|
|
Konu Araçları |
görkemli, hakkında, kaybedenleri, tarihin |
Tarihin Görkemli Kaybedenleri !! / Tarihin Görkemli Kaybedenleri Hakkında |
08-16-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tarihin Görkemli Kaybedenleri !! / Tarihin Görkemli Kaybedenleri Hakkında“Tarih her zaman kazananların yanındadır” denir hep Tarih yazıcılar hep kazananları, savaş meydanlarından sağ çıkan, ayakta kalanları, onların sözlerini yazdı Ancak öyle görkemli kaybedenler vardı ki adları halkların hafızalarına kazındı günümüze kadar geldi Tarih yazıcılar da onları görmezden gelemedi Onların hepsini anlatmak imkansız Birçok insan oldu tarihte yanlış gördüğünün karşısına dikilen Bunların pek azı başarılı oldu Ancak nihayetinde iyiyi, onurluyu savunarak tarihte kaybedenler, halkların vicdanında kazanan olmayı başardı TARİHİN İLK GERİLLASI: VİRİATHUS Tarihte görkemli kaybedenler denilince akla gelen ilk isimlerden biri Roma ordularına karşı direnen Viriathus’tur MÖ 139 yılında Romalılar tarafından öldürüldüğünde Viriathus ünü çoktan İberya’nın büyük savunucusu olarak yayılmıştı Doğum tarihi belli olmayan Viriathus’un tam kökeni de belli değildir Sadece Yunan tarihçi Diyotorus Siculus, Viriathus’un Lusitanyan köklerine işaret eder Dönemin bir diğer tarihçisi Livy ise Viriathus’un okyanus kıyısında yaşayan bir kabilden geldiğini ve önce çoban, ardından avcı, bunun ardından da asker olduğunu yazar Viriathus'un bugün Portekiz'de bulunan bir anıtı Viriathus tarihe göre Romalılara karşı direnmeden önce yoktur, O’nu Viriathus yapan, tarihe geçiren bu direniştir Romalı tarihçi Appian’a göre Viriathus, Roma Konsülü Galba’nın MÖ 150 yılında Lusitanyan savaşçılarına karşı giriştiği büyük katliamdan kurtulan bir avuç askerden biridir 20 bin Lusitanyan’ın öldürüldüğü bu katliamdan sadece iki yıl sonra Viriathus, Lusitanyan ordusunun başına geçer Romalı tarihçilere göre Viriathus’un çok güçlü bir fiziği vardı; iyi bir stratejist ve çok zeki bir komutandı Ünlü Romalı tarihçi Polybius onunla savaşı “ateşle savaş” olarak nitelendiriyordu Viriathus birçok komutanın aksine soylu bir aileden gelmiyordu Ülkedeki tüm aristokratk aileleri kayıt altına alan Romalılar Viriathus’tan hiç bahsetmemişti Katliamdan iki yıl sonra İberya’da büyük bir ayaklanma başlatıldı Bu ayaklanmayı bastırmak için Romadan Caius Vetilius komutasında bir lejyon gönderildi Vetilius, ayaklananların büyük bir kısmını kılıçtan geçirdi Geriye 1000 kadar isyancı savaşçı kalmıştı Bu savaşçıların arasında Viriathus da bulunuyordu Viriathus'un öldürülmesini resmeden bir karikatür Viriathus savaşta nasıl bir taktik izleneceğine ilişkin düzenlenen toplantıya sıradan bir savaşçı olarak katıldı ve bir komutan olarak çıktı İsyancıların başına geçen Viriathus Roma ordusu saldırdığı anda 1000 adamını daha sonra başka bir noktada buluşmak üzere ayrı yönlere küçük gruplar halinde dağıttı Romalıların 10 bin kişilik gücünü bu şekilde bölen Viriathus, hızlı adamları sayesinde isyancıları savaş meydanından sağ salim kurtarmayı başardı MÖ 149 yılında