Can Dündar Sevenler Buraya... |
10-05-2006 | #1 |
mate
|
Can Dündar Sevenler Buraya...CAN DÜNDARBiyografi 16 Haziran 1961 yılında Ankara’da doğdu 1982 yılında AÜ SBF Basın Yayın Yüksek Okulu’ndan mezun oldu 1979’den itibaren sırasıyla Yankı, Hürriyet, Nokta, Haftaya Bakış, Söz ve Tempo’da çalıştı 1986’da İngiltere’de “London School of Journalism”i bitirdi ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde Siyaset Bilimi dalında yüksek lisansını 1988’de, aynı bölümünde doktorasını 1996 ‘da tamamladı Televizyona 1988’de TRT’de başladı 1989’da “32Gün”de çalışmaya başladı Mehmet Ali Birand ve Bülent Çaplı ile birlikte 1991’de “Demirkırat”ı, 1994’de “12 Mart”ı yaptı 1992’de “Cumhuriyet’in Kraliçeleri”ni, 1993’de “Sarı Zeybek”i hazırladı 1993-94 yıllarında Birand’la birlikte “Çapraz Ateş”i yaptılar 1994-95 yıllarında “Gölgedekiler” belgesel dizisini hazırladı 1996-97’de hazırladığı 10 bölümlük “Aynalar” belgeseli Show Tv’de yayınlandı Yine Show Tv’de 2 yıl süre ile “40 Dakika” haber programını hazırlayıp sundu 1998’de “Yükselen Bir Deniz”i hazırladı 1999’da “İsmet Paşa” belgeselini Bülent Çaplı ile birlikte hazırladı "Zaten Tiyatro Dediğin Nedir Ki?" isimli Devlet Tiyatroları belgeselini 1999’da hazırladı Köy Enstitüleri için hazırladığı belgesel 2000 yılında ATV'de yayınlandı 2000 yılında NTV'ye 10 bölümlük “4Nesil” ve “İş Bankası” belgesellerini , 2001’de CNN Türk’e “Halef” belgeselini hazırladı 2002 Ocak ayında hazırladığı Nazım Hikmet belgeseli CNN Türk kanalında yayınlandı 2002’de 3 bölümlük Fenerbahçe’nin tarihinin anlatıldığı “Bahçedeki Fener” belgeselini hazırladı 2003 yılında “Bir Yaşam İksiri”belgeselini ve “O Gün” belgesel dizisini , 2004’te “Yüzyılın Aşkları” ve “Karaoğlan”ı hazırladı 2005 yılında "Yetiştik Çünkü Biz!" Mülkiye Belgeseli'ni hazırladı 2006 Şubat'ında Adnan Menderes-Ayhan Aydan aşkını anlatan "Tatarım" belgeselini yaptı Köşe yazarlığı 1994'te Aktüel'de başladı Aynı yıl günlük köşe yazıları yazmaya başladığı Yeni Yüzyıl gazetesinde 5 yıl çalıştı 1999 Ocak'ından 2000 Aralık sonuna kadar Sabah gazetesinde köşe yazarlığı yaptı 2001 Ocak ayından beri Milliyet Gazatesinde köşe yazılarına devam etmekte 1994-2005 yılları arasında Aktüel dergisinde köşe yazıları yazdı Basılı Kitapları; “Demirkırat” , “12 Mart”, “Sarı Zeybek”, “Gölgedekiler”, “Hayata ve Siyasete Dair”, “Yağmurdan Sonra”, “Ergenekon” , “Yarim Haziran”, “Benim Gençliğim”, “Köy Enstitüleri”, “Yaveri Atatürk’ü Anlatıyor”, “Nereye?”, “Uzaklar”, “Yükselen Bir Deniz”, “Savaşta Ne Yaptın Baba?”, “Büyülü Fener”, “Bir Yaşam İksiri”, “Atatürk Aramızda”, “Sedat Alp”, "Kırmızı Bisiklet", “Yıldızlar”, “Duvar”, “Nazım”, “İlk Durak-İETT”, "Özel Arşivinden Belgeler ve Anılarıyla Vehbi Koç", "Yüzyılın Aşkları" Can Dündar evli ve bir çocuk babası YAZILARI EĞER O’nu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin O’nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O’nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O’ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa, ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa dünyanın en güzel yeri O’nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse hayat O’nunla güzel ve onsuz müptezelse elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O’nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar her şiirde anlatılan O’ysa her filmin kahramanı O her roman O’ndan söz ediyor, her çiçek O’nu açıyorsa bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa, iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O’nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O’na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız O’nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de; bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O’nun yüzü suyu hürmetine uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla o halde bugün sizin gününüz! "Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz BAHAR VE AYRILIK Bahar, alıp başını gitmelerin mevsimidir Sebepsiz yere bazen Önünü ardını hesaplamadan Hesapsız, kitapsız çekip gitmelerin mevsimidir bahar Bir bakarsınız kekik kokulu bir nisan sabahı koparıp alıverir sizi hayattan Çiçek açmış bir kiraz ağacının hayaliyle yollara düşersiniz Demir alır gönlünüzün limanındaki gemiler Açılır gidersiniz Aradığınız belki yüzülmemiş denizlerdir, belki keşfedilmemiş sevdalar, belki hiç yazılmamış satırlar Yüzmenin, sevmenin, yazmanın heyecanıyla coşarsınız Dünyaya sırtınızı dönüp yürürken, o yaşanmamışlıkların izini sürersiniz kuytularda Ve çoğu zaman kendinizle karşılaşırsınız umulmadık bir köşebaşında Elele tutuşur yürürsünüz içindeki çocukla O'nu büyütmekten korkarak * * * Önünde bir nisan sağanağı varsa, geriye dönüp bakası gelmez insanın Oysa fotoğrafları henüz tazedir dünün ayazlı gecelerinin Kışı birlikte aştığınız dostluklar sımsıcak durur yüreğinizde Sadakatin ve yerleşikliğin güvenli kolları huzur vaadeder ardınız sıra Gel gör ki baharın kokusu dayanılmazdır Ilık bir rüzgar ruhunuzdaki isyanı okşar "Hadi sokağa" diye bağıran sirenler çalar içinizden Derinliklerinizde tutuşturulmayı bekleyen alevler kı vılcımlanır Kalbinizden havalanan güvercinlere şaşakalırsınız Sanki gitmek sadakattir: kalmaksa ihanet 100 günü aşkındır bu köşede Yeni Yüzyıl haftasonlarında birlikte olduk sizlerle Güldük çoğu zaman ya da kızdık öfke dolu sözcüklerde Mahzunlaştığımız da oldu, çocuklaştığımız kadar Yeni sözler söyleme derdine düştük, eskiye sırtımızı dönmeden Zorlu bir kışı, kırık dökük satırları ufalayıp ateşleyerek geçirdik Yeni bir yüzyılın silueti gülümsedi siz sayfaları çevirdikçe "Ha doğdu, ha doğacak" denilen gazete, yeni kızlar, yeni oğlanlar doğurdu yeni doğacak bir yüzyıl için Sonra nisan geldi Sokakta direnilmesi imkansız bir çimen kokusu içinin bir yerinde yuvadan erken ayrılmanın, sokakta hırpalanmanın korkusu Lakin bahara söz geçirmek ne mümkün Bir kez çiy düşmeye görsün kış mahmuru bedenlere Coşkuları dizginleyebilene aşkolsun * * * Bu yüzden izin istiyorum sizlerden Bu köşe (kış köşesi) baharla buharlaşıyor Geriye bakınca hüzünleniyorum elbet Çünkü geride güzel bir doğuma ortak olmanın tatlı heyecanı var Ve paylaşılmış köşelerde benzer duyarlılıklar Ve sımsıcak dostluklar Ama önümsıra yüzülmemiş denizlerden iyot kokuları çarpıyor burnuma Yeni Yüzyıl'ın ilham verdiği baharlar çağırıyor Şimdi gitmek sadakattir, kalmaksa ihanet O yüzden bir an önce kanatları takıp, uçmakta yarar var Yeni baharlarda, yepyeni bahar şarkıları söyleyebilmek için Hep beraber ÖZLEME DAİR Yüreğimi sıkıştıran bu kesif hüzün, belki de terketmişlere özgü gizli bir terkedilme duygusudur Özledim seni Ayrılık yüreğimi karıncalandırıyor nicedir Beynimi uyuşturu*yor özlemin Çok sık birlikte olamasak bile benimle olduğunu bilmenin bunca yıl içimi nasıl ısıttığını yeni yeni anlı*yorum Yokluğun, hatırlandıkça yüreğime sapla*nan bir sızı olmaktan çıkıp mütemadi bir boşluğa dönüşüyor Sabahlara seni ok*şayarak başlamaları akşamları, her işi bir kenara koyup seninle başbaşa karşılamaları özlüyorum; oynaşmalarımızı, hırlaşmalarımızı, yürüyüşlerimizi, se*vimli