu çocuk" * * * * * * * * * * Rafa kaldırmak (koymak): Bir iş üzerinde artık durmamak, o işi kenara itmek, ihmal etmek"Bizim dosyayı yine rafa kaldırmışlar" Rahat durmamak: Yaramazlık etmek, kımıldayıp durmak"Rahat durmadın, beni zor durumda bıraktın" Rahatına bakmak: Hiçbir şeye aldırış etmeden rahatını sağlamaya çalışmak"Boş ver, rahatına bak, sen mi düzelteceksin diyenlerden nefret ederim" Rahatlık (rahat) batmak: Rahat, iyi bir yerdeyken o yeri olmayacak nedenlerden ötürü terkeden insanlar için sitem biçiminde söylenir Rahat yüzü görmemek: Huzur, bolluk, hiç rahatlık görmemek; sürekli sıkıntı, darlık içinde bulunmak"Şu yaşıma geldim, hiç rahat yüzü görmedim desem yeridir" Rahmetli olmak: Vefat etmek, ölmek Ramak kalmak: "Bir şeyin olmasına çok az kalmak" anlamında kullanılır"Makinenin elime değmesine ramak kalmıştı ki güçlükle kendimi geri attım" Rast gelmek: 1 Düşünmediği, beklemediği bir anda biriyle karşılaşmak 2 Düşünmediği veya düşünülmediği hâlde payına düşmek"Desenli parça bana rast geldi" 3 Hedefi bulmak 4 Bulmak"Pazarda kardeşimi çok aradım ama rast gelmedim" Rast gitmek: Bir iş istenilen biçimde gelişmek Rayına oturmak: Bozulmuş, düzensiz hâle gelmiş bir işi yoluna koymak, iyi duruma getirmek Rekor kırmak: Eski rekoru aşıp yeni, üstün bir sonuç elde etmek"Koşuda yeni bir rekor kırılması bekleniyor" Rengi atmak: 1 Solmak 2 Korku, heyecan sebebiyle benzi sararmak"Kumaşın rengi bir yıkamadan sonra attı" Renkten renge girmek: Heyecan, korku ve utanmadan dolayı yüzünün rengi değişmek, sıkılmak Renk vermemek: Bir konu ile ilgili duygularını, düşüncelerini belli etmemek; bildiği hâlde bilmez gibi görünmek Resmiyete dökmek: Bir iş veya duruma resmiyet kazandırmak, onu resmî kanallardan halletme yolunu seçmek Rest çekmek: 1 Kesin tavır almak, herhangi bir konuda son sözü söylemek 2 Bir oyunda önündeki paranın tümünü ortaya koymak"Öyle bir rest çekti ki görmeliydiniz" Rol oynamak: 1 Bir oyunda rol almak 2 Bir işte önemli katkısı olmak, etkisi bulunmak"Bu işin gerçekleşmesinde onun da önemli rolü oldu" Rota değiştirmek: 1 Takip edilen yoldan ayrılmak 2 Tutumunu, tavrını değiştirmek, izlediği yoldan kopmak"Hava muhalefeti sebebiyle uçak rota değiştirmek zorunda kaldı" Ruhu bile duymamak: Anlamamak; hiçbir bilgisi, haberi bulunmamak; olan biteni sezememek"Göreceksin ruhu bile duymayacak, onu bir güzel ıslayacağız" Ruhunu teslim etmek: Ölmek"İhtiyar ninem sabaha karşı ruhunu teslim etmişti" Rüyasında bile görememek: Olacağını hiç aklına getirmemek, ihtimal vermemek"Bunu bana aldın ha! Rüyamda bile görsem inanmazdım!" Rüzgâr gelecek delikleri tıkamak: İstenmeyen bir duruma veya zarar gelebilecek bir gelişmeye karşı her türlü önlemi almak |
Deyimler Sözlüğü - Alfabetik Düzende |
10-28-2012 | #17 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler Sözlüğü - Alfabetik DüzendeS - Ş - Harfi İle Başlayan Deyimler Saat bu saat: Ele geçen fırsatı kullanmanın tam zamanı, en iyi, en elverişli an bu andır Saati saatine uymamak: Bir kimsenin durumu, huyu sık sık değişir olmak"Ona güvenemem, çünkü saati saatine uymaz" Sabaha çıkamamak: Sabahtan önce ölmek, sabaha kadar yaşayamamak"Hastanın durumu ağır, sabaha çıkacağını sanmıyorum" Sabahı etmek (veya bulmak): Sabahlamak, bir sebeple sabaha kadar uyumamak, bir konu ile uğraşmak"Köye varmamız sabahı bulacak" Sabahın köründe: Çok erken, ortalık henüz ağarmadan, sabahın en erken vaktinde"Sabahın köründen beri yoldayız" Sabır taşı: Çok sabırlı kimse, türlü sıkıntılara katlanan"Ben sabır taşı mıyım?" Sabrı taşmak: Katlanamaz, dayanamaz, sabredemez olmak; tahammül gücü kalmamak"Sabrımı taşırmadan çekip gidin buradan" Saç ağartmak: Bir işte uzun zaman çalışıp emek vermiş olmak Saçı bitmedik (yetim): Doğalı çok olmamış, henüz yeni doğmuş çocuk (yetim)"Bu parada, saçı bitmedik yetimlerin de hakkı vardır" Saçına ak düşmek: Yaşlanmak, ihtiyarlamaya başlamak"Bizim de saçımıza ak düştü" Saçına başına bakmadan: İlerlemiş yaşına yakışmayacak biçimde davranan kimseler için kullanılır Saçını başını yolmak: 1 Birini çok fazla dövüp hırpalamak 2 Çok üzülmek, üzüntüsünden dövünmek"Sinirinden saçını başını yolmaya başladı" Saçını süpürge etmek: (Kadın) çok büyük istekle çalışıp hizmet etmek, özveri ile birileri uğrana çalışmak"Sizi okutabilmek için saçımı süpürge ettim" Saç saça baş başa: (Kadınlar) kıyasıya kavgaya tutuşmak, birbirlerini hırpalayarak kapışıp dövüşmek Saç sakal birbirlerine kırışmak: Üstü başı perişan, uzun süre saç ve sakal tıraşı olmamış, kendine çeki düzen vermemiş olmak"Onu, saç sakal birbirine karışmış görünce bayağı canım sıkıldı" Safra bastırmak: Açlığını yatıştırmak için az miktarda yemek yemek Sağa sola bakmamak: Ortalığı kollamak, çevresi ile ilgilenmemek"Sağa sola bakmadan yürüyordu" Sağ gözünü sol gözünden sakınmak: Çok kıskanmak, üzerine titremek Sağır sultan bile duydu: İşitmedik kimse kalmadı, hemen herkes işitti, duymayan kalmadı"Haklarında çıkan dedikoduyu sağır sultan bile duydu ama siz duymadınız öyle mi?" Sağı solu (belli) olmamak: Bir durum karşısında nasıl davranacağı, ne tavır takınacağı belli olmamak"Dikkatli olun, onun sağı solu belli olmaz" Sağlam kazığa bağlamak: Bir işin aksamadan yürümesini sağlayacak önlemleri alarak güvenilir bir duruma koymak Sağlam ayakkabı değil: Doğruluğuna, namusluluğuna güvenilmez; kişiliği kuşku veren"O mu? Hiç de sağlam ayakkabı değil" Sağlık olsun: "Bir zarara uğradık ama önemli değil, üzülmeye değmez, canımız sağ olsun, kapatırız" anlamında kullanılır Sağmal inek: Kendisinden durmadan çıkar sağlanan, sömürülen, istismar edilen kimse Sahip çıkmak: 1 Birini ilgilenip korumak 2 Bir şeyin kendisine ait olduğunu söylemek"Şu kimsesize sahip çıkalım" Sakalı ele vermek: Başkasının sözünden çıkmayacak bir duruma düşmek, birinin idaresine girmek Sakız gibi yapışmak: Peşini bırakmamak, ayrılmamak, istediğini yaptırmaya çalışmak"Sakız gibi yapıştı yakama, bırakmıyor ki gideyim!" Salkım saçak: Dağınık, düzensiz bir durumda; parçası bir yana ayrılmış Sallantıda kalmak: Bir çözüme bağlanamamak, nasıl olacağı bilinmeden öylece kalmak"İşler sallantıda kaldı; bu, bizi biraz düşündürüyor" Saltanat sürmek: 1 Bolluk, verimlilik içinde yaşamak 2 Hükümdarlık etmek"Üzülme, saltanatı çok sürmeyecek" Saman altından su yürütmek: Hiç kimseye sezdirmeden iş çevirmek, ortalığı birbirine karıştırmak"Saman altından su yürütenleri hiç sevmem" Saman gibi: Tatsız, yavan Sapı silik: Serseri, başı boş, kişiliksiz Sarı çizmeli Mehmet Ağa: Kim olduğu, nerede oturduğu bilinmeyen kimse Sarmaş dolaş olmak: Birbirine sarılıp kucaklaşmak, birbirini iyice kucaklamak"Anne oğul sarmaş dolaş oldular meydanda" Sarpa sarmak: Bir iş, çözülmesi çok güç bir durum almak; zorluklar belirmek"İşler iyice sarpa sardı, nasıl kurtulacağız bundan" Satıp savmak: Eldeki malı veya eşyaları yok pahasına satmak, ucuza satıp tüketmek"Ne varsa satıp savacak, öyle gelecek" Sayıp dökmek: Ne var ne yok hepsini söylemek, arka arkaya sıralamak"Ne sözler sayıp döktü ama kimse anlamadı" Sebil etmek: Bolca vermek, dağıtmak Sedyelik olmak: Ayakta duramayacak hâle gelmek"Adam bir vuruşta sedyelik oldu" Seferber olmak: Bir işe eldeki tüm imkânları kullanarak girişmek"Yanan evi söndürmek için herkes seferber oldu" Selâmı sabahı kesmek: Dostluğu, arkadaşlığı, ahbaplığı kesmek, her türlü ilişkiye son vermek; selâmına bile karşılık vermemek"Onunla selâmı sabahı kesmişsin diyorlar, doğru mu?" Selâm verip borçlu çıkmak: Küçük bir ilgi göstermek karşılığında hemen kendisine bir iş yüklenilmek Senet vermek: 1 Yazılı, imzalı belge vermek 2 "Bu işin böyle olduğuna inanmanı istiyorum" anlamında kullanılır Sen giderken ben geliyordum: "Ben bu oyunları senden daha iyi bilirim, ben daha tecrübeliyim, beni aldatamazsın" anlamında kullanılır Seninki (tatlı) can da benim ki (elinki) patlıcan mı?: "Senin canın kıymetli de benimki kıymetli değil mi?" anlamında kullanılır Senli benli olmak: Çok samimi, içten, teklifsiz biçimde olmak"O kadar senli benli olma yabancılarla" Sen sağ ben selâmet: İş sonuçlandı, artık yapacak bir şey kalmadı"Nihayet bütün mallar satıldı, bundan sonra sen sağ ben selâmet" Sepet havası çalmak: Birini işten çıkarmak, yol vermek, yanından uzaklaştırmak"Demek bize de sepet havası çalacakmış, görürüz bakalım!" Sere serpe: Rahatça, sıkışık olmayarak, açılıp saçılarak, çekinmeden, serbestçe"Yolda sere serpe yürürken korkunç bir ses duydum" Sermayeyi kediye yüklemek: Parasını yiyip bitirmek, işini ve parasını kaybetmek, batırmak"Desene sermayeyi kediye yüklemişsin sen!" Ser verip sır vermemek: Dürüst, güvenilir, ağzı sıkı olmak; ne kadar zorlanırsa zorlansın kimseye sırrını söylememek"Bu ordunun ser verip sır vermeyen yiğitlere ihtiyacı vardır" Ses çıkarmamak: 1 İtiraz etmemek, hoş görerek karşı çıkmamak 2 Hiç konuşmamak, susmak"Kendisine söylenen o kötü sözlere nasıl ses çıkarmadı şaşıyorum" Sesini kesmek: 1 Söylemekte iken susmak, bir şey söylemez olmak 2 Bir kişiyi söylerken susturmak, artık söyletmemek"Şunun sesini kesin, yoksa çıldıracağım!" Ses seda çıkmamak: 1 Hiçbir tepki görülmemek 2 Haber çıkmamak"Ses seda çıkmadı hiçbir komşudan" Ses vermemek: 1 Herhangi bir sesi çıkarmamak 2 Bir çağrıya kulak vermemek"Adam evdeydi ama hiç ses vermedi" Seyirci kalmak: Bir olay karşısında hiç tepki göstermemek, işe karışmamak"Öğrencilerin birbirine girmesine polis seyirci kalamazdı" Sıcağı sıcağına: Hemen, olayın üzerinden fazla zaman geçmeden, unutulmadan"Sıcağı sıcağına gidip onları barıştırmayı düşündü" Sıcak kanlı: Sevimli, cana yakın, sempatik"Ne kadar sıcak kanlı bir çocuk" Sıcak yüz göstermek: Yakınlık göstererek karşılamak"Biraz sıcak yüz gösterseydin günaha mı girerdin?" Sıdkı sıyrılmak: Birinden soğumuş olmak, tiksinmek"Bir kez sıdkım sıyrıldı o adamdan" Sıfıra sıfır, elde var sıfır: "Hiçbir şey elde edemedik, bütün çalışmalar boşa gitti" anlamında kullanılır Sıfırı tüketmek: 1 Elinde avucunda bir şey kalmamak, malı ve parayı bitirmek 2 Gücü kalmamak"Bu kadar düşüncesiz davranmasaydı sıfırı tüketmezdi" Sık boğaz etmek: Bir şey yaptırmak için birini zorlamak, baskı altına almak"Tamam yapacağız, sık boğaz edip durmayın" Sıkı durmak: Güçlü, dayanıklı olmak; güçlü görünerek dikkatli bulunmak"Sıkı dur, şut çekeceğim" Sıkı fıkı: Çok samimi, birbirine çok bağlı, içten ve teklifsiz"Onlar kadar sıkı fıkı insan görmedim" Sıkıntı basmak: Çok daralmak, sıkılmak, can sıkıntısı duymak, ruhen boşlukta olmak"Otobüste beni bir sıkıntı bastı, dokunsalar patlayacaktım hani!" Sıkıntı çekmek: 1 Zorluk, darlık ya da yoksulluk içinde yaşamak 2 Ruhen tedirginlik duymak"Hiç sıkıntı çekmedim desem yalan olur" Sıkıntıya gelememek: Kendini dara düşürücü işlere dayanıklı olamamak, bu işleri yapma yeteneği bulunmamak Sıkı tutmak: Önem vermek"İşleri sıkı tutmazsan böyle olur işte" Sır küpü: Çok şey bilen, çok şey bildiği hâlde kimseye söylemeyen Sır olmak: Aklın eremeyeceği biçimde ortadan kaybolmak Sırra kadem basmak: Bir kimse ortalıktan yok olmak"Sırra kadem bastı adam!" Sırım gibi: İnce yapılı olmasına mukabil güçlü, dayanıklı"Sırım gibi delikanlı olmuş" Sırtı kaşınmak: Söz ve davranışları ile dayak yemeyi hak etmiş bulunmak Sırtından geçinmek: Asalak yaşamak, birinin kesesinden sağlamak"Yeter artık onun bunun sırtından geçindiğin, biraz da sen çalış çabala!" Sırtını dayamak: 1 Güçlü bir yere veya birine güvenmek 2 Bir yere dayanmak ya da yaslanmak"Sırtını babasına dayamış atıp tutuyor, her dilediğini yapıyor" Sırtını yere getirmek: 1 Üstün gelmek 