Viriathus, Roma lejyonuna karşı Tribola’da bir dizi saldırı gerçekleştirdi Gerilla taktikleri kullanan Viriathus, aralarında lejyonun kumandakı Caius Vetilius’un da bulunduğu 4 bin Roma askerini öldürdü Bu olayın ardından Viriathus üzerine gönderilen Romalı komutanlar Gaius Platius, Claudius Unimanus ve Gaius Negidius’un başında bulunduğu Roma ordularını yendi Roma bunun üzerine 15 bin asker ve 2 bin atlıdan oluşan büyük bir orduyu İberya’ya gönderdi ancak bunların da büyük bir bölümü Viriathus’un savaş taktikleri karşısında yok oldu Roma bu kez en iyi generali Fabius Maximus Servilianus’u Viriathus’un üzerine saldı Roma ordusu Sierra Morena yakınlarında Viriathus’un pususuna düştü Ancak Viriathus burada Romalıların kendisine yaptığı anlaşma teklifini kabul etti Servilianus Viriathus ile bir barış anlaşması imzaladı Anlaşma Roma Senatosu tarafından da onaylandı Romalılar bu süreç içerisinde Lusithanyalıların direnişinde Viriathus’un liderlik rolünü anlamıştı Bu yüzden savaş meydanında çarpışmaktan ziyade önce O’nu ortadan kaldırmaya karar verdiler Viriathus’un İtalya’ya barış için gönderdiği elçileri Audax, Ditalcus ve Minurus burada Roma senatörü Marcus Popillius Laenas tarafından satın alındı ve üçlü İberya’ya geri döndüklerinde Viriathus’u çadırında uyurken öldürdü Viriathus’un ölümünün ardından her ne kadar Lusihanya halkının direnişi sürdüyse de Roma’nın genişlemesi durdurulamadı TARİH EN GÖRKEMLİ KAYBEDENİ: SPARTAKÜS! Spartaküs tüm dünya tarihinin belki de en ünlü kölesidir MÖ 120- MÖ 70 yılları arasında yaşayan Spartaküs’ün yenilgisi de tarihin en görkemli yenilgilerinden biridir Spartaküs'ün temsili bir resmi Romalı tarihçilere göre Spartaküs’ün kökeni Trakya’ydı Burada köle tüccarlarının eline düşen Spartaküs, Roma ordusuna verilmiş ve birçok savaşta yer aldıktan sonra Romalı senatör Lentulus Batiatus’un gladyatör okuluna satılmıştı Spartaküs bu okuldan MÖ 73 yılında 69 arkadaşıyla birlikte kaçarak Naples’e sığındı Silah olarak kullanabilecekleri ne varsa yanına alan bu gladyatörlere yolda rastladıkları çok sayıda kaçak köle de katıldı Spartaküs ve yanındakilerin önemli bir bölümü İtalya’nın dışından değişik Avrupa ülkelerinden gelen kölelerdi Ve bu köleler kendi ülkelerine geri dönmek istiyordu O yüzden Vezüv geçidinde karşılarına çıkan Roma ordusunu yenerek kuzeye doğru yürüyüşe geçtiler Spartaküs filminden Spartaküs, Roma ordusunda görev yaptığı dönemde savaş taktikleri konusunda ciddi bir birikime sahip olmuştu Kendisi de son derece zeki biri olan Spartaküs, kısa bir sürede isyancı kölelerden disiplinli bir ordu yarattı Kuzeye doğru giderken iki Roma lejyonunu yok etti MÖ 72 yılında Spartaküs, karşısına çıkan 30 bin kişilik Roma ordusunu yendi Bu sırada Spartaküs’ün yanından ayrılan Crixus adlı köle ve onun arkadaşları Romalılar tarafından öldürüldü Spartaküs bu olaydan sonra 2 Roma lejyonunu daha dağıttı Alplere kadar ilerleyen köle ordusu dağları aşıp kendi yurtlarına dağılabilirdi ancak bu noktada Spartaküs ve yanındakiler fikir değiştirdi ve yeniden güneye