ha*şarılığını, çocuksu küskünlüğünü Nasıl da serttin başkalarına karşı be*ni savunurken; ve ne yumuşak, bir çift kısık gözle kendini ellerimin okşayışına bırakırken ya da kolyeni çözdüğümde kollarıma atlarken Hasta olduğunda, o korkunç kriz ge*celerinde günler, geceler boyu nöbet tuttuk başında o şen kahkahalarına yeniden kavuşabilmek için sessiz dualar ederek "Atlattı" müjdesini kutlarken yor*gun bedenindeki yaraları okşayarak, doktorun böldü sevincimizi: "Yaşayamaz artık bu evde yüksek binalar ve be*ton duvarların gri kentinde" dedi, "O gitmeli ve kendine yeni bir hayat çizmeli" Bilsen, ne zor gitmen gerektiğini bile bile "Kal" demek sana Ne zor, senin için ebedi mutluluğun beni unut*mandan geçtiğini bilmek Gitmeni asla istemediğim halde, buna mecbur olduğumuzu görmek ve sana bunları söyleyemeden "Git artık" de*mek "Beni ne kadar ça*buk unutursan, o kadar çabuk kavuşacaksın mutluluğa" demek sa*na ne zor Sesimi, kokumu çe*kip alıvermek beynin*den, sesin, kokun hâlâ beynimdeyken seni görmemek ve belki yıllar sonra karşılaştığımızda bana bir yabancı gibi bakma*nı istemek senden yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek ve sonra kendi ellerimle bindirip seni yabancı bir arabanın arka koltuğuna, birlik*te güneşlendiğimiz on*ca yazı, yanyana titreş*tiğimiz onca kışı, pay*laştığımız bunca acıyı, onca kahkahayı ve bütün o uzak yeşillikleri katıp yorgun bedeninin yanına, ar*kandan pişmanlık gözyaşları dökmek ne zor ne zor hiç tanımadan seni emanet ettiğim bir şoföre "Hızla uzaklaş buradan ve gidebileceğin kadar uzağa git" demek yokluğunu beklemek, ne zor * * * Bunları düşündükçe, şu anda uzakta bir yerlerde üşüdüğünü sezinleyerek panikliyorum Bütün engel*leri aşıp terkedilmiş caddeleri, kimsesiz sokakları yalnız bulvarları arşınlayarak sana ulaşmak, sessizce başını okşamak, kulağına sevgi sözcükleri fısıldamak ve yavaşça üzerini örtmek geçiyor içimden Paylaştığımız bir mazinin, yitirdiğimiz bir geleceğe dönüşmesinden hicran duyuyorum Gizli gizli hüzünlendiğim akşamlardan birinde, terketmişlere özgü bir terkedilme korkusunu da yüre*ğimin derinlerinde duyarak sana koşmak, yaptıklarım ve daha çok da yapamadıklarım için özür dilemek ve "Geri dön bebeğim" demek istiyorum: "Geri dön kulüben seni bekliyor" SİLÜET İlk aşkım bir siluetti Çocuk sayılırdım Aşk, üst raftaki kitaplarda bahsedilen duygunun adıydı henüz Sinemada per*deden koltuklara doğru ışık ışık yayılan bir elektrikti Ar*sız, mahcup ve ca*zip alabildiğine melankolik, bir o kadar platonikti Böylesine uzak, öylesine yakınken aşk, bir gün o silu*eti gördüm Karşı blokun en üst katının küçük penceresinde, ka*loriferin üzerine zarifçe tünemiş uzun saçlı bir kız*dı Akşam oldu mu, odasının zayıf ışığı*nı arkasına alır, ya*nağını pencereye dayar ve saatlerce kıpırdamadan öylece du*rurdu Yüzünü seçemezdim Belli belirsiz bir ka*raltıydı uzaktan Ama aklımda güzelliğe dair ne varsa o biçimli profiline sığdırmış bir ka*raltıydı Bir gece yarısı karşı pencereye konu*vermiş ve sonra da uzun geceler boyunca sa*dece müzikle paylaştığım yalnızlığıma ortak olmuştu Belalı sınav arifelerinin, kahredici yalnızlık gecelerinin, şehvetli ergenlik düşlerinin gö*nüllü başkadınıydı O gece kütüphanemden çektiğim kitabın verdiği ilhama göre kâh müşfik bir anne eliydi, kâh vahşi bir dilber dudağı Gönlümce şekil verebildiğim ça*murdan bir tanrıçaydı adeta öylesine itaat*kardı Odamın ışığı sönmeden uykuya çekilmezdi Yattığında, karşı pencerede gördüğü adamı düşündüğüne kalıbımı basardım