Batı Sanatı |
08-21-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Batı SanatıORTAÇAĞ SANATI Ortaçağ sanatı, Hırıstiyanlığın yayıldığı ülkelerde doğmuş ve onun hizmetinde gelişmiş olan dinsel nitelikli bir sanattır Roma İmparatorluğu 4yüzyılda Hıristiyan dinini kabulünden sonra ikiye ayrılınca, Ortaçağ sanatı da Batı ve Doğu Hıristiyan Sanatı olmak üzere ikiye ayrılmıştır Ortodoks mezhebine bağlı olan Doğu Hıristiyan Sanatı, Katolik Romadan farklı bir yol izlemiş ve "Bizans Sanatı" olarak adlandırılmıştır Hıristiyanlık, başlangıçta çoktanrılı Romanın baskısı yüzenden rahat yayılma olanağı bulamamış, ancak resmi din olarak kabul edildikten sonra gelişme gösterebilmiştir Batı Roma İmparatorluğu topraklarında yaşayan Hıristiyan toplulukları 4 yüzyıla kadar inançlarını yayma konusunda özgür değillerdi Ölülerini gömerken gösterişli ayinler yaptıkları, bu yüzden de kovuşturmaya uğradıkları için mezarlıklarını yer altında yapmak zorunda kalmışlardır Uzun ve karmaşık dehlizlerden oluşan bu yeraltı şehirlerine "Katakomb" adı verilir Araştırmacılar tarafından uzun süre Hıristiyanların gizlice yaşadıkları şehirler sanılan katakombların sonradan yalnızca ölü gömülen ve ibadet edilen yerler oldukları anlaşılmıştır Nitekim, katakomblarda duvarlarına mezarlar oyulmuş dar koridorlardan ve girişteki ibadet salonundan başka, yaşamaya elverişli mekanlara rastlanmamıştır Hıristiyanlık, başlangıçta Yahudiliğin tasvir yasağını benimsediği için ilk resim örnekleri, ancak 3 yüzyıldaki katakomb duvarlarında karışmıza çıkar Bu resimler genellikle çok basit ve şematiktir Okuma yazma bilmeyen Hıristiyanların vaazlarda anlatılan dinsel olayları gözlerinde canlandırabilmeleri için yapılmışlardı Aslında bu resimlerin her biri basit birer semboldürler Ama bu basit semboller bile, o dönemde inançlı kişilerin zihinlerinde bir takım dinsel imgeler uyandırmaya yetiyordu Örneğin, Romadaki Priscilla Katakombunda tasvir edilen İsanın oniki havarisiyle birlikte yediği ve onlara kutsal ekmekle şarap dağıttığı Son Akşam Yemeği sahnesi, ıncilde geçen ve tüm Hıristiyanların bildiği bir olaydır Bu yüzden resmi yapan sanatçı, olayı ısa ile yalnız altı havarisini basit bir sofra önünde göstermekle yetinmiştir Batı Roma, 4 yüzyıldan başlayarak Kuzeyli kavimlerin istilasına uğramıştı Amansız Hun akınlarıyla yurtlarından atılan Cermen ulusları, Avrupanın çeşitli yörelerine yayılmışlar, zayıf düşen Roma bunlarla başa çıkamamıştır Ostrogotlar ve Lombartlar ıtalyada, Franklar orta ve batı Avrupada, Vizigotlar ıspanyada, Vikingler ve Anglosaksonlar ıskandinavya ve ıngilterede egemenlik kurmuşlardır Romalıların "barbar" saydıkları bu kavimlerin aslında kendilerine özgü uygarlıkları ve sanatları vardı Bu kavimler, Hıristiyanlığı benimsedikten sonra yerleştikleri ülkelerin kültürünü de özümleyerek, 11 yüzyılın ortalarına kadar güçlü bir sanat etkinliği yaratmışlardır Bugün Osla Gemi Müzesinde bulunan 9 yüzyılı ait bir Viking Gemisinin burnu, Vikinglerin başarılı tahta oymacılı¤ını yansıtan güzel bir örnektir Erken Hıristiyan sanatının oluşumunda Helen-Latin kültürü kadar kuzey kavimlerinin de katkısı olmuştur Bu dönemin sanatı putperestlik inançlarından izler taşımakla birlikte aslında tümüyle Hıristiyanlı¤ın hizmetindeydi Bu dönemde dinsel olmayan tek örnek, Bayeux