Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Genel Kültür & Serbest Forum > ForumSinsi Ansiklopedisi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
fransiz, gezgin, gozuyle, turkler

Bir Fransiz Gezgin Gozuyle Turkler

Eski 08-17-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Bir Fransiz Gezgin Gozuyle Turkler





FRANSIZ SEYYAH JEAN THEVENOT'UN

TÜRKLER HAKKINDAKİ İZLENİMLERİ






Muhtelif devirlerde Türk ülkelerini çeşitli maksatlarla gezip-gören seyyahların yazdıkları seyahatnameler, milli kültürümüz için kıymetli kaynak malzemesini ihtiva ederAncak bu seyahatnameleri kullanırken dikkatli olmak ve seyyahların mensup oldukları dini ve siyasi görüşleri hatırdan çıkarmamak lazımdırMemleketimizi ziyaret eden seyyahların önemlilerinden birisi de Jean Thevenot’dur



Jean Thevenot, 1633 yılında Paris’te doğmuşturVarlıklı bir aileye mensuptuKüçük yaşta amcası Melcshisedech Thevenot’un tesirinde kalarak şarkiyatçılığa merak salmış ve bazı doğu dillerini öğrenmeye başlamıştırOnun yetişmesinde, devrinin ileri gelen şarkiyatçılarından Barthelemey d’Herbelot (1626-1695)’nun büyük rolü olmuşturSeyahate çıkmadan önce bir müddet onun yanında kalarak ondan doğu dilleri ve kültürleri hakkında bilgisinin genişletmiştirBirlikte seyahate çıkmayı kararlaştırırlar, fakat d’Herbelot, son anda bazı ailevi sebeplerle seyahate çıkmaktan vazgeçince, Jean Thevenot tek başına 31 Mayıs 1655 tarihinde Roma’dan hareket eder2 Aralık 1655 tarihinde İstanbul’a varan Jean Thevenot, 30 Ağustos 1656 tarihine kadar dokuz ay İstanbul’da kalırBundan sonra Bursa, İzmir ve bazı Ege adalarını gezdikten sonra Kudüs’e gitmiştirMüteakip yıllarda Jean Thevenot, Mısır, Filistin, Irak, İran ve Hindistan’a kadar gitmiş, dönüşte İran’da ölmüştür (1667)



Jean Thevenot’nun açıkça belirttiğine göre öğrenme ve görme arzusunu tatmin için bu uzun seyahate çıkmıştırSeyahatnamesinden anlaşılacağı üzere, biraz Türkçe bilmesi sebebiyle İstanbul’da Türkler ile temas kurmuş ve Türk cemiyetini daha yakından tanıma imkanını bulmuşturDini konular hariç, verdiği bilgilerde, son derece tarafsız davranmış ve bu yönüyle diğer seyyahlardan ayrılmıştırOnda koyu Hıristiyan taassubuna pek rastlanmazTürkler’in temizliğine, kanaatkarlığına ve adaletli süratle yerine getirmelerine hayranlığını açıkça belirtirTürk kahvesi ve kahvehaneleri hakkında kitabında genişçe bir fasıl ayırmış olan Jean Thevenot, kahveyi Fransa’ya götüren kişi olarak kabul edilir



Voyages de Mde Thevenot en Europe, Asie et Afrique” adını taşıyan seyahatnamesi, üç bölümden meydan gelmektedirTürkiye’yi içine alan birinci kısım “Voyage de Levant”, Mısır, Irak ve İran’ı içine alan ikinci kısmı “Suite de Voyage de Levant” ve Hindistan’ı içine alan üçüncü kısmı ise “Les Voyages des İndes Orientales” adını taşımaktadırSeyahatnamenin birinci kısmı 1665, ikinci kısmı 1674 ve üçüncü kısmı da 1684 yıllarında Paris’te basıldı 1687’de İngilizce’si ve 1693’te de Almanca’sı neşredildiTam metin ise 1727’de beş cilt halinde yine Amsterdam’da basıldıBu yazımızda seyahatnamenin bazı kısımlarını vereceğiz



