Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Edebiyat / Dil Bilgisi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
edebiyatı, osmanlı, türkçesi, yüzyıl

Osmanlı Türkçesi Edebiyatı - 16. Yüzyıl

Eski 08-23-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Türkçesi Edebiyatı - 16. Yüzyıl



On altıncı yüzyılda Kânûnî Sultan Süleyman’a Câmelnâme şeklinde tercüme ve takdim edilen; Abdi Mûsâ tarafından 1429-30 (H833) yılında yazılan Camasbnâme, İkinci Murad devrinin bir başka mesnevîsidir 5122 beyit olan eser, daha çok, bir masal kitabıdır Fakat eserde Danyal peygamberin hayatı ile ilgili bir kısım da vardır

1436 (H839) yılında yazılan Mesnevî-i Murâdiyye’ye gelince eser, hayatı hakkında bilgi bulunmayan Mevlevî şâir Muinüddîn bin Mustafa tarafından yazılmıştır Mesnevî-i Murâdiyye, devrin en hacimli eseri olup, hazret-i Mevlânâ’nın Mesnevî’sinin birinci defterinin tercüme ve şerhidir Yalnız eserde, 152 adet gazel bulunmaktadır Bunlardan birkaçı Farsça'dır Eser, daha çok padişah İkinci Murad Hanın işaretiyle yazılmıştır ve iki ciltten müteşekkildir

Sînâme: 1310 beyte yer veren bu eser Hümâmî’nindir 1436 yılında tamamlanmıştır Mürşidü’l Ubbâd veya Mürşidü’l-Ibâd, Ârif tarafından yazılmıştır (1438) 20411 beyittir Bu mesnevî, dört bölümden ibarettir Tasavvufî ve öğretici olan eserin dili sâde, fakat sanat yönü tesirli değildir Aynı yıllarda yazılan Nüsha-i Âlem ve Şerhü’l-Âdem adlı eser 369 beyit olup, Ârif’in küçük bir mesnevîsidir Yine aynı tarihlerde Muhammed bin Selmân, Mevlidini yazmıştır 800 beyitten fazla olan eser Erzurumlu Mustafa Darir’in eserini de sayarsak bu türde Türkçe'de dördüncü olarak görülmektedir Ârif’in, Peygamberimizin mîrâcını konu alarak yazdığı Mîrâcnâme’si ise 2000 beyte yakın bir eserdir Yine onun 1402 beyitlik Vefatü’n-Nebi adlı mesnevîsini zikretmek yerinde olur Görüldüğü gibi o, üç eserinde de Peygamberimizin hayatını işlemiştir İsimsiz bir mesnevîsinin olduğunu da zikretmek gerekir

İkinci Murad Han devrinin hacim itibariyle önde gelen mesnevîlerinden biri de 12239 beyit olan Âşık Ahmed’in yazdığı Câmiü’l-Ahbâr adlı eseridir 20 babdan meydana gelen eser, hikâyelere yer verir Dili, devrine göre açıktır Gülşen-i Uşşâk (Hümâ vü Hümâyûn) orta hacimde bir mesnevîdir 1446 (H850) yılında telif edilmiş olup, 4559 beyitten meydana gelmiştir Mevzuu, Arap diyarında, çocuğu olmayan Menuşeng adlı bir padişahtır Eser Şeyhî’nin yeğeni Cemâlî tarafından yazılmıştır Fatih Sultan Mehmed ve İkinci Bayezid Han zamanlarını da idrak eden Cemâlî’nin, ele geçmemiş Yusuf ile Zeliha ve Miftâhü’l Ferec adlı mesnevilerini de zikretmek yerinde olur Onun başka risalelerinin bulunduğu da bilinmektedir Cemâlî’nin eserlerinde sanat yönü ağır basar

Sultan İkinci Murad zamanında yazılan ve mevzu bakımından dikkat çeken yegâne eser, Gelibolulu Zaifî tarafından yazılan ve padişahın savaşlarına yer veren Gazavât-ı Sultan Murâd ibni Muhammed Han adlı eserdir 1446-51 (H850-5) yılları arasında yazılan eser, tarihî ve edebî olup, gazavât nevindendir ve 2566 beyittir

