Cevap : =>İslami Sözlük |
01-04-2008 | #151 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükHUSÛMET: 1 Dâvâ açmak Erkek vatyden (hanımına yaklaşmaktan, cimâ yapmaktan) âciz ise, Hanefîde kadın, nikâhı fesh (bozmak) için husûmet hakkına mâlik olur (İmâm-ı Şa'rânî) 2 Düşmanlık Husûmet, kalb hastalıklarındandır Uhud gazâsında (savaşında), Resûlullah efendimiz, mübârek yüzünü yaralıyan ve mübârek dişini kıranlara lânet (bedduâ= kötü duâ) etmedi, husûmet beslemedi: "Yâ Rabbî! Bunlara hidâyet et (doğru yola kavuştur); anlamıyorlar, bilmiyorlar" diye duâ etti "Allahü teâlâ için affedeni (bağışlayanı), Allahü teâlâ yükseltir" buyurdu (Muhammed Hâdimî) Kalbi dağıtan, hayâtın zevkini gideren, din mürüvvetini (güzelliğini, parlaklığını) alıp götüren, mal husûsundaki husûmet gibi zararlı hiçbir şey yoktur (İmâm-ı Gazâlî) Kalblerinde husûmet taşıyan insanların içi; altında ateş yanarak kaynayan tencereler gibi devamlı kaynar ve bu husûmet sebebiyle içlerinden ateş saçılır (Hassân bin Sâbit) HÛŞ DER DEM: Nakşibendiyye yoluna âit on bir esastan biri Her nefeste Allahü teâlâyı hatırlamak Hûş der dem, düşüncelerle gönlün dağılmasını önler (İmâm-ı Rabbânî) HUŞÛ': Tevâzû, alçak gönüllülük Hakk'a boyun eğmek Korku ve sevgiden meydana gelen edebli bir hal Allahü teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki: Îmân edenlerin, Allahü teâlâyı ve Hak'tan ineni (Kur'ân-ı kerîmi) zikr için, kalblerinin huşû' zamânı hâlâ gelmedi mi? Onlar, daha evvel kendilerine kitab verilip de üzerlerinden uzun zaman geçmiş, artık kalbleri kararmış bulunanlar gibi olmasınlar Onlardan bir çoğu dinlerinden çıkmış fâsıklardı (Hadîd sûresi: 16) Mü'minler herhâlde kurtulacaklardır Onlar namazlarını huşû ile kılanlardır (Mü'minûn sûresi: 1,2) Kalbi meşgûl eden, huşû'u gideren şeyler yanında, meselâ süslü şeyler karşısında, oyun ve çalgı aletleri yanında ve arzû ettiği yemekler karşısında, namaz kılmak mekrûhtur (İbn-i Âbidîn) Huzûr ve huşû' ile kılınan iki rek'at namaz, gâfil (Allahü teâlâyı unutmuş) bir kalb ile akşamdan sabaha kadar kılınan namazdan hayırlıdır (Abdullah ibni Abbâs) Duânın edeblerinden biri de; duâ ederken, âciz olduğunu ifâde etmek, huzûr ve huşû'içinde Allah'tan korkarak ve kabûlünü umarak istediği şeyde devâm üzere olmaktır (İmâm-ı Gazâlî) HUTAME: Cehennem'in beşinci tabakası Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi ve başkalarını ayıplamayı ve servet biriktirip onu saymayı âdet edinenlere veyl (yazıklar) olsun! O malın kendisini ebedî kılacağını mı zanneder? Hayır! Yemin ederim ki o, Hutame'ye atılır Hutamenin ne olduğu sana söylendi mi? O, Allahü teâlânın tutuşturulmuş, yandıkça tırmanıp kalblerin tâ üstüne çıkan ateşidir (Hümeze sûresi: 1-7) HUTBE: Hitâbe, nutuk, konuşma, vâz Cumâ namazlarından evvel, bayram namazlarından sonra hatîbin (imâmın) minber denilen yüksekçe yerde cemâate karşı okuduğu Allahü teâlâya hamd, Resûlullah'a salât ve selâm ve mü'minlere nasihat ve duâdan ibâret bir ibâdet İbâdet, emirleri yapmak demektir Kur'ân-ı kerîmi ve hutbeyi okumak ibâdettir (Seyyid Abdülhakîm Efendi) Cumâ ve bayramda hutbeyi kısa okumak sünnettir (Tahtâvî) Hutbede dört büyük halîfenin (hazret-i Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali (radıyallahü anhüm) adını yüksek sesle söylemek Ehl-i sünnet olmanın alâmetidir (işâretidir) (Ahmed Fârûkî) Hutbe okunurken yer değiştirmek, yanındakilere sıkıntı vermek haramdır (İbn-i Âbidîn) Hazret-i Ömer'in bir hutbesi şöyledir: Ey insanlar! Kur'ân-ı kerîmi öğreniniz O'nunla amel ediniz (emir ve yasaklarına uyunuz) (İbn-i Abdi Rabbih) Ömer bin Abdülazîz'in ilk hutbesi: Ey insanlar!İçinizi (kalbinizi) düzeltiniz ki, dışınız da (işleriniz de) düzelsin Âhiretinizi iyi yapın ki, dünyânız da iyi olsun (İbn-i Abdi Rabbih) Kudüs'ün fethinde büyük âlim İbn-i Zekî'nin hutbesi şöyledir: Ey cemâat!Allahü teâlânın dînine yardım ediniz Bu yoldaki hizmeti fırsat biliniz Şunu iyi biliniz ki, işler netîcelerine göre kıymet kazanır Allahü teâlâ, emirlerine ve yasaklarına uyma husûsunda bize ve size yardım eylesin Allahü teâlâ size yard ım ederse sizi kim yenebilir Eğer size yardım etmez, yalnız bırakırsa, size yardıma kimin gücü yetebilir? (İbn-i Receb)
__________________
|
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-04-2008 | #152 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükHUY: Mîzâc, tabiat, ahlâk İbâdetleri az olan bir kul, iyi huyu ile kıyâmette yüksek derecelere kavuşur Bir kulun ibâdetleri çok olsa da, kötü huyu, onu Cehennem'in dibine götürür; bâzen küfre götürür (Hadîs-i şerîf-Berîka) İy huyları tamamlamak, yerleştirmek için gönderildim (Hadîs-i şerîf-Berîka) Sıcak su buzu erittiği gibi, iyi huy da hatâları eritir Sirke balı bozduğu gibi, kötü huy, hayrâtı ve hasenâtı (iyilikleri) yok eder (Hadîs-i şerîf-Berîka) Ey oğlum! Kötü huydan, gönül dağınıklığından sakın, sabırsız olma Yoksa arkadaş bulamazsın İşini severek yap, sıkıntılara katlan Bütün insanlara karşı iyi huylu ol Çünkü insanlara karşı iyi huylu olan ve onlara güler yüz göstereni herkes sever (Lokman Hakîm) Muhammed aleyhisselâm, gâyet güzel huylu, güzel yüzlü, kibâr tavırlı ve çok dürüst bir zât idi Dâimâ hiddet ve şiddetten kaçmış, hiçbir zaman zulüm yapmamıştır Müslümanların dâimâ iyi huylu, güler yüzlü olmasını istemiş, Cennet'e iyi huy ve sabır i le gidileceğini bildirmiştir (Muhammed Rebhâmî) HUYELÂ: Harbde düşmana karşı tekebbür etmek (büyüklenmek, üstün görünmek), kibirlenmek HUZÛR: 1 Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyin kalbde bulunmaması Peygamber efendimizin bildirdiği âyet-i kerîmeleri ve duâları, belli vakitlerinde okumalıdır Bunlar ve nâfile namazlar, ihlâs ile, kalb huzûru ile okunmazsa, sahîh olmazlar, faydaları dokunmazlar (Abdullah-ı Dehlevî) 2 Nezd, yan Bir mü'minin kabrini ziyâret eyleyen, Hak teâlâ huzûrunda nâfile bir hacdan ziyâde (fazla) sevâba nâil olur (kavuşur) (Hadîs-i şerîf-Ey Oğul İlmihâli) Büyüklerin huzûru, sohbeti ile şereflenmeyen zavallıların hâli harâbdır (İmâm-ı Rabbânî) Yüzüm yok huzûra çıkam yâ Rabî! Neler etti bana bu nefs-i denî (M Sıddîk Gümüş) 3 Rahat, gönül ferahlığı seâdet Şeytanın hîlelerinden dördüncüsü, şimdi dünyâyı kazanmak için çalış da, râhata kavuş, o zaman rahat rahat, huzûr içinde ibâdet edersin diyerek ibâdete mâni olur Buna cevâb olarak, ecel benim elimde değildir Herkesin ömrünü Allahü teâlâ ezelde takti r etmiştirBelki yakında ölürüm İbâdet vazîfelerini vaktinde yapmalıyım, demelidir (Hâdimî) Allah korkusu ve Allah sevgisi insanları seâdet ve huzûra kavuşturan iki kanat gibidir (Mustafa Sabri Efendi) Huzûr-ı İlâhî: Allahü teâlânın nezdi Huzûr-ı ilâhîde bulunan meleklere Mukarrebîn denir (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî) HÜCRE-İ SEÂDET: Medîne-i münevverede Mescid-i Nebevî içinde Peygamber efendimizin mübârek kabirlerinin bulunduğu oda Peygamber efendimizin sağlığında burası, hanımlarından hazret-i Âişe vâlidemizin odasıydı Peygamberimiz burada vefât etti "Peygamberler vefât ettikleri yere defnolunurlar" hadîs-i şerîfi gereğince, buraya defnedildi İslâm târihindeki ilk türbe olan Hücre-i Seâdet'in üzeri yeşil bir kubbeyle örtülüdür Hücre-i seâdet, Peygamber efendimizin Medîne'deki mescidinin kıble duvarının doğu köşesine yakın olup, mihrâbda kıbleye dönen kimsenin sol tarafına düşer Minber i se, sağ taraftadır Hücre-i Seâdet ile minber arasına Ravda-i mütahhera (Cennet bahçesi) denir (Eyyûb Sabri Paşa) HÜKM (Hüküm): Bir dâvâ, bir mes'ele, bir kişi hakkında verilen karar, emir Allahü teâlânın mü'minler hakkındaki hükmüne hayret ettim Ona genişlik taktîr eder ve kulu buna râzı olursa, kulun hakkında hayırlı olur Şâyet darlık ile hükmeder de yine kulu buna râzı olursa, bu da hakkında hayırlıdır (H adîs- i şerîf-Sahîh-i Müslim) Hükm-i Küllî: Allahü teâlâya âit hüküm, emir Allahü teâlâ bir kul için bir şeye hüküm verdi mi, artık hükm-i küllîyi hiç kimse önleyemez (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ul-Ehâdîs) Hükm-i Müleffak: Helâl ve haram, emir ve yasak, ibâdet ve tâatte, belli bir mezhebin hükümlerine uymayıp, birkaç mezhebin hükümlerini karıştırarak kolayına geleni seçtiği hüküm (Bkz Telfîk) Dört mezheb âlimleri, hükm-i müleffak bâtıldır geçersizdir, buyurdular (İbn-i Âbidîn) Hükmî Temizlik: Kadının âdet bitiminden îtibâren on beş gün içinde kan gördüğü halde temiz kabûl edilmesi Bu on beş gün içinde kan görülen bu kan fâsid kan yâni istihâza kanıdır (Bkz Tam Temizlik) HÜMEYRÂ: Peygamber efendimizin, hazret-i Âişe vâlidemize verdiği lakab Dîninizin üçte birini Hümeyrâ'dan öğreniniz (Hadîs-i şerîf-Medâric-ün-Nübüvve) Âişe Sıddîka'nın radıyallahü anhâ fazîletleri, üstünlükleri sayılamıyacak kadar çoktur Eshâb-ı kirâmın (Peygamberimizin sohbetinde bulunan müslümanların) fıkıh âlimlerindendi Çok fasîh ve belîğ (güzel) konuşurdu Eshâb-ı kirâma fetvâ verirdi Âliml erin çoğuna göre, fıkıh bilgilerinin dörtte birini hazret-i Âişe haber vermiştir Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, hazret-i Âişe'ye Hümeyrâ derdi (Abdülhak-ı Dehlevî) HÜMEZE SÛRESİ: Kur'ân-ı kerîmin yüz dördüncü sûresi Hümeze sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi) Dokuz âyet-i kerîmedir Birinci âyet-i kerîmede geçen hümeze kelimesinden dolayı sûreye bu isim verilmiştir Sûrede; mü'minlerin birbirlerini gıybet etmemeleri (arkalarından çekiştirmemeleri), başkalarına iy i davranmayanların Cehennem'e atılacağı bildirilmektedir (İbn-i Abbâs, Taberî) Allahü teâlâ Hümeze sûresinde meâlen buyuruyor ki: Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi ve başkalarını ayıplamayı ve servet biriktirip onu saymayı âdet edinenlere yazıklar olsun (Âyet: 1, 2) HÜNSÂ: Erkek ve kadın olduğu belli olmayan, hem erkeklik hem kadınlık uzvu bulunan kimse Cemâatle namazda, erkekler, imâmın ardında saf olurlar Erkeklerin ardında erkek çocuklar, onların ardında ise, hünsâlar saf olur Hünsâların ardında da kadınlar saf olur (Molla Hüsrev) HÜR: Köle olmayan erkek Cumâ namazının bir kimseye farz olması için lâzım olan dokuz şarttan biri de hür olmaktır (İbn-i Âbidîn) HÜRRE: Hür kadın Câriye olmayan kadın Hürre olan hanımlar, namaz kılarken, yüz ve elden başka bütün bedenlerini örter, göstermezler Câriyeler (hür olmayan kadınlar) ise, sırt ve göbekten diz altına kadar örterler (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî) Hürre olan kadının zevci veya ebedî mahrem (hiç nikâh düşmeyen) akrabâsından biri yanında bulunmadan, yalnız veya başka kadınlarla yâhut, âkıl, bâliğ ve sâlih olmayan mahremi, yakını, akrabâsı ile üç günlük (yaklaşık 104 kilometre) yola gitmesi haram dır (İbn-i Âbidîn) HÜRRİYET: Hürlük, serbestlik 1 Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyup, herkesin hakkını gözetmek Hürriyet, başıboş kalıp, her istediğini yapmak demek değildir (Ali bin Emrullah) 2 Maddî ve mânevî her türlü şeyin sevgisinden gönlünü kurtararak yalnız Allahü teâlâya kul olmak Kim hürriyet isterse, Allahü teâlâya kulluğa sarılsın (Hallâc-ı Mensûr) Hakîki hürriyet, kullukta kemâl derecesine varmakla mümkündür Allahü teâlâya karşı kullukta sâdık olan, başkalarına köle olma boyunduruğundan kurtulup, gerçek hürriyete kavuşur (İmâm-ı Kuşeyrî) HÜSN-İ HÂTİME: Son nefeste, rûhunu îmân ile teslim etme, îmân ile âhirete gitme Bir insanın hüsn-i hâtime ile mi yâhut sû-i hâtime (îmânsız gitme) ile mi öleceği, son nefeste belli olur Bütün ömrü boyunca, kâfir olarak yaşayıp sonunda îmâna kavuşan olduğu gibi, ömrü îmânla geçip, Allahü teâlâ korusun sonunda îmânsız giden de ol ur Kıyâmette son nefesteki hâle bakılır (Ahmed Fârûkî) Her müslümanın, ölümü düşünüp, hüsn-i hâtime sebeplerini elde etmek için çalışması ve sû-i hâtime ile bu dünyâdan ayrılmaktan çok sakınması lâzımdır (Senâullah-i Dehlevî) Rabbimiz! Sonumuzu sevdiklerinin sonu gibi eyle Hüsn-i hâtime ile sona erdir (Muhyiddîn-i ibni Arabî) HÜSN-İ HULUK: Güzel huy, iyi ahlâk (Bkz Ahlâk) HÜSN-İ ZAN: 1 Kulların Allahü teâlâdan rahmetini ummaları Kendisinden başka ilâh olmayan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, Allahü teâlâ kendisine hüsn-i zan ederek yapılan duâyı elbette kabûl eder (Hadîs-i şerîf-Berîka) Kıyâmet günü, Allahü teâlâ bir kulunun Cehennem'e atılmasını emreder Cehennem'e götürülürken, arkasına dönerek yâ Rabbî! Dünyâda iken (Cennetine kor diye) sana hep hüsn-i zan ettim deyince, onu Cehennem'e götürmeyiniz! Kulumu, bana olan zannı gibi karşılarım buyurur (Hadîs-i şerîf-İhyâ) 2 Bir kimse veya bir hâdise hakkında iyi kanâat sâhibi olmak Bütün müslümanlara hüsn-i zan etmek, iyi nazarla bakmak, iyi karşılamak lâzımdır Sözleri, mümkün olduğu kadar iyiye yormalıdır Müslümanın hayırlı ve sâlih olduğuna inanmak, ibâdet olur (Muhammed Hâdimî) HÜZN (Hüzün): Üzüntü, keder Sevincin zıddı Bu, halk arasında kastedilen dünyevî hüzünden başkadır Tasavvuf yolunda bulunanlara âit bir hâl Hüzn, insanın kalbini gafletten (Allahü teâlâyı unutmaktan) korur Hüznü olmayan sâlikin (tasavvuf yoluna girmiş olanın) senelerce kavuşamadığı mânevî derecelere, hüzün sâhibi olan, kısa zamanda kavuşur Allahü teâlâ kalbi hüzünlü, kırık olanları sev er Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, dâimâ hüzünlü ve Allahü teâlânın büyüklüğünü düşünme hâli üzere idiler Râbia-i Adviyye, vâ hüznâ (Vah hüzün) demekle bu mertebeye kavuşmayı arzû etmiştir (Abdülhakîm Arvâsî) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-04-2008 | #153 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükHİZMET: Birinin işini görme Anne ve babanız sizin hizmetinize muhtâc iseler, onlara hizmeti canınıza minnet biliniz (Hadîs-i şerîf-Riyâd-un-Nâsihîn) Ey dünyâ! Bana hizmet edene hizmetçi ol! Sana hizmet edene güçlük göster! (Hadîs-i kudsî-Berîka) Cenâzelerde hizmet etmekte bulun! Allah rızâsı için cenâzenin mezârına bir kürek toprak atıver! O attığın toprak, kıyâmette terâzîne konacaktır (Süleymân bin Cezâ) Bir kimse din hizmelerinde bulunsa ve bu hizmetlerde, nefsine bir pay ayırsa, yaptığı hizmetlerin tadını ve faydasını bulamaz (Ebû Süleymân Dârânî) Dîne yaptığı hizmetlere, İslâmiyet'i kuvvetlendirmesine ve insanların doğru yola gelmelerine sebeb olmasına güvenmemeli ve bunlarla övünmemelidir (İmâm-ı Rabbânî) Hizmet görmek istiyen hocasına hizmet etsin (Abdullah-ı Dehlevî) HUBB-I DÜNYÂ: Dünyâ sevgisi Ölümden sonra işe yaramayacak olan şeylere düşkün olmak Dünyâ; haramlar, mekruhlar ve Allahü teâlâyı unutturan her şeydir (Bkz Dünyâ) Hubb-ı dünyâ arttıkça, âhirete olan zarar da artar Âhiret sevgisi arttıkça, dünyânın ona zararı azalır (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî) Hubb-ı dünyâ, günahların başıdır (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî) HUBB-I FİLLÂH VE BUĞD-I FİLLÂH: Allahü teâlâ için sevmek ve Allahü teâlâ için düşmanlık etmek Allahü teâlâya Cebrâil aleyhisselâm gibi ibâdet etseniz; hubb-ı fillâh ve buğd-ı fillâh yapmadıkça, hiçbirisi kabûl olmaz! (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Ma'sûmiyye) Amellerin, ibâdetlerin en kıymetlisi, hubb-ı fillâh ve buğd-ı fillâhtır (Hadîs-i şerîf-Berîka) Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma; "Yalnız benim için ne yaptın" buyurdu "Yâ Rabbî! Senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim ve zikr yaptım (Seni andım) " cevâbını verince; "Kıldığın namazlar seni Cennet'e kavuşturacak yoldur, kulluk vazîfendir Oruçların seni Cehennem'den korur Verdiğin zekâtlar, kıyâmet günü sana gölgelik olur Zikirlerin de o günün karanlığında sana ışık olur Benim için ne yaptın?" buyurdu "Yâ Rabbî! Senin için olan şeyi bana bildir" deyince, Allahü teâlâ; "Yâ Mûsâ! Sevdiklerimi sevdin mi ve düşmanlarıma düşmanlık ettin mi? " buyurdu Mûsâ aleyhisselâm, Allahü teâlâ için olan en kıymetli şeyin Hubb-ı fillâh buğd-ı fillah olduğunu anladı (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Ma'sûmiyye) Allahü teâlânın en çok sevdiği ibâdet, hubb-ı fillâh ve buğd-ı fillâhtır (Süleymân bin Cezâ) HUBB-I RİYÂSET: Makam ve mevki sevgisi Hubb-ı riyâsetin insana yapacağı zarar, iki aç kurdun, bir koyun sürüsüne girdiği zaman, yaptıkları zarardan daha çoktur (Hadîs-i şerîf-Berîka) Hubb-ı riyâset insanlarda üç şeyden hâsıl olur Birincisi, nefsin arzûlarına kavuşmak arzusu Nefs, arzûlarının, haram yollardan elde edilmesini ister İkincisi, kendinin ve başkalarının haklarını zâlimlerden kurtarmak, müstehâb (dinde güzel görülen) ve mübâh (dînen izin verilen) işleri yapmak içindir Bu niyet ile mevkiye kavuşurken, riyâ (gösteriş) ve hakkı bâtıl ile karıştırmak gibi, İslâmiyet'in yasak ettiği şeyleri yapmamak ve vâcibleri, sünnetleri terk etmemek lâzımdır Üçüncüsü nefsi eğlendirmektir (Muhammed Hâdimî) HUBB-ISİVÂ: Allahü teâlâdan başka şeylerin sevgisi ( Bkz Mâsivâ) Olup nâdim elim çektim hevâdan, Pâk ettim kalbimi hubb-ı sivâdan Yüzüm dergâhına döndüm ilâhî, Kapundan etme red, bu pür günâhı (Muhammed bin Receb) HUCCET: 1 Senet, vesîka, delîl, burhân (Bkz Delîl) Temizliğini tam yapıp, vakitlerine uyarak beş vakit namaza devâm eden kimseye o namaz kıyâmet gününde nûr, huccet ve delîl olur Kim namazı zâyi ederse, Fir'avn ve Hâmân ile haşrolur (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel) Elli dört farzdan biri de Kur'ân-ı azîm-üş-şânı huccet, tutmak, O'nun hükmüne râzı olmaktır (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî) 2 Şer'î mahkemelerde bir dâvânın şâhitlerini dinledikten sonra kâdının verdiği hükmün yazıldığı îlâm, belge Huccet-ül-İslâm: 1 Üç yüz bin hadîs-i şerîfi, senetleri (rivâyet edenleri) ile birlikte ezberden bilen büyük İslâm âlimi Hüccet-ül-İslâm İmâm-ı Gazâlî buyurdu ki: Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemin dünyâya yayılan nasîhatlerinden biri şudur: Allahü teâlânın, bir kuluna rahmet etmeyeceğine, ona gazâb ve azâb edeceğine alâmet, dünyâya ve âhirete faydası olmayan şeylerle meşgûl olması, zamanlarını lüzumsuz şeylerle öldürmesidir Bir kimsenin ömründen bir saati, Allahü teâlânın beğenmediği bir şeyde geçerse, ne kadar çok pişmân olsa, üzülse yeridir Bir kimse kırk yaşını geçtiği hâlde