2 Güreşte rakibi sırt üstü yere yatırarak yenmek"Onun sırtını kimse kolay kolay yere getiremez" Sıygaya çekmek: Sorgulamak, yapıp ettiklerinin hesabını sormak Sil baştan: Yapılan işi beğenmeyerek yeniden yapmak Silip süpürmek: 1 Ortada ne varsa hepsini yemek 2 Hepsini alıp götürmek, yok etmek 3 Ortalığı temizlemek"Evi çarçabuk silip süpürdüm" Sinek avlamak: Satış yapamamak, iş ve müşteri olmadığından boş oturmak, iş yapamaz olmak"Sabahtan beri sinek avlayıp duruyoruz" Sinekten yağ çıkarmak: Hemen her şeyden, olmayacak şeyden bile çıkar sağlamaya çalışmak; yarar ummak"Öyle açıkgözdü ki sinekten bile yağ çıkarırdı" Sineye çekmek: Bir zarara, hoş olmayan bir duruma, bir kötü söz veya davranışa ister istemez katlanmak"Uzun yıllar kocasının geçimsizliğini, kabalığını sineye çekti; durdu" Sinirleri alt üst olmak: Haddinden fazla sinirlenmek; ne yapacağını şaşırmak, bilememek Sinirleri boşanmak: Kendini tutamayarak gülmek, ağlamak ya da bağırmak Sinirleri yatışmak: Öfkesi veya kızgınlığı geçmek, sakinleşmek"Çok şükür öfkesi yatıştı, şimdi konuşabilirsiniz" Sinirlerini bozmak: Kızdırmak, öfkelendirmek Sinirleri gergin olmak: En ufak bir olay çıktığı anda tepki gösterecek kadar sinirleri bozuk olmak"Sinirleri çok gergin, üstüne varmayın" Sipsivri kalmak: Tek başına, çaresiz ortada kalmak"Sipsivri kalakalmıştım, ne yapacağımı bilmiyordum" Sivri akıllı: Kimsenin aklını beğenmeyen, düşünceleri kimseninkine benzemeyen, acayip fikirleri olan"Hangi sivri akıllıya uydunuz da böyle yaptınız!" Soğuk almak: Üşüyüp hastalanmak"Soğuk almışım, öksürüp duruyorum" Soğuk duş etkisi yapmak: Ansızın bildirilen tatsız bir haber karşısında olumsuz bir tepki göstermek Soğuk kanlı: Serin kanlı, kolayca kızmayan, heyecana kapılmayan, telâş etmeyen"Helâl olsun, ne soğuk kanlı davrandı" Soğuk nevale: Sevimsiz, söz ve davranışları sıcak olmayan, insanlardan uzak duran kimse Sokağa düşmek: 1 Bir şey çoğalıp değerini yitirmek 2 Kötü yola sapmak"Kimsesiz olduğu için itilip kakıldı, sonunda sokağa düştü zavallı" Sokak süpürgesi: Evinde oturmayıp çok gezen, sürtük kadın Solda sıfır: "Hiçbir değeri ve önemi yok" anlamında kullanılır"Senin yaptığın iş benimkinin yanında solda sıfır kalır" Soluğu kesilmek: Nefes alamaz olmak, gücü tükenmek"Bu yokuş soluğumuzu keseceğe benziyor" Soluk aldırmamak: Çok sıkı çalıştırmak, dinlenmesine fırsat vermemek Soluk soluğa: Zor nefes alarak; heyecan, telâş, yorgunluk veya bitkinlikle; koşmaktan güçlükle, sık sık soluyarak"Soluk soluğa içeri girdi" Son kozunu oynamak: Elindeki son imkânı kullanmak, son çareye başvurmak Sonradan görme: Sonradan zenginleşerek gösteriş, kibarlık, övünme gibi davranışlarda bulunan"Sonradan görme ne olacak!" Sorguya çekmek: Bir kimseye yaptıklarından ötürü sorular sormak ve cevaplarını istemek"Mahkûmu hemen sorguya çekmişler" Soyup soğana çevirmek: 1 Her şeyini, varını yoğunu elinden almak 2 (Hırsız) bir yeri ya da kişiyi iyice soymak"Dükkânı soyup soğana çevirmişler" Sökün etmek: Bir şey çıkagelmek, art arda gelmek, birbiri ardından görünmek"Göçmen kuşlar ufuktan sökün ettiler" Söz açmak: Bir konu hakkında konuşmaya başlamak"Toplantıda felsefeden söz açtı" Söz almak: 1 Konuşmaya başlamak için toplantı başkanından izin almak, öyle konuşmaya başlamak 2 Birinin bir iş yapacağını kesin olarak bildirmesini sağlamak 3 Erkek tarafı, istenilen kızın verileceğine dair ailesinden olumlu cevap almak"Toplantıda ilk olarak Ayşe söz almak istedi" Söz altında kalmamak: Bir kimsenin kendisini inciten sözüne benzer şekilde cevap vermek"Benim söz altında kalacağımı sanıyordu" Söz ayağa düşmek: Bir konu, herkesin ağzına dökülmek, sorumsuz ve yetkisiz kimselerin düşünce bildirdikleri duruma gelmek Söz bir Allah bir: "Verdiğim sözü yerine getireceğim, ondan dönmeyeceğim; Cenab-ı Hakk`ın bir olduğunda şüphe yoktur; ona nasıl inanıyorsam, verdiğim sözün doğruluğuna da inanın" anlamında kullanılır Söz birliği etmek: Bir olayla ilgili olarak aynı şeyleri söylemek üzere anlaşmak, aynı görüşte olmak"Onunla söz birliği mi ettiniz?" Söz çıkmak: 1 Ortalıkta bir rivayet dolaşmak 2 Hakkında dedikodu yapılır olmak"Bir daha görüşmek istemiyorum, hakkımızda söz çıkacak diye korkuyorum" Sözde kalmak: Yapılması kararlaştırılmış bir iş gerçekleşmemek"Sözde kalacaksa konuşmamızın bir anlamı yok" Söz dinlemek: Verilen bir öğüdü, bir sözü tutmak, davranışlarını buna uydurmak"Sözümü dinleseydin başına bunlar gelmezdi!" Söz geçirmek: Dediğini yaptırmak"Oğluna söz geçirdin mi ki bana karışıyorsun?" Söz gelmek: Bir davranışından veya sözünden ötürü eleştiriye uğramak, kötülenmek, yakınları kendisine darılmak Söz götürmez: Gerçekliği, doğruluğu kesin ve açık olan; tersi savunulamayan"Söz götürmez işler bunlar" Söz (laf) işitmek: Paylanmak, azarlanmak, biri kendisine darılmak"Durup dururken babamdan söz işittik yine" Söz kaldırmamak: Onu inciten, onuruna dokunan söze dayanamayıp karşılık verir olmak"Bu sözleri kaldırmamı beklemiyordun her hâlde?" Söz kesmek: Evlenmek için anlaşıp kesin karar vermek"Söz kesildi, iki ay sonra düğün olacak" Söz sahibi olmak: Herhangi bir konuda konuşmaya yetkisi bulunmak"Bu şirketin alım ve satımında söz sahibi olmadığımı da kim söylemiş?" Sözü ağzında bırakmak: Söylemekte olduğu şeyi bitirmesine fırsat vermemek, engel olmak Sözü bağlamak: Konuştuklarını bir sonuca vardırmak, konuşmayı sonuçlandırmak"Sözü bağlamasına az bir zaman kalmıştı ki bir gürültü koptu" Sözü çiğnemek: Söyleyeceklerini açık ve kesin ortaya koyamamak, istediğini söyleyememek Sözü (bir şeye) getirmek: Konuşurken asıl üzerinde durmak istediği meseleye üstü kapalı değinmek, bu konunun üzerinde konuşulmasını sağlamak"Söylesene açıkça, sözü nereye getirmek istiyorsun?" Sözü kesmek: 1 Söyleyeceklerini bitirmeden susmak 2 Başkasının konuşmasına engel olmak"Bir anda sözünü kesip kürsüden indi" Sözüm meclisten dışarı: "Konuşmam arasında hoşunuza gitmeyecek, kaba olabilecek, ağza alınması doğru olmayan sözler kullanacağım ancak bunların sizinle ilgisi yoktur" anlamında kullanılır Sözüm ona: "Güya, sanki, sözde" anlamlarında kullanılır Sözünde durmak: Verdiği sözün gereğini yerine getirmek"Demek sözünde duracaksın, iyi" Sözünden çıkmamak: Birinin isteklerine, öğütlerine kulak vermek, o ne derse onu yapmak Sözüne gelmek: En sonunda karşı çıktığı kimsenin fikrini kabul etmek"Demek sözüme geldin, o hâlde gidelim" Sözünü balla kestim: "Sözünüzü kesmemi hoş görün; özür dilerim, sözünüzü kesmek zorunda kaldım" anlamında kullanılır Sözünü esirgememek: Ne düşünüyorsa söylemek, kimseden çekinmemek, karşısındakini kıracağım diye kaygılanmamak"Ondan sözümü esirgeyecek değilim, tamam mı?" Sözünü geri almak: Söylemiş olduğu sözün doğru olmadığını kabul ederek söylenmemiş sayılmasını istemek"Sözünü geri al, yoksa karışmam!" Sözünün eri olmak: Verdiği sözü ne pahasına olursa olsun yerine getiren bir kişi olmak"Ona güvenin, o sözünün eri olan birisidir" Sözünü tutmak: 1 Verdiği sözü yerine getirmek 2 Birinin verdiği öğüde uymak"Babanın sözünü tut, zararlı çıkmazsın" Sözünü yabana atmamak: Bir kimsenin söylediklerine önem vermek"Öğretmenin sözünü yabana atma sakın" Sucuk gibi ıslanmak: Baştan aşağı, elbisesinin ve vücudunun her yanına su değmek"Hortumu üstüme tutup beni sucuk gibi ısladı" Sudan cevap: Üstünkörü, tutar yanı olmayan, baştan savma cevap"Ne sordumsa sudan cevaplar aldım" Sudan ucuz: Çok ucuz, âdeta bedava gibi"Sizin orda elbiseler sudan ucuzmuş öyle mi?" Su dökünmek: Yıkanmak"Buz gibi havada bile su dökünmekten kaçınmaz" Su gibi akmak: 1 Zamanın çok hızlı geçip gitmesi 2 Bol bol gelmek ya da gitmek (para, yiyecek vs)"Para su gibi akıyor, o harcamayacak da ben mi harcayacağım?" Su gibi bilmek: Çok iyi, yanlışsız bilmek veya okumak"Senin konunu da su gibi biliyorum" Su gibi ezberlemek: Çok iyi, yanlışsız ve takılmadan söyleyebilecek ölçüde ezberlemek Su gibi gitmek: Bol bol harcamak"Paralar su gibi gitti" Su götürmez: Kesin, başka bir yoruma açık olmayan"Şu anlattıkları su götürmez gibi geliyor bana" Su götürür olmak: Çeşitli yorumlara elverişli olmak Su içinde kalmak: Çok terleyip sırılsıklam olacak biçimde ıslanmak Su katılmamış: Saf, katıksız, bozulmamış, başka bir etkiyle değişmemiş olan, hilesiz Su koyvermek: 1 Sebze ve et pişerken suyunu salıvermek 2 Cıvıtmak, sözünde durmamak"Su koyvermeden çalışamaz mısın sen?" Sululuk etmek: Cıvıklık etmek, taşkın hareketlerde bulunmak, ciddi davranmamak"Sululuk etmeyi bırak da çalışmaya bak" Surat asmak: Kaşlarını çatıp yüzüne küskün ve dargın bir anlam vermek Surat bir karış: Öfkeli, kızgın, üzüntülü ve somurtkan"Yanına vardığımızda suratı bir karıştı" Suratını ekşitmek: Hoşnutsuzluğunu yüz ifadesiyle belli etmek"Bütün gün suratını ekşitip durdu" Sus payı: Bir kimseye bildiklerini söylememesi karşılığında verilen para, susmalık Suya götürüp susuz getirmek: Birinden çok kurnaz olmak, onu aldatabilecek kadar akıllı ve kabiliyetli olmak Suya sabuna dokunmamak: Sakıncalı konulardan uzak durmak, davranışlarıyla birilerini incitmeyecek yol tutmak"Başına gelen son belâdan sonra suya sabuna dokunmamaya karar verdi" Suyu bulandırmak: İyi, olumlu, yolunda giden bir işi art niyetle karıştırmak"Sen de suyu bulandırmasan olmaz değil mi?" Suyu kaynamak: İş başından uzaklaştırılması zamanı yakın olmak"Sen de suyu kaynayanlar arasında yer alıyorsun" Suyu mu çıktı?: "Beğenilmeyecek nesi var, ne kusurunu gördün ki orada kalmıyorsun?" anlamında kullanılır Suyun başı: 1 Suyun çıktığı yer, kaynak 2 En çok yarar sağlanacak yer 3 Bir iş için en önemli, iş en son kendisinde bitecek kişi, mevkii"Yorgun bedenlerini suyun başındaki çimenlerin üstüne bıraktılar" Suyunca gitmek: Bir kimseyi öfkelendirmeyecek biçimde hareket edip davranışlarını onun isteğine, eğilimlerine uydurmak"Aman kızım kocanın suyunca git de sana zarar vermesin" Suyu nereden geliyor?: "Bu işi yürütmek için harcanan para hangi kaynaktan sağlanıyor" anlamında kullanılır Suyunu çekmek: 1 Yemek çok kaynayıp hiç suyu kalmamak 2 Bir şeye özellikle de para harcanıp tükenmek"Paralar suyunu çekti, ağanın da forsu bitti" Suyunun suyu: Çok uzaktan ilgisi bulunan şey Su yüzü görmemiş: Hiç yıkanmamış, çok kirli"Günlerce hapiste kaldım, su yüzü görmedim hiç" Su yüzüne çıkmak: Belli olmak, aydınlanmak"Bu işin asıl sebepleri su yüzüne çıkacak, sen de gününü göreceksin" Süklüm püklüm: Korkup çekinerek, ezilip büzülerek, utanıp sıkılarak"Süklüm püklüm yanımıza yaklaştı Sükûtla geçiştirmek: Asıl mesele üzerinde bir şey konuşmamak, sessizce atlamak Sünger çekmek: Unutmak, silmek, hiçbir şey olmamış saymak"Sen o işin üzerine bir sünger çek hele" Süngüsü düşük: Eski atılganlığı, neşesi, canlılığı, etkinliği kalmamış"Bir hayli süngüsü düşük çıktı müdürün yanından" Sürüncemede kalmak: Gecikmek, bir türlü sonuçlanamamak, askıda kalmak"Bizim iş sakın sürüncemede kalmasın çocuklar!" Sürüden ayrılmak: Herkesin tuttuğu yolu bırakıp ayrı bir yol takip etmek"Sürüden ayrılanı her zaman kurt kapar mı?" Süt dökmüş kedi gibi: Bir kabahat işleyip de bu kabahatinden dolayı utanan, korkan, çekinen kimsenin durumunu anlatmak için kullanılır Süt kuzusu: 1 Henüz meme emen kuzu 2 Çok küçük bebek, yavru, korunması gereken küçük çocuk 3 Çok nazlı, el bebek gül bebek büyütülmüş kimse"Daha süt kuzusu o, nasıl kıyılıp da vurulur ona?" Süt liman olmak: Dingin, gürültüsüz, sakin olmak"Ortalık bir anda süt liman olmuştu" Sütü bozuk: Mayası bozuk, kötü soydan gelen ve ahlâksızlık eden kimse"Senin gibi sütü bozuklara selâm verilir