Artık akşamları iple çekiyor, hava karardı mı siluetimle başbaşa kalabilmek için odama kapanıyor ve çalışma masama kurulup pren*sesimi bekliyordum Ona bağlanmıştım Varlığı, yıldız yıldız odama, ruhuma akıyordu Pencerede olmadı*ğı geceler tuhaf bir yalnızlık duygusu eziyor*du yüreğimi Gelip yerini alıverince içim ür*periyor, yanaklarıma kan yürüyordu Onu ufkuma alıp, kulağımı müziğe vererek kaç gece geçirdim, bilmiyorum Bir siluete aşık olmuştum * * * Sonra bir gün telefon çaldı Açtım "Karşı penceredeki kız"dı Yıkıldım Bu ses onun olamazdı O, bu ismi taşıya*mazdı; böyle konuşamazdı Düşlerimi süsleyen kadının cümleleri değildi bunlar Hayaller ne kadar kırılganmış meğer Kapatmak istedim, beceremedim Konuşma uzadıkça, aylardır uzun geceler boyunca binbir emekle yaptığım o muhteşem heykel, deprem yemişçesine çatırdamaya baş*ladı Ahizeyi kapatıp pencereye koşsam kur*tarabilirdim sanki Bunun kötü bir şaka ol*duğuna kendimi inandırabilirdim Düşlerim*den yonttuğum siluetimi, gerçekliğin çirkin kollarından çekip alabilirdim Olmadı Bir insanın başına gelebilecek en kötü şeyi yaşadığımı sanıyordum Meğer daha beteri sıradaymış: Tanıştık Ve söndü "geceyarılarıma doğan güneş" "Bayan hayalkırıklığı" ile bir ay birlikte ol*duk O ay, ikimize de zehir oldu Onunla birlikte siluetimi de kaybettim Aşk, ete kemiğe bürününce, düşler küstü Sona erdi, gecelerimin can şenliği * * * "Telefondaki kız"ı uzun yıllar sonra bir oto*büs durağında gördüm Kucağında bebeği vardı Uzaktan selamlaştık Onu çoktan unuttuğumu farkettim Siluet ise hiç çıkmamıştı aklımdan Çünkü aşk, üst raftaki kitaplardan inme*mişti henüz ve ben, karşı camdaki siluetin o kıza ait olduğuna hiçbir zaman inanmamış*tım Aslında marazi bir aşktı hayalim o yüzden de bir hayal oldu ilk aşkım AY TUTULURKEN Ufuk çizgisinde biten bereketli toprakların karanlığında, upu*zun bir yoldaydık geçen haftave dolunay, buğulu bir ki*tabe gibi gökte asılıydı Nur yüzlü bir yol arkadaşıydı gece boyunca Duru ve sakin izledi bizi; daldıkça camı yalayan kirpiklerimiz*den öperek, şefkatle Yol boyu tenimizi parlatan ışık sa*ğanağı, nehir kenarlarında pul pul yakamozlanıyor, meltem estikçe kavak yapraklarında yanıp sönen bir ateşböceği kafilesine dönüşüyordu Ne zaman başımızı kaldırsak orada mağrur ve sessiz parıldıyordu; eteklerinden puslu haleler sa*çan sihirli bir gümüş lira gibi Arada eflatun bir bulutun arkasına çekilip gizleniyor ve orada birkaç dakikada bütün mahcubiyetinden soyunmuşcasına cüretkâr, bu kez çırılçıplak bir raksa başlıyordu semada Kutsal kitapların yazdığı gibi, tanrının geceye de hükmet*mek üzere yarattığı bir büyülü ışıktı o Çevresi yıldızlarca kuşatılmıştı, onun kadar parlayamadığına yanan ve biz yol boyu, hüzünlü şiirler damıttık gözalıcı ışığından Gerçi Fuentes'in dediği gibi, üzerinde o adamlar gezindi*ğinden beridir bizim romantik hayallerimizin tanrıçası olma özelliğini yitirmişti kısmen, ama hâlâ öyle güzel, öyle baştan çıkarıcıydı ki Gece boyunca ilham verdi hepimize; bayram şekeri tadın*da, ilk öpücük heyecanında ve eski bir şarkı olup yerleşti di*limize; "Dün gece mehtaba daldım hep, seni andım/öyle bir an geldi ki, mehtap seni sandım" * * * Sonra birden bastırıverdi kasvet Kalleş bir gölge, ağır ağır sokuldu dolunayın nurdan yüzü*ne ve birkaç dakika içinde kara bir şal gibi tamamen örttü üzerini gece güneşinin Bir süre kıvranıp durdu ay ışığı, sonra tutulup kaldı ani*den Ölü bedenlere can veren o ürpertici buğusu hoyratça gölge*lendi Karanlık, hükümranlığını ilan etti dağ yamaçlarında Boz*kır, siyaha