Gerek halk arasındaki yeri, gerekse edebî eser olarak değeri göz önüne alınınca devrin önde gelen bir başka eseri Yazıcıoğlu Muhammed bin Sâlih bin Süleyman’ın 1449 (H855) yılında yazdığı 9008 beyit ihtiva eden Muhammediyye’sidir Bunlara ilâve olarak, Ahmed Hayâlî’nin Ravzat-ül-Envâr ve Tarîkatnâmesi’ni zikretmek gerekir

Mensûr eser olarak İkinci Murad Han zamanında yazılan eserlerin başında İrşâdü’l-Mürîd ile’l-Murâd gelmektedir Kasım bin Muhammed Karahisarî tarafından Farsça'dan tercüme edilmiştir Kemâleddîn bin Îsâ ed-Dümeyrî’nin, Hayâtü’l-Hayevân’ı, Gülistân’ın Manyasoğlu tarafından aynı adla yapılan tercümesi, Mahmur bin Muhammed Şirvânî’nin Tuhfe-i Murâdî’si, Mercimek Ahmed’in Kâbusnâme Tercümesi, Yazıcıoğlu’nun Târih-i Âl-i Selçûk’u, Hızır bin Celâleddîn’in İbni Kesir Târihi Tercümesi, Mahmud bin Kâdı Manyas’ın A’cebü’l-U’cab’ı, Ârif Ali Molla’nın Dânişmendnâme’si, Mustafa bin Seyyid’in Cevâhirnâme-i Sultan Murâdî’si, Ahmed-i Dâî’nin Tezkiretü’l-Evliyâ Tercümesi, Mehmed bin Abdullatif’in Bahrü’l-Hikem’i, Hızır bin Abdullah’ın Kitâbü’l-Edvâr’ı, Mukbilzâde Mü’min’in Zahîre-i Murâdiyyesi ile Miftâhü’n-Nûr ve Hazaini’s-Sürûr’u zikredilmesi gereken eserlerdir Aslında bu devirdeki mensûr eserler, bunlarla da kalmaz Mûsâ bin Mesûd’un eseri Kırk Vezir Hikâyesi, Firdevsî’nin Şehnâme Tercümesi bunlara ilâve edilmelidir Yine bu devre kadar olan şâirlerden toplama bir mecmua olan, daha çok gazellere yer veren Ömer bin Mezîd’in Mecmûâtü’n-Nezâir’i, Sultan İkinci Murad Hana adanmıştır Böylece bu padişah zamanında tezkireciliğin nüvesi teşekkül etmiştir

Osmanlı Devleti'nde şiir, ilk önceleri gazel tarzının azlığına rağmen Mesnevî sahasında kendini gösterir Buna rağmen Osmanlı edebiyatı, divan edebiyatı gibi bir isimle anılmakta ve sadece dar bir çerçeveye sıkıştırılmak istenmektedir Bu bir bakıma hemen her sahada eser vermiş bir milletin, divan kelimesini öne sürerek, kabiliyetini ve gayretlerini ve kültür faaliyetlerini de inkâra yönelmekten başka bir şey olamaz On beşinci yüzyılın ortalarına gelinceye kadar, beyliklerde yazılan eserler de dahil, mesnevîlerin sayısı yüze yaklaşırken, dîvânların sayısı ona çıkmaz Bir başka husus, gerek Araplarda gerekse Farslarda divan şâiri olan ve divanı bulunan pek fazla şâir vardır Fakat onlar, edebiyatlarının sınırını, "divan" kelimesiyle daraltmazlar Aynı durum, Türk edebiyatı için de düşünülünce Doğu (Çağatay) Türkçesi'yle yazılan pekçok divanla karşılaşırız Fakat bizde divan edebiyatı denince, yalnız Osmanlı edebiyatı akla gelmektedir Kısacası, Osmanlı edebiyatı, bir mesnevî edebiyatı olarak başlamıştır

Akla gelen diğer bir husus, gazel türünün mesnevîye göre kısa bir şiir şekli oluşu, mevzu bakımından geniş tutulmayışı, daha sonra, başta padişahlar ve şehzadeler olmak üzere sarayda yer tutması, divanlara olan rağbeti arttırmış olmalıdır Bu yönden ele alınınca, sarayda okunan ve yazılan eserlerin başında divanlar gelmektedir Fakat bütün bir edebiyata Divan Edebiyatı olarak ad vermek, en azından, diğer kültür eserlerini mühimsememek olur