mi?" * * * * * * * * * * Şad olmak: Sevinmek, mutlu olmak"Seni gördük, şad olduk" Şafak atmak: Aniden önemli bir durumla karşı karşıya kaldığını anlamak, bu sebeple tedirgin olmak"Onu yanımdan kovunca bende şafak attı" Şafak sökmek: Güneşin doğmaya başlamasıyla gece karınlığının yavaş yavaş kaybolup ortalık aydınlanmaya başlamak"Şafak sökmeye başlayınca yola çıkmaya karar verdiler" Şaha kalkmak: 1 Atın ön ayaklarını yerden kesip arka ayakları üstünde yerde durması 2 Coşmak, kükremek, baş kaldırmak"Azgın at şaha kalkarak binicisini sırtından yere attı" Şaka gibi gelmek: Bir türlü inanamamak"Bütün olup bitenler şaka gibi geliyordu onlara" Şaka götürmemek: 1 Şakadan hoşlanmamak 2 Bir iş ya da durum dikkatsizliğe, önemsenmemeye gelmemek"Bu iş şaka götürmez beyler, dikkat edin!" Şaka kaldırmak: Kendisine yapılan şakalara katlanmak, dayanmak Şaka maka (derken): "Ciddiye almıyor, ağırlığını duymuyor, gerektiği gibi önemsemiyorduk ama sonunda gerçekten önem vermemiz gerektiği ortaya çıktı" anlamında kullanılır Şakası yok: 1 Tehlikeli 2 (O) hatır gönül tanımaz, gerekeni yapar, ciddi bakar olaya"Şakası yok bu adamın, hemen buradan gidelim" Şakaya getirmek: 1 Oldukça önemli, ciddi bir şeyi açıktan söylemeyip şaka yollu söylemek 2 Önemli bir meseleyi şaka yaparak geçiştirmek"İşi şakaya getirip unutturmaya kalkma emi!" Şakaya vurmak: Ciddî bir söz ve davranışı şaka yoluyla geçiştirmek Şamar oğlanı: Herkesin hıncını aldığı, dövdüğü, çattığı, söylendiği kimse"Yeter artık, şamar oğlanı olmaktan kurtar kendini!" Şamata koparmak: Gürültü, patırtı yapmak Şapa oturmak: Güç bir duruma düşmek, çıkmaza girmek"Şimdi şapa oturduk işte, yardım alacak kimse de yok ortalıkta" Şart koşmak: Bir işin yapılmasını önceden bir şarta bağlamak"Para almadan, vermeyeceğini şart koş ona" Şeref vermek: Onurlandırmak, yapıp ettikleriyle övünç kaynağı olmak Şerefini korumak: Onurunu, kişiliğini gözetmek Şeşi beş görmek: Yanlış görmek, görüşünde aldanmak"Şeşi beş gördüm her hâlde" Şeyhin kerameti kendinden menkul: Çok büyük işler yaptığını belirtiyor ama bunu doğrulayacak ne kanıt ne de kimse var ortalıkta Şeytana uymak: Dinin emirleri dışına çıkmak, haram olan işlere bulaşmak, doğru yoldan ayrılmak"Şeytana uyup da tekrar kumara başlayacak diye korkuyorum" Şeytan diyor ki!: "İçimden şu kötü işi yap, doğru yoldan ayrıl eğilimi geçip duruyor" anlamında kullanılır"Şeytan diyor ki git şunu bir güzel döv" Şeytan dürtmek: Durup dururken uygunsuz, kötü bir davranışta bulunmak"Güzel güzel oynarken arkadaşına vurup kaçtı, şeytan dürttü her hâlde" Şeytan görsün yüzünü: "Onunla hiç görüşmek, bir arada bulunmak istemiyorum" anlamında kullanılır Şeytanın art bacağı: Çok afacan ve yaramaz (çocuk) Şeytanın ayağını kırmak: 1 Aksiliği, uğursuzluğu yenmek 2 Herhangi bir sebepten ötürü yapamadığı bir şey yapmak"Haydi, şu şeytanın bacağını kır da bize gel" Şeytan kulağına kurşun: İyi bir durumdan, işten gidişten söz ederken "Aman nazar değmesin, Allah kötülerin şerrinden korusun, şeytandan uzak bulundursun" anlamında kullanılır Şeytanın yattığı yeri bilmek: Çok kurnaz ve açıkgöz olmak; bilinmesi, hatırlanması güç şeyleri bilmek; pek çok şeyden haberdar olmak"O ne tilkidir bilemezsin, şeytanın yattığı yeri bile bilir" Şıp diye geçmek: Ansızın, birdenbire geçmek Şifayı bulmak (veya kapmak): Hastalanmak"Burnum akıyor, yine şifayı kapacağız desene" Şimdiden tezi yok: Hemen, hiç durmadan, hiç vakit kaybetmeden"Şimdiden tezi yok, ne yapılacaksa yapılmalıdır" Şimşekleri üzerine çekmek: Söz ve davranışlarıyla çevresindekileri kızdırmak; rahatsız etmek; sert eleştirilerine, saldırılarına hedef ve neden olmak"Boşu boşuna şimşekleri üzerine çektin" Şirazesinden çıkmak: Bozulmak, çığırından çıkmak, düzenini yitirmek Şom ağızlı: Hemen her olayı kötüye yoran, kötü şeyler olacağını söyleyen, ileri sürdüğü ihtimallerin gerçekleşmesinden korkulan kimse"Milleti korkutup durma, kapa şu şom ağzını da rahatlayalım" Şöyle bir: Üstünkörü, gelişigüzel, üzerinde durmayarak"Şöyle bir baktım vitrindeki elbiselere" Şöyle böyle: 1 Ne iyi ne kötü, orta derecede 2 Hemen hemen, aşağı yukarı, yaklaşık olarak"Şöyle böyle üç yıl oldu onunla görüşemedik" Şundan bundan: Belli belirsiz, önemsiz şeyler"Eh işte, şundan bundan konuşup durduk" Şunu bunu bilmemek: İtiraz dinlememek, mazeret kabul etmemek, bahane istememek"Şunu bunu bilmem, yarın akşam sizi bekliyoruz" Şunun şurası: Küçümseme, azımsama, yakın bir yer belirtmek istendiğinde kullanılır"Şunun şurası on adımlık yer, gelmeyecek misin?" Şüphe kurdu: Kişinin içini kemiren, onu tedirgin eden kuşku"Onu arkadaşlarıyla birlikte gönderdim ama yine de içimi bir şüphe kurdu kemirip duruyor" |
Deyimler Sözlüğü - Alfabetik Düzende |
10-28-2012 | #18 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler Sözlüğü - Alfabetik DüzendeT - U - Ü - V - Harfi İle Başlayan Deyimler Tabana kuvvet: "Binecek bir şey yok, yayan gitmekten başka çare de kalmadı" anlamında kullanılır"Haydi kalkın bakalım, tabana kuvvet!" Tabanları kaldırmak: Çok hızlı yürümeye ya da çok hızlı koşarak kaçmaya başlamak"Polislerin geldiğini görünce tabanları kaldırdı" Tabanları yağlamak: 1 Uzak bir yere yayan olarak gitmek için hazırlanmak 2 Hızlıca koşarak kaçmak Taban tabana zıt: Birbirinin tamamen karşıtı olmak, birbirine çok aykırı"Taban tabana zıt düşüncelere sahiptiler" Taban tepmek (patlatmak): Yayan olarak çok uzun yol yürümek, çok sık gidip gelmek"Kasaba ile köy arasında o iş için az taban tepmedim" Tabanvayla gitmek: Araçla değil de yürüyerek gitmek Taburcu olmak: İyileşen hasta, bakıma gerek duymadığından hastaneden çıkmak"Taburcu olan arkadaşlarını karşılamaya gittiler" Tadı damağında kalmak: Tadını, lezzetini bir türlü unutamamak"O kebabın tadı damağımda kaldı" Tadına bakmak: Küçük bir parçasını ağzına alarak lezzetini denemek, nasıl olduğunu yoklamak"Yemeğin tadına baktın mı?" Tadına varamamak: Bir şeydeki ince güzelliği duyamamak, hissedememek ya da kavrayamamak"Şu dostluğumuzun tadına varamadım daha" Tadında bırakmak: Ölçülü olup aşırılığa kaçmamak"Yeter çocuklar! Tadında bırakın, havayı bozacaksınız yoksa" Tadını almak: 1 Bir şeyin lezzetini almak 2 Yaptığı işten zevk duymaya başlamak"O işin tadını aldı bir kez, daha peşini bırakmaz" Tadını çıkarmak: Bir şeyin sağladığı güzelliklerden ya da imkânlardan istediği gibi yararlanmak"Şu tatilin tadını çıkarmaya çalışacağım" Tadını kaçırmak: Zevkine varılmaya çalışılan bir şeyde aşırılığa kaçarak olumsuz bir durum oluşturmak, zevki bozmak Tadı tuzu kalmamak: Eski zevk veren yanı kalmamak, yavanlaşmak, güzel ve çekici durumu ortadan kalkmak"İşlerimizin artık tadı tuzu kalmadı" Tahtalı köy: Mezarlık Tahtası eksik: Aklı noksan, deli"O ne biçim hareketti, tahtası eksik galiba!" Takım taklavat: Hepsi, parçalarıyla birlikte Takıp takıştırmak: Özenerek süslenmek"Takıp takıştırmış, öyle çıkmıştı sokağa" Takke düştü kel göründü: Kusuru, kabahati örten şey ortadan kalkınca bütün çirkinlikler, hileler, ayıplar ortaya çıktı Tam adamını bulmak: 1 En uygun kişiyi seçmek 2 En uygunsuz kişiyi seçmek"Tam adamını bulmuşsunuz hani!" Tam takır kuru bakır: İçinde hiçbir şey yok, bomboş"Tam takır kuru bakır bir ev bırakıp gitmişler" Tam üstüne basmak: İstenilen şeyi bulmak, fikir ve davranışlarında isabet kaydetmek, istenilen sözü söylemek Tanrı misafiri: Eve kendiliğinden gelen konuk"O bir Tanrı misafiridir Nasıl kalk git diyebilirim" Taraf tutmak: Bir yanı desteklemek, yan çıkmak"Ben sana taraf tutup da onların düşmanlığını kazanma demedim mi?" Tarihe karışmak: Yalnız adı anılır olmak veya etkisi yok olmak Tası tarağı toplamak: Gitmek üzere bütün eşyasını toplamak"Tası tarağı toplamış arabanın gelmesini bekliyorduk" Taş atmak: Birine dokunacak, onu incitecek söz söylemek Taş attı da kolu mu yoruldu?: "Bu kazancı sağlamak için hiç yoruldu mu, emek verdi mi, para harcadı mı?" anlamında kullanılır Taşa tutmak: Üst üste taş atmak, sürekli taşlamak"Çocuklar aşağı yoldan geçen karşı köylüleri taşa tuttular" Taş çatlasa: "Ne yapılsa, ne denli zorlansa, gerçekleşmesi imkânsız" anlamında kullanılır"Taş çatlasa bu elbise otuz binden fazla etmez" Taş çıkartmak: Biri, ötekinden niteliğiyle üstün olmak"Nezaketiyle akranlarına taş çıkartıyor" Taşı gediğine koymak: Zekice bir hareketle gerekli bir sözü tam zamanında ve yerinde söylemek Taşı sıksa suyunu çıkarmak: Bedence çok kuvvetli, dinç kimse"Taşı sıksa suyunu çıkarır bir adamdı, hastalık onu ne hâle getirmiş!" Taş kesilmek: Çok şaşırıp ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemez olmak; sesini çıkaramamak, hareket edememek"Çocuk sanki taş kesilmişti" Taş üstünde taş bırakmamak (koymamak): Her şeyi yıkıp yerle bir etmek"Belediye araçları gecekonduları yerle bir ettiler, taş üstünde taş koymadılar" Taş yürekli: Hiç acıma hissi taşımayan, merhametsiz"Taş yürekli herifler, çocukları hiç acımadan kurşuna dizdiler" Tatlı dil: Gönül alıcı, hoşa giden, kırmayan konuşma biçimi ya da söz"Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır" Tatlı sert: Kırmamakla birlikte yumuşak da olmayan söz ya da davranış Tatlı su firengi: Batılılık taslayan, Batılı gibi davranan Doğulu Hristiyan Tatlıya bağlamak: Bir anlaşmazlığı tarafları memnun edecek biçimde bir çözüme ulaştırmak"Nihayet işi tatlıya bağladık" Tava getirmek: Gereği kadar ısıtmak Tavına getirmek: Bir işi en uygun duruma getirmek"Tavına getirip söyle" Tava gelmek: 1 Yumuşamak, kanmak 2 Süzülecek duruma gelmek"Söylediğim sözlerle tava geldi; tamam, yapalım dedi" Tavır almak (takınmak): Belli bir durum ve davranış almak"Ağabeyim bana niçin karşı tavır aldı bilmiyorum" Tavşana kaç tazıya tut: Birbirine karşı olan tarafları çatışma için kışkırtma, davranışlarında yüreklendirme Tavşanın suyunu suyu: İki şey arasında çok uzak bir ilgi olduğunu anlatmak için kullanılır Tavşan yürekli: Korkak, ürkek, çekingen"Amma da tavşan yürekli bir adammışsın" Tazıya dönmek: 1 Oldukça zayıflamış olmak 2 Sırılsıklam, çok ıslanmış olmak Tebelleş olmak: Kancayı takmak, musallat olmak, istediğini yaptırıncaya kadar yakasını bırakmamak"Başıma iyice tebelleş oldu, nereye gitsem oraya geliyor" Tebdil gezmek: Tanınmamak için kılık değiştirerek gezmek Tefe koymak: Biriyle ilgili olarak alaylı dedikodu yapmak"Bunlar adamı tefe koyarlar, sakın ağzından bir şey kaçırma" Tekbir getirmek: "Allah-ü ekber" diyerek Allah`ın adını yüceltmek Tekerine çomak sokmak: Birinin yolunda giden işini engellemek, aksatmak gibi davranışlarda bulunmak"Adamın tekerine çomak soktular, düzenini altüst ettiler" Tekin değil: 1 İçinde cinlerin olduğu kabul edilen bina ya da yer 2 Kendisinde bazı gizli güçlerin olduğu sanılan, tehlikeli kabul edilen kimse"O eski ev tekin değil diyorlar" Telâşa düşmek: Heyecanlanmak, aceleci olmak Tel çekmek: 1 Telgraf çekmek 2 Telle sınırlandırmak, telle çevirmek Telleyif pullanmak: Kimi bezeme teli ve süslerle iyice süslemek"Gelini bir güzel telleyip pulladılar" Temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp koymak: Bir meseleyi sürekli anlatmak, yeni bir şeymiş gibi birçok defa söz konusu etmek Temel atmak: 1 Bir yapının temellerini yapmaya başlamak 2 Bir işe başlamak, ilk davranışta bulunmak, girişmek"Evin temelini yarın atacağız inşallah" Temel taşı: 1 Bir yapının temeline konan taş 2 Bir şeye temel olan öğe, kişi, bir şeyin aslî unsuru, en güçlü dayanağı"Bu şiir, onun şiir anlayışının temel taşıdır" Temize çekmek: Karalama hâlindeki bir yazıyı yeniden, silintisiz ve kazıntısız bir şekilde kâğıda