teslim oldu Ay tutuldu, dilimiz tutulmuşcasına şaşırtarak bizi Aydınlık yüzü keder bulutlarıyla gölgelenirken, gözümüzü semaya dikip paylaştık sancısını Okşadık bakışlarımızla; doğum anında bir annenin terli saçlarını okşarcasına Öyle masum, öyle sessiz çekiliverdi ki başucumuzdan, daha kirpiklerimizdeki nemi kurumadan ışıklı busesinin, yokluğu*nun boşluğuna yuvarlandık ıssız bir yol ortasında, yapayal*nız Efkârlandık mahrumiyetinden Aya tutulduk, ay tutulurken Yollarda esmer tenli adamlar silah sıktı ayın karanlık yüzü*ne doğru; kurşun dökercesine gökkubbenin uğursuz mührü*nün üzerine ve çocuklar teneke çaldı dolunayın ruhunu kurtarmak için, kara büyücünün elinden Bense durumu açıklarken "aydan dede"sini kaybetme telaşındaki oğluma; ne kara büyücülerden sözettim; ne de geze*gen sisteminden: "Güneşe tutkunmuş dolunay" dedim; "lakin karalar bağlamış, aralarına dünya girince" İzahat ne kolay, konu aşka gelince * * * Gördünüz ya; yok bu yazının bir mesajı Sadece dolunaya övgü için yazıldı o dolunay ki, yoldaşı geceyarısı hasretliklerinin ilhamı sevda sözcüklerinin O dolunay ki, yüzyılda bir gölgelenir yüzü Eh, haketti bu kadarcık sözü HAYAT VE BEN Otuzbeşime bastım geçen hafta İlk yan bitti: Hayat: 1 Ben: 0 Ama belliydi böyle olacağı Nicedir başlamıştı belirtiler: Yolda çocuklar "Amca şu to*pu atıversene" diye seslendik*lerinde kuşkulanmıştım ilkin Sonra saçlarımdaki beyaz tel*ler tescilledi yarı yolun ufukta göründüğünü Baktım, lise fotoğraflarım sa*rarmış, sınıf arkadaşlarım yaş*lanmış Eş dost sohbetlerinde sağlık ve çocuk konuşulur ol*muş seyahat ve aşk yerine Gök gibi gürlemeye alışkın müzik setimin ses düğmesini kısar olmuşum, içindeki uçurt*manın ipini cekercesine "Bizim zamanımızda" diye başlayan nu*tuklar atmaya başlamışım mezuniyet törenle*rinde -hayret! daha dün değil miydi benimkisi? Yıllar yılı dudak büktüğüm 'ölümden son*ra hayat masalları' na kulak kabartmaya baş*lamışım gizliden gizliye İple çektiğim haziranlara sırt çevirmişim Yaşamın orta sahasına girmişim irkilmişim * * * Ruhumun ikizleri yine çekiştiriyorlar kol*larımdan Biri, "Daha ne gördün ki" diyor yüzünde papatyalarla; "Asıl şimdi başlıyor hayat,! Bundan sonrası rahat!" Lakin, "Buydu işte görüp göreceğim" diye efkarlanıyor öteki "2 yarı geçer hızla/yaşla*nırsın zamanla" Yaşı genç olanlar 35'e uzak durduklarını sanarak, "sahi oldu mu o kadar? Hiç göstermiyorsun" tesellisindeler 35'le çoktan tanış olanlarsa "hayata hoşgeldin" pankartıyla karşılamadalar ilk yan sa*dece bir ısınmaymış meğer: Asıl ikinci yarıda anlaşılırmış tadı, hayatın kavganın aşkın Bense şaşkın devre arası bilancolarındayım: Son dönemde, kimbilir kaç eski anıyı yaralı ele geçirdim, belleğimin derinliklerinde? Kimbilir kaç kez kendime yakalandım, kendimden kaçarken ve sustum vicdan sor*gularında Aksisedamla bile dertleşmedim Meğer ne yaman serüvenmiş hayat? Bazen yediveren gülleri gibi bereketli Sanki hayat değil, Körfez Krizi mübarek: Bir koyup, beş alıyorsun Yaşıyor, seviyor ve se*viliyorsun Bazense kıtlıktan kırılıyor ortalıkşaşıp kalıyorsun Oysa -herkes bilmezden gelse de-skoru belli oyunun: 30'larda dedeni ve nineni kaybe*diyorsun 40'lannda anneni ve ba*bam ve 70'inde kendini * * * Şimdi devre arası/yolun yarısı Bugüne dek ancak tanıştık hayat*la Ben O'na kendimi tanıttım O bana kendimi Göğsüme madalya gibi dizdim hatalarımı (Zaferlerim onlar be*nim Olgunluğumun yapıtaşları) Ve derin bir yara gibi sakladım başarılarımı Asansör çıkarken yukarı, dönüp bakmadım aşağı Dönmesin diye başım Ben