Halısıdır 70 metre boyundaki bu ola¤anüstü yapıtta Normanların ıngiltereyi istilası anlatılmıştır 6 yüzyıl başında ıtalyanın Ravenna kentinde yapılmış olan Ostrogot kralı Büyük Thedoricin Mezar Anıtı ise erken mimarlık örneklerinden biridir Bu görkemli anıtta merkezi planlı, dışı mermer kaplı Roma yapılarının etkileri kolayca farkedilir Lombartların 7 yüzyılda Kuzey ıtalyanın Perugia kentinde inşa ettikleri Kilise de eski Yunan ve Roma tapınaklarını anımsatmaktadır Benzerlik, özellikle dışa açık sütunlu cephede ve üçgen alınlıklı çatı örtüsünde dikkati çeker 8 yüzyılda batı ve orta Avrupaya hakim olan Franklar, ünlü kralları Charlemagne döneminde topraklarını daha da genişleterek, Avrupanın en güçlü devletini kurmuşlardır Charlemagne, bir cermen prensliğinden Roma anlamında bir imparatorluk yaratmıştır Kendini Kutsal Roma-Cermen İmparatoru ilan etmiştir Birleşik bir Avrupanın kurulması ve Batı kültürünün temellerinin atılması bakımından önem taşıyan bu döneme "Karolenj Rönesansı" adı verilmiştir Bu dönemin en tipik mimarlık örneği başkent Aachendaki İmparatorluk Kilisesi"dir Çevresi daha sonraları Gotik üslupta yapılarla kuşatılmış olan bu kilise, sekizgen gövdeli, yüksek kasnaklı, dilimli kubbeli bir yapıdır Çevresindeki yapılardan ayrı düşünülürse, anıtsal bir görünüm taşıdığı hemen anlaşılır Charlemagneın kurdurduğu bu merkezi planlı yapıya Ravennada bulunan 546 tarihli bir Bizans kilisesi olan San Vitalenin örnek olduğu düşünülmektedir Aachen şapelinin iç yapısı da ilginçtir Sekiz masif ayağı dayanan kubbeli orta mekan iki katlıdır Bu mekan altta bir koridor, üstte ise sütunlu galerilerle çevrilidir Yapının dış görünümündeki anıtsallık, damarlı ve renkli mermerlerle kaplı iç mekanda daha da belirgindir Karolenj İmparatorluğu 10 yüzyılda ikiye bölünmüş, doğu kesimi Kral Büyük Ottonun yönetimine geçmiştir Yeni bir canlanışa sahne olan bu dönemin ve yörenin sanatı, "Otto Sanatı" diye tanımlanır Bu dönemin mimarlık yapıtlarına örnek olarak 11 yüzyılın ilk yarısında yapımı tamamlanan Hildesheimdaki Saint Michael Manastırı gösterilebilir Bu kilisede bazilika planı uygulanmıştır Vatikanda bulunan San Pietro Kilisesinin 16 yüzyılda çizilmiş eski bir resmi, bazilikal plan tipinin ana hatlarını göstermesi bakımından önemlidir Bu çizimde görüldüğü gibi, erken örnekleri Geç Roma ve Bizansa dayanan bazilikal plan tipinde uzunlamasına ana mekan, sütunlara dayanan kemerlerle yan mekanlara açılmaktadır Bu yan mekanlara orta ve yan nefler denir Orta nefte, girişin karışsındaki duvar, yarım daire biçiminde dışarı taşırılmıştır Dini törenlerin yapıldığı, ilahilerin okunduğu bu bölüme "Apsis" adı verilir Genellikle apsis yönünde nefleri dik olarak kesen uzun bir mekan daha yer alır Kral galerisinin ve kilise orgunun bulunduğu bu mekana ise "Transept" denir Saint Michael Kilisesinde olduğu gibi bazen giriş yönüne de ikinci bir transept eklenir, orta nefle transeptin kesiştiği bölümler, birer kuleyle yükseltilirdi Yuvarlak kemerlerin, masif ayakların ve kalın duvarların kullanıldığı bu yapılar, daha sonraki yüzyılda görülen Romanesk mimarinin öncüleri olmuştur Gerek Charlemagne gerekse Otto döneminde el sanatları ve kitap resimleri alanlarında da ilginç örneklerle karışlaşılır Dini törenlerde kullanılan 8 yüzyıla ait kutsal bir