yazmak"Ödevlerinizi temize çekin" Temize çıkmak: Bir kimsenin suçsuz olduğu anlaşılmak"O yapmadı, temize çıkacak, göreceksin!" Temiz para: 1 Kesintiden sonra elde kalan para miktarı 2 Doğru yoldan kazanılmış para Tencerede pişirip kapağında yemek: Kıt kanat geçinmek, olanıyla yetinmek Tencere dibin kara seninki benden kara: "Kötülükte, kusur yönünde sen benden daha betersin" anlamında kullanılır Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş: İki değersiz kişi bir araya gelmiş, birleşmiş, yakışmışlar birbirlerine Tepeden bakmak: Küçümsemek, kendini üstün görmek"İnsanlara tepeden bakmayı bırak artık, aciz bir varlık olduğunu düşün" Tepeden inme: 1 Beklenmedik, şaşırtıcı, ansızın gelen 2 Yüksek bir makamdan çıkan buyruk, emir"Tepeden inmeyle bir sürü ehliyetsiz adam geçti işin başına" Tepeden tırnağa (kadar): Her yanı, baştan aşağı, bütün vücudu"Tepeden tırnağa gözden geçirdi ihtiyarı" Tepesi atmak: Çok sinirlenmek, birden öfkelenmek"Tepesi atar atmaz salondakileri dışarı çıkardı" Tepesinde havan dövmek: Üst kattakiler gürültü yaparak alt kattakileri rahatsız etmek Tepesinden (başından) kaynar su dökülmek: Hiç ummadığı bir durumla karşılaşıp derin bir üzüntüye kapılmak, sıkıntı içinde kalmak"Hayır cevabını alınca tepesinden kaynar su döküldü" Tepesine binmek: 1 Şımarıklığı sebebiyle her istediğini yapmak, yaptırmak 2 Kendinden güçsüzleri ezmek, onlara kötü davranmak"Düşmanların tepesine binmek boynumuza borç oldu" Tepesi üstü: Tepe taklak, başı yere gelmek üzere"Çocuk sandalyeden tepesi üstü düşmüştü" Tepe tepe kullanmak: Yıpranacağını, eskiyeceğini düşünmeden, sakınmadan istediği gibi kullanmak"Bu kadar istiyorsan al senin olsun, tepe tepe kullan!" Terbiyesini vermek: Yaptığı kırıcı hareketler, kullandığı kötü sözler için kendisini sertçe uyarmak, azarlamak, gerekirse dövmek Tercüman olmak: Başkasının duygusunu, düşüncesini dile getirmek, anlatmak Ter dökmek: 1 Bir işi yapmak için çok zahmet, zorluk çekmek 2 Çok terlemek"Bu işi başarmak için az ter dökmedi" Tereciye tere satmak: Birine çok iyi bildiği bir konuda bilgi vermeye çalışmak Tere yağından kıl çeker gibi: Hiç kimseye zarar vermeden, çok kolaylıkla kimseye hissettirmeden, kimi sorumluluklardan kurtularak"Merak etme sen, tereyağından kıl çeker gibi halledecektir işi" Tersi dönmek: Şaşkınlıktan bulunduğu ve gideceği yeri kestirememek Ters tarafından kalkmak: Aksi, huysuz ve ters olmak"Ters tarafından kalktın galiba, ne dersem tersini yapıyorsun" Ters yüz etmek: İçini dışına, altını üstüne getirmek ya da çevirmek"Gömleğin yakasını ters yüzü edip diktim" Ters yüz geri dönmek: İstediğini elde edemeden, eli boş dönmek Teselli etmek: Avundurmak, acısını gidermeye, onu rahatlatmaya çalışmak"Arkadaşını en iyi şekilde teselli ettiğine eminim" Teselli bulmak: Avunmak Teslim bayrağı çekmek: 1 Yenilgiyi kabullenmek, teslim olmak 2 Bir çekişme sonunda karşısındakinin istediğini yapmaya razı olmak"Yakında teslim bayrağını çekerler, endişeye kapılmayın" Teslim olmak: 1 Kendinden üstün bir güç karşısında yenilgiyi kabul etmek, mücadeleden vazgeçmek 2 Kendini teslim etmek, birtakım ellere bırakmak"Teslim olursan kılına dokunulmayacaktır!" Teşrif etmek: Onurlandırmak, şereflendirmek Tetikte olmak: Her an uyanık ve hazır bulunmak"Ben size tetikte olun, gözünüzü dört açın demedim mi?" Tez canlı: Aceleci, sabırsız, beklemeye dayanamayan"Bu kadar tez canlı olma!" Tez elden: Çabucak, bir an önce, çarçabuk,"Tez elden hastaneye gitmeli bu yaralı!" Tezgâhı kurmak: İşe başlamak üzere tüm araç ve gereçleri hazırlamak, çalışmaya başlamak"Hemen tezgâhı kurup gittiler" Tezkeresini eline vermek: Kovmak, işten atmak, işine son vermek Tıka basa doldurmak: Doldururken çok bastırıp sıkıştırmak, hiç boş yer bırakmamak"Çuvalı tıka basa doldurun, ne alırsa kârdır" Tıka basa yemek: Haddinden fazla yemek, çok yemek, mideyi rahatsız edecek kadar çok yemek"Doymaz çocuk, tıka basa doldurdu karnını" Tımarhane kaçkını: Delice işler yapan kimse Tıpış tıpış yürümek: 1 Kısa adımlarla çabuk yürümek 2 İster istemez bir yere gitmek Tıraş etmek: 1 (Saç, sakal) benzeri tıraş işini yapmak 2 Bıkkınlık verecek kadar uzun ve gereksiz konuşmak"Yeni berber iyi tıraş yapamıyor" Tırnak göstermek: Gözdağı vermek, korkutmak Tırpan atmak: 1 İstemediği kişilerin bir yerdeki görevlerine son vermek 2 Kırıp geçirmek, topluca öldürmek, kıyıma uğratmak"Genel müdür olunca, ilk işi yardımcılarına tırpan atmak oldu" Tohuma kaçmak: Yaşlanmak, evlenme çağı geçip kartlaşmak Tok evin aç kedisi: Varlıklı olduğu hâlde doymayan, ihtiyacı olmadığı hâlde aç gözlülük eden, her gördüğüne sahip olmak isteyen (kimse)"Bu çocuk da tok evin aç kedisi" Tokat aşketmek: Ansızın el içi ile vurmak Tok gözlü: Mala, paraya, yiyeceğe düşkün olmayan; cömert Tok sözlü: Sözünü esirgemeden, çekinmeden, hatır gönül dinlemeden söyleyen"Rahmetli tok sözlü bir insandı" Tongaya basmak: Tuzağa düşmek"Çok kötü bastı tongaya" Top atmak: İflas etmek"Bu kadar kısa zamanda top atacağımızı sanmazdım" Topa tutmak: 1 Bir yeri top ateşi altında bulundurmak 2 Bir kimseye kırıcı, ağır sözler söylemek Topun ağzında: Tehlikeye, saldırıya en yakın yerde olmak Toprağı bol olsun: Müslüman olmayan ölülerin anılması sırasında kullanılır, Müslüman ölüler için "Allah rahmet eylesin" denir Topu topu: (Azımsanan şeyler için) olup olacağı, yalnızca, hepsi"Topu topu beş elma almış" Toz kondurmamak: Bir şeyi kusursuz göstermek, onda bir kusurun olabileceğini kabul etmemek"Kızına da hiç toz kondurmuyor" Toz olmak: Ortadan kaybolmak, kaçmak, uzaklaşmak"Çabuk toz olun buradan" Toz pembe görmek: Aşırı iyimser olmak; hemen her aksaklığı, üzücü durumları iyimserlikle karşılamak"Hayatı hep toz pembe görmüştür" Tozu dumana katmak: 1 Ortalığı altüst etmek, karışıklığa yol açmak, gürültü patırtı çıkarmak 2 Çok fazla toz kaldırarak koşmak veya kaçmak"Başıboş sığırlar tozu dumana katarak yokuştan aşağı iniyorlardı" Tur atmak: Dolaşmak, dolaşıp gelmek"Evin etrafında iki tur atıp yanıma gelsin" Turnayı gözünden vurmak: Hiç beklenmedik bir kazanç sağlama imkânını ele geçirmek Turp gibi: Çok sağlıklı, sağlam, rahatı yerinde"Merak etme, turp gibi o" Turşu gibi olmak: Çok yorgun, bitkin düşmek"Üç gündür çalışıyoruz, turşu gibi oldum, hiç hâlim kalmadı" Turşusu çıkmak: 1 Çok yorulmak 2 İyice ezilmek, parçalanmak"Armutların turşusu çıkmış, yenecek hâlleri kalmamış" Turşusunu kurmak: Bir şeyi kullanmak, harcamak gerekirken kıyamamak durumunda söylenir"Kullanmadığı sandalyeyi vermiyor, turşusunu kuracak sanki" Tut kelin perçeminden: Güç bir durumda çözümün zor olduğunu anlatmak için kullanılır Tuttuğu dal elinde kalmak: Dayandığı, güvendiği şey önemini kaybederek işe yaramaz hâle gelmek, fayda temin edemez olmak Tuttuğunu koparmak: Her girişiminden başarıyla çıkmak, her işi becermek,"O tuttuğunu koparır bir delikanlıdır, güvenin ona" Tutunacak dalı olmamak: Güveneceği, dayanacağı kimse bulunmamak"Küçüktüm, tutunacak dalım yoktu, tek başımaydım" Tuz biber ekmek: 1 Bir yemeğe tuz ya da biber dökmek 2 Bir üzüntünün acısını, bir kusurun ağırlığını daha da artırmak"İyi yaptın sanki, o günleri hatırlatarak tuz biber ektin kadının yüreğine" Tuz (la) buz olmak: Kırılıp parçalanmak, çok küçük parçalara ayrılmak, paramparça olmak"Masadan düşen vazo tuzla buz oldu" Tuzlayayım da kokma: Bilip bilmeden konuşanlar, yüksekten atanlar, düşüncesinde aldananlar için küçümseme sözü olarak kullanılır Tuzluya mal olmak: Oldukça çok para harcanarak sağlanmış olmak"Arabayı tamir ettirdik ama tuzluya mal oldu" Tuzu kuru: Hiçbir derdi, sıkıntısı olmayan; kazancı yerinde olduğu için kaygılanmayan"Sana göre hava hoş, gülersin, oynarsın, tuzun kuru nasıl olsa" Tükürdüğünü yalamak: Verdiği sözden geri dönerek benliğini küçültmek"Ben tükürdüğünü yalayan bir insan değilim, gideceğim oraya!" Tümen tümen: Pek çok Türküsünü çağırmak: Birinin hoşuna gidecek davranış ortaya koymak, söz söylemek, onun tarafını tutmak"Ömrümce onun bunun türküsünü çağırıp durdum, yeter artık!" Türkü yakmak: Bir türküye ezgi uydurmak"Sevdiği kıza yanık bir türkü yakmış diyorlar" Tütünü tepesinden çıkmak: Bir acının ateşiyle yanıp tutuşmak, çok üzülmek Tüy dikmek: Kötü bir işi, ortaya konan bir söz ya da davranışla daha da kötüleştirmek Tüyleri diken diken olmak: Korku, heyecan, endişe veya üşümekten vücuttaki tüyler, kıllar kabarmak, dikilmek"Hava buz gibiydi, tüylerim diken diken olmuştu" Tüyü düzmek: Önceleri kötü olan kılık kıyafetini düzeltmek, iyi yaşama kavuşmuş gibi güzel giyinir olmak * * * * * * * * * * Ucu bucağı olmamak: Bir yer çok geniş, sonu yokmuş gibi olmak"Kafamı kaldırıp şöyle bir baktım, ovanın ucu bucağı görünmüyordu" Ucu dokunmak: Bir işten biri zarar görür olmak, söylenen bir söz birine zarar vermek"O çubuğu kıracağım fakat ucu sana dokunacak diye kıramıyorum" Ucunu kaçırmak: Çıkmaza girmek, denetimi elinden kaçırmak"İşin ucunu kaçırdın, oldu mu ya?" Ucu ortası belli olmamak: Bir işe, söze nereden başlanacağı kestirilememek Ucunda bir şey olmak: Bir şeyde gizli bir amaç bulunmak"Bu davranışının ucunda bir şey var ama anlayamadım" Ucu ucuna: Ancak yetişecek kadar"İp ucu ucuna geldi" Ucuz atlatmak: Güç ve tehlikeli durumdan az bir zararla sıyrılmak"Ucuz atlattık, az kalsın uçuruma yuvarlanacaktık" Uçan kuşa borcu (borçlu) olmak: Pek çok kişiye borçlu olmak"Babanın uçan kuşa borcu varmış diyorlar, doğru mu?" Uçan kuştan medet ummak: Pek sıkıntıda bulunup, bu sıkıntıdan kurtulmak için her türlü çareye, olmadık yerlere başvurmak, yardım istemek Uçsuz bucaksız: Çok geniş"Uçsuz bucaksız kırlarda dolaşmak istiyordum" Uçkuruna sağlam: Namuslu, iffetine bağlı Uç vermek: 1 Baş vermek (çıban) 2 Bitmek, sürmek (bitki) 3 Gelişme, büyüme başlangıcı göstermek 4 Bilinmeyeni açıklığa kavuşturucu belirtiler ortaya çıkmak"İlk bahar geldi, dallar uç vermeye başladı" Ulu orta söz söylemek: Bir şeyin aslını bilmeden, düşünüp tartmadan, çekinmeden, açıktan açığa konuşmak"Birden ayağa kalkıp ulu orta söz söylemeye başladı" Uma uma döndük muma: Umut edilen, beklenilen şeyler gerçekleşmeyince hayal kırıklığına uğrayan, kötü durumlara düşen, zayıflayıp gücünü yitiren insanlar için söylenir Umurunda olmamak: Aldırış etmemek, önem vermemek Ununu elemiş, eleğini asmış: Hayatta yapmak istediklerini yapmış, geri kalan ömrü süresince artık yapacak önemli bir işi kalmamış kimseler için söylenir Utancından yere geçmek: Çok utanmak, kimsenin yüzüne bakamayıp sanki saklanacak yer aramak"Çok mahçup olmuştu, utancından yere geçmek üzereydi" Uyku bastırmak: Aşırı derecede uykusu gelmek, uyuma isteği duymak"Yemekten sonra bir uyku bastırır, kafamı kaldıramazdım" Uyku çekmek: Rahat ve huzurlu bir şekilde çok uyumak"Eve gidip şöyle bir uyku çekeceğim" Uyku gözünden akmak: Çok uykusu gelmek, göz kapakları kapanmak"İki gündür yoldaydık, hemen hemen hiç uyumamıştık, uyku gözlerimizden akıyordu" Uykusu kaçmak: 1 Uyuması gerekirken herhangi bir sebepten ötürü uyuyamamak 2 Bir sorun yüzünden kaygılanmak, endişe duymak"Uykusu kaçmış, yatakta bir o yana bir bu yana dönüp duruyordu" Uykusunu almak: Gerektiği kadar uyumuş olmak"Epeydir yatıyorsun, uykunu almış olmalısın" Uyku tulumu: 1 Uykuyu çok seven kimse, çok uyuyan 2 İçine girilerek yatılan tulum biçimindeki yatak"Uyku tulumu sen de, çabuk kalk!" Uykuya dalmak: Rahat ve derin bir şekilde uyumak Uyur uyanık: Yarı uykulu"Uyur uyanık ayakta nöbet tutmaya çalışıyordu" Uzağı (ileriyi) görmek: Gelecekte ne olacağını sezmek, kestirmek"Dedem uzağı gören bir