1404 (H806) yılında Amasya’da doğan, Osmanlı padişahlarının altıncısı olan bu kudretli padişah, ilim ve kültür hayatı yanında, batıda Venedik, Eflak, Bizans, Arnavut, Sırp, Macar, Bohemya, Polon, Hırvat ve Alman milletleriyle, doğuda ise başta Karaman Beyliği olmak üzere Anadolu’da yer alan irili ufaklı beylerle mücadele hâlindedir Zamanındaki fetihler, daha çok batıda gerçekleşmiş olmasına rağmen, bilhassa saltanatının ilk yıllarında Bizans’ın iç karışıklıklara verdiği sebebiyet de vardır Fakat Sultan Murad, doğruluğu, hâlis niyeti, fazlı ve merhameti, cesareti, azim ve tedbiri ve bilhassa ahde vefası sayesinde bütün bunların üstünden gelmesini başarmış, batıda kazandığı zaferlere ilâve olarak doğuda Anadolu Türk Birliğinin kurulmasına gayret etmiştir Doğudaki birliğin kurulmasından sonra bilhassa Osmanlı Devleti aleyhine, batılılarla işbirliği yapma gayretleri, Şiî olan İran’a düşecektir Yukarıda yer verdiğimiz hususiyetleri yanında Sultan II Murad Han'ın, âlimleri himayesi, sanata düşkünlüğü ve edebiyata değer vermesi, bunun neticesinde ilim ve sanat adamlarıyla olan meclisleri bırakmaması da vardır Tarihler onun adaletini, hükümdarlığını, cesaret ve cömertliğini zikretmeden geçememişlerdir Yazılan şiirlerde, mübalağalı bir şekilde padişahları övmek varitse de, bu husus, Sultan İkinci Murad Han için yapılmışsa, gerçeğin anlatılmasından başka bir şey değildir

Sultan İkinci Murad Hanın, Murâdî mahlasıyla şiir söyleyen ilk Osmanlı padişahı olduğu bilinmektedir Artık, Osmanlı sarayında, oğlu İkinci Mehmed de divanda görülecektir Avnî mahlası ile şiirler yazan, küçük de olsa bir divana sahip olan Fatih Sultan Mehmed’in iki oğlu, Cem Sultan ve İkinci Bayezid Han, bu yüzyılın ikinci yarısında sarayın yetiştirdiği şâirler olarak bilinir Bilhassa asrın sonuna doğru Cem Sultan ve Bayezid-i Velî, şiire kendilerini de katarlar Cem Sultan şiirlerinde Cem mahlasını, İkinci Bayezid de Adlî’yi kullanır Yalnız, Cem Sultan’ın bunlardan ayrı bir tarafı, onun edebiyatımıza Cemşid ü Hurşid adlı bir mesnevî bırakmış olmasıdır On altıncı asırda bu halka daha da genişlemektedir

On beşinci yüzyılın sarayda kudretli şâiri Şeyhî’dir Ancak İkinci Murad Han'dan sonra Şeyhî, yerini Ahmed Paşa'ya bırakacaktır Fatih zamanında, Osmanlı Türkçesi'nin en güzel sesini aksettiren Ahmed Paşa, haklı olarak Sultânü’ş-Şuâra (Şâirlerin Sultanı) unvanını da almıştır İnce, zarif, nüktedan, keskin zekâlı ve hazırcevap bir şâir olan Ahmed Paşa, Fatih’in sohbet arkadaşıydı Onun Osmanlı Hanedanına karşı, riyadan uzak, samimi ve ciddî bir bağlılığının bulunması, en güzel gazellerini İkinci Mehmed’e sunmaya sebep olmuştur Padişahla hocası şâir arasında, ayrıca şiire dayalı yârenlikler onun bir başka cephesini aksettirmiştir Onunla Osmanlı edebiyatına “nazîrecilik” de girmiştir Yine “tarih düşürme” sanatı, onda mühim bir yer tutar

Bu devirde Saraya yakın, tesirli üçüncü şâir Necâtî’dir Ahmed Paşanın Şâirler Sultanı diye anıldığı zamanlarda, Necâtî’nin şiirleri onun meclisine kadar ulaşmış ve dikkatini çekmiştir Bilhassa Necâti’nin döne döne redifli gazeli bu câzibeyi temin etmiştir Necâtî, mühtedî bir şâir olarak tanınmasına rağmen, Türkçe'yi en güzel kullanan şâirlerin başında gelir Onun içindir ki, sesi asırlara hâkim olacak ve tesiri devam edecektir Çeşitli devlet hizmetinde bulunan Necâtî, 1509 yılında Vefâ’da vefat etmiştir Şiirlerinde en çok Türkçe kelimelere yer vermiş, mecbur kalmadıkça yabancı asıllı kelimeler kullanmamıştır Şâir bu yönüyle Türkçecilik cereyanı içinde müstesna bir mevkie sahiptir 650 gazeli ihtiva eden bir Dîvân bırakmıştır Şiirlerine, devrinde ve daha sonraki zamanlarda nazîreler söylenmiştir