şarap kabı olan Tassilo Kalisi (Kremsmünster Manastırı) hem biçim hem işçilik bakımından dönemin yetkin bir örneğidir III Otto İncilinin (Bayerische Staatsbibliothek, Munich) altın kaplamalı ve değerli taşlarla süslü cilt kapağının ortasında yer alan fildişi kabartma da dönemin ince el işçiliğini gösteren güzel bir örnektir Bu kabartmada "Meryemin Ölümü" konu edilmiştir Erken dönemde duvar resminin yanı sıra minyatür adı verilen kitap resmi de yaygınlık kazanmıştır Bu dönemin minyatür sanatında görülen özellikleri başarıyla yansıtan örneklerden biri de 845 tarihli Bamberg İncilinde (Staadliche Bibliothek, Bamberg) yer alan Adem ile Havva kompozisyonudur Bu minyatürde Adem ile Havvanın yaradılışından, şeytana uyup yasak meyvayı yemelerine, cennetten kovulmalarına ve yeryüzünde çileli bir hayat sürmelerine kadar geçen olaylar anlatılmaktadır Basit ve şematik bir anlatım söz konusudur Bütün bu olaylar şerit halindeki sahnelerde bir yazı okur gibi izlenebilir Bu özellik, Ortaçağ resminde yaygın bir anlatım biçimidir Otto dönemine ait kitap resimlerinde ise daha ileri bir aşamaya tanık olunur Kral Ottoya sunulan bir kitabın (Musée Condé, Chantilly) ilk sayfasında Hıristiyan dünyasının hakimi olarak tahtında oturan kral ve buyruğundaki eyalet prensleri gösterilmiştir Sahne, dengeli bir kompozisyon düzeni ve başarılı bir renk uyumu içinde resimlenmiştir 1066 yılında İngiltereyi işgal eden Normanlar, yeni bir mimari üslubu da beraberlerinde getirmişlerdir Bu üslup ıngilterede "Norman üslubu", Avrupa kıtasında ise "Roman üslubu" adını almıştır 1050lerde başladığı kabul edilen Romanesk, Avrupanın yeni bir canlanış dönemi olmuştur Özellikle Haçlı seferleri, değişik sınıftan kişilerin birbirine kaynaşmasını sağlamış, kilise her tür sanatın koruyuculuğunu yapacak bir düzeye ulaşmıştır Romanesk sanat deyince ilk akla gelen, Ortaçağın büyük manastır yapılarıdır Bunlar, yalnız dinsel değil, sosyal ve kültürel etkinlikleri de içeren yapı kompleksleridir Romanesk kiliseler ise kalın taş duvarları, masif kuleleri ve heybetli görünümleriyle kimi zaman bir şatoyu anımsatırlar Romanesk mimarlık üslubuna Avrupanın değişik yörelerinde rastlanır Ama en tipik ve anıtsal örnekler daha çok Almanya, Fransa ve ıngilterede toplanmıştır Romanesk mimarinin en yaygın formu, çok nefli ve transeptli bazilikal formdur Bu üsluptaki kiliselerde orta nef ile yan neflerin bağlantısı, 11 yüzyılda yapımına başlanan Speyer Katedralinde olduğu gibi masif ayaklara dayanan yuvarlak kemerlerle sağlanmıştır Roma yapılarından alınan yarım daire biçimli yuvarlak kemer, Romanesk mimarinin en belirgin özelliklerinden biridir Bu dönemde yapıların örtü biçimleri de değişmiştir Erken dönemlerde kullanılan ahşap kirişli çatılar bu dönemde de kullanılmakla birlikte artık esas örtü biçimi, "tonoz" olmuştur Yuvarlak kemerlerle dörtgen bölümlerin oluşturulduğu neflerin üzerini dilimli kubbeleri andıran çapraz tonozlar örtmektedir Bu dönemde mimarlık ön plandaydı, öteki sanat dalları ise onun zenginlik ve anlamını arttırmak için birbiriyle yarışıyorlardı Örneğin, Romanesk heykel sanatı mimariden ayrı düşünülemez 11 yüzyılda tamamlanan Poitersdeki Notre-Dame Kilisesinin cephesinde ayakta duran, oturan, bir konuyla ilgili olarak gruplaşan çok sayıda kabartma figür görülmektedir