onun hayırlı işleri yâni sevâbları, kötü işlerinden, yâni günâhlarından ziyâde olmadı ise, Cehennem'e hazırlansın" Bu hadîs-i şerîfin mânâsını iyi anlayanlara, bu nasîhat yetişir 2 Dinde söz sâhibi mânâsına İmâm-ı Gazalî hazretlerinin lakabı HUCURÂT SÛRESİ: Kur'ân-ı kerîmin kırk dokuzuncu sûresi Hucurât sûresi Medîne'de nâzil oldu (indi) On sekiz âyet-i kerîmedir Dördüncü âyet-i kerîmede geçen Hucurât kelimesinden dolayı sûreye bu isim verilmiştir Sûrede, bir kısım ahlâk kuralları ile Peygamber efendimize ve insanların birbirlerine karşı nasıl davranacakları bildirilmektedir Allahü teâlâ Hucurât sûresinde meâlen buyuruyor ki: Ey îmân etmekle şereflenenler! Sesinizi, Nebiyyullah'ın (Allahü teâlânın peygamberinin) sesinden yukarı çıkarmayınız O'na karşı, birbirinize bağırdığınız gibi seslenmeyiniz!O'na saygısızlık gösterenin ibâdetleri yok olur (Âyet: 2) Kim Hucurât sûresini okursa, Allahü teâlâya itâat edenlerin sevâbı kadar sevâb verilir (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-04-2008 | #154 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükHÛD ALEYHİSSELÂM: Kur'ân-ı kerîmde ismi geçen peygamberlerden Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: Âd kavmine kardeşleri Hûd'u (peygamber olarak) gönderdik Hûd (aleyhisselâm) onlara; "Ey kavmim! Allahü teâlâya ibâdet edin İbâdet edilecek O'ndan başkası yoktur Hâlâ O'nun azâbından korkmayacak mısınız?" dedi (A'râf sûresi: 65) Hûd'u (aleyhisselâm) ve dinde ona tâbi olanları rahmetimizle kurtardık Bizim âyetlerimizi yalanlayıp mü'min olmayanların ise silsile ve köklerini kestik (A'râf sûresi: 72) Hud aleyhisselâm Yemen'de bulunan Âd kavmine peygamber olarak gönderildi Nuh aleyhisselâm'ın oğlu Sâm'ın neslindendir Hûd aleyhisselâm, Yemen'de Aden ile Umman arasında bulunan Ahkâf diyârında doğup yetişti Çocukluğundan îtibâren Allahü teâlâya ib âdet etmekle meşgûl oldu Ara sıra ticâretle de meşgûl olan Hûd aleyhisselâm, gâyet şefkatli ve çok cömert idi Bolluk, bereket içinde ve gösterişli binâlar yaparak yaşayan Âd kavmi zamanla bozuldu Bütün nîmetleri kendilerine veren Allahü teâlâyı unutan Âd kavmi putlara tapmaya başladılar Kendilerine Hûd aleyhisselâm peygamber olarak gönderildi Nûh aleyhiss elâmın bildirdiği dînin esaslarını onlara anlattı Allahü teâlâya inanmalarını ve ibâdet etmelerini söyledi Dâvetini kabûl etmeyen Âd kavmi ona karşı çıktılar Hûd aleyhisselâm onları Allahü teâlânın azâbı ile korkuttu Pek az kimse îmân etti Hûd aleyhisselâm kavmini îmâna dâvet etmeye devâm etti Kavmi ona hakâret ettiler, kendinden geçinceye kadar dövdüler Hûd aleyhisselâm, kavminin ıslâh olmayacağını anlayınca; "Yâ Rabbî!Sen her şeyi biliyorsun Ben onlara peygamberliğimi bildirdim Ey Rabbim!Onlara, ders almalarına vesîle olacak bir musîbet ver" diye bedduâda bulundu Hûd aleyhisselâmın duâsını kabûl buyuran Allahü teâlâ, Âd kavmine önce kuraklık, kıtlık musîbetini verdi Üç sene müddetle hiç yağmur yağmadı Akan pınarlar kuruyup ağa çlar meyveler sararıp soldu Hayvanlar susuzluktan telef oldu Hûd aleyhisselâm yılmadan onları îmâna dâvete devâm etti ise de git-gide azgınlaştılar Hûd aleyhisselâma daha çok eziyet ettiler Hûd aleyhisselâm mûcizeler gösterdi fakat yine inanmadıl ar Allahü teâlâ, Âd kavmi üzerine azâb yüklü bulutu göndererek, buluttan esen bir rüzgârla onları helâk etti Âd kavmi üzerine çok şiddetli gelen bu rüzgâr, Hûd aleyhisselâm ve ona tâbi olanların yüzlerine gâyet serinletici ve tatlı olarak esti Hûd aleyhisselâm, Âd kavmi helâk olduktan sonra, kendine inananlarla birlikte Mekke-i mükerremeye gitti Kâbe-i muazzamanın bulunduğu yerde ibâdet ve tâatla meşgûl oldu ve orada vefât etti Kabrinin Harem-i şerîf (Kâbe-i muazzamanın etrâfındaki mescid)de Hicr denilen yerde bulunduğu rivâyet edilmektedir (Taberî, Nişancızâde Mehmed Efendi) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-04-2008 | #155 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükHÛD SÛRESİ: Kur'ân-ı kerîmin on birinci sûresi Mekke-i mükerremede indi Yüz yirmi üç âyet-i kerîmedir Hûd sûresi on beşinci ve on altıncı âyet-i kerîmelerinde meâlen buyruldu ki: Kim dünyâ hayâtını ve onun zînet (ve ihtişâmını) isterse, onların yaptıklarının (çalıştıklarının) karşılığını burada tamâmen öderiz Onlar bu hususta bir eksikliğe de uğratılmazlar Onlar öyle kimselerdir ki, âhirette kendilerine ateşten başkası yoktur (Dünyâda) işledikleri şeyler (hattâ iyilikler) orada boşa gitmiştir Zâten yapageldikleri hep boştur Hûd sûresi beni ihtiyârlattı (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Ma'sûmiyye) HUDÂ: Varlığı kendinden olup, başkasına muhtâc olmayan Allahü teâlâ Niçin küfrân eder insan, Hudâ nîmet verir iken, Utanmayıp eder isyân, kâmûyu ol görür iken, Beher an hamd ü şükretmez, dahi insanı fikretmez, Her gün hakkı zikretmez, bedende can durur iken (Niyâzi Mısrî) Hâşâ zulmetmez kuluna Hüdâsı Herkesin çektiği, kendi cezâsı (Muhammed Sıddîk bin Saîd) Hudâ dostlarının huzûrunda tevâzu eyleyiniz (alçak gönüllü olunuz), yalvarınız da sizin için duâ etsinler ve kabûl olsun (Ali Râmitenî) HUDÛ': Boyun eğmek, alçak gönüllülük Kalbde devamlı olan Allah korkusu Allahü teâlâya itâat etmek Namazın kusûrsuz olması; dînî hükümleri bildiren fıkıh kitaplarında geniş olarak yazılmış olan farzlarını, vâciblerini, sünnetlerini ve müstehâblarını yerlerine getirmekle olur Namazı tamamlamak için, bu dört şeyden başka yapılacak bir şey yoktur N amazda huşû' yâni her uzvun (organın) tevâzû göstermesi, bu dört şeyi yapmakla hâsıl olur Kalbin hudû'u da, yine bunları tamam yapmakla olur (Ahmed Fârûkî) HUDÛD: Miktârı, dinde kesin ve açıkça bildirilmiş cezâlar (Bkz Had) HUDÛR: Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyin kalbde bulunmaması Allahü teâlâ ile berâber olmak, O'nu unutmamak (Bkz Huzûr) HUKEMÂ: Din bilgilerini, fen bilgileri ile isbat eden mü'minler (Bkz Hakîm) HUKÛK-UL-IBÂD: İnsanlara âit haklar (Bkz Kul Hakkı) HUKÛKULLAH: Allahü teâlânın emri ve kulluk borcu olarak yapılan, kimsenin tasarrufta bulunamıyacağı, değiştiremeyeceği şeyler Îmân, namaz, oruc, hac, cihâd, zekât, öşür, sadaka-i fıtr; hırsızlık ve yol kesicilik gibi suçlara verilecek cezâlar, kâtilin öldürdüğü akrabâsının mîrâsından mahrûm olması, kasten orucunu bozanın ve hac esnâsında av hayvanı öldürenlerin mükellef old uğu keffâretler hep hukûkullahtandır Bunlara hukûkullah denmesi, Allahü teâlâdan başkasının bu çeşit işlerde tasarruf edemiyeceği, beşerî hayâtın devâmının ve isikrârının temel şartlarından olması bakımından ehemmiyetini ifâde etmek içindir Erkek i le kadının nikahsız berâber olmaları, zinâ işinin haramlığını kaldırmaz Kadın ile erkek bu yetkiye sâhib değildir Çünkü bunlar, hukûkullahtandır İnsanlara âit haklardan değildir Haramlığını kimse değiştiremez (Serahsî, Teftâzânî) HUL': Zevceyi mal karşılığında boşamak Hul' ile boşanmada nikâhta anlaşılan mehirden çok istemek mekrûhtur (Ebü'l-Leys-i Semerkandî) HULD CENNETİ: Sekiz Cennet'in dördüncüsü Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: (Ey Resûlüm!) de ki: Acabâ bu Cehenem mi hayırlı, yoksa takvâ sâhiplerine (Allahü teâlâdan korkup haramlardan kaçan kimselere) vâd olunan Huld Cenneti mi? Ki bu onlar için bir mükâfât, bir merci'dir (dönüş yeridir) Orada devâmlı kaldıkları hâlde, o takvâ sâhiblerinin her diledikleri vardır" (Furkân sûresi: 15-16) Yâ Rabbî! SendenÎmân, tükenmeyen nîmetler, Huld Cenneti'nde Muhammed aleyhisselâma arkadaş olmayı isterim (İmâm-ı Gazâlî) HULEFÂ-İ ERBEA: Dört büyük halîfe (Bkz Hulefâ-i Râşidîn) Hulefâ-i erbeanın birbirinden üstünlüğü hilâfetleri sırası iledir (İmâm-ı Rabbânî) HULEFÂ-İ RÂŞİDÎN: Her bakımdan olgun ve Resûlullah Efendimize uyan yüksek halîfeler mânâsına, Resûl-i ekremden (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra sırasıyla halîfe olan hazret-i Ebû Bekr, Ömer, Osman ve Ali (radıyallahü anhüm) için kullanılan tâbir Allahü teâlâdan korkunuz Başınızdaki emir, Habeşî köle olsa bile, itâat ediniz! Benden sonra müslümanlar arasında ayrılıklar olacaktır O karışıklık zamanlarında benim sünnetime ve Hulefâ-i Râşidîn'in sünnetlerine sarılınız Benim halîfelerim doğru yolu gösterirler Onların gösterdiği yolda olunuz! Sonradan çıkarılan şeylerden sakınınız! (Hadîs-i şerîf-Tirmizî) Hulefâ-i Râşidîn'i sevmemek sûretiyle Peygamber efendimizi incitmek, hazret-i Hasen ve Hüseyn'i sevmemek sûretiyle incitmek gibidir (İmâm-ı Rabbânî) Hutbede, Hulefâ-i Râşidîn'in isimlerini zikretmek, Ehl-i sünnetin şiârı (alâmeti)dır (İmâm-ı Rabbânî) HULK (Huluk): Huy Allah'ım halkımı (yaratılışımı) güzel yaptığın gibi hulkumu da güzel eyle (Hadîs-i şerîf-Berîka) Huluk-ı Azîm: Kur'ân-ı kerîmin bildirdiği ve Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem sâhib olduğu güzel huylar Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde Muhammed aleyhisselâma hitâben buyurdu ki: Sen huluk-ı azîm üzeresin (Kalem sûresi: 4) Allahü teâlâ, sevgilisi ve huluk-ı azîm sâhibi olan, çok merhametli Peygamberine sallallahü aleyhi ve sellem, İslâm düşmanları ile cihâd ve muhârebe etmeyi ve onlara karşı sertlik göstermeyi emrediyor Demek ki, İslâm düşmanlarına sert davranmak hulu k-ı azîmdendir (İmâm-ı Rabbânî) HULLE: İslâmî nikâh hükümlerine göre üç defâ boşanmış bir kadının, tekrar aynı adam tarafından alınabilmesi için; başka bir erkek tarafından nikâhlanıp, düğün ve vaty olduktan sonra boşanması Hulle, bir erkek için zillet ve aşağılıktır (Ahmed Zühdü Efendi) Allahü teâlâ erkeklere boşanmak hakkını verdiyse de, bu hakkı gelişi güzel kullanmamaları ve kadınların erkekler elinde oyuncak olmamaları için erkeklere hulle zilletini yüklemiştir Hulle korkusundan müslüman bir erkek talâk (boşanma) lafını ağzına bile alamaz Âile arasında boşamak sözünü şakayla da olsa kesinlikle söylememelidir (İbn-i Âbidîn) HULÛL ETMEK: Girmek, yer etmek; bir cismin başka bir cisme girmesi, iki şeyin birleşmesi Allahü teâlânın kula girmesi sûretiyle onun ilâhlaştığını kabûl edenlerin bozuk ve yanlış görüşü Allahü teâlâ üzerinden, gece-gündüz ve zaman geçmesi düşünülemez Allahü teâlâda, hiçbir bakımdan, hiçbir değişiklik olmıyacağı için, geçmişte, gelecekte, şöyledir, böyledir denemez Allahü teâlâ, hiçbir şeye hulûl etmez ve etmemiştir (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî) Allahü teâlâ hiçbir şeyle birleşmez Hiçbir şey de O'nunla birleşmez O'na hiçbir şey hulûl etmez; O da bir şeye hulûl etmez O'nun benzeri, eşi yoktur Nasıl olduğu anlaşılamaz, düşünülemez (Ahmed Fârûkî) İlâhın, bir cisme hulûl etmesi, imkânsızdır Eğer ilâh cism olsaydı, başka bir cisme de hulûl ederdi Cisme hulûl eden şey ise, cism olur ve hulûl edince iki cismin maddeleri birbirine karışır Bu da, ilâhın parçalanmasını îcâb ettirir Bu durum is e, cenâb-ı Hak için muhâldir (mümkün değildir, olamaz) O hâlde, Allahü teâlâ hiçbir şeye hulûl etmemiştir (Fahreddîn Râzî) HULÛS: Dünyâ menfaatlerini düşünmeden bütün iş ve ibâdetlerin yalnız Allah için olması, niyet temizliği (Bkz İhlâs) Ma'lûm olsun ki, Hak teâlâ her şeyden evvel aklı yaratmıştır Ve ona ilim, zekâ, hulûs, doğruluk, cömertlik, tevekkül, korku ve ümit hasletleri vermiştir İşte, bu akılla şereflenen kimseler, bütün yaratılışındaki gâyeyi yâni Cenâb-ı Hakk'ın birliğin i tastik ederek, O'nun rızâsına kavuşurlar (Süleymân bin Cezâ) HUMS (Humus): Beşte bir; ganîmetten, mâdenlerden ve bulunan defînelerden beytülmâl denen devlet hazînesine ayrılan beşte bir hisse Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: Eğer Allah'a îmân etmiş ve hak ile bâtılın ayrıldığı günde (Bedr savaşında) kulumuza indirdiğimize inanmışsanız, biliniz ki; ganîmet olarak aldığınız herhangi bir şeyin humus'u; Allah'a, Resûlüne, O'nun akrabâlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmış yolcuya âittir Allah her şeye hakkıyla kâdirdir (Enfâl sûresi: 41 Rikazda (bulunan defînelerde) humus vardır (Hadîs-i şerîf-Buhârî) Humus, Resûlullah efendimiz zamânında; Allah ve Resûlüne bir hisse, Resûlullah'ın akrabâlarına bir hisse, yetimlere, miskinlere ve yolculara birer hisse olmak üzere 5 hisseye ayrılırdı Sonra hazret-i Ebû Bekr, Ömer veOsman humusu üç hisse olarak tak sim ettiler Resûlullah'ın vefâtı ile kendisinin ve akrabâlarının hisseleri düştü Humus geri kalan üç gruba taksim edildi (Abdullah bin Abbâs) HUMÛD: Durgunluk, uyuşukluk; bir mâni olmadığı halde bekârlığı istemek Şehvet ve iffetin azlığı Şehvetin (hayvânî rûhun kendine tatlı gelen şeyleri istemesi) lüzûmundan az olması humûddur Böyle kimse, hasta olduğundan veya hayâsından (utanmasından), yâhut korkusundan, kibrinden (büyüklük taslamasından), muhtâç olduğu şeylere kavuşmakta gevşek davranır (Muhammed Hâdimî) Humûd sıfatı bulunan kimse, helâl olan zevkleri ve meşrû arzûları terk eder Böylece ya kendi helâk olur, yâhut nesli kesilir (Muhammed Hâdimî) HURÂFE: Dîne, fenne, akla uymayan sözler ve işler İslâm dîni, bütün hurâfelerden, efsânelerden temizlenmiş olan, yalancılığı reddeden, insanları günahkâr değil, bilâkis Allah'ın kulu olarak kabûl eden, onlara hayatta çalışma ve iyi yaşama imkânını veren, bedenin ve rûhun temizliğini emreden bir dind ir (Kemâhlı Feyzullah) Bu günkü hıristiyanlık, putperestlik ve hurâfelerle doludur (HFFellow) HÛRÎ: Allahü teâlânın îmân edenlere mükâfat olarak yarattığı, nasıl oldukları bilinmeyen Cennet kızı Kızdığı zaman istediğini yapabilecek bir mü'min kimse, kızmazsa, Allahü teâlâ kıyâmet günü onu herkesin arasında çağırır; "Cennet'te istediğin hûrînin yanına git" der (Hadîs-i şerîf-Et-Tâc) Cennet'e girdim Bir köşk gördüm İçinde bir hûri gördüm; "Sen kimin içinsin?" dedim Ömer bin Hattâb için yaratıldım!"dedi (Hadîs-i şerîf-Buhârî ve Müslim) Cennet'in güzel kokusu, beş yüz yıllık yoldan alınır Cennetliklerin, Cennet'te şimşekten at ve develeri vardır Yularları, eğerleri, heybeleri, kızıl yâkuttandır Bunlara binerek birbirlerini ziyâret ederler Âileleri hûrîlerdir Hûrîler ise, dizilm iş inciler gibidir Allahü teâlâ huylarını her türlü kötülükten temizlediği gibi, sümkürmek, abdest bozmak ve benzeri hallerden de bedenlerini arındırmıştır Bu gibi hâllerde kendilerinden misk gibi kokular çıkar (Hasen-i Basrî) Can vermek acısı dünyâ acılarının hepsinden daha acıdır Fakat, âhiret azâblarının hepsinden daha hafiftir Mü'min, rûhunu teslim edeceği vakit, rahmet meleklerini, Cennet hûrilerini görür Onları görmenin zevki ile can verme acısını duymaz Rûhu, te reyağından kıl çeker gibi, kolay çıkar Nîmetlere kavuşur (Abdülhakîm-i Arvâsî) HURMA: Nahle ağacının meyvesi Oruçlu olan kimse hurma ile iftar etsin Çünkü hurma bereketlidir (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî) Mü'minin sahûrunun hurma ile olması ne güzeldir (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî) Nahlenin meyvesi olan hurma yinince, insanın parçası, dokusu olur Oruçlu kimse iftar zamânında şehvetlerden ve dünyânın geçici zevklerinden temiz olduğu için, hurmadan pekçok istifâde eder (İmâm-ı Rabbânî) HURMET-İ MÜSÂHERE: Erkeğin herhangi bir kadın ile zinâ etmesi veya herhangi bir yerine unutarak ve yanılarak da olsa şehvetle (lezzet alarak) dokunması hâlinde, o kadının neseb (soy) ile ve süt ile olan anası ve kızları ile; kadının da o erkeğin oğlu ve babası ile evle nmesinin ebedî, sonsuz olarak haram, yasak olması Kızlar, kendilerinden emîn olsalar da yabancı erkeklere dokunmaları câiz değildir Şehvet ile dokunurlarsa hurmet-i müsâhere hâsıl olur Kızın ve ihtiyarların şehveti, kalbin meyletmesi demektir (Dâmâd) Dâmâd ile kayın vâlidesi arasında hurmet-i müsâhere meydana gelirse, bu kız yâni hanımı ile ebedî (sonsuz) olarak bir daha evli kalamaz (Kerderî) HURÛFÎLİK: Acem yahûdisi Fadlullah-ı Hurûfî'nin v796 (m 1393) kurduğu bozuk yol Küfür ve sapık inançları sebebiyle Timur'un oğlu Mîrânşâh tarafından öldürülmüştür Hurûfîlerin temel inanış ve fikirleri özetle şöyledir: Fadlullah-ı Hurûfî'ye tanrı derler Namazı bir kere kılmak, orucu ömründe bir gün tutmak farzdır Gusl edip de vücûdunuzu hırpalamayınız derler Hazret-i Ali'nin sözleri diyerek uydurdukları Hutb et-ül-Beyân ve başka kitaplarında hadîsler düzerek "Ali'yi sevenlere günâh zarar vermez İbâdete lüzûm yoktur, haramlar helâldir" derler Baba ve dede adı verilen hurûfî ileri gelenleri, papazlar gibi günâh çıkarırlar (Tokatlı İshak Efendi) Hurûfîliğin kurucusu olan Fadlullah-ı Hurûfî, nokta ilmi diye bir şey uydurdu "Bu iş mübahtır, nokta çift geldi Falan şey haramdır, nokta tek geldi" gibi sözlerle insanları kandırmaya çalıştı Harflere bâzı mânâlar vererek bir takım işâretlerle, an laşılmayan şeylerle dolu olan Câvidân adındaki kitabını yazdı Önce peygamberlik, sonra da tanrılık iddiasında bulundu Bütün dinleri inkâr edip, İslâmiyet'le alay etti Haramlara mübâh, nefsin arzularına serbesttir dediği için Hurûfîlik câhil ve kötü insanlar arasında yayıldı (Tokatlı İshak Efendi) Fadlullah-ı Hurûfî'nin öldürülmesinden sonra, yardımcılarından Aliyyül-a'lâ adlı birisi Anadolu'ya gelerek bir Bektâşî tekkesine girdi Hurûfîliğe âit bozuk fikirleri gizlice yayıp câhilleri aldattı Hacı Bektâş-ı Velî'nin yoludur diyerek haramlara m übâh ve nefsin arzularına serbesttir dedi İnsanları aldatabilmek için kendisine Bektâşî diyerek, Hûrûfîliği yaydı ZamanlaOsmanlı Devleti'nin Yeniçeri ordusuna da sızan Hûrûfîler, zaman zaman yeniçerileri isyâna teşvik ederek fitneler çıkarıp büyük karışıklıklara sebeb oldular (Tokatlı İshak Efendi) HURÛF-I MUKATTAA: Kur'ân-ı kerîmde bâzı sûre başlarında bulunan ve mânâsı açık olmayan ikisi üçü bir arada veya tek başına yazılı harfler Elif lâm mîm, Yâsîn, Elîf lâm râ gibi Hurûf-ı mukattaa, bulunduğu sûreden bir âyettir Manâsı kapalı olan müteşâbih âyetlerdendir Müteşâbih âyetin gerçek mânâsını Allahü teâlâ ve O'nun sevgilisi Peygamber efendimiz ve Ulemâ-i râsihîn denilen derin âlimler bilir Çünkü bunların her harfi , Allahü teâlâ ile sevdikleri arasında gizli sır ve ince işâretlerdir (Ahmed Fârûkî) HURÛMİYYE: Bozuk Bâtıniyye fırkasının diğer bir adı Bu sapık fırkada bulunanlar, birçok haramlara helâl dedikleri için, Hurûmiyye adını almışlardır (Bkz