TÜRK HAMAMLARI



Türkler vücudu temiz tutmak için olduğu kadar, sağlıkları için de sık sık hamama giderlerBu sebeple şehirlerde bir çok güzel hamam vardır, en küçük köyde bile hiç olmazsa bir hamam bulunur; hepsi de aynı tarzda yapılmışlardır, bazılarının diğerlerinden daha büyük veya daha çok mermerlerle süslü oluşlarından başka aralarında hiçbir fark yokturBen Tophanede güzel bir caminin yanında bulunan bu hamamlardan gördüğüm birini anlatacağımTahminen yirmi adım uzunluğunda, kare şeklinde büyük bir salona girersiniz, tahta döşeli salonu biraz yüksekçedirBu salonda çepeçevre mastabez denilen bir kulaç kadar genişliğinde ve yarım metre yüksekliğinde duvara dayalı olarak yapılmış beyaz taştan bir sıra yer alır, bunların üstü hasırla kaplanmıştır:İlk girdiğiniz yerde size büyük bir peştamal verilir (buna futa derler), bahsedilen sıralar üzerinde oturunuz ve soyunduktan sonra elbiselerinizi ayrılmış yerler koyunuzBu salonun ortasında çamaşırları yıkamak için mermerden havuzlu büyük bir çeşme vardır; çamaşırlar yıkandıktan sonra salonun üst kısmında çepeçevre yer alan sırıklar üzerine asılır ve kurumağa bırakılır



Size verilen peştamal üzerine oturduktan sonra, önünüzü bağlamak için diğer bir peştamal verilir, çıplak görünmemek için bunu gömleğinize iliştiriniz, zira çıplak görünmek çok ayıptırBu sizi ön ve arkadan belinizden dizlere kadar örterGömleğinizi çıkartarak, onun diğer elbiseleriniz ile birlikte oturmuş olduğunuz peştamalın üzerine koyunuz, onlara kimsenin el sürmesinden korkmadan bırakınız, çünkü hamamlar kutsal oldukları gibi, serbestlik ve emniyetin bulunduğu yerlerdir; eğer her hangi bir zarar olursa hamam sahibi bunu ödemek zorundadırSoyunduktan sonra küçük bir kapıdan biraz sıcak olan küçük bir bölmeye giriniz, buradan da başka bir kapı ile çok sıcak olan başka bir bölmeye gireceksinizBütün bu salonlar kubbelidir, camlı küçük pencereler ışığın girmesini temin eder



Burada iki ayak üzerine oturtulmuş beyaz mermerlerle ayrılan yıkanma kısımları bulunmaktadır, her kısımda yarım ayak yüksekliğinde mermerden bir oturma yeri ve duvarın önünde yine mermerden iki ayak genişliğinde kurna, bunun üstünde sıcak ve soğuk su akıtan iki musluk bulunmaktadırBu musluklar sayesinde suyun sıcaklığını istediğiniz şekilde ayarlamanız mümkündürBurada bulunan bakır bir tasla yıkanmak için su alabilir ve istediğiniz kadar kullanabilirsiniz



Yine bu salonda sıcak su ile dolu, taştan bir havuz daha vardır; İstenirse buraya girilebilir, fakat temiz değildirÇünkü her ne kadar suyu oldukça sık değişiyorsa da, çeşitli hastalıkları olan pek çok kişi buraya girmektedir:Buraya ancak kimsenin girmediği zaman girilebilir



KAHVE


Onların her zaman için içtikleri başka bir içkileri daha vardır ve kahve diye isimlendirdikleri bunu günün her saatinde içerlerBu içecek aşağıda bahsedeceğimiz bir taneden yapılırBu taneleri bir sobada yahut ateş üzerinde bir kapta kavururlar, havanda döverler ve ince toz haline getirirler ve içmek istedikleri zaman ibrik dedikleri, suyun çabucak kaynağı bir kap alırlar ve su doldurarak bunu kaynatırlarSu kaynayınca üç fincan su içine bu öğütülmüş kahveden bir kaşık konur ve bu da kaynayınca hemen ateşten alınır, çünkü o taşar ve sonra porselen fincanlara koyarlar ve boyalı tahta tepsi üzerine sıralarlar ve sıcak olarak size getirirler; onu oldukça sıcak içmek gerekir, fakat ardı ardına bir kaç fincan içmek iyi değildir