Bu kabartmalar, yapının cephesini görkemli bir biçimde süslemekle kalmayıp, ona hareket, soluk alan bir canlılık da katmaktadırlar Romanesk heykel, yalnız cephelerde değil, iç mekanda da mimari organlara bağlı olarak geniş yer tutar ıçiçe geçmiş çok sayıda figürden oluşan sütun ve ayaklar, bunun en ilginç örnekleridir Kimi sütun başlıkları da neredeyse birer heykele dönüşmüştür Bu özelliği en iyi gösteren örneklerden biri de Chauvignydeki Saint Pierre Kilisesinde bulunan sütun başlığıdır Sanatçı, sütun başlığı gibi dar bir alana yargı gününde günahların tartılması konusunu ustalıkla sığdırmayı başarmıştır Dönemin heykel ustaları yalnız yapı cephelerinde değil, alınlıklarda, silmelerde, tunç ve ahşap kapı kanatlarında da Tevrat ve ıncilde anlatılan olayları ve kişileri betimlemekten geri durmamışlardır Heykel alanındaki bu açılıma karışlık, dönemin resim sanatında özellikle kitap resminde daha sıkı kalıplara, daha belirgin şemalara bağlı bir anlatıma tanık olunur 1188 tarihli bir Kitap Resminde (Welfenchronik, Weingarten Manastırı) İmparator Frederich Barbarossa ve oğulları Kral Henry ile Kont Frederich betimlenmiştir ılk göze çarpan özellik, konuyla ilgili sahne düzenlemesinin statik bir soyut kalıp içine alınması, nakış ögelerinin de bu soyutluğu arttırmış olmasıdır Romanesk duvar resimlerinde de aynı katı ve soyut anlatım kalıbı kullanılmıştır Bugün Barselonada Catalina Güzel Sanatlar Müzesinde bulunan 1123 tarihli bir Duvar Resminde, Hiristiyan dünyasının tek hakimi anlamında betimlenmiş ısa fügürü, bu özelliği en iyi yansıtan örneklerden biridir Romanesk dönemi Ortaçağın son büyük aşaması olan "Gotik dönem" izlemiştir 12 yüzyıl ortalarında başlayan Gotik sanat, Rönesans dönemine kadar sürmüştür Romanesk deyince akla manastır yapıları geliyordu, Gotik denildiğinde ilk akla gelen ise, sivri çatı ve kuleleriyle göğe doğru yükselen, dev boyutlu katedral yapılarıdır Gotik mimarlığın 1122de Abbot Suger tarafından tasarımlanan, Paris yakınındaki St Denis Manastır Kilisesi ile başladığı kabul edilir Ama en yetkin klasik örnekler Fransanın Ile de France bölgesinde, yapımlarına 13 yüzyılda başlanan Laon, Chartes, Reims, Amiens ile Paris Notre-Dame Katedralleridir Katedraller, Ortaçağ kentlerine biçim vermiş, kent ekonomilerinin gelişmesine önemli katkıda bulunmuşlardır Bu dev yapıların tamamlanması, çok kere yüzyıldan fazla sürüyor, kent, onun çevresinden başlayarak halkalar halinde genişliyordu Ayrıca yapı, il ve çevresinden çok sayıda işçiyi kendine çekiyor, ekonomik etkinlik de o ölçüde canlanıp büyüyordu Bir Romanesk kiliseden çıkıp, bir Gotik katedrale girildiğinde aradaki büyük fark hemen anlaşılır Gotik katedrallerde daha geniş nefler, daha ışıklı bir ortam ve kendini yukarlara çeken daha hafif bir mekan ile karışlaşılır Gotik mimarinin bu başarısı iki yeni buluşa dayanır Birincisi sivri kemerlere dayanan kaburgalı tonoz sistemidir ıkincisi ise yapıyı dıştan destekleyen payanda kemerlerinin kullanılmış olmasıdır Romanesk mimaride kullanılan yuvarlak kemerlerin yerini Gotik mimaride sivri kemerler almıştır Böylece kemere binen yükün yanlara doğru zorlaması azaltılıp, aşağı doğru akması sağlanmıştır Ayrıca kaburgalı yapısıyla tonozun ağırlığı azaltılmış, kemere daha az yük bindirilmiş olur Ama kemerler sivri