adamdı" Uzaktan uzağa: 1 İlgisi pek az olan 2 Çok uzaktan"Uzaktan uzağa selâmlaşıyorduk işte" Uzun boylu: 1 Boyu uzun olan 2 Uzun süre 3 Derinlemesine, ayrıntılarıyla"Meselenin üzerinde öyle uzun boylu durmadık" Uzun etmek: 1 Nazlanmak, sözünde direnmek 2 Sözü uzatmak, tartışmayı sürdürmek 3 Aşırı gitmek"Haydi uzun etme de gel benimle!" Uzun hikâye: Pek çok ayrıntıları bulanan, anlatması uzun sürecek, anlatılmadan da anlaşılamayacak olan olay ya da konu Uzun lafın (sözün) kısası: Özetle, kısaca, sözü uzatmayarak"Uzun lafın kısası, yazar gerçekçi olmalıdır" Uzun uzadıya: Çok ayrıntılı olarak, en ince noktalarına inerek"Meseleyi uzun uzadıya inceledik" * * * * * * * * * * Üç aşağı beş yukarı: Az bir farkla, az fazla ya da az eksik olmak üzere, yaklaşık olarak"Üç aşağı beş yukarı anlaşırız, merak etme" Üç buçuk atmak: Çok korkmak, korku içinde olmak, istenmeyen bir durum olacak diye korkup durmak Üçe beşe bakmamak: Alışverişte fiyat konusunda küçük farkları önemsememek, almak ya da satmak konusunda cimri davranmamak"İstediğini üçe beşe bakma, mutlaka al" Üç otuzluk: Yaşı hayli ilerlemiş (kimse) Ümidini kesmek: Artık ummaz olmak, olacağını beklememek, kavuşamayacağını anlamak"Ümidimi kestim iyice, kocam artık geri dönmeyecek" Ümitsizliğe düşmek: Gerçekleşmeyeceğine, olmayacağına inanmak"Ümitsizliğe düşme bu kadar, belki geri gelir" Ün kazanmak: Adı her yerde duyulmak, şöhreti herkesçe bilinir olmak"O cihana ün salmış bir güreşçidir" Üst baş: Kılık kıyafet, giyim kuşam"Üstüne başına hiç bakmaz ki o" Üste çıkmak: Suçlu olduğu hâlde suçsuz durumda olduğunu söyleyip karşısındakini suçlamak"Bir an önce bu işten kurtulmak için üste çıkmayı başarmalıyım diye geçirdi içinden" Üstesinden gelmek: Becermek, üzerine aldığı işi başarmak, yapmak"Hiç endişelenme sen, üstesinden gelecektir o işin" Üste vermek: Fazladan ödeme yapmak"Üste bir milyon verdiler ama bu arabayı değişmedim" Üst perdeden konuşmak: 1 Üstünlük taslayarak konuşmak 2 Çok yüksek sesle konuşmak"Üst perdeden konuşmaya bayılır" Üstü başı dökülmek: Kılık ve kıyafeti çok eski olmak, perişan durumda bulunmak Üstü kapalı konuşmak: Açık, kesin ifadeler kullanmadan konuşup dinleyenin kavrayışına bırakmak"Niçin üstü kapalı konuştuğunu bir türlü anlayamıyordu" Üstünde durmak: Bir işe önem vermek, o işle yakından ilgilenmek, uğraşmak"Şu işin üstünde dur biraz, yoksa sonun kötü olacak" Üstünde kalmak: Artırma ya da eksiltme sırasında onda kalmak 2 Suçlanmak"Onlar kaçıp gittiler, kabahat bizim üstümüzde kaldı" Üstünden atmak: Başından savmak, bir şeyi ödev olarak kabul etmemek, başkasını ilgilendirdiğini belirtmek"Bu iş senin, sakın üstünden atayım deme" Üstünden dökülmek: Bir giysi bol ve biçimsiz olmak, yakışmamak Üstünden (şu kadar zaman) geçmek: Aradan (şu kadar) zaman geçmek"Üstünden şu kadar zaman geçmesine rağmen hâlâ borcunu ödemedi" Üstüne almak: 1 Alınmak, bir hareketin kendisine karşı yapıldığını sanarak kaygılanmak 2 Bir görevi üstlendiğini kabul etmek"Her sözü üstüne alma lütfen!" Üstüne atmak: Kendi kaptığı bir suçu birine yüklemek"Camı kendi kırdı ama suçu arkadaşının üstüne attı" Üstüne basmak: 1 Yerinde bir fikir beyan etmek 2 İyice belirtmek"Üstüne basa basa anlat, baban çok mağdurmuş de!" Üstüne bir bardak (soğuk) su içmek: O işten umudunu kesmek, o işin olacağına inanmamak, parasını ya da malını almaktan vazgeçmek"Verecek mi? Sen o paranın üstüne bir bardak soğuk su iç!" Üstüne (üzerine) düşmek: 1 Bir şeyi elde etmek için çok uğraşmak 2 (Çocuğu) sevme ya da korumada çok ileri gitmek"Şu çocuğun üstüne bu kadar düşmeyelim, şımardıkça şımarıyor, neredeyse başımıza çıkacak" Üstüne fenalık gelmek: Aşırı ölçüde sıkılmak, çok bunalmak Üstüne geçirmek: 1 Bir malın tapusunu kendi üzerine yazdırmak ya da çıkartmak 2 Bir çocuğu evlât edinmek, kendi nüfusunu kaydettirmek"Evi üstüne geçirmiş dedem, doğru mu?" Üstüne gelmek: Bir şey konuşulurken ya da yapılırken çıkagelmek Üstüne gül koklamamak: Sevdiği birinden başkasını sevmemek, başkası ile ilişki kurmamak Üstüne (yatmak) oturmak: Hiç hakkı değilken başkasının malını kendine mal etmek"Vakıf mallarının üstüne oturdu adam, nasıl yaptı, vicdanı nasıl el verdi bilmiyorum" Üstüne titremek: Pek fazla sevgi, özen göstermek; zarar gelmesin diye itinalı davranmak"Öğrencilerinin üstüne böyle titreyen bir öğretmen daha görmedim" Üstüne toz kondurmamak: Bir şeyin kusur, eksiği olduğunu kabul etmemek"Çocuğunun üstüne hiç toz kondurmuyor" Üstüne tuz biber ekmek: Bir üzüntüyü, derdi, kusuru artıracak durum oluşturmak Üstüne üstüne gitmek: 1 Bir konuda bir kimseye sürekli baskı yapmak 2 Güç bir şeyden yılmayıp, sonucu tehlikeli de olsa, çekinmeden o şeyle uğraşmak"Biliyorum zor ama üstüne üstüne gitmelisin, ancak o zaman başarabilirsin" Üstüne varmak: 1 Bir şeyi yapmasını zorlayarak istemek 2 Bir kadın, evli bir erkekle evlenmek"Demek tükürdü sana; üstüne varma, zorlama demedim mi sana?" Üstüne yıkmak: 1 Kendi işlediği bir suçu başkasına yüklemek 2 Kendisinin de sorumlu olduğu bir işin ağırlığını başkasına yüklemek"Evin geçim yükünü annenin üstüne yıkmışlar, sorumsuzca yaşıyorlar" Üstüne yürümek: Yıldırmak, korkutmak amacıyla saldıracakmış gibi yapmak; ya da saldırmak"Öfkeyle delikanlının üstüne yürüdü" Üvey evlât gibi tutmak (saymak) : Horlamak, haksızlık etmek, iyi davranmamak, küçümsemek"Dokunma bana, beni hep üvey evlât gibi tuttun, ne zaman yaklaştıysam sana köşe bucak kaçtın benden" Üzüm üzüm üzülmek: Haddinden fazla, çok üzülmek"Anneciği üzüm üzüm üzülüyor ama bir çare bulamıyordu" * * * * * * * * * * Vadesi gelmek (yetmek): 1 Ömrü sona ermek, eceli gelmek, ölmek 2 Süresi dolmak, ödeme zamanı gelmek"Vadesi geldi geçiyor ama senet sahibi hâlâ ortalıkta görünmüyor" Vakit geçirmek: Oyalanmak, bazı şeylerle meşgul olarak zamanın geçmesini sağlamak"Top oynayarak vakit geçirebiliriz sanırım" Vakit kazanmak: 1 Karşı tarafı oyalayarak zamanı uzatmak 2 Bir şeye ayrılan ya da harcanan zamanı uzatmak"Sen onu meşgul et ki hemen yola çıkmasın, bu sayede biz de biraz vakit kazanmış oluruz" Vakitli vakitsiz: Rastgele bir zamanda, gelişigüzel, uygun bir zamanı gözetmeden"Vakitli vakitsiz gelip giderdi evine" Vaktini almak: Epey zaman harcanmasını gerektirmek, başka bir işe ayrılmış zamanı tutmak"Vaktini alıyorum ama başka çarem de yok" Vaktini öldürmek: Zamanını yararsız, gereksiz, boş işlerle ya da hiç iş yapmadan, boş yere geçirmek"Bu kazanç getirmeyen işle bütün vaktini öldürecek misin yani?" Vaktini şaşmamak: Tam zamanında"Vaktini şaşmaz o, göreceksin şimdi gelecek" Vara yoğa karışmak: Her şeye, üstüne lâzım olsun olmasın her işe karışmak"Üvey annemin vara yoğa karışmasından bıkmış usanmıştım iyice" Varlık göstermek: Beğenilir bir iş yapmak; kendini kanıtlayacak, göze görünür bir görevini yerine getirmek; kendini göstermek"Oynadığı ilk oyunda bir varlık gösteremedi" Varlıkta darlık çekmek: Elinde her imkân olduğu hâlde bunlardan yararlanamamak, sıkıntıya düşmek Vay canına!: Şaşma, öfke duygusunu dile getirmek için kullanılır Vebali boynuna olmak: Bir işin günahını yüklenmek Velveleye vermek: Gereksiz bir heyecana, telâşa düşürmek"Bir anda ortalığı velveleye verdiler; bağırmaya, sağa sola koşmaya başladılar" Verip veriştirmek: Ağır sözler söylemek, ağzına ne gelirse söylemek"Yüzüne karşı verip veriştirdi ama o tek kelime bile söylemedi" Veryansın etmek: Hiç insaf göstermeden, acımadan saldırmak; ağzına geleni söylemek Vıcık vıcık: Sulu ve gevşek olmak, basıldığında ses çıkarmak"Etraf vıcık vıcık çamurdu, yürüyemiyorduk" Vıdı vıdı etmek: Söylenip durmak, hemen her şeyi eleştirip beğenmediğini söyleyerek durmadan konuşmak, etrafındakileri rahatsız etmek"Sus artık, vıdı vıdı edip kafamı şişirdiğin yeter" Vız gelmek (vız gelip tırıs gitmek): Hiç önemsememek, aldırış etmemek"Onun sözleri vız gelir bana, önce kendine söz geçirsin" Viraneye çevirmek: Yakıp yıkmak, yıkıntı durumuna getirmek, harap etmek"Beş gün geçmeden viraneye çevirdiler evi" Voli vurmak: Haksız olarak kazanç elde etmek, vurgun vurmak Volta atmak: Bir aşağı bir yukarı dolaşmak, gidip gelmek"Canımız sıkıldıkça avluda volta atıp dururduk" Vur abalıya: Bütün yükün yumuşak huylu kişiye yüklenmesi; sessiz, güçsüz kimsenin hırpalanması, hakkının çiğnenmesi durumunda karşıdaki kişiye sitem yollu söylenir Vur dedikse öldür demedik ya!: Bir isteği, dileği yerine getirirken aşırılığa kaçıp da işi berbat edene karış söylenir Vurduğu yerden ses getirmek: Eli ağır olmak, çok kuvvetli vurmak Vurdumduymaz Kör Ayvaz: Umursamaz, aldırmaz, duygusuz ve kayıtsız kimse Vur patlasın çal oynasın: Aşırı zevk ve eğlence; aşırı zevk ve eğlenceye düşkün kimsenin parasını bu yolda harcamasını anlatır"Vur patlasın çal oynasın sabaha kadar tepinip durdular" Vurucu güç: Çok etkin silâhlarla donatılmış, özel eğitim görmüş askerî birlik"Ordu içinde vurucu bir gücün oluşturulması konusunda fikir birliğine vardılar" Vücuda getirmek: Oluşturmak, meydana getirmek, var etmek"Bütün bu canlıları Yüce Allah`tan başka kim var edebilir ki?" Vücudunu ortadan kaldırmak: Öldürmek"Sabaha kadar adamın vücudunu ortadan kaldırın, yoksa başımıza çok iş açacak" |
Deyimler Sözlüğü - Alfabetik Düzende |
10-28-2012 | #19 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler Sözlüğü - Alfabetik DüzendeY - Harfi İle Başlayan Deyimler - Bölüm 1 Ya Allah deyip (atılmak): Cenab-ı Hak`a sığınarak (atılmak)"Ya Allah deyip düşmanın üzerine atıldı" Yabana atmak: Önem vermemek, önemsiz görüp dikkate almamak, üzerinde durmamak"Babanın sözlerini sakın yabana atayım deme" Yabancılık çekmek: Bir iş ya da çevrede yabancı olmaktan dolayı ortaya çıkan zorlukların etkisinde kalmak"Ona hiç yabancılık çektirmedi" Ya bu deveyi gütmeli, ya bu diyardan gitmeli: "Bu işi mutlaka yapmalısın, başka yolu yok, aksi taktirde burada kalamazsın" anlamında kullanılır Ya devlet başa, ya kuzgun leşe: "Giriştiğim iş beni ya büyük bir varlığa ve mevkiye ulaştıracak ya da mahvedecek, batıracak" anlamında söylenir Yad eller: 1 Baba ocağından uzak yerler, gurbet 2 Yabancı kimseler, yabancılar"Yiğidim yad ellerde kalmasın, dönsün geri Rabbim" Yâd etmek: Anmak, hatırlamak"Seni her gün yad ederiz buralarda" Yağ bağlamak: Semirmek, üzerine biriken yağ katılaşmak Yağ bal olsun: "Yediğin, içtiğin helâl ve afiyet olsun" anlamında söylenir Yağcılık etmek: Dalkavukluk etmek, övmek, pohpohlamak"Öğrenci öğretmenine yağ çekiyor, gözünün içine bakıyor, bu şekilde iyi not alacağını sanıyordu" Yağlı ballı olmak: Araları çok iyi, içli dışlı, samimi olmak"Öyle yağlı ballı olmuşlardı ki birbirlerine her şeylerini anlatıyorlardı" Yağlı kapı: Çalıştırdığı kimselere bol kazanç sağlayan kimse, kuruluş, aile ya da yer"Herkese nasip olmaz öyle yağlı kapı" Yağlı kuyruk: Kolayca ve bolca yararlanılabilecek kaynak; basitçe sömürülebilecek iş veya kimse"Bulmuşsun bir yağlı kuyruk, çek babam çek!" Yağlı müşteri: Bol paralı, çok alışveriş yapan zengin alıcı"İki üç yağlı müşterimiz de olmasa kapamak zorunda kalacağız bu dükkânı" Yağma gitmek: Bir şey çok alıcı bulup çok satılmak, kolay müşteri bulmak"Kapanın elinde kalıyor, yağma gidiyor, koş koş, sen de yetiş!" Yağma Hasan`ın böreği: Hakkı olanın da olmayanın da kolayca yararlandığı, kimsenin korumadığı, her yanından sömürülen kaynak Yağma yok: "Öyle şey olmaz, buna izin vermezler, kolay kolay elde edemezsin" anlamında bir tutumun ya da davranışın yanlışlığı ifade etmek için kullanılır Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak: Bir tehlikeden, güç bir durumdan