Bâtıniyye) HUSÛF NAMAZI: Ay tutulduğunda kılınan namaz Şüphesiz ki, güneş ile ay, Allah'ın âyet (işâret) lerindendir Bunlar, hiçbir kimsenin hayâtı veya ölümü için tutulmazlar Siz bunları tutulmuş (Husûf etmiş) görürseniz, hemen tekbîr alın, Allah'a duâ edin, husûf namazı kılın ve sadaka verin (Hadîs-i şerîf-Müslim) Husûf ve kusûf namazlarından sonra güneş ve ay meydana çıkıncaya kadar Allahü teâlâya yalvarıp yakarılır (Seyyid Alizâde) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-04-2008 | #156 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükHİCRET: Bir yerden başka bir yere göç etmek 1 Resûlullah efendimizin Mekke-i mükerremeden Medîne-i münevvereye göç etmesi Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) elli üç yaşında iken, Allahü teâlânın izni ile Mekke-i mükerremeden Medîne-i münevvereye hicret eyledi Safer ayının yirmi yedinci Perşembe günü sabah erken evinden çıkarak, öğleden sonra Ebû Bekr-i Sıddîk'in evine geldi Birlikte Sevr dağındaki mağaraya gittiler Bu dağın yolu çok bozuk idi Peygamber efendimizin mübârek ayakları kanadı Mağarada üç gece kalıp, Pazartesi gecesi yola çıktılar Bir hafta yolculuktan sonra Eylül ayının yirminci ve Rebî-ul-evvelin sekizinci Pazartesi günü Medîne'de Kubâ köyüne geldiler Rebî-ul-evvelin on ikinci Cumâ günü Medîne'yi şereflendirdiler (Ahmed Cevdet Paşa, Kastalânî) Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem Medîne'ye hicret edince; "Mü'minlere saldıran zâlimlerle cihâd yapmaya izin verildi" meâlindeki Hac sûresi 139 âyet-i kerîmesi geldi (Kâdı Beydâvî) 2 Müslüman bir kimsenin, dînini korumak için, kâfir memleketinden, İslâm memleketine göç etmesi İşte ben de dînimi korumak için Allah yolunda hicret ediyorum Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak, anasını ağlatmak isteyen varsa önüme çıksın (Hazret-i Ömer) Dâr-ül-harbde (müslüman olmayan memlekette) îmâna gelenin, Dâr-ül-İslâm'a (İslâm memleketine) hicret etmesi vâcib olur (İbn-i Âbidîn) 3 İslâm memleketinde fitne ve kötülük bulunan bir yerden iyi bir yere göç etmek Herc (karışıklık) , fitne zamânında yapılan ibâdet, benim yanıma (Mekke'den Medîne'ye) hicret etmek gibidir (Hadîs-i şerîf-Müslim) Dînini muhâfaza için hicret eden, Cennet ile müjdelendi Bir mahallede sâlih, ârif kimse kalmayıp, bozukluk ve bid'at, dinde olmayan şeylerin yapılması artınca, başka mahalleye hicret etmek veya böyle bir şehirden başka şehre hicret etmek vâcib olur (İsmâil Hakkı Bursevî) HİCRÎ: Resûlullah efendimizin hicreti ile başlayan hicrî kamerî veya hicrî şemsî takvime göre olan târih Hicrî Kamerî Sene: Resûlullah efendimizin hicret ettiği senenin 1 Muharrem gününü (Mîlâdî 16 Temmuz 622 Cumâ gününü) başlangıç olarak alan ve ayın dünyâ etrâfında on iki defâ dönmesini (354-367 güneş günü) bir yıl kabûl eden takvim senesi Muharremin birinci günü, hicr î kamerî yılbaşıdır Hicrî Kamerî Takvim: Peygamber efendimizin Medîne'ye hicret ettiği senenin Muharrem ayının birinci gününü başlangıç olarak alan ve gökteki ayın, dünyâ etrâfında on iki defâ dönmesiyle bir yılı tamamlayan takvim Hicrî Sene: Resûlullah efendimizin Mekke-i mükerremeden Medîne-i münevvereye hicret ettiği seneyi başlangıç olarak alan takvim senesi Hicrî Şemsî Sene: Resûlullah efendimizin hicret ederek Medîne'ye girdiği Eylül ayının 20'nci Pazartesi günü başlayan ve dünyânın güneş etrâfında bir defâ dönmesini (365,242 güneş gününü) esas alan takvim senesi Hicrî Şemsî Takvim: Resûlullah efendimizin Medîne'ye hicreti esnâsında Kubâ köyüne ayak bastığı Rebî'ul-evvel ayının sekizinci Pazartesi gününe rastlayan mîlâdî Eylül ayının yirminci gününü başlangıç ve güneş yılını esas alan takvim HİCV: Birini şiirle yerme, kötüleme Hassân bin Sâbit, bir defâsında kâfirlerin yüz karasını ortaya koyan bir hicvini okuduktan sonra, Peygamber efendimiz; "Ey Hassân! Müşriklerin, kâfirlerin yüz karalarını ortaya koy! Cebrâil seninledir Eshâbım silâhla harb ettikleri gibi sen de dil ile harb et" buyurdular (İbn-i Hişâm) Bir kimsenin; kötü, çirkin, fâhiş ve hicvedici sözlerle, Allah'a, Resûlüne ve Eshâbına karşı yalan sözler söylemesi haramdır Dinleyen de söyleyen gibi günahkârdır Kâfirleri ve bid'atleri yermek câizdir Nitekim Hassân bin Sâbit, şiirleri ile Resûl- i ekremi över, kâfirleri yererdi Resûl-i ekrem de bunu ona emretmişti (İmâm-ı Gazâlî) Başkalarını hicveden ve fuhuş, içki anlatan ve şehveti harekete getiren şiirleri tegannî ile makam ile okumak her dinde haramdır Harama sebeb olan şeyler de haram olur (Âlim bin Alâ) HİDÂYET: 1 Doğru yolu gösterme, doğru, Allahü teâlânın râzı olduğu yolda bulunma Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: Hidâyeti vererek, dalâleti satın aldılar Bu alışverişlerinde birşey kazanmadılar Doğru yolu bulamadılar (Bekara sûresi:16) Hidâyet yolunu öğrendikten sonra, peygambere uymayıp mü'minlerin yolundan ayrılanı, saptığı yola sürükleriz ve çok fenâ olan Cehennem'e sokarız (Nisâ sûresi: 114) İbâdetlerini ihlâs ile (Allahü teâlânın rızâsı için) yapanlara müjdeler olsun Bunlar hidâyet yıldızlarıdır Fitnelerin karanlıklarını yok ederler (Hadîs-i şerîf-Berîka) İnsan yaratılışta; hidâyet ve dalâlet olmak üzere iki taraflıdır Ona hidâyet, üstünlük tarafını tanıtabilmek ve bunu kuvvetlendirmeye çalışmasını sağlamak için bir hoca, bir üstâd lâzımdır (Muhammed Hâdimî) 2 Cenâb-ı Hakk'ın insanın kalbinden her sıkıntı ve darlığı çıkarıp, yerine rahatlık, genişlik verip, kendi emir ve yasaklarına uymada tam bir kolaylık ihsân etmesi ve kulun rızâsını kendi kazâ ve kaderine tâbi eylemesi Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: Kendilerine ilim ve hidâyet verdiğimiz kimseler, ilimlerini insanlardan saklarsa, Allah'ın ve lânet edenlerin lânetleri bunların üzerine olsun (Nisâ sûre: 106) HİDDET: Öfke, kızgınlık (Bkz Gadab) Bütün kötülüklerin anahtarı hiddettir (Ca'fer bin Muhammed Firyâbî) Kibir; hiddet ve cehâletten doğar (S Abdülhakîm Arvâsî) İslâmiyet'ten, kitaptan olmayıp da, kendi kafasından çıkarıp, sert, hiddetli vâz vereni dinlemek de, vâizin gadabına sebeb olur (Hâdimî) HİKMET: 1 Nübüvvet (peygamberlik) Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: Allahü teâlâ ona (Dâvûd aleyhisselâma) saltanat ve hikmet verdi (Bekara sûresi: 251) 2 Faydalı ilim Hikmetin başı Allah korkusudur (Hadîs-i şerîf-Beyhekî ve Deylemî) Hikmet, mü'minin kaybettiği malıdır Nerede bulursa alsın (Hadîs-i şerîf-Kunûz-ül-Hakâyık) 3Edeb, ahlâk ve nasîhat ile ilgili güzel sözler Şiirin bâzısı hikmettir (Hadîs-i şerîf-Tefsîr-i Mazharî) Hikmet ve nasîhat bildiren şiirler yazmak ve sesle okumak helâldir Şehvete âit ahlâksız şiirler okumak haramdır Bunları okumak kalbde nifak, bozukluk yapar (Süleymân bin Cezâ) Denildi ki, fazla yemekte beş zarar vardır: 1) Allah korkusu kalbden gider 2) Mahlûkâta (yaratılmışlara) karşı merhamet duygusu kalbden çıkar 3) Ağırlık verir, tâat ve ibâdete mâni olur 4) Hikmetli sözleri konuşsa da başkalarına te'sir etmez 5) M ühim hastalıklara sebeb olur (İmâm-ı Gazâlî) 4Gizli sebep, fâide Gökyüzüne, yıldızlara, bunların hareketlerine, doğup-batışlarına, ay ve güneşe, doğuş ve batış yerlerinin her gün değişmesine mevsimlerin ayırımı için güneşin yüksek ve alçak olarak seyrine, gitmesine bir bak İyi bil ki, her yıldızın yaratılmasın da, şeklinde, renginde, bulunduğu yere konmasında binbir hikmet vardır Bedenindeki organların durumunu da buna göre düşün Onun da her parçasında ve her uzvun (organın) o yere konmasında pekçok hikmetler vardır Gökler ise bundan daha önemlidir (İmâm-ı Gazâlî) Müntezamdır cümle ef'âlin senin Aklı ermez, hikmetine kimsenin (S Abdülhakîm Arvâsî) 5 Fıkıh ilmi, helâl ve harâmı bildiren din ilmi Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: Allahü teâlâ dilediği kimseye hikmet verir Hikmet verilen kimseye muhakkak çok hayır verilmiştir (Bekara sûresi: 269) 6 İlm-i Ledünnî, mânevî ilim Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: Biz, âl-i İbrâhim'e kitab ve (ondan ayrı olarak) hikmet verdik (Nisâ sûresi: 54) Kırk gün ihlâs ile İslâmiyet'e uyan kimsenin kalbini Allahü teâlâ hikmet ile doldurur (Hadîs-i şerîf-İhyâ) 7 Peygamber efendimizin sünneti Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: Daha önce apaçık bir sapıklık içinde bulunuyorlarken, Allahü teâlâ içlerinden, onlara, âyetlerini okur, (îtikâd, amel ve ahlâk bakımından) onları tertemiz yapar, onlara Kitabı (Kur'ân-ı kerîmi) ve hikmeti öğretir bir peygamber gönderdiği gibi mü'minlere büyük bir lütûfta bulunmuştur (Âl-i İmrân sûresi: 164) Hikmet-i Amelî: İslâm ahlâkı Hikmet-i amelî; iyi huyları ve yararlı işleri, kötü huylardan ve çirkin işlerden ayırır (Ali bin Emrullah) Hikmet-i Nazarî: Fen bilgileri Hikmet-i nazarî, maddenin hakîkatini anlamağı sağlar (Ali bin Emrullah) HİLÂF: Karşı, muhâlif, âdet ve kâidenin aksine Mucizelerin hepsi âdetin hilâfına olarak cereyân eder (Hindli Rahmetullah Efendi) Hilâf-ı Evlâ: Yapılması sevâb fakat yapmamakla günâha girilmeyen hareket Müstehâbı terk etmek mekrûh değil, hilâf-ı evlâdır (İbn-i Âbidîn) HİLÂFET: Halîfelik, emirlik, imâmlık (devlet reisliği) 1 Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra bütün müslümanlara imâmlık ederek İslâmiyet'in emirlerinin tatbik edilmesine nezâret edip, İslâmiyet'e ve müslümanlara karşı yapılan her türlü müdâhaleye cevap vermek vazîfesi (Bkz Halîfe) Benden sonra hilâfet otuz senedir Sonra melik-i adûd olur (ısırıcı sultanlar gelir) (Hadîs-i şerîf-Tirmizî) Biz bu işe, Peygamberlikle ve Allah'ın rahmeti ile başladık Bundan sonra hilâfet ve rahmet olur Ondan sonra melik-i adûd olur Ondan sonra da ümmetimde zulüm, işkence ve karışıklık olur (Hadîs-i şerîf-İzâlet-ül-Hafâ) Dört büyük halîfenin birbirinden yükseklikleri hilâfetleri sırası iledir Çünkü İslâm âlimlerinin sözbirliğine göre; peygamberlerden sonra insanların en üstünü Ebû Bekr-i Sıddîk hazretleri, ondan sonra Ömer-ül-Fârûk hazretleri sonra hazret-i Osman, s onra hazret-i Ali'dir (İmâm-ı Rabbânî) 2 İnsanları doğru yola sevk eden bir velînin, bir talebesinin mânen yetiştiğine ve başkalarını da yetiştireceğine dâir izin vermesi Kendisine hilâfet verilecek zâtın bâtınının (yâni kalbi ve diğer âzâlarının) nisbete ve hallere kavuşmuş olması, kötü huylardan temizlenmiş, iyi huylarla süslenmiş olması ve sabr, tevekkül, kanâat, rızâ, teslim sâhibi olması dünyâya düşkün olmaması l âzımdır (Abdullah-ı Dehlevî) Ahmed-i Yekdest hazretleri Serhend'de Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî'nin hizmeti ile şereflendi On bir sene kahvesini pişirdi Sonra hilâfet verilip Mekke-i mükerremede irşâda, insanları doğru yola dâvete memur oldu Otuz dokuz sene bu vazîfeyi yaptıktan sonra 1707'de Mekke'de vefât etti (Seyyid Yahya Efendi) Hilâfet-i Mutlaka: Tasavvufta bir velînin bir talebesinin mânen yetiştiğine ve başkalarını da yetiştirebileceğine dâir verilen mutlak izin Ahmed Sa'îd-i Serhendî, babası ile birlikte Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin sohbetinde bulunup Nakşibendî yoluna girdi On beş yaşında bu sohbetlerle kemâle geldi Abdullah-ı Dehlevî hazretleri evlenmemiş idi Bunu oğulluğa kabûl buyurdu Hilâfet-i mutlaka ile şereflendirdi Çok velî yetiştirdi 1861'de Medîne-i münevverede vefât etti (Ebû Zeyd Fârûkî) HİLÂLLEMEK: Abdest alırken, el ve ayak parmakları ile sakalın ve kadınlarda sık saçların arasına ıslak parmaklarını sokarak hareket ettirmek Parmaklarınızın arasını hilâlleyiniz ki, Allahü teâlâ da onları kıyâmet gününde ateşle hilâllemesin (Hadîs-i şerîf-Taberânî, Câmi-üs-Sagîr) Abdest alırken ayak parmaklarını hilâllemeye ehemmiyet vermeli, müstehab deyip geçmemelidir Müstehabları hafîf görmemelidir Bunlar, Allahü teâlânın sevdiği, beğendiği şeylerdir (İmâm-ı Rabbânî) HÎLE: Sahtekârlık, hud'a Aldatmak, yanıltmak Hîle ile rızık artmaz Malın bereketini giderir Hîle ile azar azar biriktirilen şeyler, ansızın gelen bir felâketle, birden bire giderek geride yalnız günâhları kalır Her san'atta hîle yapmamak farzdır Çürük iş yapmak ve gizlemek haramdır (Muhammed Gazâlî) Hîle-i Bâtıla: Haramı helâl ve helâli haram yapmak veya farzı kendisine uygun gelecek şekilde yapmak yâhut birinin hakkına mâni olmak veya haksız mal ele geçirmek için yapılan hîle Farz olduktan sonra zekât vermemek için hîle-i bâtıla yapmak haramdır (İmâm-ı Gazâlî) Haramı helâl yapmak için hîle-i bâtıla yapmak yahûdîlerin âdetidir (Abdülganî Nablüsî) Hîle-i Şer'iyye: Şer'î (dînî) çâre Müslümanların, İslâmiyet'e uymaları ve haram işlememeleri için ihtiyatlı yol aramaları Herhangi bir hususta İslâmiyete uymağa mani bir durum bulununca o şeyi yapabilmek için kolay olan bir çâre aramak veya bu sûretle bulunan çıkış yolu Âciz olanın, zarûrete düşenin, ibâdetini kaçırmamak veya haram işlememek için hîle-i şer'iyye yapması lâzım olur (Süleymân bin Cezâ) HİLL: Hac veya umre için ihrâma girilen mîkât denilen yerler ile Harem yâni Mekke şehri sınırı arasına verilen ad Harem adı verilen yerde ihramlı iken yapılması haram (yasak) edilen şeyler, burada helâl olduğu için Hill adı verilmiştir Hill'in Mekke-i mü kerremeye en yakın yeri batı taraftaki Ten'im denilen yerdir Mîkâttan (ihrâma girilen yerden) geçerken bir iş için Hill'de kalmayı niyet edenlerin ve Hill'de oturanların hacdan başka niyetle ihrâmsız (iki parçadan meydana gelen dikişsiz elbise olmaksızın) Harem'e girmeleri câizdir Meselâ Cidde şehri Hill'dedi r Hac için, Hill'de oturanlar Hill'de; Harem'de oturanlar Harem'de ihrâma girerler (MMevkûfâtî) Hac etmemiş fakîrin başkası yerine hacca gitmesi câiz ise de, Hill'e gidince, kendisine de hac etmek farz olur Mekke'de kalıp sonraki senede kendi haccını yapması lâzım olur (İbn-i Âbidîn) HİLKAT: 1 Yaratılış, yaratılma Üzerinde yatıp kalktığınız, yiyip içtiğiniz, gezip dolaştığınız, gülüp oynadığınız, dertlerinize devâ, korkulara, sıcağa-soğuğa, açlığa-susuzluğa, yırtıcı ve zehirli hayvanlar ile düşmanların hücumlarına karşı koyacak vâsıtaları bulduğunuz şu yer kür esi yapılırken, taşları, toprakları hilkat fırınlarının ateşlerinde pişirilirken, suyu ve havası kudret kimyâhânesinde imbiklerden çekilirken, siz nerede idiniz, ne içinde idiniz, hiç düşünüyor musunuz? (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî) İslâmiyet'i işitmeyen çok kimse vardır ki, önceleri bozulmuş, uydurulmuş dinlerin mensuplarına aldanmışlar, astronomide ve fen mensuplarına ve bilhassa tıb ilminde gördükleri nizamlı hâdiselerin birbirlerine bağlantılarını düşünerek, hilkatin sırları nı bu hesaplı düzenin hakîkatini anlamak istemişlerdir Bunlar yine akl-i selîmleri ile İslâmiyet'in bildirdiği güzel ahlâkın bir çoğunu bulup müslüman gibi yaşamış, kendilerine ve başkalarına faydalı olmuşlardır (M Sıddîk bin Saîd) İnsanın hilkatından maksat, kulluk vazîfelerini yapmaktır (İmâm-ı Rabbânî) 2 Doğuştan gelen vasıf, cibiliyet, fıtrat (Bkz Fıtrat) HİLLET (Hullet): Halîl (dost) olmak, dostluk Halîlullah İbrâhim aleyhisselâma mahsûs bir makâm Hillet makâmı, asâleten İbrâhim aleyhisselâma mahsûstur (İmâm-ı Rabbânî) HİLM: Yumuşak huylu olmak, kızmamak Gücü yettiği halde affetmek Yâ Rabbî! Bana ilim ver Hilm ile zînetlendir Takvâ (haramdan kaçmayı) ihsân eyle! Âfiyet ile beni güzelleştir (Hadîs-i şerîf-Berîka) Allahü teâlâ, hayâ, hilm ve iffet sâhiblerini sever Fuhuş (çirkin) söyleyenleri ve sarkıntılık yaparak dilenenleri sevmez (Hadîs-i şerîf-Berîka) İlim, öğrenmekle; hilm de gayretle hâsıl olur Allahü teâlâ hayırlı iş için çalışanı, maksâdına kavuşturur Kötülükten sakınanı, ondan korur (Hadîs-i şerîf-Berîka) Hilmi sebebiyle kul, gündüzleri oruç tutan, geceleri namaz kılanların derecesine kavuşur (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Ma'sûmiyye) Öfke ânındaki hilm, zâlimlerin gazabından korur (Hazret-i Ali) Allahü teâlânın hilmi o kadar çoktur ki, kullarının cezâlarını vermekte acele etmiyor (İmâm-ı Rabbânî) HİLYE-İ SEÂDET: Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem görünüşü veya O'nun görünen bütün uzuvlarının şeklini, sıfatlarını, isimlerini ve güzel huylarını anlatan yazılar Süslü levhalar üzerine yazılan bu yazılara Hilye-i şerîf de denir Pek çok siyer kitabında Peygamberimizin Hilye-i seâdeti geniş ve açık olarak senedleri ve vesîkalarıyla yazılmıştır Peygamber efendimizin Hilye-i seâdeti kısaca şöyledir: Mübârek yüzü ve bütün âzâ-i şerîfesi (organları) ve mübârek sesi, bütün insanl arın yüzlerinden, âzâlarından ve seslerinden güzel idi Mübârek yüzü bir miktâr yuvarlak idi Neş'eli olduğu zaman mübârek yüzü ay gibi nurlanır, parlardı Gündüz nasıl görürse gece de öyle görürdü Önünde olanları gördüğü gibi, arkasında olanları da görürdü Yana ve geriye bakacağı zaman bütün bedeni ile dönüp bakardı Mübârek gözleri büyük idi Mübârek kirpikleri uzun idi Mübârek gözlerinde bir miktâr kırmızılık vardı Mübârek gözlerinin karası gâyet siyâh idi Alnı açık, kaşları ince idi Kaşları arası açık idi Mübârek burnu gâyet güzel olup, orta yeri bir miktâr yüksek idi Ağzı küçük değildi Mübârek dişleri beyaz olup, ön dişleri seyrek idi Söz söylediği zaman sanki dişleri arasından nûr çıkardı Mübârek sözleri gâyet kolay anlaşıl ır, gönülleri alır, rûhları cezbederdi Güler yüzlü olup, tebessüm ederek gülerdi Mübârek parmakları iri idi Mübârek kolları etli idi Avuçlarının içi geniş idi Bütün vücûdunun kokusu miskten güzel idi Mübârek kolları, ayakları ve parmakları uzun idi Mübârek karnı geniş olup, göğsü ile karnı berâber idi Göğsü geniş idi Çok uzun boylu olmayıp, kısa da değildi Mübârek saçları ve sakallarının kılı çok kıvırcık ve çok düz değil yaratılıştan ondüle idi Kırmızı ile karışık beyaz benizli olup, gâyet güzel, nûrlu ve sevimli idi Güzel huyların hepsi Resûlullah'ta sallallahü aleyhi ve sellem toplanmıştı (Muhammed Sıddîk bin Saîd) HİMMET: 1 Kast, irâde, kuvvetli istek, arzu Allahü teâlânın velî kullarından bir zâtın, kalbinde yalnız bir işin yapılmasını bulundurup, başka bir şeyi kalbine getirmemesi ve Allahü teâlâdan o işin olmasını dileyerek, bu şekilde mânevî yardımda bulunması Evliyânın himmeti, yaktı beni kül eyledi Sofiyim buldum safâyı dü cihanım kalmadı Ahmedî