yöneldi Yolda iki Roma lejyonunu daha yenen Spartaküs yılsonunda ülkenin en güney ucundaki Messine boğazına kadar ulaşmıştı Spartaküs burada kendilerini Sicilya’ya geçirecek olan Kilikyalı korsanların ihanetine uğradı Reggina yakınlarında sıkışan Spartaküs ilk kez yenilgiye uğradı ve Birindisi’ye kaçtı Birindisi yakınlarındaki Silarus nehrinde Romalılarla çarpışan köleler arasında bulunan Spartaküs’ün burada öldürüldüğü tahmin ediliyor Spartaküs’ün ölümünün ardından köle ordusu tamamen dağıtıldı 6 bin 600 köle Appia’dan Roma’ya kadar uzanan yolda çarmıha gerildi Romalılar bütün çabalarına rağmen Spartaküs’ün ne ölüsünü ne de dirisini bulabildi Zira O’nu diğer kölelerden ayıran hiçbir işaret ya da simge yoktu MİLYONLARIN KALBİNDEKİ İMAM: HZ HÜSEYİN Hz Hüseyin, peygamber Hz Muhammed’in torunu, 4 halife Hz Ali’nin de oğludur Hz Ali’nin öldürülmesinden sonraki dönemde ağabeyi Hz Hasan ve Hz Hüseyin dışında, Hz Muhammed’le kan bağı bulunan kimse hayatta değildi Bu nedenle iki kardeşin halife olmasına kesin gözüyle bakılıyordu Hz Ali’nin 661 yılında öldürülmesinin ardından İslam dünyasında yeni Halifenin kim olacağı tartışılmaya başlandı O dönemde İslam devleti içindeki en etkili ailelerden olan Emeviler ve bu ailenin başındaki Muaviye halifeliğin kendilerine verilmesini istiyordu Ancak büyük bir kesim Hz Hasan’ın halife olmasını istiyordu İki taraf arasında yaşanan çatışmanın büyümemesi için Hz Hasan, Muaviye’nin halifeliğini kabul etti Ancak Muaviye, işler kötüye gittiği zaman adı halifelik için ilk gündeme gelecek isim olan Hz Hasan’ı zehirleyerek öldürttü Hz Hüseyin Hz Hasan’ın takipçileri bu tarihten sonra kardeşi Hz Hüseyin’i başa geçirdiler Hz Hüseyin Muaviye ile iktidar kavgasından uzak durdu ancak kendi cemaatini de korudu Hz Hüseyin’in Muaviye’den sonra halife olması bekleniyordu Ancak Muaviye bu tehlikeyi gördüğü için henüz yaşadığı sırada, 680 yılında oğlu Yezid’i halife olarak ilan etti ve kimsenin buna karşı çıkmaması için halkın huzurunda O’na biat etti Yezid bu hamleden sonra İslam dünyasının en etkin ismi olan Hz Hüseyin’in kendisine biat etmesini istedi Hz Hüseyin’in cevabı ise oldukça sertti: ““Biz, nübüvvet Ehl-i Beyt’i ve risalet madeniyiz Yezid ise fasık, şarap içen ve adam öldüren birisidir Benim gibi birisi onun gibi bir kimseye biat etmez” Hz Hüseyin, Medine’de korunamayacağını görünce 682 yılında Mekke’ye göç etti Bu sırada İslamiyetin önemli merkezlerinden biri olan Kufe’den kendisine cemaat adına gönderilen bir mektup Hz Hüseyin’in eline ulaştı Mektupta Hz Hüseyin güvenliği için Kufe’ye davet ediliyordu Hz Hüseyin önce bir elçisini Kufe’ye gönderdi Elçiyi gören Kufeliler O’nun önünde eğilip biat ettiler Elçi bu durumu Hz Hüseyin’e bildirdi Ancak bu meseleden halife Yezid de haberdar olmuştu Yezid birçok adamını Hz Hüseyin’in üzerine saldı ancak bu çabaların hepsi başarısız oldu Hz Hüseyin, Mekke’den ayrılarak Kufe’ye doğru yola çıktı Hz Hüseyin ve kafilesi yolda Yezid’in orduları tarafından çöle sürüldü Suya ulaşmaları engellendi Ve sonunda Kerbela