kaçarken daha kötüsüyle karşılaşmak Yağmur yağarken küpünü doldurmak: Kazanma fırsatı varken ondan yararlanıp para veya mal edinmek"Bana bak aslanım, daha ne istiyorsun, yağmur yağarken küpünü doldur yoksa pişman olursun" Yağ tulumu: Çok şişman, çok yağlı"Birkaç ay sonra yağ tulumu olacak, şuna birisi söylese de çok yemese" Ya herrü (herro) ya merrü (merro): "Tehlikeyi göze aldık, giriştiğimiz işte ya batar ya da çıkarız" anlamında kullanılır Yahudi pazarlığı: Tarafların çıkarlarını düşünerek çekişe çekişe yaptıkları pazarlık"Benimle Yahudi pazarlığı yapmaya kalkma lütfen" Yakadan atmak: Savıp kurtulmak, başından atmak "İnan onu yakamdan atmaya çalışıyorum" Yaka paça: Hiçbir itiraz dinlemeden, zorla, kuvvet kullanarak (götürmek)"Polisler adamı yaka paça götürdüler" Yakası açılmadık: Hiç duyulmadık, bilinmedik, ayıp söz, küfür Yakasına sarılmak: İstediği şeyi almak ya da dövmek için tutup bırakmamak, zorlamak"Çocuk annesinin yakasına sarılmış balon diye ağlıyordu" Yakasına yapışmak: Hesap sormak ya da bir şey istemek için tutup bırakmamak"Beni de götüreceksin diye yakama yapıştı, ben de getirmek zorunda kaldım" Yakasını bırakmamak: Bezdirecek kadar üstüne düşmek, ısrar etmek, yanından ayrılmamak"Ne olursa olsun yakasını bırakmayıp paramı alacağım ondan" Yakasını kaptırmak: Bir şeyin, bir kimsenin etkisinden kendisini kurtaramamak, ona bağlanmış olmak Yakayı sıyırmak: Kurtulmak, kaçmak"Çok şükür şu adamdan yakayı sıyırdık" Yaka silkmek: Bıkıp usanmak; bir iş, durum, yer ya da kimsenin olumsuz yanlarından tedirginlik duyduğunu belirtmek"Doğrusu yaka silkinecek bir iş seninki de" Yakayı ele vermek: Yakalanmak, kaçamayarak ele geçmek"Mahallenin hırsızı sonunda yakayı ele verdi" Yakayı kurtarmak: Umulmazken bir işten ya da kimseden kurtulmak, kaçmak"Bu pis işten yakayı nasıl kurtardık hâlâ anlayabilmiş değilim" Yakınlık duymak: Birine karşı sevgi ve ilgi duymak, yabancılık hissetmemek"Hayatta yakınlık duyduğum tek insandı" Yakışık almamak: Yerinde olmamak, uygun düşmemek, yaraşmamak"Çocuğu herkesin içinde azarlaman hiç de yakışık almadı" Yalancı pehlivan: Yapamayacağı bir işi yapabilecekmiş gibi görünen kimse, palavracı"Yalancı pehlivanın biridir o, ona güvenmeyin" Yalancısı olmak: Doğruluğu bilinmeyen, inanılmayacak sözleri bir başkasından işiterek söylemiş olmak"Ben şefin yalancısıyım, müdür ihalelerde insiyatifini kullanıyor ve rüşvet yiyormuş" Yalan dolan: Hile, düzen, dalavere, yolsuz davranış,"Yalan dolanla iş görmeye kalkanların başına işte bunlar gelir" Yalan yere: Gerçeğe uygun olmayarak"Yalan yere adamı şikâyet ettiler" Yalayıp yutmak: 1 İştahla, hiçbir şey bırakmadan yiyip bitirmek 2 Kötü bir söz ya da davranış karşısında sessiz kalıp, kabullenmek"Sofradaki bütün yemekleri yalayıp yuttu" Yalpa vurmak: İki yana, sağa sola; bir o yana, bir bu yana sallanarak yürümek"Nedendir bilmem, yalpa vurarak yürüyordu" Yalvar yakar olmak: Çok yalvarıp yakarmak Yan bakmak: Beğenmeyerek, kötü niyetle, düşmanca bakmak"Bu adamın her gün yan bakması artık canıma yetti!" Yan basmak: 1 Aldanmak 2 Kaypaklık edip dürüst davranmamak"Sana tanınan bu fırsatı iyi değerlendir, sakın yan basayım deme" Yan çizmek: Kendisine yüklenen bir görevden kaçmak"Üç kişi yan çizdi, demek ki ikimiz taşıyacağız bu bidonları" Yandan çarklı: 1 Şekeri yanına konmuş olan kahve veya çay"Usta, iki yandan çarklı yap!" 2 Bir omuzu düşük olarak yürüyen 3 Çarkı yanda olan gemi Yan gelip yatmak: Yapacak işleri olduğu hâlde yapmamak, rahatına bakmak, keyfince yaşamak"Hiç çalışmıyor, yan gelip yatıyor akşama kadar" Yangına körükle gitmek: Anlaşmazlığı, gerginliği, kargaşalığı artırıcı, her iki tarafı kışkırtıcı söz ve davranışlarda bulunmak"Sen karışma, çekil aralarından, yangına körükle mi gitmek istiyorsun?" Yan gözle bakmak: 1 Kötü niyetle, düşmanca bakmak 2 Göz ucuyla bakmak"Tezgâhtaki mallara yan gözle bakıp geçti" Yanık ses: Hüzünlü, çok dertli, içindeki acıyı dile getiren ses Yanına bırakmamak: Kendisine yapılan kötülüklerin öcünü almak, cezasını sert karşılıklarla vermek"Bunu, onun yanına bırakmayacağım" Yanına (kâr) kalmak: Kendisinden öç alınmamak, yaptığı kötülük sert karşılık görmemek, cezasız kalmak"Adamın yaptığı yanına kâr kaldı, nasıl adalet bu?" Yanına salâvatla varılır: Çok öfkeli, kızgın ve kibirlidir Yanından bile geçmemiş: Hiç ilgisi yok, en ufak benzerliği bile yok"Sen kardeşini bir görsen, bu onun yanından bile geçmemiş" Yanıp tutuşmak: 1 Elde etmek için güçlü bir istek duymak, elde edemediği için de büyük üzüntü içinde olmak 2 Kuvvetli bir aşkla sevmek"Bakan olmak isteğiyle yanıp tutuşuyordu" Yanıp yakılmak: Sızlanıp şikâyet etmek, derdini döküp durmak"Çoluk çocuk açtı, kimse yardım elini de uzatmıyordu, birine de yanıp yakılmayı bir türlü kendine yediremiyordu" Yanlış ata oynamak: Kazanmak için giriştiği işte tuttuğu yol, dayandığı kimse dayanıksız ve çürük çıkmak, dolayısıyla aldanmış olmak Yanlış kapı çalmak: İsteğinin yapılamayacağı bir yere başvurmak"Meğer biz yanlış kapı çalmışız" Yan tutmak: Taraflardan birini desteklemek, onun söz ve davranışlarını benimsemek, yansız olmamak"Yan tutmayıp tarafsız kalırsan senin için daha iyi olur" Yan yan bakmak: Düşmanca, kötü niyetle bakmak Yapmadığını bırakmamak: Bütün kötülükleri yapmak, eziyet etmek Yara açmak: 1 Bir şeyin yüzünde, özellikle de vücudun bir yerinde yara oluşmasına sebep olmak 2 Büyük dert, acı, üzüntü vermek"Onun sözleri içimde bir yara açtı" Yaraya merhem olmak: Acil ihtiyaçları karşılamak"Şu getirdiklerim yaraya merhem olur mu bilmem?" Yardan atmak: Bir kimseyi aldatarak kazaya uğratmak, tehlikeli bir durumun içine itmek, türlü belâlara sokmak"İnsan dostunu yardan atar mıymış?" Yarı buçuk: Tam değil, çok az, tamamlanmamış, baştan savma Yarım adam: Güçsüz, sakat, zayıf, hasta kimse"Ben bir yarım adamım diye beni hor göremezsiniz!" Yarım ağızlı (söylemek): İsteksizce, istemeye istemeye, gönülsüzce (söylemek)"Demek sizi de yarım ağızla davet ettiler" Yarım yamalak: Gelişigüzel, üstünkörü, eksik ve kusurlu"Ödevlerini bir daha yarım yamalak yapma!" Yarından tezi yok: En kısa zamanda, çok çabuk, geciktirmeden Yarı yolda bırakmak: Verilen desteği, yapılan yardımı sonuna kadar götürmemek"Sana nasıl güvenebilirim, beni kaç kez yarı yolda bıraktın" Ya sabır çekmek: Kötülüklere, sıkıntılara, üzücü olaylara karşı tepki göstermemeye çalışıp, Cenab-ı Allah`tan kendisine sabır vermesini istemek Yaş Dökmek: Ağlamak"Senin için az yaş dökmedi ailen" Yaşını başını almış (olmak): Yaşı epeyce ilerlemiş olmak, yaşlanmış veya olgunlaşmış olmak"Yaşını başını almış bir adamdır, çekinmeyin, gidin, size olgun davranacaktır" Yaşını içine akıtmak: Hissettiği acıyı, ızdırabı, üzüntüyü belli etmemek; ağlamak isteğini bastırmak Yaş tahtaya (yere) basmamak: Kolay kolay tuzağa düşmemek, uyanık davranmak"O, benim yaş tahtaya basmayacağımı iyi bilir" Yatağa düşmek: Hastalık yüzünden yatmak zorunda kalmak, ayağa kalkamayacak durumda olmak"Sizin yüzünüzden yatağa düştü çocukcağız" Yataklık etmek: Bir suçluya yardım etmek, onu gizlemek, barındırmak Yatak yorgan yatmak: Çok hasta olmak"Bizim adam yatak yorgan yatıyor, ne yiyor, ne içiyor" Yatırım yapmak: Gelir amacıyla bir işe para yatırmak veya aynı amaçla önceden ortam hazırlamaya çalışmak"Biz o arsayı yatırım yapmak için aldık" Yavaş gel: "Atıp tutma, abartma, ölçüsüz konuşma" anlamında kullanılır Yaya kalmak: 1 Taşıt ya da hayvana binmeden yürümek zorunda kalmak 2 Yardımcısız kalmak, güvendiği yer ve kişileri kaybetmek, istediği şeyi yapamaz olmak"İşte şimdi yaya kaldın, ne yapacaksın görelim?" Yayan yapıldak: Çıplak ayakla, yayan"Onca yolu yayan yapıldak yürüyecek" Yaygarayı basmak: Bağırıp çağırmak, önemli bir nedeni olmadığı hâlde feryat etmek"Elinden şekeri alınınca yaygarayı bastı" Yaz boz tahtasına çevirmek: Bir konuda birbirine uymayan kararlar almak, kararsızlık yüzünden bir konuda sık sık fikir değiştirmek Yedeğe almak: Bağlayarak arkasından çekip götürmek Yedi canlı: Pek çok ölüm tehlikesi geçirip sağ kurtulan insan ya da hayvan"Yedi canlı mısın nesin, nasıl kurtuldun o kazadan?" Yedi düvel: Bütün devletler, herkes, bütün dünya"İstiklâl Savaşı`nı yedi düvele karşı verdik biz" Yediden yetmişe: En büyüğünden en küçüğüne, eli ayağı tutan herkes"Halk yediden yetmişe silâhlanmış düşmanı bekliyordu" Yediği naneye bak: Yersiz, uygunsuz iş yapanlar için kullanılır Yedi iklim dört bucak: Hemen her yer, bütün dünya"Yedi iklim dört bucak dolaştı durdu" Yedi kat yabancı: El, ne akraba, ne tanıdık, hiçbir yakınlığı yok"Yedi kat yabancıyla iş yapmam diyor" Yeğ tutmak: Bir şeyi bir şeyden daha önemli görüp tercih etmek"Kim ki öbür dünyayı bu dünyaya yeğ tutar, o kazanmıştır" Ye kürküm ye: Saygının kişiliğe karşı değil, zenginliğe, varlığa, giyim ve kuşama karşı gösterildiğini anlatmak için kullanılır Yele vermek: 1 Boşuna harcamak 2 Savurmak"Bütün parayı yele vermek zorunda mıydın?" Yelkenleri suya indirmek: Israrından, iddiasından, direnmekten vazgeçip karşısındakinin dediğini kabul etmek; yüksekten atıp tutmayı bırakarak yumuşamak"Yelkenleri nasıl da suya indi dediğini yaptıramayınca" Yel yeperek yelken kürek: Telâş içinde, çok acele olarak, heyecanla Yemeden içmeden kesilmek: Bir üzüntü, korku ya da heyecan sebebiyle yiyemez duruma gelmek, iştahı kapanmak"Yemeden içmeden esildi, âşık mıdır nedir?" Yeme de yanında yat: İstek uyandıran, görünüşü çok çekici olan, çok lezzetli yemekler için kullanılır Yemin etsem başım ağrımaz: "Gerçek olduğundan eminim, bu konuda yemin de edebilirim" anlamında kullanılır Yenilir yutulur gibi değil: 1 Yenmeyecek nitelikte (yiyecekler için) 2 Aşırı, çok pahalı 3 Çok ağır, kabul edilmez (söz) 4 Kendisiyle başa çıkılamayacak durumda olan"Doğrusu yenilir yutulur gibi değildi o sözler" Yer almak: 1 Bir şey yapanların arasında bulunmak 2 Adına ayrılan yerde bulunmak"Şiir komisyonunda sen de yer aldın mı?" Yer cücesi: Ufak tefek olduğu gibi kurnaz, fitneci, çok bilmiş kimse Yer demir gök bakır: "Hiçbir yerden yardım alma umudu kalmadı, bütün kapılar kapalı, yardım imkânları ortadan kalktı, kime baş vurdumsa elim boş döndüm" anlamında çaresizliği anlatmak için kullanılır Yerden yere çalmak: Çok hırpalamak, acınacak duruma düşürmek, zor durumlarda bırakmak"Bütün milletin içinde yerden yere çaldı delikanlıyı" Yere bakan yürek yakan: Uslu, uysal, sessiz görünüp gizliden gizliye ve sinsice dolap çeviren, kötülük yapan kimse"Desene yere bakan yürek yakan cinstenmiş o da" Yere göğe koyamamak: Çok önem vermek, nasıl ağırlayacağını ve memnun edip mutlu kılacağını bilememek Yer etmek: 1 İz bırakmak 2 İyice yerleşmek"Bu sözler kulağına iyice yer eder umarım" Yerinde duramamak: Sürekli hareket etmek, kıpırdanmak, sabırsızlanmak, içi içine sığmamak, eyleme geçmek için telâş içinde dolaşmak"Gelecekleri haberini alınca ne yapacağını şaşırdı; yerinde duramıyor, sağa sola koşturup duruyordu" Yerinden oynamak: 1 Bulunduğu bir yerden ayrılmak 2 Hareketli, heyecanlı, gürültülü, karışık bir zaman yaşamak"O büyük kahramanın dönüş haberi gelir gelmez şehir yerinden oynamıştı sanki!" Yerinden oynatmak: Yerini değiştirip başka bir yere kaldırmak"Sakın bu vazoyu yerinden oynatmayın" Yerinde saymak: 1 Yürür gibi yaparak hep aynı yerde ayaklarının birini kaldırıp birini basmak 2 Hiç gelişme, ilerleme gösterememek"Okullar neredeyse kapanacak ama bizim çocuk hâlâ yerinde sayıyor, okumayı bir türlü sökemedi" Yerinde yeller esmek: Yok olmak, artık bulunmamak"Gittiğimde ayakkabıların yerinde yeller