Bu içecek acı ve siyahtır ve onun kavrulduğu hemen hissedilir, ağzın yanması endişesi ile küçük yudumlar halinde içilir; bir kahvehaneye gidildiği zaman (Kahvenin pişirilerek satıldığı yerlere verdikleri ad) eğlenceli bir müzik dinlenir Kahve duman sebebiyle meydana gelen baş ağrılarını önler ve aynı sebeple uykuyu kaçırıFransız tüccarlarının yazacak mektupları çok olduğu zaman ve bütün gece çalışmak istediklerinde akşamleyin bir veya iki fincan kahve içerler; mideyi rahatlatır, hazmı kolaylaştırırNihayet Türkler’e göre her çeşit kötülüğe karşı iyi gelir; hiç olmazsa çay kadar da faydalıdır; lezzetine gelince, eğer tiryaki değilseniz alışageldiği gibi iki fincan içemezsiniz; ona karanfil veya bir kaç kakule tanesi karıştıranlar da vardır, bunun latincesi cardamomum minus olup, kakule olarak isimlendirilir, diğer bir kısmı şeker ilave eder, daha hoşa giden bu şekildeki kahve sağlığa daha az faydalı olur



Türk ülkelerinde kahve çok miktarda içilir, ister fakir, ister zengin olsun günde en az iki veya üç fincan içerler, kocanın hanımına temin etmeğe mecbur olduğu şeylerden birisi de budurHerkesin geldiği kahvehaneler çoktur; kahve burada büyük kazanlarda pişirilirBu yerlere ne din, ne de makam farkı gözetilmeksizin her çeşit insan gelebilir; buraya girmek ayıp değildir, bir çokları konuşmak için gelirler; kahvehanelerin dışında gelip geçeni görmek ya da hava almak isteyenlerin oturdukları, üzerleri hasırla örtülü taş sıralar bulunmaktadırBu kahvehanelerde, herkesin ilgisini çekmek için, kahvehane sahibinin angaje ettiği ve günün büyük bir kısmında çalıp söyleyen çok sayıda kemancı, klarnetçi ve şarkıcılar bulunmaktadırŞayet biri kahvehanede iken tanıdık kimselerin buraya girdiğini görürse ve biraz da nazik bir kişi ise, kahvehane sahibine bağırarak onlardan para almamasını emreder ve bunu tek kelime ile ifade eder; zira onlara kahve ikram ettiği zaman sadece gaiba yani “bedava” diye bağırır

Alıntı Yaparak Cevapla

Bir Fransiz Gezgin Gozuyle Turkler

Eski 08-17-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Bir Fransiz Gezgin Gozuyle Turkler



TÜRKLERİN VAKİT GEÇİRMELERİ VE EĞLENCELERİ



Türklerin içme, yeme ve uyumalarından biraz bahsettim, fakat bütün hayatlarını içmekle, yemekle veya uyumakla geçirmezler, onların oyunları ve boş vakitlerini nasıl geçirdiklerini de görmek lazımdırÖnce Türkler bizim yaptığımız gibi bir oda da veya bir yerde gezinmezler: Bu şekilde yürüyen Frenkler ile alay ederler, onlara deli derler, bir tarafa sonra öbür tarafa giderek, ne yaptıklarını sorarak onlarla alay ederler



Evde oldukları zaman divanları üzerinde otururlarBu divanları yukarıda tarif ettim; eğer yalnız iseler, ya uyurlar veya çubuk ile tütün içerler yahut da tambur adını verdikleri bir çeşit çalgının tellerine dokunurlar, melodi pek hoş olmasa da bunu bütün gün sıkılmadan çalacaklardır; eğer okur-yazar kişiler ise, ya bazı kitaplar okurlar ya da yazarlar; eğer arkadaşları varsa ya konuşarak ya da bazı oyunlar oynayarak eğlenirler



OYUNLAR

Onlar kağıt ve diğer şans oyunlarını hiç bir zaman oynamazlar, fakat sadece satranç, tavla, tokurcun[1] oyunuve buna benzer diğer oyunları oynarlar, fakat zengin veye fakir hiç birisi aralarında herhangi bir kavga çıkmasın diye, ne para ve ne de diğer kıymetli eşyalar karşılığında oyun oynarlar; akşam yemeklerinden sonra başa baş, hiç konuşmadan oynarlar ve ancak içlerinden biri kaybedince hiç konuşmaksızın tekrar oyuna başlarlar



YAPILAN TALİMLER



Fakat bu savaşçı kişilerin zaman geçirmek için en fazla yaptıkları askeri oyunlardır, bu jususlarda maharetlidirler, son derece hızlı, isabetli ok atarlar ve şehirde az bir para karşığında ok atmak için bir çok yerler vardır