yakınlarında Yezid’in askerleri tarafından vahşi bir şekilde öldürüldü Hz Hüseyin’in buradaki direnişi de dillere destan oldu Öyle ki Hz Hüseyin’in katlediği “Aşura” günü orada bulunan Haccac bin Abdullah şöyle dediği rivayet edilir: “Allah’a ant olsun ki, oğlu, kardeşi, kardeş oğulları, akrabaları ve yaranları öldüğü halde onun (İmam Hüseyin) gibi direnişli, sebatlı, şecaatli ve yiğit birisini ben görmedim Allah’a ant olsun ki ondan önce ve ondan sonra onun gibi birisini görmedim İmam Hüseyin düşman ordusuna saldırdığında, kurt korkusuyla dağılan keçiler gibi, İmam’ın sağ ve solundan öylece kaçıyorlardı” Hz Hüseyin öldürüldüğü yere yakın olan Kerbela kasabasına gömüldü Taraftarları daha sonra onun mezarı üzerine İmam Hüseyin Türbesini yaptı Türbe halen Şiilerin en kutsal mekanı konumundadır İmam Hüseyin’in savaş alanında kesilen başının bugün İsrail sınırları içinde bulunan Aşkelon’a götürüldüğü bildirilir Burada Fatimi halifeler tarafından alınarak Kahire’ye getirilen kesik baş, Fatimi sultanlarının gömüldüğü bir mezarlığa gömülür Görgü tanıklarının ifadelerine göre baş olayın üzerinden yüzyıldan fazla zaman geçmesine rağmen çürümemişti ve yüzündeki kan izleri olduğu gibi duruyordu İNGİLİZLERİN ŞEYH BEDREDDİN’İ: JOHN BALL İngiltere’de ünlü 1381 köylü isyanının liderlerinden biridir John Ball Geçmiş hayatı konusunda pek az şey bilinir York şehrinde doğup büyüdüğü ve din eğitimini burada aldığı söylenir Kent şehrinde bir süre rahiplik yapmıştı İngiliz tarihçiler O’nun bir dönem “Kent’in Deli Rahibi” olarak anıldığını söyler John Ball John Ball isyan öncesinde sosyal eşitlik konusundaki fikirleriyle Kilise içerisinde aykırı bir isim olarak sivrilmişti Bu fikirleri O’nun Canterbry başpsikoposuyla çatışmasına neden oldu ve üç kez zindana atıldı 1366 yılında Kilise insanların John Ball’un yanına yaklaşmasını yasakladı John Ball buna rağmen fikirlerini değiştirmedi ve uzlaşmaya, af dilemeye yanaşmadı 1381 yılında yeniden zindana atılan John Ball, isyancı köylüler tarafından kurtarıldı Şeyh Bedreddin’in henüz genç bir din adamı olduğu dönemde John Ball, Kent şehrinde çevresinde toplanan köylülere şöyle seslendi: “Adem topragi kazarken Havva yün egiriyordu Peki o zaman efendi kimdi? Baştan beri insanlar birbirine benzer yaratıldı ve bizim zincirlerimiz, içinde kötülük olan insanlar tarafından oluşturuldu Eğer Tanrı birilerinin özgür, birilerinin köle olmasını isteseydi en baştan kimin özgür kimin köle olacağını söylerdi Bu nedenle sizi Tanrıdan aldığımız yetkiyle bizi köle kılan bağları yıkmaya ve özgürlüğü almaya çağırıyorum” Ball bu konuşmasında isyana kalkan köylülerden tüm soyluları öldürmelerini istedi Kendisi de Londra kulesine hücum eden isyancılar arasında yer aldı John Ball köylülerle konuşurken resmediliyor İsyan başarısızlıkla sona erince John Ball, ülkenin orta kesimlerine kaçtı ancak Coventry’de yakalandı 15 Temmuz 1381 günü Kral II Richard’ın huzurunda asılarak idam edildi John Ball ve isyanın diğer liderleri Wat Tyler ve Jack Straw çağlarında kaybettiler ama