der; "Yâ ilâhî! Sana şükrüm çok durur Hamdülillah aşk-ı Hak'tan gayrı vârım kalmadı (Sultan Birinci Ahmed Han) 2 Gayret Kişinin kıymeti, himmetine göredir Eğer onun himmeti dünyâ için ise, onun hiçbir kıymeti yoktur Eğer Allahü teâlânın rızâsı ise, onun kıymetine ulaşmak pek zordur (Ebû İshâk el-Kassâr) Kişinin himmeti dağları yerinden söker (Ubeydullah-ı Ahrâr) HİSÂB (Hesâb): Öldükten sonra, dünyâda yaptıkları işlerden dolayı insanların sorguya çekilmesi (Bkz Hesâb) HİSBET: İyiliği emr edip kötülükten alıkoymak husûsunda, hükûmet adamlarının bizzat işe karışıp gerekeni yapmaları İhtisâb da denir (Bkz Muhtesib) Emr-i ma'rûf ve nehy-i münkeri el ile yapmak hükûmet adamlarına, dil ile yapmak din adamlarına, kalb ile yapmak da her müslümana farzdır El ile yapmağa, hisbet denir Dili ile yapmağa, vâz ve nasîhat denir Hisbet yaparak çalgıları, içki şişelerini kırmak yalnız hükûmet me'murlarının vazîfesi olduğu için, başkaları kırarsa öderler Hisbet yapmak, el ile mâni olmak din adamlarına farz değil ise de, günâh işlenirken engel olmaları câizdir Fakat din adamı, hisbet yaparken fitne uyandırmamalıdır Yâni, kendinin ve müslümanların dînine veya dünyâsına zarar gelecek olursa, hisbeti terk etmesi vâcib olur Hisbet yaparken kendinde kibr, riyâ (gösteriş), sû-i zan (kötü zan), meşhûr olmak düşüncelerinin hâsıl olması ve müslümana hakâret ve onu câhillikle itham etmesi fitne olur (Abdülganî Nablüsî) HİSSE: Bölünebilen bir mal veya şeyin her ortağa âit olan kısmı, ortaklardan her birinin hakkı, payı Bir sığırı veya deveyi, yedi kişiye kadar müslüman, bâliğ kimseler, ortak olarak satın alıp kesebilirler Sekiz kişinin yedi sığırı ve iki kişinin iki koyunu ortak satın almaları câiz olmaz Çünkü her birinin her hayvanda hissesi vardır (Fetavâ-i Hindiyye) Yedi kişi ortaklaşa bir sığırı kurban ettikten sonra, ortakların hisselerini ayırmadan önce, hiç kimseye hediye etmeleri câiz değildir (Ahmed Zühdü Efendi) Hisse-i Şâyia: Bir şeye ortak olanların taksim edilmemiş paylarından her biri; ortak mülkiyet Bir kimse evini iki kişiye hediye etse, câiz olmaz Çünkü taksimi mümkün olmayan şeyi hisse-i şâyia olarak vermek câiz değildir (İbn-i Âbidîn) Bir binânın yarısı Ahmed'in, üçte biri Ömer'in, altıda biri Ali'nin olsa; Ahmed, hisse-i şâyiasını satsa, Ömer ve Ali almak isteseler, yarısını Ömer, yarısını da Ali alır Ömer, hissesine göre iki misli alamaz (İbn-i Âbidîn) HİŞÂMİYYE: Hazret-i Ali'yi sevdiğini iddiâ ederek diğer Eshâb-ı kirâmı (Peygamberimizin arkadaşlarını) kötüleyen şîanın kollarından olan bozuk bir fırka, topluluk Şiîlik, hazret-i Ali zamânında ortaya çıktı İnsanlar arasında yayılması daha sonra başladı Hicretin altmış senesinde Kisâniyye, altmış altı senesinde Muhtâriyye ve yüz dokuz senesinde Hişâmiyye fırkaları ortaya çıktıysa da tutunamadılar, yok oldula r (Abdülazîz Dehlevî) Hişâmiyye fırkası iki kısımdır Bir kısmı Hişam bin el-Hakem er-Râfizî'ye bağlanır Bunlara Hakemiyye de denir İkinci kısmı ise, Hişâm bin Sâlim el-Cevâlikî'ye bağlıdır (Abdülkâhir Bağdâdî) Hişâm bin Hakem'in kurduğu Hişâmiyyeye göre; Allah sınırlı ve sonlu olan bir cisimdir Uzunluğu, genişliği ve derinliği vardır Gümüşten yapılmış, saf bir zincir ve her yanı yuvarlak inci gibi ışıldayan bir nûrdur İmâmlar günâhlardan korunmuş olduğu hâlde peygamberlerin günah işlemesi câizdir (Abdülkâhir Bağdâdî) Hişâm bin Sâlim el-Cevâlikî'nin kurduğu Hişâmiyyeye göre; Allah insan şeklindedir O, et ve kandan olmayıp, yükseklerde parlayan yüksek bir nûrdur O'nun elleri, ayakları, gözleri, kulakları, burnu ve ağzı vardır Üst yarısı boş, alt yarısı ise dolud ur O'nun siyah saçları ve hikmet fışkıran bir kalbi vardır (Abdülkâhir Bağdâdî) HİTÂB: Söyleme, buyurma Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde Peygamber efendimize hitâb ederek; " Kur'ân-ı kerîm okuyacağın zaman, Eûzü söyle" buyurdu (Nahl sûresi: 97) Hitâbe (Hitâbet): Dinleyicilere bilgi vermek ve yol göstermek için yapılan konuşma Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen, Şuayb aleyhisselâmın kavmi olan Medyen ahâlisine hitâbesini şöyle bildirmektedir: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin Sizin O'ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur Rabbinizden size apaçık bir burhân geldi Artık ölçeği tartıyı tam tutun İnsanların haklarını eksik vermeyin Yeryüzünü ıslâhından sonra fesâda vermeyin (A'râf sûresi: 85) Peygamber efendimizin, akrabâsını dîne dâvet hitâbesi şöyledir: Hamd, yalnız Allahü teâlâya mahsustur Yardımı, ancak O'ndan isterim O'na inanır, O'na dayanırım Şüphesiz bilir ve bildiririm ki, Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur O birdir O'nun eşi ve ortağı yoktur Size aslâ yalan söylemiyorum Doğruyu bildiriyorum Sizi bir olan ve O'ndan başka ilâh olmayan Allahü teâlâya îmân etmeye dâvet ediyorum Ben O'nun size ve bütün insanlığa gönderdiği peygamberiyim Vallâhi siz, uykuya daldığınız gibi öleceksiniz, uykudan uyandığınız gibi diriltileceksiniz ve bütün yaptıklarınızdan hesâba çekileceksiniz İyiliklerinizin karşılığında mükâfât, kötülüklerinizin karşılığında cezâ göreceksiniz Bunlar da ya Cennet'te ebedî (sonsuz) kalmak veya Cehennem'de ebedî kalmaktır İnsanlardan, âhiret azâbı ile ilk korkuttuğum kimseler sizlersiniz (İbn-i Hişâm) HİZB: 1 Bölük, taraftar Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: Kim Allah'ı, Peygamberini ve mü'minleri yâr (dost) edinir yardımda bulunursa, şüphesiz onlar, Allahü teâlânın hizbidir Üstün gelecek olanlar onlardır (Mâide sûresi: 56) 2 Kur'ân-ı kerîmin yirmi sayfadan meydana gelen cüzlerinin dörtte biri olan beş sahife Hizb-üş Şeytân: Şeytânın aldatmalarına kapılan topluluk Şeytanın taraftarı, şeytana uyanlar Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: Bunları şeytan kaplamış ve (dil ve kalpleriyle) Allah'ı hatırlamayı kendilerine unutturmuştur Bunlar şeytanın hizbidirler Hizb-üş-Şeytân muhakkak hüsrâna düşenlerdir (Mücâdele sûresi: 19) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-04-2008 | #157 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükHESÂB (Hisâb): Öldükten sonra, dünyâda yaptıkları işlerden dolayı insanların sorguya çekilmesi Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: (Ona şöyle diyeceğiz): Oku kitâbını, bugün üzerine hesâb görücü olarak nefsin sana yeter (İsrâ sûresi: 14) Âhirette hesâba çekilmeden önce, dünyâda iken hesâbınızı görünüz ve amelleriniz tartılmadan önce, kendinizi tartınız (Hadîs-i şerîf-Risâle-i Münîre) Kıyâmet günü herkes, dört suâle cevâb vermedikçe hesâbdan kurtulamıyacaktır: Ömrünü nasıl geçirdin İlmin ile nasıl amel ettin Malını nereden nasıl kazandın ve nerelere sarfettin Cismini, bedenini nerede yordun, hırpaladın? (Hadîs-i şerîf-İmâm-ı Tirmizî) Dünyâyı helâldan kazanana, âhirette hesâb vardır Haramdan kazanana, azâb vardır (Hadîs-i şerîf-Berîka) Hesâb, mîzân (amellerin tartılması) ve cehennem üzerine kurulacak olan ve nasıl olduğunu bilmediğimiz sırat köprüsü haktır Muhbir-i sâdık (her sözü doğru olan Resûlullah efendimiz) bunları haber vermiştir (İmâm-ı Rabbânî) Riyâzet çekmenin yâni nefsin isteklerini yapmamanın ve mübâhları yâni yapılması emrolunmayan ve yasak da edilmeyen şeyleri zarûret miktârı kullanmanın, büyük bir faydası da; kıyâmet günü hesâbın kısa ve kolay olmasıdır Âhiretteki derecelerin yükselm esine de sebeb olur (İmâm-ı Rabbânî) Bir insan, alış-veriş yaptığı kimse ile olan sözlerini, hareketlerini, aldığını, verdiğini iyi ve doğru yapmalıdır Kıyâmette, bunların hepsinden hesâb vereceğini bilmelidir Bir kuruş hîle yapan, bir kuruş hak yiyen, cezâsını çekecektir (İmâm-ı Gazâlî) Hesâb Günü: Öldükten sonra, dünyâda iken yapılan işlerden dolayı insanların sorguya çekilecekleri gün Kıyâmet günü HEVÂ: Nefsin arzu ve istekleri Nefsini hevâsına tâbi kılıp şehevî arzularının peşinde ömrünü tükettikten sonra Allahü teâlâdan Cennet isteyen ahmaktır (Hadîs-i şerîf-İhyâ) Nefsin arzû ve isteklerine hevâ denmesi, kimde bulunursa onu Cehennem'e düşürdüğü içindir Hevâ sâhiblerine de ehl-i hevâ denmesi, bunlar Cehennem'e düşeceği içindir (İmâm-ı Şa'bî) Dünyâ (haramlar, mekruhlar, Allahü teâlâyı unutturan şeyler), insanı hevâ ve hevesine kaptırır, nefsin arzularına uydurur Netîcede Cehennem'e götürür (Şems-i Tebrîzî) Allahü teâlâ insanı beyhûde, boş yere yaratmadı ki, insan kendi hâline bırakılsın, istediğini yapsın ve nefsin hevâsına uysun İnsan emirlere uymakla ve yasaklardan sakınmakla emrolunmuştur (Muhammed Ma'sûm) HEYÛLÂ: Eski felsefecilere göre, cisimlerin aslı kabûl edilen madde Allahü teâlâya, kâinâtın heyûlâsı ve aslı demek kadar alçaklık olmaz (Muhammed Ma'sûm) HIDÂNE: Çocuğu kucağa almak, besleyip büyütmek üzere yanında bulundurmak İslâm nikâhının bozulmasından sonra (ayrılıkta), çocuğu, selâhiyetli (yetkili) olan kimsenin yâni başkası ile evli olmayan annenin belirli bir yaşa gelinceye (oğlan çocuğu yedi, kız ye tişkin oluncaya) kadar yanında alıkoyması ve terbiye etmesi Buna anneden sonra anneanne, sonra babaanne selâhiyetlidir Hıdâne, çocuğun anasına âittir Bu hususta bütün ümmetin (müslümanların) icmâ'ı (sözbirliği) vardır Çünkü anne şefkatlidir Anneden sonra kız kardeşe, sonra teyzeye verilir Oğlan çocuk yedi yaşına gelince, kız bâliga (ergenlik çağına gelince, yetiş kin) olunca babasına verilir (İbn-i Âbidîn, Molla Hüsrev) HIDIRELLEZ: Yazın başlangıcı sayılan altı Mayıs günü (Rûmî senede Nisan ayının yirmi üçüncü günü) Yıl, Hızır ve Kasım olarak ikiye ayrılır Mayıs ayının altısında Hızır ile yaz başlar 186 gün sürer Kasım ayının 8'ine kadar devâm eder ve bundan sonra kış başlar 179 gün (Şubat'ın 29 çektiği artık yıllarda 180 gün) sürer Hıdırellez denmesinin se bebi; Mûsâ aleyhisselâmın ümmetinden bir velî veya peygamber olduğu bildirilen ve Kur'ân-ı kerîmde Kehf sûresi 65 âyet-i kerîmesinde: "Kullarımdan biri" ismi ile geçen Hızır'ın (Hıdır) kurak bir yerde oturması ile o yerin yeşerip dalgalanmaya başladığı, hadîs-i şerîfte (Peygamber efendimizin haber vermesiyle) bildirilmiştir Bu sebeple yaz başlangıcında ortalığın yeşermeğe başladığı güne yeşil mânâsına gelen Hıdır günü, yine bu günde Hıdır ile İlyâs'ın buluştukları rivâyeti sebebiyle de Hıdırellez (Hıdır+İlyâs) denilmiştir (Yeni Rehber Ansiklopedisi) İslâmiyet, Hızır (Hıdır) ve hazret-i İlyâs'ın Allahü teâlânın sevgili kullarından olduğunu haber vermekte fakat onlar adına mukaddes bir günün varlığını bildirmemektedir Hıdırellez gününün İslâm dîninde dînî hüviyeti ve kudsiyeti yoktur Bundan dola yı 6 Mayıs'ta İslâmiyet'in beğenmediği, haram (yasak) ettiği şeyleri yaparak eğlenmek yasaktır (Abdülhakîm Arvâsî) HIFZ: 1 Koruma, ezberleme, saklama Kur'ân-ı kerîmi kıyâmete kadar Allahü teâlâ hıfz edecektir Târihte ne zaman insanlar küfür (îmânsızlık) karanlıklarına düştülerse, Allahü teâlâ onları peygamber göndererek sapıklıktan kurtarmıştır (S Abdülhakîm Arvâsî) Îmân beş kal'anın içinde hıfz olunur 1) Yakîn, 2)İhlâs, 3) Farzları yapma ve haramlardan sakınma, 4) Sünnete yapışmak, 5) Edebi gözetmektir Her kim bu beş şeyi hıfz ederse, îmânını hıfz etmiş olur Şâyet birini bile terk ederse düşman gâlib olur (Kutbüddîn İznîkî) 2 Devâm etmek, yerine getirmek, gözetmek Kim şu yedi kelimeyi hıfz ederse Allahü teâlâ ve melekler katında kıymetlidir Deniz köpüğü kadar günâhı olsa Allahü teâlâ affeder: 1) Bir işe başlarken Bismillah demek, 2) Her işin sonunda Elhamdülillah demek, 3) Dilinden lüzumsuz söz çıktığında, Estağfirullah (Allahü teâlâ'dan beni af etmesini, bağışlamasını istiyorum) demek, 4) Yapacağı bir iş için inşâallah demek, 5) Kötü bir durumla karşılaştığında, Lâ havle velâ kuvvete illâ billah demek, 6) Bir musîbete uğradığında, İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn demek 7) Gece ve gündüz, dilinden kelime-i tevhîdi düşürmemek (Fakih Ebü'l-Leys Semerkandî) 3 Ezberlemek HIKD: Başkasından nefret etmek, kalbinde ona karşı kin, düşmanlık beslemek Üç şeyden biri bulunmıyan kimsenin bütün günahlarının af ve mağfiret olunması umulur: Şirke (Allahü teâlâya ortak koşmaya), küfre (imânın gitmesi haline) yakalanmadan ölmek, sihir (büyü) yapmamak ve din kardeşine hıkd beslememek (Hadîs-i şerîf-Taberânî) Hıkd eden kimse; iftirâ, yalan ve yalancı şâhitlik ve dedikodu ve sır ifşâ etmek (açıklamak) ve alay etmek ve haksız olarak başkasını incitmek, hakkını yemek ve ziyâreti kesmek günâhlarına yakalanır (Muhammed Hâdimî) Gadab eden, kızan kimse, intikamını alamayınca, gadabı hıkd hâlini alır (Muhammed Hâdimî) HINÂS: Hünsâlar (Bkz Hünsâ) HIRİSTİYANLIK: Îsâ aleyhisselâmın getirdiği hak din olan Îsevîliğin bozulmuş şekli Hazret-i Îsâ'ya İncîl isminde bir kitab nâzil oldu (indi) Fakat yahûdîler bu kitabı seksen sene içinde yok ettiler Asıl İncîl'i değiştirerek şahsî düşüncelerin ve bozuk inanışların yer aldığı yeni İncîller yazdılar, böylece hıristiyanlık dîni ortay a çıktı (Manastırlı Hâcı Abdullah Abdi Bey) Zamanla hıristiyanlık büyük devletlerin resmî dîni hâline gelince, Ortaçağda korkunç bir karanlık devir başladı Hazret-i Îsâ'nın telkin ettiği insanlık, merhamet ve şefkât esasları tamâmen unutuldu Bunun yerine hıristiyanlar taassubu, kin ve nefret i, düşmanlığı ve zulmü ele aldılar Hıristiyanlık adı altında akla hayâle sığmaz mezâlim (zulüm ve haksızlıklar) yaptılar İlmin ve fennin karşısına çıktılar Galîle gibi dünyânın döndüğünü bildiren bir bilgini dinsizlikle ithâm ederek sözünü geri almazsa öldürmekle tehdit ettiler İspanyol doktoru ve teoloğu (din bilgini) Michel Serve'yi de teslîsi (üçlü ilâh sistemini) ve hazret-i Îsâ'nın ilâhlığını reddetmek için yazdığı kitaptan dolayı, 1553'de Geneve'de diri diri yaktılar Engizisyon mahkem eleri kurarak yüz binlerce insanı haksız yere dinsiz diyerek türlü türlü işkencelerle öldürdüler Ancak Allah'a mahsus olan günâh affetme kudretini, pazlara verdiler Hattâ para karşılığı Cennet'ten yerler sattılar (Şemseddîn Sâmi ve Harputlu İshâk Efendi) Hıristiyanlık dînine göre; insanlar günâhkâr olarak doğar, hazret-i Îsâ insanları bu günâhtan kurtarmak için dünyâya gelmiştir Allah'ın oğludur İnsanlar doğrudan doğruya Allah'tan bir şey isteyemezler, ancak râhibler (din adamları) insanların yerin e Allah'a yalvarabilir ve onların günâhını affedebilirler Hıristiyanlığın başında papa bulunur, papa günâhsızdır İsmi İncîl'de bildirilmesine rağmen Muhammed aleyhisselâmın peygamberliğini kabûl etmezler Onlarca vaftiz yâni yüze su serperek veya vücûdu suya batırarak yıkamak, ekmek üzerine şarap dökerek yemek, ibâdettir (Harputlu İshâk Efendi ve El-Hac Abdullah bin El-Hac Destan Mustafa) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-04-2008 | #158 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükHIRKA-İ ŞERÎF: Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem sağlığında büyük velî Veysel Karânî hazretlerine verilmesini vasiyet ettiği mübârek hırkası Veysel Karânî'ye hediye edilen bu hırka, İstanbul Fâtih'teki Hırka-i Şerîf Câmii'ndedir Peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem vefâtı yaklaşınca, hırkanızı kime verelim? dediler "Üveys-i Karânî'ye verin Alıp giysin ümmetime de duâ etsin" buyurdu Hazret-i Ömer ve hazret-i Ali, Hırka-i şerîfi Veysel Karânî'ye verdiler Hırka-i şerîfi hürmetle (saygıyla) alıp, öptü, kokladı, yüzüne gözüne sürdü Secdeye kapanıp şöyle duâda bulundu; "Yâ Rabbî! Sevgili Peygamber efendimiz, ben âciz kuluna hazret- i Ömer ve hazret-i Ali ile Hırka-i şerîflerini göndermiş" diyerek günâhkâr müslümanların affı için duâ etti Bir çok günâhkâr müslümanın affolduğu bildirilince, Hırka-i şerîfi hürmetle giydi (Molla Câmî, Ferîdüddîn Attâr, Ebû Nuaym) Veysel Karânî, kendisine hediye edilen Hırka-i şerîfi savaşta dahi yanından ayırmayıp canı gibi muhâfaza ederdi Veysel Karânî'nin vefâtından sonra titizlikle muhâfaza edilen Hırka-i şerîf, Şükrullah Efendi isminde bir şahıs tarafından 1618'de Osmanl ı pâdişâhı Sultan İkinci Osman Hân'a getirilip hediye edildi Sultan Abdülmecîd Han bu Hırka-i şerîfin muhâfaza edilmesi için Fâtih civârında Hırka-i Şerîf Câmii'ni yaptırdı Her yıl Ramazân-ı şerîf ayında Şükrullah Efendinin torunları tarafından halka ziyâret ettirilen Hırka-i şerîf, üzerinde âyet-i kerîmeler yazılı altın işlemeli bir örtü içindedir (Yeni Rehber Ansiklopedisi) HIRKA-İ SEÂDET: Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem, Eshâb-ı kirâmdan (Peygamberimizin arkadaşlarından), Kâ'b bin Züheyr'e, yazdığı güzel kasîdesinden dolayı hediye ettiği bu hırka, İstanbul'da Topkapı Sarayı Müzesi Hırka-i Seâdet dâiresinde diğer kuts al emânetlerle birlikte muhâfaza edilmektedir Asırlardan beri İslâm devletleri tarafından büyük bir ihtimâmla (titizlikle) korunan Hırka-i Seâdet, Mısır'ın fethi üzerine Mekke Şerîfi tarafından diğer kutsal emânetlerle birlikte Yavuz Sultan Selîm Han'a teslim edildi Yavuz Sultan Selîm Han'ın mukaddes emânetlerle birlikte Mısır'dan İstanbul'a getirdiği Hırka-i seâdet bir müddet Harem dâiresinde kaldı Daha sonra Topkapı Sarayı'nda Hırka-i Seâdet dâiresi yaptırılarak orada muhâfaza edilmeye başlandı Peygamber efendimize âit mübârek eşyâların, bilhassa Hırka-i Seâdet'in bütün müslümanların yanında çok büyük değeri ve özel bir yeri vardır Osmanlılar zamânında her yıl Ramazan ayının on beşinci günü pâdişâhın ve diğer devlet ileri gelenlerinin katı ldığı özel bir merâsimle (törenle) özel sandukası içinde bulunan Hırka-i Seâdet ziyâret edilirdi Önce pâdişâh, sonra işâret ettiği kimseler sıra ile Hırka-i Seâdet'e yüzlerini ve gözlerini sürerek öperlerdi Pâdişâh, üzerinde bir kıt'a yazılı buluna n tülbentleri Hırka-i Seâdet'e sürüp ziyârete gelenlere dağıtırdı Merâsim bittikten sonra Hırka-i Seâdet sandukasını pâdişâhın kendisi kilitlerdi (Yeni Rehber Ansiklopedisi) HIRS: Bir şeye aşırı düşkünlük, şiddetli istek İki aç kurt bir koyun sürüsüne girdiği zaman yaptıkları zarardan, mal ve şöhret hırsının insana yapacağı zarar daha çoktur (Hadîs-i şerîf-Berîka) Âdemoğlu helâk olsa, ihtiyârlasa bile, onda hırs ve emel (istek) yine kalır (Hadîs-i şerîf-Hilyet-ül-Evliyâ) Hırslı insan, helâl haram demeden her istediğine