istikballe arkadaşım * * * Ne var ki yarım her şey Hayat da yarım, sevdalar da Daha diyeti ödenmedi sevinçle*rin ihanetlerin hesabı sorulamadı Nazım'ın dediği gibi "kopardım portakalı dalın*dan/ Ama kabuğu soyulamadı/ Sevdalara do*yulamadı" "Doydum" diyen görmedim ki zaten ben Hiç doyulmaz ki zaten Lakin gel de zamana anlat bunu Sahi nedir bu telaş, bu kin? Sanki ölüye can yetiştireceksin * * * Baktım ki ikinci yan kapıda ve hayatın ceza sahası yakın Doldurdum bir kara kutuya 35 yılın hesabını Acılar, sancılar bir çekmecede, sevdalar diğerinde Bir yerde hüzünler ve korkular, bir üstte sevinçler ve zaferler Kat kat, dizi dizi dizdim kullanılmış takvimlerimi Sabırla kapattım kutuyu, sevgiyle mühürledim ağzını İlk yarı bilançom o benim: Yangında ilk kurtarılacak kazada ilk açı*lacak Yarımlar tam olduğunda kara kutuyu açıp bakanlar teşhis, koyacaklar halime "Çok mutlu olmuş, fazla yüksekten uçmuş zavallı" diyecekler, ya da "sebepsiz alçalmış Bile bi*le vurmuş kendini dağlara" Fakat kara kutu ancak bir kısmını söyleye*cek hikayenin Kalanı benimle gelecek Dağların yamaçlarına savuracağım en mahrem hatıralarımı Reyhanlar saklayacak sırlarımı Skoru bir tek Ege'nin sulan bilecek Deni*ze kavuşabilirse eğer içimdeki nehir Hayat: 0 Ben: l KİMİ SEVSEM BEN Her sevdiğimizde ruhumuzun farklı bir rengi yansır Yavuklular albümümüz, pembeleşen, yeşeren, sararan, kanayan, katranlaşan aşklarımızdan bir ebemkuşağıdır Attilâ İlhan son şiir kitabında "Kimi sevsem, sensin" di*yor; "Kimi sevsem sensin/ senden ibaret/ Hepsini senin adınla çağırı*yorum/ Kimi sevsem sensin/ hayret/ in misin cin misin anlamıyorum" Elbette Attilâ ilhan gibi bir aşk gurusunun onca bilgeliğiyle anla*madığını ben anlayacak değilim; lâkin hissettiğim odur ki, her sev*diğinde bir unutulmazdan izler yakalayanlar ola ki, "o"nda aslen kendilerini bulmuşlardır ve filhaki*ka her yeni sevda masalında asıl arayıp durdukları kahraman da o unutulmazdan ziyade kendileridir Binaenaleyh, malum mısraı, "Kimi sevsem, ben" diye yazmak ziyadesiyle mümkündür * * * Mısraı virgülsüz ve sonunda soru işaretiyle okursak "Kimi sev*sem ben" diye düşünür ademoğ*lu Sorduğu soru kendisidir aslın*da; o yüzden sonunda bulduğu ce*vap da kendine benzer Sevdiğini kendi gibilerden se*çer O yüzden sevdalılarımızın herbirinde bizden izler vardır "Kimi sevsek," onda ruhumuzun fark*lı bir rengi yansır Yavuklular albümümüz, pembeleşen, yeşeren, sararan, kanayan, katranlaşan aşklarımızdan bir ebemkuşağıdır İster "kırbaç dili tutam tutam alevle*nen" bir şehvet rüzgârı olsun, ister "bıra*kılınca korkudan gözleri sislenen" bir şef*kat limanı Her biri biziz; cümleten bileşkemiz * * * İnanmazsanız ispatlamama izin verin İki ayrı kağıda 10 isim yazıp, Türkiye'yi hiç bilmeyen birine götürün İlk kağıtta Süleyman, Bülent, Tansu, Mesut, Necmettin isimleri olsun; öbür kağıtta Rahşan, Özer, Nazmiye, Nermin, Berna Sonra bu isimlerin özel*liklerini anlatın ona Ve bunları eşleştirmele*rini isteyin 5'te 5 tutturduklarını hayretle göreceksiniz Daha basitini yapın: Onlara iki ayrı Semra anlatın; hangisini Turgut Özal'a, hangisini Ahmet Necdet Sezer'e yakıştırdık*larını sorun Yine doğrusunu bilecek*lerdir Öyledir; her aşkta kendi*ni aradığından, her sevdada bir benzerini bulur insan Yoko Ono'da John Lennon'dan, Eva Braun'da Hitler'den, Havva'da Adem'den izler vardır Latife'nin bir yanı Mus*tafa Kemal'dir, Mevhibe'nin bir yanı İsmet * * * Ama sonunda kendin*den de sıkılır insan elbet Gün gelir, terk edebilir en sevdiklerini bile Bir tek yalnızlığımız, ömür