özgürlük mücadeleleri için ilham oldular Özellikle sosyalizmin teorisyeni Karl Marks, John Ball’un isyan konuşmasından çok etkilenip, ilham aldığını söyleyecekti BİZİM JOHN BALL: ŞEYH BEDREDDİN! “Kuvveti ilmi, sırrı tevhidi gerçeklendirip biz, milletlerin ve mezheplerin kanunlarını iptâl edeceğiz” diyerek yola çıkan Şeyh Bedreddin, kimilerine göre tarihin ilk komünistidir İnsanın insan üzerindeki tahakkümünü tamamen reddeden Şeyh Bedreddin, aykırı fikirlerini geniş ve çok farklı kesimlerden halk kitlelerine benimsetmiş nadir liderlerden biridir Şeyh Bedreddin'in resmedildiği bir tablo Şeyh Bedreddin bugün Yunanistan sınırları içerisinde bulunan Simavne kasabasında dünyaya geldi Doğum tarihi kesin olmamakla birlikte birçok kaynak Şeyh’in 1359’da doğduğunu yazar Babası Simavne kadısıdır Bu nedenle “Simavne kadısı oğlu Şeyh Bedreddin” olarak anılacaktır Annesi ise sonradan Müslümanlığı seçen bir Rum’dur O dönemlerde Osmanlı’nın başkenti Edirne’dir Şeyh Bedreddin de Edirne’de eğitimine başlar ve dönemin ünlü İslam alimlerinden dersler alır Bursa’da da Koca Efendi’den astronomi ve matematik dersleri alan Şeyh Bedreddin, Konya’da ise dönemin ünlü alimi Feyzullah Efendi’den mantık ve astronomi öğrenir Anadolu’da edindiği bilgilerle yetinmeyen Şeyh Bedreddin dönemin ilim merkezi Kahire’ye geçer Şeyh Bedreddin, Memlük sultanı Berkuk’ın sarayında 3 sene kalır ve bu süreçte alim Hüseyin Ahlati’nin öğrencisi olur Ahlati kendisini en iyi anlayan isim olduğunu düşündüğü Şeyh Bedreddin’i vasi olarak atar Ahlati’nin müritlerinin bu duruma tepki göstermesi karşısında Bedreddin, Anadolu’ya döner Bu sırada Bedreddin’in ünü yayılmış ve Anadolu’nun dört bir yanında O’nu müritleri karşılar olmuştur Aydın’ın Nizar köyünde Börklüce Mustafa ve Domaniç’in Sürme köyünde de Torlak Kemal’le tanışır İkili Şeyhle konuşmalardan sonra O’nun müridi olurlar Edirne’ye yerleşen Şeyh Bedreddin, 1402 yılında başlayan Fetret Devri’nde Musa Çelebi’nin kazaskerliğini yapar Bu sırada Börklüce Mustafa’yı yanına aldırır Torlak Kemal de sık sık Edirne’ye gidip gelir Ancak Şeyh 1413 yılında iktidar mücadelesini Mehmet Çelebi kazanınca kendisi İznik’e sürülür Şeyh İznik’e sürüldükten sonra Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa memleketlerine dönerek Osmanlı idaresinden rahatsız olan köylüleri ve dervişlerin katıldığı bir isyana kalkar Karaburun ve çevresinde yoğunlaşan isyancılar üzerlerine gönderilen Saruhan Beyinin ordusunu yener İsyancıların üzerine sürülen Osmanlı ordusu ise zafer kazanır Tüm isyancılar Börklüce Mustafa’nın gözü önünde öldürülür Kendisi de bir deve üzerinde çarmıha gerilir ve bu şekilde gezdirilir İsyanın patlak verdiği sırada Şeyh Bedreddin, İsfendiyar Beyliğine sığınır Sinop üzerinden Eflak’e giden Şeyh, Edirne’ye dönmek üzere yola çıktığı sırada Osmanlı tarafından ele geçirilir ve Serez çarşısında asılır Nazım Hikmet’in “Şeyh Bedreddin Destanı” adlı eserinde Şeyh’in idamı şöyle anlatılır: “Dönüldü Bedreddine Denildi: «Sen de konuş» Denildi: «Ver hesabını ilhadının» Bedreddin baktı