kavuşmak, başkalarının zararına da olsa, beğendiği şeyleri toplamak, ister Hırs veya tamah, kalb hastalıklarındandır Hırs ve tamahkârlığın en kötüsü insanlardan (bir şeyler) beklemektir (İmâm-ı Gazâlî) Hırsı bırak da yorulma Geçimde tamaha kapılma Niçin malı cem' edersin Kime topladın bilemezsin Rızk vaktiyle ayrıldı Sû-i zan faydasız kaldı Her hırs sâhibi fakirdir Her kanâatkârsa zengin (Behlül Dânâ) HIRZ ÂYETLERİ: Okunduğunda veya üzerinde taşındığında Allahü teâlânın muhâfazasına (korumasına) kavuşmaya vesîle (sebeb) olduğu bildirilen âyet-i kerîmeler (Bkz Âyât-ı Hırz) HIYÂNET: Hâinlik Birine kendini emîn tanıttıktan sonra, o emniyeti bozacak iş yapmak; vefâsızlık, îtimâdı kötüye kullanmak, sözünde durmamak Kibirden, hıyânetten ve borçtan temiz olarak ölen kimsenin gideceği yer Cennet'tir ( Hadîs-i şerîf-Mişkât) Allah'ım! Açlıktan sana sığınırım Açlık ne kadar acıdır Hıyânetten sana sığınırım Hâinlik ne kötü şeydir (Hadîs-i şerîf-Sünen-i Ebû Dâvûd) Ticârete hıyânet karışırsa bereket gider (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet) Hıyânet haramdır Münâfıklık (iki yüzlülük) alâmetidir Hıyânetin zıddı emânettir, emin olmaktır Mü'min, herkesin malını, canını emniyet ettiği kimsedir Emânet ve hıyânet, malda olduğu gibi, sözde de olur (Muhammed Hâdimî) HIYÂR: Serbest olma Yapılan bir akdden yâni sözleşmeden vazgeçebilmek hakkı (Bkz Muhayyerlik) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-04-2008 | #159 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükHIZIR ALEYHİSSELÂM: İbrâhim aleyhisselâmdan sonra yaşamış bir peygamber veya velî Hızır aleyhisselâm Zülkarneyn aleyhisselâmın askerinin kumandanı ve teyzesinin oğludur Mûsâ aleyhisselâm ile görüşüp yolculuk etti Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden değildir Fakat vefâtından sonra rûhu insan şeklinde gözüküp garîblere, kimsesizle re yardım etmektedir Mûsâ aleyhisselâm ile karşılaşmaları ve birlikte yolculuk yapmaları Kur'ân-ı kerîmin Kehf sûresi 60-82 âyetlerinde bildirilmiştir (Râzî, İbn-i Hacer, Süyûtî, İmâm-ı Rabbânî) Ebü'd-Derdâ radıyallahü anh bir gün Mekke-i mükerremede bir dağın üzerine çıktı Orada hâlinden ve tavrından sâlihlerden olduğu anlaşılan birisini gördü Yanına giderek "Bana nasîhat et" dedi O da; "Nasîhat olarak ölüm sana kâfidir" dedi Ebü'd-Derd â; "Daha fazla nasîhat et" deyince, o da; "Gam, tasa bakımından kabri düşünmek kâfidir" dedi Bunun üzerine Ebü'd-Derdâ, Resûlullah efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem huzûruna gelerek bu hâli haber verdi Peygamber efendimiz; "O zât, kardeşim Hızır'dır" buyurdu (Mevlânâ Abdurrahmân Câmi) Âlimlerin çoğu Hızır aleyhisselâmın öldüğünü bildirdi Eğer hayatta olsaydı, Peygamber efendimize gelir, birlikte Cumâ namazı kılar, sohbetinde ve cihâdlarında bulunurdu (Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî) Abdülhâlık Goncdüvânî hazretlerine, lâ ilâhe illallah, zikrini Hızır aleyhisselâm öğretti (Hüseyn Vâiz-i Kâşifî) Bir gün sabah vakti toplanmıştık İlyas aleyhisselâm ile Hızır aleyhisselâm ruhânî şekillerde geldiler Hızır aleyhisselâm rûhânî olarak dedi ki; "Biz ruhlar âlemindeniz Allahü teâlâ bizim ruhlarımıza öyle bir kuvvet vermiştir ki, insan şeklini alır ız İnsanların yaptığı işleri bizim ruhlarımız da yapar İnsanların yaptığı gibi yürürüz, dururuz, ibâdet ederiz" (İmâm-ı Rabbânî) Her gördüğünü Hızır bil, her geceyi kadir bil (Hakîm Süleymân Atâ) HİBE: Bağış Bir malı karşılıksız olarak başkasına verme Hibe edilen mala hediye denir (Bkz Hediye) Malı verenin, hibe ettim gibi âdet olan sözü söylemesi, alanın da kabûl ettim demesi veya kabz etmesi (eline alması) lâzımdır Alacağını borçluya hibe eden, artık bunu geri isteyemez (İbn-i Âbidîn) Hibe sevab kazanmak maksadiyle yapılır Hibe eden dünyada hayırla anılır, hibesini sırf Allah için yaptıysa ahirette karşılığını görür (İbn-i Âbidîn) Yeşilay, Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumu gibi çeşitli isimler altında kurulmuş olan yardım teşkîlâtları, dînin hibe ahkâmına (hükümlerine) tâbidirler Yâni bunlar, yardım yerleridir Vakf değildirler Vakf malı, vakfeden kimsenin koyduğu şartlara göre idâre edilir Yardım müesseseleri ise, başkanlarının emrine göre iş görür (M Sıddîk bin Saîd) HİCÂB: Örtü, perde, avret yerlerini örtme, örtünme (Bkz Setr-i Avret) Setr-i avret denilince, her ne kadar kadınların hicâbı anlaşılıyorsa da, kelime, mânâ ve mefhum olarak erkek ve kadınların örtmeleri gereken yerlerini örtünmelerini içine almaktadır (Muhammed Mensûr ez-Zemân) HİCR: 1 Men etmek; akıl ve bâliğ olmamış çocuk, deli, bunak, sefih yâni malını kötü yere harcayan ve borçlu gibi kimseleri, tasarruf-i kavlîsinden yâni alış-veriş, kirâlama, havâle, kefillik, emânet ve rehin alıp-verme, hibe gibi işlerin tasarruflarından men' etme Sefîh yâni nafaka te'min ederken malını isrâf edip dînin ve aklın uygun görmediği lüzumsuz yere harcayan ve haramlara sarf eden, hâkim tarafından hicr edilir Dîn-i İslâm'dan ayrılmak için hîle-i bâtıla öğreten hocalar, câhil tabib ve eczâcılar ve hî leli iflâs yapan tüccarlar, câhil hâkimler, hîle yapan satıcılar, ihtikâr yapanlar (karaborsacılar) da hicr edilir (İbn-i Âbidîn) 2 Dostluğu bırakmak, dargın olmak Mü'minin mü'mine üç günden fazla hicr etmesi helâl olmaz Üç geceden sonra ona gidip selâm vermesi vâcib olur Selâmına cevâb verirse, sevâbda ortak olurlar Vermezse günâh, ona olur (Hadîs-i şerîf-Berîka) Erkek olsun, kadın olsun, dünyâ işleri için mü'minin mü'mine hicr etmesi câiz değildir (Muhammed Hâdimî) Hicr Sûresi: Kur'ân-ı kerîmin on beşinci sûresi Hicr sûresi, Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi) Doksan dokuz âyet-i kerîmedir Îtikâd bilgilerine, ahlâka, insanların ve cinnîlerin yaratılışına, târihî ve bilhassa İbrâhim, Lût, Şuayb, Sâlih ile ilgili bilgiler bulunmaktadır Cezîret-ül-arab'ın kuzeybatı tarafında Medîne-i münevvere ile Berr-üş-şâm arasında eski bir şehir olan Hicr ülkesi halkının, inanmadıkları için ilâhî gazaba uğramaları anlatıldığından, Sûret-ül-hicr denilmiştir (Senâullah Dehlevî) Hicr sûresinde Allahü teâlâ meâlen buyuruyor ki: Kur'ân-ı kerîmi sana biz indirdik Biz onu elbette koruyucuyuz (Âyet: 9) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-04-2008 | #160 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükHAVÂSS: Seçilmişler İlimde ve tasavvuf yolunda yüksek dereceye ulaşmış olan zâtlar Sultanlar, milletin malını zâlimler ve haydutlardan korudukları gibi; havâss da, avâmın (dînî ilimlerden haberi olmayan câhillerin) îtikâdını (inancını) bid'atçilerin (sapıkların) şerrinden korurlar (İmâm-ı Gazâlî) Üç çeşit oruç vardır: Birincisi avâmın yâni câhillerin orucudur Bunların orucu; yimek, içmek gibi şeylerle bozulur İkinci derece, havâssın orucudur Bunların orucu, fıkh kitaplarında bildirilen şeylerle bozulduğu gibi gıybet (başkasının dedi-kodusu nu yapmak), yalan söylemek, söz taşımak ve harâma bakmakla bozulur Üçüncü derecede de Ehass-ül-havâssın (cenâb-ı Hakk'a yakınlık kazananların en hâlisi olanların) orucudur ki, bunların orucu, Allahü teâlâdan başka bir şeyin kalbe girmesi ile bozulur (İmâm-ı Gazâlî) Avâmın tövbesi günâhtan; havâssın tövbesi gafletten Allahü teâlâyı unutmaktandır (Zünnûn-i Mısrî) Havâss, iyi amelleri (güzel işleri) kendilerinden değil, Allahü teâlâdan bilir (Ebû Osman Mağribî) HAVÂTIR: İnsanın kalbine gelen düşünceler (Bkz Hâtır) Havâtır, bâzan Allahü teâlânın insanın kalbinde meydana getirdiği şeyler olur Bunlara hak, doğru havâtır denir Bâzan melekler vâsıtasıyla gelir Buna ilhâm denir Bâzan, şeytan onları insanın kalbine atar, buna vesvese denir Bâzan da nefsin kendi kendine çıkardığı şeyler olur ki, buna hevâcis denir (Hâdimî) Melek tarafından olan havâtırın doğruluğuna alâmet, dîne uygun olmasıdır Dîne uygun olmayan havâtır bâtıldır, bozuktur, denilmiştir Şeytan tarafından gelen havâtırın çoğu günahlara dâvet eder Bâzan şeytandan gelen havâtır, tâat ve ibâdet gibi görü nürse de yine o gizli bir günâha, isyâna dâvettir Bunlar şeytanın gizli tuzaklarındandır (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî) Havâtır ve niyetlerimi önce kitap ve sünnet ile karşılaştırıyorum Bu iki âdil şâhide uygun olanları söylüyor ve yapıyorum (Ebû Süleymân Dârânî) Havâtır nefse acı gelirse, hayr olduğu; tatlı gelir hemen yapmak isterse şer (kötü) olduğu anlaşılır Bunu anlamak için İslâmiyet'e uygun olup olmadığına bakılır Anlaşılmazsa, sâlih (günâh işlemeyen) bir âlime sorulur (M Hâdimî) HAVÂYİC-İ ASLİYYE: İhtiyaç eşyâları Temel ihtiyâçlar Bir kimsenin yiyecek giyecek ve ev gibi ihtiyaç duyduğu lüzumlu maddeler ve evde kullanılan eşyâ ve âletler, hizmetçiler, binecek vâsıtası, meslek kitapları (din kitapları) ve ödeyeceği borçları Zekât için bir senelik, kurban ve fıtra için bir aylık yiyecek veya parası havâyic-i asliyyeden sayılır Daha fazla olanı ve din ve meslek kitaplarından başka kitapların hepsi, hac parası ve kurban ve fıtra nisâbına katılır Eğer ticâret niyeti olurs a, zekât nisâbına da katılır (Hâdimî, İbn-i Âbidîn) Havâyic-i asliyye, zekât ve fıtra vermek ve kurban kesebilmek için lüzûmlu olan nisâba (dînen zengin sayılma miktârına) katılmazlar (İbn-i Âbidîn) HAVELÂN-I HAVL: Zekâtı verilecek bir malın üzerinden bir kamerî yılın geçmesi Zekât verilecek mallarda aranan şartlardan birisi havelân-ı havldır (Molla Hüsrev) Toprak mahsûllerinin zekâtı (öşr), hasad mevsimi (mahsûl topraktan alındığında) verildiğinden, havelân-ı havl şartı aranmaz (İbn-i Âbidîn) HAVF VERECÂ: Allahü teâlâdan korkmak (havf) ve rahmetini ümid etmek (recâ) Havf gençlikte, recâ yaşlılıkta çok olmalıdır (Muhammed bin Hasen Can) Havf ve recâ, kul itâat hâlini bırakıp benlik sevdâsına düşmesin diye nefsi bağlayan iki yulardır (Ebû Bekr Vâsitî) Kalb de dâimâ havf bulunmalıdır Havf azalır da recâ çoğalırsa, kalb bozulur Çünkü havf, kalbdeki arzûları yakar, dünyâ sevgisini çıkarır (Ebû Süleymân Dârânî) Hazret-i Ömer buyurdu ki: Bütün insanların Cehennem'e, bir kişinin Cennet'e gireceğini söyleseler, umarım ki o bir kişi ben olurum; aksine bütün insanların Cennet'e, bir tek kişinin Cehennem'e gideceğini söyleseler, korkarım ki o kişi ben olurum İşt e havf ve recâ böyle olmalıdır (İmâm-ı Gazâlî) HÂVİYE: Cehennem'in yedinci tabakası Burada inanmadıkları hâlde inanmış görünen münâfıklar ile müslüman iken İslâm dînini terk eden mürtedler azâb görecektir Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: Ameli hafîf olana (yâni iyilikleri hafif, günâhları ağır gelene) gelince; artık onun yeri hâviyedir Bildin mi hâviye nedir? O, yakıcı bir ateştir (Kâria sûresi: 8-11) HAVL: Hareket, kuvvet Bir insan, havlin kendinden olmayıp, Allahü teâlânın yaratmasiyle olduğunu bilirse, her şeyi O'ndan bekler İşlerin meydana gelmesinde sebepleri arada görmeyen kimse, Allahü teâlâdan başka kimseden bir şey beklemez (İmâm-ı Gazâlî) HAVRA: Yahûdî mâbedi, sinagog Havra ve kilisedeki küfür alâmetleri kaldırılırsa, namaz kılmak mekruh olmaz (İbn-i Âbidîn) HAVZ: Sıvı maddelerin toplandığı yer, büyük su birikintisi, göl Bir gün Mevlânâ Celâleddîn Rûmî havz kenarındaydı Yanında kitaplar vardı Şems-i Tebrîzî gelip kitapları sordu "Sen bunları anlamazsın" dedi Şems-i Tebrîzî kitapları suya attı Mevlânâ, âh babamın bulunmaz yazıları gitti, diyerek çok üzüldüŞems- i Tebrîzî elini uzatıp herbirini aldı Hiçbiri ıslanmamış görüldüMevlânâ; "Bu nasıl iştir?" dediŞems-i Tebrîzî; "Bu zevk ve hâldir Sen anlamazsın" buyurdu (Molla Câmî, Ahmed Eflâkî) Havz-ı Kebîr: Eni ve boyu yaklaşık beşer metre (onar zrâ') olup, alanı yirmi beş metrekare olan havuz Derinliğin az veya çok olmasının bir te'siri yoktur Havz-ı Kevser: Kıyâmet günü mahşerde veyâ Cennet'te Peygamber efendimize tahsîs edilmiş olan ve bir kere içenin bir daha susamayacağı havuz (Bkz Kevser Havuzu) Havz-ı Sagîr: Alanı yirmi beş metrekareden küçük havuz Havz-ı Sagîre, necâset (pislik) düşse ve suyun, üç sıfatı değişmese de, necs (pis) olur İnsan içemez ve temizlikte kullanılmaz Üç sıfatı değişirse, idrâr gibi olup, hiçbir şeyde kullanılamaz Suyun üç sıfatı: Rengi, kokusu ve tadıdır (İbn-i Âbidîn) İçine devamlı su akan ve devamlı taşan veya içinden devâmlı su alıp, iki alış arası su hareketsiz kalacak kadar uzamayan havz-ı sagîr ve hamam kurnası, akar su demektir (İbn-i Âbidîn) HAYÂ: Utanma, âr, nâmus Çirkin şeylerden sıkılma veya edebe uymayan bir şeyin meydana gelmesinden dolayı kalbde meydana gelen rahatsızlık Hayâ îmândandır Îmânı olan Cennet'tedir Fuhuş kötülüktür Kötüler Cehennem'dedir (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb, Buhârî) Hayâ ile îmân, berâberdirler Biri gidince, diğeri onu tâkib eder (Hadîs-i şerîf-Nisâb-ül-Ahbâr) Allahü teâlâdan hayâ ediniz! Hakîkî mânâda Allahü teâlâdan hayâ etmek, kötü düşüncelerden uzak durmak, helâl lokma yemek ve ölümü hatırlamaktır Âhireti isteyenler dünyânın zînetinden süsünden uzaklaşır İşte bunları yapmak, Allahü teâlâdan hakkıyla korkmak demektir (Hadîs-i şerîf-Tirmizî, Taberânî) Cennet'e gitmek isteyen uzun emel sâhibi olmasın Dünyâ işleri ile uğraşması ölümü unutturmasın Harâm işlemekte Allah'tan hayâ etsin (Hadîs-i şerîf-Berîka) Hayâsız insan, halk içinde çıplak oturan kimse gibidir (Hazret-i Ebû Bekr) Cebrâil aleyhisselâm, aklı, hayâyı ve îmânı Âdem aleyhisselâma getirdi ve dedi ki: "Yâ Âdem! Allahü teâlâ hazretleri selâm eder, sana getirdiğim şu üç hediyenin birini kabûl etsin" dedi "Âdem aleyhisselâm aklı kabûl eyledi Cebrâil aleyhisselâm, îmâ n ile hayâya; "Siz gidin" deyince, îmân dedi ki: "Allahü teâlâ bana emreyledi ki, akıl nerede ise, sen de orada ol!" Ondan sonra hayâ da aynı şekilde, Allahü teâlâ tarafından emrolunduğunu beyân ederek, her ikisi de akıl ile berâber Âdem aleyhisselâmda kaldı Allahü teâlâ kime akıl verirse, hayâ ile îmân da onunla berâberdir Aklı olmayanın ne hayâsı, ne de îmânı vardır (Süleymân bin Cezâ) Kul hayâ sâhibi olduğu zaman, hayır ve iyi işlere yapışır Hayâ kalbe yerleştiğinde, nefsin arzû ve istekleri ondan uzaklaşır (Ebû Süleymân-ı Dârânî) Allahü teâlâdan hayâ etmeyen kimse, insanlardan da hayâ etmez (Zeyd bin Sâbit) Âfetlerin evveli, cehâlet, bilgisizlik, sonra nefsin arzû ve isteklerine meyletmek, sonra hayâyı terk etmektir (Sehl-i Tüsterî) Hayânın en kıymetlisi, Allahü teâlâdan utanmaktır Ondan sonra Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) hayâdır Daha sonra insanlardan hayâ etmek gelir (Muhammed Hâdimî) HAYÂL: Bir şeyi gördükten sonra veya görmeden önce zihinde şekillendirme Hâfızanın yardımıyla zihinde bir şeyler canlandırma Bir cisme bakınca, bu cisim, beyindeki ortak his merkezinde duyulur Bu cisim göz önünden çekilince, ortak his merkezi, onu hissedemez olur Fakat, hayâle gelen etkisi uzun zaman kalır Hayâl kuvveti olmasaydı, herkes birbirini unutur, kimse kimseyi tanımazdı (Ali bin Emrullah) Hayâl büyüklerin yolunda çok işe yarar Hayâl olmasaydı hâl olmazdı, vehim olmasa fehim (anlayış) olmazdı (Seyyid Fehim) Karşımdaki hayâlin biraz daha kal diyor, Kalbini benim gibi, bu sevdâya sal diyor, Öp elimi hasretle ve duâmı al diyor, En derin sevgilerle, azîz yâra el vedâ (M Sıddîk bin Saîd HAYÂT: Diri olmak, dirilik 1 Allahü teâlâ hakkında bilmemiz vâcib olan sıfât-ı subûtiyye'den biri Allahü teâlânın diri olması Allahü teâlânın kâmil (noksan olmayan) sıfatları vardır Bunlar, hayât (diri olmak), sem' (işitmek), basar (görmek), kudret (gücü yetmek), irâde (istemek), kelâm (söylemek) ve tekvîn (yaratmak)tır Bu sekiz sıfata, sıfât-ı sübûtiyye ve sıfât-ı hakîki yye denir Bu sıfatları da kadîmdir Yâni sonradan olma değildir Kendinden ayrı olarak ayrıca vardır Ehl-i sünnet âlimleri böyle bildirmektedir (İmâm-ı Rabbânî) 2 Bir insanın doğumundan ölümüne kadar geçen zaman Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: Mal ve dünyâdan size verilen şey, yalnız hayatta bulunduğunuz müddetçe, onunla geçinmektir Îmân edip Rablerine tevekkül edenler için âhirette Allahü teâlânın indinde dünyâ nîmetinden hayırlı ve dâimî çok sevâb vardır (Şûrâ sûresi: 36) Öldükten sonra da, hayâtta olduğum gibi bilirim (Hadîs-i şerîf-Deylemî) 3 Bir insanın ölümünden sonra başlayan ebedî (sonsuz) hayat Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: Dünyâ hayâtı, oyun ve boş şeylerdir Allah'tan korkanlar için âhiret hayâtı elbette hayırlıdır Böyle olduğunu niçin anlamıyorsunuz? (En'âm sûresi: 32) Berzâh hayâtı, yâni kabir hayâtı, dünyâ hayâtının yarısı gibidirKabirde rûhun bedene bağlanması, diri iken olan bağlanmasının yarısı kadardır Gömülmemiş ölüler de, berzâh hayâtında oldukları için, azâbı ve elemi duyarlar ve hiç hareket etmez, kıpır dayamazlar (İmâm-ı Rabbânî) Kabirdeki hayât, bir bakımdan dünyâ hayâtına benzediği için, meyyit terakkî eder, derecesi yükselir Kabir hayâtı insanlara göre değişir "Peygamberler (aleyhimüsselâm) kabirlerinde namaz kılar" buyruldu (İmâm-ı Rabbânî) HAYDAR: Arslan Hazret-i Ali'nin lakablarından biri Hayber'in fethinde bulunup büyük kahramanlıklar gösteren hazret-i Ali, yahûdîlerin meşhûr pehlivanı Merhab ile karşılaştı Merhab kendini medheden sözler söyledikten sonra hazet-i Ali; "Ben oyum ki, anam bana Haydar adını takmıştır Ben ormanların he ybetli görünüşlü arslanı gibiyimdir Seni bir hamlede yere serecek er kişiyimdir" diye şiirler söyleyerek Merhab'ın karşısına dikildi Bu şiir Merhab'a o gece kendisini bir arslanın parçaladığı şeklindeki rüyâsını hatırlattı Haydar, indirdiği bir kılıç darbesiyle Merhab'ın başını ikiye böldü (İbn-i Hişâm) Hüdâyî n'oldu bu kadar peygamber, Ebû Bekr, Ömer, Osman ve Haydar, Hani Habîbullah Sıddîk-i Ekber, Bunda gelen gider bir can eğlenmez (Azîz Mahmûd Hüdâyî HAYR: İyilik Dînin ve aklın beğendiği, güzel ve faydalı gördüğü şey Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: Kim zerre miktârı bir hayır işlerse, onun mükâfâtını (karşılığını) görecek Kim de zerre miktârı şer (bir kötülük) işlerse, onun cezâsını görecektir (Zilzâl sûresi: 7-8) Hayra yol gösteren (sebeb olan), o hayrı yapan gibidir (Hadîs-i şerîf-Tirmizî) Müslüman hayırlı olur Hased (başkasını çekememezlik) edince hayr kalmaz (Hadîs-i şerîf-Berîka) Yumuşak davranmayan hayr yapmamış olur (Hadîs-i şerîf-Müslim) En hayırlınız, Kur'ân-ı kerîmi öğrenip öğreteninizdir (Hadîs-i şerîf-Buhârî) Ya hayr söyle, ya sükût et (sus) (Hadîs-i şerîf-Edeb-ül-Müfred) İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olandır (Hadîs-i şerîf-Künûz-ül-Hakâyık) Müslümanların hayırlısı müslümanların elinden ve dilinden emin olduğu (zarar görmediği) kimsedir (Hadîs-i şerîf-Müslim) Malı, mevkîi (makâmı) hayır için istiyen ve hayır işlerinde kullanan; râhata, huzûra kavuşmuştur Mal-mevkî gâye olmamalı, hayra vâsıta olmalıdır (M Hâdimî) HAYRÂT: Sevâb kazanmak için yapılan Allahü teâlânın beğendiği iyi işler, bütün iyilikler, hayırlar Allahü teâlâ insanın yeni, temiz elbisesine, hayrât ve hasenâtına, malına, rütbesine bakarak sevâb vermez Bunları ne düşünce ve ne niyetle yaptığına bakarak sevâb verir veya azâb eder (Hamevî) Dünyâda yapılan hayrât ve hasenât, Peygamber efendimizin yolunda bulunmak şartı ile âhirette işe yarar Yoksa, Allahü teâlânın peygamberine tâbî olmayanların yaptığı her iyilik, dünyâda kalır ve âhiretin harâb olmasına sebeb olur (Ahmed Fârûkî) Allahü teâlâ hangi işlerin hayrât, hangi işlerin de seyyiât (kötü işler) olduklarını bildirdi Hayrât yapanlara sevâb vereceğini vâd eyledi (söz verdi) Allahü teâlâ vâdinde sâdıktır (sözünü yerine getirir) Sözünden hiç dönmez O hâlde kıyâmet günü (âhirette tekrar dirildikten sonra) nîmet ve azâb olarak başka yerden bir şey getirilmeyecek, dünyâda yapılanların karşılıklarına kavuşulacaktır (İmâm-ı Gazâlî) HAYRET: Taaccüb, şaşkınlık Şuuru yerinde olmama hâli Sûfî yâni tasavvuf yolunda bulunan bir kimse, başlangıçta kendi makâmından bahseder, hâli ile ilgili şeyleri anlatır Fakat kalb gözü açılınca, hayrette kalarak sükût eder, susar (Ebû Abdullah Nebâcî) Şükrün sonu hayrettir Çünkü şükür de Allahü teâlânın şükredilmesi icâbeden bir nîmetidir Bu ise, sonsuza kadar, böyle gider (Yahyâ bin Muâz) Geldi hûrîler bölük bölük buğur Yüzleri nûrundan evim doldu nur Hem havâ üzre döşendi bir döşek Adı sündüs döşeyen anı melek Çün göründü bana bu işler ayân Hayret içre kalmış idim ben hemân (Süleymân Çelebi) HAYRHAHLIK: Başkasının iyiliğini istemek Allahü teâlânın nîmetinin bir kimsenin elinde devamlı kalmasını veya onun böyle bir nîmete kavuşmasını dilemek Hasedin, kıskançlık ve çekememezliğin zıddı Hayrhahlık; güzel ahlâkın aynası durumunda bir haslet (huy) olup, ekseriyetle içi dışına uyan fazîlet sâhibi kimselerde olur Böyle kimseler hep iyilik düşünüp cemiyetin ve insanların faydasına hizmet ve yardım ederler Dargınları barıştırırlar, sert lik gösterenleri yumuşatırlar Hayrhahlık, dostluğu devâm ettiren bir bağdır Dostluk, hayrhahlık ile kuvvetlendirilir ve devâm ettirilir (Ahmed Rıfat) HAYSİYYET (Haysiyet): Şeref, îtibâr Haysiyetsiz kimse, kendisine karşı yapılan zulüm, işkence ve hakâretleri kabûl eder (Ali bin Emrullah) İyi huylu kimse, kendisine darılana iyilik yapar İhsânda bulunurMalına, haysiyetine, bedenine zarar vereni affeder (Hâdimî) HAYVÂNÎ RÛH: İnsanda istekli hareketleri yaptıran kuvvet (Bkz Rûh) Hayvanlarda ve insanlarda hayvânî rûh vardır Bunun yeri yürektir Bedenî faâliyetleri düzenleyen bu rûhtur İnsanların hayvanlara benzeyen tarafları, hayvânî rûhtan ileri gelen şehvet, gadab ve hırs gibi kuvvetlerdir Bu kuvvetler, hayvanlarda da va rdır Hattâ hayvanlarda, insandan daha kuvvetlidir (Ali bin Emrullah) HAYY (El-Hayyü): Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Dâimâ hayât sâhibi ve diri olan, hep var, varlığı ezelî ve ebedî (sonsuz) olan Allahü teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki: Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur O, Hayy ve kayyûmdur (Bütün mahlûkâtın idâresini yürüten, hepsini hesâba çekendir) (Bakara sûresi: 255) Hayy ve kayyûm olan Allah'tan başka ilâh yoktur (Âl-i İmrân sûresi: 2) O hayydir O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur O hâlde dinde ihlâs sâhibi (her şeyi Allahü teâlânın rızâsına uygun yapan kimse) olarak duâ edin Hamd (övgü) âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsûstur (Mü'min sûresi: 65) Sehl bin Abdullah-ı Tüsterî'ye, gıdân nedir diye sordular Hayy ve kayyûm olanı yâni Allahü teâlâyı zikrdir (anmaktır) dedi (İmâm-ı Gazâlî) Hastalanan kimse, el-Hayyü ism-i şerîfini bir tabağa yazar ve ona su koyar ve ondan üç gün içerse, Allahü teâlânın izniyle şifâ bulur (Yûsuf Nebhânî) HAYYEALES-SALÂH-HAYYEALEL-FELÂH: Ezân ve ikâmet okunurken söylenen "Haydin namaza" ve "Haydin kurtuluşa" mânâsına mü'minleri kurtuluşa, seâdete sebeb olan namaza çağıran iki mübârek söz Sünnete uygun olarak okunan ezânı duyan kimsenin, işittiğini yavaşça söylemesi sünnettir Yalnız, Hayye ales-salâh ve Hayye alel-felâh kelimelerini duyunca bunları söylemeyip; "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah" demelidir Ezândan sonra salevât getir meli ve sonra ezân duâsını okumalıdır (Alâüddîn Haskefî, İbn-i Âbidîn) Ezân okurken Hayye ales-salâh derken vücûdu kıbleden biraz sağa, Hayye alel-felâh derken de biraz sola çevirmelidir (Zeylaî) HAYZ (Hayız): Sıhhatli bir kızın veya âdet zamânı son dakikasından îtibâren tam temizlik (hiç kan gelmeden en az on beş gün) geçmiş olan kadının önünden çıkan ve Hanefî mezhebine göre en az üç gün (ilk görülmesinden îtibâren yetmiş iki saat), en çok on gün devâm e den kan Hayzın başladığını ve bittiğini kocasından saklayan kadın mel'ûndur (Hadîs-i şerîf-Cevhere) Hayız ve nifas (lohusa) günlerinde namaz kılmak, oruç tutmak, câmi içine girmek, Kur'ân-ı kerîmi (ezberden veya yüzünden) okumak ve tutmak, Kâbe'yi muazzamayı tavâf etmek ve cimâ haram olur Oruçları sonra kazâ eder Namazları kazâ etmez Namazları a ffolur Her namaz vaktinde abdest alıp, o namazı kılacak kadar zaman oturup; Allahü teâlâyı zikr eder (anar), tesbih okursa en iyi namazın sevâbını kazanır (İbn-i Âbidîn) Kız çocuğuna anasının, anası yoksa ninelerinin, ablalarının, hala ve teyzelerinin hayz ve nifâs ilmini bildirmeleri (öğretmeleri) farzdır Bildirmezlerse, kendileri büyük günâha girerler (İmâm-ı Birgivî, İbn-i Âbidîn) HAZER VE İBÂHA: Yasaklar ve mübahlar Fıkıh kitablarında dînen yasaklanan ve izin verilen şeyleri anlatan bölüm Bâzı fıkıh kitaplarında bu bölüm kerâhiyye ve istihsân adıyla anılır Fıkıh kitablarındaki hazer ve ibâha bölümlerinde geçen hususlardan bâzısı şöyledir: Demir, bakır, kalay, cam ve benzeri maddelerden yüzük edinmek (takmak) haramdır (Molla Hüsrev) Erkekler ancak gümüş yüzük kullanır (İbn-i Âbidîn) HAZER VE SEFER: Memleketinde olma ve sefer, yolculuk hâli Hastanın hazerde ve seferde farzları sedirde, sandalyede, ayaklarını sarkıtarak oturup, îmâ ile kılmaları câiz değildir Hasta, yerde veya uzunluğu kıble istikâmetinde olan sedirin üstünde kıbleye karşı oturarak kılar (M Sıddîk bin Saîd) HÂZIR VE NÂZIR: Bulunucu, mevcut olucu ve gören Allahü teâlâ, her zamanda ve her yerde hâzır ve nâzırdır derler Halbuki Allahü teâlâ zamanlı ve mekanlı değildir O halde bu söz görünüşü üzere kalmaz, mecaz olur Yâni zamansız ve mekansız, hiçbir yerde olmayarak hâzırdır ve nâzırdır, demektir Böy le olmazsa, Allahü teâlâyı zamanlı ve mekanlı bilmek olur Allahü teâlâ ezelî ve ebedî (öncesi ve sonu olmayarak) hâzır ve nâzırdır Meselâ hazırdır Bu hazır olmadan önce gâib, yok değildir Bundan sonra da hayatsızlık yâni ölüm olmayacaktır Allahü teâlâdan başkasının, meselâ meleklerin, peygamberlerin aleyhimüsselâm ve evliyânın ve sâlih mü'minlerin ruhlarının hâzır ve nâzır olmaları, Hızır aleyhisselâmın sıkıntıda olanların yardımına koşması ise zamanlı ve mekanlıdır Ezelî ve ebedî olarak değildir Devamlı da değildir Hâzır olmalarından önce yok idiler Bir zaman sonra da oradan tekrar yok olurlar Bu bakımdan Allahü teâlânın hâzır olması ile ruhların hâzır olması arasında çok fark vardır (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-04-2008 | #161 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükHAZKÎL ALEYHİSSELÂM: İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden veya Allahü teâlânın velî kullarından biri Yâkûb aleyhisselâmın oğullarından Lâvî'nin neslindendir Mûsâ aleyhisselâmın vefâtından sonra gönderilen üçüncü peygamberdir Allahü teâlâ, onun duâsı bereketiyle , ölen binlerce kişiyi diriltti Birçok müfessir (tefsîr âlimi) Mü'min (Gâfir) sûresinin 28-45 âyetlerinde bildirilen Fir'avn'ın sarayındaki vazîfelilerden olup, Mûsâ aleyhisselâmı ve ona inananları müdâfaa eden (savunan) ve Fir'avn'ın kızının saç tarayıcısı Mâşitâ Hâtun'un zevci ( kocası) olan kimsenin, Hazkîl aleyhisselâm olduğunu bildirmişlerdir (Sa'lebî, Kurtubî, Râzî) Çocukluğu ve gençliği Mısır'da geçen Hazkîl aleyhisselâm, Fir'avn'ın sarayında hazînedârlık (mâliye bakanlığı) yapan, îmânını gizleyen bir mü'min idi Fir'avn'ın herkese kendini ilâh tanıtıp secde ettirdiği sırada, o, sarayda olduğu hâlde, bir olan A llahü teâlâya kalbden inanıyor ve ibâdetini gizli yapıyordu Fir'avn ve adamlarının Mûsâ aleyhisselâm ve ona inananların hepsini yok etmeye karar verdikleri sırada, çeşitli iknâ edici sözlerle Fir'avn'ı bu fikrinden vazgeçiren Hazkîl aleyhisselâm zindana atıldı Daha sonra Fir'avn'ın kızının isteği üzerine zindandan çıkarıldı Mûsâ aleyhisselâma îmân ettiğini açıkça îlân edip, ona yardımcı oldu Mûsâ aleyhisselâmla birlikte Kızıldeniz'den geçip, İsrâiloğullarının Tih sahrasında kaldığı kırk sene içinde ondan ayrılmayıp hizmetinde bulundu Mûsâ aleyhisselâmın vefâtından sonra, Yûşâ bin Nûn ve Kâlib aleyhimesselâm adlı peygamberlerden sonra, İlyâ (Kudüs) bölgesine peygamber gönderildi Mûsâ aleyhisselâma gönderilen Tevrât'ın emir ve yasakları nı İsrâiloğullarına bildirdi Daha sonra Irak taraflarına gidip insanları dîne dâvet etti Dâverdan bölgesindeki mü'minlere zulmeden hükümdarlara karşı o bölge ahâlisini harbe çağırdı Fakat onlar ölümden korktukları için, harbe gitmediler Allahü teâlâ onlara isyânlarının cezâsı olarak tâûn (salgın vebâ) hastalığı gönderdi Vebâdan kaçmak üzere bulundukları şehirden çıkan bu insanların hepsi, işittikleri korkunç bir sesle öldüler Hazkîl aleyhisselâm kavminin başına gelenleri görünce acıyıp, onları tekrar diriltmesi için Allahü teâlâya duâ etti Allahü teâlâ, Hazkîl aleyhisselâmın duâsı sebebiyle onları diriltti O insanlar kendi şehirlerine dönüp Mûsâ aleyhisselâmın dîni üzere yaşadılar ve ecelleri gelince vefât ettiler Hazkîl aleyhissel âm onların evlâdlarına Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını anlattı Daha sonra Bâbil diyârına gitti Orada vefât etti (Taberî-İbn-ül-Esîr, Nişâncızâde) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-04-2008 | #162 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükHAZRET: Zât mânâsına hürmet ve saygı ifâdesi Hazret-i Ebû Bekr diyor ki: "Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem yanında İmâm-ı Hasen vardı Bir kerre bize, bir kerre Hasen'e radıyallahü anh bakarak; "Benim bu oğlum seyyîddir, efendidir Ümîd ederim ki, Allahü teâlâ, onun ile müslümanlardan iki fırkanın arasını bulur (yâni müslümanlardan iki fırka sulh ederler)" buyurdu (İmâm-ı Rabbânî) Hazret-i Ali buyurdu ki: Âlim, câhili hemen tanır, çünkü daha önce o da câhildi Câhil âlimi tanımaz, çünkü daha önce âlim değildi (Abdülvâhid bin Abdülganî) HEDİYE: Fakir veya zengin bir kimseye ikrâm için hîbe (bağış) olarak verilen veya gönderilen mal ( Bkz Hibe) Hediyeleşiniz, sevişiniz (Hadîs-i şerîf-Künûz-üd-Dekâik) Yâ Âişe, kim sana sen istemeden bir hediye verirse, onu kabûl et! Zîrâ o, Allahü teâlânın sana ihsân ettiği bir rızıktır (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs) Hediye vermek ve hediye kabûl etmek (almak) sünnettir yâni Resûlullah efendimizin âdet-i şerîfelerindendir (Nişancızâde) Gasbedilmiş veya hırsızlık gibi haram yoldan elde edildiği bilinen bir malı hediye ve sadaka olarak almak veya kirâ olarak kullanmak helâl değildir (İbn-i Âbidîn) Taksîmi mümkün olan bir şeyde ortakların, hisselerini ayırmadan başkalarına hediye etmeleri câiz değildir (Fetâvâ-i Hindiyye) Resûlullah efendimiz, sadaka kabûl etmez, fakat hediye kabûl ederdi Hediye getirene karşılık fazlasını kat kat verirdi (İmâm-ı Ahmed Kastalânî) HEMM: Gam, hüzün, sıkıntı Lâ havle velâ kuvvete illâ billah okumak, doksan dokuz derde devâdır (ilâçtır) Bunların en hafifi (aşağısı), hemmdir (Senâullah-ı Pâni-Pütî) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-04-2008 | #163 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükHÂRÛN ALEYHİSSELÂM: Kur'ân-ı kerîm'de adı geçen peygamberlerden Allahü teâlâ kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: Selâm, Mûsâ ve Hârûn üzerine olsun (Saffât sûresi: 120) (Mûsâ aleyhisselâma peygamberliği bildirilince) dedi ki: "Ve kardeşim Hârûn ise, lisânen benden daha fasîhtir (Fasîh ve belîğ bir şekilde insanlara Hakk'ı, hakîkati anlatır) Onu bana yardımcı olarak gönder ki, beni tasdîk etsin Fir'avn ve kavminin beni yalanlamalarından korkarım" (Allahü teâlâ buyurdu ki:) Senin bâzunu (bileğini) kardeşinle kuvvetlendireceğiz ve size düşmanlarınızın üzerine bir galebe ve üstünlük vereceğiz ki, onların zarârı size yetişmeyecek Bu âyetlerimizle (mûcizelerimizle) onlara gidiniz Siz ve size tâbi olanlar, (Fir'avn ve kavmine) gâlib geleceksiniz (Kasas sûresi: 34, 35) Hârûn aleyhisselâm İsrâiloğullarına peygamber olarak gönderildi Mûsâ aleyhisselâmın ana-baba bir büyük kardeşidir Mûsâ aleyhisselâmdan üç yaş büyüktür Babasının ismi İmran olup, Yâkup aleyhisselâmın oğullarından Lâvî'nin neslindendir Hârûn aleyhi sselâm, Mısır'da doğdu Mûsâ aleyhisselâmın en yakın yardımcısı ve vezîri idi Çocukluğu ve gençliği Mısır'da geçti Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma Tûr dağında peygamberlik emrini bildirince, Hârûn aleyhisselâma da peygamberlik verdi Mûsâ aleyhisse lâmla birlikte Fir'avn ve kavmini îmâna dâvet ettiler Fir'avn îmâna gelmedi Mûsâ ve Hârûn aleyhimesselâma inananlara zulüm ve işkence yaptı Mûsâ ve Hârûn aleyhimesselâm İsrâiloğullarını Fir'avn'ın zulmünden kurtarmak için çırpındılar Mûsâ aleyhisselâm, Hârûn aleyhisselâm ve İsrâiloğulları birlikte Mısır'dan ayrıldı Kızıldeniz'den yürüyerek Sinâ Yarımadasına geçtiler Onları tâkib eden Fir'avn ve askerleri denizde boğuldular Mûsâ aleyhisselâm ve İsrâiloğulları Tîh çölüne geldikleri sırada, Mûsâ aleyhisselâm Allahü teâlânın emriyle Tevrât-ı şerîfi almak üzere Tûr dağına gitti Kardeşi Hârûn aleyhisselâmı yerine vekîl bıraktı Mûsâ aleyhisselâm, Tûr'da iken Hârûn aleyhisselâmı dinlemeyen İsrâiloğulları, Sâmirî adında bir münâfığın (iki y üzlü kâfirin) hîlelerine kapılarak, altın buzağı heykeli yaparak ona taptılar Mûsâ aleyhisselâm Tûr dağından dönüşte kavminin altın buzağı heykeline taptıklarını görünce, üzüldü Bu hâlin sebebini Hârûn aleyhisselâma sordu Hârûn aleyhisselâm da İsrâiloğullarının kendisini dinlemediklerini ve öldürmekle tehdît ettiklerini, Sâmirî adında birisine uyarak bu yola saptıklarını bildirdi Mûsâ aleyhisselâm, Sâmirî'ye bedduâ etti ve İsrâiloğullarına tövbe etmelerini bildirdi İsrâiloğulları tövbe edip Tevrât'ı kabûl ettiler Bu mücâdeleler sırasında Hârûn aleyhisselâm da Mûsâ aleyhisselâmla birlikte gayret etti Allahü teâlâ İsrâiloğullarına kırk sene Tîh sahrasından çıkmamak üzere cezâ verdi Bu kırk senenin sonlarına doğru, Hârûn aleyhisselâm M ûsâ aleyhisselâm'dan önce vefât etti Kabrinin nerede olduğu husûsunda çeşitli rivâyetler vardır (Taberî, İbn-ül-Esîr, Nişâncızâde) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-04-2008 | #164 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükHASEB: Şeref, asâlet, ahlâk ve soy temizliği Kişinin hasebi ahlâkıdır, keremi dînidir (Hadîs-i şerîf-Nihâye) Baktım ki, insanlardan her biri mal, haseb, şeref ve neseb aramaktadır Anladım ki bunlar bir şey değil "Allah katında en üstününüz en çok korkanınızdır" (Hucurât sûresi: 13) meâlindeki âyet-i kerîme'ye baktım Allah katında üstün olmak için malı, h asebi, makâmı değil, takvâyı (Allahü teâlâdan korkarak harâmlardan sakınmayı) seçtim (Hâtim-i Esam) HASED: Kıskanmak, çekememek Allahü teâlânın bir kimseye ihsân ettiği nîmetin, onun elinden çıkmasını istemek Zararlı bir şeyin ondan ayrılmasını istemek, hased olmaz, gayret olur Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: Hased ettiği zaman hasedcinin şerrinden karanlığı yırtan nûrun Rabbine sığınırım (Felâk sûresi: 5) Hased etmekten sakınınız Biliniz ki, ateşin odunu yok etmesi gibi hased de iyilikleri yok eder (Hadîs-i şerîf-Mişkat) Geçmiş ümmetlerden iki kötülük sizlere bulaştı Hased ve kazımak Bu sözümle onların başlarını kazıdıklarını anlatmak istemiyorum Dinlerinin kökünü kazıyıp yok ettiklerini söylüyorum Yemîn ederim ki, îmânı olmayan, Cennet'e girmeyecektir Birbiriniz ile sevişmedikçe, îmâna kavuşamazsınız Sevişmek için, çok selâmlaşın (Hadîs-i şerîf-Berîka) Hasedden daha kötü bir şey yoktur Çünkü hased eden kimse, şu beş kötülüğün içine düşer: 1) Bitmeyen gam ve kedere tutulur 2) Hased etmesi, onun için sevâbı olmayan bir musîbet olur Onun günâha girmesine yol açar, 3) Hasedinden dolayı kınanır, ayıp lanır, 4) Allahü teâlâ ona gazab eder 5) Allahü teâlânın yardım ve ihsân kapıları kendisine kapanır (Ebü'l-Leys Semerkandî) Hased eden insan, Allahü teâlânın kendisine verdiği şeylere râzı olmaz Böyle kimseden Allahü teâlâ râzı olmaz Allahü teâlânın bir insandan râzı olmaması ise, felâketlerin en büyüğüdür Artık o insan, dünyâ ve âhirette de hüsran içindedir, yâni zara rdadır (Muhammed Akkermânî) Bütün kötülüklerin başı, kaynağı üçtür: Hased, riyâ (gösteriş) ve ucb (kendini ve yaptığı işleri beğenme) Kalbini bunlardan temizlemeğe çalış (İmâm-ı Gazâlî) Hased edenin ömrü üzüntü ile geçer Hased ettiği kimsede nîmetin azalmadığını, hattâ arttığını görerek sinir buhranları geçirir Hasedden kurtulmak için ona hediye göndermeli, onu medhetmeli, ona karşı tevâzu göstermeli, onun nîmetinin artmasına duâ etmelidir (M Hâdimî) Bütün sebeblerden doğan düşmanlığın giderilmesi mümkünse de hased sebebiyle olan düşmanlığın yok olması mümkün değildir O; dehşetli, korkunç, müzmin bir hastalıktır