Hümâmî, Atâyî, Sâfî, Cemâlî, Adnî, Nişânî, Melihî, Sâdi-i Cem, Mesihî ve Aydınlı Visâlî devrin diğer şâirleri olarak bilinirler

Divanların çoğalmasına karşılık Mesnevî Edebiyatı da varlığını bir hayli gösterir Bunların başında hamse sahibi Akşemseddînzâde Hamdullah Hamdi gelmektedir Yusuf ile Zeliha, Kıyâfetnâme, Tuhfetü’l-Uşşâk, Leylâ vü Mecnun ve Mevlid adlı eserleri hamsesini meydana getiren mesnevîlerdir O bilhassa Yusuf ile Zeliha adlı mesnevîsiyle şöhret bulmuştur 1503 yılında vefat etmiştir Tâcizâde Câfer Çelebi (ölm 1515), asrın bir başka mesnevî şâiridir Hevesnâme’si, İstanbul’u anlatan bir mesnevîdir Ayrıca Dîvân’ı da vardır

Asrın diğer bir mesnevî şâiri de Edirneli olan ve Revânî diye anılan İlyas Şücâ Çelebi’dir İkinci Bayezid Han ile Yavuz Sultan Selim Hanın iltifatlarına mazhar olmuştur Dîvân’ından Başka İşretnâme adlı bir mesnevîsi de vardır Şiirlerinde mahallî renklere tesadüf edilen Revânî’nin İşretnâmesi ile Osmanlı Edebiyatında yeni bir konu işlenmiştir Zaten 16 asra girerken, konulardaki çeşitlilik daha da genişleyecek ve Osmanlı Türk Edebiyatı pek fazla bir gerçekçiliğin içinde olacaktır Tâcizâde de yukarıda bahsedilen eseriyle şehirlere açılmış ve İstanbul’u anlatmıştır Bu arada yine Hikâyet-i Şirînü Perviz-Rivâyet-i Gulgûnü Şebdîz adlı mesnevîsini Yavuz Sultan Selim Hana sunan Âhî’yi zikredebiliriz Fakat asrın büyük mesnevî yazarları Lamiî Çelebi ile Taşlıcalı Yahya Beydir

İkinci Murad Han devrinde yazılan ve mensûr olan eserlerden başka 15 yüzyılda bu sahada en güzel eseri Sinan Paşa (1440-1486) vermiştir 1476 yılında Fatih Sultan Mehmed Han tarafından sadrazamlığa getirilen Sinan Paşa, Tazarrunâme’si ile haklı bir şöhret kazanmış ve bu sahadaki tesirleri Yakub Kadri’ye kadar devam etmiştir Şeyh Vefâ Konevî’ye intisâb eden Sinan Paşanın Tazarrunâme’sinden başka yine nesir sahasında Maârifnâme ve Tezkiretü’l-Evliyâ adlı iki eseri daha bulunmaktadır Hâsılı o, ortaya koyduğu eserleriyle devrine damgasını vurmuş ve tesiri Cumhuriyet dönemini de içine almıştır Onun Tazarrunâme’si büyük, samimî bir münâcat, Maârifnâmesi ahlâk kitabıdır Tezkiretü’l-Evliyâ’sı ise velilerin hayatı ve menkıbelerine ayrılmıştır Yine 1453 yılında yazılan ahlâk kitaplarından birisi de Ali bin Hüseyin’in Tâcü’l-Edeb adlı eseridir

Bu devirde yazılan tarih kitapları da, Enverî’nin Aydınoğulları Târihine yer verdiği ve 1469 yılında veziriâzam Mahmud Paşa'ya sunduğu manzûm Düstûrnâme’si bir tarafa bırakılırsa, mensûr saha içinde görülür Bunların başında Tursun Beyin Târih-i Ebü’l-Feth’i gelmektedir İstanbul’un fethine katılan Tursun Bey, tarihini 1442-1488 yıllarına âit 46 yıllık vakalara ayırmıştır Beyâtî’nin, Câm-ı Cemâyîn adlı eseri bu cinsten bir başka eserdir Bunlardan başka Âşık Paşanın torunu olan Derviş Ahmed Âşıkî’nin ve Oruç Beyin, Yazıcıoğlu’nun, Neşrî’nin, Sarıca Kemâl’in eserlerini zikretmek yerinde olur