kemerlerden dışarı Dışarda güneş var Yeşermiş avluda bir ağacın dalları ve bir akarsuyla oyulmaktadır taşlar Bedreddin gülümsedi Aydınlandı içi gözlerinin, dedi: — Mademki bu kerre mağlubuz netsek, neylesek zaid Gayrı uzatman sözü Mademki fetva bize aid verin ki basak bağrına mührümüzü Yağmur çiseliyor, korkarak yavaş sesle bir ihanet konuşması gibi Yağmur çiseliyor, beyaz ve çıplak mürted ayaklarının ıslak ve karanlık toprağın üstünde koşması gibi Yağmur çiseliyor, Serezin esnaf çarşısında, bir bakırcı dükkânının karşısında Bedreddinim bir ağaca asılı Yağmur çiseliyor Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir Ve yağmurda ıslanan yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin çırılçıplak etidir Yağmur çiseliyor Serez çarşısı dilsiz, Serez çarşısı kör Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü Yağmur çiseliyor” O’NU PARÇALAMAK İSTEDİLER AMA PARÇALAYAMADILAR O’NU ÖLDÜRMEK İSTEDİLER AMA ÖLDÜREMEDİLER 19 Mart 1742 tarihinde Peru’nun Cusco şehri yakınlarındaki Tinto köyünde doğan Tupac Amaru, 1780 yılında İspanyol işgalcilere karşı gerçekleştirilen yerli isyanını öncüsüdür Güney Amerika’daki ilk bağımsızlık hareketlerinden birini başlatan Tupac Amaru, Peru’nun modern bağımsızlık hareketine de ilham kaynağı oldu Tupac Amaru Tupac Amaru’nun gerçek adı José Gabriel Condorcanqui’ydi San Fransisco de Borja Okulunda Jesuit eğitimi alan Tupac Amaru, bölgedeki etkin ailelerden birinden geliyordu 18 yaşında büyükbüyükbabasının ismini alan Tupac Amaru, yerli kabilelerin başına geçti ve İspanyollara karşı bir isyan başlattı İsyanın ilk günlerinde Tupac Amaru’nun güçleri bölgedeki tüm İspanyol askerlerini ve İspanyol Vali Antonio de Arriaga’yı öldürdü Tupac Amaru’nun isyanı aslında çok belirleyici bir isyan değildi Son 50 yıl içinde buna benzer birçok isyan olmuştu Nitekim Tupac Amaru da üzerine gönderilen İspanyol ordusuna karşı direnemedi ve esir düştü Bu isyanı ve Tupac Amaru’yu ölümsüz kılan O’nun infaz edilme şeklidir Tupac Amaru'nun resmi günümüz Peru paralarının üstünde Tupac Amaru yakalandıktan sonra önce eşi, büyük oğlu Hipolito, dayısı Fransisco ve kayınbiraderi Antonio Bastidas’ın idamını izleme daha sonra da kolları ve bacakları dört ayrı ata bağlandıktan sonra vücudunun parçalanması yöntemiyle ölüme mahkum edildi Tupac Amaru, sevdiklerinin idamını izledi Daha sonra kol ve bacakları dört ata ayrı ayrı bağlandı ve atlar ayrı yönlere sürüldü Ancak Tupac Amaru’nun vücudu 4 atın gücüne dayandı ve parçalanmadı Bunun ardından İspanyollar Tupac Amaru’yu daha önce büyükbüyükbabasının infaz edildiği alana götürdü ve burada baltalarla keserek idam etti Tupac Amaru’nun arkasından yazılan destanda şu mısralar yer aldı: Querrán romperlo y no podrán romperlo ("O’nu parçalamak isteyecekler ama parçalayamayacaklar") Querrán matarlo y no podrán matarlo ("O’nu öldürmek isteyecekler ama öldüremeyecekler") KAFKASLARIN ÖLÜMSÜZ KOMUTANI: ŞEYH ŞAMİL Her ne kadar günümüzde birçok faşist çevre tarafından ilahlaştırılsa da Şeyh Şamil, bir ömür boyu işgalciye direnmenin