Fakat onlar kargı kullanmada çok mahirdirler ve onları büyük bir meydanda veya kırda atlarla görmek büyük bir zevtir, atların biri koşmaya başlar, sonra diğeri onu dolu dizgin ve elinde kargı ile takip eder; bu kargı normal olarak palmiye dalından yapılmış, üç ayak kadar uzunlukta bir sopadırTakip eden takip edilene iyice yaklaşınca, kargıyı elinin bir hareketi ile kuvvetlice ve maharetle sırtına atar, bu darbe o kadar kuvvetli olur ki, bazan büyük yaralar getirir, bazan da başta bile yaralar olabilirBen Kahire’de iken kargı ile yaralandıktan sonra başından bir kemik alınması gereken birini gördümÖnde olan ve takip eden kaçarken, eğer ihtiyaç varsa, başlarını eğerek kargıyı almak ve gelen darbeyi kırabilmek için yan tarafa eğilir ve bunun için ellerini arkada hazır vaziyette tutar, kendisine atılan kargıyı yakaladığı zaman , diğerlerinin arkasından koşar ve her iki şahıs da derhal durum değiştirirlerOnlar bu oyunu da koşarken ok attıkları gibi sık sık yaparlarSiz bunlardan pek çoğunu kırda toprak veya toprağa benzer bir kabı yahut duvarda bir hedef alarak çalıştıklarını görebilirsiniz; bir ellerinde kargı olduğu halde hedefe dolu dizgin koşarlar10 veya 12 atıştan birinin veya ikisinin hedefe isabet ettiğini bir çok defa gördüm, hazır bulunan Paşa yahut buna benzer bir kimse hedefe isabet eden her atış için beş veye on akçe verir



HASTALIKLAR VE İLAÇLARI, KANAATKARLIK VE SAĞLIK



Türkler uzun ömürlüdürle r veaz hasta olurlar, bizim maruz kaldığımız taş ve buna benzer bir çok diğer tehlikeli hastalıkları onlar bilmezlerOnların bu şekilde sıhhatli olmaları sık sık gittikleri hamamlardan ve içme ve yeme konusundaki ölçülül&#2 52;klerinden ileri geldiğini tahmin ediyorum, çünkü onlar ölçülü yerler, Hırıstiyanların yaptığı gibi çeşitli şeyler yemezler, çoğu şarap içmekte aşırılığa kaçmaz ve spor yaparlar, hiç doktorları yoktur, belki bu da onların sıhhatli ve uzun ömürlü olmalarının sebeplerinden biridirHasta oldukları zaman çok kere Frenk ve Yahudi doktorları çağırırlar ve bunları bulamazlarsa, içlerinden birinin doktorluk yaptığı ve hastaların zararına tecrübe sahibi olacak olan dönemlerde başvururlar



HAYVANLARA KARŞI YARDIMSEVERLİKLERİ



Onların iyilik severliği hayvanlara ve bu arada kuşlara kadar ulaşır; her gün bir çok kimse pazarlara kuş satın almaya gider ve bunları serbest bırakırlarSöylediklerine göre, bu kuşların ruhları, kıyamet gününde Tanrı huzurunda onların iyiliklerine şahitlik edecektirBir hayvanın acı çekmesinden ızdırap duyarlar, tavuklarını kesmek istedikleri zaman onlara fazla ızdırap vermemek için başlarını bir darbede keseeler, eğer onların , Fransızlar’ın yaptıkları şekilde öldürüldükleri ni görselerdi yapana bir kaç sopa atmaktan kendilerini alamazlardı



Pireleri ve bitleri tırmaklar üzerinde öldürmeği bile kan dökücülük sayarlar, sadece parmaklar arasında bir veya iki seferde ezerler, sonra onların ölüp ölmediğine bakmadan atarlar Ölen bazı kimseler mallarını haftada bir kaç defa köpek ve kedileri beslemek üzere bırakırlar, bu vasiyetlerini yerine getirmek için sadakatla ve dindar bir şekilde bunu yapan fırıncı veya kasaplara paralarını bırakırlar ve her gün yanında et taşıyan insanların köpek veya kedileri çağırarak bu hayvanları çevresine toplayıp onlara parçalar halinde bunları atması hoş şeydir