İkinci Bayezid devrinde ise Süleymannâme adlı büyük eseriyle Firdevsî-i Tavîl, Kıvâmî’nin yine İkinci Bayezid Han devrinde yazdığı Fetihnâme-i Sultan Mehmed adlı eseri canlı müşâhedelerle ortaya konulmuş bir başka eserdir Fakat daha ziyade şiirle yazılmış olup, İstanbul’un fethini anlatır

On beşinci yüzyılda Halk Edebiyatı olarak Osmanlı edebiyatında İkinci Murad Han zamanında Hacı Bayram-ı Velî ile başlayan bir ekol, daha ziyade tekke içi olarak devam etmiştir Onun takipçileri, daha çok Akşemseddin hazretleri (1389-1459) ve Eşrefoğlu Rûmî'dir (1353-1469) Akşemseddin hazretlerinin İstanbul’un fethindeki hizmetleri, her türlü takdirin üstündedir Eşrefoğlu Rûmî’ye gelince, bir Dîvân ile Müzekkinnüfûs adlı meşhur dînî tasavvufî eserini yâdigâr bırakmıştır Yine Karamanlı şâir Kemâl Ümmî de, ilâhileriyle tekke şiiri içinde kalmış ve ünü diğer Türk illerine de yayılmıştır

Din dışı mevzularda ise, Osmanlı destanları bir destan havası içinde, efsanevî Osmanlı tarihini işleyerek halk edebiyatı sahasında yeni bir çığır açarlar Bilindiği üzere Türk Milleti, destan yönünden büyük eserleri olan bir millettir Ancak, bunların bazıları tam olarak ele geçmemiştir

On altıncı yüzyılda Sultan İkinci Bayezid-i Velî de dahil edilirse, bütün bir asır, şâir padişahlarla doludur Hattâ bu durum, taşrada şehzâde mahfillerine kadar taştığı gibi, şiirlerinin bir kısmını Osmanlı Türkçesi'yle terennüm eden ve Osmanlı Devletine bağlı Kırım Hanlarından Gâzi Giray’a kadar uzanmaktadır Böylece hükümdarların ilimden ve şiirden anlamaları, âlimleri ve şâirleri çevrelerine toplamaları âdeti gerçekleşmiş oluyordu Yalnız âlim ve şâirlerin hükümdar saraylarında olması ve ileriye doğru devletin götürülüşü bu asrın yegâne karakteri olup, padişahların şanına uygunluğu, devrin bir başka hususiyetidir Bu hâl, eski Türk an’anesine de sadakatten başka bir şey değildir

Devletin bu asırda ulaştığı sınırlar göz önüne alınınca, gerek mahallî ve taşralı; gerekse İstanbul içinden edebiyatın hemen her sahasında saymakla bitmez şâirlerin yetişmesi, devrin bir başka hususiyetidir Tezkireler ve şiir mecmuaları karıştırıldığı takdirde, pekçok şâirin bu yüzyıla ses getirdiği görülür Ayrıca bu asırda, sâkinâmeler, kırk hadîsler, şehrengîzler, gazavâtnâmeler ve bu cinsten eserler olan Selimnâmeler, Süleymannâmeler, hicivler, tarihler, makteller, şikâyetnâme gibi mektuplar, işleniş tarzı ne olursa olsun, bir mevzu genişliğine sebep olmuşlardır

Başta Dîvân’ı olmak üzere pekçok eserin sâhibi olan Mahmud Lâmii (1472-1532), ehl-i tarik bir kimsedir İlk edebî eserini İkinci Bayezid Han devrinde vermiştir O, sırasıyla Şevâhüdü’n-Nübüvve, Nefehâtü’l-Üns, İbretnâme, Şerefü’l-İnsan, Maktel-i İmâm-ı Hüseyin, Veys ü Râmîn, Bursa Şehrengîzi, Vâmik u Azrâ, Hüsn ü Dil, Letâif, Münâzarât-ı Bahâr u Şitâ gibi eserlerinin yanında bir Lügât yazdığı gibi, Gülistân’ın dibâcesini de şerh etmiştir