sembolüdür Kafkasların tarihindeki direniş örneklerinin en güçlüsü ve İslam dünyasında en büyük yankı uyandıranı Şeyh Şamil’di 1797 yılında doğan Şeyh Şamil, 1834-1859 yılları arasında Kafkasya’da Ruslara karşı gerçekleştirilen isyanı yönetti Şeyh Şamil Şeyh Şamil 1797 yılında günümüzde Dağıstan Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan Gimri’de doğdu Doğduğunda kendisine Ali adı verildi ancak bebekken hastalanınca geleneklere uygun olarak adı Şamil olarak değiştirildi İyi bir din eğitimi alan Şeyh Şamil, babasının da nüfuzuyla Kafkasya’da etkili bir din adamı konumuna getirildi Şeyh Şamil’in gençliği Osmanlıların Ruslar karşısında geri çekildiği ve Kafkasya’daki toprakları kaybettiği bir dönemde geçti Kafkasya’da Şeyh Mansur ve Gazi Molla liderliğinde Ruslara karşı bir direniş başladı Bu direniş 1832 yılında Şeyh Mansur’un Ruslar tarafından öldürülmesiyle sona erdi Şeyh Mansur’un öldüğü çatışmadan sadece iki kişi kurtulmuştu Bunlardan biri Şeyh Şamil’di Şeyh Şamil çatışmadan sonra yaralarının iyileşmesi için uzun bir süre gizlendi 1834 yılında Şeyh Şamil Ruslara karşı direnen güçlerin başına geçti ve tam 25 sene boyunca Rusları peşinde koşturdu 1859 yılının 25 Ağustos günü Rus güçlerince yakalandığı zaman Şeyh Şamil 62 yaşındaydı ve hemen hemen tümünü Ruslara karşı savaşarak geçirdiği bir hayatın son dönemlerine girmişti Şeyh Şamil bundan sonra 10 sene Rusların elinde tutsak kaldı 1869’da Hacca gitmesine izin verildi Burada Kabe’nin üzerine çıkarılarak tüm Hacca gelenleri selamlamasına izin verildi Şeyh Şamil ülkesine dönmeden burada öldü Cenazesi Cennet-ül Baki mezarlığına gömüldü VARŞOVA’DA DİRENENLER! Dünya tarihi zorbalığa, haksızlığa karşı büyük direnenler halklar ve halk hareketlerine sahne oldu Bunların her biri kendi çağında, kendine has özellikleriyle, kendi açısından büyük direnişlerdi Ancak bunlardan biri vardır ki tarih ne bir liderini, ne bir öncüsünü hatırlayacak, tüm savaşçılarını birlikte anacaktı: Varşova ayaklanması Dünyanın tarihinde görülen en acımasız düşmana, Nazi Almanyasına karşı 1 Ağustos 1944 tarihinde başlatılan ayaklanma tam 63 gün sürdü Bu ayaklanma büyük kahramanlıkları, büyük trajedileri ve büyük ihanetleri içinde barındırdı ve tarihe bu şekilde yazıldı 1 Ağustos 1944 tarihine gelindiğinde Sovyet orduları, Nazi ordularını önüne katmış batıya doğru sürüyordu Bu süreçte 1939 yılından bu yana alttan alta örgütlenen Varşova’daki “Vatan Ordusu” güçleri de bu Nazileri zayıf buldukları bu anda ayaklanmaya karar verdiler Onlar için özgürlük hiç olmadığı kadar yakın görülüyordu Polonya’nın yeraltındaki Vatan Ordusunun generali Bor Komorowski, 1 Ağutos 1944 günü akşam saat 5’te ayaklanmanın başlaması emrini verdi Komorowski’nin planlarına göre ayaklanma 1 hafta sürecek ve şehir Almanlardan temizlenecekti Ancak Komorowski, Nazilerin, Kızıl Ordu’ya karşı son direniş noktası olarak Varşova’yı belirlediğini ve buraya onbinlerce askerlik ek sevkiyatın yapıldığını bilmiyordu Direnişçiler 4 bini kadın toplam 40 bin askerdi Bu ordunun elinde