(Kendi akıl çağının düşünen bir kurbanı olan Thevenot, gördüğü bir müşahadeyi yorumla¬maktadır Eğer Türkler tavukları kesiyorlarsa (diğer bütün hayvanlarda olduğu gibi), bu onlara ızdırapçektirmek endişesinden değil, müşfikte olduğu gibi kendi dinlerindi de bu hususta mevcut emirden ileri gelmektedir Bir hayvanı boğmak veya kanını akıtmadan öldürmek yasaktır)



Ben burada Türklerin hayvan severliğine ait yüz misal verebilirdim, ben bu hususta bizde pek az rastlanan misâller gördüm, sokakta, yeni yavrulamış bir köpeği yanına almış ve üzerinde yürüyemeyeceği korkusuyla ona küçük bir duvar yapmak için taşlar arayan pek çok kişi ve buna benzer olaylar gördüm, fakat benim amacım bu önemsiz şeylerle okuyucunun canını sıkmak değildir



Nihayet, dinî inancı zayıf olan, insan hayatının, nazarında pek az değeri olduğu Sultan Murad, bir gün birini öldürtmeksizin geçiyordu, o kötü huylu idi, bu zalim hükümdar hayvanlara acımaktan da geri durmuyordu, bir gün İstanbul da bir parça ekmek ve kızarmış et alıp köşe başında yiyen bir adamı gördü, satmak için pazara getirdiği buğday yüklü atının yularından tutuyordu, hükümdar, atı yük altında bekletmesine kızarak atın sırtından yükleri indirdi ve bunları adama yükledi, atın önüne de bir miktar ot koydurttu ve at bu otları yiyinceye kadar adamı sırtında yükler olduğu halde bekletti Bununla kendisi dinlenirken hayvanın da dinlenmesi gerekliğini belirtmek istiyordu



BOŞANMA



Kadınlar kocaları gibi boşanma hakkına sahip değildirler, eğer kocası ona mecbur olduğu şeyleri ekmek, pilav, kahve, haftada iki defa hamama gitme parası temin edemiyorsa boşanma hakkına sahiptir; bunlardan birini ona temin edemiyorsa, kadın boşanmak için Kadı'nın önüne çıkabilir, çünkü kocasının ihtıyaçlarını karşılayacak imkânı yoktur Kadı evine gelerek şikâyetten haklı bulursa, kadının istediğini kabul eder Kocası, âdetlerin hilâfına kadından yararlanmak istediği zaman, kadın boşanmak isteyebilir, bu durumda Kadı'ya gider ve hiç bir şey söylemeksizin terliğini ters çevirerek koyar; Kadı bu dili anlayarak kocayı getirtmek için birini gönderir, bu suçlamadan dolayı erkeğe sopa atılır ve kadın boyanabilir



ASAYİŞİN SAĞLANMASI TÜRKLER’DE İNZİBAT



Türkler her hususta düzeni severler ve bu düzeni sağlamak için ellerinden geleni yaparlar; zaptiye, asayişi sağlayan kuvvetlerin başında gelmektedir; onlar inzibatı temin etmek için büyük bir gayret sarfederler; İstanbul'da her şey bol ve ucuzdur; orada, sebzeler ve taze meyveler başka memleketlerde olduğu gibi ateş pahasına satılmaz, her şey daima uygun bir fiyatla satılır ve meyveleri daha erken pazara getiren, diğerlerinden daha çok para kazanma imkânına sahiptir Eğer malını bir Türk'e pahalı bir fiyatla satmak isteyen birisi bulunursa ona dayak atılırdı veya yargılandıktan sonra dövülürdü ve ayrıca para cezasına çarptırılırdı Bu sebeple malların satılmasında ölçüleri kontrol eden memurlar bulunmaktadır, onlar her gün dolaşırlar ve eğer hatalı terazi kullanan yahut mallarını pahalıya satan birine rastlarlarsa ona da sopa atarlar ve para cezası verirlerdi Bütün bu cezalardan korkarak satıcılar size daima istediğiniz miktardan biraz fazla verirler Bıı sebeple alış veriş yapmayı öğrenmesi için küçük bir çocuk dahi pazara gönderilebilir, çünkü kimse onu aldatmağa cesaret edemezdi ve bazan zabıta memurları ona rastlayarak malı kaça aldığını sorar ve onu tartar ve aldatılıp aldatılmadığını kontrol ederlerdi; eğer çocuk aldatılmışsa satıcıya ceza vermek üzere onu kendileri ile birlikte götürürlerdi