boyu yalnız bırakmaz bizi O yüzden bence aşk tek kişiliktir YALANCI BAHAR Kaç baharı gerçek sanıp kandık söylesenize Kaçına "Nihayet" hasretle kucak açtık ve ka*çında yanıldık Kaç kez ayaz vurmuş dallarımızda filizlerimiz sön*dü Yine de uslanmadık Yine geveze bir dosta sırlarımızı açar gibi açıldık yalancı bahara Yine yanıldık Peşinden bastıran tipiyle ayıldık Ne yapalım ki, dalında patlamayı bekleyen bir to*murcuk gibi susamıştık ilk*yaza Kaç zaman olmuştu kendimizi güneşin kollarına bırakıp, ormanda yayılan ke*kik kokularıyla sarhoş olmayalı Tahmin ediyorduk, üze*rimize katran rengi bir kafes gibi çöken bulutların ardın*da güneşin gülümsediğini Daha ilk ışınları deler delmez kafesi, açtık iştahla ruhumu*zun pencerelerini Bahar öyle kolay gelmezdi as*lında; biliyorduk; yanlış baharlar*da az mı ayaz yemiştik Kaçımız mart güneşine aldanıp açılmış ve kara kafesin ağına düşmüştü yeniden Bahar, ilan-ı aşk mevsimiydi; astık aşklarımızı ilan panolarına, sevdalar yasakken daha Bahar, barışın mevsimiydi; müjdeledik barışı, silahlar konu*şurken hâlâ Söyledik, ancak yazın söylene*cekleri, güneş henüz toprağı ısıtmamışken cemreler düşmemiş*ken ilkyazın koynuna Yalanmış meğer bahar; daha vakti değilmiş, aşkın da barışın da Güneşe kananlar, yazı beklerken bahardan oldular; kesildi sesi soluğu, erken öten horozların İyisi mi itirafçı olalım; biliyorduk "İşte bahar" derken, ardından gelecek ayazı "Yalan bu çıkma" de*mişti temkinliler, tedbirli*ler, "çıkarken üstüne kalın bir şey al"anlar, "başına bir iş gelmesin"den ürkenler Ama bahar, olanca işvesiyle sokağa çağırıyordu Aşk, ilan panosuna asıl*mayı bekliyordu, barış bir kuş gagasında müjdelenmeyi "Erken mi geç mi" he*sabına gelmezdi ikisi de Peşlerine düşülmeli, ilan edilmeli, müjdelenmeliydiler Güneşi görür görmez seranada ve barış türküleri*ne başladık Vakti gelme*den açıldık, geç kalmadan davranma telaşında Erkenmiş Kursağımızda kaldı ba*har sevinçleri Erken öten horozlar, erken açmış çiçekler, erken doğmuş bebekler gibi kesildik, solduk, öldük Yine tedbirliler ulaşacak salimen yaza; biz yakalandık, zalim ayaza * * * Ama itirafçı olsak da pişman olmadık Az da olsa ısındık hiç olmazsa Vakitsiz de olsa söyledik, söylenmesi gerekeni "Bahar yalan mıymış gerçek mi" dinlemedik Güneşin ilk dokunuşuyla haber verelim dedik, ardından gelecek müjdeyi Aşk için erkendi belki; barış henüz uzak ama ikisi de gelecekti nasılsa sonunda Hep bildik ki, habercisidir yalancı bahar, sahicisinin Bazen vaat, hediyeden de kıymetlidir Kesilmeyi göze alıp erken ötmek yeğdir çoğu zaman, susup doğru zamanı kollamaktan Sonunda olan yalana kananlara olur, onlar müjdeledikleri şeyi göremeden giderler Lakin çoğu buna gönüllüdür Güneşe en erken onlar dokunmuşlardır, elbet en erken ya*nan onlar olacaktır Belki "İkinci Bahar"ı yaşayanlar bilir kıymetlerini İHTİYAR VE BEN Bizim ak sakallı ihtiyar yine çıkageldi dün Her sene geldiği gün aynı saatte Aculdu Telaş içinde konuştu benle Dedim: "Hayrola acelen ne?" "Acelem yok" dedi, "Ben her zamanki tempomdayım, ama sana hızlı gibi gelmeye başladım" "Dönüp bakıyorum da, amma yol katetmişiz seninle" dedim, "Nasıl geçtik onca yoldan anlayamadım" Güldü: "Başta anlayamaz insan” dedi, " anladığında da çok geç olur” "Tempona ayak uydurmak zor"dedim, "Boyuna koşturuyorsun Biz uykudayken bile durup dilenmiyorsun Sen hızla ilerlerken, biz geriliyoruz mütemadiyen Koşarken yıpratıyorsun bizi Kesiyorsun nefesimizi Acelen ne? Ağır ol biraz! Hiç geri dönüp bakmaz mısın? Yarını takmaz mısın? Oturup