sadece 2 bin 500 silah vardı İç düzenleri çatışmalar sırasında ölen birinin silahını diğer askerin alması prensibi üzerine kurulmuştu Yani ordunun büyük bir bölümü eli silahlı olan arkadaşlarının ölmesini ve onlardan kendilerine geçecek olan silahı kullanmayı bekliyordu Direnişçilerin karşısında ise 30 bin kişilik tanklarla, uçaklar ve toplarla desteklenmiş iyi eğitimli Nazi ordusu vardı O gün saat 17’de direnişçiler şehirdeki 180 ayrı Alman askeri noktasına bir anda saldırdı İlk saldırı planlandığı kadar başarılı olmadığı fakat direnişçiler bazı kilit noktaları ele geçirdi Şehrin gaz, elektrik ve su tesisatının kontrolü direnişçilerdeydi Ayaklanmanın ilk günü 2 bin direnişçi ile 500 Alman askeri öldü Aynı gün bir matbaayı ele geçiren direnişçiler, 5 yıl aradan sonra ilk bağımsız Leh gazetesini bastı Varşova ayaklanmasında direnenler Bu sırada şehre sadece birkaç kilometre uzakta bulunan Sovyet orduları durdu Varşova semaları Nazi uçaklarına terk edildi Ayaklanmanın son günlerinde Sovyet ordusu Varşova’nın dibindeydi ama hiçbir şekilde Nazilere karşı direnen güçlere Sovyet yardımı gelmedi Stalin, daha önce Sovyetlere tabii bir şekilde Nazilere karşı savaşmayı kabul etmeyen Polonyalı güçlerin Naziler tarafından tasfiye edilmesini bekleyecekti Başarılı geçen ilk günün ardından Almanların hava ve topçu saldırıları başladı Özellikle hava saldırıları direnişçiler için büyük sorun oluşturuyordu zira ellerinde uçaklara karşı kendilerini savunacak silahları yoktu Şehrin geri kalan stratejik noktaları ise Alman tankları ve makinelı tüfekleri ile korunuyordu Almanlar şehre bir hafta içinde takviye güçler gönderdi Bu takviye güçler Almanların Türkmenistan ve diğer Orta Asya ülkelerinden silah altına altığı Türkmenlerden oluşuyordu Bu birlikler şehrin Alman kontrolündeki bölgelerinde 65 bin sivili katletti Sadece Wola ve St Lazarus hastanelerinde 1,360 hasta bu Türk güçleri tarafından kurşuna dizildi Aynı birlikler Alman komutanlarının kumandasında sivilleri kalkan olarak kullanarak direnişçilerin üstüne yürüdü Yaşanan şiddetli çatışmalarda Varşovalı direnişçiler büyük kayıplar vermeye başladı Ne Batıdan ne de şehrin diğer tarafında bekleyen Sovyet ordusundan yardım gelmedi 14 Ağustos’tan 2 Eylül tarihine kadar Varşova Eski Şehir meydanı için yoğun çatışmalar yaşandı Bu çatışmalarda direnişçiler şehrin bir yerden bir yere nakil için şehrin kanalizasyon şebekesini kullanıyordu 2 Eylül’e gelindiğinde 30 bin sivil ve 2 bin 500 direnişçi Eski Şehir meydanında hayatını kaybetmişti Eski şehir meydanının kaybedilmesinden direnişin sona erdiği 4 Ekim tarihine kadar tüm dünyanın bilgisi dahilinde Naziler adeta plşanlı bir katliama girişti Bu direnişte 200 bini aşkın Varşovalı katledildi Hitler direnişçilerden hırsını bu katliama rağmen tam olarak alamamıştı ki Varşova’nın tamamen yıkılmasını ve şehrin mühendislerin çalışmasıyla bir göle çevrilmesi talimatını verdi Hitler’in bu talimatının ardından tüm Varşova gerçekten yıkıldı, ancak göl planları Sovyet ordusunun ilerleyişiyle bozuldu |
|