Hasedin ilâcı, hased edilen kimsenin gıyâbında (arkasından) nîmetinin artmasına duâ etmek, yüzüne karşı sevgi ve dostluk göstermektir (Abdülhakîm Arvâsî) HASEN HADÎS: Bildirenler sâdık (doğru) ve emîn (güvenilir) olup, fakat hâfızası (anlayışı) sahîh hadîsleri bildirenler kadar kuvvetli olmayan râvîlerin, kimselerin bildirdiği hadîs-i şerîf (Bkz Hadîs) HASENÂT: Allahü teâlânın beğendiği işler, iyilikler Hasenenin çokluk şekli Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: Hasenât, günahları yok eder (Hûd sûresi: 115) Sıcak su, buzu erittiği gibi, iyi huy da hatâları eritir Sirke balı bozduğu gibi, kötü huy, hayrâtı hasenâtı yok eder (Hadîs-i şerîf-Berîka) Hased etmekten sakınınız Biliniz ki, ateşin odunu yok ettiği gibi, hased de hasenâtı yok eder (Hadîs-i şerîf-Berîka) Allah için yapılmayan hayrât ve hasenât ve ibâdetler kabûl edilmez (Muhammed Hâdimî) Harâm para ile hayrât, hasenât yapmak, pisliği idrar ile yıkayıp temizlemek gibidir (Süfyân-ı Sevrî) HASENE: 1 İyilik, sevâb Allahü teâlânın korkusundan kötülüğü terkeden kimseye bir hasene yazılır Fakat başka bir sebeple terkederse hasene yazılmaz (İmâm-ı Gazâlî) 2 İlim, ibâdet, Cennet Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: Ey Rabbimiz bize dünyâda hasene ver Âhirette de hasene ver (Bekara sûresi: 201) HASENEYN: Peygamber efendimizin mübârek iki torunu hazret-i Hasen ve hazret-i Hüseyn Allah'ım ben bu ikisini (Haseneyni) seviyorum, sen de sev Onları sevmeyeni sen de sevme (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed ibni Hanbel) Bir gün Resûlullah'ın yanına gitmiştim Haseneyn önünde oynuyorlardı Yâ Resûlallah!Bunları çok mu seviyorsun?" dedim "Nasıl sevmem? Bunlar benim dünyâda öpüp kokladığım iki Reyhânımdır" buyurdu (Ebû Eyyûb-i Ensârî) HASÎB (El-Hasîb): Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Her mahlûkun (yaratılmışın) varlığına, varlığının devâmına, âhirette hesâbını görmeğe kâfi olan Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: O peygamberler ki, Allah'ın emir ve yasaklarını insanlara tebliğ ederler ve O'ndan korkarlar Hasîb olarak Allahü teâlâ kâfidir (Ahzâb sûresi: 39) Şânı yüce olan Allahü teâlâ, her şeyi hasîbdir Bu öyle bir vasıftır ki, O'nun hakîkati Allahü teâlâdan başkası için düşünülemez Allahü teâlâdan başka hiçbir varlık tam ve hakîkî mânâsıyla hasîb olamaz Allahü teâlâ sâdece eşyânın bir kısmını değil, tek başına her şeyi hasîbdir (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî) HASÎS: Parasını ve malını harcamamak için her türlü sıkıntıya, eziyete katlanan, paraya, mala aşırı düşkün olan; dînen verilmesi îcâb edeni, zekâtı ve sadakayı vermeyen, pinti, eli sıkı olan, bahîl, malda ve ilimde cimrilik eden (Bkz Cimri) Hasîs olanlar, her ne kadar zâhid (dünyâyı istemiyor) olsalar da Cennet'e giremezler (Hadîs-i şerîf-Zevâcir) Ahlâk-ı zemîme (kötü ahlâk) olan dört şeyden vazgeç, onlardan çok sakın Bunlar: Çok mal toplayıp yememek, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyâya sarılmak, hasîs olmak, harîs (dünyâya düşkün) olmak (Hadîs-i şerîf-Ey Oğul İlmihâli) Hasîslerin en fenâsı, müslümanlara emr-i ma'rûf ve nehy-i münker yapmayanlar, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmeyenler, onlara dinlerini öğretmeyenler veya yanlış öğretenlerdir (Ahmed Rıfat) Günahların büyüğü üçtür: Hasîslik, hased (çekememezlik) ve riyâ (gösteriş) (İmâm-ı Gazâlî) HASLET: İnsanın yaratılışındaki huy, mîzâc, tabîat, karakter Şu dört haslet kimde varsa o hâlis münâfıktır Bunlardan bir tânesi kendisinde bulunan kimse, onu terk etmedikçe, kendisinde münâfıklıktan bir haslet bulunur Birincisi emânete hıyânet etmek, ikincisi konuşunca yalan söylemek, üçüncüsü sözünde durmamak, dördüncüsü başkalarına devâmlı kötülük yapmak (Hadîs-i şerîf-Tebyîn) Kimde şu dört haslet bulunursa, bu hasletler o kimseyi yüksek derecelere kavuşturur Hem Allah katında, hem de insanlar yanında kıymeti çok olur Birincisi hilm (yumuşaklık), ikincisi ilim, üçüncüsü cömertlik, dördüncüsü güzel ahlâk sâhibi olmak (Cüneyd-i Bağdâdî) Türkleri maddeten yıkmak ve ezmek mümkün değildir Çünkü Türkler, müslüman oldukları için çok sabırlı ve mukâvemetli (dayanıklı) insanlardır Kuvvetli îmân sâhibidirler Çok çalışkan ve zekîdirler Bu hasletleri; dinlerine bağlılıklarından, kadere rı zâ göstermelerinden, devlet adamlarına itâat duygularından gelmektedir Türkleri parçalamanın ve yenmenin tek yolu; evvelâ itâat duygusunu kırmak ve mânevî bağlarını parçalamak, dînî metânetlerini (sağlamlığını) zaafa uğratmak (zayıflatmak)tır Bunun da en kısa yolu, millî geleneklerine ve mânevî duygularına uymayan hâricî (yabancı) fikirler ve hareketlere alıştırmaktır (Patrik Gregoryus-Rus sefîri İgnatiyef'in hâtıralarından) HÂSS: 1 Tek başına bir mânâ karşılığında konmuş lafız (söz) Hâss, kat'î (kesin) mânâ ifâde eder Sözden maksat, tek şeydir Ahmed, Yûsuf gibi özel isimler; insan, ağaç, meyve gibi cins isimler; bir, iki, üç gibi sayı isimleri hep hâss lafızlardır "Her kırk koyunda bir koyun zekât olarak verilir" hadîs-i şerîfinde; kırk, hâss lafızdır Bu sebeple koyunun zekât nisâbı (ölçüsü) kırktır Ondan az veya çok olması ihtimâli yoktur (Serahsî) 2 Geliri yüz bin akçeden fazla olan dirlikler General toprağı HAŞEVİYYE: Allahü teâlâyı mahlûklara,yaratıklarına benzeten, madde, cism diyen bozuk fırka, topluluk Haşeviyye, "Rabbinin vechi bâkî kalır" meâlindeki Rahmân sûresi yirmi yedinci âyetinin ve "Allah'ın yedi onların ellerinin üstündedir" meâlindeki Tâhâ sûresi onuncu âyetinin zâhir (görünen) mânâsını kabûl ederek, Allahü teâlâya cism demişlerdir (İmâm-ı Gazâlî) Allahü teâlâyı mahlûklara, cisimlere benzetme fikri ilk olarak Haşeviyye tarafından ortaya atılmış, sonra bu bozuk inanış şîa ve diğer bozuk fırkalara geçmiştir (Şehristânî) Ehl-i sünnet âlimlerine göre; peygamberler günâh işlemekten mâsumdurlar (korunmuşlardır) Fakat bu konuda Haşeviyye aksi kanâattedir Onlara göre peygamberler günâh işlerler (Teftâzânî) HÂŞİMÎ: Peygamber efendimizin dedesi Hâşim bin Abdi Menâf'ın soyundan gelen (Bkz Benî Hâşim) HAŞR: Toplanma, bir araya gelme Allahü teâlânın bütün insanları, melekleri, cinleri, şeytanları ve diğer hayvan ve kuşları, gökte, yerde, denizde ne kadar büyük ve küçük canlı var ise, hepsini kıyâmet kopmasından (dünyânın son bulmasından) sonra diriltip, dünyâda yaptıklarının hesâbını vermek üzere Arasât denilen meydanda toplaması Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: Allah'tan korkun ve bilin ki muhakkak hepiniz haşr olunacaksınız (Bekara sûresi: 203) Doğru tüccâr, kıyâmette sıddîklar ve şehîdler ile haşr olur (Hadîs-i şerîf-Zevâcir) Ey ümmetim ve Eshâbım! Siz ölülerinizin kefenini bol tutunuz Zîrâ benim ümmetim kefenleriyle haşr olunurlar Hâlbuki başka ümmetler çıplaktırlar (Hadîs-i şerîf-Tezkire-i Kurtubî) Allah yolunda öldürülüp, şehîd olanlar, kıyâmet gününde, yaralarının kanı akarak gelirler Rengi kana ve kokusu miske benzer Allahü teâlânın huzûrunda haşr oluncaya kadar, bu hâl üzere bulunurlar (Hadîs-i şerîf-Dürret-ül-Fâhire) HAŞR: Toplanma, bir araya gelme Allahü teâlânın bütün insanları, melekleri, cinleri, şeytanları ve diğer hayvan ve kuşları, gökte, yerde, denizde ne kadar büyük ve küçük canlı var ise, hepsini kıyâmet kopmasından (dünyânın son bulmasından) sonra diriltip, dünyâda yaptıklarının hesâbını vermek üzere Arasât denilen meydanda toplaması Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: Allah'tan korkun ve bilin ki muhakkak hepiniz haşr olunacaksınız (Bekara sûresi: 203) Doğru tüccâr, kıyâmette sıddîklar ve şehîdler ile haşr olur (Hadîs-i şerîf-Zevâcir) Ey ümmetim ve Eshâbım! Siz ölülerinizin kefenini bol tutunuz Zîrâ benim ümmetim kefenleriyle haşr olunurlar Hâlbuki başka ümmetler çıplaktırlar (Hadîs-i şerîf-Tezkire-i Kurtubî) Allah yolunda öldürülüp, şehîd olanlar, kıyâmet gününde, yaralarının kanı akarak gelirler Rengi kana ve kokusu miske benzer Allahü teâlânın huzûrunda haşr oluncaya kadar, bu hâl üzere bulunurlar (Hadîs-i şerîf-Dürret-ül-Fâhire) Haşr Günü: Mahlukların kabirlerinden kalkıp Arasat meydanında toplandıkları kıyâmet günü Haşr Sûresi: Kur'ân-ı kerîmin elli dokuzuncu sûresi Yirmi dört âyet-i kerîme olan Haşr sûresi, Medîne-i münevverede nâzil oldu (indi) Bu sûrede yahûdîlerin ihânetleri ve münâfıkların (inanmadıkları hâlde müslüman görünenlerin) hâlleri, sonunda da Allahü teâlânın büyüklüğü ve Esmâ-i hüsnâsı(güzel isim leri) bildirilmektedir (Beydâvî) Kim haşr sûresini okursa, Allahü teâlâ onun, geçmiş ve gelecek günâhlarını affeder (Hadîs-i şerîf-Beydâvî) Kim sabahleyin (sabah namazından sonra) üç defâ "E'ûzübillâhissemî'il alîmi mineşşeytânirracîm" der sonra Haşr sûresinin sonundaki üç âyeti okursa, Allahü teâlâ kendisine yetmiş bin melek gönderir Bunlar akşama kadar o kişiye duâ ve istiğfâr ederler Eğer o gün vefât ederse, şehîd olarak ölür Akşamleyin (akşam namazından sonra) okuyan kimse de aynı şekildedir (Hadîs-i şerîf-Tirmizî) HAŞŞÂŞİYYE: Otçular İnsanın ot gibi olduğunu ve öldükten sonra yok olacağını iddiâ edenler İnsan ölünce, cesed çürüyünce rûh yok olmaz Ölmek, rûhun bedenden ayrılması demektir Rûh bedenden ayrılınca, maddî olmayan âleme karışır Kıyâmete kadar yok olmaz Din âlimleri ve fen adamları böyle söylemiştir Tabiatçılardan az bir kısmı bu sözbi rliğinden ayrılmış, doğru yoldan kaymıştır Bunlar insanı çöldeki otlara benzetirler İnsan ot gibi biter, büyür, yok olur, rûhu kalmaz derler Böyle söyledikleri için Haşşâşîler adı ile anıldılar İslâm âlimleri, Haşşâşîlerin düşüncelerini çeşitli delîllerle çürüttüler (Ali bin Emrullah) HAŞYET: Hürmetle karışık korku Âyet-i kerîmede meâlen buyruldu ki: Allahü teâlâdan (en çok) haşyet edenler âlimlerdir (Fâtır sûresi: 28) İlim olarak Allahü teâlâdan haşyet, cehâlet olarak gurur yeter (Mesrûk bin Ecda') HÂTEM-ÜL-ENBİYÂ: Peygamberlerin sonuncusu Muhammed aleyhisselâm Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: Muhammed (aleyhisselâm) sizin yetişkin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir Fakat O, Allah'ın Resûlü (peygamberi) ve Hâtem-ül-enbiyâdır (son Peygamberdir) Allah her şeyi hakkıyla bilendir (Ahzâb sûresi: 40) Ben, Hâtem-ül-enbiyâyım (peygamberlerin sonuncusuyum) Benden sonra peygamber gelmeyecektir Eğer benden sonra peygamber gelseydi, Ömer peygamber olurdu (Hadîs-i şerîf-Savâık-ul-Muhrika) Peygamber efendimizin nûru, Âdem aleyhisselâmdan beri temiz ana ve babalardan (evlâddan evlâda) geçerek asıl sâhibi olan Hâtem-ül-enbiyâya gelmiştir (Kastalânî, Senâullah Dehlevî) Peygamberlik makâmı da dört derecedir Birincisi Nebîler, ikincisi Resûller, üçüncüsü Ülü'l-azm peygamberler (Âdem, Nûh, İbrâhim, Mûsâ, Îsâ ve Muhammed aleyhimüsselâm) Dördüncü derece Hâtem-ül-enbiyâlık derecesi olup, Muhammed aleyhisselâma mahsustu r (M Hâdimî) HATENEYN: İki dâmât; Resûlullah efendimizin iki mübârek dâmâdı olan hazret-i Osman ile hazret-i Ali Ehl-i sünnet ve cemâat (doğru yolun) âlimleri, Hateneyn'i sevmek lâzım geldiğini bildirmişlerdir Böylece, bir câhilin çıkıp da Resûlullah'ın Eshâb-ı kirâmına (arkadaşlarına) dil uzatmasını önlemişlerdir Resûlullah'ın halîfelerinden, vekîllerinden b irine düşmanlık edilmesine fırsat bırakmamışlardır (İmâm-ı Rabbânî) Ben Şeyhayn'i (hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer'i) üstün tutarım Hateneyn'i severim (İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe) Şeyhayn ve Hateneyn'i sevmek, Ehl-i sünnet'in şiârı, alâmetidir ( Ö mer Nesefî) HÂTIR: Kalbe gelip bir müddet kalan düşünce (Bkz Havâtır) Kalbe gelen düşüncelerden; birincisi kalpte durmaz giderilir Buna hâcis denir İkincisi, hâtırlardır Üçüncüsü, yapmak ile yapmamak arasında tereddüt olunur Buna hadîs-ün-nefs denir Bunları melekler yazmaz (Abdülganî Nablüsî) İslâmiyet'e uymayan hâtırlar bâtıldır, bozuktur Şeytan tarafından gelen hâtırların hepsi günâha dâvettir (S Abdülhakîm) Hâtırların zararlısı Allahü teâlâyı unutturanlardır (İmâm-ı Rabbânî) Hâtır-ı Melekânî: İbâdete, tâate rağbet etmeye dâir insanın kalbine melek tarafından getirilen düşünce Buna ilhâm da denir (Bkz İlham) Hâtır-ı Nefsânî: Kötülükleri istiyen nefs tarafından kalbe getirilen düşünce Buna hâcis denir (Bkz Hâcis) Hâtır-ı Rahmânî: Gafletten uyanmak, kötü yoldan doğru yola kavuşmaya dâir Allahü teâlâ tarafından kalbe gelen düşünce Buna hak hâtır (doğru düşünce) denir Hâtır-ı Şeytânî: Günâhı beğenmeye, süslemeye, güzel göstermeye dâir kalbe şeytan tarafından getirilen düşünce Buna vesvese denir (Bkz Vesvese) HATÎB: Câmide müslümanlara dînî nasîhat eden ve hutbe okuyan Bir kimse gusl abdesti alır, sonra Cumâ'ya gelir, kendisine mukadder (farz) olan namazı kılar, sonra hatîb hutbesini bitirinceye kadar susar, sonra imâmla berâber namaz kılarsa, onunla diğer Cumâ arasındaki günahları ile berâber, üç günlük fazlasının günâhları da afv ve mağfiret olunur (Hadîs-i şerîf-Meşârık) Hutbe ile namaz arasında hatîb efendinin, dünyâ işlerinden söylemesi tahrîmen mekrûhtur (harâma yakın günahtır) (İbn-i Âbidîn) HATÎM: Kâbe'nin şimâl (kuzey) duvarı hizâsında yarım dâire şeklindeki duvarcık ile Kâbe-i muazzama arasında kalan yer İsmâil aleyhisselâmın ve annesi hazret-i Hacer'in kabri, Hatîm'dedir (Alâüddîn-i Haskefî) Tavâf ederken (Kâbe'nin etrâfında dolaşırken) Hatîm duvarının dışından dolaşılır Mescid-i Harâm'da (Kâbe avlusunda) kılınan namazların en kıymetlisi (sevâbı en çok olanı), Hatîm'de kılınan namazdır (İbn-i Âbidîn) HÂTİME: Bir şeyin son durumu (Bkz Hüsnü Hâtime ve Sû'i Hâtime) HATM: Kur'ân-ı kerîmi başından (Fâtiha sûresinden başlıyarak) sonuna (Nâs sûresine) kadar okumak İnsanların en iyisi hatmi bitirince, yeniden başlayandır (Hadîs-i şerîf-Şir'at-ül-İslâm) Kur'ân-ı kerîmi hatm edenin duâsı kabûl olunur (Hadîs-i şerîf-İbn-i Hibbân) Kur'ân-ı kerîmi hatmeden kimseye altmış bin melek hayr duâ eder (Hadîs-i şerîf-Hazînet-ül-Esrâr) Hatm duâsı yapılan yerde bulunan, ganîmet dağıtılırken bulunan kimse gibidir Hatme başlanan yerde bulunan, cihâd eden (Allah yolunda harbeden) kimse gibidir İkisinde de bulunan her iki sevâba da kavuşur ve şeytanı rezîl eder (Hadîs-i şerîf-Hazînet-ül-Esrâr) Ramazân ayında hatm okumak mühim sünnettir (Ahmed Fârûkî) Hatm sonunda yapılan duâ kabûl olunur ( Seyyid Alizâde) Resûlullah efendimiz Mekke'de bulunduğu sırada rivâyete göre bir müddet vahy gelmemişti Bu sebeple müşrikler; "Rabbi, Muhammed'i terk etti, O'na darıldı" diyerek, Peygamber efendimizi üzmeye, müslümanlar arasında fitne çıkarmaya çalışıyorlardı O za man Duhâ sûresi nâzil oldu Bu sûre nâzil olunca, Resûlullah efendimiz sevincinden; "Allahü ekber" buyurdu Bu sebeple Mekke halkı, Kur'ân-ı kerîmi hatmederken, Duhâ sûresinden îtibâren Nâs sûresine kadar her sûrenin sonunda "Allahü ekber" demeyi âde t edinmişlerdir (İbn-i Abbâs, Kurtubî, Süyûtî, Hâzin, Celâleyn) Hatm-ı Hâcegân: Nakşibendiyye yolunda fâidesi, feyz ve bereketi çok olan bir vazîfe Bu yolun veya ona bağlı kolun büyüğünün koyduğu evrâdın (Belli zikr ve duâların okunmasının) toplu veya yalnız olarak yerine getirilmesi Hatm-i Tehlîl: Yetmiş bin adet kelime-i tevhîd yâni "Lâ ilâhe illallah" okumak Kelime-i tevhîde, kelime-i tayyibe de denir Bir kimse, kendisi veya başkası için yetmiş bin adet kelime-i tevhîd (kelime-i tayyibe) okursa, günâhları affolur (Hadîs-i şerîf-Makâmât-ı Mazhariyye) Hatm-i tehlîl yapıp, sevâbını ölülerin rûhlarına hediye etmek çok faydalıdır (Ahmed Fârûkî) Mazhâr-ı Cân-ı Cânân hazretleri, bir kadının kabri yanına oturmuştu Kabre yüzünü dönüp, hâtırına başka bir şey getirmeyip; yalnız onu düşündü "Bu mezârda Cehennem ateşi var Kadının îmânlı olmasında şüphe ediyorum Rûhuna, hatm-i tehlîl sevâbı bağı şlayacağım Îmânı varsa, affolur" buyurdu Hatm-i tehlîlin sevâbını bağışladıktan sonra; "Elhamdülillah îmânı varmış, kelime-i tayyibe te'sirini gösterip azâbdan kurtuldu" buyurdu (Abdullah-ı Dehlevî) HAVÂLE: Borçlunun, alacaklıya, borcumu falan kimseden al deyip, alacaklının, bu teklife, sözleşme yerinde râzı olması Ciro etme Havâle, havâleyi yapan ile kabûl eden arasında yapılabilir Bir kimse birine benim falanda olan şu kadar kuruş alacağımı havâle yoluyla sen üzerine al dese, o kimse de bu havâleyi kabûl etse, bu havâle sahîh (doğru) olur Veyâ filândan şu kadar alaca ğı benim üzerime havâle et dese, o kimse de kabûl etse, havâle sahîh olur; kendisine havâle olunan kimse pişman dahî olsa fayda vermez (Ali Haydar Efendi) HAVÂRÎ: Yardımcı Îsâ aleyhisselâma îmân eden on iki kişiden her biri Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: Hani havârîlere; "Bana ve Resûlüme îmân edin" diye ilhâm etmiştim "Îmân ettik, hakîki müslümanlar olduğumuza sen de şâhid ol" demişlerdi O vakit havârîler; "Ey Meryem oğlu Îsâ! Rabbin bizim üstümüze gökten bir sofra indirebilir mi?" demişlerdi O (da) Eğer inanmış (adam) larsanız Allah (ın kudretinden ve peygamberliğimden şüpheye sapmak) tan korkun" demişti (Mâide sûresi: 111-112) Ey îmân edenler! Allah'ın yardımcıları olun Nitekim Meryem oğlu Îsâ (da) havârîlerine; "Allah'a (yönelmiş olarak) benim yardımcılarım kim (olacak) demiş, havârîler de; "Allah'ın yardımcı (kul) ları biziz (diye) söylemişlerdi İşte İsrâiloğullarından bir zümre (ona) îmân etmiş, bir zümre de küfürde kalmıştı Nihâyet biz îmân edenleri düşmanlarına karşı destekledik de bu sûretle gâlib (olarak) çıktılar (Sâf sûresi: 14) Îsâ aleyhisselâm otuz yaşında peygamber oldu Otuz üç yaşında diri olarak göğe kaldırılınca, havârîler dağılıp bu yeni dîni yaymaya çalıştılar Sonra İncîl diye çeşitli kitaplar yazıldı Bunlar Îsâ aleyhisselâmı anlatan târih kitaplarına benzer idi Asıl İncîl, ele geçmemiştir Îsâ aleyhisselâmdan sonra dînini yayan ve Havârî adı verilen bu kimseler; Şem'un (Petrus), Yuhanna(Jahannes), Büyük Yâkûb, Petrus'un kardeşi olan Andreas, Filip (Philippus), Toma(Thomas), Bartalomi (Bartalomaus), Metiyya (Matthaus), Küçük Yâkûb, Barnabas, Yehûda (Judas) idi (Yehûda mürted oldu (dinden çıktı) Yerine Matyes seçildi) Havârîlerin reisleri Petrus idi (Nişâncızâde, Harputlu İshâk Efendi, Abdullah Dağıstânî) Bolüs adında bir yahûdî, hazret-i Îsâ'ya inandığını söyleyerek ve Îsevîliği yaymaya çalışıyor görünerek gökten inen İncîl'i yok etti Dört kişi ortaya çıkıp, on iki havârîden işittiklerini yazarak İncîl adında dört kitab meydana geldi ise de Bolüs'ün yalanları bunlara da karıştı Barnabas adındaki havârî, Îsâ aleyhisselâmdan görüp işittiklerini en doğru şekilde yazdı ise de, Barnabas İncîli de yok edildi (Harputlu İshak Efendi, Nişâncızâde) |