esiyordu" Yerin dibine geçmek: 1 Çok utanmak, sıkılmak 2 Kaybolmak, göze görünmez olmak"Şuradaydı ama bulamıyorum, yerin dibine geçti sanki!" Yerine geçmek: 1 Görevden ayrılan birinin yerine geçmek 2 Bulunmayan bir nesnenin yerine kullanılabilmek"Emekli olan müdürün yerine geçmek için iki müdür yardımcısı yarışa tutuştular" Yerini bulmak: 1 Aradığı bir yeri bulmak 2 Yerine gelmek 3 Kendine uygun durumu, mevkiyi bulmak"Yerini bulursam kızımı vermekte gecikmeyeceğim" Yerini doldurmak: 1 Daha önce görevinden ayrılan, yerine geçtiği biri kadar başarılı olmak 2 Yerinin adamı, görevinin üstesinden gelir olmak"Bakalım yerini doldurabilecek mi?" Yeri yurdu belirsiz: Serseri; ne iş yaptığı, nerde kaldığı, nereli olduğu bilinmeyen"Yeri yurdu belirsiz bu adama yüz verme demedim mi?" Yerle bir etmek: Bir yeri yakıp yıkmak, tahrip etmek, temeline kadar söküp dağıtmak, taş taş üstüne bırakmamak"Koca kenti bir saat bombalayıp yerle bir ettiler" Yerli yersiz: Uygun olsun olmasın, uygun zamanı kollamadan"Yerli yersiz konuşup duruyor geveze adam" Yer tutmak: 1 Bir yeri kaplamak 2 Birine bir yer ayırmak"Salonda yer tutmak yasaktır!" Yer vermek: 1 Önemini belirtmek 2 Kendi yerini bir başkasına vermek 3 İmkân tanımak"Bu fikre de yer vermeliyiz" Yer yarılıp içine girmek: 1 Çok utanmak 2 Yitirilen şey bir türlü bulunamamak"Yer yarılıp içine girdi sanki, önceki gün şurada duruyordu" Yer yerinden oynamak: Bir olay toplumda telâş, heyecan, gürültü, patırtı, kargaşa oluşturmak"Bu kaleyi de zapdedersek yer yerinden oynayacak, bizi kimse tutamayacak artık" Yeşil ışık yakmak: Bir şeyin olmasına izin vermek, göz yummak"Onların bize yeşil ışık yakacaklarını hiç sanmıyorum" Yılan hikâyesi: Bir türlü sonuca bağlanamayan, çözümlenemeyen, uzayıp giden (mesele ya da iş)"Yılan hikâyesine döndü iş, ne yapacağız şimdi?" Yılanın kuyruğuna basmak: Zararı dokunacak, kötülük yapacak bir kimseye ilişmek ya da sataşmak yoluyla fırsat vermek Yıldırımları (veya şimşekleri) üstüne çekmek: Kimi davranışlarıyla pek çok kimseyi kızdırarak eleştirilere, saldırılara yol açmak"Bu hareketlerinle şimşekleri üzerine çekiyor, hepimizi tehlikeye atıyorsun" Yıldırımla vurulmuşa dönmek: Ansızın ortaya çıkan kötü bir durum karşısında sarsılmak, ne yapacağını bilemez olmak, bitkin ve şaşkın bir duruma düşmek"İflas haberini duyunca yıldırımla vurulmuşa döndü, oraya yığılıp kaldı" Yıldızı barışmamak: Aralarında görüş, düşünce ve duygu ayrılıkları bulunup birbirlerinden hoşlanmamak, birbirleriyle iyi geçinmemek, anlaşıp uyuşamamak"Şu adamla yıldızım bir türlü barışmadı gitti" Yıldızı parlamak: Çok başarılı olup herkesin dikkatini çekecek duruma gelmek, ün kazanmak"Yıldızı parladığı bir sırada hayata veda etti" Yıldızı sönmek: Ününü ve itibarını kaybetmek"Yıldızının bu kadar çabuk söneceği kimin aklına gelirdi ki!" Yiğitlik sende kalsın: "Karşısındaki anlamasa da hoşgörü göster, özveride bulun, ılımlı davran, böylelikle soylu davranışını göstermiş olursun" anlamında bir anlaşmazlığa son vermek için taraflardan birine söylenir Yiyip bitirmek: 1 Parayı tüketinceye dek harcamak 2 Yemeği sonu gelinceye kadar yemek 3 Birini üzmek, tedirgin etmek, devamlı hırpalamak"Senin bu hareketlerin beni yiyip bitirdi!" Yok canım!: 1 Gerçek mi, öyle mi? 2 Hayır inanmam, doğru değil bu!"Yok canım, değil ona gitmek, hiç görmedim bile" Yok devenin başı!: "Daha neler, çok abartıyorsun, bu sözlere inanmam" anlamında, söylenenlere inanılmayacağını anlatmak için kullanılır Yok pahasına: Son derece ucuz, değerinin altında bir fiyata, ölü fiyatına"Yok pahasına sattılar evi, yazık oldu" |
Deyimler Sözlüğü - Alfabetik Düzende |
10-28-2012 | #20 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler Sözlüğü - Alfabetik DüzendeY - Harfi İle Başlayan Deyimler - Bölüm 2 Yol açmak: 1 Yeni bir yol yapmak 2 Herhangi bir sebepten ötürü kapanmış yolu açmak, geçilir duruma getirmek 3 Birinin geçmesi için kenara çekilip geçme önceliği tanımak 4 Bir olayın başlamasına sebep olmak, öncülük etmek"Onun bu çıkışı özgürlük hareketinin başlamasına yol açtı" Yola çıkmak: 1 Bir yere gitmek üzere bulunduğu yerden ayrılmak"Sabah erkenden yola çıkacaklarmış" Yola düşmek: Bir zorunluluk sebebiyle yola çıkmak, yol almaya başlamak"Çabuk olun, onlar yola düşmüşlerdir bile" Yola gelmek: Ters tutumunu düzeltmek, uslanmak, istenilen biçimdeki davranışı kabul etmek"Kaygılanma, eninde sonunda yola gelecektir" Yola getirmek: Birinin bir konudaki ters tutumunu düzeltmek Yol almak: 1 Çıkılan yolda ilerlemek"Bir saatte epey yol alırız" 2 Mesleğinde ilerlemek"Kaynakçılığa başlayalı çok olmadı ama oldukça yol aldı" Yol aramak: Bir meseleye çare bulmaya çalışmak, imkân aramak"Bu çıkmazdan kurtulmak için bir yol arıyoruz fakat bulamıyoruz" Yol bulmak: Bir çözüm, bir çare bulmak"İnşallah bir yolunu bulur, öderiz borcumuzu" Yoldan çıkmak: 1 Bir taşıt bir sebeple yolundan ayrılmak, gitmez olmak 2 Kötü yola sapmak, doğru yoldan ayrılmak, azgınlığa düşmek"Komşunun çocuğu iyice yoldan çıkmış, ne yaptığını bilmiyor" Yoldan kalmak: Gitmek istediği yere gidememek, alıkonmak, bir engel dolayısıyla gecikmek"Çekilin önümüzden, bizi biraz daha oyalarsanız yoldan kalacağız" Yol geçen hanı: Hemen herkesin girip çıktığı, uğradığı yer"Sanki bu ev yol geçen hanı, hiç mi rahat etmeyeceğiz kendi evimizde!" Yol göstermek: 1 rehberlik etmek, yolu bilmeyene tarif etmek, nasıl gidileceğini anlatmak 2 Nasıl davranılacağını, ne yapılacağını öğretmek"Benim elimden bir şey gelmez, patrona git, o bir yol gösterir sana" Yol iz bilmemek: 1 Bulunduğu yerde yabancı olup gideceği yolu ve yeri bilmemek 2 Görgüsüz davranmak Yol kesmek: 1 Birinin geçmesine engel olmak 2 Issız yerlerde, yollarda soygunculuk yapmak"Düğün alayının yolunu kesmiş eşkıyalar" Yol tutmak: Yaşayışını inandığı, doğru bildiği bir düzende sürdürmek"Sen de kendine özgü bir yol tuttun demek!" Yolu (ayağı) düşmek: Yolu üzerinde bulunan o yerden geçmesi gerekmek; o yer, yolu üzerinde bulunmak"Sizin köye de yolum düştü, babanı gördüm, sana selâm söyledi" Yoluna çıkmak: 1 Karşılamaya gitmek 2 Yolda karşısına çıkmak"Bütün kasaba halkı yeni gelen kaymakamın yoluna çıkmıştı" Yoluna (rayına) girmek: İstenilen biçimi almak, gerekli olan şekilde gelişmek Yoluna koymak: Bir işi olumlu bir duruma sokmak, istenilen şekle getirmek"İşlerini kısa zamanda yoluna koymayı başardı" Yolunu beklemek: Gelmesini beklemek"Az yolunu beklemedi oğlunun" Yolunu bulmak: 1 Kanunî olmayan yollardan kazanç sağlamak 2 Çözüme ulaşmak, gereken çareyi bulmak"Onu razı etmenin yolunu buldum, çabuk benimle gel" Yolunu kaybetmek: Hangi yoldan gideceğini bilememek, şaşırmak"Çocuklar yollarını kaybetmişler, tam aksi yönde ilerliyorlardı" Yolunu sapıtmak: Kötü yola düşmek, doğru yoldan ayrılmak"Yolunu sapıtmış şu adamı Allah` tan başka kim doğru yola getirebilir?" Yolunu yapmak: Bir işi olumlu sonuca ulaştıracak ya da mümkün kılacak girişimde bulunup hazırlık yapmak veya tedbir almak Yolu tutmak: Bir yoldan kimseyi geçirmeyecek biçimde düzen kurmak"Askerler tam teçhizatlı yolu tutmuşlar, bekliyorlardı" Yol yordam: Bir şey, davranış ya da yapışın usul ve kuralları"Madem yol yordam bilmezsin neden kalkışırsın böyle bir işe" Yorgan gitti, kavga bitti: "Kavga, çekişme, anlaşmazlık nedeni olan şey ortadan kalkınca kavga da sona erdi" anlamında kullanılır Yorgunluğunu almak: 1 Yorgun kişi, yorgunluğunu gidermek için dinlenmek 2 Yorgun birini dinlendirmek Yorgunluğunu çıkarmak: 1 Dinlenmek 2 Yaptığı işten, dinlenmesini sağlayacak iyi bir haber alıp huzur içinde olmak Yörüngesine oturtmak: 1 (Uydu) istenilen yerde ve yönde hareket eder olmak 2 Bir iş yoluna girmek, rayına oturmak Yufka yürekli: Çok duygulu olup olaylardan hemen etkilenip ağlayan, çok acıyan, üzülen kimse"Senin bu kadar yufka yürekli olacağını düşünemezdim Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal: İki davranış, iki kimse, iki karşıt şey arasında bir tercih yapamama zorluğunu anlatmak için kullanılır Yumruk kadar: 1 Küçücük, bir yumruk büyüklüğünde ancak (nesne) 2 Küçük çocuk"Yumruk kadar çocuktan dayak yediğin doğru mu?" Yumurta kapıya gelmek: Yapılması gereken bir iş için zaman daralmış olmak, iş çok sıkışık zamana rastlamak"Sen hep işleri yumurta kapıya gelence mi yaparsın?" Yumurtaya kulp takmak: Hemen her şeye bir kusur bulmak, bahane bulmakta usta olup hiçbir şeyi beğenmemek Yumuşak yüzlü: Kendisinden istenilenleri geri çevirmeyen, kimseyi gücendirmek istemeyen kimse"Yumuşak yüzlü olduğum için mi tepeme çıkıyorsunuz?" Yuvarlak hesap: Ayrıntıya girmeden, bir bütün sayıya yaklaşık olarak tamamlanabilen hesap"Aldığımız mallar yuvarlak hesap yüz bin lira tuttu" Yuvarlanıp gitmek: Eldeki imkânlar içinde hayat sürmek"Yuvarlanıp gidiyoruz işte" Yuvasını bozmak: Ev ve aile düzenini bozmak, dağıtmak, alt üst etmek"Hiç sebepsiz yuvasını bozdu nankör adam" Yuvasını yapmak: Birinin hakkından gelmek, hakettiği ceza ya da cevabı vermek"Onun yuvasını yapmak ancak bana düşer" Yuvasını yıkmak: 1 Birinin eşinden ayrılmasına yol açmak 2 Bir kimse eşinden ayrılarak aile düzenini bozmak, yok etmek"Zorla kadıncağızın yuvasını yıktılar, lânet olsun onlara" Yük altına girmek: Sorumluluk gerektiren, ağır bir görevi kabul etmek"Desene boş yere yük altına girmişiz biz" Yük olmak: 1 Sıkıntılı bir işi başkasına yaptırmak 2 Masraflarını başkasına ödetmek"Çocuklarım artık bana yük olmuyorlar" Yükseklerde dolaşmak: Elde edilmesi zor şeyler istemek"Yükseklerde dolaşmayı bırak da olabilecek bir şey iste" Yüksek perdeden konuşmak: 1 Yüksek sesle konuşmak 2 Meydan okurcasına sert konuşmak 3 Yapılması güç şeyleri yapacakmış gibi abartılı konuşmak"Bu adam yüksek perdeden konuşmaya bayılıyor" Yüksekten atmak: Yapamayacağı şeyleri söylemek"Amma da yüksekten atıyor" Yükte hafif pahada ağır: Taşınması kolay, değerli eşya (altın, elmas gibi) Yükün altından kalkmak: 1 Üzerine aldığı ağır bir işi başarmak 2 Gördüğü bir iyiliğin karşılığı olarak bir şeyler yapmak"Onu bu yükün altından kalkamaz sananlar nasıl da yanıldılar" Yükünü tutmak: Çok zenginleşmek, para ve mal kazanmış olmak"Kısa zamanda yükünü tuttu bizim komşu" Yüreği ağzına gelmek: Birden bire çok korkmak, kalbi yerinden fırlayacakmış gibi hızlı hızlı atmak"Karanlık ve ıssız sokakta yürürken bir çığlık duydu, yüreği ağzına geldi o an" Yüreği cız etmek: Çok acımak, içi sızlamak"Eşinin o hâlini görünce yüreği cız etti" Yüreği çarpmak: 1 Korku ve kaygı duyup merak etmek, bu sebeple tedirgin olmak 2 Yüreği hızlı vurmak Yüreği dayanmamak: Çok acı duymak, acısına katlanamamak"Ailesinin son ferdini de kaybedince yüreği dayanmadı ihtiyar kadının, yatağa düştü" Yüreği ezilmek: 1 Üzülmek, çok acı duymak 2 Çok acıkmış olmak"İçim eziliyor, bir şeyler yemeliyim" Yüreği hop etmek: Bir olay karşısında birdenbire korkup heyecanlanmak Yüreği ferahlamak: İçi kaygıdan, sıkıntıdan kurtulmak Yüreği kabarmak: 1 Midesi bulanmak 2 Merak, kaygı, korku ve sıkıntı yüzünden derin bir soluk alma gereği duymak Yüreği kalkmak: Heyecanlanmak"Tekne sallandıkça yüreği kalkıyordu" Yüreği kararmak: İçine bir karamsarlık, bir sıkıntı çökmek; iyimserliği ortadan kalkmak"Yüreğin kararmasın, onu bulacağımızdan emin ol" Yüreği katı: Acımasız, acıma duygusundan yoksun kimse Yüreğine (içine) dert olmak: Birine karşı ya da birinin kendine karşı yaptığı bir davranış sonradan kendisi için acı, üzüntü kaynağı olmak"Ona yemek vermedim ama yüreğime dert oldu" Yüreğine inmek: 1 Birdenbire ölmek 2 Büyük ölçüde üzülmek"Bu acı haberi verip