soluklanmaz mısın?" Çok görüp geçirmiş ihsanlara mahsus bir merhametle baktı gözleri Hakim, sakin ve mutedil dinledi öfkemi * * * "İnsafsız, duraksız, fasılasız aktın Ardında binlerce yitik düş, kırık hayal bıraktın Direndik sana karşı Ezberledik, geçmiş, gelecek, geniş hallerini şimdiki halimize derman olur diye Oysa senin halin değil, bizimkiydi değişen Fotoğraflarda durdurmaya, albümlere hapsetmeye çalıştık seni Ziyan etmemeye çalıştık hiçbir saniyeni Koştuk panik içinde düşe kalka, ağlaya sızlaya, oynaya güle Yarıştık seninle Kazandım sananların tacı, bir perçem ak olup düştü başlarına Çaresiz, barıştık seninle Lakin gün oldu, isyan ettik, herkese ayrı işleyen adaletine" Kızdı bu lafa ihtiyar Diklendi: "-Aynı hızda yürürüm ben hep, ayrıcalık tanımam kimseye" diye kestirip artı "Krallar bile dayanamadı hızıma" "-Hadi canım" dedim“Kimine alabildiğine cömertsin, kimine gelince kör olası bir cimri kum saatin akar deli gibi" "- Ben değilim müsebbibi" diyecek oldu Fırsat vermedim savunmasına "- Gerçekten adilsen eğer, söylesene niye en mutlu olduğumuz an ışıktan hızlısın acı çektiğimizde kaplumbağadan yavaş?" * * * "- Anlaşıldı mesele" dedi "iyisi mi ben sana bir yardımcımı yollayayım 'Sabır'dır adı Merhemidir yarattığım tahribatın" Omuz silktim: "Ben sabır istemiyorum, rehaveti özlüyorum" dedim "Senin o tükenmez gibi göründüğün, hesaba gelmediğin halini, eski aheste akışını, günün bir türlü batmak bilmediği o sohbeti bol yaz akşamlarını, o dolunayda yıldız yıldız gülümseyen uzun lacivert geceleri, salkım saçak güneş altında ışıkla özgürce seviştiğimiz nihayetsiz ve meşakkatsiz günleri, bahçede öğle uykularında saçımı okşayan şefkatli eli, babamın itinayla kurduğu saatten evinden geniş aralıklarla kafasını çıkarıp neşeyle guguklayan kuşun mesut, müjdeli sesini özlüyorum" "- Seni anladım" dedi ak saçlı ihtiyar, "yapabileceğim tek iyiliği yaptım sanıyordum Hafızanı körelttim diye biliyordum Sabra sığınmıyorsan, unutmaktır en iyisi" ** * Oysa ben, her daim sabırsız ve aslında harfiyen hatırlayarak, dünün bol vakitlerini, doyumsuz sohbetlerini, telaşsız saatlerini, saadeti hüzünle yoğurarak geçtim ihtiyar adamın süzgecinden Ben, onu gemleyemedim, o demledi beni Olgunlaştım; basarak üzerine birikmiş bütün yırtık takvim yapraklarının, yıllar yılı aynı çemberde dolanmaktan başı dönmüş akrep ve yelkovanların, o incecik delikten biteviye süzülmüş kumların, evine gire çıka ötmekten sesi kısılmış yorgun guguk kuşlarının, batmış onca güneşin, parıldamış bunca ay ışığının, hilalin ve fecrin, uğruna savaşılmış dostların, birbirine karışarak yanıp sönen kahkahalarla gözyaşlarının, yazılmış, yazılamamış bunca satırın, tutulmuş tutulamamış onca sözün, dediklerimin, diyemediklerimin, bir an önce bitmesini istediğim, hiç bitmesin diye dualar ettiğim anların, koşuda çabuk yorulanların ya da koşmaya hiç niyeti olmayanların sevaplarımın, günahlarımın, hatalarımın süzüldüm imbiğinden * * * "- Geç istediğin gibi seç ister ağır aksak, ister koşar adım" dedim bizim ihtiyara "Bu dönüşü olmayan yolculukta ya gideriz, ya gitmeyiz bir bu kadar daha" "- Yanılıyorsun dostum" dedi ihtiyar, " kalıcıyım ben, asıl sensin geçen" Sonra, sesindeki yakıcılığın farkına vararak belki, kulunuzu teselliye girişti: "- Sana hazırladığım sürprize bak: Doğum günündü dün; babalar günü yarın Babanın oğluydun dün; oğlunun babasısın bugün Hayat, kıymetini bilirsen, nihayetsiz bir düğün" Dedi ve uzaklaştı: Çevirirken bir kez daha kum saatini baş aşağı şükranla adını fısıldadım ardından "Zaman!" |
|