olsa da bir ölçüde dışa zorlama söz konusuydu Kemerleri taşıyan demet biçimi sütun ya da ince ayaklar bu zorlamaya dayanmayabilirdi Mimarlar bu sakıncayı gidermek için kritik noktalarda payanda kemerleri kullanmışlardır Payanda kemerleri yapıların yan ve arka cephelerinin bir yapı iskelesi görünümü almasına yol açıyordu Ancak dış duvarların kitlesel görünümünüde önlemiş oluyordu yan ve arka cephelerin bu durumuna karışlık, katedrallerin ön cepheleri gerçekten çok görkemli ve anıtsal bir görünüm taşırlar Ön cephelerde genellikle kapıların üstünde içeri doğru kademeli olarak daralan büyük alınlıklar, kademeleri oluşturan silmelerde ise çok sayıda aziz figürü yer alır Orta bölümde vitraylı yuvarlak bir pencere ile iki yanda dar ve yüksek pencereler bulunur Üst bölümde yine bir sıra aziz figürü taşa işlenmiştir Her iki yanda ise görkemli çan kuleleri yükselir Klasik bir Fransız katedrali olan Reimsin cephesi bu tanıma en iyi uyan örnektir Katedraller, Avrupanın değişik yörelerinde gerek plan gerek dış görünüm bakımından farklı biçimler kazanmıştır Gotik mimari ıngilterede değişik özellikler taşır ıngiliz Gotik mimarı Lincoln Katedralinde olduğu gibi, iç mekan örtüsünde de değişik ve ilginç uygulamalara gitmiştir Londra Westminster Katedrali şapelinde tonoz kaburgalarının yelpaze biçimini aldığı görülür Böylece taşıyıcı organlar, aynı zamanda dekoratif bir işlev de kazanmışlardır ıtalyan Gotiğinin başarılı yapılarından biri olan Milano Katedralinin arka cephesinde ise mimar, ustalıklı bir düzenleme ve ince bir taş işçiliği ile payanda kemerlerinin yapı iskelesini andıran görünümünü gizlemeyi başarmıştır Gotik katedrallerde bütün ağırlık sivri kemerlerle sütun ve ayaklara aktarıldığı için taşıyıcı öge olarak duvara gerek kalmıyordu Böylece ara bölümlere boydan boya pencereler açılabiliyor, bunlar da renkli camlarla kaplanabiliyordu Çeşitli motiflerle ve figürlerle süslenen bu renkli camlara "vitray" adı verilir Paris Notre-Dame Katedrali cephesindeki "gül pencere", dönemin vitray sanatının en görkemli örneklerinden biridir Gotik katedrallerde çok sayıda renkli pencere, iç mekanın aydınlanmasını sağlamakla kalmıyor, renkli ışıklar yapının içinde büyülü bir dinsel atmosfer oluşturuyordu Gotik sanatta vitray, iç mekana büyülü bir hava vermekle kalmaz, resim sanatını da kapsar Chartres Katedralindeki vitrayda "Meryemin Ölümü" sahnesinin büyük bir ustalıkla betimlendiği görülür Heykel sanatı, Gotik dönemde de mimariyle bağıntısını sürdürmüştür Bu bağıntı özellikle cephe dekorasyonunda dikkati çeker Katedralin bir parçası durumundaki bu heykellerin, yapının yüksekliğine uygun olarak normalden daha uzun yapıldıkları görülür Bunlar donmuş gibi dimdik duran figürlerdir Heykel sanatındaki bu donmuşluk, 13 yüzyıl ortalarında yumuşamaya, aziz figürleri bol giysileri içinde kımıldamaya, donuk yüzlü melekler gülümsemeye başlarlar Kucağında çocuk ısayı taşıyan bakire Meryem heykellerindeki dini ağırlığın giderek dünyasal bir ana oğul sevgisine dönüşüp, hafiflediği sezinlenir Gotiğin son döneminin resim sanatında da katı kalıpların gevşediğini, şematik anlatımların yerini doğalcı betimlere bırakmaya başladığını görürüz Ama hem heykelde hem de resim sanatında doğal görünümü ön plana alan örnekler ancak Rönesans döneminde ortaya çıkar |
|