Cevap : =>İslami Sözlük |
01-04-2008 | #165 |
gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami SözlükHALLÂK: Yaratan, her şeyi yoktan vâr eden Allahü teâlâ Allahü teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki: Şübhesiz ki senin Rabbin (seni de onları da) Hallak'tır (yaratandır) (Senin de onların da hâlini ve her şeyi) kemâliyle bilendir (Hicr sûresi: 86) Gökleri ve yeri yaratan (Allah) onlar gibisini yaratmağa kâdir değil midir? Elbette (kâdirdir ve) hallâktır, her şeyi hakkıyla bilendir (Yâsîn sûresi: 81) Can alıcı melek geldiğinde, mâsûm (günâhsız) kimseyi şefâat tâcını ve gömleğini giymiş, gözünün perdesi kalkmış görür Ona; "Yâ mâsûm! Hallâk-ı âlem sana selâm söyledi ve buyurdu ki: "Ben onu yarattım, yine bana gelsin Zîrâ o cân emânetini ben verdi m, yine bana versin Onun karşılığında Cennet ve dîdâr (Allahü teâlânın cemâlini görmeyi) vereyim" Eğer inanmazsan yüzünü çevirip göklerden tarafa bak görürsün" derler O mâsûm dahi bakıp melekleri ve Allahü teâlânın cemâlini seyreder (Kutbüddîn İznikî) HALVET: Yalnızlık, yalnız olarak kalma 1 Yabancı bir kadınla yabancı bir erkeğin bir odada, kapalı bir yerde yalnız kalmaları Bir erkek, yabancı bir kadın ile halvet ederse, üçüncüleri şeytan olur (Hadîs-i ş erîf-Tirmizî) Allah'a ve kıyâmet gününe inanan, yabancı bir kadınla, yalnız kalıp halvet etmesin (Hadîs-i şerîf-Zevâcir) Halvet haramdır Mescid gibi dışardan içerisi görünen umûma açık yerlerde yalnız kalmak halvet olmaz (İbn-i Âbidîn) 2 Tasavvuf yolunda olgunlaşmak ve ilerlemek için belli bir müddet tenhâda kalma hali yalnız kalmak Tasavvufta halvet, vuslat (kavuşma) alâmetidir (Ebü'l-Kâsım) Halvet Der-Encümen: Nakşibendiyye yolunda on bir esastan biri Halk içinde Hak ile (Allahü teâlâ ile) olmak Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Öyle adamlar vardır ki, ticâretleri ve alışverişleri onları Allahü teâlâyı hatırlamaktan, anmaktan alıkoymaz" (Nûr s ûresi: 37) buyrulan âyet-i kerîme, halvet der-encümen makâmına işârettir (SeyyidAbdülhakîm Arvâsî) Yolumuzun esâsı halvet der-encümendir (Behâeddîn-i Buhârî) HALVETHÂNE: Çilehâne Tasavvuf yolunda olgunlaşmak ve ilerlemek için belli bir müddet kendi hâlinde yalnız kalınan ve ibâdetle vakit geçirilen yer HALVETİYYE: Evliyânın büyüklerinden Muhammed bin Nûr Halvetî hazretlerinin tasavvuftaki yolu HAMD: En üstün şekilde senâ, övgü Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: Dünyâda ve âhirette hamd Allahü teâlânın hakkıdır, O'na mahsustur Hükm de O'nundur Sonunda O'na döndürülürsünüz (Kasas sûresi: 70) Allahü teâlâ birdir, O'ndan başka bir ilâh yoktur Her şeyden yücedir Bütün hamdlerin hepsi O'na mahsûstur Âlemlerin Rabbi olan Allahü teâlânın şânı ne yücedir (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed ibni Hanbel) Herhangi bir kimse, herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde, herhangi bir kimseye, herhangi bir şeyden dolayı, herhangi bir sûretle hamd ederse, bu hamd ve şükürlerin hepsi, Allahü teâlânın hakkıdır Çünkü her şeyi yaratan, terbiye eden, yetiştiren, her iyiliği yaptıran, gönderen hep O'dur (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî) HAMDELE: Elhamdülillah veya bu mânâdaki sözler Elhamdülillah sözünün mânâsı, Allahü teâlâya hamd olsun, ben her hâlimde O'ndan memnûnum demektir (Bkz Hamd) Dînî bir kitabı yazarken, va'z u nasîhate veya ders okutmaya başlarken, Besmele, hamdele ve salvele (Peygamber efendimize salât ve selam getirmek) ile başlamak, İslâm'ın iyi âdetlerinden olup, müstehâbdır, iyi görülmüştür (İmâmzâde Muhammed Es'ad) HAMELE-İ ARŞ: Arşı taşımakla görevli dört büyük melek Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: Hamele-i Arş melekleri ve Arşın etrâfında tavâf eden (dönen) melekler Rablerini tesbîh ederler ve vahdâniyyetini (birliğini) tasdîk ederler ve mü'minler için (af ve) mağfiret isterler (Mü'min sûresi: 7) Sûrun birinci üfürülmesinde, dört büyük melekten ve hamele-i Arş'tan başka, bütün melekler, bundan sonra Hamele-i Arş ve daha sonra dört büyük melek yok olacaktır (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî) HÂMİD: Allahü teâlâya hamdeden HAMÎD (El-Hamîd): Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Her dilde ve her kalbde övülen Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: Şüphesiz Allahü teâlâ ganîdir, hamîddir (İbrâhim sûresi: 8) El-Hamîd ism-i şerîfini söyliyen, işinde, sözünde ve ahlâkında başkalarının övgüsünü kazanır (Yûsuf Nebhânî) HAMİYYET: Dîni, milleti himâye etmekte, korumakta, şerefini savunmakta tenbellik etmeyip, bütün kuvveti ile gayret etmektir Hamiyyet sâhibi kişi dâimâ şehvete götüren yollardan nefsini korur, hamiyyet duygusu ona bekçilik eder Hamiyyeti olmayan, mukaddes şeyleri korumak isteğini taşımayan kimse ise şehvete götüren işlerden kaçınmak şöyle dursun, kendi şahsiyetini hattâ b elki din, devlet ve milletini bile fedâ eder (Celâleddîn Devânî) HAMR: Şarab, sarhoşluk veren içki Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: Ey îmân edenler! Hamr, kumar, (tapmaya mahsus) dikili taşlar, ezlâm (fal okları) ancak şeytanın amelinden birer pisliktir Bunlardan uzak durun ki, kurtuluşa eresiniz Şeytan, hamrda ve kumarda ancak aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister Artık siz hepiniz (bunlardan) vaz geçtiniz değil mi? (Mâide sûresi: 90, 91) Her sarhoşluk veren şey hamr (şarab) dır Ve her sarhoşluk veren şey haramdır (Hadîs-i şerîf-Müslim) Hamr içen ile arkadaşlık etmeyiniz! Cenâzesine gitmeyiniz! Buna kız vermeyiniz ve onun kızı ile evlenmeyiniz Muhakkak biliniz ki, hamr içen kıyâmet günü mezardan yüzü kara, gözleri mâvi olarak kalkar Dili sarkmış pis kokulu olur Herkes pis kokusundan kaçar (Hadîs-i şerîf-Riyâdün-Nâsihîn) Hamr dört mezhebde de haramdır İçmesi ve her türlü kullanılması günâhtır Yalnız sirke yapılması ve susuzluktan ölmek üzere olanın ölmiyecek kadar su yerine içmesi câizdir (Senâullah Dehlevî) Alkolü az olan hamr da haramdır Sarhoş etmese de damlasını içmek haramdır Helâl diyenin îmânı gider Hamr, idrar gibi kaba necâsettir Her türlü kullanmak, ilâç yapmak, buruna çekmek, söz birliği ile haramdır Satması câiz değildir Parası haramdır (İbn-i Âbidîn) HANBELÎ: Ehl-i sünnetin ameldeki dört hak mezhebinden biri olan Hanbelî mezhebine mensub kimse Hanbelî Mezhebi: Ehl-i sünnetin amelde (yapılacak işlerde)ki dört hak mezhebinden biri İbâdetlerin en kıymetlisi, farz-ı ayn olanlardır Farzlardan sonra en kıymetlisi, Şâfiî mezhebinde sünnet namazlar, Hanbelî mezhebinde cihâd (Allah yolunda harb etmek), Hanefî ve Mâlikî mezheblerinde ise ilim öğrenmek ve öğretmek ve sonra cihâddır (MTâhir Sünbül Mekkî) Âlimlerin çoğuna göre altın ile gümüş her ne hâl ve şekilde olursa olsun, her ne niyetle saklanırsa saklansın zekâtı verilir Hanbelî mezhebinde kadınların zînet (süs) olarak kullandıkları altının ve gümüşün zekâtı verilmez (Alâüddîn-i Haskefî, Abdurrahmân Cezîrî) HANEFÎ: Ehl-i sünnetin ameldeki dört hak mezhebinden biri olan Hanefî mezhebine mensub kimse Hanefî Mezhebi: Ehl-i sünnetin amelde (yapılacak işlerde)ki dört mezhebinden biri Hanefî mezhebi Osmanlı Devleti zamânında her yere yayıldı Devletin resmî mezhebi gibi oldu Bugün dünyâ yüzünde bulunan müslümanların yarıdan fazlası ve Ehl-i sünnetin pek çoğu, Hanefî mezhebine göre ibâdet etmektedir (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî) HÂNEKÂH (Hânegâh): Tekke, dergah İrşâd (doğru yolu gösterme) ve sohbet ile insanları olgunlaştırma hizmetlerinin yapıldığı yer (Bkz Tekke ve Zâviye) HANÎF: Sapıklıktan, yanlış inanışlardan Hakk'a, doğruya meyleden, dönen, müslüman İslâmiyet'ten önce Arabistan'da putlara tapmayıp, hazret-i İbrâhim'in dîni üzerine bulunanlara verilen isim Çoğulu hunefâ'dır Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: İbrâhim ne yahûdî idi, ne de hıristiyan idi O hanîf idi (Âl-i İmrân sûresi: 67) Hanîflerin en meşhûrlarından birisi Arab hatîblerinden olan Kus bin Sâide'dir Onun Mekke-i mükerremede kurulan Ukaz panayırında meşhûr konuşmasının bir kısmı şöyledir: Her şey fânîdir (geçicidir) Bâki (devamlı olan) ancak Allahü teâlâdır Birdir, ortağı ve benzeri yoktur İbâdet edilecek ancak O'dur Evvel gelip geçenlerde bize ibret alacak şey çoktur Büyük-küçük hep göçüp gidiyor Giden geri gelmiyor Kesin olar ak inandım ki, herkese olan bana da olacaktır (Ben de öleceğim) (Ahmed Cevdet Paşa) Hanîf Dîni: Doğru yol, İslâmiyet HÂNİS: Yemîninin gereğini yapmayan Bir kimse, semâya çıkacağım veya şu taşı altın yapacağım diye yemîn edince, yapmadığı için, hânis olup yemîn keffâreti verir (İbn-i Âbidîn) HANNÂNE: Resûlullah efendimizin dayanarak hutbe okuduğu, Mescid-i Nebevî'de dikili bulunan hurma kütüğü Resûlullah efendimiz, Medîne'de Mescid-i Nebevî'de, hutbeyi, Hannâne'ye dayanarak okurlardı Minber yapılınca, Hannâne'nin yanına gitmedi Ondan ağlama seslerini, bütün cemâat işitti Bunun üzerine Resûlullah efendimiz minberden inip, Hannâne'ye sarı lınca, sesi kesildi; "Eğer sarılmasaydım, benim ayrılığımdan kıyâmete kadar ağlardı" buyurdu (Nişâncızâde) HANNÂS: İnsanların kalblerine vesvese veren sinsi şeytan Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: (Ey Habîbim!) De ki: İnsan ve cinden olan ve insanların göğüslerine (îmân ve îtikâdına) vesvese veren hannâsın şerrinden insanların mâbûduna ve insanların bütün işlerinin sâhibine ve insanların Rabbine sığınırım (Nâs sûresi: 1-6) Şeytan köpek gibidir Köpek kaçar ise de başka taraftan yine gelir Nefs ise kaplan gibidir Saldırması ancak öldürmekle biter İnsanlara vesvese veren şeytana bunun için hannâs denilmiştir İnsan hannâsın bir vesvesesine uymazsa bundan vaz geçer Ba şka vesveseye başlar Çok hayırlı işe mâni olmak için, az hayırlı şeyi de vesvese yapar, fısıldar Büyük günâha sürüklemek için, küçük hayır yapmayı da vesvese eder Şeytanın vesvesesi olan küçük hayırlı iş, insana tatlı gelir ve acele ile yapmak ister Acele etmek ise şeytandandır (Muhammed Hâdimî) HARAC: Güçlük, sıkıntı, eziyet 1 Bir farzı yapma veya haramdan sakınma esnâsında karşılaşılan güçlük Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: Allah (ü teâlâ) din husûsunda üzerinize bir harâc yüklemedi (Hac sûresi: 77) Bir işin yapılmasında harâc bulunursa ve kendi mezhebine göre yapmaya imkân olmazsa, bu işi, başka mezhebe uyarak yapmak câiz olur Fakat, ikinci mezhebin o işe bağlı olan şartlarını da gözetmek lâzımdır Hanefî mezhebi âlimleri, böyle işlerde, diğer mezhebleri taklîd etmeğe fetvâ (izin) vermişlerdir (İbn-i Âbidîn) Her müslümanın ibâdet yaparken ve haramdan sakınırken, kendi mezhebi âlimlerinin "fetvâ böyledir", "en iyisi budur", "en doğru söz budur" gibi bildirdiklerine uyması lâzımdır Kendi arzusu ile yaptığı bir şey, buna uymasına mâni (engel) olur ve bu mâ ni olmanın önlenmesinde harac, meşakkat bulunursa, kendi mezhebinde doğru olduğu bildirilen başka bir söze uyması lâzımdır (Abdülhakîm-i Arvâsî) 2 Müslüman olmayan vatandaşlardan seneden seneye alınan toprak vergisi Zor ile alınıp da, kâfirlere bırakılan veya barış yoluyla alınıp, kâfirlerin olan topraklardan harac alınır (İbn-i Âbidîn) HARÂM: Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde yapmayınız diye açıkça yasak ettiği şeyler Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: De ki, Rabbim; bütün fuhşiyâtı (küfür ve nifakı) açığını ve gizlisini, her türlü günâhı, haksız isyânı ve Allahü teâlâya hiçbir zaman bir burhan indirmediği herhangi bir şeyi ortak koşmanızı ve bilmediğiniz şeyleri Allahü teâlâya isnâd etmenizi, harâm etti (A'râf sûresi: 33) Çok kimse vardır ki, yedikleri ve giydikleri harâmdır Sonra ellerini kaldırıp, duâ ederler Böyle duâ nasıl kabûl olunur? (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet) İnsan, harâm işlemeği kalbinden geçirir, Allah'tan korkarak yapmazsa, hiç günâh yazılmaz Harâmı işleyince, bir günâh yazılır (Hadîs-i şerîf-Berîka) Allahü teâlâ, harâm olan şeylerde size şifâ yaratmamıştır (Hadîs-i şerîf-Buhârî) Harâmlardan sakınmak, akıllıların şânından, şereflilerin tabiatındandır (Hazret-i Ali) Harâmda şifâ yoktur (İmâm-ı Rabbânî) Harâmdan bir altını sâhibine vermek, yüz altın sadaka vermekten fazîletlidir, iyidir (İmâm-ı Rabbânî) Dünyâda harâm işleyen kimse, âhirette ondan mahrûm kalır Burada helâl şeyleri kullananlar, orada o şeylerin hakîkatine kavuşur Meselâ, bir erkek dünyâda harâm olan ipeği giyerse, âhirette ipek giymekten mahrûm edilir İpek ise, Cennet elbisesidir O hâlde, bu günâhtan temizlenmedikçe, Cennet'e girilemez demektir Cennet'e giremeyen de Cehennem'e gider Çünkü, âhirette, bu ikisinden başka yer yoktur (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî) Harâm li Aynihi: Kendileri harâm olan şeyler Leş, domuz eti, şarab gibi Allahü teâlâ tarafından harâm edilen şeyler harâm li aynihidir Bunlara helâl demek küfr olur, îmânın gitmesine sebeb olur (Muhammed Hâdimî) Harâm li Gayrihi: Aslı harâm olmayıp, sonradan hâsıl olan bir sebepten dolayı harâm olan şey Bir kimsenin bir kişinin bağına girip, sâhibinin izni olmadan meyve koparıp yimesi, ev eşyâsını ve parasını çalıp harcaması harâm li gayrihidir Bunları yapan kimse, yaparken Besmele söylese, yâhut helâldir derse kâfir olmaz (Muhammed Hâdimî) Harâm Lokma: Helâl olmayan ve dînen yenmesi yasaklanan yiyecek Vücûduna harâm lokma karışmış bir kimse, namazdan tad duymaz (Behâeddîn-i Buhârî) Mîde yenilen şeylerin toplandığı yerdir Oraya helal lokma koyarsan, âzâlardan sâlih (iyi) ameller, işler meydana gelir Şüpheli lokma koyarsan, âzâlar Allah yolunda amel etmekte şüpheye düşerler Eğer harâm lokma koyarsan, o lokma seninle Allahü teâ lâ arasında bir perde olur ve Cenâb-ı Hakkın beğendiği yolda yürümen mümkün olmaz (Ebû Bekr-i Dükkî) Alış veriş ilmini bilmiyen harâm lokma yemekten kurtulamaz Harâm lokma yiyen ise, ibâdetlerin sevâbını bulamaz (Ahî Evran) HAREMEYN: Hürmete ve saygıya lâyık iki belde Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevverenin ikisine verilen ad Mekke-i mükerremede Kâbe-i muazzama, Medîne-i münevverede sevgili Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem mübârek kabr-i şerîfi bulunduğu için her ikisine saygı ve hürmet duyulması gereken yer mânâsına Haremeyn denilmiştir Osmanlı sultanlarının herbirinin Haremeyn'e pekçok hizmetleri olmuştur Bu sebeple onlar kendilerine Hâkim-ül-haremeyn (Haremeyn'in hâkimi) yerine Hâdim-ül-haremeyn (Haremeyn'in hizmetçisi) denilmesini istemişlerdir Yavuz Sultan Selîm Han, Mısır'ı f eth ettiği zaman hutbede kendi ismini Hâkim-ül-haremeyn olarak okuyan hatîbe îtirâz ederek; "Biz Haremeyn'in (bu iki mübârek şehrin) hâkimi olamayız Ancak Hâdim-ül-haremeyn yâni Haremeyn'in hizmetçisi oluruz" dedi Kâbe'nin içini süpürmeye mahsûs olan süpürgelerden birisi kendisine getirilince, süpürgeyi bir tâc gibi kaldırarak başına koydu Kendilerinden sonra gelen sultanların taclarına koydukları süpürge şeklindeki sorguç buradan gelmektedir (İslâm Târihi Ansiklopedisi) Ey bâd-ı sabâ uğrarsa yolun semt-i Haremeyn'e Benden selâm söyle Resûlüs Sekaleyn'e (Lâ Edrî) HÂRİCÎLER: Sıffîn muhârebesinde, taraflar hakem tâyinine râzı olup anlaşmayı kabûl ettiği için hazret-i Ali'nin ordusundan ayrılarak "Hâkim ancak Allah'tır Hazret-i Ali iki hakemin hükmüne uyarak halîfeliği hazret-i Muâviye'ye bırakmakla büyük günah işledi" di yen ve kendileri gibi düşünmeyen Eshâb-ı kirâm ile diğer müslümanlara kafir diyen sapık fırka Hâricîler, müteşâbihâtı (birkaç mânâ çıkarılabilen delilleri) te'vil ediyorlar Yâni bâzı âyet-i kerîmelere ve mütevâtir olan (yalan üzerinde birleşmesi mümkün olmayan topluluklar tarafından bildirilen) hadîs-i şerîflere açık ve meşhûr olmayan mânâla r veriyorlar Hâricîler gibi şüpheli delilleri yanlış te'vil edenlere, müctehîd olan fıkıh âlimleri kâfir demediler Fakat âsî (günahkâr), bid'at ehli ve sapık olduklarını söylediler (İbn-i Âbidîn) Hâricîlerin temel görüş ve düşünceleri şöyle özetlenebilir: Hazret-i Osman, hazret-i Ali, Amr bin Âs, Ebû Mûsâ el-Eş'arî, hazret-i Âişe, Talhâ, Zübeyr (ranhüm) ile Sıffîn muhârebesinde hakemlerin hükmüne râzı olanları kâfir bilirler Büyük günâh işl eyen kâfirdir diyerek böylelerinin ebedî cehennemlik olduğunu söylerler Zâlim imâma (devlet başkanına) karşı çıkmayı vâcib sayarlar (Abdülkâhir Bağdâdî) HÂRİKULÂDE: Olağanüstü İnsan gücünün üzerinde, insanı hayrette bırakan âdet dışı şaşılacak iş İnsanların bütün hareketleri, işleri, Allahü teâlânın âdet-i ilâhiyyesi içinde (bir sebeple) meydana gelmektedir Allahü teâlâ sevdiği kullarına ikrâm ve en azılı düşmanlarını aldatmak için, bunlara âdetini bozarak hârikulâde şeyleri yaratmıştır Hâr ikulâde şeyler peygamberlerde görülürse mûcize, evliyâ denilen diğer sevdiği kullarında görülürse kerâmet denir Hârikulâde şeylerin peygamberlerde görülmesi lâzımdır Evliyâda ise, şart değildir (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî) Müslümanlar arasında evliyâ olmayanlardan meydana gelen hârikulâde hallere firâset; fâsıklardan ve kâfirlerden meydana gelenlere de istidrâc ve sihr, yâni büyü denir (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî) HARÎS: Hırslı, bir şeye çok düşen, istekli Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: Andolsun ki size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O'na çok ağır gelir Çünkü O sizin hidâyetiniz için çok harîstir, mü'minlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir (Tevbe sûresi: 128) İki harîs doymaz Biri ilmin harîsi, diğeri de malın harîsidir (Hadîs-i şerîf-Taberânî) Ey oğul! Gönlün ferah olup, duânın makbûl olmasını istersen; dünyâya harîs olmayan, her işi Allah rızâsı için yapan âlimlerle berâber ol (Süleymân bin Cezâ |
|