Kemâlpaşazâde’ye gelince (1468-1534); o da asrın ikinci çeyreğinde, Dîvân’ı, Esrarnâme Tercümesi, Yusuf u Zeliha’sı ve İkinci Bayezid’in işâreti üzere yazdığı Tevârih’i Âl-i Osman ile dikkati çeker Zembilli Ali Efendinin ölümü üzerine Şeyhülislâmlık makamına getirilen ve tesiri Erzurumlu İbrâhim Hakkı’ya kadar, bilhassa tekke edebiyatında devam eden Şemseddîn Ahmed Kemalpaşazâde, Gülistan’a nazîre olarak Nigâristan adında başka bir eser daha yazmıştır

Asrın, cilt cilt gazel yazan, bir noktada Bâkî gibi kudretli şâirlerin yetişmesini sağlayan şâiri Zâtî'dir (1471-1546) Dükkânını şiir mahfili hâline getiren Zâtî’nin en büyük eseri, Dîvân’ıdır Ayrıca mesnevî olarak; Şem ü Pervâne, Ahmedü Mahmûd, Edirne Şehrengîzi, Siyer-i Nebi ve Mevlid gibi eserleri vardır

Kanunî Sultan Süleyman Han gibi muhteşem bir hükümdarın zamanında, Taşra’daki sesler de İstanbul’da yankılanmıştır Bunlardan birisi, Âzerî Türk Edebiyatı içinde, dili bakımından, ayrı bir yer alsa bile, gönüldeki bağla İstanbul’a bağlanan Fuzûlî’dir Diğeriyse Vardar Yenice’sinden seslenen Hayâlî’dir İkincisinin sadece bir Dîvân’ı vardır Fuzûlî ise, menşe itibariyle Arap Edebiyatına bağlı olan Leylâ ve Mecnun adlı mesnevîsini Üveys Paşaya sunmuştur O, bu eserin tertip ve tahririnde kendisine göre yenilikler yapmış, neticede onu millî ve orijinal bir şekle sokmuştur Fuzûlî, ilimsiz şiirin olamayacağını söyleyen bir sanatkâr olup, yaşadığı topraklarda sanatını bulmuş, Bağdat gibi büyük bir kültür merkezinin havasını teneffüs etmiştir Onun Bağdat, Kerbelâ gibi her zaman Türk dünyasının ortasında bulunması, doğu ve batı Türklüğünden haberdar olmasına sebep olmuştur Eserlerinin çeşitliliğinde ve konuları işleyişindeki derinlikte, hattâ mevzuunu seçişte, köprü vazifesi gören bu coğrafyanın mühim tesiri vardır

Dîvân’ı en mühim eserleri arasında yer alır Arapça ve Farsça dîvânından başka Heft Câm adlı Sakinâme’si, Rindü Zâhid’i, Hüsnü Aşk’ı, Şikâyetnâme’si, Hadîs-i Erbaîn Tercümesi, Muammâ Risâlesi, Matlâu’l-İ’tikâd’ı, Şahü Gedâ’sı, Farsça Enîsü’l-Kalb’i ve kasideleri, Türkçe-Farsça Manzum Lügat’i ve Türkçe Mektupları onun belli başlı eserlerini teşkil ederler

Bu yüzyılda mizah, genç yaşta hayatını kaybeden talihsiz şair Figanî’de görülür O bize sadece bir Dîvânçe bırakmıştır Trabzonlu olan bu şair, 1532 yılında bir iftiraya kurban giderek öldürülmüştür Asrın üçüncü çeyreğinde ölen Emrî de (doğ 1575) muammâ ve tarih düşürmeye hevesli olmasına rağmen, hiciv şiiri yazan şairler arasında sayılabilir Dîvân sahibi olan ve Yavuz Sultan Selim Hanın cülûsuna ait yazdığı Selimnâme’siyle dikkat çeken bir başka şair, Hayâlî’nin doğup büyüdüğü ve yetiştiği kültür merkezlerinden gelen İshak Çelebi'dir (ölm 1536) Ayrıca bu devrin dîvân sahibi olan iki büyük şairi, Nev’î (1533-1599) ile Rûhî-i Bağdâdî'dir (ölm 1606)