Ben, kilosunu beş akçeye, kar satan bir adama ayaklar altında nasıl sopa atıldığını gördüm Çünkü tartıda hile yapmıştı Bir diğeri de bir çocuğa iki misli fiyatla soğan satmıştı, bu çocuğa rastlayan zabıta memurları ona soğanın eksik verildiğini gördüler ve satıcıya giderek, ona otuz değnek vurdular Türklerin, hileli tartı kullanan satıcılar için baş vurduklan daha az can yakıcı fakat cemiyet içinde onu utandırıcı olan bir başka cezaları daha vardır; onlar adamın boynuna iyice birleşen iki levha koyarlar ve bunun ortasında yuvarlak bir delik olacak şekilde oyarlar, bu delikten adamın boynuna geçirirler, bu levhalara ağır yük asarlar ve çıngıraklar bağlarlar; bu adamı herkes tanısın ve kendisiyle alay etsin diye bu vaziyetle şehirde dolaştırırlar



TÜRKLERiN MİZACI



Türkler'in âdetlerini uzun uzun anlattıktan sonra, burada küçük bir özet yapmak onların huy ve âdetlerinin ana hatlarını belirtmek iyi olur



Hıristiyanların çoğu Türklerin şeytan, barbar, imansız kişiler olduklarına inanırlar, fakat onları tanımış ve onlarla konuşmuş olanlar farklı bir düşünceye sahiptirler Zira muhakkak ki, Türkler iyi kimselerdir ve "kendinize yapılmasını istemediğiniz şeyi başkalarına da yapmayınız" emrine çok iyi uyarlar



Ben burada Türklerden bahsediyor isem, bunlar başka bir dinden müslümanlığa geçmiş olan, Türkiye'de oldukça fazla sayıda bulunan ve türlü kötülüğü yapabilenleri değil de gerçek Türkleri kastediyorum Türkler, müslüman hıristiyan yahut musevi herkes için iyi şeyler isterler



Türkler, müslümanları olduğu kadar hıristiyanları da aldatmaya ve hırsızlık yapmaya müsaade etmezler Frenklere niçin bu kadar hakaret ettiklerinin bana sorulabileceğini biliyorum Fakat Doğu'daki Frenkler arasında hâkim olan şeytanca bir arzu ile onları birbirine kırdırtan, onları bozan ve böylece Türkleri kırdırtan Frenklere karşı bu şekilde davranmağa sevkedenin hıristiyan ve yahudiler olduğu muhakkaktır Tefecilik Türkler arasında büyük günahtır ve pek az yapılır



TÜRKLERiN FAZİLETLERİ



Onlar çok dindar, çok yardım severdirler, dinleri için çok gayret gösterirler, onu bütün dünyaya yaymakla vazifelidirler ve onlar bir hıristiyana değer verirlerse ondan müslüman olmasını rica ederler Hükümdarlarına çok bağlıdırlar, ona büyük saygı duyarlar ve körü körüne itaat ederler, Türklerin hükümdarlarına ihanet ettiği ve hıristiyanların tarafına geçtiği görülmemiştir



Onlar hiç kimseye sataşmazlar ve şehirde askerler de dahil kılıç taşımazlar yalnız hançer taşırlar Türkler az kavga ederler, düelloyu biç bilmezler Bu esasen Hz Muhammed (SAV)'in akıllı politikasından ileri gelmektedir, onlar arasında kavganın iki büyük kaynağı vardır, şarap ve oyun Çünkü kendini bilen Türkler şarap içmezler ve içenlere, sarhoş eden afyon veya balık otu çiğneyenlere de hiç değer vermezler Oyuna gelince, kim ne oynarsa oynasın bunun sonucu daima hiçtir; asla dövüşmezler, çünkü eğer aralarında bir kavga çıkarsa, ilk çıkaran uzlaşır veya şikâyetçi olan karşısındakini şahitler önünde adaletin huzuruna çağırır, o da gitmeyi reddedemez ve mahkûm olurdu Orada her biri kendi durumunu anlatır, haksız olan mahkûm edilir ve ekseriya sopa yiyerek bu cezasını çekerdi



Türkler kanaatkardırlar ve etin ne miktarında ne de kalitesinde aşırı titizdirler; lokantacılar orada çok iş yapamazlar; ve onların yemek için yaşadıkları değil yaşamak için yedikleri söylenebilir Bu onlar için söylenebilen hemen hemen her şeydir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.