de yüreğine indirmek mi istiyorsun?" Yüreğine (içine) işlemek: Çok tesirli olmak, derinden acı vermek Yüreğine od düşmek: Yüreği yanmak, belli bir sebep sonucu büyük bir acı duymak, çok üzülmek"Kim ki başkasının uğradığı felâket onun yüreğine od düşürür, işte adam odur" Yüreğine su serpilmek: Duyduğu üzüntüyü hafifletecek bir haberle karşılaşmak, ferahlamak"Demek mahkemeye başvurmaktan vazgeçmiş, yüreğime su serpildi doğrusu, yoksa olayı hemen herkes duyacaktı" Yüreği küt küt atmak: Korku ve heyecandan yüreği hızlı hızlı çarpmak Yüreği oynamak: Ansızın heyecanlanmak veya korkmak, tedirgin olmak Yüreği (içi) parçalanmak: Çok acımak, karşılaştığı bir durum sebebiyle çok üzüntü duymak"Zavallının o hâlini görünce içim parçalandı" Yüreği pek: 1 Korkusuz, yürekli, çok cesaretli 2 Yüreği katı"Onca insanla baş etmeyi göze alıyor, yüreği pek bir insanmış demek ki" Yüreği yanmak: 1 Çok fazla acımak 2 Bir felâkete uğramak"Yüreğim yanıyor, acısını bir türlü unutamıyorum" Yürükten bağlanmak: İçten, samimi olarak sevgi ve saygı duymak Yürürlüğe girmek: Bir kanun ya da kararname uygulanmaya başlamak Yüzünü ağartmak: Yakınlarının övünç duymasına neden olacak beğenilir bir iş yapmak Yüz bulmak: Kendisine gösterilen hoşgörüden yararlanma yoluna gidip şımarmak, hoşa gitmeyen davranışlarda bulunmak Yüze gülmek: 1 Sevimli, çekici görünmek 2 Yalandan dost görünmeye çalışmak"Yüze gülüp arkadan insanın ekmeğini alır onlar" Yüze vurmak: İşlediği bir suçu ya da kabahati birinin açıkça yüzüne söyleyip onun utanmasına yol açmak"Suçunu sakın yüzüne vurup da utandırma onu" Yüze yüze kuyruğuna gelmek: Uzun süren bir işin sonuna yaklaşmış olmak Yüz görümlüğü: Güveyin gelinin duvağını açarken verdiği armağan Yüz göz olmak: Senli benli olmak ve birbirinden çekineceği kalmamak, aradaki mesafe kalkmış olmak, lâubalileşmiş olmak"İyice yüz göz olduk, beni artık dinlemiyorlar" Yüz karası: 1 Utanılacak bir durum 2 Ailesi, çevresi için utanç verici bir iş yapmak"Ailemizin o yüz karasını hiç kimse görmeye gitmeyecek, anladınız mı?" Yüz kızartıcı: Çok utandırıcı hareket veya durum Yüz dökmek: Zorlanarak, utanmayı ve sıkılmayı göze alarak, yalvararak bir kimseden ricada bulunmak Yüz tutmak: Bir şey olmak üzere bulunmak"Hava kararmaya yüz tuttu" Yüzde kalmak: 1 Derinleştirmemek 2 Önemli şeyler meydana getirmemek Yüzü ak: Suçu, utanılacak durumu bulunmamak; temiz ve saf olmak"Alnım açık, yüzüm aktır" Yüzü görmemek: Kimi şeylere hiç sahip olamamak, onlardan uzak bulunmak"Çocuklar günlerdir et yüzü görmediler" Yüzü gözü açılmak: 1 Çevresi ile ilişkilerini geliştirmeye başlamış olmak, dünyayı anlamaya başlamak 2 İyiyi kötüyü, kendine yarayanı ayırt edici duruma gelmek Yüzü gülmek: 1 Sevinci yüz hatlarında anlaşılır olmak 2 Neşelenip sıkıntıdan kurtulmak, feraha kavuşmak"Bakıyorum yüzün gülüyor, sebebi ne ola ki?" Yüzü kalmamak: Bir kimseye karşı pek borçlu bulunmak ve ondan artık bir şey isteyecek hâli kalmamak"Bu güne kadar ne istedimse verdi Artık yüzüm kalmadı, git, isteyebileceksen sen iste" Yüzü kara: Utanacak bir durumu olan Yüzü kasap süngeri ile silinmiş: Utanacak, sıkılacak, arlanacak yanı kalmamış; arsız Yüzünden (suratından) düşen bin parça olmak: Sıkıntısı, öfkesi ve küskünlüğü yüz ifadesinden belli olmak"Babamın yüzünden düşen bin parça, ne oldu yine?" Yüzünden okumak: 1 Ezberden değil, yazılı kâğıttan ya da kitaptan okumak 2 Neler hissettiğini, durumunu yüzünden anlamak"Onun ne mal olduğu yüzünden anlaşılıyor" Yüzüne bir daha bakmamak: Darılıp küsmek, bir daha konuşmamak; önemsemeyip ilgisiz kalmak Yüzüne kan gelmek: Benzi beti yerine gelmek, sağlığına kavuştuğu yüzünün kızarmasından belli olmak; soluk rengi geçmek"İki şişe serum verdiler, sonunda yüzüne kan geldi" Yüzünü ağartmak: Yakın çevresinin övünç duymasına neden olacak bir iş yapmak veya başarı kazanmak"Uluslararası maratonda birinci gelerek milletin yüzünü ağarttı bu çocuk" Yüzünü ekşitmek: Rahatsız olduğunu, hoşnut olmadığını, öfke duyduğunu yüz ifadesiyle belli etmek"Haydi kalk, yüzünü ekşitme öyle, çok kalmayacağız onlarda" Yüzünü gören cennetlik: Uzun bir süre ortalıkta görünmeyen kimseler için kullanılır Yüzünü kara çıkarmak: Yaptığı bir iş ya da davranışla birini utandırmak, mahçup duruma düşürmek"Sakın onu gönderme, yüzünü kara çıkarır yoksa, pişman olursun!" Yüzünü kızartmak: Birini utandırıp yüzünün kızarmasına yol açmak"Onun utanacağı sözleri söyleyip de yüzünü kızartmadan duramaz mısın sen?" Yüzünün akıyla çıkmak: Bir işe girip o işten başarı elde ederek, onurunu zedelemeden, utanılacak bir duruma düşmeden çıkmak Yüzü sirke satmak: Yüzünden hoşnut olmadığı anlaşılmak, asık yüzlü olmak"Baksana, yüzü sirke satıyor adamın" Yüz üstü bırakmak: Tamamlanmamış bir durumda, yarı yolda bırakmak"İşleri yüz üstü bırakıp gitti" Yüzü soğuk: Ürküntü veren, hoşnutluk vermeyen, sevimsiz,"Aman ne yüzü soğuk adamdı o öyle!" Yüzü suyu hürmetine: Bir kimsenin hatırına değer verildiği için"Hz Peygamber`in yüzü suyu hürmetine Cenab-ı Allah, bizleri inşallah bağışlar" Yüzü tutmamak: Bir şey istemeye ya da söylemeye çekinmek, cesaret edememek"Babamdan para isteyeceğim ama bir türlü yüzüm tutmuyor" Yüzü yerde: Alçakgönüllü Yüzü yok: "Bir şeyi yapmaya cesareti yok, öyle yanlışlıklar yaptı ki teklif etmeye utanıyor" anlamında kullanılır Yüz vermek: Her istediğini yerine getirerek şımartmak; yakınlık göstererek, hoş görülü davranarak ölçüsüz hareketler yapmasına sebep olmak Yüz yüze bakmak: Yakın ilişki içinde bulunup, bu ilişkileri bir süre devam etmek"Birbirimize iyi davranalım, epey bir zaman burada yüz yüze bakacağız" Yüz yüze gelmek: 1 Birden karşılaşmak 2 Bir araya gelmek"Bu meseleyi yüz yüze geldiğiniz zaman konuşursunuz" |
Deyimler Sözlüğü - Alfabetik Düzende |
10-28-2012 | #21 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler Sözlüğü - Alfabetik DüzendeZ - Harfi İle Başlayan Deyimler Zahmet çekmek: Sıkıntı, güçlük, yorgunluk ve eziyetlere katlanmak"Senin adam olman için az zahmet çekmedim ben" Zahmete sokmak: Birine sıkıntı, güçlük ve yorgunluk vermek; masraf ettirmek"Adamcağızı durup dururken zahmete sokmuşsunuz" Zaman kazanmak: Birini oyalayarak ihtiyacı olduğu zamanı mümkün olduğunca uzatmaya çalışmak Zaman kollamak: 1 Uygun bir fırsat beklemek 2 Bir işin sırasını beklemek"Zamanını kolla öyle gir işe, zamansız girip de rezil olma" Zaman öldürmek: Kimi şeylerle uğraşarak belli bir zamanın geçmesini sağlamak, boş şeylerle vakit geçirmek"Burda beklemekle zaman öldürüyoruz beyler" Zaman vermek: Bir iş için belli bir süre ayırmak"Bana biraz zaman verirseniz gidip onu çağırabilirim" Zaman zaman: Belli olmayan zamanlarda, ara sıra"Zaman zaman o da aramıza katılırdı" Zamane çocuğu: Eski nesile göre hayli yadırganacak davranışlarda bulunup sözler sarf eden kimse"Zamane çocuğu ne olacak" Zar tutmak: Tavla oyununda istediği sayıyı getirmek için, atmadan önce, zarlara parmaklar arasında belli bir biçim verip öyle atmak Zart zurt etmek: Bağırıp çağırarak, yükseklerden atıp tutarak çıkışmak; kendini büyük göstererek kaba kuvvet gösterisinde bulunmak Zar zor: 1 Güçlükle, zorla 2 "Ucu ucuna, kıt kanaat, istenilen ölçüye ancak yaklaşabildi" anlamında kullanılır"Zar zor getirdik adamı" Zehir etmek: Bir şeyin tadını kaçırmak, iyiyken kötü duruma sokmak"Yediğim şu yemeği zehir ettiniz bana" Zehir zemberek: İnsanın içine işleyen, onurunu zedeleyen çok acı söz Zembereği boşanmak: 1 Saatin zembereği kurulmaz duruma gelmek 2 Kendini tutamayarak uzun uzun gülmek Zemheri zürafası (gibi): Kışın ince elbise giyip gezenler için söylenir Zemin hazırlamak: Bir işin gerçekleştirilmesi için uygun ortam hazırlamak, meydana getirmek Zemzemle yıkanmış olmak: Biri, ötekine göre çok daha iyi nitelikte olmak Zerre kadar: Hiç denecek kadar az"Onu zerre kadar sevmiyorum" Zevahiri kurtarmak: Bir işi gereği gibi değil de üstünkörü yapmak ve böylece söz gelmesini önlemek, görünüşü kurtarmak"Bu girişimimizle zevahiri kurtardık, daha ne istiyorsun?" Zeval bulmak: Son bulmak, bozulup yok olmak, çökmek Zeval vermemek: Zarar ziyan vermemek, korumak"Allah kimseye zeval vermesin" Zevkten dört köşe olmak: Çok mutlu olduğu anlaşılmak, çok sevinip keyiflenmek ve aşırı zevk duymak"Takımı galip gelince zevkten dört köşe oldu" Zevkine varmak: Bir şeyin tadını alabilmek, çıkarmak ve duymak; inceliklerini görebilmek"O sabah, manzaranın zevkine vardık" Zevkini çıkarmak: Bir şeyin tadından, güzelliğinden olabildiğince yararlanabilmek"Gelin şu gezinin zevkini çıkaralım" Zeytinyağı gibi üste çıkmak: Bir konuda haksız olduğunu kabullenmeyerek kurnazlıkla kendini haklı ya da suçsuz çıkarmaya çalışmak Zıddına gitmek: Karşısındakini sinirlendirmek, sinirini bozmak; bir şeyin tersine hareket etmek"Niçin devamlı benim zıddıma gidiyorsun" Zılgıt yemek: Azarlanmak, paylanmak"Senin yüzünden öğretmenden zılgıt yedik" Zınk diye durmak: Birdenbire, aniden durmak"Önümdeki adam zınk diye durunca ne yapacağımı şaşırdım" Zırnık (bile) vermemek: Az da olsa, en ufak bir şey de olsa vermemek"Ona bu mirastan zırnık bile koklatmayacağım" Zıvanadan çıkmak: 1 Çok sinirlenip öfkelenmek, taşkınca hareketlerde bulunmak 2 Delirmek, aklını oynatmak"Biraz daha konuşup da beni zıvanadan çıkarmayın!" Zihin açıklığı: İyi, sağlıklı düşünebilme gücü"Sana Allah`tan zihin açıklığı dilerim" Zifiri karanlık: Çok karanlık"Zifiri karanlıkta yola çıktık" Zihni bulanmak (karışmak): Sağlıklı düşünemez olmak, olaylar arasındaki bağlantıyı kaybetmek, ne yapacağını şaşırmak"Bir anda zihnim bulandı, saçmalamaktan korkup konuşmayı yarıda kestim" Zihnini bulandırmak: 1 Kuşkulandırmak 2 Düşünemez hâle getirmek Zihnini çelmek: 1 Bir kimseyi yanıltmak 2 Kandırıp baştan çıkarmak Zihnini kurcalamak: Aklına takılan bir şeyi anlamaya, kavramaya çalışmak"Akşamki mesele zihnimi kurcalayıp duruyor" Zihnini oynatmak: Çıldırmak, aklını yitirip delirmek"Sen zihnini mi oynattın?" Zil takıp oynamak: Çok sevinmek Zimmetine geçirmek: 1 Kendine mal etmek 2 Bir hesabı birinin borcuna eklemek"Devletin onca malını zimmetine geçirmiş" Zincire vurmak: Prangaya vurmak (mahkûmu)"Bütün esirleri zincire vurup zindana atmışlardı" Zindan kesilmek: 1 Çok karanlık duruma gelmek 2 Yaşanılan yer çok sıkıntı verici, yaşanılamayacak derecede kötü hâle gelmek Ziyafet çekmek: Konukları yemek vererek ağırlamak"Düğünümde bir ziyafet bile çekemedim" Ziyan etmek: Yersiz, boş yere harcamak"O kadar ekmeği ziyan etmeye utanmıyor musun?" Ziyanı yok: "Önemli değil, önemi yok!" anlamında kullanılır Ziyaret etmek: Birini görmeye, biriyle görüşmeye, bir yeri görmeye gitmek"Hastaları ziyaret etmek görevlerimiz arasındadır" Zokayı yutmak: Aldatılıp zarara sokulmak Zora binmek: İş güçleşmek, ancak zor kullanarak halledilecek hâle gelmek"Bir yolunu bulun, sakın işi zora bindirmeyin" Zora gelmemek: Sıkıntıya ve baskıya katlanamamak, güçlüğe sabredememek"Zora gelemem ben, lütfen ısrar etmeyin!" Zorun ne?: "Ne istiyorsun, amacın ne?" anlamında kullanılır Zoru olmak: Kendisini zorlayan bir sıkıntısı, derdi olmak"Adamın bir zoru olduğu yüzünden belliydi" Zurnanın zırt dediği yer: Yapılmakta olan işin en hassas, en önemli, en can alıcı noktası Züğürt tesellisi: Kötü bir işte en önemli şeyi kaybettiği zaman bazı önemsiz, iyi olmayan bir yan bularak sevinmek ve kendini avutma Zülfüyâre dokunmak: İşle ilgili olanı, hatırlı ve güçlü kimseyi veya yüksek bir makamı kimi söz ve davranışlarla gücendirmek, darılmasına yol açmak"Hayır geri duramam, zülfüyâre dokunsa da söyleyeceğim" |
|