Kırk yaşına geldiği zaman, şâir, cengâver, kudretli büyük bir hükümdarın ölümüne ağlayan ve mersiyesiyle canlı ve içli bir şekilde bu hâdiseye yer veren, devrin ünlü hocalarından ders gören, medrese havasının çekiciliğine kapılan ve yetişmesiyle Şeyhülislâmlık makamına liyakat kesbeden (kazanan), hâsılı, asrın ikinci yarısını dolduran ve Kânûnî Sultan Süleyman Hana candan bağlı olan şair Bakî (Mahmud Abdülbâkî / 1526-1600) asrın Sultanü’ş-şuârâsı olarak kalmıştır Dünya kavgalarının, menfaat düşüncelerinin hiçbir işe yaramadığını:

Kadrini seng-i musallâda bilüp ey Bâkî,
Durup el bağlayalar karşuna yârân saf saf

beytiyle dile getirmiştir Sözü dizmede ve seçmede ona yetişen şâir yoktur Sanatı yüce, hissi ve duyuşu derin olan Bâkî’nin, kendisinden sonra yolunu takip eden şâirler çıkmış ve Bâkî Mektebi (ekol) kurulmuştur Gerçekten imparatorluğun dört bir yanından ses veren şâirler, onun gibi söylemeye gayret ederek, bu mektebin devamını sağlamışlardır

Mahmud Abdülbâkî (Bâkî), başta Dîvân’ı olmak üzere, büyük ve hacimli eserler bırakmıştır Bunlar Fezâilü’l-Cihâd, Meâlimü’l-Yakîn ve Fezâîl-i Mekke adlı eserlerdir Bunlardan Meâlimü’l-Yakîn; Peygamber efendimizin hayatını anlatan bir siyerdir Bâkî’nin dili, Dîvân’ında yer yer ağırlık göstermesine rağmen, mensûr olan diğer eserlerinde, açık ve anlaşılır bir dildir

Bu kadar divan şâirinin içinde Mesnevî Edebiyâtı, 16 yüzyılda görülen dîvânlarla at başı yürür Kara Fazlı (ölm 1563) Nahlistan adlı mensur hikâyesinin yanında Lehcetü’l-Esrâr, Hümâ ve Hümâyûn ile Gül ü Bülbül adlı mesnevîlerini yazar Fakat bu yüzyılda hamse sahibi olarak Taşlıcalı Yahya görülmektedir Hamsesini Gencîne-i Râz, Kitâb-ı Usûl, Şah u Gedâ ve Gülşen-i Envâr adlı mesnevîler meydana getirmektedir Ayrıca bir de Dîvân’ı vardır Lâmiî Çelebi’nin yukarıda bahsedilen eserleri içinde Bursa Şehrengîz’i, Bursa’nın güzel yerlerini tanıtmaktadır Bu da şâirin ehl-i tarîk olmasına bağlanabilir

Bu yüzyıla mesnevî getiren şâirler arasında; Âzerî İbrâhim Çelebi (ölm 1585) Nakş-ı Hayâl, Ravzatü’l-Envâr adlı mesnevîleriyle, Bursalı Cenânî Mahzenü’l-Esrâr, Riyâzü’l-Cinân ve Cilâü’l-Kalb adlı üç mesnevîsiyle Lârendeli Hamdî Kıssa-i Leylâ vü Mecnûn adlı mesnevîsiyle görülürler

On altıncı yüzyılın nesir sahasındaki belli başlı eserleri, tarih ve tezkire vâdisindedir Yukarda kendisinden bahsettiğimiz Kemalpaşazâde Şemsüddîn Ahmed’in Tevârîh-i Âl-i Osman’ından başka: Tosyalı Celâlzâde Mustafa Çelebi (1494-1567) Tabakâtü’l Memâlik fî-Dereceti’l-Mesâlik adlı ilim ve edebiyat sahasındaki eserini ve Selimnâme’sini yazmıştır Lütfî Paşa (1488-1563) ise Âsafnâme ile Tevârîh-i Âl-i Osmân’ını yazmıştır Selânikî Mustafa Efendi (ölm 1600)’ye gelince Ferhad Paşa'nın sadrâzamlığından sonra Rûznâme-i Humâyûn yazmak için vazifelendirilmiştir Bu eserinde Selânikî, devrin eksik ve aksayan taraflarını ele alıp, tahlil ve tenkit etmiştir Hasan Can’ın oğlu olan Hoca Sâdeddin Efendi (1536-1599) ise, devrin büyük tarihçisidir Osmanlı tarihini, iki cilt hâlinde yazmış ve Tâcü’t-Tevârîh adını vermiştir Üslubu canlı olup, sanatla doludur Nesrinin esasını bilhassa secîli, kafiyeli ve sanatlı yazısı meydana getirir

Devrin bir başka tarihçisi Gelibolulu Âli’dir (1541-1600) En mühim eseri dört ciltten meydana gelen Künhü’l-Ahbâr’ıdır Ayrıca Nasîhatü’s-Selâtîn, Kavâidü’l-Mecâlis ve Menâkıb-ı Hünerverân adlı eserlerin de yazarıdır

Beylikler devrinden bu asra kadar, hemen her sahada gittikçe genişleyen Osmanlı Edebiyatı, artık onların toplu olarak gözden geçirilmesi ve değerlendirilmesi hususunda, yetiştirdiği kalem sahipleri sayesinde, gerekeni de ihmal etmemiştir Önceleri antoloji şeklinde şiir mecmualarıyla başlayan bu zevk üstünlüğü, 16 asırda tezkirelerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur Aslında tezkireciliğe, İran ve Çağatay Türkçesi edebiyatlarında önceden şahit olmaktayız Osmanlı tezkirecileri bilhassa kendilerine örnek olarak, Devletşâh ve Nevâî tezkirelerini seçmişler ve bu klasik tarzın takipçisi olmuşlardır

Bu asrın tezkirecilerinin başında, dîvân sâhibi olan Sehî (ölm 1548) Heşt Behişt adlı tezkiresiyle birinci durumdadır Sırasıyla Latîfî (1491-1582) kendi adıyla anılan Latîfî Tezkiresi’ni, Âşık Çelebi (1520-1572) Meşâirü’ş-Şuarâ’sını, Kınalızâde Hasan Çelebi kendi adıyla da zikredilen Tezkiretü’ş-Şuarâ’sını, Ahdî de Gülşen-i Şuarâ’yı yazmıştır Gelibolulu Âli’nin yazdığı Künhü’l-Ahbâr adlı eserin son bölümü de tezkire olarak zikredilmelidir Ayrıca Mecmau’n-Nezâir ve Câmiü’l-Meânî gibi antolojiler de bu asırda görülen şiir mecmualarıdır

Bu yüzyılda seyahat edebiyatıyla da karşılaşmaktayız Seydi Ali Reis (ölm 1562) bu sahada Mir’âtü’l-Memâlik ve Kitâbü’l-Muhît adlı eserlerini yazar Bunlardan başka Pirî Reis’in Kitâb-ı Bahriye’si gibi eserler, asrın zikre değer eserleridir

Halk edebiyatı tarafından bakılınca, bu asırda tekke şâirleri ön planda gelirler Bunlar arasında Şeyh İbrâhim Gülşenî, Ahmed-i Sarbân ile Ümmî Sinân en çok tanınanlardır Bunlara ilâveten Muhyiddin Üftâde (ölm 1580), Seyyid Seyfullah Halvetî ve İdris-i Muhtefî'yi (ölm 1615) zikretmek gerekir Bunların hepsi devlete bağlı, millete inanan, bir bakıma halkın terbiyesini üzerlerine alan tekke şâirleridir Fakat bu asrın azılı Osmanlı düşmanı, Hurûfî şâir ve ihtilâlcisi Pir Sultan Abdal, halk edebiyatında, devlete ihanet yönünden müstesna bir mevkie sahiptir O,

“Açılın kapılar Şâh’a gidelim”

ve

“Kâtib ahvâlimi Şâh’a böyle yaz”

derken, başka bir ülkenin, İran’ın şâhını arzulamaktadır Onun gitmek ve haber vermek istediği kimse, İran Şâhı Tahmasb’dır

Halk edebiyatı içinde bu yüzyılın zikre değer diğer şâirleri, Kul Mehmed, Öksüz Dede ve Çıldırlı Hayâlî’dir

Köroğlu ise, devrin başka bir renkli simasıdır Özdemiroğlu Osman Paşa'nın kuvvetlerine katılması muhtemel bir Celâlî eşkıyâsı olduğu söylenen Köroğlu, kendi adı ile anılan Köroğlu Destanı’nın kahramanı durumundadır Bu itibarla, bu devirde halk hikâyelerinin varlığı, ayrı bir husustur Mehdî mahlasıyla şiirler söyleyen Derviş Hasan bunlardandır Ayrıca Magrib Ocakları’nın saz şâirleri de bu kısma girer

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.